Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Orta Doğu ve Arap Dünyasında Yeni Dönem (Fikret Başkaya)

Duyurular, Fikret Başkaya yazıları, Ortadoğu

Bu sefer rüzgar ‘yeryüzünün efendileri’ tarafından değil de ‘yeryüzünün lânetlileri‘ tarafından esiyor. Batı’dan değil de Doğu’dan esiyor. Kuzeyden değil de Güneyden esiyor. Ufukta, artık bundan sonra hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağının emareleri beliriyor. Tunus’tan Mısır’a, tüm Arap dünyasını ve Orta Doğu’yu saran ateşin alevi, insanlığın ufkunu aydınlatıyor. Nil Devrimi, Batılı efendilere ve dünyaya onların gözüyle bakan diğerlerine hiç de beklemedikleri, alışık olmadıkları bir ders veriyor. Beş yüz yılllık burjuva saltanatının sonunun başlangıcını ilân ediyor. Tam bir bilgelik, olgunluk, vakar ve erdemle… Velhasıl insan onurunun ne demek olduğunu ve halk ayağa kalktığında nelere kâdir olduğunu, tarihin gerçek öznesinin kim olduğunu, bir defa daha dosta düşmana gösteriyor…

Mısırın emekçileri, sıradan insanları dalga dalga Tahrir Meydanına akarken ve halk Mısırın her yerinde komprodor otokrasiye karşı ayaklandığında, herşeyin kendilerinden menkul olduğunu, dünyanın gerçekliğini ceplerinde taşıdığını sanan çok bilmiş akl-ı evvellerin ilk akıllarına gelen: ‘Acaba bu kalkışmanın arkasında kim var?” sorusu oldu… Öyle ya, Mısır halkı ve hiç bir halk kendiliğinden hiç bir şey yapmaya ehil olmadığına göre… Acaba bir ‘yumuşak geçiş’ için ABD ve mütttefikleri mi ‘düğmeye basmıştı?.. Bu, ‘Büyük Orta Doğu Projesini’ kotarmaya yönelik bir ABD manipülasyonu muydu? Bu isyanın sonunda ‘İslamcı fanatikler’ mi aracın direksiyonuna geçecekti? Kendilerini ‘dünyanın merkezi’ olarak görmeye alışık efendiler cephesi başka türlü düşünebilir miydi? Soldan gelen tepkiler ve değerlendirmeler de bir başka tuhaftı. Yok efendim hareket bir liderlikten yoksunmuş, yok işte ‘ne değişmiş’, ‘her şey yerli yerinde duruyormuş’, üretim araçlarının mülkiyeti el değiştirmemiş miş… Tabii devrimi öncülerin, şeflerin, ‘profesyonel’ devrimcilerin ve sadece onların yapabileceğini sananların bu tür itirazları anlaşılır bir şeydir… Lâkin bu dünya’da hiç bir devrim şeflerin ve profesyonellerin eseri olmamaştır ve olması da asla mümkün değildir. Eğer devrimi şefler, öncüler, liderler, “bu işin” ‘profesyonelleri’ yaparsa, ona devrim denmez, denmemesi gerekir. Çünkü devrimi sadece halk yapar da ondan… O halde üç şey: Birincisi, devrimi halk, yani sıradan insanlar yapar; ikincisi, devrimin ne zaman patlayacağı bilinmez; ve üçüncüsü de, hiç bir devrim bir diğerine benzemez, her devrim ‘tektir’ ve başka türlü olamaz…

Sonlar ve başlangıçlar

Arap Dünyasını saran isyanlar, kalkışmalar, egemen söylemin ısrarla ileri sürdüğü gibi sadece bölgedeki komprador otokrasilere, diktatörlüklere yönelik itirazdan ibaret  değil ve bir çok şeyin de sonu demeye geliyor. Birincisi, bu devrim dalgası geride kalan yüzyıllarda kolonyalist/emperyalist Batı’da Arap Dünyasına ve ‘Doğu halklarına’ dair uydurulmuş  ‘Araplar adam olmaz’, ‘kendiliklerinden hiç bir şey yapamazlar…’ türü, ırkçı, Avrupamerkezli, kültüralist ön yargıların teşhir edilip, çöp sepetine atıldığı anlamına geliyor; ikincisi, burjuva uygarlığında mündemiç [içkin] ikiyüzlülüğü teşhir ediyor. Emperyalist devletler halk ayaklanıp, duruma müdahale etmediği dönemde ‘dost’ deyip yere göğe sığdıramadıkları  ‘dost liderlerin’ birden ‘diktatör’ olduklarını keşfediyorlar… Halk sokağa çıkmadan önce ‘dost’ olan liderler, halk sokağa çıkınca ve birden  iflah olmaz ‘diktatörlere’ dönüşüyor. Tabii dillerinden hiç düşmeyen “istikrar”  denilenin kimin için ne anlama geldiği de bu vesileyle netleşmiş olmalıdır…

