Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Siyasi Durum Üzerine Bazı Spekülasyonlar…

İdeolojik Biçimlenme, Siyasi Tahlil

 

(Her iki yazı da Yeni Harman’ın Şubat sayısında yayımlanmıştır.)

 

Şahsi Sitem olan Aşk ve Devrim (www.gunzileli.com) sitesinde yayımladığım, 28 Ocak 2012 tarihli, “İslami Sağ Devletleşince…” yazısını şöyle bitiriyordum:

“Dolayısıyla devlet baskısıyla İslamcı baskı AKP-Devlet iktidarının şahsında birleşerek eski şehir orta sınıfının (CHP), emekçilerin (sol) ve Kürtlerin (BDP) üzerine buldozer gibi yürümektedir.

O zaman?”

Kaldığım yerden devam edeyim. Eğer durum yukarda özetlediğim gibiyse yakın geleceğe ilişkin bazı spekülasyonlar yapmak istiyorum.

Öncelikle İslami Sağın (yani AKP iktidarının) devletleştiğine ilişkin tezimin nereden kaynaklandığını açıklamalıyım.

Birincisi, Ermeni meselesi; ikincisi, Kürt meselesi; üçüncüsü, Kıbrıs meselesi.

AKP iktidarı, İslamcı bakışı dolayısıyla 1915 Ermeni kıyımına ilişkin hiçbir zaman olumlu bir bakışa sahip olmadı ama “İttihatçı gelenek”le kapışma halindeymiş gibi gözüktüğü geçmiş yıllarda, sanki bu konuda da farklı bir tutum takınacakmış gibi yaptı. Ne var ki, özellikle son bir yılda, devlet iktidarına iyice oturdukça (ne yazık ki, liberallerimiz AKP’nin devlet iktidarına oturmak için yürüttüğü bu mücadeleye “askeri vesayet rejimi”ne karşı mücadele adını verdiler ve “sivilleşme” adına bu devletleşme eylemini desteklediler) Ermeni meselesinde de tamamen devlet tutumu almaya başladı. Yani AKP devleti ele geçirdikçe devlet de AKP’yi ele geçirdi.

AKP’nin Ermeni sorununda devlet tutumu aldığının en belirgin işareti, AKP iktidarının, “Ermeni soykırımı yoktur” dediği için İsviçre’de mahkûm edilen Doğu Perinçek’in AİHM’de açtığı davaya onun safında katılmasıdırhttp://www.aydinlikgazete.com/index.php?option=com_content&view=article&id=5059:perncek-hakli-sze-meydan-okudu&catid=35:joomla&Itemid=95.

Aydınlık gazetesinin 3 Kasım 2011 tarihli nüshasında manşetten verdiği haberin girişinde şöyle denmektedir: “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır. 1915’te soykırım yapmadık, vatanımızı savunduk dediği için İsviçre’de para cezasına çarptırılan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in İsviçre aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açtığı davaya Türk Hükümeti de katılım başvurusunda bulundu. Hükümet davaya Perinçek’in safında katılarak, Perinçek, 1915’te yaşanan tarihsel olayların soykırım olarak sınıflandırılmasına meydan okumuştur şeklinde görüş bildirdi.”

Hrant Dink davasında AKP hükümetinin izleri örtbas eden tutumu ve karar da bu yönelimi doğrulamaktadır.

AKP hükümeti, bana kalırsa “Kürt açılımı”nı ilan ettiği ve Cumhurbaşkanı’nın ağzından “iyi şeyler olacak” dediği dönemde de bir oyalamaca siyaseti içindeydi. Aslında amacı, bu tür söylemlerle Kürtleri teslim almak ve ardından bastırmaktı. Teslim alma siyaseti tutmadı, bunun üzerine doğrudan saldırı ve bastırma siyasetini başlattı. Elbette bu saldırma ve saldırı siyasetinin Uludere faciasına varacak boyutlarda sürdürülmesi, katliamın ardından Genel Kurmay Başkanına teşekkür edilmesi AKP’nin AKP-Devlet haline geldiğinin en belirgin göstergesidir. KCK tutuklamaları bütün hızıyla bugün de sürmektedir. Artık ortada ne açılım ne de “iyi şeyler” kalmıştır.

