Baskın Oran’ı uzun süredir bilirim. Yazar. Çok yazar. Bir dönemdir Radikal İki’de neredeyse her hafta yazar.
1990’lı yıllarda bir ara Aydınlık dergisinde de yazdı. Doludizgin ulusalcılığa doğru ilerleyen bir dergide yazmasını o zaman da yadırgamıştım.
Baskın Oran, daha sonraki süreçte, düşünsel bakımdan bir istikrara kavuştu. Liberal oldu. Olsun. Düşünsel ve siyasal alanın liberallere de ihtiyacı var.
2000’li yıllarda bazı internet sitelerinde birkaç kere karşı karşıya geldik kendisiyle. Baskın Oran’ın başı çekmesiyle, o zamanki Cumhurbaşkanına verilecek bir “demokrasi talebi” dilekçesi söz konusuydu. Karşı çıkmış, devletin başından, devletin suçlarına karşı dilekte bulunmanın yanlış olduğunu söylemiştim. Baskın Oran, yumuşak bir dille ve “sevgilerini yollayarak” benim “ilkel devrimciliğimi” kınamış ve “elinde daha iyisi varsa söyle” demişti. “Cumhurbaşkanları ardiyesi” memuru olmadığım cevabını verecektim ki, aniden siteyle ilişkim kesildi.
Baskın Oran’ın kendine fazla güvenme yanılgısı içinde olan neredeyse bütün “guru”larda görülebilecek üstten ve fazla “samimi” bir dili vardır. Kendine o kadar güvenir ki, denk getirdiğinde bir “sokak dili” kullanmaktan çekinmez. Örneğin son yazısında (“Tophane Olayı”, Radikal İki”, 3 Ekim 2010) “uysa da kodum uymasa da” deyişini kullanması gibi. Gerçi benim derdim bu dil değil, belki de bu “ölçüsüz dil kullanımı” sorununu, başka “guru”lardan da örneklerle ayrı bir yazı konusu yapmak gerekir.
Benim şu andaki derdim, Baskın Oran’ın “orantısız mantık kullanımı”. Mantıksal çarpıtma demek belki daha doğru ama Baskın Oran’ın yaptığı, çarpıtmadan öte bir şey. Fakat esas konuya girmeden önce Baskın Oran’ın “küçük” bir hatasını düzeltmeye çalışayım.
“…devlet denilen meret esas iki şey için vardır: 1) Şiddeti engellemek; 2)…cezalandırmak.”
Anlaşılan Baskın Oran ya devletin şiddetini görmüyor ya da bu şiddeti meşru gördüğü için şiddet kategorisinin dışında bir “meret” olarak ele alıyor. Evet ama “cezalandırma”nın doğrudan bir şiddet; devletin polisinin, askerinin, hapishanesinin, gardiyanının vb.bu şiddetin araçları olduğunu nasıl bilmez.
Şimdi esas konuya geçebiliriz. Baskın Oran bir sosyolojik tahlil yapmaya çalışmış ama esasında yapmak istediği tek şey, Tophane saldırısı ile AKP arasında bağlantı kurmak isteyenleri savuşturmak. Aslında bunun için bu kadar çaba göstermesine gerek yoktu, çünkü bence de Tophane saldırısı ile AKP arasındaki bağlantı oldukça dolaylıdır ve bu bağlantıyı kasıtlı olarak doğrudan hale getirmek isteyenler mantığı zorlamaktadır. Bağlantı sadece, AKP’nin içki karşıtı muhafazakâr politikalarının içki düşmanlarına cesaret vermesi açısından kurulabilir ama bu olayı AKP’nin ya da AKP ile doğrudan bağlantılı olanların yapmadığı açıktır.
Ne var ki, Baskın Oran, futbol maçlarında sık sık gördüğümüz, karşı takımın başarısız bir atağında topu ayağına geçiren takımın ani bir kontratağa kalkmasında olduğu gibi, AKP’yi kurtarmaya çalışmakla kalmamış, hazır topu ayağına geçirmişken karşı tarafın (Kemalistlerin) kalesine bir gol atmaya kalkışmış. İşte “orantısız mantık kullanımı” denen olay burada net bir şekilde ortaya çıkıyor. Baskın, “ ‘kaldırıma taşıp içki içenler’in bizzat yapmadıkları, ama haspelkader mensup oldukları tabakanın devlet aracılığıyla ‘halk’a yaptıklarını da bilançoya katmak lazım’ dedikten sonra neyi kastettiğini şöyle açıklıyor: “Devlet, Tophaneli gibi insanlara, onun galericilere yaptığı gibi sopayla girişmiyor ama, daha berbat girişiyor. Mesela başı kapalı binlerce kızın üniversitede okumasını engelliyor.” Devamı da şöyle: “Galeride içki içenler bunun da kefaretini ödüyorlar, çaresiz.” Fikrini pekiştirmek için Baskın Oran şu açıklamayı da yapma gereğini duymuş: “Tophaneli…bu küçük burjuva okumuşları ile Kemalist bürokrasiyi kafasında özdeşleştirir ve fırsatını bulunca kültürünün temel davranışına girişir: Sopa.”
