Kendilerince şöhretli iki şiir var. Biri Sabahattin Ali’nin Memleketten Haber‘i. Diğeri Osip Mandelştam’ın bazen Dağlı, bazen de Yaşıyoruz Ama Hissetmiyoruz isimleriyle anılan, ama daha ziyade Stalin Epigramı olarak bilinen şiiri. İlki 1931-32, ikincisi 1933 tarihli.
Ali’nin şiirinin öyküsü Türkiye’de, Mandelştam’ın şiirinin öyküsü ise Rusya’da iyi biliniyor. Ayrıntıları yok sayıp kısaca özetlemek gerekirse, biri Mustafa Kemal’i, diğer’i Stalin’i hedef alan bu şiirler yazarlarının başını yakıyor. İkisi de tutuklanıyor. Kısa süreli hapis ve sürgün cezalarının ardından hafif sıyrıklarla (ama belki de isimlerinin yanına konulan birer çarpı işaretiyle) yollarına devam ediyor. Bir sonraki engele kadar.
Dediğim gibi, öyküleri iyi bilindiği için burada tekrarlamaya gerek yok. Bu işi nispeten hakkıyla gerçekleştirmiş Türkçe ve Rusça kaynaklar var. Bazılarını aşağıda notlar kısmına ekledim. (Nispeten dememin sebebi Memleketten Haber‘in öyküsünde hala bazı boşlukların ve belirsizliklerin olması.)
Benim niyetim, eşsiz 1930′ların ürünü bu iki şiiri basitçe yan yana koymak. Hem benzerlikleriyle, hem de farklılıklarıyla birlikte okunmayı ve birlikte yorumlanmayı hak ediyorlar.
| Hey anavatandan ayrılmayanlar Bulanık dereler durulmuş mudur? Dinmiş mi olukla akan o kanlar? Büyük hedeflere varılmış mıdır? Asarlar mı hâlâ hakka tapanı? Mebus yaparlar mı her şaklabanı? Köylünün elinde var mı sabanı? Sıska öküzleri dirilmiş midir? Cümlesi belî der enel hak dese, Hâlâ taparlar mı koca terese? İsmet girmedi mi hâlâ kodese? Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur? Koca teres kafayı bir çekince ……………………………………… İskender’e bile dudak bükünce Hicabından yerler yarılmış mıdır? |
Yaşıyoruz, ama hissetmiyoruz artık bastığımız toprağı. On adım öteden duyulmuyor konuştuklarımız. Oysa ne zaman iki çift laf edecek olsa birileri, Kremlin’in dağcısını anmadan edemiyorlar. Parmakları kalın tırtıllar gibi ve ağır kurşun gibi dökülüyor ağzından kelimeleri. Hamamböceği bıyığı sırıtıyor ve pırıl pırıl çizmelerinin üstleri, İnce boyunlu adamları sarmış çevresini, bu insan bozuntularının soytarılıklarıyla oyalanıyor. Biri ıslık çalıyor, biri miyavlıyor, biri inliyor, Yalnız o parmağını bize sallıyarak kükrüyor. İnsan karnına, alnına, şakağına, gözüne nal fırlatır gibi durmadan emirler yağdırıyor. Bu geniş omuzlu Kafkas Kocası, tatlı bir meyve gibi dilinin üstünde yuvarlıyor her idam kararını. Cevat Çapan çevirisi |
Notlar
- Memleketten Haber‘le ilgili Cansu Fırıncı’nın Sabahattin Ali’ye dair bazı yanılgılar ve düzeltmeler yazısını öneriyorum. Fırıncı, Ali’nin savunmasından ve bazı başka tanıklıklardan hareketle bu parodi şiirin asıl itibariyle Vahdettin’i hedef aldığını yazıyor. Ama “Kel Ali”, “İsmet”, “mebus yapmak”, “büyük hedefler” ve “kafayı çekmek” gibi ayrıntılar ve atıflar bu fikre katılmayı oldukça zorlaştırıyor. Bence şiirin Mustafa Kemal için söylendiği açık.
- Didem Oktay imzalı kapsamlı bir yazı da şurada. Mahkeme sürecinden ilginç ayrıntılar barındırıyor. Oktay’ın aktardığına göre, Sabahattin Ali mahkemede şiirin kendisine ait olduğunu reddetmiş.
- Şu adreste şiir tartışılmış. İlginç yorumlar var. Bir tanesi başka sitelerde şiddetli tepki almış ama bence göz atmaya değer.