Bu devrimler, sadece halk düşmanı komprador oligarşilerin değil, emperyalizm tarafından son dönemde araçlaştırılan ‘medeniyetler çatışması’ söyleminin [ aslında safsatası demek daha uygun] de teşhir edilmesi demek. Belki de hepsinden önemlisi bu devrimlerin, ta baştan ve oldum olası koloniyalizm/emperyalizm tarafından peydahlanıp, ‘araçlaştıralan’ Politik İslam’ın  iflasını da ilan etmiş olmasıdır. Oysa tam tersini dünyanın her yerindeki insanları inandırma çabası söz konusudur. Bir başka son da Petro-dolarlar sayesinde emperyalizm [ABD] güdümünde gerici ideolojik hegemonya peşindeki Suudi Arabistan’ın da etkinliğinin sonuna gelindiğini gösteriyor. Söz konusu hareketlerin açığa çıkardığı bir şey de, “milli ordu”  denilenin ne menem şeyler olduğu, ne kadar “milli’ oldukları ve neye yaradığına dair soruları gündeme getirme potansiyelidir. Esas itibariyle eğer halk düşmanı bir rejim söz konusuysa, öyle bir rejimin ordusu “kimin ordusudur?”  Elbette istisnalar  olabilir ama sınıf orduları adı üstünde sınıf ordusudur ve ‘kendi halkına karşıdırlar’… Sadece emperyalist ülkelerin ordularının dışa karşı ‘etkin kullanımı’ söz konusudur… Gerçek öyledir ama söylem farklıdır. Şimdilerde Üçüncü Dünya veya Güney denilen ülkelerdeki ordular, sadece ve sadece ‘içe karşı’ kullanılmak üzere beslenip/donatılıyorlar ama içe karşı bile ‘etkili’ olmaları da ancak halk sokağa çıkmadığı zamanda mümkündür. Halk sokağa çıktığında kağıttan kaplan olduklarının anlaşılması için fazla zaman gerekmiyor…  Durum böyledir ama ekseri ordular, söz konusu ülkenin ‘en güvenilir kurumu’ olarak sunulur… Elbette yalan uydurmanın bir sınırı yok…

O halde Arap Dünyasını saran devrim dalgasının tarihsel anlamı nedir sorusu dahilinde bazı tespitler yapabiliriz. Bir kere söz konusu dalga, geçen yüzyılın ilk yarısındakine benzer bir kaç on yıl sürecek bir döneme girildiğinin habercisi. Elbette benzerlik özdeşlik anlamında değildir. XXI’inci yüzyılın başındaki hareketler, geride kalan yüzyılın ilk yarısındakinden farklı olarak, sadece anti-kolonyalist hareketler değil, özgürlük, sosyal eşitlik ve demokrasi talebinin ön plana çıktığı özgürleştirici [emansipatris] hareketler ki, açılan yolun uzun vadede sosyalist/ komünist perspektif demek olan yolun başlangıcı olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. Elbette kavramın jenerik anlamındaki komünizmden söz ediyoruz. Daha çok özgürlük, daha çok eşitlik ve demokrasi talebiyle sahneye çıkan hareketlerin ‘olağan doğrultusu’, kavramın jenerik anlamında bölüşümcü, paylaşımcı, kardeşliği ve dayanışmayı esas alan doğal çevreye saygılı, komüncü bir toplum perspektifi demektir. Ekseri ideoloji üretim merkezlerinden ve medya tarafından yayılanın aksine söz konusu hareketler tam bir sirk oyunu olan “Batı Demokrasisi” talebiyle sokağa çıkmış değiller. Aynı şekilde sadece maddi refah artışı da talep etmiyorlar. İnsanlar demokrasiden değil, Yeni Mısır’dan, gerçek Mısır halkından, kurucu meclisten, gerçek değişimden söz ediyorlar…  Orada söz konusu olan asla emperyalist ülkeleri örnek almak, onlara benzemek, onlara özenmek değil. Yiğit Mısır halkı haysiyet mücadelesi verdiğinin bilincinde… Aynı şey Tunus için de geçerli. Nitekim, Tahrir Meydanında bir genç Mısırlı: “ Bu gün 25 Ocak’tan itibaren ülkemin işlerini elime alıyorum” diyordu… Bir genç Tunuslu da: “ Biz, işçi ve köylü çocukları zalimlerden daha güçlüyüz “ diyordu… Bu iki gencin söylediklerinin anlamı şu: Evrensel tarihi ancak ve sadece halk yaratabilir… Mısırda olup-bitenlere burun kıvıranların bilmedikleri, bilmek ve anlamak istemedikleri bir şey de, devrim anlarının nasıl radikal bir ‘bilinç sıçramasına’ neden olduğudur: Mısırlı bir gösterici: Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor” derken, herhalde nelerin nasıl değiştiğini, artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığını  anlatmak istiyordu… Bir aydan az zamanda Tahrir Meydanın’da yeni bir yaşam biçiminin doğması, halkın demokratik yöntemleri nasıl içselleştirebildiğinin, sorunları çözme yeteneğini nasıl ortaya koyduğunun tipik bir örneği değil mi? İnsanların, ‘ortak kaderlerini ortakça kurmak için’ mutlaka önceden bir partiye, hareket üzerinde hegemonya kuracak bir örgüte ve yöneticilere, vb. ihtiyaç olamadan da birşeyleri başarabildiklerini söylemek mümkündür.

