Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Ali Tereli/Bir Yazar Olarak Cumhuriyeti Kutluyorum…

Alice, Duyurular

 

Cumhuriyetin anlamının mana ve ehemmiyetini kutlarken bu vatan için kalbi çarpan bütün vatandaşlarımı tebrik ediyorum. Evvela cumhuriyetin büyüklüğünü bilmeliyiz ve anlamalıyızki, bundan gerekli dersleri çıkaralım.

Cumhuriyet ne için vardır? Cumhuriyet şunun için vardırki, halk payidar olsun diyedir eğer halkın naçiz vücudu payidar olmazsa cumhuriyetinde hiçbir mana ve ehemmiyeti kalmaz. Bu yüzdendirki cumhuriyet ile demokrasi bir bütünün ayrılmaz parçaları var olmuşlardır ve var olacaktır. Yaşa var ol cumhuriyet.

Cumhuriyet devlet büyüklerimizinde belirttiği gibi çok lüzumlu bir şeydir. Onun lüzum ve ehemmiyetini ve önemini büyük Atatürk çok önemli sözlerle ve gençliğe kitabesinde belirtmiş ve cumhuriyeti biz gençlere emenet etmiştirki buda bu cumhuriyetin ne kadar önemli ve ehemmiyetli olduğunun çok önemli bir işaretidir.

Büyük Atatürk gençliğe kitabesinde ne demiştir. Demiştirki memleketin bütün kaleleri zaptedilmiş olabilir demiştir. İşte bu ahval ve şeriat içinde dahi en birinci vazifen Türk cumhuriyetini göğsünü siper ederek müdafaa ve muhafaza etmektir demiştir.

Sayın okuyucularım. Memleketin bu ahval ve şeriatı içinde ne yapmamız gerekir yeni yetişen gençler olarak. Bunu siz ağabeylerim ve ablalarım benden daha iyi bilirziniz fakat bende bu konuda genç bir yazar olarak birkaç kelime affınıza sığınarak sarf etmek istiyorum.

Bir yıldır işsiz olmaklığım nedeniyle yazılarımı ihmal ettim. Kusuruma bakmayın. Çünkü hayat şartları çok zor. Bu arada bilmem söyledim mi annem vefat etti. Çok yaşlı değildi ama trafik aldı annemi. Hürriyet gazetesinde bunun haberi çıktı. Trafik canavarının aldığı kaçıncı can bu. Cumhuriyetimizin en önemli görevlerinden biride trafik canavarıyla mücadele etmek olmalıdır. Tazminat için baş vurduk. Bekliyoruz. İşsiz kaldığımı söylemiştim. Bu trafik kazası bizi yıktı. Bu yüzden kız kardeşimin düğünü bile yapamadık. Yani mali açıdan değilde annem dolayısıyla yapmayalım dedik. Şimdi ölü evinde düğün dernek olmaz dedik. Biraz zaman geçsin dedik. Damatda anlayışlı çocukmuş kabul etti. Bir sorun çıkmadı yani. İşte diyeceğim şuki çok sıkıştık ailecek kötü günler yaşadık. Bu yüzden yazılarımı yazamadım. Gün abinin sitesinde benim köşe kalkmamış, sağ olsun Gün abi kaldırmamış ama baktımki bu sene hiç makale yazamamışım. Sizde merak etmişsinizdir. Mesjlarıda okudum sağolun. Sizin gibi hakikatli okuyucuları olan başka bir talihli yazar varmıdır acaba??

Bu seneki yazımı dünyamızın en önemli olan cumhuriyete ayırdım. Cumhuriyet olmadan yaşanamaz. Dolayısıyla bu yılki kutlamaları da çok beğendim. Televizyondan izledim. Anıtkabire çelent konmuş. Birde yürüyüş yapılmış, bazı olaylarda olmuş ama bunu önemi ve ehemmiyeti yok. Bence milletimizle ordumuzla, hükümetimizle, partilerimizle hep birlikte bu bayramı kutlamamız ve onuncu yıl marşını aynı şevk ve heyecanla söylememizdir.

Cumhuriyet neden korunmalıdır? Cumhuriyetini koruyamayan bir millet kendi kaderini tayin hakkına sahip olamaz. Böyle bir millet köleliğe mahkûmdur. Dolayısıyla cezaevinde açlık grevi yapmakta bir haktır. Açlık grevinin 50. Gününe geldik çattık. Demokratik cumhuriyet mücadelesi yönünde atılan her adımı da destekliyorum.