Özetlersek durum şu:
1. Galerideki içki içen “küçük burjuvalar” bir tabakaya mensup.
2. Bu tabaka devlet aracılığıyla başı kapalı binlerce kızı üniversitelere sokmuyor.
3. “Küçük burjuva okumuşlarla” “Kemalist bürokrasi”yi kafasında özdeşleştiren (Tophaneli böyle bir özdeşleştirme yapıyor mu bilemem ama yukarda gördüğümüz gibi, Baskın Oran’ın böyle bir özdeşleştirme, daha doğrusu zorlama yaptığı kesin) ve Kemalist bürokrasinin başörtüsü uygulamasına çok kızan Tophaneli de bu “küçük burjuvaların”, dolayısıyla “Kemalist bürokrasi”nin kafasına sopayı indiriveriyor, “çaresiz”.
Yani anlayacağınız, Tophaneli, devletin başörtüsü yasağına çok kızdığı için sergi izlemeye gelen insanları dövmüş. Doğrusu, Baskın Oran’ın, yazısında belirttiği üzre, olay yerinde, hatta o sırada ülkede bile olmadığı halde vardığı bu “net” sonuç karşısında insan, “bir de olay yerinde olsa ne olurdu acaba” diye düşünmekten kendini alamıyor.
Bu “netliğe” nasıl varıldığı tabii ki tartışılmaya değer ama bence tartışılmayacak ölçüde net olan şey, bu yazının, gelecekte, mantık derslerinde örnek bir yazı olarak okutulacağıdır. Neyin örneği mi? Elbette orantısız mantık kullanımının ve zorlamasının örneği.
Baskın Oran, bir yazara “esaslı kalem” “nişanı”nı bahşederken yazısının sonuna düştüğü notun hemen başında, “Ben bu yazıyı masa başında yazdım” demiş. Bunu iyi ki belirtmiş. Yoksa yazıyı başka bir “yerde” yazdığını düşünmeme ramak kalmıştı.
Gün Zileli
3 Ekim 2010
papapapa… nerede yazdı acaba…
çok eğlenci. klasik bir mürted aşırılığı.. giderayak liberal olmuş profesörümüzün atatürk milliyetçiliğinin hoşlukları üzerine yazdığı eserinden gayri bir akademik çalışmasını da bilmeyiz. bir de hayatında ilk yurtdışı sempozyumunu 2006da gittiğini itiraf etmişliği aklımızda. ermeni meselesi üzerinde konuşmaya davet edilmiş…. atatürk milliyetçiliği uzmanı bir yök profesörü için normal. baskın hoca kemalist bürokrasiyi yeni keşfediyor… tophanede bile onları görüyor..
Sayın Baskın Oran’ın Atatürk Milliyetçiliği (Resmi İdeoloji Dışı Bir İnceleme) başlıklı ilginç kitabını dikkatle okudum… Atatürk’ün kişiliği ve yaptıkları hiçbir ölçüye sığmayan abartılmış övgülerle ya da ona karşı yöneltilimiş haksız yergilerle değil, gerçekler ve yanılgılarla birlikte objektif irdeleme yanlısı bir düşünce üzerine kurulmuştur. Şimdiye değin Türkiye’de Atütürk üzerine objektiflik doğrultusunda yazılmış, belki de ilk kitaptır bu.’ (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu)
Olay yerinde olsa, sopa,yı alıp girişirdi ‘küçük burjuvalara’…
Yazının sonunda çok güldüm.. Türkiyeli,nin aklı genelde aynı yerde çalışır : )
Bu AKP,yi öpen kalem tutar kişiler bana kaypak geliyor.
“Fikrimce” , ne zaman akillanacaksin? “Bu AKP’yi öpen kalem tutar kişiler bana kaypak geliyor.” ne demek? Kurdugun cümlenin bir anlami var mi?
Beklerdik ki Baskın Oran’ın saçmalamalarının total bir değerlendirmesi olsun. Tek ve son yazıyla sınırlı kalması kötü olmuş. Beyefendinin Osmanlı ve yeni Osmanlıcılık üzerine dillendirdiği şeyleri de ele almak lazım. Küreselleşmenin alkışlanması ve yeni Osmanlıcılığın bu toprakların özüne dönmesi olarak saçmalamacalarla savunulması alışıldık oldu.
Sakın bu yazı bir de Baskın hakkında yazayım mantığıyla yazılmış olmasın?