- Mandelştam’ın şiirinin el yazması bugüne ulaşmış. Ama sanırım Sabahattin Ali’nin şiirinin el yazması veya ilk kez yayımlandığı(?) Konya gazetesi Yeni Anadolu‘nun ilgili nüshası ortalıkta yok. Bazı anlatılara göre ise şiir yayımlanmamış, bir dost meclisinde okunmuş. Mahkemenin önüne hangi biçimde geldiğini bilmiyorum. Birisi mi ezberlemiş, yazılı bir kanıt mı sunmuşlar… bu hususlar en azından benim için karanlık. Şiiri bir sözlükten kopyaladım. Buradaki yazım aslına ne kadar uygun bilmiyorum.
- Mandelştam’ın şiirini Cevat Çapan çevirmiş. Çeviride katılmadığım bir nokta var: Çapan’ın Kremlin dağcısı demesi. Orijinal metinde geçen kelime gorets, açıkça dağlı demek.
- Rus edebiyat bilimci Benedikt Sarnov’un Mandelştam üzerine yazdığı şurada onlayn erişime açık bir inceleme var. Yazıda Sarnov epigramın hikayesine değinirken konuyla ilgili en temel kaynaklara da işaret ediyor. Rusça bilen meraklılara tavsiye ederim.


En iyi desenformasyon yontemlerinden birisi gercegi eksik anlatmaktir. Gercek anlatilan sey eksik anlatilarak carpitilir. Buna iyi bir ornek Papa fikrasidir.
Papa New York”a geldiginde gazetecinin birisi ucaktan henuz inmekte olan Papa’ya sormus, “genelevlerin yeri konusunda ne dusunuyorsunuz?” diye, Papa ise gayri ihtiyari “genelevler nerde” diye sorarak cevap vermis. Ertesi gun gazetenin manseti: Papa”nin New York”a ayak basar basmaz ilk sorusu, Genel ev nerde? olur.
Yukaridaki yazida ayni. Gercekler konusunda oldukca cimri davranilmis. Mandelştam’in Stalin Epigram”ni yazdigi dogru ama bu siir yuzunden tutuklaninca bizzat Stalin”in mudahele edip icerden cikarttirdigi soylenmeyince gercek Papa Mansetine donuyor.
Olay sairin karisi, yazar Pasternak hatta Molotov da icinde cesitli kimseler alnatildigindan oldukca yaygin bilinen bir sey. Sayin Yilmaz sizin bu olayi bilmediginizi sanmiyorum ama sanirim kafanizda bulunan Stalin klisesi ile uyusmadigi icin vermeme yolunu secmissiniz.
Sair bu siiri yazdiktan sonra bazi dostlarina okur, ve olaydan hemen sonra polis olayi ogrenir ve yazari ve bazi kimseleri tutuklar. Boris Pasternak olayi Bukharin”e anlatir, Bukharin de Stalin”e. Stalin hemen mudahele eder ve sair serbest birakilir.
Mandelştam iyi egitimli zengin bir aileden gelen ve gerici fikirleri olan bir sairdir ve sosyalizmden de Stalin den de nefret etmektedir. Ic savasin sonlarinda gerici bir orgute uye olmak yuzunden tutuklanir. Ama Stalin bu yazarin sirf kendisine hakaret eden bir siir yazdigi icin tutuklanmasina karsi cikar. Hatta buna neden hemen karsi cikmadigi icin Pasternak’i arar ve ona kizar.
Stalin Pasternak”i arar ve ona niye arkadasinin tutuklanmasini protesto etmedigini sorar, Pasternak korktum der, Stalin buna ofkelenir, eger sen hakkini savunmazsan nasil koruyacaksin anlaminda bir seyler soyler ve telefonu kapatir. Molotov telefonu kapattiktan sonra Stalin’in Pasternak’a korkak’ diye kufrettigini soyler.
Mandelştam daha sonra Stalin”i oven bir siir yazar. Adi Ode to Stalin, ruscasini bilmiyorum ben ingilizcesinden aktariyorum, Stalin”e Ovgu diye cevrilebilir, bir siiri ceviremem ama kisaca yazar sirinde Stalin”i atesi calan Prometheus’ benzetir ona bir suru isin dogrusu yalakalik derecesinde dizeler atfeder. Ama bu siiri yazdiktan kisa bir sure sonra 1938 sonlarinda karsi devrimci faaliyetlerden tutuklanir ve bir kac ay sonra Sibirya da bir kampta hastalanip olur.