Mısır emekçilerinin, sıradan Mısırlı kadınların, erkeklerin, gençlerin bize öğrettiği şu: Bir zaman geliyor insanlar korkuyu yeniyor ve o kritik eşik aşıldığında artık kaybetmek diye bir şey yoktur… Mısır halkının mesajı şöyleydi: ne savaş istiyoruz ne de savaştan korkuyoruz… Elbette yüzlercesi bir amaç ve ideal için hayatlarını kaybettiler ama  başka türlü olması mümkün değildir? Bu insanlar Batı gibi olmak için mi, ‘Muasır medeniyet seviyesinin üstüna çıkmak için mi’ hayatllarından oldular?

Sevsinler ‘Türkiye modelinizi…’

Şimdilerde Türkiye’nin egemenleri, diplomalı taife ve bir kısım medya akıllısı, yeni bir misyon keşfetmiş görünüyorlar. Arap halkları için en uygun modelin Türkiye olduğunu söylüyorlar… Cumhurbaşkanının ve başbakanın uçağından inmeyen bir ünlü gazeteci, sorunun cevabını bulmuş, diyor ki: Arap Dünyası ve Bir bütün olarak Ortadoğu’nun Müslüman halkları için en uygun model Türkiye’dir. Eğer Türkiye modelini benimsemezlerle geriye El Kaide modeli kalıyormuş… Şu dünyanın haline bir bakın… Ne kadar da dar bir alana sıkışmış… Demek ki, ya Türkiye modeli ya da El Kaide… Başka seçenek yok! Neden? Çünkü Türkiye Müslümanlıkla laikliği ‘bağdaşlaştırmayı’ başarmış ‘tek İslam ülkesiymiş de ondan… Türkiye ‘Ilımlı İslamın’ timsâliymiş… Her halde böyle şeyler söyleyebilmek için iktidarın sofrasından kalkmamak, ‘bağımsız’, ‘liberal gazeteci’ olmak gerekiyor, kimbilir… Velhasıl Müslümün Araplar için Türkiye’den daha iyi bir model yok diyorlar… Eğer siz Mısırlı, Tunuslu, Cezayirli, Libyalı, Yemenli, vb. olsaydınız Türkiye’nin yarı-otokratik komprador rejimini örnek alır mıydınız? Türkiye tipik bir faili meçhul cinayetler cumhuriyeti olduğu için mi böyle bir tercih yapardınız? Bizim ülkenin mektepli taifesinin her duyduğuna inanmak gibi iflah olmaz bir zaafı var. Cunta anayasasının dibacesindeki ikinci madde de yazılanı ‘gerçek’ sanıyorlar ve maddenin sonu şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.” Cunta anayasasına cuntacı generaller böyle yazdıysa her halde bir bildikleri vardır diye düşünüyor olmalılar… Bir de herhalde ‘demokrasiden en iyi cuntacı generaller anlar’ diye düşünüyorlardır… kimbilir… Türkiye Cumhuriyeti elbette bir hukuk devletidir zira her devlet hukuk devletidir ve hukuku olmayan bir devlet mümkün değildir ve  olamaz… Öyle bir hukuk devleti ki, geçerli hukuka uygun olarak binlerce insan faili meçhul denilen, hukuka ve yasalara uygun olarak gerçekleştirilen cinayetlerle ortadan kaldırıla biliyor… Demokrasiyi seçim ve temsil oyunundan ibaret bir şey sayıyorsanınz o zaman Türkiye demokratiktir de, sosyalliğine gelince, neoliberalizmin fanatik versiyonunun uygulandığı bir ülkede ‘sosyalin’ hâlâ bir kıymet-i harbiyesi olur mu?  Aslında farkında olsunlar  ya da olmasınlar, bu kendini beğenmişlerin, Arap halklarına hakaret ettikleri kesin. Oysa Arapların Türkiye modeline ihtiyaçları yok ve asla olamaz ve olmamalıdır ama Türkiye’nin başka bir modele ihtiyacı olduğu kesin…