Eh öyle de denebilir bir bakıma. Doğrusu Baskın Oran’ı layığınca incelediğimi söyleyemem.
Akil adam,
eğer bahsettiğin ‘akıllanma’, Akp,yi veya herhangi bi parti/örgütlenme vs’yi öpmekse ben iflah olmam. Seni umutlanmaya sevkettiysem binlerce özür.
Ben bi tek insanın sezgisiyle harmanlanmış deneyim ve birikimin sonucu olan bilgi,ye eyvallah derim. Dedim. Diyeceğim. Ben de ‘tam’ değilim ve ol(a)mayacağım. Ölene dek. Sen ne yaşadın, çocukluğun hangi muhafız yollardan geçti, geçiyor bilmiyorum. Aramızdaki fark benim hep aradığım seninse aramaya kendini kapattığın. Göbeğimizi çatlattın yorumların/ajitasyonlarınla, kaç zamandır… sende nato kafa nato mermer. Hep küfür. Ertan değişti, sen değişmedin. Bu neyin işareti? Sana bu sitede yaptığımız yorumlar/verdiğimiz cevaplar sonucunda bir lokma ekmek veremediğimiz için (maddi-manevi) kendi adıma yine binlerce özür. Elimde olsa, ve param da olsa inan adil olmaya çalışarak verirdim. Hepimize. Ama elimde değil, ayağımda kundura. Baskın Oran, ezber bozduğunu iddia eden bi şahsiyettir, seçim meydanlarında. Madem bozacaktın, neden ezberledin diye sorarlar insana. Neden ezberledin? Akil adam, hayat o kadar uzun değil. Hiç birimiz için. Ne sen beni anladın ne ben beni. Benden bu adamlarla ilgili bir akil söz duyamazsın ve de bekleme. Bu dediklerimi istediğin yere çek. Özgür olduğunu, bu sitede istediğini söyleme hakkın olduğunu -düzgün kullanılmamış küfürün söz olmadığının altını çizerek- zaten en iyi sen biliyosun. Bana laf de, istediğini de ama unutma: Benim sana da Akp,ye ve Baskıngillere, otoriteye verilmiş sözüm yok. Var olduğum andan beri hiç kimseye sözüm yok. Bekleme boş yere, ben sizden olmam, kimseden olmam ve herkes gibi de olabilirim. Ama partili, örgütlü, grupçu vs.. olmam. Ben iflah olmam. bu da böyle biline.
Senin söyledigin seyi kastetmiyorum tabii ki. Ben Ak Parti’ye veya baska bir parti ya da kurulusa üye degilim ki sana da bunu önereyim. Demek istedigim su idi: Baskin Oran’i “kaypak” bulabilirsin ama “AKP’yi öpen kalem tutar kişiler bana kaypak geliyor” seklinde genellemeler yapmak neden? Bunlarin içinde hepsi de görüs degistirmis kisiler degil bildigim kadariyla. Zaten görüs degistirmek de (en azindan) bu sitede elestirilen bir tavir degil. Zaten sen de kendin için arayis içinde oldugunu söylemiyor musun? O halde?
“Orantısız mantık” niye kullanılmasın sayın Zileli…Mazallah, alperenler falan duyar, beyefendiyi de alarak Çin Seddinde atalarımızın kımızını .içerek konser veren İdil Biret’in seyircilerine
saldırıp, “orantısız güç” kullanıldığından bazıları tarafından tehdit filan alabilir.
“Orantısız mantık” niye kullanılmasın sayın Zileli…Mazallah, alperenler falan duyar, beyefendiyi de alarak Çin Seddinde atalarımızın kımızını .içerek konser veren İdil Biret’in seyircilerine
saldırıp, “orantısız güç” kullanıldığından bazıları tarafından tehdit filan alabilir.
AKP dediğiniz nedir ki sayın Anonim? On yıl önce AKP mi vardı? Türkiye siyasetinde orta sağ daima iktidar için bir oy deposu olmuştur. AP kapatıldıktan sonra ANAp, Anap söndükten sonra DYP, DYP baş aşağı gittikten sonra da AKP…İktidarın nimetlerinden yararlanmak isteyen bir sürü kariyerist, politikacı, orta sağdaki her yeni iktidar oluşumuna doluşurlar. Bu yüzden AKP’lilik diye bir şey yoktur. İktidar tutkunluğu vardır. AKP de öncelleri gibi baş aşağı gitsin, bakın siz o pek takdir ettiğiniz AKP’lileri görün, gemiyi nasıl ilk terk eden oluyorlar.
Görüşünü değiştirmiş insanları dikkatle dinlerim. Gün Zileli’yi en birincil önemseme sebebim budur. Onun ‘arayıcılığı’nı kendiminkine yakın bulurum. Ve bu sebeptir ki, kimin ne dediğinden önce, neyi, kimin dediği önemlidir. Bence.