Son olarak, Denktaş’ın ölümüyle ortaya çıkan manzara, AKP-Devlet’i tam olarak tescil etmektedir. Bundan 4-5 yıl önce Avrupa’nın çözümünü benimseme eğiliminde olan AKP hükümeti, devletçi Denktaş’la ve T.C. Devletiyle çatışma halindeydi. Son cenaze törenleri, böyle bir çatışmanın ortadan kalktığını ve AKP’nin devlet olduğu ölçüde Denktaş’ı da benimsediğini ortaya koymaktadır. AKP’li basın ile devletçi ve ulusalcı Aydınlık’ın “yavru vatan ve ulusal kahraman Denktaş” söylemlerinde yan yana geldiklerini izlemek ilginçti. Bu noktaya Taraf gazetesindeki bir yazısında Ahmet Altan da temas etmişti.

 

Şimdi bu olguların ardından siyasal güçlerin saflaşmalarındaki değişikliklere değinebilir veya değişiklik ihtimallerine dayanan spekülasyonlarda bulunabiliriz.

Kanımca, ulusalcı eğilimin içinde yer alan Cumhuriyet gazetesinde ve CHP’de önemli bir değişiklik yaşanmaktadır. Bu değişiklik, özellikle KCK tutuklamalarına karşı tutumda belirgindir. Eskiden CHP ve Cumhuriyet bu tür tutuklamalara ses çıkartmaz, hatta hayırhah davranırken artık tutumlarını değiştirmiş görünüyorlar. CHP sözcüsü, geçenlerde KCK tutuklamaları üzerine sorulan bir soruya “kanunsuzluk” diye karşılık verdi. Jitem kazılarında CHP genel başkan yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ön plana çıktı ve olumlu açıklamalarda bulundu. Cumhuriyet gazetesinde de bu yönde bir değişim söz konusu.

Ulusalcıların en sivri ucunu oluşturan Aydınlık gazetesi ise, yukarda değindiğimiz üç temel noktada da halen “kaya gibi” yerinden kıpırdamaz bir devletçi tutum içinde. Yani bu durumda, Türkeş’in 12 Eylül sonrasında kendi durumunu izah etmek için söylediği bir sözü İP için de söyleyebilir miyiz: “Zihniyetleri iktidarda, kendileri içerde.”

Bu durumda iki tür spekülasyon yapabiliriz. Birincisi, Aydınlık ve İP’in AKP iktidarının devlete oturduğunu görerek ve AKP karşıtlığı güdüleri nedeniyle devletçilikten uzaklaşıp muhalefet saflarında yer alması. İkincisi ise, Aydınlık-İP’in eski tutumunu sürdürmesi. O zaman iki şey olur. Bu hareket bölünür ve bir kısmı muhalefet saflarında yer alır. İkinci olarak da, devletçi-milliyetçi tutumda ısrar eden hareketin merkezi giderek AKP iktidarına yaklaşır ve onunla aynı safta yer alır.

İşte bu durumda liberal-solcularımızın konumu da merak konusudur. Şu anda AKP’den uzaklaşmakla ona tutunmaya devam etmek arasında yalpalamaktadırlar. Bu yalpalama tutumu sona erdiğinde bu saflarda da bir bölünme ortaya çıkacaktır. Bir kısmı, AKP ile ittifakı devam ettirecek, diğer bir kısmı muhalefete yaklaşacaktır.

Her halükârda bugünkü saflaşma şöyledir: Bir tarafta AKP-Devlet ve liberal müttefikleri vardır; diğer tarafta CHP-Sol-Kürt muhalefeti bulunmaktadır. Ulusalcı İP ise tuhaf bir konumdadır. AKP’ye karşı muhalefet ederken en devletçi tutumu almasıdır bu tuhaflık. Çünkü AKP’ye muhalefet edebilmek için bundan sonra devlete de muhalefet etmek zorunlu hale gelmiştir. Yani kısacası, bundan böyle bir koltuğa iki karpuzu birden sıkıştırmak mümkün olmayacaktır. Ulusalcı İP, ulusalcı ve devletçi tutumda ısrar ettiği için bölünür ve devletçi merkezi AKP’ye yaklaşırsa çok komik bir şey olacaktır. Örneğin bir yıl sonra, örneğin Etyen Mahçupyan’la Doğu Perinçek’i “el ele” “milli cephe”de görmemiz hiç de olmayacak şey değildir.

Bilmiyorum tabii, böyle bir durum olursa buna komik mi demek gerekir, yoksa trajik mi?

