Her ne kadar eskiden beri tekrarlanıp duran “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” diye bir deyiş varsa da gerçeklikte devrimci pratik daima teorinin dışında kendi yolunu izlemiş ve geride kalan teori ona yetişmek için nefes nefese koşmak zorunda kalmış, yetiştiğinde de pratiği kendi çarpık yapısının içine hapsetmeye çalışmıştır. Bu, sürekli böyle tekrarlanıp durmuştur.
1905 Rus Devrimi’nin önce ve sırasında “Sovyet”lere ya da ona benzer bir şeye ilişkin bir teorik saptama ya da öneri yoktu. Geçmişte yaşanan Paris Komünü pratiği bile kitlelerin kendiliğinden örgütlenmesinin organları olan komün ya da konsey veya Sovyet gibi örgütlenmelerin teorileştirmesini sağlayamamıştı. Anarşistlerin “özgür komünler” gibi önerileri vardı ama onlar da bu önerilerini pek somutlayamamışlardı doğrusu.
Derken 1905 Devrimi patlak verdi. İşçiler dayanışma ağlarını geliştirmek için ortaya Sovyet (konsey) gibi bir örgütlenme attılar. Volin, Bilinmeyen Devrim (çev: Erdem Akbulut, Ayrıntı, 2017) adlı kitabında ilk Sovyet fikrinin kendi evinde toplanan kırk kadar işçinin arasında nasıl doğduğunu anlatır. Sovyet örgütlenmesini işçiler icat etmiş ve pratiğe koymuş ve bu örgütlenme işçilerin acil örgütlenme ihtiyacına cevap verdiğinden bir orman yangını gibi yayılmış, her yerden pıtırak gibi işçi Sovyetleri doğmuştur. Başta Bolşevikler olmak üzere bütün sosyal demokrat hizipler ve diğer solcu partiler teoride yeri olmayan bu kendiliğinden işçi örgütlenmesine başından itibaren kuşkuyla bakmış, hatta kendi parti örgütlenmelerinin zararına bir gelişme olarak değerlendirmişlerdir. Ne var ki somut olguları kavramakta usta olan Lenin sonunda durumun farkına varmış ve kendi uyuşuk parti hücrelerini “odalarını havalandırmaya” ve Sovyet gibi yeni gelişmeleri kavramaya davet etmiştir.
1905 devrimi bastırılınca doğal olarak Sovyetler de bastırılmış oldu ama Sovyetler işçilerin belleğinde bütün canlılığıyla yaşamaya devam etti.
1917 Şubatı’nda Çarlık büyük bir ayaklanmayla devrilir devrilmez Petersburg işçilerinin ve sol entelektüellerinin (ağırlıklı olarak savaş karşıtı Zimmerwaltçı sol) yaptığı ilk iş Sovyetleri yeniden canlandırmak oldu. 1905 pratiğine rağmen teori sovyet konusunda yine uyumuştu. Lenin’in, sovyet örgütlenme pratiğinin en canlı olduğu 1917 Devrim ayları sırasında yazdığı Devlet ve Devrim (çev. M. Halim Spatar-Celal Üster, Yordam, 2016) kitabında Sovyetlerden sadece dört yerde, o da Sovyetlerde o sırada hâkim durumda olan Menşevikleri ve Sosyalist Devrimcileri eleştirmek için söz etmesi (bu dördün sonuncusunda – s. 125 – Sovyetlerden devlet diye söz etmesi de ayrıca kaydedilmelidir) ve devrimin örgütlenmesi konusunda onca teorik laf etmesine rağmen Sovyetler konusunda hiçbir teorik saptamada bulunmaması ilginçtir. Sovyet, Lenin için sadece iktidara adım atmakta bir basamak ve dayanaktı. Zaten iktidarı ele geçirdikten sonra sovyeti bir süs haline getirmiştir.
Sovyetler içi boşaltıldıktan sonra bir devletin adı haline getirilip hem teorik hem de pratik olarak ortadan kaldırıldı. Daha sonrasında “konsey Marksistleri” olarak anılan Karl Korsch, Cornalious Costariadis gibi düşünürler sovyeti gerçek anlamında teorik düzeye çıkarmaya çalıştılar gerçi ama bu teorik çabalar komintern geleneğinin ölü ağırlığı nedeniyle yeterince etkili olamadı.
Daha sonra 1968 pratiği geldi gündeme. 68’in yeni örgütlenme tarzı konusundaki pratiği Türkiye’de pek hissedilmedi ama aslında dünya 68’i Paris komünü ve Rus Sovyetleri deneyiminin pratikte yeniden canlanmasıydı. Elbette buna 1956 Macar ayaklanması sırasındaki fabrika konseyleri deneyi, 1980’lerde Polonya’daki Solidarnoş deneyimleri de eklenmelidir. Kısacası, kitlelelerin gerçek anlamda kendi öz çabalarıyla ayaklandığı her yerde komün, Sovyet, konsey örgütlenme pratikleri bir kere daha canlanmaktadır. Ne var ki arkadan yetişen teori bu pratiği teorik düzeye çıkaracağına kendi köhnemiş örgütlenme tarzlarıyla bu pratiklerin üstünü ölü toprağı serpmektedir.
Bunun en son örneği Gezi ayaklanmasıdır. Gezi ayaklanması, klasik örgütlenme tarzına sahip dar örgütleri bir kenara iterek harika bir dayanışma mücadelesi yaratmış ve keza hayranlık verici örgütlenmeler ortaya koymuştur. Ne var ki, ayaklanmanın geri çekildiği koşullarda bu tür örgütlenmeler de geri çekilip sönmüş ve ortalığı yine eski örgütsel leş kargaları kaplamıştır. Onlar, canlı bir mücadeleden değil, ölmüş bir mücadeleden beslenir daima.
Oysa bugün belleklerde bütün canlılığıyla yaşayan Gezi pratiği, mücadele tarzıyla, örgütlenmesiyle, dayanışmacı ve kolektif tarzıyla hâlâ teorik düzeye çıkartılmayı bekliyor.
Gün Zileli
5 Temmuz 2019
İnsanlar dünya tarihi boyunca modern çağlardaki anlamda teorisiz yaşadılar. Zaten dünyanın teori bekleyip ona göre hareket edeceğine kimse pek inanmaz. Çıplak, vahşi, alçak taş devri insanları bile Newtonʼu beklemeden attıkları taşın yere düşeceğini biliyorlardı. Zileli Bey, siz de, beyin kamaştırıcı lak lakların etkisinden kurtulup alçak gönüllü olsanız, salt algı organlarını pekâlâ kullanmasını bildiğiniz ve geleceği öngörerek genellikle istediğiniz gibi yönlendirdiğiniz halde bunların teorilerini bilmediğinizi görüp şu kazananlar tarihini tekrarlamaktan vazgeçerdiniz. Canlılar, teorisini bilmeden milyarlarca şeyi yapmasını bilirler. Teori ile ileriyi matematiksel-ölçüsel tahmin başarısı sizin beyinlerinizi fena kamaştırmış. Yazı ile bilgi biriktiriminin zaferi gibi. Boş verin şu iyi/kötü ellerde olması masallarını. Eğer hayvan sevmede zerre kadar samimi olsaydınız bu sapıklıkların çok daha karmaşık toplumlar arası tarihinden, ki bunu bu yazıda da tekrarlamışsınız, çoktan sıyrılır canlı ve cansızlar dünyasında bu taptığınız idollerin alçaklıklarını görürdünüz.
Neyse, sizinle başa çıkılmaz, biliyorum, ama devam edeceğim.
Teoride en önemli iki özellik: dünyayı anlaşılır kılmak, ilerden haber vermek. İnsan tarihinin hemen hemen bütününde (bence şimdi de) dünya mitler, biraz da felsefeyle anlaşıldı. İlerden haber vermeyi falcılar yapardı. Doğa bilimlerinin gelişmesiyle günümüzdeki anlamda teori doğdu. Yani matematiksel formüllerle ifadeler ve ölçülerle kanıtlanır öngörülerle.
Teori kelimesinin kökeni Grek. Grekʼden Avrupa dillerine, oradan da Türkçeʼye girdi. Kelimenin ne etimolojik, ne sözlük ne de kullanış anlamları verilmiş. Teorinin sosyal bilimlere doğa bilimlerinde başarılı olduğundan da söz edilmemiş. Sosyal bilimlerden de daha da kısıtlı olan solcu devrimci çevrelere geçilmiş. O kısıtlı alanda da sayısız ve önemli tartışmalar, örneğin yakın tarihte Perry Anderson ile E. P. Thompson arasındaki anlaşmazlıklar ve Jameson, Eagleton, Chomsky, Habermas, Althusser, Derrida hepsi hızla geçilip asıl konular olan dünyasını dünya eden Lenin ve daha sonraki anarşist dünyasını dünya eden Gezi parkıyla işi bitirmiş. Mantık çocuk mantığı kadar basit. Ya teori devrimi yapacak ya da pratik. Zileliʼin eski dini Marksizm-Leninizm devrimi yapmadı, o halde devrimi pratik yapacak. Yani, galiba ya sarı yelekliler ya Gezi parkı, ya seçim, ya…
Bakalım şimdi bilim filozofu Popperʼın Zileliʼnin eski dini Marksizm esprisine: Marksizm burç yıldız falı, devrim olursa koşullar oluşmuştu, olmazsa oluşmamıştı. Kendisi Marks’dan da daha tight ass olduğundan katılmasam da çok sevdim. Çünkü insanın başına büyük bir belayla alay etti. Zileliʼnin yeni anarşist ya, ya, ya, ya devrim teorisi de aynı: Ya sarı yelekliler, ya Gezi parkı, ya İmamoğluʼnun galeyana getirdiği kalabalıklar, ya, ya , ya. Zaten Zileliʼnin asıl amacı başka, yeni dini anarşizme inancını takviye etmek ve eski dini Marksizm-Leninizm’den arınmak. Türk sol devrimci tarihinde yeni ufuklar açmak.
Eğer bu sitedekiler gibi ucuz ruhlu olsam sorardım seçimi hangi demokrasi teorisiyle desteklediniz Zileli Bey? Demokrasi bir kurgu değil mi? Gezi parkındaki bir ağaç gibi gerçek dünyada bir nesne mi? Ama onun yerine çok daha vahim bir gafletine dikkat çekeceğim.
Sosyal bilimlerden çok daha katı, çok daha sıkı, dakik ve özenli olan doğa bilimlerinde bile teorisiz olgu anlamsızdır. Teorisiz, dünya mı güneş etrafında dönüyor, yoksa güneş mi dünya etrafında? Teorisiz, dünya yuvarlak mı, düz mü? Hele günümüz fiziğine girersek sanırım Zileli Bey yine bana malum YAFTALAR takar : ʻdeliʼ, ʻsaçmalık pınarıʼ, ʻakıl hastanesine layıkʼ… Rahat edip dostlarının kendini alış verişte gördüğü dünyaya döner.
Bence bu yazı günah çıkarmadan başka hiç bir şey değil. Onun için uzatmayacağım. Zaten dediği gibi, kimse benim saçmalıklarımı okumuyor.
Ama tabii bir ihtimal daha var.
ʻʻNe var ki somut olguları kavramakta usta olan Lenin…ʼʼ
Bu bir dil sürçmesi olmasın.
Sarı yelekliler, Gezi Parkı, Seçim, dünya her yerindeki azınlıklar, çevreciler, kadınlar, seks trafiği mağdurları, din ve inançlarında inatçılar, eşcinseller, vejetaryenler, hayvanları koruma hareketleri, iklim değişmesinin getireceği felaketlere karşı protestolar… da Zileliʼnin somut olguları olmasın.
Sayın Gün Zileli,
Pratik dünyanın doğal olarak çok daha hızlı akmasından dolayı teorinin geride kalması çok normal. Hatta insanın dil geliştirmesiyle nesne ve olaylara isim takmaları bile çok arkadan geldi. Bu bilgi, 19. yüzyıl ilahi kitapları, hadisleri ve tefsirlerinde bulamazsınız, bilmemeniz doğal.
Ama Hegelʼin ʻʻMinerva’nın baykuşu, ancak gün batarken uçmaya başlar.ʼʼ (The owl of Minerva spreads its wings only with the coming of the dusk.) mutlaka duymuşunuzdur.
Bu hız farkının giderilemeyeceği çoktan farkedildi. Bakınız Zenon’un paradoksu. Ne var ki dünya sizler gibi cambaz dolu. Doğa biliminde çözüm teknik bilginiz anlamanıza yetmez, geçeceğim.
Sosyal bilimlerde de bu sorun defalarca çözüldü ve her gün defalarca çözülüp güncelleştirilmekte. Şu an sizin yaptığınız gibi. En geniş, en soyut ve yine çoktan bilinen Newspeak. Daha somutu, Hitler ve etrafındakilerin tarihi yeniden yazmaları. Kendiniz bir zamanlar Marks-Lenin tarih yorumuna katıldınız. Atatürk ve etrafındakiler, daha önce Osmanlılar pratik dünyayı teorilere uydurmadılar mı? Erdoğan İslam ile aynı şeyi yapmıyor mu? Bildiğiniz ve onu da sonsuz az bildiğiniz, size göre TEK ve TEK tarih olan KAZANALAR TARİHİNDE teori sayısı nesne ve olaylar sayısını fazlasıyla aşar.
Bu yazdığınız yazı da pratik dünyayı yeni sarıldığınız anarşist teorisine uydurma değil mi?
Yoksa siz yeniden doğan (born again monotheist) bir Allahçı mısınız? Dünyayı aşan birinin dünyayı olduğu gibi görme İLAHI BAKIŞ AÇISI dini mümini mi oldunuz?
Sorumuz şu: Bu inanç değiştirmenize kim neden oldu? İmamoğlu mu, Erdoğan mı?
Size cevap verirdim ama çocuğumdan çok sevdiğim köpeğim aniden öldü. Büyük bir acı içindeyim. Umarım bu kadarını anlayacak bir ferasete sahipsinizdir.
Çubuğu ampirizme doğru büktüğünüze göre, demek ki Maoizm’in tortularından tam olarak arınamamışsınız. Teori ile pratik arasındaki ilişki, herhangi biri diğerini önceleyecek şekilde değil, sürekli ikisi arasında salınım yapan bir döngü şeklinde gelişir.
wahsi teorinin teorisini , teoriye karsi gelerek anlatiy..cok teorik
Parti toplantılarında acı konuşmayan dostlarına bir soruver. Belki solcu devrimciliği bırakır arkadaş olur ve nihayet senin ŞU dırdırlarından bıktıklarını suratına söyler, seni serinletirler.
ʻʻKahrolsun Kapitalizm!ʼʼ,
ʻʻYaşasın Bakire, kız oğlan kız, el değmemiş Marksizm!ʼʼ,
ʻʻYaşasın Komünizm!ʼʼ,
ʻʻÇok Yaşasın Çin Komünizmi!ʼʼ
ʻʻÇok Yaşasın Uygurları Uygar Etmeye çalışan Çin Komünizmi!ʼʼ
ʻʻÇok Yaşasın İpek Yolu bittiğinde, Bizim Devasa Uygar Kürtleri de Uygarlığa Kavuşturacak Çin Komünizmi!ʼʼ
Ben acı konuşurum : Sen okuduklarını anlamıyorsun nedeni de bu konuda sıfır olman. Seni ne devasa Kürt kültürü ne Öcalan amcan ne Temiztaş amcan ne de hatta Marks amcan kurtarabilir. Materyalist genetik kaderine razı ol. Ot doğmuşsun, ot gideceksin.
Ama belki de yazdıklarımı okumak sende placebo etkisi yapmakta; hiç değilse zırvalamakla ota dönmekten seni korur. Bilimin aklına akıl ermez!
Herseye düsman oldugunu biliyoruz.banada..
Dr.unda kaciyor senden..derdini yillarca anlatamadin gitti..
yasaman bir mucize..dediklerini anlamak ayrica mucize..
akilsiz ,gereksiz aptalca kurnazlikla yaftacilik yap dur.
konu ne?sorun ne?ne olmus?.. insanlarla ugrasip dur..dairede dönüp dur.. biraz övgü,biraz güzelikten bahset..
Dünya bu Kadar kötü degil.. benim bir görüsüm yok..insanlari kandirmaga calisan tüm izmlere mesafe koymaga calisirim.. seninki tam zirva,pislik izm.
cok defa bana yazdigin icin istemeden cevap verdim..
kendine dikkat et.
Doktor da kendisi gibi rahatlığını bozan şeyleri duymak istemedi, kaçtı. Aynı şey Nietzscheʼnin de başına geldi. Sıradan Hortlak farkında bile olmadan doktorlara güvenini göstermekle beyninin ne kadar temiz yıkandığını, bir defa daha, ifşa etti.
Haklısın, Hortlak! Her şeyin güzeli de var çirkini de. Erdoğan, Trump var ama İmamoğlu, Temiztaş, Öcalan, Xi Jinping , Lenin, Troçki, Stalin, Mao falan filan da var. Hatta devasa Kürt kültürü bile var. Ama kötüden de kötüsü bile var.
“the vitality of primitive communities was incomparably greater than that of … modern capitalist societies.”
[1881 Letters of Vera Zasulich and Karl Marx]
Not: Ben bu sitede yıllar önce ʻʻilkellerde fiil çok, medenilerde isim çokʼʼ yazdım senin gibiler inek teren bakar gibi bakıp okudular ve hemen aynı senin gibi saldırıya geçtiler.
ʻʻilkel toplulukların canlılığı, modern kapitalist toplumlarınkinden çok daha büyüktüʼʼ
Bak şu Marks amcanın yediği halta! Ne senden ne Türk komunist-marksist partilerden, ne senin klonun Sungur Savranʻdan, ne köylü kızı Elif Çağlı bacından, ne Marxist Argümanʼdan, ne Fikret Başkayaʼdan, ne Zileliʼden, ne bu sitede dolup taşan solcu devrimcilerden izin almış: Çıkmış beni taklit edip çıplak vahşileri övmüş. Bu amcan gerçekten sizler gibi hızlı ilerici, daha 1881ʼde benim kafamın içini gelmiş görmüş!
Sen bu saydıklarımı çok güzel temsil ettiğinden hedefimsin. Aslında, solculuk, devrimcilik, Marksçılık, Marksistçilik hakkında yazmadıklarına çok hayranım. Hele Kürtçülük hakkında yazmadıkların şahane. Mesela, salt Marks değil, günümüzde en dürüst kapitalist-burjuva basınında bile, ileriye gitmek için, eskiye bakışlar yazılı.
“İnsanlığın geleceği yaylacılık (iyi otlak için sürülerin mevsim göçü). Her yaz başında İspanya’nın güneyindeki sıcak düzlüklerde, ülkedeki en uzun sığır göçlerinden biri başlar. Yaylacılık olarak bilinen bu uzun mesafe hareketi, otlatma için daha fazla yiyeceğin bulunduğu bir bölgedeki meralardan diğerine canlı hayvan götürür.”