Sayın okuyucularım. Çok heyecanlıyım. Onun için daha fazla uzatamayacağım. Size yeni yılda yeni makalelerimle hitap edeceğim. İstanbuldan bir iş ihtimali çıktı. Bir çatı döşeme işi bulmuş arkadaşlar. Daha önce çalışmıştım bu firmada, ücretleri fena değildir. Patron beni tanırsa alır. Hele o iş bir olursa çok iyi olacak. O zaman size her hafta hatta her gün bir yazı yazarım. Merak etmeyin.

Yazımı burada noktalarken büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper, geçmiş kurban bayramınızı kutlarım.

 

Ali Tereli-29.10.2012

10 Comments

  1. zimmet

    sevgili ali. gerek cumhiriyet üzerine ,gerekse de ata’mızın kitabesi üzerine atıp tutman gözlerimi hayli yaşarttı. neden yaşarttı ? çünkü milyarlarca türk genci eğer bu kitabeyi senin anladığın gibi doğru ve sağlıklı algılasaydı şimdi çok daha farklı bir türkiye de yaşıyor olabilirdik. ama malesef herkes işinde gücünde ve para kazanma derdinde. ,bunlar da genç olacak yani ! kimin eli kimin cebinde belli değil, ne kitap okurlar ne de kitabe.
    tabii ata mızın dediği gibi “gençlerden umudunu kesmiş bir toplum,hiç iyi bişey yapmamıştır” ama gel gör ki durum iç açacı değil. yozlaşmış ve apolitikşeşmiş bir gençlik ile yüzyüzeyiz. rahmetli bugün yaşıyor olsaydı o pikabeyi başımızda paralardı.
    cumhuriyet bayramında rezil olurduk ; hiç şık bir durum olmazdı tabii ama bence böyle bir gençliğe müstahaktır.
    cumhuriyetimiz 89 da yaşına geldi ama hala adam gibi bir adam yetiştiremedi.yuh artık.
    yetişmiş olanları da cuntacılar astı kesti,terbiye etti. ve bugün geldiğimiz noktada elimizde bir tek sen varsın Ali. elimizdeki imkanlar böyle,ne yapalım !
    atamızın zikabesini anlaman bile gerçekten bu ülke için büyük gelişme. ve köşe yazıların yoluyla da insanları aydınlatman hepimiz için büyük lutuf. sağol varol sevgili ali. aynı zamanda başın sağolsun.

  2. selami

    Aliciğim yine çok güsel yazmışsın,bayraminı çok çok kutlarım.İçinde bulndugumuz şartlar çok kötü bende işsizim. Burda yazan gun ağbin nice nice senin gibi ertanlar yetiştirdi.Geçek kurtuluş Bokunun,Lenin,Enhelsde,vs vsvs vs anarsistlikle ‘de çözülecektir hiç şüphem olmasın canım kardeşim…göslerinden özlemiş özlemiş öperim,basın sag olsun kardesim. Selami

  3. Anonim

    İspanya İç Savaşı’nda anarşistler neyin kazanımlarını savunmuşlardı? Neydi, duyamadım, Cumhuriyet miydi? Ali bey bunu da açıklasın! 🙂

  4. Anonim

    29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda sivil toplum kuruluşlarının düzenlendiği Ankara’daki yürüyüşlere müdahale edilirken, İstanbul’da ise evlere “şeriat isteriz” bildirileri dağıtıldı. Bildirilerde askere gitmeme, oy vermeme, çocukları okula göndermeme, imamlarla namaz kılmama çağrısı yapıldı.

    Oy vermeyin çağrısı

    Bildiride oy verenler de es geçilmemiş: “Gelelim oy verenlere; oy verenler de Laikliğe ve demokrasiye bağlı kalacaklarına dair yemin edecek olan ve Allah’ın indirdiği hükümlere hüküm vermeyecek olan kimselere oy verip devletin başına idareci olarak getirdiklerinden dolayı imandan çıkarlar.”

    “Çocuklarınızı okula göndermeyin”

    Okullara çocukların gönderilmesine karşı çıkan bu anlayış, imam hatip okullarını bile tasvip etmiyor. Müfredatı Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlandığı için kafir ilan edilen okullara çocuklarını gönderenler imanı bozanlar arasında geçiyor.

    TBMM’ne de ağır sözler sarfedilen bildiride, TBMM’de oturmanın anlamının küfür sözleri ve kanunları konuşulacağından Müslümanların burada oturmasının mümkün olamayacağı belirtiliyor.