 

Gün Zileli

28 Ocak 2011

 

                                       ***

 

Yeniden Harmanlama

 

Anarşizm vs. Mahçupyan&Perinçek

 

Gün Zileli

 

(7-8 yıl önce iki zihniyete karşı anarşizmi savunan iki yazının son bölümlerinden)

“Hoş geldin Demokrat Zihniyet! Merhaba, Ben Anarşi!” yazısından

(Etyen Mahçupyan’ın İdeolojiler ve Modernite  kitabı Üzerine)

(…)

Gerçi Mahçupyan, taraftarı olduğu demokratik zihniyetin öngördüğü demokrat toplumun ayrıntılarına girmemektedir ama yer yer buna ilişkin saptamalarda da bulunmaktadır. Örneğin, Mahçupyan’a göre, “demokrat bir toplum her görüşe kendini geliştirme ve ötekileri etkileme alanı sağlayan; ancak hiçbir görüşe ‘devlet görüşü’ olmayı garanti etmeyen bir,” (s.115) düzendir. Buradan, Mahçupyan’ın, demokrat bir toplumda da devleti öngördüğünü öğrenmiş oluyoruz. “Her zaman taraf” olan, “kendi arzusuyla kendini sınırlaması gerçekdışı bir beklenti,”(s.105) olan ve “daima otoriter dünya görüşüne uygun bir nüve teşkil eden,”(s.120) devlet mekanizmasının varlığı koşullarında, Mahçupyan’ın öngördüğü, kimsenin kimseye baskı yapmadığı demokrat toplumda, özgürlüğün nasıl garanti altına alınacağı sorusu boşlukta kalmaktadır.

Öte yandan, dünyada ve ülkemizde, umutları çökerten otoriteryanizmle birlikte insanlığa yeni umutlar vermekten uzak olan liberalizmin de baş aşağı gittiğini ve kolektivist ve ulusçu devletin karşısında özgürlükçü alternatifin yükseldiğini gören Mahçupyan, bu özgürlükçü alternatifi çabucak “demokrat zihniyet” olarak tanımlayıp tekelci bir tutum sergilerken, bu tekelci tutumunu, taraftarı olduğu özgürlükçülüğü 150 yıldır ödünsüz savunan anarşizmi görmezden gelmesiyle ve “anarşi” sözcüğünü yer yer popüler anlamıyla, kargaşalık karşılığı olarak kullanmasıyla da (örneğin s.87′de) sürdürmektedir. Mahçupyan, elbette kendisi bu kavramı benimseyebilir, hatta özgürlükçü alanın bu kavramla ifade edilmesini de bir öneri olarak getirebilir. Ama bu alanın en kadim ve en kararlı savunucusu olan bir düşünceye hiç yokmuş gibi muamele etmek, bir de üstelik o kavramı, popüler dilde kazandığı olumsuz anlamıyla kullanma kolaycılığına kaçmak, her şeyden önce, demokrat zihniyetle bağdaşmamaktadır.

Anarşizm tekelci değildir. Otoriteryanizme ve liberalizme karşı özgürlük alanında mücadele etmek isteyen her liberter düşünceyi sevinçle karşılar ve ona herkesten önce kendisi yer açar. Ama birisinin de gelip teklifsizce yerine oturmasına ve kendisine namevcut muamelesi yapmasına sessiz kalamaz. O zaman insana, “dağdan gelmiş, bağdakini kovuyor” derler.

Özgürlükçü alana hoşgeldin demokrat zihniyet ! Merhaba ! Benim adım Anarşi !

Bireylikler

sayı:2, Mayıs-Haziran 2005

                                                               ***

 

 

“Hela Süpürgesi”  yazısından

 

(Doğu Perinçek’in, Bilim ve Ütopya dergisinin, Mart 2004 tarihli 117. sayısında yayımlanan “Anarşizmin Serüveni” başlıklı yazısı üzerine)

 

(…)

… Doğu Perinçek’e karşı Marksist devrim teorisini de savunmak zorundayız. Çünkü D. Perinçek, “devrim, devlet kurmak içindir” (s.21) iddiasını ileri sürmektedir. Oysa, bildiğim kadarıyla, Marksizmle anarşizmin arasında, devrimin toplumsal devrim olduğu noktasında bir farklılık yoktur. Yani Marx ve takipçileri, toplumsal devrimin devleti de giderek ortadan kaldıracağını belirtmişlerdir. Marksistlerle anarşistleri ayıran şey, Marksistlerin toplumsal devrim için bir politik devrim öngörmeleri, yani toplumsal devrimin gerçekleşmesinde “devlet olmayan devlet”in önemli bir rol oynayacağını ileri sürmeleridir. Anarşistler böyle bir aşamayı reddetmiş ve toplumsal devrimin, başından ezilen sınıflar tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Ayrım noktası budur. Ne var ki, Marx ve izleyicileri, hiçbir zaman, “devrim devlet kurmak içindir” dememişlerdir. Sadece, toplumsal devrim için bir devlet aygıtının gerekli olduğunu söylemişlerdir. İkisinin arasında oldukça önemli bir fark vardır. Zaten eğer böyle söylemiş olsalardı, Mussolini ya da Nasyonal sosyalistlerden hiçbir farkları kalmazdı.