 

15 Comments

  1. Türkiye'ye asparagas modeli

    Rus komünist modeli : 50 milyon ölü
    Cin komünist modeli: 100 milyon ölü
    Kamboçya modeli: nüfusun yarisi ölü
    Troçkist-anarsist-sol komünist model: yenilgi,yenilgi, yenilgi
    sosyal-demokrat model: ha ali hoca, ha hoca ali.
    Ismini vermek istemeyecegim bazi diger örnek “sosyalist” ülkeler: yetiskin kadinlarin hemen hepsi , yetiskin erkeklerin hemen hepsi yeralti ya da domestik sektöründe . Bkz: örnegin Moldova
    Su sol gözbagciligindan, sihirbazliktan, abra kadarbarciliktan, kabalaciliktan kurtulun yahu biraz gözünüzü açin , komik olmaktasin Fikret Hoca.

  2. "devrimci"siz devrim

    asparagas bey,
    siz ilk defa fikret hoca yazısı okuyorsunuz herhalde…
    aksi takdirde o dediğiniz hiç bir modeli tasvip etmediğini, siz kısa donla gezerken o modelleri eleştirme cesareti gösteren ve bunun için bedel ödeyen birisi olduğunu bilirdiniz…
    ama maalesef asparagas sallayan sizsiniz bu durumda…

  3. "devrimci"siz devrim

    bir de yazdıklarınızdan geriye bir model kalıyor, burjuva modeli…
    onunda dünyanın toplam nüfusunu nasıl götürdüğünüde yazında tam olsun…

  4. iklil konyalilar

    Bir karsit gorus olarak Arslan Bulut2un yazisini frwrd ediyorum>>>>>>>>

    ARSLAN BULUT arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr

    Arap kaosu İstanbul’da tezgâhlandı!
    Evet Hükümet, Libya’daki Türk vatandaşlarının tahliyesi için elinden gelen her şeyi yapıyor. Peki ama bu çaba, AKP iktidarının İslam Dünyası’ndaki girişimlerini aklar mı?
    Bu sütunun okuyucusu, 29 Nisan 2005 tarihinde “İstanbul’da Kadife Devrim Toplantısı!” başlıklı yazıyı hatırlayacaktır.
    30 Nisan-1 Mayıs 2005 günlerinde, Topkapı’daki Eresin Otel’de “Uluslararası İslam Dünyası Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı” düzenlenmişti. Toplantıyı görünürde “Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı” düzenlemişti. Arap Basını ise toplantıyı, aslında “Türk Dışişleri Bakanlığı Büyük Orta Doğu Projesi Genel Koordinatörü” Ömür Orhun’un düzenlediğini belirtiyor ve bu konudaki bilgileri Amerikan basınına dayandırıyordu.

    ***
    Arap basını, toplantıya, İslam ülkelerinde ABD ve ABD tarafından fonlanan sivil toplum kuruluşlarının davet edildiğini duyurmuştu.
    Katar’da yayınlanan Al Şark gazetesi, bu toplantının BOP kapsamında yapıldığını, şayet arkasında Türk Dışişleri Bakanlığı ve İslam Konferansı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu varsa, Türkiye’nin Arap kamuoyuna bir açıklama yapması gerektiğini yazmıştı.
    Al-Nil adlı Mısır gazetesinde yazan Abdullah Hasan Mustafa, toplantının, Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da hayata geçirilen Soros darbelerinin bir devamı niteliğinde olduğunu belirtmişti.
    El Küdüs El Erabi adlı gazete ise Mısır ve Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütü ve sivil toplum kuruluşları için ABD’nin 1.1 milyar dolar kaynak ayırdığını ve bu örgütleri kullanarak Arap ülkelerinde darbeler hazırladığını, para ile ilgili haberlerin USA News gazetesinden alındığını da yazmıştı.