Stalin sadece Mandelştam’a degil ama fikirleri yuzunden baski goren eserleri yasaklanan solcu karsi devrimci bir cok yazara yardim etmistir. Bunlarin en unlulerinden birisi de zamaninda bir beyaz ordu subayi olan Bulgakov’dur. Beyaz Muhafiz adli eseri Stanislavski tarafindan sahnelenmek istenir ama yil 1926-27 proletkult”un oldukca guzlu oldugu zamanlar, ve parti yetkilileri oyunu yasaklamaya calisirlar. Stalin ve Molotov buna karsi ciktiklarini gostermek icin defalarca oyunu izlemeye giderler. Bulgakov da bunun uzerine Stalin”i oven ( ben okumadim ama oldukca yalaka bir kitap oldugu soyleniyor) Baku adli bir kitap yazar ama kitap yasaklanir.
Maksim Gorki devrimin basinda devrimle sorunludur, onun baskici oldugunu dusunmektedir ve Sovyetleri terkeder ve Italya ya yerlesir. Onu geri getiren Stalin’dir. Ama daha sonra oglu ile beraber muhalefet tarafindan Yagoda tarafindan zehirlenerek oldurulur. Burada daha bir cok ornekler verebilirim. Ama olayi kisa kesecegim.
Stalin kendisi devrimci olmadan once bir sairdi, iyi mi kotu mu idi bilemeyecegim ama daha 18 yasinda siirleri Gurcistan”in en prestijli dergilerinde basildigina gore demek ki en azindan bir sanat zevki vardi. O yuzden SSCB de ki liderligi sirasinda sosyalizm adina sanatsal yaraticiligi olduren, farkli egilim ve dusuncede ki yazarlarin calismalarini baski altina alan Proleterkult gibi sanat akimlarina karsi cikmistir, Ikincisi gerici de olsa herkesin dusuncasini yazma hatta kendisine hakaret hakkini savunmustur. Mandelştam’i bu yuzden korumak ister.
BU arada Mandelştam’in daha sonra bu olaydan bes yil kadar sonra siirleri yuzunden degil ama karsi devrimci faaliyetleri yuzunden tutuklandigini hatirlatalim. Ama gercekten yaptigi gerici faaliyetler nedeni ile mi tutuklandigi yoksa o zaman oldukca yaygin olan Kruscev ya da Potyshev Yezhov gibilerin yaptigi gibi sadece sorusturmalari sulandirmak icin mi tutuklandigini bilmiyoruz. Sanirim ilerde birisi arsivlerde bu sorularin yanitini bulacaktir.
Demek Papa fıkrasının devamı şöyle oluyor: Papa bu haberin yayınlanmasının üstünden beş yıl geçtikten sonra genelev savunucusu olduğu gerekçesiyle tutuklanmış ve kampta ölmüştür.
Gun bana kustugunu soylediginden bu yana benim her yazima laf sokmaya calisiyorsun, ama tutmuyor. Tutmadigini sen de biliyorsun o yuzden benimle tartismayacagini ilan ettin.
Ikincisi: Gun bu tartismalar seni asar, birincisi okumuyorsun, okuduklarin da senin imanini guclendirecek seyler. Aksi seyler sen de allerji yapiyor. O yuzden Stalin”in bir cok sanatciyi karsi devrimci bile olsalar hatta kendisine hakaret bile etseler kurtardigi gercegi senin kasinin gozunun oynamasina sebeb oluyor. Psikolojin bozuluyor, ona buna saldiriyorsun.
Hic bir kaynaginin ve yazinin elestirilmesine dayanamiyorsun. Dogruya dogru hakliya hakli. Kendisini berbat bir sekilde elestiren bir yazari bile kurtaran Stalin’in, en azindan insan kalitesi olarak, yazilarinin hatta onerilerinin bile tartisilmasina dayanamayip saldiran senden daha iyi oldugu acik.
Biraz daha ayar olabilirsin istersen. Trocki hizip kurdugu icin 1927 sonunda partiden atilir. Bu olay hemen kongre oncesi olmustur ve Trocki Zinovyev grubu ile Sol muhalefet adli bir platform olusturmus ve kendi bildirilerini kaleme almislardir. Hizip kurmaktan dolayi partiden atilmalarina ragmen Stalin bu bildiriyi yayimlamak istemeyen Pravda yonetimine mudahele eder ve sol paltformun programinin ya da bildirisinin Pravda da kongre oncesi yayinlanmasini saglar.