Anarşistlerin örgütlenmeyi reddettikleri, eski bir iddiadır. En azından bu noktada “bilimsel sosyalizme bir katkı”dan söz edemeyiz. Ne var ki, bu noktada da, eski iddialara anarşizmin verdiği yanıtı tekrarlamak zorundayım. Anarşizm örgütlenmeyi reddetmez, sadece, kitleler üzerinde yönlendirici ve öncü olma iddiasındaki kerameti kendinden menkul bürokratik, özel ideolojili örgütlenmeleri reddeder. Bunda da son derece haklıdır. Bugüne kadarki bütün devrimleri saptıran ve karşı-devrimci bürokrasilerin diktatörlüğünü kuran, dolayısıyla ezilen kitlelerin özörgütlenmelerini bastıran bu tür örgütlenmeler olmuştur. Anarşizm, kitlelerin özörgütlenmelerini savunur. Çünkü devrimin ve sömürüsüz toplumun gerçek kurucuları, ezilmenin ve sömürünün acısını çeken ezilen kitleler ve onların özörgütlenmeleri olacaktır. Komünistler, anarşistler ya da herhangi bir düşünce akımını savunanlar ve onların örgütleri değil.
Anarşistlerin üretimi reddettikleri (s. 18) iddiası ise, ciddiye bile alınamayacak kadar hafiftir. Doğu Perinçek, eğer Kropotkin’in yukarda sözünü ettiğimiz eserlerinden sadece birini, hatta yalnızca birkaç bölümünü okumuş olsaydı, bu iddiasını ileri sürerken biraz düşünecekti. Düşünecek miydi? Aslında bundan da tam emin değilim.
Doğu Perinçek’in, daha sonraki sayfaları kaplayan, anarşizme ilişkin küfür, itham ve hakaretlerle karışık “metafor”larından sadece birini biraz akla yakın buldum: “helâ süpürgesi”. D.Perinçek’in biraz olsun başarılı sayılabilecek böylesi bir metaforu yapabilmesinde, anarşizmin bu “imajı”nın gadrine uğramasının rolü olduğu düşünülebilir.

 

21 Mart 2004
Londra

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

18 Comments

  1. 'CHP'li olmal demek Mustafa Kemal olmaktır'

    Kemal Kılıçdaroğlu’nun kongre konuşmasından,

    Sovey sosyal eşperyalizmine karşı ABD ile ittifak ne kadar abuk sabuk bir düşünce ise Zileli’nin CHP ile ittifak projesi de o kadar abuk sabuk. Ama kendisine yakışmakta, tam ondan bekleneni yapmakta.

  2. selçuk

    Bu ek yazıdan anladığıma göre ; Akp “önceleri devlet değildi, dolayısıyla statüko değildi ve yine dolayısıyla kurulu düzen karşıtıydı.Ancak ne zaman ki Perinçek’i destekledi, ne zaman Denktaş öldü o zaman devlet oldu,statüko oldu”
    Siz yazdığınıza inanıyor musunuz?

  3. Gün Zileli

    Ben de şöyle sorayım: Siz okuduğunuzu anlıyor musunuz?

  4. Anonim

    gün güzel bir atraksiyon olmuş. yani cephe siyaseti açısından şık bir hamle ama birkaç şeyi atlıyorsun:

    1- devlet homojen bir yapı değil. olamaz da zaten. bu nedenle devletçi yapılardan herhangi biri bu pozisyonunu bozmadan egemen bloğa (ya da akp örneğindeki gibi koalisyona) karşıt bir mevzi tutabilir. kısmi noktalarda yanyana gelirler. mesela kürtlere karşı savaş konusunda ama bu zaten süregelen bir tutum.
    2- “emperyalizm” muhabbetini atlamışsın. abd’ye karşı rusya ve çin’in kucağına oturmayı savunan aydınlıkçıların devletçilik yaparken abd ile bilmem kaçıncı balayındaki akp’ye yanaşması olası değil.
    3- aydınlık çetesinin faşist bir çete olduğunu bir an es geçelim. bütün varlığının akp karşıtı “muhalefete” indirgenmiş olduğunu da es geçelim. bu çete hiçbir zaman rasyonel politika alanında yer almadı. hani “yapı” olarak gerçeklik sınamasında çok ciddi bir bozunum olan bir çeteden söz ediyoruz. mesela 2002 seçimlerinde 2. parti olacaklarını aydınlık’ın kapağından verecek kadar başka bir dünyaya aitler bunlar.

