Her tarihsel dönemde ve her toplumda, belirli bir eğitimden geçmiş olanlar imtiyazlı bir statüye sahiptirler. Bu imtiyaz toplumdaki işlevlerinin karşılığıdır. Egemenlere akıl hocalığı yaparlar. Meşruiyet ve rıza üretirler. Yalan üretmeye memur edilmişlerdir… Sömürü, baskı ve şiddete dayalı egemenlik sistemi, onlar sayesinde kendini yeniden üretmeyi başarır. Elbette eğitimliler, diplomalılar arasında sosyal eşitsizlik temeli üzerinde varlığını sürdüren egemenlik sistemine muhalif olanlar da vardır ama onlar her zaman küçük bir azınlıktır… Eğitimli olmak, toplum çoğunluğuna göre ayrıcalıklı bir statüye sahip olmayı mümkün kılar. Firavunlar Mısır’ında, bundan Dört bin beş yüzyıl kadar önce, Üçüncü Dinasti döneminde [M.Ö 2670-2613], bir baba oğluna şöyle öğüt veriyor: ” Eğer yazıyı öğrenirsen, zor ve piş iş yapmaktan kurtulursun. İtibarın, prestijin artar. Herkes sana saygı gösterir. Yönetilenler tarafında değil, yönetenler tarafında olursun”. Elbette bugün durum farklı. Her eğitimden geçenin, her diplomalının, uzmanlığını egemenlere sunma şansı yok ama bu durum yukarda söylediğimi yalanlamaz.
Egemenlik, topluma tuzak kurmakla mümkündür ve tuzak kurma işi, eğitimlilerin, diplomalıların, uzmanların işidir. Siz, sömürü düzeninin uzmanları neden yücelttiğini sanıyorsunuz… Tüm melanetler, kıyımlar, katliamlar uzmanlar tarafından peydahlanır, ‘meşrulaştırılır’,egemenler tarafından dayatılır. Eğitim sistemi, eğitilmiş olanlarda farklı oldukları bilincini yerleştirecek şekilde kurgulanır ve eğitimli taife de, eğer farklı isem, o zaman ayrıcalıklı olmaya, farklı yaşamaya, otorite kullanmaya da hakkım vardır” der…
Başka türlü söylersek, eğitim sistemi eğitimlileri [uzmanları] içinden çıktıkları sınıfa yabancılaştıracak şekilde kurgulanıyor. Tabir maruz görülürse, bir tür Yeniçerileştirme operasyonu söz konusudur… Devlet üniversitesinde hoca olduğum dönemle, ‘sosyal politika’ dersinde, ‘ücret sistemlerini’ anlattığım bir derste bir öğrenci şöyle bir soru yöneltmişti: “Hocam siz sosyalist bir insansınız, sosyalist bir düzen kurulsaydı en yüksek ücreti kime verirdiniz?” “İleriye dönük bir soruya cevap vermek zordur, o zamanki durumu bu günden tahmin etmek pek mümkün değildir ama doğrusu en yüksek ücreti maden işçilerine ve çöpçülere verirdim” demiştim. Sınıf ayağa kalktı… “Nasıl olur efendim, siz o kadar tahsil yapacaksınız, üniversiteyi bitireceksiniz, doçent olacaksınız ve çöpçü sizden yüksek ücret alacak? Bu kabul edilemez” mealinde şeylersöylediler. Ben de ‘ben o okullarda onların emeğinin karşılığında, onların ödedikleri vergiler sayesinde okudum. Neden benim yaptığım iş onlarınkinden üstün olsun’ dediğimi hatırlıyorum… Öğrencilerin, üniversitenin üçüncü sınıfına geldiklerinde ‘farklı oldukları‘ bilincini çoktan içselleştirmiş olduklarını fark ettim…