Ah bu arada kimdi o zaman Pravda’nin editoru? Bukharin. Yani partiden atilan Trocki”nin goruslerini yayinlamak istemeyen kisi Bukharin ama yayinlanmasi icin bastiran ve yayinlanmasini saglayan ise Stalin.
Tabii bu gercekler sizin kafanizda ki Stalin ezberine uymadigi icin bu gercekleri ya gormezlikten geliyorsunuz ya da es geciyorsunuz. Gercekler sizde alerji yaratiyor.
Mandelştam başta lidere karşı şiir yazdığı için mi tutuklanmış? Bu kadarcık mı? Bu kulağa, bir totaliter diktatörlük mevzu bahismiş gibi geliyor. Cidden yalnızca şiir yazdığı için mi tutuklanmış? Unbelievable!
Ben de şiir yazmak yüzünden tutuklansam, ondan 5 yıl sonra bittabi rejim karşı faaliyet sürdürürüm. Sürdürmeyen şerefsizdir…
aaaa bunu neden daha önce düşünmedik. Belki de Buharin, sol muhalefetin bildirisini Pravda’da yayınlamak istemediği için öldürülmüştür. İlahi Stalin adaleti!
Osip Mandelstam
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Osip Mandelştam
Doğum 15 Ocak 1891
Varşova, Polonya
Ölüm 27 Aralık 1938
“Vtoraya Rechka” toplama kampı (Vladivostok yakınında), SSCB
Osip Emilyeviç Mandelştam (Rusça: О́сип Эми́льевич Мандельшта́м) (15 Ocak 1891 – 27 Aralık 1938) Akmeist okulun kurucularından Rus şair ve denemeci.
Yaşamı ve Çalışmaları
Mandelştam, tüccar bir Yahudi ailesinin oğlu olarak Varşova’da doğdu. Deri ticaretiyle uğraşan babası bulundukları yerden göç etmek için özel bir izin aldı. Osip’in doğumundan sonra St.Petersburg’a göç ettiler. Mandelştam 1900’da, hem de Tenishevsky okuluna girdi, Rusya’nın (ve Sovyetlerin) Vladimir Nabokov ve diğer önemli figürlerini yetiştiren bir okuldu. Onun ilk şiirleri 1907 yılında okul almanağında basıldı.
Nisan 1908’de Sorbonne’a edebiyat ve felsefe öğrenimi görmek için gitmeye karar verdi. Ama ertesi yıl Heidelberg Üniversitesine girmek için ayrıldı. 1911’de metodizm üzerinde çalışmak için St. Petersburg Üniversitesine girdi. Mandelştam ilk şiirlerini Akmeistlerin dergisi olan Apollon’da yayınlamış ve genç yaşta bu harekete katılmıştır. Mandelştam’ı 1918’de, ihtilal rejimiyle işbirliği yapan entelektüellerin safında görüyoruz. Şair bu dönemde Maksim Gorki’nin yönetmekte olduğu Dünya Edebiyatı Yayınları’nda çalışmaktadır. İç savaş sırasında Kırım’a gidecek ve ortalıkta hüküm süren kargaşalık içinde türlü sıkıntılar çekecektir. 1922’de yeni evlendiği eşi Nadezha Mandelştam ile Moskova’ya yerleşti. Toplama şiirlerinin olduğı Tristia Berlin’de yayımlandı. Ondan sonra birkaç yıl boyunca, neredeyse tamamen, şiiri bıraktı. Denemeler, edebi eleştiriler,anılar, kısa düzyazılar yazmaya konsantre oldu. Gündelik işlerle uğraştı, 6 yılda 19 kitap çevirdi sonra bir gazete için muhabir olarak çalıştı. Edebi toplulukların dışında kalan Mandelştam’ın konformist olmayan, düzene karşı tavrı resmi makamlarca sürekli izlenmesine yol açtı.1933 sonbaharında Stalin Epigramı olarak ünlenmiş tapınma akımından dolayı zorluklar yaşadı. Art arda mecburi ikâmetlere zorlandıktan sonra 1938’de eşiyle birlikte Sibirya’ya sürüldü ve 27 Aralık’ta sürgünde öldü. Mandelştam’ın Pierre (1915), Tristia (1921) ve Şiirler (1928) adlı şiir kitaplarının yanı sıra şiir üzerine bir dizi deneme ve özyaşamöyküsü üzerine çalışmaları yayınlanmıştır. Şairin 1931’den sonra yazdığı şiirleri kısmen günümüze ulaşmıştır. Mandelştam’ın şiiri, ilk Rus devriminden sonra keskin bir şekilde popülistdi, simgeci tasvirlerle yakından ilgiliydi. 1911’de O ve birkaç genç Rus şairi, Şairler loncasını (Rusça: Цех Поэтов, Tsekh Poetov) oluşturdu. Nikolay Gumilyov ve Sergei Gorodetsky’in resmi liderliğinin altında oluşan bu grup Akmeistlerin özünü oluşturacaktı.