    yani aydınlık’ta bir bölünmeyi ya da özgürlükçü bir kopuşu daha çok beklersin sen. ulusaltroçkistsolcumhuriyetçianarşistdevrimcimarksist bloğun için biraz daha kuvvetli bir teorik zemine ihtiyacın yok mu sence de?

  5. BaranaS

    Bu yazılar G.Zileli’nin yaşadığı Aydınlık-Perinçek kompleksininin göstergesidir.
    Zileli için Türkiye’de yaşamıyor da diyebiliriz.
    Zileli bu yazılarında tam sağa çark etmiş.
    Zaten her zaman sağda yer almadı mı ?

  6. Anonim

    yine ben…
    öyle cephe siyaseti falan gözetmeyen, reel politika numaralarına girmeyen bir anarşist meseleye şöyle bakabilirdi: siyasetin merkezine oturan, onu zapteden ve elden bırakmaya niyetli olmayan akp kendisini ne kadar sağa çekerse ip ve mhp kendilerini onun da sağına çekmek zorundadır ve çekeceklerdir. chp de sağdan sola soldan sağa ip atlamak noktasında elini biraz serbestleştirme olanağı bulacaktır. tam bu noktada azıcık güç kazanmak istiyorsa tkp gibi bindelik parti müsveddeleri de ne zamandır kemalizmle girdikleri kucak dansını bırakıp dört başı mamur bir sol karikatürü çizebilirlerse bitlerini kanlandırırlar. iddia ediyorum tkp bu konuda geç de olsa uyandı ve yurtsever edebiyatını geri çekip sosyalizm ajitasyonuna yüklenecek, ortalmdaki sol muhalefet boşluğunu böyle doldurmaya çalışacak, muhtemelen diğer solda da bu yönde bir eğilim olacak. ama bunlar ulusalcılık tuzağında dimyata pirince giderken elden kaptırdıkları bulgurların bir kısmı için kavgaya dövüşe tutuşacaklar. sen de cephe kurmak için aytekin’lerden fikretlerden başkasını bulamayacaksın. solun uyanmakta olduğu rüyaya sen yeni yeni dalıyorsun demedi deme.

  7. Selçuk

    1-“Kaldığım yerden devam edeyim.” Buradan ek yazı olduğu anlaşılıyor.
    2- “Öncelikle İslami Sağın (yani AKP iktidarının) devletleştiğine ilişkin…” diye devam eden kısım size neyi ifade ediyor?
    3- “AKP’nin Ermeni sorununda devlet tutumu aldığının en belirgin işareti, AKP iktidarının, “Ermeni soykırımı yoktur” dediği için İsviçre’de mahkûm edilen Doğu Perinçek’in AİHM’de açtığı davaya onun safında katılmasıdır” şeklindeki cümlenizi neye yormalı?
    4- “AKP’li basın ile devletçi ve ulusalcı Aydınlık’ın “yavru vatan ve ulusal kahraman Denktaş” söylemlerinde yan yana geldiklerini izlemek ilginçti.”
    Bu yukarıdaki 4 maddeden anladığımı birinci yorumumda belirtmiştim. Ve gözlerime inanamamıştım. O nedenle o yorumu yaptım. Sanırım yanlış anlamışım.

  8. Hollandali irkçi ve Türk solculari

    Radikal gazetesinde Hollanda Irkçi partisi milletvekilinin malum islamofob, irkçi-fasist yorumlari var. Bu yazinin altina kendi yorumlarini yazmis olan onlarca Türk solcusu hepbir agizdan Hollandali irkçiya hak veriyor, destekliyor, arka çikiyorlar. Tûrk solculari olarak Hollandali irkçi-fasist milletvekiliyle ayni görüsleri paylastiklarini beyan ediyorlar, hatta bu kisinin irkçi olmasinin Islam ile görüslerinin dogru olmayacagi anlamina gelmedigi ileri sürülüyor. Türkiye solculari kadar Türkiye’deki müslüman halka düsman olan baska bir grup bulmak mümkün degildir. Hatta bu Kollandali irkçidan daha asiri bir sekilde Islam düsmanligi yapmaktalar. Bu nedenle de dogal olarak marjinal kalmaktalar, sol olmayan belli bir açidan muhalefet yapan Kürt milliyetçlerinin veya Alevi mezhepçilerinin kullandiklari bir destekçi olarak dünya aleme rezil olmaktalar.