“Sığırların hareket etmesini hızlandıran modernleşme, aynı zamanda, çevreye paha biçilmez zarar getirdi. İspanya gibi büyük oranda yarı kurak ülkelerde, hayvan göçü ekosistem için büyük bir önem taşır. Tohumları yiyen inekler önce döllerler ve sonra dışkılarıyla kilometrelerce dağıtıp bölge toprak üstü bitki örtüsünün biyolojik çeşitliliğine katkıda bulunurlar. Genelde her kilometre kareyi 40 değişik tür bitki kaplar. Modern yaylacılıkla türler büyük ölçüde azaldı.”
Binlerce diğer örnekler vardı ama bunu bilerek seçtim. Biraz çok küçük çocuukluğumu ama asıl 1970 sonlarında Avrupaʼyı gezdiğimde rastladığım işçisiz işçi partisi PKKʼlı (ah! o güzel hızlı günler) devasa Kürt kültürü mümesillerinin gülünçlüğünü hatırlattı. O ara bu çeşit (pastoralism,) otlatıcılık/göçebe çobanlık üzerinde hayli kitap okumuştum ve özellikle Kürtler ile İran’da böyle güzel yaşayan diğer azınlıklar, tabii bana daha cana yakın gelmişti. Hızlı devrimci Kürtleri makaraya almak için böyle bir hayata ne derler diye sordum. Daha henüz yapay klonluk yoktu ama şimdi gibi doğal klonluk çok yaygındı. Aynı, tıpkı sen ve siz solcu, devrimci ve ilerici yanıtı aldım: ʻʻfeodal efendim, feodalʼʼ. Tabii korkumdan feodallığın salt Avrupaʼda ve en yakının da Japonyaʼda olduğunu söylemedim.
Belki ʻʻtüm izmlere mesafe koymagaʼʼ calışıyorsun ama cahilizmden asla kurtulamazsın.
İlkellere daha ciddi bakma 1970 başlarında çevre, daha doğrusu ekoloji ile ilgili sorunlara önem vermeyle başladı. Daha sonra çok çeşitli boyutlar kazandı. 2019 yılında sizlerin hâlâ bu enayi masallarınız çok eğlendirici.
Kendime dikkat etmeseydim bu yaşta açık pazarlarda kamyon doldurup boşaltmazdım. Yok eğer kafamı kast ediyorsan, sizler gibi halinden memnun orta sınıf mahluklara kötü bir haberim var. Materyalist, Marksist ve Kapitalist bilim araştırmalar benim gibi dünyaya kötümser veya olumsuz bakanların sizler gibi mutlu, iyimser ve dünyaya (alık alık) olumlu bakan neşeli robotlardan çok daha uzun yaşadıklarını gösterdi: hayal kırıklığı olmuyormuş. Asıl kendine dikkat etmesi gereken sensin ama o kadar çoksunuz ki sen toz olsan hemen senin yerini başka&aynı bir Hortlak alır.
Kafa basmiyor. ilkel insani da ikna edemez.oda deli diye bakar..
Insan dogadan geldiginden,onun parcasi oldugundan dogada yasamasi da dogaldir. parayi bulanlar sehrin disinda,bahceli,sulu,hayvanli yerlerde yasarlar.vede Ciplak..
Buna modern ilkellik diyebilirsin..
öte yandan ilkel toplumun yasantisi ilkeldir…her türlü fasist düsüncenin özünü olusturur..tartisilmasi da ilkel..
öte yandan da ilkel toplumun ilkel yasantisi
Kendine dikkat et Hortlak, parti büyükleri ağzına biber sürerler valla!
Harika bir parti tellalı olduğunu hiç utanmadan ve yine farkında olmadan ifşa etmişsin. Aklına hemen ikna etmek gelmiş. Hele cahilliğin! Artık gülmekten çok ağlamak lazım. Ulan insaf be! Sen de hiç mi utanma yok? Otobüs, tren, uçak, televizyon, bilgisayar, buzdolabı, gazlı ocak ne zamandar beri boş beyninde doğa oldu? Ne yazık! Bu site cahillerle dolu, hepsi senin gibi kara cahil, ırkçıi, yobaz. Benden başka senin bu akıl almaz enayi dümbeleğini işiten yok.
Seni ilkelleri öven Marks amcanı da ırkçı ve faşist etmeye sürükledim be hödük, farkında bile değilsin: ʻʻöte yandan ilkel toplumun yasantisi ilkeldir…her türlü fasist düsüncenin özünü olusturur..ʼʼ
Ardından da yine siteye çok yakışan cahilliklerini kusmuşsun.
Öte yandan komünist toplumun yaşantısı komünisttir, öte yandan kapitalist toplum un yaşantısı kapitalisttir, öte yandan medeni toplumun yaşantısı medenidir, öte yandan medeni toplumun yaşantısı medenidir, öte yandan sosyalist toplumun yaşantısı sosyalisttir, öte yandan göçebe toplumun yaşantısı göçebedir, öte yandan modern toplumun yaşantısı moderndir, öte yandan Hortlak gibi hebennekalar toplumun yaşantısı bu site yaşantısıdır… Diplomanı yüksek zeka üreten Özgür Üniversiteʼden mi aldın?
Çok muazzam bir altın madenisin. 1970ʼlerde Türkiyeʼyi gezerken rastladığım İslamcı ve faşistlerden duyduklarım bana hep Wilhelm Reichʼi hatırlatmıştı. İslamcılar ve faşistler, solu suçlama, kınama ve ahlahsızlıkla itham etmede daima ve en başta solcuların seks ilişkilerindeki serbestliklerini dile getirirlerdi. Seks baskısı ve seks açlığı hayal dünyalarını doldurmuştu ve şiddet diline dönmüştü. Sendeki bakireliğe düşkünlüğü altında da aynı baskılar yatar. Ve senin gibi baskı altında büyümüş ırkçı medenilerin ilkellerden nefretinin birinin bu olduğu çoktan bilinir. Diğeri de ilkellerin solcu köpeklerin allahı EMEKʼi bilmemeleri. Oku yavrum oku, Atatürk veya Öcalan gibi eşşek olma.
Her neyse, İslamcılar ve faşistlere benziyorsun: ʻparayi bulanlar sehrin disinda,bahceli,sulu,hayvanli yerlerde yasarlar.vede Ciplak..ʼʼ Tek fark site diğer solcu devrimci ve ırkçı yobazlara sığınman, ünlü ve ucuz zengin/fakir çağrışımı yapman.
“Çocuğumdan çok sevdiğim köpeğim” cümlesinden Irmak yeni bir roman çıkartır.
Bir ilkelin marksi anlayacak kapasitesi olmaz.tarihi materyalizmine ters dusme.
ilkeller seni yer. onlarin sayesinde bugunlere gelindi.
Bu laflari sen 4 ayaklilara anlat.. sanada hic laf islemez..
Ilkeller otobüsü hayan,ucagi kus,tv.yi canli olarak görürler. senide yiyecek olarak.kendilerinden olmayanlari yerler..
sen ne bicim ilkelsin?
ʻʻBir ilkelin marksi anlayacak kapasitesi olmazʼʼ
ʻKapasiteʼ yine ırkçılığını ele verdi, ama geçelim, senin gibi Dev Kürt Kültüründen çıkanın bu saplantısını ancak ʻdevʼ, ʻkültürʼ dil sürçmelerini bilen bir psikanalist anlar. Benim gördüğüm senin Marks amcanı ANLAMAMIŞ OLMAN, yani cahilliğin.
Marks, Türklerin atası Atatürk ve Kürtlerin atakürdü Öcalanʼa benzer. Her iki ata gibi Marksın da derdi peşine takılanları KURTARMAK be hödük, bu en temeli bile bilmiyorsun, be enayi Hortlak. Partide sana sokaklarda gazete falan mı sattırdılar?
İlkellerin KURTULMA derdi yoktu. Hatta yaşamda kalmak için gerekenlerde bile böyle bir şeyin olmadığı ispat bile edildi be hebenneka!
Doğru ki, işçisiz işçi partisi (PKK) soytarılığını, çoğunluğun Müslüman olduğu bir yerde, ulusalcılık şartlatanlığını anlamazlardı ama sen ve bu sitenin diğer enayileri KURTULMAK derdinizden dolayı her akıl almaz salaklıklara bal gibi inanırsınız.
Sen eğer Marks amcan ilkelleri anladı sanıyorsan, iyice cahilsin. İlkelleri anlamaya çalışma Marksʼdan sona duracağına üssel arttı be kara cahil!
ʻilkeller seni yerʼ
Avrupa atatürkleri ve atakürtlerinin senin gibi enayi halklarını ürkütmek, tiksindirmek ve senin gibi cahil mükemmel asker etmek için yaydıklar egzotik pratikler. Aradan bu kadar zaman geçti daha henüz Michel de Montaigneʼnin (1533- 1592) ʻʻYamyamlara Dairʼʼ (Des cannibales) makalesini bile ne duymuşsun ne de okumuşsun. Hay, senin Dev Kürt Kültürüne.
ʻʻIlkeller otobüsü hayan,ucagi kus,tv.yi canli olarak görürlerʼʼ Bak yine cahilliğin artı ırkçılığın. Bilgi daha önce bildiklerimize benzetilerek ilerler be angut! Senin bilgin ise daha önce bilinenleri bilmemeyle ilerlemiş.
ʻʻkendilerinden olmayanlari yerlerʼʼ Ulan sende hiç utanma kalmamış be! Sidik yarışı beynini allak bullak etmiş; saymasını bile unutmuşsun. İlkellilerin binlerce yıl yiyeceklerini senin dalkavukluğunu yaptığın dünyada bin mislini salt 8-10 yıl içinde öbür dünyaya gönderdiler.
Her halükârda, senin gibi enayiler bu sitenin ruhunu temsil ettiği için biraz da hepinize senin aracılığınla güleyim. Yamyam olmayan ilkellere yamyamlığın ne olduğu anlatılır. Önce biraz zorluk çekerler ama nihayet bildiklerinden (salakça kendini ele verdiğin ʻʻkendilerinden olmayanlari yerlerʼʼ) yararlanıp anlarlar: ʻʻBiz yemek için öldürürüz. Beyazlar birbirlerini öldürüyorlar, o halde, beyazlar yamyam!
Bu olmuş bir olay ulan Dev Kürt Kültürünün yüz karası Hortlak!
Hortlak, çok az kişiler hariç, bu sitenin temsilcisi, özü, ruhu. En büyük özelliği cahilliği. Kozları utanmaması, diğerlerinin aynı kendisi gibi olduklarını bilmesi ve daima onlara sığınması, elden düşme kelepir marksizmciliği, elden düşme kelepir kürtçülüğü ve ona sığınması, diğerleri gibi ırkçılığı, her zaman kabız olduğundan diğer kabızlar gibi bir iki cümle yazıp paçayı kurtarması…
Bir misal:
ʻʻilkeller seni yerʼʼ ve ʻʻkendilerinden olmayanlari yerlerʼʼ. Cahillik, utanmazlık, ırkçılık, diğerleri gibi televizyon-okul birlemesiyle doğup ve büyüdüğü hepsi bir arada. İnsan hiç değilse dandik ʻWikipediaʼ ansiklopedisine bakardı.
ʻʻYamyamlık kelimesinden türetilen Küçük Antiller adasındaki Carib halkı, 17. yüzyılda efsanelerinin kaydedilmesinin ardından yamyam olarak uzun süredir ün kazanmıştır. Bu efsanelerin doğruluğu ve kültürdeki gerçek yamyamlığın yaygınlığı konusunda bazı tartışmalar var.ʼʼ
Bakalım binlerce anlaşmazlıklardan birine:
Not: parantez içindekiler benden ekler.
ʻʻYamyamlık olasılığı şüphesi Batı tarafından, özellikle Yeni Dünya’da, fethi haklı göstermekte kullanıldı.
Columbus, Yeni Dünya’ya ilk gelişinin anlatımında yerli halkın dostane davrandığını ve sorun yaşanmadığı raporunu verdi. Kraliçe Isabella, yerliler yamyam değilse, saygılı ve nezaketli davranılmasını, aksi halde her şey der muaf der. Altın arayan İspanyollar hayal kırıklığına uğramışlardı Columbus geri döndüğünde eski dostane yerliler birden yamyam olurlar. (Hortlakʼın marksizmden bakire marksizme, Zileli ve piri Başıkayaʼnın anarşizme zıplamaları gibi) diğer bir çok kârlı ticarete başlarlar: köle ticareti. (İlk erkek feminist erkek karılardan biri olan) Isa-bela, ʻʻyamyamlarsa topraklarını al, öldür, köle et, (feminist olmayan) kadınların ırzına geçin demişti ve aynısı bu oldu*. ʼʼ
Bak, Bill Schutt, ʻʻCannibalism—the Ultimate Taboo—Is Surprisingly Common / En Aşırı Tabu Yamyamlık – Şaşırtıcı derecede Yaygınʼʼ
*Hortlakʼın cahilliğine bir ara örnek daha: Almanya’da gazetecilik eden Marksʼdan bir makale:
Bir aç köylü bir asilin özel mülkiyeti ormana girer, Zileli ve Başıkaya gibi hayvan ve çevre sevgisi modasına henüz katılmamış, bir aç köylü özel mülkiyet ormana girer, bir hayvan avlar. Yakalanır hapse atılır. Asıl raporun bu sitedeki ırkçı ve tiksindirici solcu devrimci laik marksist-anarşitslerin bir milyarından daha üstün ruhlu afyon trafikçisi rahip Las Casasʼdan geldiğini bilmeyen Marx şahane bir yazı yazar. ʻʻYamyamlar İspanyollardan kaçarlar. Bir gün biri işin sırrına varır ve açıklar, ʻbunların fetişleri (oku, allahları) bizde, onun için peşimizi bırakmıyorlar.ʼ Bunun üzerine hepsi altın takılarını alır (iki defa aynı balığın yakalanmadığı ilerici pezevenklerin allahı Irmakʼa atarlar.ʼʼ
Marks, ʻʻeğer (Hortlak ve benzerleri devrimci solcular) Alman vatandaşlerı yerine jüride yamyamlar olsaydı, köylünün canını kurtarmak için ormanı yakarlardıʼʼ der. Yani, Hortlakʼın ʻʻ tarihi materyalizmine ters dusmeʼʼ öğütüne ters düşer. Yani, dev Marks, bu hödük TEK TANRILI din mümini Hortlakʼın bir türlü anlamadığı bağlama yerleştirir ve olayı görece kılar.
Bu tarihi olayı Hortlak ve benzerleri hızlı devrimci solcu kerizler diline tercüme edersek: ʻʻİspanyollar tarihi düzeltiler, TARİHİ MATERYALİZME UYGUN DÜŞÜRDÜLER!ʼʼ. Ne güzel değil mi? Bana cevap veren kabızların cevaplar gibi az ve öz!
Utanma bilmeyen Hortlak, Kürtlerin dağ Türkleri olduğunu da bilmez!
Hortlak salt utanmaz da değil, odun mu odun. Ne okusa hemen parti didişmeleri diline çeviriyor. Aynı yazıya devam edeyim.
ʻʻ Yamyamlık, Çin hariç, hemen hemen diğer bütün kültürde bir tabudur. Çin tarih boyunca yamyamlık pratiği yaptı. Elimizde sayısız Çin imparatorlarına ve saray mensuplarına hazırlanan insan organlarından hazırlanmış lezzetli yemek tarifeleri ve belgeler var. Maoʼnun Kültür Devrimi sırasında, özel sektöre ait çiftlikler kolektifleştirildi. Fiyaskoyla sona erdi. (Asgari tahmin 18 million, Çin tarihçisi Yu Xiguangʼın araştırmasına göre 56 million insan öldü.) Aileler kendi çocuklarını öldürüp yememek için komşularının çocukları ile takas ettiler.ʼʼ
Ne yazık saray etrafında içeri girmeye azimli Hortlak, Zileli, Başıkaya gibiler hâlâ taraftar toplama derdinde : ʻʻYaşasın İman-Oğlanı, Temiztaş! Yaşasın özgürlük pezevenkleri!ʼʼ, ʻʻKahrolsun mide derdinde olan başörtülüler!ʼʼ, ʻʻYaşasın kadın özgürlüğü, eşcinsellik, hayvan ve çevre aşkı, sarı yelekliler! Gerisini siz doldurun canım. Hepsi sosyal medyada ve televizyonda değil mi ?ʼʼ
Bin sayfa bile bu salaklar sitesinin par-dick-ması Hortlakʼın cahilliğini ispat edemez. Aynı Erdoğan ve Trump yandaşları gibi koyunlaşmış sitedaşlar, eninde sonunda ʻʻsevmiyorsan, s*ktir git!ʼʼ der, pis pis sırıtırlar.
Yamyamlık tarışmasında solcu devrimcilerin allahı Marksʼdan bile daha materyalist bilim adam-karılarına göre ʻʻgıda efendim, gıda; protein, yağ kalori bilimsel falan filan ʼʼ. Allah kahretsin, yine karşımıza laik alın yazısı DNA çıktı!
Bakın:
https://www.theguardian.com/science/2017/apr/06/prehistoric-cannibalism-not-just-driven-by-hunger-study-reveals
VE
https://www.nature.com/articles/srep44707
Kısaca, Brighton Üniversitesi’nden insan evrimi uzmanı olan James Coleʼa göre, 66 kg’lık bir yetişkin erkek kabaca 144.000 kalori, iskelet kasları yaklaşık 32.000 kalori, böbreği 376 kalori ve dalağı 128 kalori sağlar.
Bir mamutun iskelet kası 3.600.000 kalori, at 200.100 kalori ve kırmızı geyik 163.680 kalori sağlar.
ʻScientific Reportsʼ dergisinde yayınlanan araştırmanın yazarı Cole, “Bu insanın pek besleyici olmadığını gösterir” dedi.
Devam.
ʻʻTarih öncesi birçok yerde bulunan yamyamlığın kanıtı atalarımızın yanı sıra Neandertaller gibi diğer homininlerin de bazen birbirlerini yediklerini kanıtlar. Ne var ki, araştırmalara göre, tarih öncesi insanlar arasındaki yamyamlık, sosyal sebeplerden kaynaklanmış olma ihtimalinin daha fazla olduğunu gösterir.ʼʼ
Bu alana girmeyeceğim bile: Karşıma Kürtlerin ve Marksistlerin yüz karası, bana göre insanlığın hızla artan yüz karalarının daniskası Meksika Amerika duvarından daha da faşist ve ırkçı Hortlakʼın taş kafası duvar çıkar.
Sayın Zileli,
Çok sayıda örnekler varsa da sık sık seyrettiğiniz ve hatta içinde yer aldığınız televizyon varlığını kuantum fizik teorisine borçludur. Yani önce teori sonra pratik.
Lazer, transistör ve mikroçipler, elektronik mikroskop, emar, yarı iletkenler, bilgisayar ve telekomünikasyon, flaşlı hafıza (usb)…
Nükleer enerji ve atom bombası…
Sosyal bilimlerde de çok benzerleri var. Devlet mekanizmasını işleten hükümetin seçimle başa gelmesi, birçok ülkelerin Marksizm teorisiyle komünist olmaları, ulusçuluk…
Günümüz dünyasında, günlük yaşam ve el ele giden düşünceleri çok büyük bir ölçüde belirleyen teoriler. Hatta teori daha sonra gelse de, insan yaşamına etkisi açısından bakılırsa, hangisinin daha önce geldiği sorusu önemini tamamıyla kaybeder.