    Askerlik de bildiriyi hazırlayanların gözünden kaçmamış. Askerlik yapılmasına karşı çıkılan bildiride “Peki böyle bir devletin askerliğini (bekçiliğini) yapmaya gençler gönderilebilir mi? Tabi ki gönderilemez. Çünkü askerlere yemin töreninde küfür (inkar) manasına gelen sözler söylettiriliyor ve İslam’a uymayan, şeriatı çağdışı gören bir devletin bekçiliği yaptırılıyor” deniliyor.

    (İslamcı sağın devletleştiği bir dönemde, bu kesimlerin TC’ye tavır koyması önemli. Tabii eğer haber gerçekse ve provakasyon değilse.)

  5. Ali Tereli. yazar

    Zimlmlet, Selami ve iki anonim abilerime saygı ile ellerinizden öperim. Sağ olun var olun. Sizin gibi okurlar için canımı veririm sevgili abilerim.

  6. Anonim

    Bayram terörü
    Roni MARGULIES

    İnsan niye “terörist” olmayı seçer?

    Garip bir şey, değil mi?

    Köyünde güzel güzel yaşamak varken, dağa çıkıp zor koşullarda her şeyi tehlikeye atmak, ölümü göze almak çok da kolay bir seçim olmasa gerek.

    Niye seçer bunu insan?

    Polis Akademisi bünyesindeki Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezisayesinde artık bu sorunun cevabını biliyoruz.

    Prof. Dr. Süleyman Özeren başkanlığındaki akademisyenler tarafından gerçekleştirilen çalışmada 2010-2012 yılları arasında yakalanan 2.270 örgüt üyesi üzerinde yapılan araştırmadan “çarpıcı sonuçlar” çıkmış. Terör örgütlerinde militan kimlik inşası ve eleman profili adlı araştırma, gazete haberlerine göre, “terör örgütünün cahillik ve işsizliği nasıl kullandığını”, “eleman temin etme yöntemlerini” ve “nemalandığı alanları” gözler önüne sermiş.

    Boru değil, koca profesör! Ve Polis Akademisi. Ve akademisyenler. Herhalde, diye düşündüm, çok şey öğrenirim bu rapordan.

    Hemen öğrenmeye başladım.

    Örneğin, PKK’nin eleman kazanma yöntemleri şöyle sıralanmış:

    “Gençlerin suça itilerek sabıkalı hale getirilmesi. Kaçırılma, zorlama, tehdit, kandırılma. Örgütle ilişkili yapıların kazanma sürecinde kullanılması. Örgütsel yayınların etkisi. Cezaevi ve Avrupa faaliyetleri.”

    Ve tabii bu bilimsel ve akademik bir rapor olduğu için, Kürt gençlerinin dağlarda ölümü göze almasının nedenleri bilimsel ve akademik bir şekilde sunulmuş:

    “Cezaevinde propaganda: yüzde 1,27, intikam duygusu: yüzde 1,69, evliliğe zorlanma: yüzde 2,54, yargılanma ve aranıyor olma: yüzde 2,97, özenti ve takdir edilme arzusu: yüzde 2,97, kardeşinin dağ kadrosunda olması: yüzde 2,97, duygusal ilişki sebebiyle: yüzde 3,39, örgütsel yayınların etkisi: yüzde 3,81, akraba etkisi: yüzde 3,81, arkadaş etkisi: yüzde 7,20, işsizlik ve ekonomik sorunlar: yüzde 10,59, kaçırılma, zorlama, tehdit: yüzde 11,02, etnik duygular: yüzde 11,86, ailevi sorunlar/aile baskısı: yüzde16,95, örgüt propagandası ve gençlik kolları faaliyetleri: yüzde 16,95.”

    Demek ki, neymiş? Kürt sorununun temelinde ne varmış?

    Duygusal ilişki (“Ben bu herifi başka türlü tavlayamayacağım, iyisi mi dağa çıkayım”), ailevi sorunlar (“Üvey annem de çok oluyor artık ha, ben dağa çıkıyorum, seneye görüşürüz”), evliliğe zorlanma (“Herif çok çirkin ya, dağda ne güzel adamlar vardır, ben oraya gidiyorum”), takdir edilme arzusu (“Ulan, bi ölsem herkes beni çok takdir edecek, ondan sonra gel keyfim gel”)…

    Anlaşılıyor ki, hiç kimse baskıya ve haksızlığa isyan ettiği için gerilla olmamış.