Ak veya kara partinin hasbelkader topluma faideli iş yapması, 8de 1 olabilir bi icraatı onu öpüp kutsamayı gerektirmiyor. İktidarsın madem, 8 de 8 yapmalısın o dilinden düşürmediğin toplum ve halk için ama politika bu ve politikaya inancımız çoktan yok oldu. Zeitgeist belgeseli ile marjinalize düşünüş yollarını tıkamış bir sistemin tepesindeler. Kara düzen usulüyle olsa bile Türkiye de dahil buna. Kariyerist bi sürü köşe yazıcısı, solcu, liberal ‘aydın’ şahsiyet, kendi düşünce yapıları (bilinçaltlarının onları iktidarın yakınına düşürmesinden ve başka bi sürü şeyden sebep -can kaygısı, kariyer kaygısı, parasız kalma kaygısı vs kaygı..) onlara farkettirmeden iktidarı öpen kişiler konumuna getirmiştir. İnanın bana, AKP yerine farklı bi parti iktidar olsa, yine olacak olan bu. Çünkü insan içgüdüsü bozuktur. İktidara ve nemalanmaya koşullanmıştır. bunları söyleyerek kendi düşünce yapımı çemberin dışında tutmaya çalışmıyorum. Anlamaya çalışıyorum sadece. Önce kendimi sonra herkesi. Ama bu yazı konuları ben olmadığım için kendimi değil onların fikirlerini kritik ediyorum.
Bireysel sorgulamanın her türlüsünü insanın en önce kendisine yapması gerekir.
B. Oran gibi ahkam kesen, sadece herkesin evine girebildiği için toplumsallaşabilen gazetelerde yazdıkları için bir ön kabulle okuduğumuz insanları irdelememiz, onları bi şeymiş gibi saymaktan vazgeçmemiz gerekir. Günümüz ‘modern’ zamanlarında, bir insanı sorgulayarak başlıyor her şey. Ama en çok ve en önce kendimizi.
Ben böyle ortaya karışık yazarım, zaman zaman. Sorun varsa sor, döndüğünce dilim, geldikçe fikrim söylerim. Fikrimce,den şimdilik bu kadar.
REFERANDUMMANIA SONRASI ÖZGÜRLÜKÇÜ SOL –III-
Süreyyya Evren
http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1187091385&news_code=1286103937&year=2010&month=10&day=03
‘Zeitgeist belgeseli ile marjinalize düşünüş yollarını tıkamış bir sistemin tepesindeler…’
Pardon bu ne anlama geliyor, böyle bir belgesel var duydum ama biraz fikir verebilir misiniz acaba?
Zeitgest belgeselinden bi gün e-mail aracılığıyla haberdar oldum ve ilk anda şaşırarak izledim… şaşırma sebebim, peygamberlerin çok zeki şairler olduğunu söyleyip durmamdan ve bu belgeselin de ortaya attığım fikri, bilgi aracılığıyla mitoloji üzerinden analiz edip/parça parça bölmesinden kaynaklanıyordu. Her gelen, kendinden önceki söylence/efsane/mitleri çözmüş, ezberlemiş ve o günkü yaşadığı toplumu düzene koymasında yardımcı olması için boşluk bırakmamacasına kutsal kitaplar/dualar halinde ortaya atmıştı. Tolkien dinler tarihinde yaşasaydı bence muhtemelen peygamber, yüzüklerin efendisi de kutsal kitap olacaktı.
Belgeselin benim gibi düşünen, verileni hemen hazmetmeyip sorgulayan, devletlerin-sistemlerin, kirli politikalarını eleştiren nice insana “bak yalnız değilsin senin düşündüklerini biz de düşünüyoruz” demek için yapıldığını düşünüyorum.
Elbette kontrol altına almak istediği kitle görece entelektüel birikimi veya sadece sezgisel zekasıyla sistem politikalarını sorgulayan zihinlerdir ve amaç da bu zihinleri uysallaştırmaktır.
Çok sıkıldım çevremdeki “farkında” olduğunu sandığım arkadaşlarımın “zeitgeist diye bi belgesel var, izledin mi yok böyle bi şey” demesinden…
Belgeseli izlemeyi bıraktım çünkü açıkçası şu sanal reklam uygulaması paranoyam yüzünden, ben bu “muazzam” belgeseli izlerken bilinçaltıma bu reklamlar aracılığıyla hangi duygunun -korku,öfke,nefret, korku,korku,korku…?- yerleştirildiğini bilmiyorum. Belgeseli yapanların da o sistemin içindeki insanlar olduğunu bildiğimize göre, niyetlerini samimi bulmuyorum ve herkese bu marjinal, çok zeki görünen belgeselden uzak durmasını öneriyorum. Savaşlar sadece elde silahla cephede olmuyor, o tür savaş bizim görmemizi ve böylece oyalanmamızı istedikleri türden savaş. Gelgelelim sorgulayan zekaları da işte böyle belgesellerle “senden daha zekiler var” gösterisiyle uysallaştırıp özgüvenini yıkıyorlar. Korku sağlıyorlar böylece. Bunu Matrix’le başlattılar.