Her halükârda, sizin ʻʻTeori Daima Pratiğin Gerisinde Kalır!ʼʼ yazınız bu iki kelimeyi özel bir anlam verdiğiniz intibası yaratıyor. Bu anlamları açıklar mısınız?
Mevlana Sözleri için en güzel mevlana sözleri sitesi; http://www.mevlanasozler.com
Yaftaci köfte,
milletle ugrasacagina kendinle ugras..
Bir ilkel sana sunu söyler; bizim atalarimiz eskiden agaclarda yasarlardi hayatlari hergün bayramdi..simdi suratimiz asik.mutsuz yasiyoruz.!
Tüm sahtekar peygamberler gibi; dünyanin gidisati kötüye gidiyor,deyip milleti ceheneme cekmege calisma.. gecmis yasam köleligin,esirligin,yamyamligin taridir. Bu örtülü bicimde devam etmektedir..
Eger insanlar anlamiyorsa,göremiyorsa bunun sebebi teknolojik gelismedir.. ondaki gelismeler tüm toplumu olumlu bicimde etkilediginden insanlar,tüm hayvani haksizligi göremiyor.. yoksa özü ayni,ayni yamyamlik,ayni kölelik,ayni esirlik,binbir sahtekarlik devam etmektedir..
Insanin en büyük dostu insan ama düsmanidirda..
Bu kadar yamyamlik kültürün varsa…istaha gelirsin..dikkat et.. Kiza bakmak icin,ahh ne bicim giyinmis su kiz! diyen sakallilar gibi..
yemisindir.yemis..
Aşağıdaki alıntılar daha kısa bir süre önceki yazıdan. Konu, bazıları için baş belası, bazıları için tek ümit, bazıları için ne olduğunu anlamak içén bilimsel araştırmalarla kökenini inilen din. Hortlak ve bu sitedeki solcu devrimciler için de çene düşüklüğü ve taraftar avcı-devşiriciliği. İşin ironisi: bilimsel araştırmalar, dinin insanlar ve insanların son akrabaları maymunlar arasında sosyalleşme, beraber yaşama, paylaşma ve özellikle yemek paylaşmasına dayandığını gösteriyor. Yani ʻkomünizmʼ kelimesindeki ʻkomünʼ! Sosyal-genetik hilkat garibesi Hortlak ise ırkçılığı, faşist ruhu, ʻgibi görünmeyleʼ geçinen, kara cahilliğinden gurur duyan bir mahlûk. Hortlak bin fırın ekmek yese anlamaz ama bir okuyan olursa belki anlar: Hortlak, mide derdi olmasaydı, dünya güllük gülistanlık olurdu.
Bu soytarı Marksist ama Marksizm hakkında bir bok bilmez. Marks, ʻʻsonunda insan doğallaşacak, doğa insanlaşacakʼʼ. dedi. İlkeller canlı veya cansız varlıklara karşı medenilerdeki sapıklık olan ben/o ayırımı yapmaz. Salt Temiztaş, İmamoğlu soytarı demokrasisi değil, evrensel demokrasi içinde yaşadılar.
ʻʻYiyecek paylaşımı birçok dünya dininde ortaktır – ve bazı tarih öncesi düşünceleri yansıtıyor olabilir. Ancak, gıda paylaşımını salt Homo sapiensler keşfetmedi. Neandertaller de iki milyon yıl öncesine dayanan diğer Homo türleri gibi kaynaklarını paylaştılar. Şu an bu şempanzeler ve bonolarda da var (not: modern insan genleri ile şempanzeler ve bonolarla paylaşır.) Sapienslerdeki yemek paylaşımının “kökenin son ortak atamızda olması gerektiği” fikrine yol açtı. ʼʼ
Not: Aşağıdaki Hortlakʼı kudurtacak.
ʻʻEvrimsel psikolog Robin Dunbarʼa göre, dine ilişkin bilimsel çalışmaların çoğu teolojiye dayalı doktrinel dinler üzerine yapılmıştır. Bu çok kısıtlı; çünkü “insanlık tarihi dinlerinin çoğu çok farklı, tanrılar ve ahlaki kodlardan yoksun ve olan şamanlıklığa benzer. Bu çeşit dinler ise 500 bin yıllık.ʼʼ ʻʻBonobo ve Ateistʼʼ kitabının yazarı Frans de Waal, telefonda, ʻʻtüm toplumların bir tür dinleri varmış, istisnası yok gibi ve eğer tüm toplumlarda dini varsa, sosyal bir amacı olmalıʼʼ dedi ve devam etti: Ayrıca, hayvanlar etkin bir şekilde çatışmadan sonra uzlaşır, eşitsizlik yaratan bölünmelere karşı çıkar, o nedenlerden çıkan kavgalara son verir, idealden sapmaları düzeltme ve normatif konuma dönme eğilimi gösterirler. Hem de, bu tür sapmaları önlemek için duygusal öz kontrolle ilerde çıkacak çatışmalara karşı önlemler alırlar. Bu da primatlardan insana geçişi (benden ek: Hortlakʼın teorisi gibi ağaç tepelerinden Dev Kürt Kültürüne) zıplama değil, sürekli ve kesintisiz bir geçişti. Kavga dövüşten sonra yaklaşık 30 farklı primat türü uzlaşıyor ve bu uzlaşma primatlarla da sınırlı değil: bu mekanizma sırtlanlar, yunuslar, kurtlar ve ev keçilerinde olduğu kanıtları da var. ʼʼ
Benden not: Yani, bu sitede ʻhalkımızaʼ, ʻuluslar arası halklarımızaʼ, hopla, zıpla, ileriye ve merdivende daha yüksek basamaklara atla tezahüratı yapan Marksist-anarşist solcu devrimciler dervişler 19.yüzyıl darbımeseli ekseninde dönüp duruyorlar. Girdikleri çemberden çıkmak, biraz okumak akıllarına bile gelmiyor. Çektikleri huu huuular kusursuz:19. yüzyıl devrimcileri söylememişse, yalan; söylemişse zaten kütüphanede ve parti toplantılarında!
Hortlak, Özgür Üniversitede değerli bir profesör, 2 milyon yıllık insan tarihinde özgürlğün Aydınlık devrinin laiklik devrimine kadar olmadığı tezini savunmuş. 2 milyon yılın %99,97ʼsinde devletsiz yaşayan insanlar için laiklik ne demek ben bilmiyorum ama bu sivri kelle profesör mutlaka bilir, çünkü o da senin gibi ʻmarksistim, anarşistim, devrimciyim, o halde her şeyi bilirimʼlerden. Yani o da senin gibi ırkçı, tarihin %99,97ʼsindeki insanlar insan değil. Veya bu profesör belki de aynı Batı çoğunluğu gibi o devirdekiler kuş olup uçamazlardı, balık olup denizde yüzemezlerdi, bin yıl yaşayamazlardı falan filan demek istemiş olabilir. Bu sivri kelleliler aynı senin gibi, her türlü zırvalama mümkün.
Bak: https://www.cafrande.org/laikligi-nasil-bilirsiniz-fikret-baskaya/
Hortlak, özgeçmişine ʻʻ17 hortlakʼʼ yazındaki ʻʻ eskiden agaclarda yasarlardiʼʼ, ʻʻ yamyamligin taridir. ʼʼ, ʻʻ yoksa özü ayni,ayni yamyamlikʼʼ, ʻʻ Bu kadar yamyamlik kültürün varsaʼʼ özdeyişlerini ekle ona gönder. Sanırım o şu an, özgür olmayan ve aynı zamanda özgür olmamanın ne olduğunu bilmeyenlere özgürlüğün olmadığının ne olduğu dersleri vermekte. Sen de %99,97ʼden bu tarafa kaytaran insan olmayan insanlara ağaçlardan yere inme, insan olma, yamyamlık yerine kasaptan et alma, Kürtler gibi kültürlü olma dersleri verirsin. Brezilya anayasasına göre “laico”, yani laik. Hocalığa başladıktan sonra da, sen ve profesöre ile aynı fikirde olan Bolsonaroʼya yazar, Türk zenginlerini ʻgerçeklik turizmʼ, ʻekolojik turizmʼ için Brezilya vahşilerini göstermeye getirmeyi düşündüğünüzü yazarsınız.
Hortlak, vahşi yamyamlardan sakın korkma. Siz beyazları görünce turist olduğunuzu hemen anlar, dans ederler, ağaçlara çıkarlar, boyanıp süslenirler, hatta korkutmak için şakasına sizi yeme numarası bile yaparlar. Kadınları normalde çıplak gezerler ama turistler gelince hemen bazı esas yerleri kapatırlar. Beyazların gizli saklı olanlardan daha çok heyecanlanıp iştahlandıklarını turizm ajentalarından öğrenmişler. Mesela site müdürünün anarşistlik diplomasını aldı yerde, o ülkenin en yüksek 5 zekâlısı arasında olan Churchill, kadınlar için, ʻʻaçıp fikir yaratıyorlar ama esası saklıyorlarʼʼ dedi. Lafı açılmışken, gözünüz aydın, maalesef Kürt değil ama, bir Türk kökenli İngiltere başbakanı oldu. Darısı bir ayrancı ırklı Kürtlere.
Sayın Zileli,
ʻʻTeori Daima Pratiğin Gerisinde Kalır!ʼʼ yazınızda gözlem yapanla gözlemi yapılan arasında bir ayırım yapmışsınız. Bunun geçerli olmadığı artık çok iyi bilindiği gibi bu varsayımın tarihte doğduğu ve büyük felaketlere yol açtığı da artık çok iyi bilinir. Çok basit bir örneği ʻkarşı etkisiz etki yokʼ. Daha önemli örnekler de var ve sayısız: en azından, ʻʻinsan doğasıʼʼ ve laik alınyazısı DNA bile epigenetik ile sorunsal oldu. Hem de, bu ʻʻTeori/Pratikʼʼ teorisi, ki bence son derece yıkıcı ve katastrofik, ʻʻpratik-gerçekʼ dünyayı tanınmayacak kadar değiştirdi. Her neyse, en azından, bilginin bile imkansız olacağı olumsal dünyada bu farkların ʻʻileri toplumlarʼʼ/ʻʻgeride kalmış toplumlarʼʼ, toplum içinde sınıflar, canlılar/cansızlar ve benzeri gibi ideolojik dillere çevrilmesiyle tarihin bir safhasında bazı toplumlarda yaratılmış ve zamanla tüm dünyaya yayılmış teorik anlatımların insan ruhunu biçimlendirip harabe etmesini dinlerde olduğu gibi zaman dışı bir gerçek gibi ifade etmişsiniz. Eleştirme yerine kendiniz diğer bir ideolojik, bir teorik anlatımla, sanki taş, ağaç, kedi, köpek gibi — ki onlar için bile pek geçici değil — evrensel, her yerde her zaman gerçek varlıklar dünyası olmuş. Bir yandan hayvan seviyor ve kadınları savunuyorsunuz; diğer yandan, hemen hemen her yerde annelerini babalarından çok seven erkeklerin bile ʻʻsaçı uzun, aklı kısaʼʼ büyük beyin teorik safsatası ile varolan dünyayı ne kadar etkileyip değiştirdiklerini ve iğrenç becerilerini sanki duymamışsınız. Hayvanlara gelince, evrimde büyük beyinliler madalyası takanlar, benzeri iğrençlikle, ʻʻkuyruğu var, aklı yokʼʼ düşüncesiyle hayvanlara akıl almaz işkence, kıyım tatbik ettiler ve ediyorlar.
Bu dinsel/metafizik çok zararlı ʻʻTeori/Pratikʼʼ ayırıma devam etmeniz çok üzücü. Ve çok yazık!
koskocaman tanri adam ile hawaya koskoca dunyayi ceza vermek icin yaratmis. sende ilkel yasam cennet diyon.
Koskoca Dunya iki kisiye!..arti yildizlar arti canlilar…
Cetin altan son makalelerinde padisahin 4 beygirlik arabasina karsilik bugunun bir koylusunun 100 ve daha komforlu sahip oldugundan bahsetmisti..
Bugun hala ilkel toplumlar var. git oraya. onlara sor medeni ulkeler hakkinda ne diyorlar.. belki onlar seni ikna ederler..
anlattiklarin masal.cocuk kandirmacasi. hayvansal yasamin yani yasamin tek gayesi olmemek icin yemek uremek..
homurdan dur..ye babam ye..kolay gelsin
İnsanlığı Yeniden Büyülemek: Anti-Hümanizme, Mizantropiye, Mistisizme ve İlkelciliğe Karşı İnsan Ruhunun Savunusu (2019)
(For English:
Re-Enchanting Humanity: A Defense of the Human Spirit Against Antihumanism, Misanthropy, Mysticism, and Primitivism (1995-96)
https://libcom.org/files/%5BMurray_Bookchin%5D_Re-Enchanting_Humanity_1.pdf)
İnsanlar bu gezegenin ‘kanseri’ midir? Yeryüzünün ve tüm canlı türlerinin varlığını tehdit eden, evrimdeki korkunç bir anomali durumunu mu oluştururlar?
Bu sorular, insan ruhuna, akıl ve yenilik yaratma yetilerine modern çağda neredeyse eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir hakaret anlamına gelir. Bunlara yönelik anti-hümanist tepki ise 18. yüzyıl aydınlanmasının geliştirdiği ve 19. yüzyıldaki çeşitli sosyalizmlerin beslediği akıl, laiklik, bilim ve insanın evrenselliğine yönelik vurgunun yerini alan narsisist bir mistisizm, mizantropi (misanthropy) ve toplumsal dingincilik ortaya koyar.
Ömrü boyunca radikal ve öncü bir çevreci (environmentalist) olan Murray Bookchin, bu sorulara ses getiren bir cevap vermişti: Hayır!
Anti-hümanizmin çeşitli biçimlerine yönelik çoğu zaman nükteli ve amansız eleştiriler içeren araştırmasında Bookchin, bizi kuşatan sorunların toplumsal irrasyonalizmden kaynaklandığını ve bu sorunların mistisizm ve dinginciliğe geri çekilmekle değil, yalnızca akıl ve hayal gücü ile çözülebileceğini ileri sürmektedir.
Meselenin bizlerin fazlasıyla insan, akılcı ve medeni olmamızla değil; bilakis yeterince insan, akılcı ve medeni olmayışımızla ilgili olduğu hususunda uyarmaktadır.
Derin ekolojistlerin, sosyobiyologların, (Thomas Robert Malthus) ‘Malthus’çuların, ‘Gaia’cıların ve çoğu postmodernistin biyolojist ve indirgemeci düşüncelerine kışkırtıcı bir biçimde meydan okuyan bu kitapta Bookchin, ‘aydınlanmacı hümanizm’ adını verdiği şeyi önermektedir.
Zamanımıza sinen ve bizi zayıflatan cesaret eksikliğine karşı düşünce, umut ve yenilenmeye yönelik bir mesaj.
Yayınevi: Sümer Yayıncılık
Çevirenler: Gökhan Demir & Dünya Ahtem Öztogay
http://www.sumeryayincilik.com/?product=insanligi-yenden-buyulemek
Bookchin ve heyecana kapılan ʻʻ21 Murray Bookchin – İlkelciliğe Karşı Olmakʼ yorumcuyu sevdiğim bir fıkra (bir ayıp kelimeyi içeren kısmı değiştirdim) güzel tanımlar.
-“İğnesi var sokamaz, kanadı var uçamaz, peteği var bal yapamaz…” Bu ne?
– Ulan böyle arı mı olur, be?
Bookchinʼin mistikler hakkında bilgisi sevmediklerine o adı vermekten başka sıfır. Çünkü bazı yazılarını okudum. Tarih boyunca düzeni, laik olsun olmasın, elde tutanlar, mistiklerin baş eğmeyenlerini ezdiler, zulüm ettiler. Diğer konularda da 19. yüz yıl malum sosyal mühendislik bataklığına saplanmış kalmış. Mistiklikle başlayacağım.
ʻʻ21 Murray Bookchin – İlkelciliğe Karşı Olmakʼ. Bir bakıma daha da yüz kızartıcı. Kendinden bir şey yok. Hem de insan biraz kuşkulu olmalı. Kuşku genel olarak bilginin, özel olarak da modern bilimin motoru. Bookchinʼin fikirlerini eleştiren bazı yazılara bakmadan reklamını yapmış. Ben savunan ve saldıran sayısız yazılar okudum. İyi bir başlangıç noktası ʻʻChomsky, Bookchin and Perlmanʼʼ kıyaslaması yapan J. Moore. Özellikle de, gocunan Chomsky ve Bookchinʼin yanıtları. Kıyaslamaya göre, ki katılıyorum, ikisi de sıradan klasik anarşistler. Gerçi sonraları çiçekten çiçeğe bal toplayan ama bir türlü ilk aşkı Marksizmʼden kurtulamayan Bookchin, anarşistlikten de vazgeçti. Modernlerde yaygın olan önder, efendi, kılavuz, bilirkişi, uzman falan filan aramanın yan etkisi olmalı.
Bookchinʼin saldırdığı konularda ciddi bir bilgisi olmadığını, aslında düzen meraklısı ve sosyal mühendislik heveslisi olduğunu vurgulamak için bilhassa çok anlamlı, ʻʻçelişkilerʼʼ dolu mistiklileri seçtim.
1. Marksist Ernst Bloch: La Philosophie de la Renaissance (Türkçesi : ernst-bloch ronesans-felsefesi.pdf). Kitaptaki Mistikler:
– Giardano Bruno
Not : 1600ʼda yakıldı. 2000 yılında şahane bir karikatürde daha odunlar yakılmadan Brunoʼnun kafasından alevler çıkar.
– Théophraste Paracelse
Zamanındaki Bookchinler ve bu site büyük beyinlileriyle alay etmek için kendine Latince Theophrastus Bombastus Paracelse von Hohenheim adını verdi.
– Jakob Boehme
ʻʻAşk Allahʼdan da güçlü, çünkü Allah, bu site büyük beyinlileri gibi, acı çeken bir zavallı seviyesine, inmeyecek kadar büyük; aşk ise yardıma koşarʼʼ der. Hegel, diyalektiğini ona borçlu. Boehme, kunduracıydı ve yazmasını bilmezdi ama yazması yasaklandı!
2. Bilim tarihçi ve filozofu Alexandre Koyré. Thomas Kuhn ilhamını ondan aldı:
La philosophie de Jacob Boehme. Étude sur les origines de la métaphysique allemande (1929)
Mystiques, spirituels, alchimistes du XVIe siècle allemand : Schwenckfeld, Séb. Franck, Weigel, Paracelse, avant-propos de Lucien Febvre (1955)
Lucien Febvre şahane Türk tarihçilerinin ait olduğu ekolün kurucusu.
From the Closed World to the Infinite Universe (1957), Giordano Bruno en önemli temsilcilerden.