    ***

    Bu gazeteler, Türkiye’deki toplantının aslında Büyük Orta Doğu projesi kapsamında AKP ile ABD arasında imzalanan gizli bir anlaşmadan kaynaklandığını iddia ediyordu.
    Anadolu Ajansı’nın 16 Mart 2005 tarihli bir haberi, bu iddiaları teyit ediyordu:
    “Dışişleri Bakanlığı Geniş Orta Doğu Girişimi Koordinatörü büyükelçi Ömür Orhun, Işık Üniversitesi ve Demokratik İlkeler Derneği’nce düzenlenen ‘Büyük Orta Doğu Projesi’ konulu panelde dış politikada sadece hükümetlerin çabasının yeterli olmadığını, sivil toplum örgütlerinin de katkısının önemli olduğunu söyledi.
    Emekli büyükelçi Emre Gönensay da ’Büyük Orta Doğu Projesi’nde demokrasiyle İslam’ın birarada yaşayacağı bir model düşünülüyor. Buna en güzel örnek de Türkiye’ dedi.”

    ***

    Daha bitmedi! Katar’ın başkenti Doha’da ise 10 Nisan 2005’te “ABD-İslam Dünyası Forumu” düzenlendi. Forum’da İslamcı gruplara zeytin dalı uzatan ABD, tek şart ileri sürdü: “Silah yerine siyasi ve demokratik yolla mücadele.”
    26 Haziran 2008’de kamuoyunu bir defa daha uyardık:
    “Kanadalı gazeteci Mark MacKinnon, 2006 yılında İstanbul’da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açılış konuşmasını yaptığı Dünya Demokrasi Hareketi (World Movement for Democracy) adlı kuruluşun amacının, ‘Renkli devrimlerin Orta Doğu’ya ihraç edilip edilemeyeceğinin görülmesi’ olduğunu yazdı.
    MacKinnon, NED, NDI ve IRI’nın üst düzey görevlilerinin bu toplantıda bulunduklarını da bildirdi.
    Bu ne demektir?
    Soros darbeciliğini bütün Orta Doğu’ya yaymak için AKP destekli bir organizasyon çalışıyor demektir!
    Bugün Türkiye’de darbe karşıtlığı çığırtkanlığı yapanlar, CIA’nın örgütlediği güdümlü toplum kuruluşlarıdır.
    Kimse bu sahtekârlığa aldanmasın!”

    ***

    Tunus’tan başlayıp bütün Kuzey Afrika’yı saran sözde devrimlerin arkasında ne olduğu konusunda bir şüpheniz kaldı mı?
    Görüldüğü gibi bütün veriler bugün yaşanan olaylara harfiyen uygundur!

    http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=17138

    EŞ BAŞKAN ! BAŞBAKAN ve CIA ‘nin LAWRENCE ‘leri İŞLERİNİ YAPIYOR !

  5. hayloooo

    haylooo,
    ne kadar hesapçı bir yazı,üstelik yeniçağ gazetesinden…
    üstelik bu yorumu buraya taşıyan arkadaş fikret hocanın yazıda zaten değerlendirmesi yapılmış bir şeyi taşımış ki zahmet olmuş…
    yav o dediklerinizin farzedinki işine geliyor,
    peki o dedikleriniz bu kadar halkı nasıl sokağa döküyor, eğer o halkın problemleri olmazsa ve problemlerine çözüm aramak istemiyorsa salakmı yahuuuu…
    halkı hiçe saymaktır bu düşünce tarzı…
    hele bu halkçı olduğunu iddia edenler tarafında yapıldı mı daha da komik oluyor…