    Kolay kandırılan insanlar oldukları için, hepsi akraba veya arkadaş etkisiyle veya propaganda nedeniyle ketempereye getirilmiş.

    Vallahi çok memnun oldum. Kürt sorunu yokmuş demek ki. Sadece Kürtlerin biraz saf olup kolayca etki altında kalması sorunu varmış.

    Bu saflık dün yine kanıtlandı.

    Diyarbakır’da Valilik tarafından düzenlenen “Cumhuriyet Konseri”ne halk ilgi göstermemiş, sadece 30 kişi katılmış.

    Saflık işte. Halk, akrabalarının, arkadaşlarının ve teröristlerin etkisi altında kalıp güzel bir konser izleme fırsatını kaçırmış.

    Memleketin başka taraflarında ise, halk çok daha uyanık ve akıllı olduğu için, akın akın konserlere, gösterilere, Anıtkabir’e gitti.

    Üstelik, tüm engellere rağmen, barikatları ve biber gazı bulutlarını yararak gitti.

    Sözcü gazetesinin manşetine göre, “29 Ekim’i kutlayanlara Atatürk’ün gözü önünde terörist gibi davrandılar”.

    “Atatürk’ün gözü de mi gösteriye katılmış”, “Atatürk ölmemiş miydi” gibi sorularla vaktimi ziyan etmemenizi rica ediyorum. Atatürk’ün ölümsüz olduğunu bilmezmiş gibi konuşmayın.

    Konumuz Atatürk’ün neyi görüp neyi göremediği değil zaten.

    Atatürk’ün hâlâ yaşıyor olduğunu zannedenler ve hepimizin onun emrettiği şekilde yaşaması gerektiğine inananlar polis dayağı yemeli midir, yememeli midir? Konu bu.

    Normal koşullarda, “iti ite kırdırmak” sözünü hatırlayıp polisi alkışlamam gerekirdi.

    Çünkü Ulus Meydanı’nda dayak yiyen sahtekârlar, Kürtlerin, Ermenilerin, başörtülülerin dayak yemesi gerektiğine inanıyor, ordunun darbe yapıp hepimizi dövmesi gerektiğini düşünüyor. “Cumhuriyet” derken kastettikleri de bu zaten.

    Ben ise polisin hiç kimseyi, hatta Kemalistleri bile dövmemesi gerektiğine inanıyorum.

    Bu kadarcık sevinci bile çok gördüm kendime.

    http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11392&roni_margulies-bayram_teroru

  7. Anonim

    29 Ekim yürüyüşünün ardından

    29 Ekim’de gerçekleşen kitlesel yürüyüş, AKP’nin dozu gitgide artan faşizan uygulamalarına, “cumhur”un “cemaat”leşmesine karşı gençlerin ve emekçilerin başını çektiği bir eylemdir. Halkın bayrama değil, cumhuriyete sahip çıkma iradesidir. Eğer sosyalistlerin laik, demokratik ve tüm halkların eşitlik temelinde yaşayacağı bağımsız bir cumhuriyet kurmak gibi bir hedefleri varsa, bu kitleye yönelik bir siyaset üretmeleri gerekir.

    Ankara’da 29 Ekim’de gerçekleşen yürüyüş, sosyalistler de dahil olmak üzere birçok kesimin ilgisine mazhar oldu. Cumhuriyetin kazanımlarını küçümseme yarışına giren mi ararsınız, yürüyüşe biber gazı ve tazyikli suyla müdahale edilmesini zil takıp oynayarak kutlayan mı… Konuya kimin nasıl yaklaştığı ayrı bir yazı konusu. Şu anda acilen yapılması gereken şey yürüyüşün önderliğinin, kitlesinin, sloganlarının, siyasi mesajının ve bir iktidar alternatifine evrilip evrilemeyeceğinin, olgulardan yola çıkan bir analizinin yapılması. Dilimiz döndüğünce yürüyüşten çıkardığımız sonuçları derlemeye çalışalım.