3. Einstein mistik Hindistanʼa Tagoreʼyi görmeye gider. Sonra kendinin daha dinci olduğunu itiraf eder. Neden mi? Tagore, kağıt üzerindeki bir böceğe işaret edip ʻböcek için kağıt, benim için kağıttaki şiirim önemliʼ der. O da neden mi? Bir şiirinde, Tagore, fakir komşularına kendi sunağını kullanmalarına müsaade ettiğini yazar. Ve ekler: ʻʻtabii, her defasında sunaktaki yiyecekler kayboldu.ʼʼ
4. Dünyadan sadece mistikliği, dini değil bilimcilerin dini metafiziği de yok etmeye hevesli, Bookchin ve bu site devrimcilerine benzerlerden oluşan Vienna Circle, bilimin sınırlarını çizmekle çığır açan Wittgensteinʼı konferans vermeye davet ederler. Wittgenstein sırtını onlara çevirir ve Tagoreʼden şiirler okur.
Niels Bohr, bu kuru kafalılara Kuantumu anlatır ve dışarı çıkarken ʻʻiyi ki anlayanlar var, ben hiç bir şey anlamış değilimʼʼ der.
5. Tamamıyla değişik bir yorumla Kuantum fiziğini mistiklikten kurtarmaya çalışan David Bohm da Hindistanʼa mistik Krishnamurti ile konuşmaya gider.
6. Baş artist Norman Cohn:The Pursuit of the Millennium: Revolutionary Millenarians and Mystical Anarchists of the Middle Ages (1957)
Norman Cohn da tıpkı Bookchin gibi bu alçak mistiklerden nefret eder. Hem sitedeki büyük beyinlilerin ve Bookchiniʼin eski putları Lenin, Stalin, Mao; hem de Hitler, Mussolini, faşizm ve nazism ideolojilerin kökenini bu mistiklerde bulur. Sonra da kaza kaza şeytanlığın kökenini İranʼda, Zerdüşlükde bulur.
7. Zamanında tüm Avrupaʼyı peşine takmış mistik Swedenborg için Blake bayıldığım bir laf eder: ʻʻCenneti çok iyi biliyor ama Cehennem bilgisi kulak dolgunluğu.ʼʼ
Hegel benzerini söyler: ʻʻKarnını doyur, ruhanilik kendiliğinden gelir.ʼʼ
8. Bir örnek daha verip eve yaklaşacağım. Ekonomi tarihçisi sosyalist R. H. Tawney ʻʻdünyadan elini ayağı çekme, dünya mallarında gözü olmama ve mistik ruhlu olma ile iş hayatıında çok başarılı olma arasında büyük bir bağ var.ʼʼ der.
Bu lafı protestanlıkla kapitalizm arasındaki ilişki çerçevesinde söyler. Benzerini tam bir şehirli tüccar dini olan İslamʼda görmek mümkün. Tarımcıların ay takvimini kullanması akıl dışı diyebiliriz. Ama belki köylüler aşırı ilericiler, Bookchin ve bu site marksist-anarşist büyük beyinlilerden daha da ileriyi gördüler. Biraz daha beklersek, bütün gıdalar molekül formüllerini kullanarak 3-boyutlu baskı makineleriyle yapılacak veya dünya Bookchinʼin insan ruhlarıyla dolacak, bedensiz, yemeden sıçmadan yaşayacaklar.
9. Çok ünlü mistik Meister Eckhartʼa sordular:
– Ruh mu, vücut mu?
– Vücudum olmasa ruhum ne işe yarar ki?
Bak şu salak mistiğe! İnsanların İlerde Bookchin gibi vücutsuz, salt materyalist beyinlerden oluşan laik-materyalist ruhlar olacağını bütün bu mistik zart zurtlarına rağmen hayal edemiyor bile. Bu sitedekiler sonsuz zeki olduklarından belki materyalist ruhun ne olduğunu diğer konular gibi çok bilirler. Ama bilmezlerse, tuvaleti düşünün, su akışı kendiliğinden duruyor. İnsanlar da aynı tuvaletler gibi olacaklar.
Yüzlerce dahası var. Ben özellikle Bookchin ve bu site sakinlerinin hayran oldukları Avrupa modern bilimine büyük katkıları olanları seçtim.
Gelelim ev ve yakınlarına. Binlerce arasından seçmek gerekirse Yunus Emre, hapse atılan Pir Sultan Abdal… Bu sitedekiler gibi saray etrafında doğmuş büyümüşlerin saray edebiyatı dışındaki halk ozanlarının hemen hemen hepsi mistik ruhlular.
Çok sevdiğim bir örnek, Yunus Emreʼden :
İster idim Allah’ı buldum ise ne oldu (Not: Allah da işe yaramıyor, kafi değil)
Ağlar idim dün ü gün güldüm ise ne oldu
Erenler meydanında yuvarlanır top idim
Padişah çevganında kaldım ise ne oldu (Not: Hadi, padişah da zibile atıldı)
Erenler sohbetinde deste kızıl gül idim
Açıldım ele geldim soldum ise ne oldu
Âlimler ulemalar medresede buldusa
(Not: Vay be, büyük beyinlilerle Özgür Üniversite de gitti!)
Ben harabat içinde buldum ise ne oldu
İşit Yunus’u işit yine deli oldu hoş
Erenler manisine daldım ise ne oldu
Eve yakınlardan da çok var. ʻAna el haqqʼʼ dediği için canlı canlı derisi yüzülen Hallâc-ı Mansûr, Goetheʼnin benzemek istediği Hafız, …
Biraz uzakta, Gandhi, Nagarjuna, Chuan Tzu…
Bookchin, dünya tarihinde mistiklerin çoğunun laik veya dinci düzeni elde tutanlar tarafından zulüm görmüş muhalifler olduğunu bile bilmiyor. Ne de aralarından çoğunun modern bilimde büyük katkıları olduklarını biliyor. Sevgilisi Greklerde Pisagor köküne kadar mistikti. Yeniler de çok. Gödelʼden Schrödingerʼe kadar ve…
Çok beğendiğim ve teoloji dışında bütün kitaplarını okuduğum, İslamʼa çok sert saldıran anarşist Ellul İslamʼda sufileri ve genel olarak İslamʼda aracı tanımıyan mistikleri hariç tutar ve över.
Bilgim Türkçe dilinde kitaplar okumakla gelişmediği için ne zaman yazsam sayısız yer ve kişi isimlerinin Türkçe yazılışlarını aramak çok yorucu oluyor, üstelik uzatmamak da var.
Bookchinʼin daha da çok saçmaladığı diğer konular işi çok uzatır. Hortlak da eski mesleğine devam etmekte. Daha önce Marksist partilerde gazete satma gibi ayak işlerine salmışlardı. O yüzden o da arı fıkrasında olduğu gibi ʻʻbu ne biçim Marksistʼʼ olmuş çıkmış. Şimdi de site büyük beyinlilerinin fedaiciliğini yapıyor, onların yerine ısırıyor.
Bir sonraki yazıma giriş: Bookchin, ʻʻ my own avocation as a biologistʼʼ der ve ekler, “Progress is measured by the degree of differentiation within a society. … Both the ecologist and the anarchist view differentiation as a measure of progress. … to both the ecologist and the anarchist, an ever-increasing unity is achieved by growing differentiations.”
Evrimle türlerin artışı ʻdifferentiationʼ ile olur. Bakınız en basit ve en dandik ansiklopedilere.
Speciation (türleşme) is the evolutionary process by which populations evolve to become distinct species. / Türleşme yeni biyolojik türlerin oluştuğu evrimsel süreçtir.
Gerçi insanın türlerin soy bitişine neden olması çok eski ama asıl hız 10 00 yıl önce Bookchin & Co. şakşakçıları, örneğin bu site ilerici mistikler, hoplayıp zıplatan Neolitik ile başlar.
ʻʻ The Holocene calendar, also known as the Holocene Era or Human Era (HE), is a year numbering system that adds exactly 10,000 years to the currently dominant (AD/BC or CE/BCE) numbering scheme, placing its first year near the beginning of the Holocene geological epoch and the Neolithic Revolution, when humans transitioned from a hunter-gatherer lifestyle to agriculture and fixed settlements.ʼʼ Bu 10 000 yıla özel bir isim verildi: Anthropocene.
Özellikle de ve ayakta alkışlanan, bütün ilericileri vecde getiren son 4-5 yüz yıl üssel bir hız kazandı. Hele son günler:
ʻʻGlobally, it is estimated that there are 8.7 million species living on our planet, excluding bacteria. Unfortunately, human activities are wiping out many species and it’s been known for some time that we are increasing the rate of species extinction. But just how dire is the situation? According to a new study, it’s 10 times worse than scientists previously thought with current extinction rates 1,000 times higher than natural background rates*.ʼʼ
*ʻʻthan natural background rates.ʼʼ: insanların neden olmadıkları.
İşte Bookchin ve bütün yavşak solcu devrimciler farkında bile olmadan efendileri ve üstatları politikacıları taklit edip laf cambazlığı ile taraftar toplama muhabbet tellallığına böyle mantık bilmeyenleri kandırmayla başlarlar. Tabii, bu işte çok daha usta olanlar reklam şirketleri ama onlar alçak kapitalist; güç birikimi yerine para birikimi peşindeler.
İyi, iyi de laf oyunu nerede?
Birincisi doğal tür bitişlerinin teorisine uymaması. İkincisi ölçüye dayanan bir nesne değerlendirmesinde ölçüyü hasır altı etme. Üçüncüsü 8. yüzyılda Aydınlığa kavuşmuş Aydınlar (hepsi değil) Avrupaʼda doğan bir kıstası tüm tarihe uygulamada.
ʻʻProgressʼʼ daima daha yüksek, daha iyi ima eder. Bu sayısız defa sayısız kitaplarla belirlendi. En klasik ʻʻThe Idea of Progressʼʼby J. B. Bury. Daha yakın tarihte ʻʻThe Concept of Progressʼʼ by J. H. S. Bossard.
Progress, cambaz Bookchinʼin dediği gibi bir nicelikle kanıtlanır. Eğer ölçü yoksa, dünyanın sonuna kadar tartışma bitmez. İşin ironisi, Bury, karşı gelenlerin ʻʻprogressʼʼ kavramını savunanlara özellikle Bookchinʼin göz bebeği Greklerden örnekler verdiklerini ve örnekleri o zamanın Hortlak ve bu sitedekiler gibileriyle kıyas ettiklerini yazar. Ama tartışma devam ede dursun, kapitalizm veya çok daha doğrusu bilim-teknoloji göz ve beyin kamaştırıcı başarılar kaydeder. Avrupa dünyayı egemenliği altına alır, herkesi kendilerine benzetir. Bütün mesele unutulur. Her kes Aydın ama bazıları daha aydın olur. Herkes sosyal mühendislik eder ama bazıları kapağı sraya atar.
Buryʼnin klasik eserinden alıntılarden Bookchinʼin oyununu ifşa eder.
ʻʻ(Progress) IS THE ANİMATING AND CONTROLLING IDEA OF WESTERN CIVILISATION. The phrase CIVILISATION AND PROGRESS has become stereotyped, and illustrates how we have come to judge a civilisation good or bad according as it is or is not progressive. The conjunctions of “liberty and progress,” “democracy and progress,” meet us at every turn. Socialism, at an early stage of its modern development, sought the same aid. The friends of Mars, who cannot bear the prospect of perpetual peace, maintain that war is an indispensable instrument of Progress. It is in the name of Progress that the doctrinaires who established the present reign of terror in Russia profess to act. All this shows the prevalent feeling that a social or political theory or programme is hardly tenable if it cannot claim that it harmonises with this controlling idea. (Not: yani Progress ile)
In the Middle Ages Europeans followed a different guiding star. The idea of a life beyond the grave was in control, and the great things of this life were conducted with reference to the next. When men’s deepest feelings reacted more steadily and powerfully to the idea of saving their souls than to any other, harmony with this idea was the test by which the opportuneness of social theories and institutions was judged.
Under the control of the idea of Progress the ethical code recognised in the Western world has been reformed in modern times by a new principle of far-reaching importance which has emanated from that idea. When Isocrates formulated the rule of life, “Do unto others,” he probably did not mean to include among “others” slaves or savages. (not: eminim Isocrates Hortlak, Zileli, Başkaya ve diğer 19. yüz yıl İlericilik şakşakçılarını dahil ederdi.)
PROGRESS MEANS THAT CIVILISATION HAS MOVED, IS MOVING, AND WILL MOVE IN A DESIRABLE DIRECTION. ʼʼ
Bu alıntı da Brossardʼdan:
ʻʻ Progress ranks with education and science as three of the most used and abused words in our contemporary vocabulary.ʼʼ
Bu benden, ʻʻçeşitli İLERLEMELER var: Technological progress; Scientific Progress; Social progress; Domesticsʼ / domesticatedsʼ Progress like Bookchin.
Bookchin Progressʼi tarihte aramış aramış 19. yüzyılın habercisi Rönesansʼın sarışın mavi gözlü sevap keçisi Greklerde bulmuş. Kadınlar çocuk, köleler gıda fabrikası; Fenikeli ustalarını taklit eden Grek tüccarlar kâr için onlar gibi etrafta vızıldar; Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında koloniler bol; televizyonda, aynı şimdi gibi, bol eğlence. Gökyüzü baba tanrı Zeus, topraklarını ele geçirdikleri Pelasgiansʼların yer tanrıçalarının ırzına geçer durur. Filozoflar da, bu banal şeyler hariç kaldırıp altına bakmadıkları taş bırakmazlar, yaratıcılı ederler. Ama hiç değilse, Bookchin gibilerin çılgınlığını görüp adına kibirlilik ʻʻhubrisʼʼ taktılar. Şimdi ise bu yaratıcılık insan ruhu oldu. Kinikler etrafta kandille dürüst insan ararlar. Kısacası, ʻʻBookchin has no clothes!ʼʼ
Bookchin, Antik Greklerde salt özgürlük çeşitleri bulmamış. Zeusʼün yerli tanrıçalarla aşk maceralarına da heves etmiş. Bir ara, bu tam ve gerçek erkek Bookchin, etrafı kadınsı kimselerden (sissies) temizlemek amacıyla, tıpkı bazı mistikler gibi, inzivaya çekilip güç toplamaya, “muscularity of thought” jimnastiği yapacağını açıklamıştı. ʻİlkelciliğe Karşı Olmakʼ bu jimnastiğin eseri. In any case, Nightmares of Bookchinʼs Urizen succeeds in producing quite a few monsters.
Bookchinʼin asıl ve vahim problemi, hocanın anahtarını sokak lambasının altında araması gibi, karmaşık dünyayı önce karikatüre çeviremek sonra da saldırması.
Ben kendin dünyanın gelmiş geçmiş en azılı anarşistleri içinde yaşıyorum ve hepsi kendilerinin tek, otonom, özgür olduklarıyla iftihar ederler. Ne var ki, bir kız/kadın kafasına ananas takar takmaz hepsi takar. Amerikan kasketlerini ters giyen genç ve ihtiyar –genç erkekler hakeza. İstek başka, gerçekleştirmek başka, hepsi o kadar ve basit!
Bir örnek daha. Bir yazısında ʻʻotonomluğaʼʼ saldırır. Bookchin kafayı new Age veya Kaliforniyalılara takmış gibi.
Her neyse. Arı fıkrasına döneyim. Humanizm bilmez, Antropoloji bilmez, Mistiklik bilmez, İlkellik bilmez ama 300 sayfa doldurur.
İki antropologlardan alıntılar:
ʻʻI feel that all tragedies we experienced first with colonialism, then with fascism, finally the extermination camps, are not in opposition or in CONTRADICTION to the alleged HUMANISM as we have been practicing for several centuries, but almost is ITS NATURAL EXTENSION. Since this is, somehow, the same and single stride that man began by tracing the border between his rights and those of other living species. And was then established the same border within the human species itsef, separating certain categories recognized as truly human and the other human categories as if they have undergone a degradation conceived on the same model that was used to discriminate between humans and the other living species as non human. A true original sin that pushes humanity to self-destruction.ʼʼ
The respect of man by man can not have its basis in certain special dignities that humanity claims to be truly its own, because then a fraction of humanity can always decide that it embodies those dignities more than the others.
Rather, it should start from a kind of principled humility; man, starting with the respect toward all forms of life outside his own, would then protect himself from running the risk of not respecting ALL forms of life within humanity itself.ʼʼ
Claude Lévi-Strauss
ʻʻ The importance placed on enskillment (Not: kendi evini yapma, kendi gıdasını temin etme, kendi bahçesini yapma gibi) was but one dimension of a far-reaching prioritization of, and respect for, the AUTONOMY of individuals.ʼʼ
ʻʻIn the course of fieldwork I was often frustrated by a steadfast refusal to presume to know the mind of another, and had to accept the futility of asking informants about THE BEHAVIOR OR INTENTIONS OF OTHERS.ʼʼ Harry Walker
Bu alıntılar kitabının ʻʻLearning to Stand-Leaned-Togetherʼʼ adını verdiği girişin adı. Yani, hem dayanışma hem otonomluk!
Bak şu Hegel diyalekticisi Bookchinʼin diyalektik ustalığından yoksunluğuna!
Bak şu sitedekilerin yuttuğu Bookchiniʼin dil çabukluğuna!
Bak şu insan ruhunun keşfetmediği nanometre bırakmayan reklam şirketleri ve psikoloji bilim adam ve karılarına! Bak şu amatör psikolog Zileli ve Hortlaklara!
İlk notlar:
* Atwoodʼun bu yazısı Ian Morrisʼin ʻʻForagers, Farmers and Fossil Fuelsʼʼ kitabında bir bölüm. Kitapta hayvan gibi bulduğunu yiyen ʻforagersʼ ekonomisi en iyisi! Aman Bookchin bu ilkelliği beğenmeyi mezarında duymmasın. Ama Hortlak onun yerine kudurur.
** Aynı de Waal, Bookchinʼin mistikliğine aday olacak bir kitap yazdı: ʻʻAre We Smart Enough to Know How Smart Animals Are?ʼʼ
Hortlak, bak şu hayvanlara! Dev kültür yok ama zeka çok. Olmaz!
When the lights go out: human values after the collapse of civilization
Margaret Atwood
I would like to thank Professor Morris* for his stimulating, bracing, synthesizing, and heart-stoppingly terrifying lecture, which I predict will soon become a video game, like Snakes and Ladders but with a lot more snakes.
Let me briefly place myself. I’m a writer of fiction—I say this without shame, especially since the brain gurus have revealed that the narrative skills that we evolved in the Pleistocene were a prime driver of evolution. Without them, we’d have the language aptitudes of the Walking Dead, and would thus be unable to discuss human values in the way that we are doing today. So, scientists and philosophers, don’t sneer at tale-tellers, please. My discipline is more foundational than yours.
But before taking to fiction-writing, I grew up among the biologists, and almost became one of those myself. I keep up with biogeekery as best I may, and am ever on the alert for cyborg insect spies, man-made sausage meat, headless chickens, and more, which impelled me to write, for instance, Oryx and Crake, a novel that plays with our latest toy: genetic engineering. We can now create new life forms, and are bent on transforming the human race from the inside out. (Hint: geeky-looking biologists will design beautiful females with an inborn lust for geeky-looking biologists. Watch out for this trend.)