Korku da diğer tüm duygular gibi hayatsal ve elbette doğal. Ama bu birilerinin tezgahıyla, korkutma veya her neyse o duyguyu yaşamam için dayatılırsa, korkacağım varsa bile inadımdan cesur kesilirim. Korkuyu özellikle söylüyorum çünkü bu belgeselin sorgulayan zihinleri pasifize etmesi, rehavete kaptırması asabımı bozuyor ve bunun da nedense o görüntüleri izlerken bilinçaltımıza verilen bir duygu -korku- sayesinde olduğunu düşünüyorum.
Zeitgeist’ın fikrimce karşılığı budur.
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Ben de duydum bu belgeseli ve etkilenen pek çok insan olduğunu (üniversitede okuyan insanlardan duyuyorum genelde) gördüm. Merak ettim sitelerine girdim ama pek dişe dokunur birşey bulamadım. Ütopyacı bir hareket falan dediler ama okuduklarım içime sinmedi benim… Aklıma komplo yumağı içinde oradan oraya savrulan Aytunç Altındallar geldi sadece.
Bir de tarif ettiğiniz duyguların benzerini ben de Parallax View filmini izlerken yaşamıştım aklıma o geldi. Ama Parallax View ‘kurgu’ydu tabii… Ben komploların içinde yaşadığımızı düşünmüyorum, eğer bir ‘komplo’ varsa ortada herşey çok açık hiç de gizli dolaplar dönmüyor. Yaşadıkça ben bunu gördüm, görüyorum ve de göreceğime inancım tam…
Gördük ve göreceğiz… Bazen kurgu ‘gerçek’ başka zaman sezdirilmemeye çalışılan ‘gerçek’ kurgu yoluyla ‘hayal ürünü’ oluyor.
‘Genç’ neslin okumaktan çok izlemeye yönelmesi yüzünden, sanal reklam ve başka bi sürü ıvır zıvır yüzünden çoğunlukla film-sinema üzerinden yapıyor sistemler bunu. Bu sayede uyanık zihinlerin sezdiği ‘sezdirilmeyen gerçek’ler sinema üzerinden legale çıkıyor. Uyanıklar da daha uyanıksa yetinmeyip septikliği elden bırakmıyor ve sorgulama devam ediyor. Veya yetinip ‘müthiş bi film’ diyerek sistmin zokasını yutuyor. Böyle uzar gider bu…
Bahsettiğiniz filmi bilmiyorum, bakıcam. Altındal’a da. İyi geceler şimdilik..
Aman ha yanlış olmasın Altundal’a bakmasanız da olur ben onu öylesine yazdım muhalif sistem karşıtı falan değil (hatta bildiğiniz faşisttir) bilginiz olsun. Komplocu zihne dikkat çekmekti amacım. Dikkate almazsanız çok şey kaybetmezsiniz yani…
Sayın Zileli’nin değerlendirmelerini okuyunca Baskın Oran’ın yıllar önce alıp okuduğum “Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları” kitabı aklıma geldi. Kitaptan ziyade, kitabın önsözünde Aziz Nesin’in kitap ve yazarı hakkında bir değerlendirmesi yazısı vardır ki bence mühim “… Kitabın türünü belirleyemedim. Roman değil, ama roman. Anı değil, ama anı. Günce değil, ama günce. Özyaşamöyküsü değil, ama özyaşamöyküsü. Bir araştırma değil, araştırma. Bence bilimkurgu denen roman türünün yeni ve gerçekçi bir modeli diyebiliriz bu kitaba…” Baskın Oran’ı (Sayın Zileli’nin belirttiği gibi) neredeyse her hafta Radikal İki’de, Taraf vb. gazetelere verdiği mülakatlarda, yazdığı kitaplarda izledikçe bir bilimkurgu yazarından ayırt etmek gerçekten zor. Hayal ile gerçeğin karışımı bir dünya tasavvuru içinde konuşurken kendine hayali dostlar-müttefikler, hayali yel değirmenleri oluşturup kimi zaman özgürlükçü, kimi zaman tutucu, kimi zaman “bilge adam” pozlarında, değerlendirmelerini okumak için sabırsızlanan milyonlarca insan varmışçasına (Yalçın Küçük misali) kendini aşırı önemseyen bir insan görüntüsü veriyor. Çok tutar göründüğü iktidar çevrelerinde kendisini (fikri yada bir başka bakımdan) önemseyen insan var mıdır acaba… Taraf’ta Bülent Arınç’ı yoldaşı olarak tanımlayan Melih Altınok da benzer bir sendromu yaşıyor. Kendi kendine gelin güvey olur gibi AKP’yi ve çevresini kendilerine müttefik kabul ediyorlar, ön cephede savınuyorlar, ama bu varlığı bile meçhul ittifak nereye gider kimbilir. Hayal dünyasında yaşamak zor netekim…
Hayal dünyasını yaşatıyorlar, yaşatacaklar..kahramanlara meraklı topluma yeni kahramanlar yaratacaklar, beyinlerimizin içine sokacaklar.. Yazılı-görsel “Psikolojik Savaş’la”,bilinçleri, maymunların 6.derece düşünme seviyesinin altında tutacaklar ki tek zevki televizyon-magazin gazete olan halk derin uykusuna devam etsin. İyi uykular Türkiyem…
”Yataktan kalkış, tramvay, dört saat büro ya da fabrika, yemek, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Ancak bir gün ‘niçin’ yükselir ve her şey şaşkınlık kokan bir bıkkınlık içinde başlar. ‘Başlar’, bu önemli. Bıkkınlık makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır.”