Lakin, bu dünyada çelişkiden muaf hiçbir şey yoktur. Eğitim, aynı zamanda eğitimlileri ‘üretici işlere’ yabancılaştırır, artık ellerinden hiçbir şey gelmez, kötürümleşmişlerdir… Bu yüzden devlet katındakiler işlerini kaybetme korkusuyla yaşarlar… Ne demek isteğimi anlamak için AKP iktidarının son birkaç yılında,hukuk uzmanlarının[hakimler, savcılar, vb. ] kendi misyonlarına ve varlık nedenlerine nasıl ihanet ettiklerini hatırlamak yeter. İşlerini kaybetmemek için yasaları, teamülleri, ahlâkı kolaylıkla yok sayıyorlar ve iktidarın istediği yönde kararlar veriyorlar… Aslında bu söylediğim, etik sorun karşısında memurların durumunu angaje eden bir şeydir… Memurun ahlâkı, amirin daha doğrusu egemenin ‘ahlâkıdır’ aslında…
Her akşam uzmanlar öbek,öbek televizyonlarda arz-ı endam ediyorlar. Memleket ve dünya meselelerini ‘tartışıyorlar’ ama bir şartla: gerçeği söylememek kaydıyla… Zaten gerçeği söyleme potansiyeli olan biri oraya çağrılmaz, yanlışlıkla çağrılırsa da meramını anlatması engellenir… Kaldı ki, gerçeği söyleyen de zaten”uzman” sayılmaz… O, işe ideoloji karıştırmıştır, söyledikleri ‘bilimsel’ değildir çünkü… Şimdilerde “düşünce kuruluşlarının’ sayısı artıyor. En çok ve en prestijli düşünce kuruluşları da ABD’de… Aslında bu kuruluşların ‘yüksek düşünceli adamları-kadınları [ki, kadınlar azınlıktır]’ ne düşünüyor, kimin için, kimin adına düşünüyor sorusu hiç akla gelmez… Bu kuruluşlarda çalışan uzmanların misyonu ve varlık nedeni, kapitalizmi, emperyalizmi, oligarşik egemenliği meşrulaştırmaktır. Mesela, kitlelerin nasıl aldatılacağı, hangi Üçüncü Dünya Ülkesinde nasıl katliamlar yapılacağı, ABD’nin ‘hasımlarının’ nasıl tepeleneceği, nerede, nasıl savaş çıkarılacağı, Amerika’nın “ulusal çıkarının” ne olduğu, vb… konusunda, ‘yüksek fikirler’, ‘düşünceler üretirler… Devlet ve istihbarat örgütleriyle çalışırlar ama ‘bağımsız’ süsü verilir. Aksi halde yalan üretme yetenekleri aşınır… Üçüncü Dünyanın yozlaşmış siyasetçileri, kendi ülkelerinde iktidar olabilmek için, ekseri ABD’nin bir iki ‘düşünce kuruluşunda’ “sınavdan geçip” onay alırlar… İktidarın yolu biraz da oradan geçer… Türkiye de bir ‘küçük Amerika’ olduğuna göre, bizim neyimiz eksik… Bizde de ABD’dekinin SETA gibi benzerleri var… SETA [Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı] aslında AKP tarafından kurulan ve finanse edilen bir “düşünce kuruluşu”. Oradaki uzmanlar AKP adına düşünüyorlar ve çoğunun adının önünde, dr. doçent, prof. gibi unvanlar var. Tabii bu unvanlar söylediklerinin ‘değerini artırıyor’… Fakat öteki uzmanlardan önemli bir farkları var: Bunlar ‘yerli’ ve ‘milli’, Türkiye’ye mahsus uzmanlar. Tabii yerli malı olunca önemleri de artıyor… “Ümmetin” çıkarlarının hizmetindeler çünkü…
Uzman,egemenler tarafından yüceltilir, zira maddi-sosyal gerçekliğin küçücük bir ‘alanında’ bilgi sahibidir. Resmin bütününden habersizdir. Oysa gerçek [hakikat] bütündedir… Uzman ‘ağacı gören ama ormanı görmeyendir’… Onun bu niteliği onu egemen sınıflar için kullanışlı hale getirir. Elbette bunu söylemek, tüm uzmanlar öyledir demek değildir. Bir konuda uzman olmakla birlikte, resmin tamamını görme niyeti ve istidadı olanlar da vardır ama istisnalar sonuçta ‘kuralı doğrulamak içindir’ denir…