Kaynak: Sovyet Şairleri Antolojisi, Attila Tokatlı, Yön Yayıncılık, 1992
Wikipedia
…
Mandelstam’s non-conformist, anti-establishment tendencies were not heavily disguised. He opposed the increasingly totalitarian government under Joseph Stalin. In the autumn of 1933, he composed the poem “Stalin Epigram”, which he read at a few small private gatherings in Moscow. The poem was a sharp criticism of the “Kremlin highlander”. It was likely inspired by Mandelstam’s having seen the effects of the Great Famine that year, during his vacation in the Crimea. This was the result of Stalin’s collectivisation in the USSR and his drive to exterminate the “kulaks”.
Six months later, Mandelstam was arrested. But, after the customary pro forma inquest, he was sentenced not to death or the Gulag, but to exile in Cherdyn in the Northern Ural with his wife. It was considered nearly a miraculous event, usually explained by historians as owing to Stalin’s personal interest in the poet’s fate. After he attempted suicide, and following an intercession by Nikolai Bukharin, the sentence was lessened to banishment from the largest cities.[9] Otherwise allowed to choose his new place of residence, Mandelstam and his wife chose Voronezh.
This proved a temporary reprieve. In the next years, Mandelstam wrote a collection of poems known as the Voronezh Notebooks, which included the cycle Verses on the Unknown Soldier. He also wrote several poems that seemed to glorify Stalin (including “Ode To Stalin”). However, in 1937, at the outset of the Great Purge, the literary establishment began to attack him in print, first locally, and soon after from Moscow, accusing him of harbouring anti-Soviet views. Early the following year, Mandelstam and his wife received a government voucher for a vacation not far from Moscow;[citation needed] upon their arrival in May 1938, he was arrested on the 5th May (ref. camp document of 12. October 1938, signed by Mandelstam) and charged with “counter-revolutionary activities”. Four months later, 2 August 1938,[10] Mandelstam was sentenced to five years in correction camps. He arrived at the Vtoraya Rechka (Second River) transit camp near Vladivostok in Russia’s Far East and managed to get a note out to his wife asking for warm clothes; he never received them. The official cause of his death is an unspecified illness.
Mandelstam’s own prophecy was fulfilled: “Only in Russia is poetry respected, it gets people killed. Is there anywhere else where poetry is so common a motive for murder?” Nadezhda Mandelstam wrote memoirs about her life with her husband and the times in Hope against Hope (1970) [11] and Hope Abandoned [12] She also managed to preserve a significant part of Mandelstam’s unpublished work.[9]
In 1956, during the Khrushchev thaw, Osip Mandelstam was rehabilitated and declared exonerated from the charges brought against him in 1938. On October 28, 1987, during the administration of Mikhail Gorbachev, Mandelstam was exonerated from the 1934 charges as well and thus fully rehabilitated.[13] In 1977, a minor planet 3461 Mandelshtam, discovered by Soviet astronomer Nikolai Stepanovich Chernykh, was named after him.[14]
Bunlarada belge lazim ahmed.belge goster.ama kgbden olmasin.
Acizane bir düzeltme yapmak durumunda kaldım. Şiiri zaten berbat eden Cevat Çapan son iki mısrayı da tamamen yanlış çevirmiş.
‘Kafkas Kocasını’ uydurmuş resmen çünkü Mandelştam sadece ‘Oset’in koca sinesi’ demiş (İ şirokaya grud osetina.)Çünkü Stalin’in Gürcü değil, Oset kökenli olduğunu iddia edenler vardı. Kısacası şiirde Stalin’den geniş göğüslü Oset diye bahsediliyor: bu omuz sözcüğü nereden çıkmış, bilmem. Sondan ikinci mısra ise (Çto ni kazn – to malina) şöyle çevrilebilir: ‘Her idam onun için bir çocuk oyuncağı”. Aslında ‘malina’ mecazi anlamda bizdeki ‘leblebi’ anlamına gelir, yani keyfili bir eğlence, hoş zaman geçirme, rahatlık vb.