  9. Hollandali irkçi ve Türk solculari

    Bu Hollandali irkçiya hak verecek kadar düsmüs olan Türk solcularini gelecekte hiç de iyi günler beklemedigini tahmin etmek pek güç olmasa gerek. Bunlar daha çok, çok iyi günleri. Mezarda yatacak yer, içecek su, yiyecek ekmek, alacak hava, görecek isik, duyacak ses bulamayacaklar. Tabii bu mecazi anlamda, yoksa bu dünya herkese yeter.

  10. Beyazdis

    Turk solculari, yillardir o saydigin iskencelerden gecip hayatta kalmayi basardilar…Mucadele etmeye de devam ediyorlar..
    Onlari merak etme sen…
    Yanlislar uzerine de yorum yapma..
    Turk solu Turkiye’deki musluman halka degil, islamin kendisine dusmandir…

  11. Beyazdis'e

    Iyi ya iste, biz de senin gibi siradan solculara degil, solun katil, kan içici, diktatör, çagdisi, gerici , ilkel ideolojisine karsiyiz. Gûrdügünüz iskenceler de yaptiginiz iskenceler yaninda devede kulak kalir, iskenceci sifatini hak etmis bir ideoloji varsa o da sol ideolojidir.

  12. Beyazdis

    herhalde yapacak bir sey bulamadin, abuk sabuk yorumlarla
    kendine is yaratmaya calisiyorsun..
    Once sen hangi fikri temsil ediyorsun yada bir konuda duzenli ve tutarli bir fikrin varmi onu soyle , cevabini ona gore alirsin..
    Senin gibi, ne oldugu belirsiz sahislarin soyledikleri, “sol”icin bir onem ifade etmez..

  13. Anonim

    Ahmet ALTAN
    Nevruz, Kemalizm ve din

    Kemalizmin en büyük ve en korkunç zaferi, dindarların damarına milliyetçilik zehrini enjekte etmek oldu.

    İki büyük kazanç sağladı böylece.

    Birincisi, tasavvufta billurlaşmış olan sevecenliği, hoşgörüyü, “yaratılanı yaratandan ötürü sevme” yeteneğini içselleştiren bir din anlayışının ortak bir kültür zemini oluşturmasını ve bu ortak kültür çerçevesinde bir “hakkaniyet” mücadelesine girişebilme gücüne ulaşmasını engelleyerek kendini “tekleştirmeyi” becerdi.

    İkincisi de, sürekli olarak ezdiği, horladığı dindarları, her istediğinde milliyetçilik dizginleriyle durdurup denetlemeyi ve kendi amaçları için kullanmayı başardı.

    Dindarları Kemalistleştirdi.

    Dindarları dinleyin, anlattıkları mesellere, söyledikleri hadislere kulak verin, hep “hoşgörüden, şefkatten, merhametten, adaletten” söz ettiklerini göreceksiniz.

    Peygamberinin “veda hutbesinde” kavmiyetçiliği lanetlediği bir dinin mensuplarının kendilerine İslam’ın geçmişinden bir milliyetçilik hikâyesi çıkarmalarının pek kolay olmayacağını zaten görürsünüz.

    Ama aynı dindarların “ameline” baktığınızda, karşınıza milliyetçiliğin o çirkin hoyratlığı çıkar.

    Bu ülkenin dindarlarını “Türk-İslam” sentezine inandırmış bir sistem var karşımızda.

    Sosyalizm karşısında “nasyonal sosyalizm” neyse, İslam’ın karşısında “Türk-İslam” sentezi de odur bence.

    Elbette bu konuları benden çok daha iyi bilen insanlar var bu ülkede, sıradan bir mümin bile bunları benden iyi bilir ama bizim dindarların “milliyetçilik-din” ilişkisini kalabalıklar önünde konuşmaktan ne yazık ki ödleri patlar.

    Tek tek konuştuğunuzda İslam’ı bilen her dindar size “dinde milliyetçiliğe yer olmadığını” söyler ama bunu yüksek sesle gündeme getirmez.