  6. Amerika'nin diger marifetleri

    Kahire’de yayinlanan Ebu Saksak vel Mubarek gazetesinin 27 Nisan 2007 tarihli sayisinda Ebu Arab bin Ulusal vel Mobarak adli yazar diktatörlüge ve askeri diktaya karsi tüm girisimlerin gerek Türkiye’de ve gerekse Misir’da ABD tarafindan fistiklandigini yazmistir. Öte yandan Kuveyt’te yayinlanan Ebu Aslanbulut sen Darbeyi Unut adli tam demokrat , hep demokrat ve aslinda niyeti fasizm olmayan sevimli küçük frankonun sempatik kemalist ve salon kagittan kedisi anarsistciciki adli yazarin dostlari da ayni noktaya önemle parmak basarken kahraman türk silahli kuvvetlerinin Atatürk’ten bize yadigar kalmis olan haaaayt ulusal bagimsizligi ABD ve Israil’in de katkilariyla kahramanca korudugunu ve fakat nedense hem yahudi usagi musanin çocugu hem de islamci seriatçi türbanci Tayyip’in ülkenin her tarafini karis karis sattigini belirtmistir ve satarken de BOP çocugu olarak Arap halklarini Israil’in en büyük düsmanlari olan büyük anti-emperyalistler Husni Mübarek ve Bin Ali karsi fistikladiginin da altini çizmistir. Trelelli Ali neredesin çabuk gel, iyi eglenmekteyiz.

  7. hayloooo

    sanada bu yazdıklarını amerika yazdırdı herhal,
    böylelikle bir halkın kalkışmassınıda kendine mal edip, kendisi olmadan dünyanın dönmeyeceğini de ispatlamış oldu. tabiki herşeyin altında abd yi arayanlar için bu yanlışta olmaz hani…

  8. iklil konyalilar

    Tüm olayı ABD vey başka bir DIŞ güçün başlatmasına gerek yok bence … Başlamış olan (her nasılsa -halk veya fiştikleme**) hareket , belli aşamalarda manuple edilebilir ve belki de TAM TERSiNE de çevrilebilinir ??.. Bunu zaman gösterecek . Gün Zileli’nin ”1979 iRAN Devrimi”ni olumlaması ANCAK devamındaki Mollalar iktidarını olumlamaması gibi bir sonucu beklememek için gözbağı takmamız lazım (!).. Varsayalım ki HALK iSYANI başlattı olup-biteni …. So what ?..Bu sadece HATiCE değil mi ?..NETiCE ne olacak bekleyip görelim … Arslan Bulut yazısında da ben ABD’yi ”..Tanrı adına insanların KADERini yazan ülke..” olarak değil de , HER TÜRLÜ gelişmeyi göğüslemeye hazırlıklı – donanımlı – aktif politikasını UZUN vadede yer altından veya yerüstünden yürütmeyi becerebilen bir kapitalist güç olarakgörüyorum . Adamların YILLAR ÖNCE bitakım toplantılar yapması tamamen TESADUFi MiDiR sizce ?..Var mı bizim yöneticilerimizin böyle bir vizyonu?…Ve de ona yönelik 20-30 yıllık planları ?..
    HALK kavramını bu kadar kutsallaştırmadan önce biraz daha uzun düşünmek taraftarıyım , ne yazık ki 🙂 🙂
    Ne halklar gördük…Bu halklardan ne HALTlar da gördük…Bilen bilir .

  9. bunyamin

    Fikret hoca gerçekten sisteme eleştirileriyle haykıran bilgeliğiyle aydın bir cüret figürü insanlığın geleceğiyle ilgili kaygı duyan ve yazdığı kitaplarla bunların bedelini ödeyen nadir yazarlardan.Özellikle Paradigmanın iflası kitabıyla bizi kemalizmin pavyonuna düşmekten kurtardığı için sonsuz minnet duyuyorum.