Demem o ki bu tür konularda önce edebiyat tarihçisinden sormak gerekir, sonra siyasi fikir yürütülür. Esasen Mandelştam’la S. Ali arasında ortak hiçbir husus yoktur. S. Ali şair olarak amatör düzeyi aşamamıştır, oysa komünzimin düşmanı olduğu için Türkiye’de pek bilinmeyen Mandeşltam 20. yy Rus şiirinin dehalarından biridir. Eyvallah beyler…
Sayın Uravelli, yorumlarınızdan çok yararlanıyoruz ama allahaşkına şu “beyler” hitabını bırakın. Pek eski moda ve ataerkil bir deyim. Bu siteyi izleyen kadınlar da olduğunu unutmayın. Kırıcı oluyor.
Bir zamanlar ‘eğlenceli bir ülke’ vardı
Cemil KOÇAK
Geçende bir gazeteci bir kitap yazdı; adını da “Eğlencesini Yitiren Ülke” koydu. Kitabın adını görünce, tarihçi olarak birden hatırladım; elbette, bir zamanlar çok eğlenceli bir ülke vardı. Bakın anlatayım…
Önce biraz geriye gidelim; tâ 1949 yılına kadar. Ne de olsa eğlenceli günlere dönüyoruz. Bir cinayet haberini yakından inceleyelim bakalım; evet, bildiniz, ünlü solcu yazar Sabahattin Âli’nin öldürülmesinden söz edeceğim.
Bir cinayet haberi
12 Ocak 1949 tarihli Cumhuriyet gazetesi, Sabahattin Âli’nin öldürülmüş olduğunu haber veriyordu. Bu haber, Sabahattin Âli’nin ölümü ile ilgili olarak basında yayınlanan ilk haberdi. Haberde, Bulgaristan’a gizlice adam kaçıran bir şebekenin yakalandığından söz ediliyor ve Sabahattin Âli’nin öldürülmüş olduğu açıklanıyordu. Sabahattin Âli’nin katil zanlısı olduğu ileri sürülen Ali Ertekin ise, yirmi gün önce İstanbul’da yakalanmıştı. Habere göre, Sabahattin Âli, muhtemelen Nisan ayında Kırklareli/Üsküp’te öldürülmüştü. Cinayetten yedi ya da sekiz ay sonra da tanınmaz hâle gelen cesedi bulunmuştu.
Vatan gazetesi de, aynı günkü haberinde, benzer açıklamalarda bulunuyordu. Hürriyet gazetesi de, ertesi gün, haberi yineliyor ve katil zanlıları olarak isimleri geçen Hasan Tural ile Ali Ertekin’in 19 Kasım’da yakalandıklarını duyuruyordu. Hürriyet gazetesi, 14 Ocak tarihli haberinde, bulunan cesedin Sabahattin Âli’ye ait olmadığını ileri sürüyordu. Ceset, Sabahattin Âli ile uyuşmuyordu ve gazeteye göre, Sabahattin Âli Bulgaristan’a kaçmış olabilirdi. Gazete, hemen ertesi günü yayınladığı haberinde, cesedin kimliğinin hâlâ meçhul olduğunda ısrar ediyordu. Oysa, Cumhuriyet gazetesi, ilk haberinden iki gün sonra, bulunan cesedin kesinlikle Sabahattin Âli’ye ait olduğundan söz ederek, katil zanlısı Ali Ertekin’in zamanında ordudan suistimâl nedeni ile uzaklaştırılmış olduğunu haber veriyordu.