Üç çeşit uzman var: ‘Konunun uzmanları, her konunun uzmanları, bir de ‘yerli ve milli’ uzmanlar. Bu sonuncu grup AKP iktidarında doğmuş uzmanlar, uzmanların en yenisi… Birinci grup, sadece kendi uzmanlık alanında konuşur. Fakat ikinci gruptakiler hem çok bilgili, hem de çok yeteneklidirler… Bulunmaz insanlardır yani… Onların bu dünyada bilemeyeceği bir şey yoktur… İnsan ve toplum yaşamını ilgilendiren her konuda ‘çok değerli bilgileri vardır’. Ülkemiz için ne büyük şans… Değerli bilgilerini bizimle paylaşma nezaketini ve cömertliğini gösterdikleri için ne kadar teşekkür etsek azdır! Bu, her ulusa nasip olmaz. Fakat, ‘yerli ve milli uzmanların” fazlası var: Onlar hem her konunun uzmanı ve hem de ‘yerli’ ve ‘milli’…
Aslında tartışma programları şeylerin gerçeğini ortaya çıkarmak için değil, kitleleri aldatmak, oyalamak, yanlış bilinç oluşturmak, ideolojik köleliği derinleştirmek, kalıcılaştırmak için yapılıyor. Bir de tabii reklam almak için…
Türkiye de acaba tv Programmlarin kac muhalif uzman var yani resmi idelojiye karsi olan???bana kalirsa artik akp de türkiyenin rejimine teslim olmusdur ilk yillarinda bir liberal söylem le yola cikan akp sonradan gercek yüzü olan siyasal islam arzusu cumhuriyetin irkci damarina teslim olmusdur.kurdu ittifaklar bunu kanitliyor(mhp,vp),bunu olan „milli „ hep görmüsdur güncel olarak dogu akdeniz,sonuc???sistem degismez ise hep „yerli ve Milli“uzmanlar dan gecilmez
Ne yazık ʻʻUzmanlar üç çeşittirʼʼ profesörü tipik bir solcu devrimci olmasına rağmen bu çok uzun havayı hiç işitmemiş.
Her neyse. İlk iş ilk: bir düzeltme.
Son derece uçuk ʻʻHer tarihsel dönemde ve her toplumdaʼʼ formülü yerine ʻʻHer YAZILI ve KAZANANLAR tarihsel dönemde ve YAZILI ve KAZANANLARI yazan her toplumdaʼʼ
İnsaf be arkadaş! İnsan toplumlarının %1ʼi bile olmayan tarih, profesörün büyücü külahından tüm insan toplumları tarihi olup çıkıvermiş. O da yetmez gibi, 19. yüzyıl egemen burjuva ʻʻçalışarak nasıl zengin olunur?ʼʼ sırrı, EMEK VE EMEKÇİLİKLİK sol devrimci diline tercüme edilip günahlarından arınmış, hatta kurtulma etkeni, hatta insan toplumları tarihi olmuş: yani %SIFIRʼa indirgenmiş. Bak şu büyücü külahı uzmanlığının marifetlerine!
Eğer uzmanlık gerektirici koşullar ortadan kalksa bile, uzmanlık devam edecek. Uçukluğu hemen görmemin nedeni benin bu konuda uzmanlığım.
veya
Burada ayakta durulamaz / Uzanılamaz / Oturulamaz.
Dağlarda bile sesizlik yok / Salt yağmursuz gök gürültüsü.
veya
Hikmet bilgi oldu, bilgi de enfermasyon.
Türk sol devrimci entellektüellerin enfermasyon uzmanlığı: EMEK ve EMEKÇİYE METHİYE. Geri kalanı gürültü dolu yaşamda kişisel terapi.
Benim, yüzlerce arasında en çok beğendiğim uzman tanımı: sınırları gittikçe daralan bir konuda, bilgisi gittikçe artan kişi. Eninde sonunda hiç bir şey hakkında her şeyi bilecek. EMEK ve EMEKÇİ gibi.