    Gerçek bir kitle eylemi

    Yürüyüşe kaç kişinin katıldığına ilişkin bir kestirim yapmak oldukça zor. Polisin, 1. Meclis önündeki Cumhuriyet Caddesi’ni Ankara Palas önünden Heykel Meydanı’na kadar barikatlarla kapatmış olması tek bir noktada toplanmayı imkansız hale getirdi. Saat 11.00 itibariyle yalnızca Heykel Meydanı etrafında 100 bine yaklaşan bir kalabalık vardı. Ancak meydana kalabalık ve barikat nedeniyle ulaşamayan ve 19 Mayıs Spor Salonu’nun önündeki meydanla Gar Meydanı arasındaki alanı dolduran kitlenin en az Heykel Meydanı kadar kalabalık olduğu, fotoğraflardan anlaşılıyor. Yürüyüşe katılan insanların toplam sayısının 100 binlerce olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yalnızca katılanların sayısı itibariyle değil; aynı zamanda 7’den 70’e ve toplumun her kesiminden kadın ve erkeğin yürüyüşe katılmış olması da gerçek bir kitle eylemiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

    29 Ekim eylemine ilişkin, “beyaz Türkler güneş gözlükleriyle ve süs köpekleriyle bayram kutluyor” diye ezberden konuşanlara ilişkin bir not: Yürüyüşe katılanların çok büyük bir bölümünü memur, işçi ve emekliler ile lise-üniversite gençliği oluşturuyordu.

    Haklı olduğuna inanan kararlı bir kitle
    Biber gazı ve tazyikli suyla müdahale nedeniyle eylemi terk edenlerin sayısı ise ihmal edilebilecek denli azdır. İlk müdahale esnasında geri çekilen kitlenin kısa sürede yeniden toparlanıp yürüyüşe geçmesi haklı ve meşru olduğuna sonuna kadar inanan kararlı bir kitlenin yürüyüşe katıldığını gösteriyor. Aslında günlerdir bilinçli olarak “provokasyon” yapılacağı öne sürülerek yasaklanmış ve “yasadışı grupların” yönlendirdiğinin valilik tarafından ilan edildiği bu yürüyüşe katılmak bile büyük bir kararlılık göstergesidir. Yürüyüş esnasında karşılaştığımız, “evde astım hastası hanımla kızı bırakmak zorunda kaldım, ben yalnız geldim” diyen yaşlı amcanın sözleri meseleyi özetliyor. İnsanlar güle oynaya bayrama gider gibi değil, biber gazı yiyeceklerini bilerek yürüyüşe katıldılar. Müdahale esnasında da dağılmayıp barikatı aşmasını bildiler. Polisle çatışma konusunda hiçbir deneyimi olmayan insanların barikata yüklenmesini sağlayan motivasyon, kaynağını haklı ve meşru olduklarına dair inançlarından ve AKP’nin baskılarına karşı birikmiş öfkelerinden alıyor. Nitekim bu öfke yürüyüş boyunca sürekli olarak atılan AKP karşıtı sloganlardan anlaşılıyor.

    Faşizme karşı omuz omuza!
    Yürüyüşte en çok atılan sloganlardan biri “Faşizme karşı omuz omuza” idi. Yürüyüşü düzenleyen ve gerçek anlamda örgütlü olarak katılan tek siyasi yapı olan TGB’nin sloganlarının haricinde; “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”, “Gün gelecek devran dönecek, AKP halka hesap verecek”, “Tayyip istifa”, “Hükümet istifa”, “Vali istifa”, “Türkiye laiktir laik kalacak”, “Kahrolsun AKP diktatörlüğü” sloganları da kitleler tarafından kendiliğinden atılıyordu. TGB’nin attırdığı sloganlarda da AKP karşıtlığının yanı sıra ABD emperyalizmini hedef alan sloganlar ağırlıktaydı. Yürüyüşe katılan kitlenin sloganlarından çıkarılacak en kesin sonuç AKP’ye karşı büyük bir öfkenin birikmiş olduğu. Kitlelerin siyasi algısı kendi düşmanını net bir şekilde tarif ediyor; ancak herhangi bir siyasi amaca yönelmiyor, bir şey talep etmiyor. Hükümetin istifasını talep eden sloganları saymazsak eylemin sloganları bir siyasi hedeften yoksun. Buna, eylemin öncülüğünü yapan TGB’nin sloganları da dahil.

    Diğer yandan atılan sloganların içinde Kürt düşmanlığı ya da milliyetçilikle ilişkilendirilebilecek sloganların olmaması önemli. Bu durum, “ulusalcı” olarak adlandırmaya alıştığımız kitlenin siyasi bilincinin milliyetçilikten cumhuriyetçiliğe doğru kaymaya başladığını gösteriyor. Hala Kürt hareketi ile aralarında fersah fersah mesafe olduğu kesin olsa da, yürüyüşe katılanların temel derdi Kürt düşmanlığı değil cumhuriyeti, laikliği savunmak. AKP’ye ve toplumun cemaatleştirilmesine karşı çıkıyorlar, bütün sloganlarını ve siyasi gündemlerini de bu belirliyor. Ulusalcı kitleler ve sosyalistlerin bu kitlelerle bağ kurabilmesi açısından bu, çok önemli bir gelişme.