    Böylece bu ülkenin “demokrasiye, eşitliğe, özgürlüğe” ulaşması iki kanattan birden kesilmiştir, ne Kemalizm’den varabilirsiniz oraya, ne de dindar muhafazakârlardan varabilirsiniz.

    Muhafazakârların bir cila olarak kullandıkları dinin altında, o dindarlığı kavruklaştıran milliyetçilik zehri akar.

    Kemalistlerle muhafazakâr dindarlar arasında aslında “ideolojik” bir kavga, ideolojik bir anlaşmazlık yoktur, bir iktidar savaşıdır yaşadıkları.

    Namaz kılan milliyetçilerle, dans eden milliyetçilerin, “sarayın iktidarını” kim alacak kavgasını izleriz biz.

    Hepsi aynıdır.

    Hepsi milliyetçidir.

    Birinin Batılılığı, öbürünün dindarlığı sadece görünüştedir, ikisi de aynı milliyetçilik ağacının iki farklı dalıdır sadece.

    Bakın, on yıldır bu ülkeyi “dindar” bir hükümet yönetiyor, neredeyse son üç yıldır memleketin“rakipsiz” iktidarı bu dindar insanlardır, peki, Kemalistlerin milliyetçiliğinden farklı bir milliyetçilik anlayışı görünüyor mu ortada?

    Yooo.

    Aynı hoyratlık, aynı nobranlık, aynı “benden olmayan benim düşmanımdır” anlayışı.

    Şu “dindar” hükümetin devr-i iktidarında yaşananlara bir bakın.

    Sadece şu son iki gündür yaşanan Nevroz olayları bile neyle karşı karşıya olduğumuzu gösterir.

    Kürtlerin gösterilerini yasakladılar, meydanlara çıkan Kürtlere saldırdılar, Ahmet Türk’ü hırpalayıp hastanelik ettiler.

    Ne işe yaradı?

    Gösteriler gene yapıldı, sadece vahşet ve şiddet arttı sokaklarda.

    Genç Kürt çocuklarının nefreti biraz daha bilendi, Kemalist’iyle, muhafazakârıyla, dindarıyla Türklerin yakalandığı milliyetçilik hastalığının Kürtler arasında da Kürt milliyetçiliği olarak biraz daha kökleşmesine yardım etti.

    Kürtler karşısında Kemalist basınla muhafazakâr basın arasında hiç bir fark olmadığına böyle olaylarda zaten rahatça tanıklık edebiliyorsunuz.

    Başbakan Erdoğan ve AKP, bir ara bu milliyetçilik barikatını aşacak, dindarların ruhundaki Kemalizm’i temizleyecek, tarihimiz ve geleceğimiz açısından muhteşem bir adımı atacak gibi davrandılar ama sonra özlerindeki Kemalizm’e ve milliyetçiliğe geri döndüler.

    Üstelik gerçek bir dindarın bu milliyetçilikten utanması gerektiğini bile bilmiyorlar, bir matahmış gibi bununla övünüyorlar.

    Bunca dindarımız, bunca din âlimimiz var, biri çıksın da bize bir dindarın nasıl milliyetçi olabileceğini anlatsın, Veda Hutbesi’ni bizim anlayabileceğimiz gibi bir yorumlasın.

    Bizim “modernler” dinden ve dindardan korkarlar.

    Dinden korkacak bir şey yok.

    Tehlike, dindarların gerçekten dindar olmaması, o dindar kisvenin altında milliyetçi bir bedenin bulunması, asıl büyük tehlike din değil milliyetçiliktir çünkü.

    Neticede, dindarı da, moderni de, Sünni’si de, Alevi’si de, Türk’ü de, Kürt’ü de Kemalist olan bir ülkede yaşıyoruz, hepsi de “sadece kendi benzerlerinin” başta olacağı bir iktidarı hayal ediyor, hepsi de kendine benzemeyene düşmanlık besliyor, hepsi de “tek adam” anlayışına tapınıyor, hepsi de kendi ırkını bir damga gibi alnına vuruyor.

    Hepsi de Kemalizm bağımlısı.

    Bir gün bu zehirden kurtulabilirler mi?