We are living in a time in which our complacencies about our innate virtues and capabilities are being strenuously challenged, at the same time as our view of the boundlessness of the biosphere on which we depend is also being challenged. Where Do We Come From? What Are We? Where Are We Going? (To quote the painter Paul Gauguin.) Those have been the essential human questions for a very long time, but the answers are changing rapidly.
And that is important, because the answer to the third question—Where are we going?—will depend quite a lot on how we parse the first two: What are we? and Where do we come from? The neuron guys, the DNA historians, and a whole boatload of affiliated researchers are busily at work on these questions. As are the wider-picture biologists such as Franz deWaal**, most recently in The Age of Empathy—it seems we are not merely the inherently selfish and aggressive nasties that social Darwinism posited for so long—and E. O. Wilson, recently in The Social Conquest of Earth—it seems that some of our core value-linked characteristics have survived as we moved from foraging to farming to latte-drinking in airports. (Not incidentally, Professor Wilson’s most recent book, The Meaning of Human Existence, places at the center of the ongoing human endeavor not the sciences, but the humanities. Which will surprise a lot of people.)
We used to hear quite a lot about “the human spirit,” and I’m not giving up on that, though Professor Morris’s hook-and-eye model of our ethical values causes serious quavering. Our ethical values are, it seems, joined at the hip to whatever it is that causes the lights to go on and the wheels to roll round, which in turn has a profound effect on what’s for dinner, if any: raw seal, heaps of glistening meat as in The Odyssey, a mess of pottage as in the saga of Jacob and Esau in the Bible, vegan stew as in my corner raw-foods bistro. And those values are also joined to who will be cooking that dinner, if there is any dinner, and if there is any cooking: Mom, slave, Parisian chef, Momslave, KFC deepfat fryer—and serving it, if it is not self-serve: Mom; procession of seminaked slaves; waitress; Automat; Hi, I’m Bob, Your Server for Today; Dad in BBQ apron; Mildred the Robot; and so forth. And who will get the best bits, if any: Mighty Hunter; Mighty Warrior; Aristocratic Landowner; Dad the Patriarchal Businessman; Mom, the modern entrepreneuress; the spoiled kids; Rover the Dog; Mildred the Robot; and so forth.
It’s all very fascinating, especially to a person such as myself, in the habit of writing fun-filled, joke-packed romps in which most of the human race has been obliterated—but some have survived, because otherwise there wouldn’t be any plot, would there?
But suppose there really is a collapse such as the ones in my fictions, and also the one hinted at by Professor Morris. You might think that under such conditions those of us who are left would go back one step—from fossil-fuel values to agricultural ones—but in conditions of widespread societal breakdown, we’d more likely switch to early foraging values almost immediately, with the accompanying interpersonal violence. Short form: when the lights go off and the police network fails, the looters will be out looting within twenty-four hours. Agriculturalists have land to defend and therefore borders to protect, but urban dwellers minus their usual occupations are nomads, dependent not on what they can grow—that’s a long seed-to-harvest cycle anyway—but on what they can scrounge, filch, or kill.
These scenarios are of value to fiction writers as plots; indeed, they are popular plots at the moment, as witness the Zombie Apocalypse. But like everyone else, I’d also like to have a realistic take on our chances of survival, not only as a species, but as a society. As Professor Morris has pointed out, globalization means that, due to our network of supply and distribution, it’s increasingly one society—one social experiment—that’s going on now, thanks to our fossil-fuel-driven electrical interconnection. What we’re building looks—from space—very much like a great big brain, with an imponderable number of light-up neural connectors, or else like a huge anthill, with a network of electrochemical pathways. So if we fail, we all fail together and we fail big, on a scale unimaginable in the past.
The more intricate the technologies of a society and the larger such a society grows, the smaller the mistake that can break something vital, the quicker the train wreck, and the more catastrophic the results. And the harder it is to rebuild functionality, since nobody knows how to fix stuff any more. Your car, your computer, your outboard motor: it’s all digital. If our society crashes, it’s unlikely to be reconstructed, because the specialized expertise needed to work the machinery of resource extraction and manufacturing will be gone with the cloud.
However, suppose there is no crash. In that case, says Morris, there will be a steady upward climb—“upward” being a term applied here only to graphs. The scale-out will be unimaginable: we’ll be living in megalopolises that will be very vulnerable to any supply cutoff. So even nonfailure means we’ll be changing past our own recognition of what it is to be a five-star human, says Morris, and we’ll be doing it very quickly. What we think is kind and right and just today may be seen as stupid and antisocial tomorrow.
As Professor Morris has indicated, there are exogenous shocks that may also influence events, as they have in the past. He cites five forces that have either precipitated or accompanied the collapse of larger civilizations: five horsemen of the apocalypse. Note that they are Horsemen of the Apocalypse, not Pedestrians of the Apocalypse or Roller Bladers of the Apocalypse: we do love our horsey metaphors, which have been with us for a long time. I frowningly note the omission of pastoralism from Morris’s three stages, for, if military historian John Keegan is correct, organized, large-scale war emerged from the horse-riding pastoralists of the steppes, and has been a very large transformer of human values indeed. Which should at least rate a footnote.
Here are Morris’s five horsemen: uncontrollable migration; state failure—that is, the collapse of direction and infrastructure; food shortages; epidemic disease; and climate change (which, as other writers on the subject have pointed out, influences food supply and the spread of diseases, as it is already doing).
I’d like to add a sixth Horseperson of the Apocalypse: the collapse of the oceans. Never in human history have we come within a fingernail of deadening the oceans, but we’re doing it now. Our efficient fishing technology is about to exterminate the reason for its own existence. We’ve scraped the bottom, ruining breeding grounds; we’ve dumped megatoxins, as in the recent Gulf of Mexico spill; we’ve made war on the alpha predator sharks, thus causing an explosion of their ray prey, which are now strip-mining midsize fish.
There’s worse. Several billion years ago, marine algae produced the atmosphere that allows us to breathe, and these algae continue to produce from 60 to 80 percent of our oxygen. Without marine algae, we ourselves cannot survive. During the Vietnam War, huge vats of Agent Orange were being shipped across the Pacific. Should they have sunk and leaked, we would not be having this conversation today. Note: attention must be paid to the basic physical/chemical ground of our existence.
There is a seventh Horsecreature of the Apocalypse: bioengineering. We can now change species not only through selective breeding, as we’ve been doing for millennia, but by altering their DNA. The potential for tinkering with our own bodies and brains is vast: we won’t be able to resist the morph-your-DNA temptation. We’re also fooling around with animals, plants, and microorganisms—all with the noblest of goals, naturally, one of which seems to be the cornering of the world seed market by a few giant corporations. (Brief note: Nature hates monocultures.)
As with all of our tools, bioengineering can be used for ends we define as “good,” and also for ends we define as “bad.” Are the tools we make therefore neutral? And is the operative element that defines good and bad our common human nature with its values—those values we’ve been in the habit of regarding as constants?
Not so, would be Morris’s implication. We make our tools, but our tools also make us. And energy-capture tools are feedback loops—if you switch to agriculture, you’ll make tools to help with the farming, and those tools will in turn determine how you think about who does what. Gender roles and status diverged widely under agriculture partly because a lot of upper-body strength was needed to wield the farming tools.
In the age of fossil fuels, things went the other way—towards greater equality—because different strengths and skills were needed. Reading, writing, and typing are—from a strength-per-tool perspective—gender neutral, and it’s thus become increasingly hard to justify divergent salaries based on gender.
But what will come—and what will we ourselves become—after the age of fossil fuels, supposing there is an after? New forms of cheap energy capture have to enter the picture if we are to maintain any semblance of our present complex social structure, for if we keep burning fossil fuels at the rate assumed on Morris’s scale-big charts, we’re scheduled to boil or bake, let alone the floods and famines that will ensue.
Many bright minds are at work on these crucial problems. Meanwhile, Professor Morris has rightly pointed out that we have ways to fail that no other society has ever had. He focuses on nuclear weapons, which are indeed a worry. However, as Chernobyl has demonstrated, Nature exposed to medium high levels of radiation carries on, albeit with more mutations, though we ourselves fare less well. We tend to get lumpy and fall apart.
But whichever way things go—upward hockey stick on the graph, and/or faceplant and wipeout—huge changes are in store for our society, our species, and our planet, including some changes in what sorts of behavior we deem to be “good.” I agree that no one knows how these scenarios will play out; there are too many variables. As a fiction writer, I’m happy about that—it’s open season on the future, so I can make stuff up. Which is a ray of hope, at least for me.
But we do love to speculate about the future, and for a reason. The exciting news, just in from New Scientist Magazine via Envil Tulving is that the episodic memory systems in our great big brains didn’t evolve to help us remember the past, which is why we’re so fuzzy about where we put the car keys. On the contrary, these systems evolved to help us predict the future, in order help us navigate coming events. And that is what we’ve been doing with our great big brains in this meeting room today.
The human race has been through some bottlenecks before, and we’re still here, thanks to our great big brains. O, Great Big Brains! Now that coming events are casting their shadows before and scaring the pants off us, we’re calling on you! We need you! You’d better do some megathinking.
Thank you again to Professor Morris for sounding the wakeup call to our collective Great Big Brain.
How Islam Won, and Lost, the Lead in Science
[Not: veya İslam 18. yüzyıl Aydınlık-Laiklik devrimini nasıl kaçırdı, özguruniversity.org fasa fisoları]
Nasir al-Din al-Tusi was still a young man when the Assassins made him an offer he couldn’t refuse.
His hometown had been devastated by Mongol armies, and so, early in the 13th century, al-Tusi, a promising astronomer and philosopher, came to dwell in the legendary fortress city of Alamut in the mountains of northern Persia.
He lived among a heretical and secretive sect of Shiite Muslims, whose members practiced political murder as a tactic and were dubbed hashishinn, legend has it, because of their use of hashish.
Although al-Tusi later said he had been held in Alamut against his will, the library there was renowned for its excellence, and al-Tusi thrived there, publishing works on astronomy, ethics, mathematics and philosophy that marked him as one of the great intellectuals of his age.
BUT WHEN THE ARMIES OF HALAGU, THE GRANDSON OF GENGHIS KHAN, MASSED OUTSIDE THE CITY IN 1256, AL-TUSI HAD LITTLE TROUBLE DECIDING WHERE HIS LOYALTIES LAY. HE JOINED HALAGU AND ACCOMPANIED HIM TO BAGHDAD, WHICH FELL IN 1258. THE GRATEFUL HALAGU BUILT HIM AN OBSERVATORY AT MARAGHA, IN WHAT IS NOW NORTHWESTERN IRAN.
AL-TUSI’S DEFTNESS AND IDEOLOGICAL FLEXIBILITY IN PURSUIT OF THE RESOURCES TO DO SCIENCE PAID OFF. The road to modern astronomy, scholars say, leads through the work that he and his followers performed at Maragha and Alamut in the 13th and 14th centuries.
It is a road that winds from Athens to Alexandria, Baghdad, Damascus and Cordoba, through the palaces of caliphs and the basement laboratories of alchemists, and it was traveled not just by astronomy but by all science.
Commanded by the Koran to seek knowledge and read nature for signs of the Creator, and inspired by a treasure trove of ancient Greek learning, Muslims created a society that in the Middle Ages was the scientific center of the world. The Arabic language was synonymous with learning and science for 500 hundred years, a golden age that can count among its credits the precursors to modern universities, algebra, the names of the stars and even the notion of science as an empirical inquiry.
“Nothing in Europe could hold a candle to what was going on in the Islamic world until about 1600,” said Dr. Jamil Ragep, a professor of the history of science at the University of Oklahoma.
It was the infusion of this knowledge into Western Europe, historians say, that fueled the Renaissance and the scientific revolution.
“Civilizations don’t just clash,” said Dr. Abdelhamid Sabra, a retired professor of the history of Arabic science who taught at Harvard. “They can learn from each other. Islam is a good example of that.” The intellectual meeting of Arabia and Greece was one of the greatest events in history, he said. “Its scale and consequences are enormous, not just for Islam but for Europe and the world.”
[Not:What about the earlier exchanges. It is known that the steps, like the sea, was the most efficient means of communication. See “The Empires of the Steppes” and much more.]
But historians say they still know very little about this golden age. Few of the major scientific works from that era have been translated from Arabic, and thousands of manuscripts have never even been read by modern scholars. Dr. Sabra characterizes the history of Islamic science as a field that “hasn’t even begun yet.”
Islam’s rich intellectual history, scholars are at pains and seem saddened and embarrassed to point out, belies the image cast by recent world events. Traditionally, Islam has encouraged science and learning. “There is no conflict between Islam and science,” said Dr. Osman Bakar of the Center for Muslim-Christian Understanding at Georgetown.
“Knowledge is part of the creed,” added Dr. Farouk El-Baz, a geologist at Boston University, who was science adviser to President Anwar el-Sadat of Egypt. “When you know more, you see more evidence of God.”
So the notion that modern Islamic science is now considered “abysmal,” as Abdus Salam, the first Muslim to win a Nobel Prize in Physics, once put it, haunts Eastern scholars. “Muslims have a kind of nostalgia for the past, when they could contend that they were the dominant cultivators of science,” Dr. Bakar said. The relation between science and religion has generated much debate in the Islamic world, he and other scholars said. Some scientists and historians call for an “Islamic science” informed by spiritual values they say Western science ignores, BUT OTHERS ARGUE THAT A RELIGIOUS CONSERVATISM IN THE EAST HAS DAMPENED THE SKEPTICAL SPIRIT NECESSARY FOR GOOD SCIENCE.
The Golden Age
When Muhammad’s armies swept out from the Arabian peninsula in the seventh and eighth centuries, annexing territory from Spain to Persia, they also annexed the works of Plato, Aristotle, Democritus, Pythagoras, Archimedes, Hippocrates and other Greek thinkers.
Hellenistic culture had been spread eastward by the armies of Alexander the Great [Not: En fin!] and by religious minorities, including various Christian sects, according to Dr. David Lindberg, a medieval science historian at the University of Wisconsin.
The largely illiterate Muslim conquerors turned to the local intelligentsia to help them govern, Dr. Lindberg said. In the process, he said, they absorbed Greek learning that had yet to be transmitted to the West in a serious way, or even translated into Latin. “The West had a thin version of Greek knowledge,” Dr. Lindberg said. “The East had it all.”
In ninth-century Baghdad the Caliph Abu al-Abbas al-Mamun set up an institute, the House of Wisdom, to translate manuscripts. Among the first works rendered into Arabic was the Alexandrian astronomer Ptolemy’s “Great Work,” which described a universe in which the Sun, Moon, planets and stars revolved around Earth; Al-Magest, as the work was known to Arabic scholars, became the basis for cosmology for the next 500 years.
Jews, Christians and Muslims all participated in this flowering of science, art, medicine and philosophy, which endured for at least 500 years and spread from Spain to Persia. Its height, historians say, was in the 10th and 11th centuries when three great thinkers strode the East: Abu Ali al-Hasan ibn al-Haytham, also known as Alhazen; Abu Rayham Muhammad al-Biruni; and Abu Ali al-Hussein Ibn Sina, also known as Avicenna.
Al-Haytham, born in Iraq in 965, experimented with light and vision, laying the foundation for modern optics and for the notion that science should be based on experiment as well as on philosophical arguments. “He ranks with Archimedes, Kepler and Newton as a great mathematical scientist,” said Dr. Lindberg.
The mathematician, astronomer and geographer al-Biruni, born in what is now part of Uzbekistan in 973, wrote some 146 works totaling 13,000 pages, including a vast sociological and geographical study of India.
Ibn Sina was a physician and philosopher born near Bukhara (now in Uzbekistan) in 981. He compiled a million-word medical encyclopedia, the Canons of Medicine, that was used as a textbook in parts of the West until the 17th century.
Scholars say science found such favor in medieval Islam for several reasons. PART OF THE ALLURE WAS MYSTICAL (Not: yahu boş ver şu eski hikayeleri, asıl amacımız şimdiki Batı gibi zengin ve tabii özgür falan filan olmak, bolluğa kavuşmak); it was another way to experience the unity of creation that was the central message of Islam.
“Anyone who studies anatomy will increase his faith in the omnipotence and oneness of God the Almighty,” goes a saying often attributed to Abul-Walid Muhammad Ibn Rushd, also known as Averroes, a 13th-century anatomist and philosopher.
KNOCKING ON HEAVEN’S DOOR
ANOTHER REASON IS THAT ISLAM IS ONE OF THE FEW RELIGIONS IN HUMAN HISTORY IN WHICH SCIENTIFIC PROCEDURES ARE NECESSARY FOR RELIGIOUS RITUAL (Not : bak yine Erdoğan kokmaya başladı;: yahu boş ver şu eski hikayeleri, asıl amacımız şimdiki Batı gibi zengin ve tabii özgür falan filan olmak, bolluğa kavuşmak) Dr. David King, a historian of science at Johann Wolfgang Goethe University in Frankfurt, pointed out in his book “Astronomy in the Service of Islam” published in 1993. Arabs had always been knowledgeable about the stars and used them to navigate the desert, but Islam raised the stakes for astronomy.
The requirement that Muslims face in the direction of Mecca when they pray, for example, required knowledge of the size and shape of the Earth. The best astronomical minds of the Muslim world tackled the job of producing tables or diagrams by which the qibla, or sacred directions, could be found from any point in the Islamic world. Their efforts rose to a precision far beyond the needs of the peasants who would use them, noted Dr. King.
[Not: Bunlara benzer notlar İslam dedikodusuyla ʻʻdostlar alış-verişte görsün solcu devrimci saray dışı politikacıları ve tabii saray içi dalkavuklar kadar çok.]
Astronomers at the Samarkand observatory, which was founded about 1420 by the ruler Ulugh Beg, measured star positions to a fraction of a degree, said Dr. El-Baz.
Islamic astronomy reached its zenith, at least from the Western perspective, in the 13th and 14th centuries, when al-Tusi and his successors pushed against the limits of the Ptolemaic world view that had ruled for a millennium.
According to the philosophers, celestial bodies were supposed to move in circles at uniform speeds. But the beauty of Ptolemy’s attempt to explain the very ununiform motions of planets and the Sun as seen from Earth was marred by corrections like orbits within orbits, known as epicycles, and geometrical modifications.
Al-Tusi found a way to restore most of the symmetry to Ptolemy’s model by adding pairs of cleverly designed epicycles to each orbit. Following in al-Tusi’s footsteps, the 14th-century astronomer Ala al-Din Abul-Hasan ibn al-Shatir had managed to go further and construct a completely symmetrical model.
Copernicus, who overturned the Ptolemaic universe in 1530 by proposing that the planets revolved around the Sun, expressed ideas similar to the Muslim astronomers in his early writings. THIS HAS LED SOME HISTORIANS TO SUGGEST THAT THERE IS A PREVIOUSLY UNKNOWN LINK BETWEEN COPERNICUS AND THE ISLAMIC ASTRONOMERS (Not: bilindiği gibi gökyüzü TEK tanrılı dinlerde yeryüzü TEK tanrı para iç içedir. Copernicus bir kilisenin muhasebeciğini yaptı.] even though neither ibn al-Shatir’s nor al-Tusi’s work is known to have ever been translated into Latin, and therefore was presumably unknown in the West.