Hürriyet gazetesi ise, Cumhuriyet gazetesinin bu haberine karşılık, ertesi gün yine ısrarla cesedin Sabahattin Âli’ye ait olmadığını belirtiyor ve Sabahattin Âli’nin ya Bulgaristan’a kaçtığını ya da Türkiye’de saklanmakta olduğunu ileri sürüyordu. Bu haberler şaşırtıcı sayılamazdı; çünkü Ulus gazetesi de, yeni yılın ilk günlerinde, Sabahattin Âli’nin geçtiğimiz yaz aylarında Edremit’te olduğunu yazıyordu. Habere göre, kendisi memleketinde akrabalarıyla eski arkadaşlarını ziyaret etmişti. Onlara “İtalya’ya gitmek niyetinde olduğundan bahsetmişti.” Ulus gazetesi, birkaç gün sonraki bir başka haberinde ise, cesedin Sabahattin Âli’ye ait olmadığı yönündeki haberlerin ciddiye alınacak bir yönü bulunmadığına işaret ediyor ve Sabahattin Âli’nin muhtemelen yurt dışına çıkmak üzere girişimde bulunurken öldürüldüğünü açıklıyordu. Katil, onun parasına tamahen öldürmüş olabilirdi. Bütün bunlar ülkedeki komünist teşkilâtın gücünü ve tehlikesini gösteriyordu. Cumhuriyet gazetesi, bir süre sonra, Edirne’de Bulgaristan hesabına çalışan geniş bir casusluk şebekesinin ele geçirildiğini yazacaktır. Habere göre, Ertekin de söz konusu şebeke ile ilişkiliydi.
Sanık itiraf ediyor
Ertekin’in itirafına göre, Sabahattin Âli, kendisinin ve şebekesinin aracılığı ve yardımı ile Bulgaristan’a kaçmak istemiş, ancak sınıra yakın bir yerde Ertekin tarafından öldürülmüştü. Ertekin’in açıklamasına göre, cinayetin nedeni, Ertekin’in Sabahattin Âli’nin ‘vatan haini” olduğunu anlaması ve “millî hisler” ile onu öldürmeye karar vermesiydi.
Sabahattin Âli, 1948 yılında, Falih Rıfkı Atay hakkında Marko Paşa dergisinde 10 Mart 1947 târihinde yayınlanan “Biliyor musunuz?” adlı yazısından dolayı açılan hakaret davasında mahkûm olması nedeni ile Üsküdar Paşakapısı Cezaevi’ndeydi. Aynı sırada Hasan Turhal da bu cezaevinde bulunuyordu ve aralarındaki tanışıklık bu sayede başlamıştı. Turhal, kardeşini gizlice Bulgaristan’a kaçırmaktan ve komünizm propagandası yapmaktan mahkûm olmuştu. Sabahattin Âli’nin cezaevinden çıkmasından sonra, Turhal aracılığı ile Ali Ertekin ile tanışması da yine bu vesileyle olmuştu.
Mahkemede…
Katil zanlısı Ertekin’in mahkemesi, Nisan ayının son günü Kırklareli ağır ceza mahkemesinde başlayacak ve dava sırasında ortaya çıkan en önemli gelişme, Ertekin’in bazı hizmetleri karşılığında Millî Emniyet Hizmeti Riyaseti (MAH/MİT)’ten para aldığına ilişkin olacaktır. Bu ifadelerin verildiği duruşma öncesinde de ilginç gelişmeler olmuş ve Ali Ertekin’in bizzat vekâlet verdiği avukatı, Kırklareli Barosu tarafından atanan bir başka avukatı vekillikten azlettiğini belirtmişti. Azledildiği iddia edilen avukat ise, vekâlet görevinden istifa ederek ayrıldığını, çünkü tehdit edildiğini ileri sürmüştü.
Ancak, Millî Emniyet (MİT) mensuplarının ifadelerinin alındığı duruşma gizli yapılacak ve bu duruşmada sanık ile avukatı hazır bulunacaktır. Bu duruşmadan önce yeni atanan avukat, mahkemeye sunduğu dilekçede, Ali Ertekin’in daha önce Millî Emniyet Hizmetleri Riyaseti’nde çalıştığını iddia edecek ve bunun kanıtlanması için de ilgili kuruluştan bilgi edinilmesini isteyecektir. Nitekim, avukatın bir başka iddiası da, Ali Ertekin’e İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından iki kez para ödülü verildiği yolundaydı. Nitekim bu iddia doğrunacaktır. Diğer yandan, sanık avukatının iddiasına göre, Ali Ertekin, 1948 yılının Kasım ayında Millî Emniyet’te görevli olduğunu bildiği ve mahkemede de söz konusu ifadeyi veren görevli kişiye giderek, Bulgaristan sınırından adam kaçıran bir şebekeyi ele vermiş ve Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü de itiraf etmişti.