Her neyse, toplumların %99ʼu aşan tarihini ırkçılık tuzağına düşmeyen ve dolayısıyla dolayı hiçe saymayanlar var. Milyonlar arasından bir örnek: Birlikte-Yaslanarak-Ayakta Durma
ʻʻPeru Amazonundaki alan çalışmalarından döndüğümde en çok neyin hasretini çektiğim sık sık sorulur. Bana hep, şafaktan hemen önce nehrin barışçıl güzelliği ve bir arkadaşla bol miktarda bira içmeyi düşündürdü. Ama yine de yaşamda tanımı ve dile getirilmesi çok zor olan hisleri canlandırdığı için biraz değineyim. Tahmin ederim cevap üretim tekniklerin ve kaynaklarına mutlak egemenliğin yarattığı özgürlük hissi ile ilgili. Urarina yerlilerinin sayısız değişik etkinliklerin hepsinde yetkin olmalarından daima etkilenmiştim. ʻʻKarnın açsa, hemen ormana dal bir hayvan bulursunʼʼ derlerdi. Eğer canları balık yakalamak istediyse, nehre balık tutmaya gittiler; bira içmek istediyse, bira içtiler. Tabii ki, işler her zaman bu kadar basit değildi. Fakat orman yaşamı için temel bazı pratik becerileri yavaş yavaş öğrendiğim. Bir miktar doğaçlama ve etraftaki madde ve araçları kullanmayla her türlü ihtiyaçlar karşılanabiliyordu. Üstelik, kişinin bu çeşitli ihtiyaç ve isteklerini karşılama yeteneğine sahip olma yerliler arasında kişiye karşı büyük bir saygı kazandırdığını da öğrendim.ʼʼ
Yazı uzun ve tercüme daha da uzun. Ama televizyon+okul+sinema+dünyaya egemen ırkçılık ve hiyerarşi görüşleri biraz öngörüp biraz eklemem gerekiyor.
ʻʻ bireyin özerkliğine çok geniş kapsamlı bir önceliklendirme ve saygı duyma çok önemliydi. Örneğin, davetlerin, selamların ve vedaların sırayla her insana titizlikle hitap etmesi gerektiğini ve aksi takdirde etkisiz kaldıklarını öğrendim. Alan çalışmamda, beni sık sık hayal kırıklığına uğrattığı halde, sorguladığım kişiler, BAŞKALARININ FİKRİNİ BİLMEYİ ASLA üstlenmediler. Zamanla BAŞKALARININ DAVRANIŞLARI YA DA NİYETLERI HAKKINDA BİLGİ TALEP ETMENİN BOŞLUĞUNU KABUL ETMEK ZORUNDA KALDIM.ʼʼ
Not: Bu çeşit bilgiler, profesörün dünyasında ancak ve ancak insanın en derin iç dünyasına açılan bilimsel savaşta akıncı psikologların işi. Ama çok daha doğrusu, reklam şirketlerinin ve televizyon ile okullarda öğretilen dizi filmlerini hazırlayanların işi.
Kısa keseyim: ʻʻ Birlikte-Yaslanarak-Ayakta Durmaʼ bu toplumu çalışma eserinin adı Yani ʻʻKropotkinʼin ʻKarşılıklı Dayanışmaʼʼʼ + ʻʻbireye sonsuz saygıʼʼ
Televizyon+okul beyin felaketini öngörerek bir ek daha. İlkeller arasında çalışma yapanların hemen hemen hepsi yerlilerin çevrelerine mutlak egemen oldukları fikrinde birleşirler. Eğer bu külahından durmadan tavşan çıkaran ʻʻKonunun Uzmanları, Her Konunun Uzmanları ve ‘Yerli’ ve ‘Milli’ Uzmanlar…ʼʼ profesörünü bırakıp basitçe düşünsek de, ormanda çevresine tam egemen olmayanın bir saniye bile hayatta kalacağını düşünebilmek zor olur. Ama üniversitelerde külahlardan tavşanlar çıkarmakla bütün diğer ihtiyaçlarını karşılama sadece kolay değil, solcu devrimcilerin diliyle EMEKTE ʻİŞ BÖLÜMÜʼnün temeli ve Allah vari UZMANLIK modeli, günümüzün en büyük baş belası.
Sen de mi utanmazlar arasında solcu askersin? İnsanların temel başbelası konusunda bütün solun birleştiği işbülümünü bile bilemezsen işte böyle çareyi işine gelmediğinde ancak konuşmak zırvalamaksa, konuşmamak en iyisi atasözünde bulursun.
Diploma kafi değil. Thoreau 19. yüzyılda henüz ʻʻartık düşünür yok, düşünme profesörleri varʼʼ dedi.