Camus/Sisifos Söyleni
Camus bana hep akılcı bir umutluluk hissi verir.
baba, yazını odatv denilen provakör site kafasına göre alıp kullanıyor, senin üzerinden nefretini kusuyor, buna sessiz mi kalıcan, ne yapcan.
yazını odatv ye oyle koymus ki uyanıklar, sanırsın gun zileli odatv yazarı olmus.
Gün baba odatv’nin babasının gözüne gözlük takıcak mısın?
: )
1-2 saat önce yapılan yorumlar silinmiş…
Oda TV Soner Yalçin’a ait olan internet sitesidir. Soner Yalçin ayni zamanda Hürriyet gazetesinde yakin tarih konulu yazilar yazar. En taninmis eseri bir telefon rehberi kalinliginda olan ve binlerce insanin “gizli yahudi” olmakla suçlandigi (suçlanacak ne varsa) kitabidir. Bunun disinda Mit ve istihbarat tarihiyle ilgili kitaplar yazmistir. Zaten bu kitaplari yazmadan önce çalistigi “Aydinlik” grubundan Mit ajani oldugu iddiasyla kovulmustur. Reha Muhtar’in iddiasina göre Cem Ersever ölü bulunmadan önce kendisiyle birlikte görülen son sahis Oda TV’nin sahibi Soner Yalçin’dir.
siz var ya, birini kötüleyecekken aydınlık’ı bile kaynak gösterirsiniz. siz liberaller, islamcılar, ılımlılar, şunlar bunlar, ne yanar döner ne tükürdüğünü yalayan insanlarsınız siz.
Gerçeklerden söz ediyoruz. Aydinlik’in “iddiasi”ndan, Reha Muhtar’in “iddia”sindan söz ediyoruz. “Efendi” adli kitabi, diger kitaplari bahis mevzu ediyoruz. Soner Yalçin tarafindan Sabetaycilik iddiasiyla insanlarin karalandigi, en azindan dinini gizlemek, gizli kapakli isler çevirip, örgütlenmelere girismekle suçlandiklari bir olgudur. Burada hiçbir deger yargisi yok. “Yanar döner ne tükürdüğünü yalayan ” sözleriniz sadece sizi desifre ediyor Ertan efendi.
18.04.07 Medya Faresi
Aydınlık dergisi, Soner Yalçın’ın Sabetaycıları anlattığı kitabının MİT tarafından yazıldığını iddia etti. Eski Aydınlıkçı Soner Yalçın soluğu mahkemede aldı
Aydınlık dergisi, Soner Yalçın’ın Sabetaycıları anlattığı kitabının MİT tarafından yazıldığını iddia etti. Eski bir Aydınlık çalışanı olan Yalçın dergi aleyhine 100 bin YTL’lik tazminat davası açtı..
Aydınlık dergisinin, “Milli İstihbarat Teşkilatı yazıp verdi” dediği Efendi adlı kitap 2004 yılında yayınlanmıştı.
Gazetecilik mesleğine Aydınlık gazetesinde başlayan Soner Yalçın, gazetenin yerine çıkan Aydınlık dergisine 100 YTL’lik tazminat davası açtı. Aydınlık dergisi, Soner Yalçın’ın 2004 yılında büyük yankı uyandıran 144 bin adet satan Efendi kitabını Soner Yalçın’ın yazmadığını iddia etti. Dergi, kitabı “MİT”in yazarak Soner Yalçın imzasıyla piyasaya sürdüğünü ve Yalçın’ın da MİT elemanı olduğunu iddia etti. Yalçın, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek dergi aleyhine İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 100 bin YTL’lik tazminat davası açtı.