Kaçış öyküsü ve cinayetin nedeni
Mahkeme sırasında anlatılanlara göre, Sabahattin Âli’nin yurt dışına çıkması için 31 Mart’ta girişimde bulunulmuş ve hemen ertesi gün 1 Nisan’da da sınıra doğru yola çıkılmıştı. İddia makamına göre, cinayet, “millî hisler”le değil, fakat soygun amacı ile işlenmişti. Nitekim, sanığın Sabahattin Ali’nin eşyalarını yanında götürmesi, ancak bu açıdan anlamlıydı. Aksi hâlde, Sabahattin Ali’ye ait eşyaların Ali Ertekin tarafından alınmasına ve daha sonra İstanbul’da ve Akhisar’da saklanmasına hiç gerek yoktu. Üstelik Ertekin, ancak yakalandıktan sonra cinayeti itiraf etmiş ve 1949 yılının ilk günlerinde de cesedin yerini göstermişti. Aslında ceset, bir çoban tarafından ve tesadüfen sınırdan otuz beş kilometre uzakta bulunmuştu. Cesedin teşhisi ise sorun olmuştu. Çünkü, cesedin kime ait olduğunu tanımlayacak işaretler azdı. Ancak, elbiseler ve eşyalar, cesedin Sabahattin Âli’ye ait olduğunu gösteriyordu. Nitekim şahitler de bunu doğrulamışlardı. Ceset hakkında hiç kimsenin diyeceği bir şey olamazdı. Ama cesetten geriye kalan ve Ali Ertekin’de bulunan eşyalar, Sabahattin Ali’yi çok yakından tanıyan kişilerin ifadelerine göre, kesinlikle ona aitti. Esat Âdil Müstecaplıoğlu bu görüşteydi. Ceset, 16 Haziran’da bulunmuştu. Zaten çok daha önce Aziz Nesin, Esat Âdil Müstecaplıoğlu ile Mehmet Ali Cimcoz, İstanbul’da savcılığa davet edilerek, kendilerinden cesedi, daha doğrusu cesetten geriye kalan eşyaları teşhis etmeleri istenmiş ve onlar da gördükleri eşyaların Sabahattin Âli’ye ait olduğunu söylemişlerdi. Sanık, 14 Ekim 1950 tarihinde dört yıl hapis cezasına mahkûm edilecektir. Oysa savcılık, sanık hakkında idam cezası ve yeni çıkan af yasası ile de yirmi yıl hapis cezası istemişti. Mahkeme heyeti, bazı hafifletici nedenlere işaret etmişti. Ertekin, iki yıldan beri cezaevinde bulunuyordu ve af yasası nedeni ile de tahliye edilecekti.
Kim gerici kim ilerici?
Belki de bazı okuyucular, işin eğlence kısmını anlayamamış olabilirler. Ama emin olunuz ki, tıpkı bugün gibi, bazıları, o günlerde bu haberlerle pek eğleniyorlardı. Elbette herkesin eğlence anlayışı farklıdır. Bu arada, gençlerin yakın tarih konusunda hafızalarının yeterli olamayacağını düşünerek, birkaç ipucu da vereyim isterseniz: Belki bazı gençler, Sabahattin Âli’nin askeri bir cunta ya da ‘gerici’ iktidarlar tarafından öldürülmüş olduğunu düşünebilirler de ondan. Sabahattin Âli’nin öldürüldüğü sırada iktidarda elbette ‘ilerici’ler vardı; yani CHP iktidardaydı! Kısa bir süre sonra ‘devrimci’ CHP iktidarı serbest bir seçimle sona erdi; ardından elbette ‘karşı-devrimci’ bir iktidar çok fena şeyler yaptı. İlk yaptığı işlerden biri de, yine ‘ilerici-devrimci’ iktidar döneminde on iki yıldan bu yana (1938 yılından itibaren) hapiste bulunan komünist şair Nâzım Hikmet’i de içine alan bir af yasası çıkarmak oldu. Atatürk ve İnönü döneminde uzun yıllar hapiste kalan Nâzım Hikmet, bu sayede, yani ‘gerici ve karşı-devrimci’ bir iktidar sayesinde tahliye olabildi. Kimbilir; belki de bazıları, bu anlattıklarımın gerçekle hiçbir ilişkisi bulunmadığını düşünebilir. Hatta bunların eğlence olsun diye yazıldığını da sanabilir. Bazıları da, hep yapa geldikleri gibi, geçmişte yaşanmış bu türden ‘üzüntü verici olaylar’ın ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmesini, olsa olsa kötü niyete bağlayabilirler. Diyorum ya, memleket eğlencesini de kaybetti; maalesef!
http://duzceyerelhaber.com/cemil-kocak/30007-bir-zamanlar-eglenceli-bir-ulke-vardi