Dr. Owen Gingerich, an astronomer and historian of astronomy at Harvard, said he believed that Copernicus could have developed the ideas independently, but wrote in Scientific American that the whole idea of criticizing Ptolemy and reforming his model was part of “the climate of opinion inherited by the Latin West from Islam.”
The Decline of the East
Despite their awareness of Ptolemy’s flaws, Islamic astronomers were a long ways from throwing out his model: dismissing it would have required a PHILOSOPHICAL AS WELL AS COSMOLOGICAL REVOLUTION [Not: Yoksa önce teori sonra pratik mi ne?]. “In some ways it was beginning to happen,” said Dr. Ragep of the University of Oklahoma. But the East had no need of heliocentric models of the universe, said Dr. King of Frankfurt. All motion being relative, he said, it was irrelevant for the purposes of Muslim rituals whether the sun went around the Earth or vice versa. [Not: Esas olan bolluk ve özgürlük, geri kalanlar ʻrelativeʼ!]
From the 10th to the 13th century Europeans, especially in Spain, were translating Arabic works into Hebrew and Latin “as fast as they could,” said Dr. King. The result was a rebirth of learning that ultimately transformed Western civilization.
Why didn’t Eastern science go forward as well? “Nobody has answered that question satisfactorily,” said Dr. Sabra of Harvard. Pressed, historians offer up a constellation of reasons. Among other things, the Islamic empire began to be whittled away in the 13th century by Crusaders from the West and Mongols from the East.
[Not: Bence Joseph Needhamʼin cevabı hiç de fena değil ve şu an hızla artan, Hortlakʼın sarıldığı ve sitedeki diğer neo-marksistlerle anarşislerin sarıldığı, faşistlik, ırkçılık ve milliyetçilik gibi BİRLİK sağlama ideolojileri kısmen kanıtlar.]
Christians reconquered Spain and its magnificent libraries in Cordoba and Toledo, full of Arab learning. As a result, Islamic centers of learning began to lose touch with one another and with the West, leading to a gradual erosion in TWO OF THE MAIN PILLARS OF SCIENCE – COMMUNICATION AND FINANCIAL SUPPORT. [Not: Yapma be, demek kapital ve modern bilim de iç içeymiş. Bu yüzden bütün solcu devrimciler ʻBİLİM İYİ, KAPITAL KÖTÜʼ huu huular çekerler, galiba.]
In the West, science was able to pay for itself in new technology like the steam engine and to attract financing from industry, but in the East it remained dependent on the patronage and curiosity of sultans and caliphs. Further, THE OTTOMANS, WHO TOOK OVER THE ARABIC LANDS IN THE 16 TH CENTURY, WERE BUILDERS AND CONQUERORS, NOT THINKERS [Not: Atatürk ve Marks bunu değiştirdi, Hortlak ve bu sitedekiler güzel örnekler.], said Dr. El-Baz of Boston University, and support waned. “You cannot expect the science to be excellent while the society is not,” he said.
Others argue, however, that Islamic science seems to decline only when viewed through Western, secular eyes. “It’s possible to live without an industrial revolution if you have enough camels and food,” Dr. King said.
“Why did Muslim science decline?” he said. “That’s a very Western question. It flourished for a thousand years — no civilization on Earth has flourished that long in that way.”
Islamic Science Wars
HUMILIATING ENCOUNTERS WITH WESTERN COLONIAL POWERS IN THE 19TH CENTURY PRODUCED A HUNGER FOR WESTERN SCIENCE AND TECHNOLOGY [Not: The Show is still Going On, as in communist regimesʼ versions], or at least the economic and military power they could produce, scholars say. Reformers bent on modernizing Eastern educational systems to include Western science could argue that Muslims would only be reclaiming their own, since the West had inherited science from the Islamic world to begin with.
In some ways these efforts have been very successful. “In particular countries the science syllabus is quite modern,” said Dr. Bakar of Georgetown, citing Malaysia, Jordan and Pakistan, in particular. Even in Saudi Arabia, one of the most conservative Muslim states, science classes are conducted in English, Dr. Sabra said.
Nevertheless, science still lags in the Muslim world, according to Dr. Pervez Hoodbhoy, a Pakistani physicist and professor at Quaid-e-Azam University in Islamabad, who has written on Islam and science. According to his own informal survey, included in his 1991 book “Islam and Science, Religious Orthodoxy and the Battle for Rationality,” Muslims are seriously underrepresented in science, accounting for fewer than 1 percent of the world’s scientists while they account for almost a fifth of the world’s population. Israel, he reports, has almost twice as many scientists as the Muslim countries put together. [Not: Ağlayan çok, hele şimdi. Hindistanlı Trump Modi fillerle Pakistanı diz getireceğini ilan etti. Erdoğan da namaz ve dualarla Kürtleri dize getirmeyi taslıyor.]
Among other sociological and economic factors, like the lack of a middle class, Dr. Hoodbhoy attributes the malaise of Muslim science to an increasing emphasis over the last millennium on rote learning based on the Koran.
“The notion that all knowledge is in the Great Text is a great disincentive to learning,” he said. “It’s destructive if we want to create a thinking person, someone who can analyze, question and create.” Dr. Bruno Guideroni, a Muslim who is an astrophysicist at the National Center for Scientific Research in Paris, said, “The fundamentalists criticize science simply because it is Western.”
Other scholars said the attitude of conservative MUSLIMS TO SCIENCE WAS NOT SO MUCH HOSTILE AS SCHIZOPHRENIC [Not: Solcu devrimcilere benziyorlar. ʻʻBilim iyi, Kapital kötüʼʼ uzun havası], wanting its benefits but not its world view. “They may use modern technology, but they don’t deal with issues of religion and science.” said Dr. Bakar.
One response to the invasion of Western science, said the scientists, has been an effort to “Islamicize” science by portraying the Koran as a source of scientific knowledge.
[Not: Daha geçen gün, Marksizmʼi adı kötüye çıkan İlerleme ideolojisinden arındırmak isyen Marksist bir cambaza göre, ʻʻcafrande.orgʼʼda Marks bilimselmiş, yani, ilerleme ile otobüs ilerlemesi gibi —veya, haşa huzurdan, Zileli cambazın da ʻgeri de gidebilirʼ teorisi gibi, belki geri de gidebilir — mutlaka ileri gider demek istemiş zırvalamıasına rastladım.]
Dr. Hoodbhoy said such groups had criticized the concept of cause and effect. Educational guidelines once issued by the Institute for Policy Studies in Pakistan, for example, included the recommendation that physical effects not be related to causes.
[Not: Bunu bilim felsefesi baş artislerinden Hume da ileri sürdü ama o başka, o bolluk diyarından.]
For example, it was not Islamic to say that combining hydrogen and oxygen makes water. “You were supposed to say,” Dr. Hoodbhoy recounted, “that when you bring hydrogen and oxygen together then by the will of Allah water was created.”
Even Muslims who reject fundamentalism, however, have expressed doubts about the desirability of following the Western style of science, saying that it subverts traditional spiritual values and promotes materialism and alienation.
[Not: bu saçmalığı iddia eden de inanan da tam kafayı yemiş. Science without the material world is like Hortlak & Co. without big revolutionary mouth!]
“No science is created in a vacuum,” said Dr. Seyyed Hossein Nasr, a science historian, author, philosopher and professor of Islamic studies at George Washington University, during a speech at the Massachusetts Institute of Technology a few years ago. “Science arose under particular circumstances in the West with certain philosophical presumptions about the nature of reality.”
Dr. Muzaffar Iqbal, a chemist and the president and founder of the Center for Islam and Science in Alberta, Canada, explained: “Modern science doesn’t claim to address the purpose of life; that is outside the domain. In the Islamic world, purpose is integral, part of that life.”
Most working scientists tend to scoff at the notion that science can be divided into ethnic, religious or any other kind of flavor. There is only one universe. The process of asking and answering questions about nature, they say, eventually erases the particular circumstances from which those questions arise.
In his book, Dr. Hoodbhoy recounts how Dr. Salam, Dr. Steven Weinberg, now at the University of Texas, and Dr. Sheldon Glashow at Harvard, shared the Nobel Prize for showing that electromagnetism and the so-called weak nuclear force are different manifestations of a single force.
Dr. Salam and Dr. Weinberg had devised the same contribution to that theory independently, he wrote, despite the fact that Dr. Weinberg is an atheist while Dr. Salam was a Muslim who prayed regularly and quoted from the Koran. Dr. Salam confirmed the account in his introduction to the book, describing himself as “geographically and ideologically remote” from Dr. Weinberg.
“Science is international,” said Dr. El-Baz. “There is no such thing as Islamic science. Science is like building a big building, a pyramid. Each person puts up a block. These blocks have never had a religion. It’s irrelevant, the color of the guy who put up the block. “
“Onlar, canlı bir mücadeleden değil, ölmüş bir mücadeleden beslenir daima.”
Anarşizm öldü.
Allah rahmet eylesin.
Sıkışınca küfrettiği Marks amcasına sığınmış.
Teorinin, daima pratiğin gerisinde kalması gibi, safsatacı “wahsi” ve ilkel mantık da diyalektik mantığın daima gerisinde kalır.
Yine de, tutarsız kişiliklerini “diyalektik” kılıfı ile örtmeye çalışan bir Perinçekgiller kadar bukalemun değil en azından. Perinçekgiller gibi bir “ne idiğü belirsiz” değil yani.
Başlıkta “Teori” yerine “Wahsi”, “Pratiğin” yerine de “Hortlak’ın” konulabilir.
“Ümmetçi” hayaller uluslara dayanan mevcut dünya düzeninin bile gerisinde kalmıştır. Nerede kaldı ulusları aşması!
Küçükaydın’ın kulakları çınlasın!
““Ümmetin vahdeti”
Ümmetin vahdeti, yani ümmetin birliği argümanı hem Türkiye’nin dış siyasetini meşru kılmak hem de içeride iktidarın politikalarının sorgulanmasını engellemek için İslamcı çevreler tarafından sıkça kullanılmaktadır. Ümmet diye tarif edilen Müslüman kitlelerin yaşadığı topraklara baktığımızda birlikten, beraberlikten söz edebilmek mümkün değildir. Geniş bir coğrafyaya yayılan 1,8 milyarlık Müslüman nüfus çok sayıda devlete bölünmüş durumda. Yani “ümmet” zaten parçalanmıştır! Müslüman coğrafya hem farklı devletlere hem de aynı devletler içerisinde farklı sınıflara bölünmüş durumdadır. İslamcıların farklı çıkarlara sahip devletleri bir araya getirmeye dönük fikirleri yalan değilse bile hayaldir. Örneğin Müslümanların ezici çoğunluğunun oluşturduğu Ortadoğu’yu düşünelim. Suudi Arabistan ile İran’ın İslam ümmetinin birliğine katkıda bulunmaları mümkün müdür? Yemen’de on binlerce insan bu iki ülkenin de dâhil olduğu bölgesel ve emperyalist güçler arasındaki hegemonya mücadelesi yüzünden öldü, milyonlarca insan açlıkla boğuşuyor ve ölümün eşiğinde. Müslüman Katar’a ambargo uygulayanlar yine Müslüman devletler değil miydi? Ya da Türkiye’ye bakalım. Suudi Arabistan ve Türkiye bölgenin hegemon gücü olabilmek için farklı güçleri destekleyerek rekabet halinde değiller mi? Ya Filistin konusunda Mısır ve Ürdün’ün tutumu? Sorular çoğaltılabilir ve hepsinin cevabı İslam ümmetinin birliği tahayyülünün hakikatin hilafına olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü kapitalizm var olduğu sürece diğer burjuva devletlerin olduğu gibi Müslüman ülkelerin de ortak bir siyasi birlik altında toplanıp sınırlarının kalkması ve halkların gerçekten kaynaşması mümkün değildir.”
“Köylü kızı Elif”in sitesinde çıkan bir yazıdan alıntıdır.
“Tarih gösteriyor ki, bugüne değin tüm egemen sınıflar kendi çıkarlarını geniş kitlelerin çıkarı gibi sunmak ve onları söz konusu çıkarlar etrafında örgütlemek için muhtelif ideolojilere başvurmaktan geri durmamışlardır. Doğu ile Batı uygarlıklarının dinler üzerinden karşı karşıya gelmesi biçiminde sunulan Haçlı seferleri bunun çarpıcı bir örneğidir. Oysa aslında bu savaş, dinler ya da uygarlıklar arası bir savaş değil, dönemin egemen sınıflarının ticaret yollarını ele geçirmek üzere giriştikleri çıkarlar savaşıydı. O dönemde Müslümanlar İspanya’dan Hindistan’a kadar uzanan bölgeyi, Doğu’nun ticaret yollarını ve limanlarını ele geçirmekle kalmamış, Avrupa ve Bizans egemenlerini de tehdit etmeye başlamışlardı. Dönemin Avrupalı egemen sınıfları feodal beyler ve Kilisenin ruhban sınıfı bu tehdidi savuşturmak ve esas olarak da yeni topraklarla birlikte ticaret yollarını ele geçirmek amacıyla 1095’te –iki yüz yıl sürecek– Haçlı seferlerine start verdiler. Yoksul köylü kitlelerini sonu belli olmayan meçhul bir savaşa ikna edebilmek için, İslamın barbar olduğu ve Hıristiyanlığı yok etmek istediği biçiminde, din üzerinden propaganda yürütülüyordu. Bunun yanı sıra, İslam şeytanlaştırılıyor ve bir din olarak kabul edilmeyerek sapkın damgası basılıyordu.”
Özetle: “Haçlı” (veya “gaza ve cihad”) teorileri daima pratiğin (ekonomik çıkarların) gerisinde kalır!
İlkelciler çok alıngandır.
İlkelciliğe eleştirileri kişisel algılarlar.
Hortlak: Your “primitivist heaven” is a childish lie.
Wahsi: Is that a personal attack or something?
https://www.youtube.com/watch?v=JL0XByQAr3Q
“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” demek, “evrim teorisi olmadan evrim olgusu olmaz” türünden bir ters mantık değil midir?
Başka bir ifadeyle, “Darwin’den önce evrim yoktu” veya “onun teorisi olmasaydı evrim olmazdı” demek ne kadar saçmaysa, “devrimci teorisyenler olmadan devrim olmaz” demek de öyle değil midir?
– ʻʻ25 Anarşizmden beslenmekʼʼ : Anarşizm bütün ülkelerde mi yoksa sadece Türkiyeʼye de mi öldü? Doğal olarak mı öldü, öldürüldü mü, hastamıydı, hastalığı ne idi ? Yazık olmuş, daha hâlâ çok gençti? Ama ölenle ölünmez, başınız sağ olsun? Bu değerli fikrinizin mülkiyeti hakkını kayıt ettirdiniz mi?
– ʻʻ26 Hortlak, Marks Amca ve Sığınmacılarʼʼ: Bu site dünyada eblehlerin en çok olduğu site mükafatını rahat kazanır. Marks, senin gibi kerizlerin kuyruğuna takılanları görünce ʻʻben Marksist değilimʼʼ dedi. Ondan öğrenileck sayısız bilgiler var, ama diğer taraftan, bilgilerini kullanmasına temel olan varsayımlarında zamanının egemen fikirlerini de bal gibi yuttu. Hatta bundan şüphe bile etmiş olmalı ki “The ideas of the ruling class are in every epoch the ruling ideas…ʼʼ dedi. Zaten salt mükemmel fikirler ölü olur, devasa ve çelişki dolu fikirler insanı düşünmeye davet eder, daha derinlere salar.
Senin ki ne biri ne de öbürü. Sadece ve sadece bir yobazın, bir kalabalıklar isyanından fırlayanın, partiler dünyasında beyni harabeye çevrilmiş bir enayi dümbeleğinin zırvalaması! Ulan sen, Marksʼın en basit ve temel düşüncelerinden biri olan insan/hayvan ayırımını bile bilmeyen bir hödüksün ve şükür et çünkü bu hödük dolu sitede kimse farkına bile varmıyor.
Marks, bu pratik/teori hokkabazlığıyla, sadece ve sadece sen ve Zileli gibi gönüllü asker olarak toplayan kurnaz politikacıların ekmeklerine yağ sürdü. Ama gönüllü asker deyip geçme. Napolyan paralı asker yerine milliyetçililik adına asker olanlarla nerdeyse tüm Avrupaʼyı ele geçirdi. Ne yazsanız cahilliğiniz pis pis sırıtıyor!
– ʻʻ27 Hortlak’ın gerisinde kalanlarʼʼ: ʻʻTeori Daima Pratiğin Gerisinde Kalır!ʼ yazısını zırvalayan Zileli, önce ölen köpeğini bahane edip yakayı kurtardı sonra da ya köpekleri ölmeye devam etti çünkü ne kadar zırvaladığını açıkladığım yazılar eklediğim halde sesi çıkmadı, ya da zaman aşımına getirdi. Zaten böyle taktikler, parti politikaları içinde pişmiş kellelerin bilinen bir numarası.
– ʻʻ28 Ümmetçi teoriler ve Küçükaydınʼʼ: İşte sana bir diğer marsıvan eşeği daha. Bu yazıdan İslam ve ilgili kelimeleri çıkar yerine kapitalist devletler, komünist devletler, hıristiyan toplumlar, aynı ideolojileri savunan herhangi uluslar, herhangi imparatorluklar ve hatta aynı toplum içinde aynı kültür ve tarihi paylaşanlar bile, solcuların ünlü ve göz bebeği sınıf kavgası reklamlarına inanırsak, koy, beynini aç ve oku, aynı zırvalamalar. Yani, bunlar da vahd olamıyorlar. Ama iki yüz yıldır tekrarlanan solcu devrimci ilahileri yanısıra bir yenilik aradım, sanırım buldum.
Solcu devrimcilerin taptığı DEĞİŞME! Her gün boku yerler ama aynı bok değil. Bu yeni bok geriden gelen, İLERLEYEN bok ve her gün yeni! Örneğin bir gün Stalinci şimdi Anarşistci olan Gün gibi. Bu gezegen artık gerçekten, Özgür olsun Köle olsun, öğrenim gezegeni, öğrenim üniversitesi.
Gelelim bakireliğini, hıristiyan rahibeleri gibi, solcu devrimcilerin İsaʼsı Marksʼa adamış köylü kızımız Elif Çağlıʼya. Öbür dünyada Marksına kavuşmak sevdasından vazgeçmiş, artık sadece TEORİK yani, sadece adıyla Çağlı olmaktan sıkılıp (allaha şükür Hortlak veya Necip klavyesi kullanmıyorum, ahlak polisi Zileli yazımı yayınlamaz) yetinmek istememiş. Bakire Elif, yumurtalarını PRATİK dünya kamusuna sunmuş! Sunmuş, sunmuş da bazı yumurtaları saklamış. Marks gibi tarihi öğrneceğine, partiye enayi avcılığı becerilerini, Marksʼın fikirlerinin doğru olduğu huu huuları çekmeyi öğrenmiş.