    Bu zehrin kendilerini yok edeceğini kavrayabilirlerse, belki…

  14. Ahmet Altan ve milliyetçilik

    ABD havalanlarinda adi Muhammet veya Ahmet olan kisiler defalarca üstelik dövülerek uçaktan atildilar, Türkiye’de adi Salamon veya Moiz olan hiçkimse uçaktan atilmadi. ama yine de ABD’nin din raporu ile Türkiye’yi elestirirler. rapor iyi güzel de ABD’nin raporu Türkiye’den iyi mi? Ama ABD veya Avrupa milliyetçileri kendilerine hiç toz kondurmaz. Ahmet Altan tipik bir bati milliyetçisidir, kim ne derse desin.

  15. çıracı

    Ahmet Altan’ın ibretlik cahilliği üzerine tezler:

    * “Yaradılanı yaradandan ötürü sevme”nin ‘hoşgörü, sevecenlik’ veya hümanizmle hiçbir alakası yoktur. “Yaradılanı” dini bir gereklilikten ötürü seviyorsanız, onu yine dini bir gereklilikten ötürü öldürmeniz “caizdir”. Kadir Cangızbay hocanın bu konuda çok önemli tespitleri vardır.
    * Kemalist diktatörlüğe giden yolun taşlarını dincilerin süperkahramanı 2.Abdülhamid döşemiştir. Katı merkeziyetçi bürokrasi, tek adamlık, soykırımcılık, jurnalcilik, burjuvaseverlik vb. özellikler İttihatçıların (ve daha sonra Kemalci kadroların) Abdülhamid’den devralarak “geliştirdikleri” garabetlerdir. Başarılı her katil ulus-devletin ardında, Abdülhamid benzeri absolutist bir liderin yarattığı ucube devlet altyapısı vardır.
    * Dinciler yeterince özgürlük düşmanıdırlar zaten, milliyetçilikle tanışmalarına da fazla lüzum yoktur. Milliyetçilikten etkilenmemiş olanları bile “zerdüşt”, “kızılbaş”, “kafir”, “başı açık ve şortlu”, “sünnetsiz”, “evrimci”, “komünist”, “içkici”, “laikçi”, “dul ve zinacı” ve “afedersiniz Rum” olanlara karşı yeterince düşmandırlar. Hatay’da eğitim gören silahlı ve külahlı Suriyeli “muhaliflerin” açıklamalarına bakmanız yeterlidir.
    * “Peygamberinin ‘veda hutbesinde’ kavmiyetçiliği lanetlediği bir dinin mensuplarının kendilerine İslam’ın geçmişinden bir milliyetçilik hikâyesi çıkarmalarının pek kolay olmayacağını zaten görürsünüz.” Evet, doğrudur. Muhammed ve devamcıları, kavim temelinde davranmamıştır. Din ve ümmet temelinde katliamlar, “fetihler” (siz işgal diye okuyun) ve baskılar yapmışlardır. Madımak’takileri yakanlar da, bunu zaman aşımına uğratanlar da -haşa- kavmiyet temelinde davranmamışlardır.
    * Toplum, sınıf, devlet teorileri ile açıklanması gereken olguları, “ruh”, “psikoloji”, “zehir”, “zihniyet” gibi anahtar kelimeler ve metaforlarla açıklamaya çalışan Ahmet Altan’a psikologluk kariyerinde başarılar diliyoruz. Bir de bu konuda üç beş kitap okusa daha destekli sallayacak da, neyse… Yetmez, ama zırvalığa devam!
    * Son olarak, Bay Altan, Newroz demeyi öğrenmelidir. Daha Newroz bile d(iy)emeyen birinin Kürt halkının ezilmişliğinden bahsetmesi en hafif tabirle samimiyetsizliktir. Otuz yıldır mücadele eden Kürt yoksullarının politik bilincine hakarettir; “nasıl olsa ben özgürlükçü-demokrat diye bilinen biriyim, ne yazsam Kürtlere kakalarım” demekten farkı yoktur kanımca.

  16. çıracı

    …Bu arada, yanlış anlaşılma olmasın. Suriyeli silahlı-külahlı “muhaliflerden” bahsettim ama Suriye’deki gerçek muhalifleri tenzih ederim. Ben, başından beri içerde hem Esad rejimine hem Müslüman Kardeşler’e karşı mücadele edecek, dışarda da emperyalist müdahaleye karşı kampanya ve lobi faaliyetleri yürütecek bir muhalif “3. cephe”nin oluşmasını savunurum.

  17. Anonim

    Peki nasıl oluyor da “Toplum, sınıf, devlet” vs. den bazı insanlar (örneğin burada yazanlar) etkilenmiyor da toplumun diğer kesimleri farklı düşünüyor?

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