    Yürüyüşün örgütlenmesi ve önderliği
    29 Ekim’de Ankara’da gerçekleşen yürüyüş, İzmir ve İstanbul’daki alternatif kutlamalarla birlikte değerlendiriliyor. Bu değerlendirme yanlış değil ancak eksik. Ankara’da sokağa çıkan 100 binlerce insanın İzmir ve İstanbul’dakilerle aynı hisleri paylaşarak ve çoğunlukla aynı sloganlarla yürüdüğü açık. Ancak Ankara’daki yürüyüşü, iki özelliği diğerlerinden ayırıyor. İlki, yukarıda da sözünü ettiğimiz, kitlelerin müdahale olacağını bildiği halde sokağa çıkmış olması. İkinci özelliği ise yürüyüşün örgütlenmesi süreci. Balyoz davası kararının ardından Ankara’da yaptıkları yürüyüşün ardından TGB, 29 Ekim’de 1. Meclis önünden başlayan bir yürüyüş yapacağını ilan etmişti. O günden bu yana etkili bir kampanya ile örgütlenen yürüyüşe birçok demokratik kitle örgütünün yanı sıra CHP’nin de katılma kararı alması örgütlenmenin başarılı olduğunu gösteriyor. Ancak TGB’nin yürüyüşün örgütlenmesindeki başarısı meydana yansımadı. Polisin barikatı nedeniyle kitlenin bölünmesinin yanı sıra Heykel Meydanı’na kurulan kürsüdeki ses sorunu nedeniyle yürüyüş öncesindeki bekleyiş kitlenin uzun süre belirsizlik yaşamasına neden oldu. Yine de eyleme katılanların barikatı aşma iradesi yeniden toparlanmayı sağladı ve yürüyüş başladı.

    Cumhuriyet mitingleri ve 29 Ekim
    29 Ekim 2012, 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinden bu yana ulusalcıların siyaset sahnesine bu kadar kitlesel bir şekilde ilk çıkışları idi. 19 Mayıs’ta da başta büyük kentler olmak üzere ülkenin dört bir yanında büyük eylemler gerçekleştirilmişti. Ancak 29 Ekim’de Ankara, İstanbul ve İzmir’de gerçekleştirilen eylemler kitlesellik bakımından Cumhuriyet mitinglerine en yakın eylemlerdi. Yürüyüşlere katılanların büyük oranda Cumhuriyet mitinglerine katılanlarla aynı olduğu da söylenebilir. Bu bakımdan 2007 ve 2012 arasında benzerlikler var. Ancak farklılıkların çok daha belirgin olduğunu tespit etmeliyiz.

    İlk olarak, 2007’de sokağa çıkan insanlar hükümetin ardından Cumhurbaşkanlığı makamının da AKP’nin eline geçmesi konusunda çekince taşıyorlardı. AKP’nin “neler yapabileceğini” düşünerek kaygılanıyorlardı. Bugün sokağa çıkanlar ise AKP’nin “neler yapabileceğini” bütün şiddetiyle tecrübe etmiş bulunuyorlar. Bu bakımdan Cumhuriyet mitinglerine katılanlara yöneltilen “ayrıcalıklı konumlarını kaybetmek istemeyen beyaz Türkler” ithamı, bugün aklı başında hiç kimsenin ağzına almayacağı, saçma bir kara çalma haline gelmiş durumdadır. Çünkü 2007’de sokağa çıkanların ayrıcalıklı oldukları son derece tartışmalı olmakla birlikte bugün ayrıcalık sahiplerinin cemaat mensupları ve muhafazakar kesim olduğu su götürmez bir gerçektir.