İlk DÖRT halifeden ÜÇÜ öbür dünya cennetine kavuşturuldu. Şimdi Elif gibi bakire huriler cennetinde Hortlak gibi sürekli her deliklerinden zevk abı hayatı akmakta. Kim demiş İslam geri kalmış? Bu şu çağdaşlar çağdaşı seks turizmine!
Dahası var. Ne ilk dört halife ne de Muhammed, İslamʼın çok kısa bir zamanda Çinʼden İspanyaʼya kadar uzanan bir imparatorluk olacağını akıllarından geçirdiler. Akılları bu site büyük beyinlileri kadar büyük değildi. İLERLEME var! Boş verin şu geri zekalı wahsinin dediklerine.
Önce TEORİ, İslam ; sonra PRATİK, Bolluk ve Zenginlik; daha sonra yine TEORİ! Muaviye zamanında PRATİK bir sorun ortaya çıkar: Muaviyeʼden sonraki hangi TEORİ ile emir olacak? Muaviye, bu site büyüklerinin hep olmayı hayal ettikleri ama bir türlü olamadıkları asıl büyükleri toplar. Ölünce oğlunun kendi yerine geçeceğini ilan eder. Büyüklerden biri kılıcını çıkarır ve ʻʻkimin yeni emir olacağına bu kara verecekʼʼ der.
Ne kadar yazık, ne kadar utandırcı, ne kadar iğrenç bir durumla karşı karşıyayız! Farklı orta sınıfları doyuran Erdoğan siz orta sınıflıları çığrınızdan çıkarmış, deliye çevirmiş. Sosyal medya da işi bitirmiş; sizleri tam sersemleştirmiş. Her yobaz kara cahil gibi cahilliğinizden gurur duyar etmiş.
Ilkelligini örtmek,kendini ve baskalarini kandirmak icin ha babam de babam su demis bu demis. Bu taktigi gerci tüm izm ciler,tarikatcilar bilerek bilmeyerek kullanirlar..
ne demis? hic..Bunlari ilkellere anlat..
Delinin hakkindan deli gelir.. git dinci masalcilarla tartis,dünyalari verdiginiz iki kisiye ademle hawwaya ceza cekmesi icinmi? yoksa ödül,armaganlikmi?
Senin anlatiklarin tam col colugun gülecegi masal!
Begenmedigin Anadolu insaninin agziyla; ya hemserim git isine! en iyisi sen Adana diyarbakir arasinda kamyonlardan düsen karpuzlari topla,onlari esseklere yedir…belkide seni baskan yaparlar.arzuladigin hayvansal yasaminda muradina erersin. bize gelice, bizde bineriz..
Onon bunun dedigine bakma! benim dedigime bak!
İnsanlar, ya bir şeyler üretirler, ve ürünlerini satarak zenginleşirler. Adlarına da “burjuvazi” denir. Bunlar günümüzde “Batı” denilen coğrafyada egemen güçtürler.
Ya da, bir şey üretmeyip devletin halihazırdaki zenginliğiyle, yani maaşla geçinirler. Adlarına da “bürokrasi” denir. Bunlar da günümüzde “Doğu” denilen coğrafyada egemen güçtürler.
İkinciler, birinciler karşısında kaybetmeye mahkumdurlar.
Bir de üçüncüleri vardır.
Birincilerin ürettiği refah ve zenginliğe (“pratiğe”) şu ya da bu ölçüde ortak olmaya çalışmak yerine, “teori”ler (boş hayaller) peşinde koşarlar.
“Muhalif Hasan” da denilen bu kişiler, her ikisi karşısında da kaybetmeye mahkumdurlar.
[ilkelciliğin] eleştiri[si] bittiğinde, çürüme başlar..
Yerel yönetimlere keyfi biçimde el koyan tepeden inmeci, aşırı merkeziyetçi despotluklar, ademimerkeziyetçi muarızlarının daima gerisinde kalır.
CHP’den kayyum tepkisi: Kayyum yağmalarını gün yüzüne çıkarttıkları için mi demokrasiye darbe yaptınız?
İçişleri Bakanlığı’nın aldığı karar ile Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediye başkanlarının görevden alınmasına ve yerlerine valilerin kayyum olarak atanmasına CHP’den tepki geldi.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Başkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Bedia Özgökçe Ertan, İçişleri Bakanlığı’nın kararı ile görevden alındı. Görevden alınan belediye başkanlarının yerlerine valiler kayyum olarak atandı.
YILDIRIM KAYA: YAĞMALARI GÜN YÜZÜNE ÇIKARTTIKLARI İÇİN Mİ DARBE YAPTINIZ?
Görevden almalara Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) tepki geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya, Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Halkın özgür iradesi ile seçtiği belediye başkanlarına yapılan; demokrasiye yapılmış bir darbedir. Kayyum yağmalarını gün yüzüne çıkarttıkları için mi demokrasiye darbe yaptınız?” ifadelerini kullandı.
CHP İstanbul Milletvekili Bekaroğlu ise Twitter’dan yaptığı paylaşımda “Bunun anlamı sadece demokrasinin iptal edilmesi değil, aynı zamanda halkın meşru siyasetten umudu kesmesinin istenmesidir” dedi.
CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal da Twitter hesabından yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
Belediye Başkanları Seçim İle gelir. Seçim İle gider.
Seçilmiş Belediye Başkanlarının ;
Milletin iradesine rağmen görevden alınması milli iradeyi hiçe saymaktır.
Demokrasiyi zayıflatmaktır.
Otoriter rejimi güçlendiren girişimlerdir.
Çare demokrasi içinde sorunları çözmek…
KAFTANCIOĞLU: HALK İRADESİNE BİR DARBE DAHA
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da görevden alınmalara tepki gösterdi. Kaftancıoğlu Twitter adresinden şu sözlerle tepkisini gösterdi:
“Birileri ileri demokrasi demişti değil mi? Halk iradesine bir darbe daha: #Diyarbakır, #Mardin ve #Van Büyükşehir Belediyelerinin seçilmiş başkanlarının görevden alınarak yerlerine #kayyum atanması hukuka aykırı, halkın seçimle siyasal tercihlerine darbedir.”
Gayrıkanuni kayyumların gayrımeşru iktidarına karşı mücadele!
“hdp terörist ise ona oy verenler ne oluyor
hdp terörist ise seçmeni de terörist; öyleyse terörist hdp’yi terörist seçmen seçebilsin diye seçime alan ve seçim için hazine yardımı yapan devlet de terörist; devlet terörist ise ona vergi veren ve vergisinin teröriste gitmesini sağlayan vatandaş da terörist. kısaca herkes terörist. yani hdp=terörist denklemi ile bir yere çıkılmıyor.
tersine bir dolu devlet imkanı ve ohal yetkilerine rağmen hala terörist denen hdp ısrarla seçime alınıyorsa burada açık bir karşılıklı çıkar ilişkisi var demek.”
https://eksisozluk.com/entry/78499385
Enayiler ve enayilerin beyinlerine üfüren üfürükçü-kazananlar. Üfürükçü-kazananlar, çalışmadan yaşamayı imkânsızlaştırır, 33 gibilere köleliklerinin Allahʼın işi, kısmet, alın yazısı olduğuna inandırır. Aynı bu site ünlü ve yüce anarşistinin dediği gibi önce pratik, yani çalışmadan yaşamak olmaz, yani efendilere köle olmak gelir, sonra da köleliğin doğal olduğu teorisi. Yaşasın Türk Anarşizm Cemiyeti Merkez Kurulu Başkanı Zileli!
Ne var ki, ucuza kâmilliğe erişmiş 33 gibiler üfürükçü-kazananlara hayran olmakla da kalmazlar; bedavaya reklamını, muhabbet tellallığını, komisyonculuğunu da yaparlar. Her köleliğini seven silik ruhlu iğrenç mahluk gibi “Muhalif Hasan”a “Muhalif Hasan” olup efendilerine dalkavukluk ederler. 33, bu sitenin en büyük beyinlisi seçilmeye azimliye benziyor ama maalesef aday çok. Her halükârda, bol şanslar sayın 33.
Anadolu Lisesi öğrencileriyiz ve yaz tatilinde teori-praksiz üzerinde araştırmalar yapmayı üstlendik. Bulgularımızı Eylülʼde hocamız ve sınıf arkadaşlarımızla paylaşacağız. Daha henüz sitenizde ʻʻTeori Daima Pratiğin Gerisinde Kalır!ʼʼ ilginç yazınızı okuduk.
Halbuki, Türkiyeʼde hükümetin halk tarafından seçilmesi pratiği sonra gelmedi mi ? Hatta eğer bu kavramların günümüzdeki anlamları bağlamında kalırsak, aynı şey tüm dünya için söylenebilir değil mi?
Bir sorumuz daha var: Ütopik Sosyalizm ile Bilimsel Sosyalizm arasındaki fark amaca varılacak araçta. Eğer amaca daha gerçekçi sayılan Bilimsel Sosyalizm ile varılırsa, teori mi, yoksa pratik mi sonra gelmiş olacak?
size “Bilimsel Sosyalizm” gbi boş kavramları bir yana bırakamanızı tavsiye ederim. Toplumsal sistemlere “bilimsellik” atfetmek totalitarizme götürür.
Teşekkür ederiz. Tamam “Bilimsel Sosyalizm”i bir yana atacağız. Ama genel olarak, eğer belli bir ideale varıldığında, örneğin sizin savunduğunuz anarşist toplum teorisi gerçeklendiğinde, teori daha önce gelmez mi?
Birinci sorumuz:
ʻʻ Halbuki, Türkiyeʼde hükümetin halk tarafından seçilmesi pratiği sonra gelmedi mi ? Hatta eğer bu kavramların günümüzdeki anlamları bağlamında kalırsak, aynı şey tüm dünya için söylenebilir değil mi?ʼʼ
Bu soruya cevabınızı merak ediyoruz.
“anarşist toplum” diye bir şey yoktur. “Sosyalist toplum” gibi o da bir kurgudan ibarettir. Aslında toplum diye bir şey de yoktur. Topluluklardan söz edilebilir ancak.
Anarşist toplum olmasın, topluluklar olsun. Böyle toplulukların gerçekleşmesi amaç ve isteği o noktaya varıldığında teori önce pratik sonra gelmiş olmuyor mu?
Diğer yandan, birinci sorumuz hala cevapsız.
ʻʻ Halbuki, Türkiyeʼde hükümetin halk tarafından seçilmesi pratiği sonra gelmedi mi? Hatta eğer bu kavramların günümüzdeki anlamları bağlamında kalırsak, aynı şey tüm dünya için söylenebilir değil mi?ʼʼ
Dünyada hükümetlerin halk tarafından seçilmesi 18. yüzyılda doğdu ve dünyaya yayıldı. Yani, önce teori sonra pratik. Bu husus ve sizin gibi anarşistin fikri hazırladığımız raporda önemli bir yer alacak. Lütfen size zahmet bu soruya cevap verin.
Tabii, başka bir yorumcu da yanıt verebilir
sahte kişilerin sahte sorularına yanıt vermem.
“Tabii, başka bir yorumcu da yanıt verebilir”
Herhalde “başka bir ilkelci” demek istediniz.
Başka bir ifadeyle, “sahte olMAyan kişilerin sahte olMAyan yanıtları”nı kastettiniz.
Aşağıdaki olay hangi “teori”yle açıklanabilir?
“Eskişehir’de otomobil markete daldı
ESKİŞEHİR’de sürücüsünün kontrolünden çıkan otomobil, yol kenarında bulunan markete daldı. Kazada şans eseri yaralanan olmazken, market işletmecisi Tahsin Emeklikol otomobilin çarptığı noktada kasa olduğu belirterek, “Namaz için çıkmasaydım, vaktinde kılmasaydım şu anda burada yoktum. Namaz hayatımı kurtardı” dedi.
Olay akşam saatlerinde Çamlıca Mahallesi Tokmakzade sokak üzerindeki meydana geldi. Eskişehir’de oturan Kadir Uslu, yönetimindeki 26 HT 090 plakalı otomobille Çamlıca Mahallesi Tokmakzade sokağa geldiğinde aracın kontrolünü kaybederek yol kenarındaki bir markete daldı. Markette büyük hasara yol açan kazada şans eseri yaralanan olmadı. Market işletmecisi Tahsin Emeklikol, 15 saniye ile kazadan kurtulduğunu belirterek, “Markette durduğum sırada namaz kılmak için yerime geçtim. Namazı kıldıktan sonra seccademi topladım, arka tarafa giderken 15 saniye fark etti. Çıktığımda araç bu şekilde dükkana girmişti. Hasarımız büyük, araç sürücüsü karşılayacağını söyledi. Normalde her zaman aracın girdiği noktada otururum. Kasamız da orada. Şu anda komple kasayı duvara sıfırlamış durumda. Yaklaşık 15 bin liralık hasarım var. Ben namaz için çıkmasaydım, vaktinde kılmasaydım şu anda burada yoktum. Namaz hayatımı kurtardı” dedi.
Otomobil sürücüsü Kadir Uslu kazanın ardından ifadesi için Polis Merkezi’ne götürüldü. Markete giren otomobil ise çekici ile bulunduğu yerden çıkarıldı. Kazayla ilgili başlatılan soruşturma sürüyor.”
Haydi ateist anarşistler, bunu da açıklayın!
“Vatan” kelimesinin ulus-devletler çağından önceki anlamı, yani milliyetçilik/ulusçuluk tarafından deforme edilmemiş gerçek anlamı; bir insanın doğup büyüdüğü, yaşadığı ve kendini ait hissettiği yer, yani “memleket”tir. Örneğin, “memleket nere?” anlamında, “vatanın nere?” gibi.
[Aynı şekilde, “millet” ve “ulus” kelimeleri de deforme edilmiştir. “Millet”, din veya mezhep cemaati demek iken, “ulus” da göçebe aşiretler birliği anlamına gelir. “Ortodoks” anlamına gelen “Rum milleti”, “Gregoryen” anlamına gelen “Ermeni milleti”, asıl anlamını hala koruyan “Yahudi milleti”, veya bir Türkmen topluluğu olan “Bozulus” gibi.]
“Vatansever” de; örneğin, vatanlarına başka vatanlardan – dostça ağırlanacak bir komşu olarak değil, düşman ve yağmacı bir hırsız gibi – gelen “işgalci”lerin zorla el koymasını kabullenmeyen kişi demektir.
Dolayısıyla; Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanmasına tepki gösteren bir “Diyarbakırlı vatansever” ile, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanması durumunda tepki gösterecek olan bir “İzmirli vatansever” arasında, bu bakımdan, bir fark yoktur.
“Doğu Trakya”nın “Batı Trakya” ile,
“Kuzey Kürdistan”ın (“Güneydoğu Anadolu”nun), “Güney Kürdistan” (“Kuzey Irak”) ve “Batı Kürdistan” (“Kuzey Suriye”) ile,
“Ege sahilleri”nin de (tıpkı “Konak” ve “Karşıyaka” gibi) “karşı yaka” ile “bütünleşmesi” gerekir.
Yoksa, o “coğrafya”lara yabancı olan “Ankaralı bürokratlar” ve “İstanbullu burjuvalar” ile değil.
Bingöl Erdumlu’nun kitabının Eylül’de çıkacağını söylemiştiniz.
Son durum nedir, bilginiz var mı Gün bey?
sanırım yayınevleri basmaya çekiniyor.
” Gün abi ” rumuzlu gençlere ben cevap vermek istiyorum kendimce. Şimdi öncelikle ortaya konulması gereken şey, bütün olarak ele alınırsa, “Solculuğun sorunsalı” dır. Bütün fraksiyonları hızlıca ve kısacık sol diye toparlıyorum. Sol olmanın reel coğrafyamızdaki temel çelişkisi, Milliyet kavramını dışlamak ve yok saymaktır. Bu zaten sol’un abc sinin A’sı dır belki de. Fakat öylesine ipleri kopartıcı bir düşünsel kesintidir ki, halk nezdinde bundan sonrasını düşünmeyi konuşmayı bile anlamsız kılmaktadır. Yani bu kesintiden sonra dünyanın en doğru şeylerini de söyleseniz politize olmamış yığınlar sizi dinlemez bile. Ve haklıdırlar. Çünkü artık realiteyi reddettiniz. Yaşanan son yüzyıl içindeki dünya pratiği, artık Milliyeti dünya siyasetinde kült olarak kabul etmek zorunda bırakmıştır. Ütopya realiteye ezilerek mağlup olmuştur.
Şimdi bu noktadan sonra Gün bey’in size cevap verirken belirttiği ” Topluma bile tahammül etmeyen bakış açısını çözümleyebilirsiniz ” Anarşist toplum ve ya sosyalist toplumu da reddediyor ve sadece topluluk olsun diyor, kabileler olarak yani. Yani koskoca millet yada milletler kabile psikolojisine indirgeniyor. Dünya kültürlerine dünya tarihine tüm katkıları ve tarih yaratmaları yok sayılan milletler, kabile olarak algılanmak isteniyor. Yani toplum bu kadar itici algılanmış bu cevapta, hele hele şimdilik ulus ve ırk kavramlarını söz konusu bile etmiyorum tövbe :))
Neden, çünkü toplum olarsan bir kültürün tarihin olacak, eksiklerin olduğu gibi üstünlüklerin de olacak. Diğer toplumlarla ve kendi içinde mücadelen olacak. Kültürel siyasi ekonomik. İyi olmak isteyeceksin ve bunu isterken zararlı yapılardan temizlenme refleksini göstereceksin. Ve bir bakacaksınız ki çocuklar Ulus olmuşsunuz. Bunu fark edeceksiniz. Aslında zaten ulustunuz. Sırrına ereceksiniz. Solcular bunu ve bu sonucu hiç sevmez çocuklar. İşte bunun için toplum bile diyemezsiniz.
Ayrıca doğa da hiç kimse hiç bir şey aynı ve eşit değildir. Aksi palavradır.Hep bir var olma mücadelesi vardır ve bu uluslarda da vardır. Doğa kavga dır. Doğada güçlü olan ayakta kalır. Böceklerde hayvanlarda bitkilerde de böyledir. Uluslarda da böyledir. Güçlü olman için gücünü etkileyen şeylerden acımasızca arınırsın kurtulursun. Bu realitedir. İşte bilinçlenen kitlelerin bunu tahlil etmesi ve kavraması kaçınılmaz gerçektir. Dünya hızla bu noktaya gitmektedir.
Sadece topluluk. Bu ne demekse.. Sürü mü ne acaba ? Her neyse,
bilimsellik gözlem ve deneye, denenmişe, uygulamaya,yani pratiğe, akla dayanmak demektir. Eğer bu değilse ne demektir ? Toplumsal anlamda bilim de toplumsal pratiğin getirdiği sonuçlar ve buna göre çizgileri düzenlemek anlamına gider. Yaşananları bakıp görüp değerlendirmektir. En doğrusu da budur. Bilimsel sosyalizm de bu demektir.