Aydınlık dergisi 25 Ocak 2007 tarihli sayısında, “Soner Yalçın’a Efendi’yi MİT yazıp verdi” başlığı ile eski yazarı aleyhine ağır bir yazı kaleme aldı. Haberde gazeteci Soner Yalçın’ın 2004 yılında büyük yankı uyandıran 144 bin adet satan “Efendi… Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” kitabını MİT’in yazdığı iddia edildi. Derginin haberine göre; kitabı yazan MİT, imza için kitabı 4 gazeteciye götürdü. Kanaltürk’ün sahibi Tuncay Özkan’ın da aralarında bulunduğu gazeteciler kitaba imza atmayı kabul etmezken Soner Yalçın, kitabı imzası ile yayınlamayı kabul etti. Haberde, Soner Yalçın’ın İngilizce bilmediği halde kitabında İngilizce sözcükler ve kelimelere yer vermesi bile kitabın Yalçın tarafından kaleme alınmadığına dair iddiayı destekleyen unsurlar olarak kullanılarak, Soner Yalçın’ın “Arkadaşlarını kötüleyen vahim bir kişilik problemi olduğu” ifadelerine yer verildi. Soner Yalçın’ın dönemin MGK Genel Sekreteri Ahmet Çörekçi ile görüştükten sonra değişime uğradığı iddia edilen haberde, “MİT içinden Mikail Alpay ekibindendir” denildi.
Eski işyerinin, “MİT mensubu” suçlaması ile karşılaşan ünlü gazeteci, hakkında çıkan bu habere 100 bin YTL’lik dava ile karşılık verdi. Avukatı Sabri Kuşkonmaz aracılığı ile dava açan Soner Yalçın, dava konusu haberde yeralan bütün iddiaların yalan ve asılsız olduğunu “Çamur at izi kalsın” amacı taşıdığını söyledi. Dava konusu haberin yayınlandığı tarihte kitabın 144 bin satış tirajına ulaştığını belirten Soner Yalçın, “Bu kitap hiç tartışmasız bir ‘eser’dir. Ancak yayın yoluyla atılan bu çamurla yazarlığım ve eserim topyekûn reddedilmektedir” dedi. Kişilik haklarına ağır saldırı yapıldığını savunan Soner Yalçın’ın açtığı tazminat davasına karşın, Aydınlık dergisi yönetiminin mahkemeye dilekçe vermesi bekleniyor. İstihbarat Efendi adlı yayınlanmıştı.
Soner Yalçın, MİT’in yazdırdığı iddia edilen “Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” isimli dava konusu kitabında, İzmirli Evliyazedeler Ailesi’nin köklerine iniyor. Sabetayist olduğu iddia edilen Evliyazedeler Ailesi, Türkiye’nin siyasi tarihine damga vuran bir aile. Ünlü futbolcular, güzellik kraliçesi çıkaran Evliyazedeler sülalesinden Adnan Menderes Başbakanlık, Fatin Rüştü Zorlu Dışişleri Bakanlığı yaptı. Roman tarzı yazılan kitabın tanıtımında, “Efendi”yi okurken Türkiye’nin farklı bir yüzüne tanık olacak, gizli kalmış gerçekleriyle yüzleşeceksiniz” deniyor.
Soner Yalçın, 1993 yılının yazında İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’e ait Aydınlık gazetesinde, JİTEM’in kurucusu Binbaşı Ahmet Cem Ersever ile yaptığı görüşmeyi, yazı dizisi olarak yayınladı. Bu yazı ile Türkiye ilk defa faili meçhuller ve bu faili meçhullerin başkahramanı Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’la ilgili bilgilere ulaştı. Yayından hemen sonra 4 Kasım 1993’te Ersever’in ağzı bantlı, elleri arkadan bağlı cesedinin bulunması, Aydınlık’ı bir anda Türkiye’nin gündemine oturtmuş, Soner Yalçın ise bu dizi ile kendisine ve dergisine büyük prestij kazandırmıştı. Binbaşı Ahmet Cem Ersever’in nüfus cüzdanı, henüz cesedi bulunmadan 29 Ekim 1993 tarihinde Soner Yalçın’a yollanmıştı.
Görüldügü gibi Soner Yalçin’la bir arada olmak, ona yaklasmak, onu savunmak ve sözde “onu suçlayanlara” karsi onu savunmak pek yararli olmuyor. Dikkatli olmakta fayda var.
O zaman Aydınlık’ın senin gibiler ve senin ağababaların hakkında iddia ettiklerini de buraya yaz, copy paste yap. Belki daha çok haklı görünürsün. Aksiyon’u maşallah güzel kopyalamışsın.
Aydinlik benimle ilgili birsey yazmadi, agababam da yok, ne demek istiyorsun? Gerçekten Ertan, Soner Yalçin sence nasil biri?