    İkincisi, 2007’deki Cumhuriyet mitingleri sürecinde başta Atatürkçü Düşünce Derneği ve CHP olmak üzere ulusalcı kesimlerin yasal siyasal örgütlenmeleri oldukça güçlüydü. Yaklaşan seçimlerde iktidara gelmeleri kimse için sürpriz olmayacak denli siyasi güce sahiptiler. Dolayısıyla mitinglerin önderliği konusunda büyük bir entrika savaşı dönüyordu. Bugünkü eylemlerin öncülüğünü yapan TGB ve İşçi Partisi, o zaman ulusalcılar arasında “tam bağımsızlık” ve “ABD karşıtlığı” vurguları nedeniyle marjinal bir unsur olarak kalıyordu. Onların yerine Deniz Baykal ve Tuncay Özkan gibi figürler arasında bir güç savaşı yaşanıyordu. Mitinglerin önderliğine soyunanlar yaklaşan erken seçimlerde oylarının patlayacağını düşünüyorlardı. Mitinglere katılanların da bu görüşte oldukları açıkça söylenebilir. Nitekim “Tayyip baksana, kaç kişiyiz saysana” sloganı bu mitinglerin en çok öne çıkan sloganıydı. 2007’de, mitinglerin önderliği konusunda savaşa tutuşan bir CHP Genel Başkanı varken, bugün Ulus’ta kürsüye çıkmayan bir CHP Genel Başkanı ile karşı karşıyayız. Bunda, CHP’nin yüzünü ulusalcı kesimlerden mütedeyyin kitlelere dönme politikasının yanı sıra ulusalcı siyasetin, son 5 yılda emniyet-yargı-medya işbirliğiyle yürütülen anti-propaganda ile kaybettiği meşruiyetin de etkisi olduğu söylenebilir. Kılıçdaroğlu’nun eylem alanında takındığı tutum, 29 Ekim yürüyüşüne kendi isteğiyle ve siyasi bir amaç güderek değil, parti tabanının baskısıyla ve mecburen katıldığını düşündürüyor. Biraz iyimser bir tahminle, bu durumun ulusalcı-cumhuriyetçi kesimlerin CHP’ye oy vererek AKP’den kurtulmalarının mümkün olmadığını kavramalarını sağlayabileceği söylenebilir.

    Son olarak 2007 ile 2012 arasındaki en bariz fark, ulusalcıların “kurtarıcı” olarak gördükleri ordu ve yargı kurumlarının bugün AKP’nin dümen suyuna girmiş olduğudur. 27 Nisan muhtırasının, 2007’de sokağa çıkan kitleler üzerinde önemli bir moral kaynağı olduğunu söyleyebiliriz. Cumhuriyet mitinglerine sosyalistlerin katılmamış olmalarının en önemli gerekçesi de şüphesiz buydu. Askeri darbe, naif bir beklenti bile olsa, 2007’de hem ulusalcı kitleler için hem de 28 Şubat’tan ders çıkarmış olan AKP tabanı için kulak ardı edilemeyecek bir gerçeklikti. Balyoz ve Ergenekon davalarının ardından, bugün sokağa çıkan kitleler ordudan hiçbir şekilde medet umamayacaklarını anlamış durumdalar. Bu nedenle artık AKP’nin, ulusalcıların “darbeci oldukları” safsatasını yutturabilecekleri kimse kalmadı.

    Görevler ve olasılıklar
    Peki bundan sonra ne olacak? Kesin bir tahminde bulunmak zor; ancak eylemin gösterdiği kadarıyla ulusalcı hareketin çok önemli sınırlılıkları var ve bunları aşamazsa yeni bir “operasyon dalgası”na maruz kalması işten bile değil. Her şeyden önce ulusalcıların eylem takvimi henüz “milli bayramlar” sınırlılığını aşabilmiş değil. Hala cumhuriyeti savunma siyaseti, semboller üzerinden yürütülüyor. Bunun en açık göstergesi TGB Başkanı’nın 29 Ekim’de yaptığı konuşmada yürüyüşe katılanları 10 Kasım’da gerçekleştirecekleri eyleme çağırmasıdır. 10 Kasım’ın ardından bir sonraki buluşma için 23 Nisan beklenecekse eğer, bu hareketin siyasal bir ilerleme kaydetmesi mümkün olamaz.

    Somut siyasal gündemler üzerinden kampanyalar örgütlenerek emekçi hareketi ve Kürt hareketi ile yakınlaşma adımlarını atmadıkları takdirde ulusalcıların başarı şansı yoktur. Ancak ulusalcı hareketin bunu gerçekleştirme potansiyeli oldukça zayıf. Kürt hareketi ile aralarındaki kan uyuşmazlığı, AKP zulmünü en şiddetli yaşayan Kürtleri görmezden gelmelerine, hatta bu zulmü onlara reva görmelerine neden oluyor. Emekçi hareketi ile bütünleşmelerinin önünde de engeller var. AKP’nin cumhuriyeti tasfiyesi, emekçilerin kazanımlarını ve sendikaları tasfiyesiyle eş zamanlı yürütüldü. Ulusalcıların bugüne değin bu konuda hiçbir söz söylememiş olmaları ileride neler yapabilecekleri -ya da yapamayacakları- konusunda bir fikir veriyor.