Ütopya, olması arzu edilen toplum demektir. Yani hayal ürünü ağırlıklı bir yapı demektir. Eee peki yine verilen cevapta sol’un çok sevdiği yere göğe sığdıramadığı Sosyalist toplum bile bir kurgu ise, Ütopik sosyalizm nedir ? O da hayalin kurgunun ala’sı değil midir ?
O zaman illa solcu olacaksanız, bilimsel sosyalizm en doğrusu ve akıl yoludur. Ayrıca yine cevapta buyrulmuş ki ; Bilimsel sosyalizmi bir kenara atın gitsin. Toplumsal sistemlere bilimsellik atfetmek totalitarizme götürür.
Bunu kabul etmek ne kadar olası. Yani toplumsal sistemleri akıl süzgeci ile değerlendirmeyin gibi bir anlam çıkar. Günümüzde bu çağda akıl ve bilimi göz ardı mı edelim.
Akıl ve bilim nereye götürürse odur. Çünkü temelsiz ideolojiler kendilerine yönelik tehlikeyi çabuk sezerler, temelsizlerin en temellisi gibi görünen bilimsel sosyalizm de akılla yürür bir yere kadar, ve bu yürüyüş mutlak olarak Milliyet ve ulus kavramları ile kucaklaştırır bilinçli yığınları. Bunu tam olarak özümserlerse tek gerçeğin sınıf çelişkisi palavraları değil, milliyet olduğu gerçeğini kavradıkları anda, son tahlilde bunun önündeki tüm zararlı engellerden sıyrılmak ve bunun için her şeyi yapmak gücü ve gerçeğini bulurlar, işte sayın abi gibi düşünenler kendi fikirlerine yönelik tehlikeyi sezip bunu kast ediyor, totalitarizm derken. Bu durumda akıl yolu kötü müdür ki ? Akıl yolu iyidir ve götürdüğü yerde iyidir.
Ulusları sözgelimi 20 yıldan kısa sürelerde çelik gibi yapan pratikler ortadadır. Ve bu çeliğin ekmeği hala yenmektedir. Güncelleştirilir, mantıkla yoğrulur, bir olası yol üretilir. Ezberci olmayın çocuklar, kalıplara teslim olup kolaycılığa kaçmayın. Belki sen tüm yazanlardan daha akıllısın neden başkasının aklını üst sınır kabul edeceksin. Çok okuyun çocuklar bütün adamları okuyun, bıkmadan. Tahlili siz yapın, kimseye müdahale ettirmeyin. Çok çalışın. Ulusunuzu sevin, ulusunuza faydalı olun.
“Yurttaşlık Bilgisi” dersleri…
Sayın dünyanın en büyük endüstrilerinden biri olan Eğitim-Öğretim fabrikası fikir emekçileri. Fabrikanızın adı bile fabrika çağrışımı yapıyor: Anadolu, çocuk fabrikaları dolu demek değil mi?
Bence siz büyüğünüz Gün abinizi ve hatta bu site büyük beyinlilerinin tümünü, bilhassa Özgür Üniversite fabrikasında püfürpüfüreserini anlayacak olgunluk ve hoşgörüden yoksuna benziyorsunuz.
Yazın son haftalarını Türkiyeʼde, her türlü medya ve sosyal medya parazitlerinden uzakta, yozlaşmamış tam Doğa içindeki tatil köyümüzde geçirdik. Bu arada Gün abinizin 19. yüzyıl solcu devrimci nomenklatürü ʻʻpratik/teoriʼʼ derdi ve size baştan savıcı cevapları aşağı yukarı 19. ve 20. yüzyılda teoriden pratiğe geçen devrimler (İngiliz, Fransız, Rus-Bolşevik, Çin vs.) ile Gün abinizin mürşidi püfürpüfüreserin Laiklik Aydınlık zirvesinde Akıl Yürütme Çağı Devriminden yararlanarak biraz akıl yürüttüm. Ama ve doğrusu en başta Gün abinizin politika mütehassıslığı akla çarpmakta. Nasıl politikacılar işin içinden çıkamayınca ‘dış komplo’ya başvururlarsa, abiniz de sizi ben edip kaytarmış.
Sizi eleştirimi iki büyüklerinizi, Gün abiniz ve püfürpüfüreser, örnek alarak izah edeceğim. Abiniz, dünyayı 19 ve 20. yüzyıl DEVRİM gözlüğüyle; abinizin abisi püfürpüfüreser de o DEVRİMLERİN PRATİĞİNİ yaratan AYDINLIK veya AKLINI (teknolojiler şükür petrol arabasıyla hızlı) YÜRÜTME gözlüğüyle görür (bak: http://www.cafrande.org). Gözlükler teorilere benzer ama değiller, daha da kötü, ideolojiler.
Biz küçükken mahallede böyle takılıp kalmışlara hırıflamış derdik. Daha sonra işin çok daha karışık ve ince olduğunu anladım. İnsanın hayatında olmuş en önemli olayları tekrar etmesine ancak tıp bilim adam-karıları bunamışlık adını takar. Dinler ve Uluslarda da tarihte yaşanmış önemli noktaları her yıl, örneğin çeşitli dinsel ve laik, bayramlarla tekrar ederler. Yani konuya, teori/pratik misali, devrimcilerin çok sevdiği nomenklatüründen bir terim, yani biçim/içeri açısından büyük beyinle bakılabilir.
Abinizin sizi baştan savıcı cevapları bile altın madeni. Örneğin ʻʻtoplumʼʼ yokmuş, ʻʻtopluluklarʼʼ varmış. Anarşist diplomasını bizzat ʻʻTOPlum yok, BİReyler varʼʼ diyen erkek-karı Thatcherʼden aldığı nasıl belli değil mi? Bundan daha anarşistlik düşünülemez. Salt antropoloji cahilliği düşünülebilir.
Politik antropolojide çığır açan Clastresʼın ʻʻDevlete karşı Toplumʼʼ eserinin ana bulgusu adı geçen toplumun devletsiz olmayışı değil, devleti bilerek reddetme. Acaba bu toplum üyeleri Devletiʼin tadını bile almadan, yani pratiğini yaşamadan, hangi teorik düşünceyle Devlet tadının leşten daha pis olduğunu bildiler?
İki büyük beyinli abileriniz 19. yüzyıl ilahilerinden vazgeçmezler. O masallar hayatlarında derin etkiler yapmış. Bence asıl nedeni her ikisinin de fırsatçı ve modaya uyma derdi.
Adalet ve eşitlik hislerinin şempanzelerde de olduğunu deneylerle kanıtlayan De Waal de diğer bir örnekle hem abiniz hem püfürpüfüreser ile alay eder. Bu iki büyük beyinli gibi bir filozof De Waalʼe mektup yazıp, aynı püfürpüfüreser gibi, ʻʻAdalet ve Eşitlik Fransız Devrimiyle yaratıldı, ondan önce böyle bir şey olamaz!ʼʼ der. de Waal ʻʻdüşüncelerini yeniden gözden geçirseler fena olmazʼʼ der. Özgür Üniversite püfürpüfüreseri de böyle safsatalara inandığından ben, ʻʻÖzgür Üniversiteʼye gitseler fena olmazʼʼ diyemiyorum.
Tabii İngiltere salt Gün abinizin İngilteresi değil.
“The Only Man Ever to Enter Parliament with Honest Intentions” …was, of course, Guy Fawkes, to give one example. Whereas your Big Brother is all for the elections: ʻʻDaha Güzel Olacakʼʼ enayi şerbeti dağıtan İmamhatipoğlu and a media star Islahettin Temiztaş who will tolerate çeşit çeşit ʻʻtopluluklarʼʼ BELKİ? BELKİ hatta ilerlemede ayaklara dolaşanlar da dahil. Örneğin ʻʻTurkey prepares to flood 12000 year old city to build damʼʼ. Seçimle başa gelecek hangi baba yiğit laik, ilerici, her tüketim modasına hemen katılan sarışın şehirlilelerin Leninʼin ELEKTRİĞİNE mani olabilir, zaten proje sona gelmiş gibi.
Bir ara abiniz devrimi kırdan kente getirme maceralarına katılmıştı, şimdi kentten gerici kırlara götürme sevdasına düşmüş gibi.
Aslında ve yine Blake, abinizi, püfürpüfüreseri, AKIL YÜRÜTEREK AYDINLIĞA kavuşan sağ ve sol devrimcileri, hadi kendimi de öveyim, benim gibi, sonsuz iyi tanıdığından bu AYDINLIK-LAİK-AKIL-BÜYÜK BEYİN-DEVRİM ninnilerine uyumaz. Blake, medeniyet tarihini, yani BİREYLER BİRBİRİNE KARŞI; ALLAH DA BÜTÜN BİREYLERE KARŞI, kısacık bir şiirle özetler:
A Poison Tree By William Blake
I was angry with my friend;
I told my wrath, my wrath did end.
I was angry with my foe:
I told it not, my wrath did grow.
And I waterd it in fears,
Night & morning with my tears:
And I sunned it with smiles,
And with soft deceitful wiles.
And it grew both day and night.
Till it bore an apple bright.
And my foe beheld it shine,
And he knew that it was mine.
And into my garden stole,
When the night had veild the pole;
In the morning glad I see;
My foe outstretched beneath the tree.
Özet: Fırsatçılar ve modaya hemen uyanlar daima uyutmada başarılı olurlar. Şiddet ve kasaplığı dinciler ve etnik guruplar tekele alalı bu kaypaklar ʻʻhoşgörüʼʼ, ʻʻçeşitli topluluklarʼʼ, ʻʻseçimʼʼ falan filan maskeleri taktılar.
Zileli Abimiz, Siz bu sitede sayısız faşist ve ırkçıları yayınladınız. Neden bu adını bile etmekten çekindiğiniz kişinin yazıları sansürünüzü geçmiyor. Bahanlerle yayınlamamanız çok eski ve bilinen bir taktik değil mi?
Size daha da zor sorular sorduk diğey mi, bu bahaneye başvurdunuz?
ʻʻGün Zileli, Ağustos 25th 2019: sahte kişilerin sahte sorularına yanıt vermem.ʼʼ Yanıt değil, bahane gibi.
Bizi başka biriyle karıştırmışsınız.
Bir devrim teorileri uzmanı olarak dile getirdiğiniz ʻʻTeori/Pratikʼʼ teorik yazınız biz gençler için çok önemli.
Sadece 17.(İngiltere), 18. (Amerika, Fransa) ve 19. (1848 bütün Avrupa teşebbüsleri) 20. (başarılı olan Bolşevik) devrimlerini örnek alırsak, devrim pratiği mi önce geldi, yoksa devrim teorisi mi?
Benzeri olarak, Aydınlık devrinin pratiği mi önce geldi, yoksa teorisi mi?
Adını ettiğimiz teorilerin pratikleri ne zaman ve nerede oldu?
Zaten önemli olan kişiliğimiz değil, fikirlerimiz. Kendiniz teori ve pratiği bir arada götüren bir devrimcisiniz; teorileriniz pratiklerle, pratiğiniz teorilerle değişti. Kendiniz için hangisi daha önce geldi?
Yazınız Gün abimize hitap ediyor ama bizimle ilgili olduğu için abimizin beyin büyüklüğüyle ters orantılı (“Yurttaşlık Bilgisi” dersleri…) cevabı yerine daha uzun, fikirlere daha saygılı, hatta sizin savunduğunuz bireyciliğin tam tersi olan toplumsal ahlaka uygun ve karşı tarafa değer verici ve ciddiye alıcı bir cevap vermek istedik.
Eğer yanlış anlamadıysak, siz de Gün abi, Türk ve dünya aydınları gibi bilimsel ve realiteci olmaya, Aydınlık Çağıʼnın diğer bir adı Akıl Çağıʼnın akıl yürütmesine değer veriyorsunuz. Ne var ki, Gün abimize yönelttiğimiz soruların altında yatan sorunumuzu sezmemişsiniz: ideolojiler akıl yürütmeye yön verirler, bir çeşit at gözlükleri, yürütülen akılla varılan yer akıl ve bilimden çok modaya uyma hevesleri. Hatta çelişkiler bile içerirler.
Aynısını sizde de tespit etmek mümkün. Yanlışımız varsa lütfen düzeltin.
ʻʻ Ayrıca doğa da hiç kimse hiç bir şey aynı ve eşit değildir. Aksi palavradır.Hep bir var olma mücadelesi vardır ve bu uluslarda da vardır. Doğa kavga dır. Doğada güçlü olan ayakta kalır. Böceklerde hayvanlarda bitkilerde de böyledir. Uluslarda da böyledir. Güçlü olman için gücünü etkileyen şeylerden acımasızca arınırsın kurtulursun. Bu realitedir. İşte bilinçlenen kitlelerin bunu tahlil etmesi ve kavraması kaçınılmaz gerçektir. Dünya hızla bu noktaya gitmektedir.ʼʼ
Bize göre yukarıdaki paragraftaki fikriniz bir ideoloji ve nispeten eski bir ideoloji (örneğin Hobbes en ünlü savunucusu).
Herkes birbiriyle kavga içinde ama uluslar arası kavgalarda bireyler arası kavga ortadan kayboluyor ve hatta olağanüstü yardımlaşma oluyor. Bir bilim adamı bütün dış yardım gürültülerine rağmen felaketlerde yardımların %90ʼından fazlasının komşulardan geldiğini ispat etti.
Şu an zengin ulusların en büyük derdi salt kendi çıkarını düşünenlerin uluslarını çöpe atıp zengin ülkelere akmaları. Türkiyeʼden Avrupaʼya gidenler de aynısını yaptı ve böylece sıradan veya solcu devrimciler süt ve bal diyarlarına kapak attılar. Çoğu ulusalcılık, kardeşlik, azınlık, demokrasi azlığı, özgürlük azlığı, din özgürlüğü azlığı, para azlığı, iş azlığı, zengin olma fırsatları azlığı gibi ideolojik sınır geçme veya sosyal asistana verilen giriş parolalarıyla dertlerini dile getirdiler. Yani toplumsal kökenli kavramları bahane ederek toplumları terk edip eskiden düşman şimdi dost toplumlara gittiler. Türkiyeʼden Avrupaʼya kapak atanlar arasında yapılan anketlere göre, gerek sıradanlar gerek solcu devrimciler, bireysel realiteci olarak bireysel mutlu ama toplumsal realiteci olarak toplumsal kökenli ideolojileri ezbere öterler.
Doğada hayvanlar ve böcekler arası dayanışma da var kavga da. Ama ne yazık ki, sizin dediğiniz gibi kavga değil. Siz kendi kavganızı hayvanlara da yansıtmışsınız. Bilim adam ve karılarına göre, hayvanlar arası kavgalar sembolik, törensel ve hatta bir nevi danışıklı dövüş.
Dinler karşı haçlı seferlere çıkmış bilim adamı Dawkins bile ʻʻBencil Genlerʼʼ kitabında en iyi taktiğin karşılıklı dayanışma olduğunu açıkça söyler ama biri çıkar da kalleşlik yaparsa muazzam servetlere konacağından dengenin çok hassas ve güvensizliğine işaret eder. Kropotkin’den ilham alan bir matematik dahisi 1970ʼlerde karşılıklı dayanışmanın simülasyonunu yaptı. Dawkinsʼin fikrini Dawkinsʼden önce kanıtladı. Bir kalleş herkesi kalleş etti, kısacası sepette bir çürük elma yeter.
Diğer bir bilim adamı ünlü ʻʻHomo homini lupusʼʼ, yani ʻʻinsan insana kurtʼʼ, lafının hem insana hem de kurda hakaret olduğunu söyler.
Güney Amerika ilkellerini inceleyen diğer bir bilim adamı da ʻʻaralarında bizdeki gibi komşusundan daha fazlası olmadan haz duyma gibi çirkin ve iğrenç bir his yokʼʼ dedi.
Sizin tenkit ettiğiniz solcular aslında tenkit ettikleri düşmanlarının aynısı.
Bunu kanıtlamak için de sonsuz basit bir örnek vereceğiz.
Aşağıdaki alıntı küçük çocuklara antropolojinin ne olduğu dersinden.
[ʻʻAnthropology is the study of humankind. It is holistic in two senses: it is concerned with all humans at all times, and with all dimensions of humanity. Central to anthropology is the concept of culture, and the notion that human nature is culture; that our species has evolved a universal capacity to conceive of the world symbolically, to teach and learn such symbols socially, and to transform the world (and ourselves) based on such symbols.ʼʼ]
Çeviri (aşağı yukarı):
Antropoloji, insanının, hem bütün zaman boyunca hem de tüm boyutlarıyla, bir bütün olarak ne olduğunu açıklamaya çalışır. KÜLTÜR, antropolojinin odağı ve insanın DOĞASIDIR. İnsan türü, dünyayı semboller aracılığıyla kavrama, bu sembolleri toplumsal* aktarmayla öğrenme ve öğretme ve hem dünyayı ve kendisini bu sembollere dayanarak değiştirme kapasitesi geliştirdi.
Biz bu bilgiyi bu sitede bir türlü kabul ettiremedik.
*Not: Gün abinin dediği gibi topluluksal değil, toplumsal, yani tüm insanlık. Gün abimiz bilgiyi kendi gibi büyük beyinlilerin nesilden nesle, okullar vasıtasıyla ve yüksek zekaları sayesinde, sadece topluluklardan topluluklara aktarıldığını, aynı sizin gibi, bütün dünyaya yansıtmış: Gün abimize göre insan toplumu doğasıyla topluluklardan oluşan hiyerarşik bir bütün.
Bu sitedeki solcu devrimciler açısından insan tarihi 4-5 yüz yıl önce Avrupaʼda başlar ve kendilerine aktarılan ve asıl önem taşıyan bilgi de 19. yüz yılda zirvesine erişen DEVRİM edebiyatı bilgisi. Gerisi bu temel temanın varyasyonları.
MEDENİYET denilen nesnenin tek bir nesne olduğu bilgisini de aktarabilmemiz imkansız oldu. Okul, televizyon ve medya beyinlerde büyük tahripler yapmış. Bilimsellik lafı bile bir süs, asıl olan at gözlüğü ideolojiler ve parti içi ve dışı didişmeler.
Tekrar sizin ideolojinize dönersek, insan doğası diye bir şey yok, sizin dediğiniz bir ideolojik inanış. Hatta bilimsel konuşursak, uzun süre içinde, böcek veya möcek, hiç bir canlı varlığın, doğası olamaz aksi halde ne evrim ne de türlerin gelişmesinden söz edebiliriz. Mutasyonla DNA bile değişmekte Sayın 53 Realiteci. Tabii, bir ihtimal daha var, siz de bu site solcu devrimcileri gibi bilime taparsınız ama farkında bile olmadan sonsuz dincisiniz. Yani, her şey Allahʼın elinde ve dilinde. Her yaratık yaratılalı olduğu gibi kalmış.
Hatta daha de realiteci bir ihtimal daha var. Cahillik saadettir.
Bilgi küpü…
Zileli kıskançlığını alayla ifade edip politikacı marifetini sergilemiş.
Bu kadar konusmak….ve yazmak…Akla ziyan…! Sifonu cek…Gun abi…!
öyle düşünmüyorum. Akıl tartışmayla gelişir.