Soner Yalçın ulusalcı biri. Dürüst, sahtekar ya da olumlu olumsuz biridir diyemeyeceğim. Ulusalcı olması bunları beraberinde getirmez, açıkçası çok da tanımıyorum. Aydınlık’ta çalışıp sonra yollarını ayırmaları da beni ilgilendirmez. Fakat sen çıkıp bugün adam hükümetle mücadele ediyor diye, ulusalcı cenahın en koyu yayını olan Aydınlık’ı kaynak gösterip onu eleştirmeye kalkarsan bu senin tutarsızlığın olur. Aydınlık da böyle böyle demişti diye kendi tezini, durduğun yeri sağlamlaştırırsan çıkar sorarlar aynı adamlar seninle ilgili ağza alınmayacak şeyler söylüyor o ne olacak, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye? Sen derken, her ne kadar akpli değilim desen de, akp’nin gönüllü savunusuna kendini adamış biri olarak hükümet çevresini ve buna dahil olan seni kastediyorum. Lafı çevirmeye lüzum yok. Bu tam da sizin ne kadar omurgasız olduğunuzu gösteriyor. Yarın öbürgün dengeler değişse, Aydınlıkçıların elini sıkabileceğinizi gösteriyor.
Fikir mücadelesi ile politik mücadele karistirilmamali. Aydinlik,örnegin Mavi Marmara konusunda olumlu tavir alabilir. Baskanlarinin darbe ile bakan olma ümidi sona erince fasist generallerin kontrolünden çikabilir, zaten Perinçek bir ara Cuma namazlarina da baslamisti yanilmiyorsam, gerçi simdi Kiliçdaroglu’ndan tas çalmak taktigiyle için asiri laikçi kesildi. Sende de mesela yavas yavas Ak Parti takintisindan vazgeçme egilimleri görmeye basladim. Kimin hidayete erecegi belli olmaz.
Sen şimdi bu yorumdan sonra ben AKP’li değilim diyosun hala değil mi 🙂 Neyse AKP’li de olabilirsin, üye olmayabilirsin, gönül vermiş olabilirsin reddetme 🙂
“Söylemek ve belagat aynı anlama gelmez. konuşmak birşeydir, iyi konuşmak bambaşka bir şey. Bir budala da bir şeyler söyleyebilir. Ama bilge bir adam konuşur.”
Ertan, bu siteye yaklaşık 2 senedir yazan Ertan’ın şimdilerde yazan Ertan olduğuna dair bir merakım vardı. ‘Akil Adam’a ‘Ertan değişti, sen değişmedin’ derken bu merakı gidermeye yönelik bir kışkırtıcılık yolu izledim, sanırım. Hakaret etmek değil amacım, böyle anlaşıldıysam özür dilerim.
Ben Gün Zileli değilim.
Bu sitenin ‘sahibi’ de.Kendi halimde Bedreddinem… Sitenin sahibesi/sahipleri olsa olsa özgürce her istediğini yazan herkestir.
“Ak Parti üyesi degilim” dedim. Ak parti’yi her zama,n dstekledigimi açikça beyan ettim. Konu o degil de, senin Soner Yalçin’i “ulusalci” sanmana çok sasirdim. Soner Yalçin’in veya Oda Tv’nin neresi ulusalci? Adamlar Dogan Holding ve Tüsiad tarafindan açikça desteklenip, beslenmekteler. Zaten Türk solunun da yanilgisi (bu ara Türk liberallerinin de) burada degil mi? Türkiye’nin en halk düsmani, en gerici, ABD ve Israil’e en bagimli kesimi Tüsiad’dir. Onlar “ilerici”, “milli” falan burjuva bile sayilmaz, onlardan demokrasi beklenmez, her zaman darbelerin savunucusu, kiskirticisi olmuslardir. Fasist generallerin tasmasi da onlarin elindedir.
Düşmanınız da olsa, yaptığı ve düşündüğü olumlu şeyleri desteklememek bile sizin tutarsızlığınızı ortaya çok açıkça koyar. Tabi olumlu bişey yapabildiğini anlamak için de sürüden ayrılıp objektif düşünebilmeniz gerekmektedir.
Radikal İki’nin geçen pazar günkü sayısında da Devlet Bahçeli’ye olan aşkını ilan etmiş. Tanışmazlarmış ama severmiş. Sokaktaki ülkücü terörü durdurmuş ona göre.. Silme iktidar aşkı, her daldan gül koklama ahlakı… Her ‘bülbül’e gel beni kokla narsistik korkaklığı. Zihninden geçenler, fikriyatta kitlelere bir şey veriyormuşçasına bilimsel akademik kılıflarla kendini bi şey yapma/sandırma küstahlığı..
Sıkıldım.