    Kısaca özetlemek gerekirse ulusalcı hareketin, 29 Ekim’de ortaya çıkan kitle dinamiğini iktidarı hedefleyen bir siyasi hareket olarak yönetip yönlendirecek ve başarıya ulaştırabilecek bir siyasal programı bulunmuyor. Mümkün olan tek senaryo sosyalistlerin, tıpkı emek hareketinin kazanımlarını savundukları gibi, cumhuriyetin kazanımlarını da savunacakları bir programı hayata geçirilebilmeleridir. 29 Ekim yürüyüşü, sosyalistlerin ulusalcı-cumhuriyetçi kesimlerle temas kurmasını sağlayabilecek önemli bir fırsattı. Ancak hiçbir sosyalist çevrenin 29 Ekim yürüyüşüne katılmamış olması bu senaryonun bugünden yarına gerçekleşmesinin zor olduğunu gösteriyor. Yürüyüşe katılmamak bir yana, birçok sosyalistin polisin biber gazı ve tazyikli suyla halka saldırmasını memnuniyetle karşılamış olduğu sosyal paylaşım sitelerindeki yorumlardan anlaşılıyor. “Biraz da onlar tatsınlar, belki Kürtleri ve sosyalistleri anlarlar” şeklindeki yorumların her şeyle ilgisi olabilir; ancak devrimcilikle ve solculukla bir ilgisi olamaz. Açık bir şekilde devletin şiddetine maruz kalan bir kitle eylemini memnuniyetle seyretmenin devrimcilikle bağdaşan bir yanı olamaz.

    Sosyalistlerin cumhuriyeti ve cumhuriyetin kazanımlarını, laikliği, burjuva demokrasisini savunmaları bugün geriye doğru atılmış bir adım değildir. Toplumun fiilen cemaatler eliyle yönetildiği bir dönemde sosyalistlerin cumhuriyeti savunmaya burun kıvırması tarihsel bir yanlıştır. 29 Ekim’de gerçekleşen kitlesel yürüyüş, AKP’nin dozu gitgide artan faşizan uygulamalarına, “cumhur”un “cemaat”leşmesine karşı gençlerin ve emekçilerin başını çektiği bir eylemdir. Halkın bayrama değil, cumhuriyete sahip çıkma iradesidir. Eğer sosyalistlerin laik, demokratik ve tüm halkların eşitlik temelinde yaşayacağı bağımsız bir cumhuriyet kurmak gibi bir hedefleri varsa, bu kitleye yönelik özel bir siyaset üretmeleri gerekir.

    YARINLAR

  8. Anonim

    Tanin başmuharriri 4 Teşrin-i Sâni 1924 tarihinde yazdığı ”Ordu ve Siyaset” unvanlı bir başmakalede, şu mütaleatta bulunuyor: ”Şekl-i hükûmet cumhuriyettir. Fakat hükûmetin yalnız adını değiştirmek hiçbir fayda temin etmez. Asıl tebdil edilmesi icab eden nokta işin ruhudur, prensipleridir. Bugün Müttehide-i Amerika istisna edilirse Amerika’da yirmi kadar memleket vardır ki hepsinin ismi de cumhuriyettir. Hatta hep zencilerden terekküb eden Hayti bile bir cumhuriyet idi. Fakat buralarda cumhuriyetin hükûmet-i mutlakadan farkı pek azdır. İrsî bir hükümdar yerine zorla riyaset-i cumhura çıkmış bir mütegallibe görürüz. İşte bu kadar! Reisicumhur namını taşıyan müstebid, keyfemâyeşâ idare-i hükûmet eder. Bir hükümdar-ı mutlak gibi keyif ve hevesinden başka bir kanun tanımaz.”
    Tanin başmuharriri, bu Amerika cumhuriyetlerinden Şili’yi istisna ederek diğerleri için diyor ki: ”Hiçbirisi, bugün, hakiki cumhuriyet namını taşımağa lâyık değildir.Çünkü demokrasiye… istinad etmiyorlar”; ”cumhuriyet namı altında hükûmet-i mutlakaların, hükümfermâ olması, askeri rüesâ yüzündendir.”
    (Nutuk’tan)

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