  10. CHAOUKI MALEK

    Ben Tunusluyum , ve makalenin yazari tebrik ediyorum ,kendim gazeteci ve ahmet davutoglu heyeti ile beraber Tunus a gittik, ve inanin anlatiklariniz bir bire tuttyor ucakta gazeteciler ilk sorduklari soru BU MESHUR TURKIYE MODELI ,bana da sordular ve sunu cevap verdim “bakin arkadaslar ben yillardir burada sizle yasiyorum ve en son 12 eylul referendumu da takip ettim gazeteci olarak ve sizin anayasaniz de biliyorum ,sizce anayasaniz demokratik mi ? herkes sustu ,devam ettim dedim ki turkiyede varolan sistem dogru demokratik ama soyle demokratik konusabildigin kadar konus ama degistirmeye kalkarsan Tunus gibi diktator ,dogru degil mi ? yinede de sustular .” ben sahsen ve genel tunuslularda oyle Tunusa has bir sistem Turkiye bir ornek falan kimse bile tartismiyor onu tunus ta cunku insanlar haberler takip ediyorlar ve biliyorlarki turkiyenin anayasasi ne yaparsiniz yapin askeri darbeden gelen yani usten asagiya dogru.Aslinda, Turkiye Tunus modeli takip ettsin bence cunku Tunustaki son gelismeler sunalar . 24 temmuz kurcu meclis secimlerine gidiyoruz yani yeni bir anyasai ve yeni bir sistem belki yari baskanlik veya parlemenetere veya baskanlik belki hepsini karismi ama onemli olan Musluman ulkler tarihinde ilk kez halkin anaysaisi yapilacak (ayirten Tunus bilmeyenler icin 1800 lerde MUsluman ulkelerde ilk anyasa yapan ulkedir )

  11. CHAOUKI Fransa'yi övme

    Senin dedigin 1881’e kadar Osmanli idi, 1881’de Fransiz sömüergesi oldu, taa 1956’ya kadar. Senin dedigin anayasa 1881’de Fransiz sömürgecilerinin yaptiklari düdük anayasa. Söylediklerinde hakli yanlar da var, mesela 1982 TC anaysasinin degismesi gerektigi gibi. Ama gerek Burgiba’nin (küçük fasist Kemal) , gerekse Bin Ali’nin (küçük cuntaci Kemalist oldugunu da unutma. Senin Bin Ali ile ilgili neler yazdigini da biliyoruz.

  12. CHAOUKI MALEK

    CHAOUKI Fransa’yi övme
    Bir ben ben ali ile ilgili hic birsey yazmadim ne bugun ne de yarin ,beni de tanidigini da zan etmem varsa yazdiklarim yapistir burada gorelim,iki 1881 yili degil arkadas ulkemin tarihi benden daha iyi bilecegini de zan etmem Islam ulkelerin ilk anyasasi 1861 \ve 1881 yilinda bardo antlasmasi yapildi ve somurge basladi ve aninda 1861 anyasasi iptal edildi
    ayirten ben fransiz somurge ovmedim nerden cikarttin yoksa Turk milliyetciligin kabarip Tunus eski bir fransiz somuregsi hatirlatmak icin . peki neden akilli turk arkadas fransa somurebildi bizi kendine sormadin mi . navarin savasi ve cezayirin butun askeri ve gemileri kayip edip bati ondan intikam etmek icin somurmedin mi . Vay be yeni osmanli torunlarina bak .Anlasilan senin ve senin gibi cok bu ulkede irkci ve bos bosuna milliyetci neyine anlamiyorum sanki cok gelsimsi bir ulkeden gelmis gibi. uyan arkadas sizi bizden cok daha beter beyinizin coktan beri yikanmis durumunda . en basit aanliz bile yapamiyorsunuz egitiminiz de biliyorum berbat durumunda , sen tunusa gel egitim ne oldugunu konus . zaten kendini tunuslularla karsilastirma egr siz 600 yillik tarihiniz varsa ( ondan once size degil yunanilara ait unutma) tunus 3000 yillik tarihi var ve islam aleminden 1400 yil. yani dunku cocogu bize ders mi verceksin ,milliyecticligin gercekten aptallarin milliyecilerin baska bir sey degil ,gelde senle bir dunya turu yapalim gorelim kim tututlur ben mi sen mi

  13. mehmet

    ben size dönene çatal yapıldım diyorum siz bana neaçıyorsunuz

  14. mehmet

    ben size ne söylüyorum siz bana ne açıyorsunuz kahrolsun

  15. Anonim

    ÖZDEMİR İNCE/ Hüsnü Mahalli’nin çok önemli bir yazısı

    Bugün, Hüsnü Mahalli’nin 14.4.2014 tarihli Yurt gazetesinde yayımlanan “Utanan var mı?” başlıklı yazısından söz edeceğiz. Sözü ona bırakacağız. Başta Arap dünyası olmak üzere İslam Dünyası’nın hal-i pürmelalini anlatan en iyi yazı olarak gördüğüm bu makaleyi, sizlere de okutmak zorunda olduğumu düşündüm. Kendim araya gireceğime, en iyisi bu, yer kalırsa ben de bir şeyler eklerim:
    ***
    [“NECAT EL-NAHARİ Yemenli Yahudi genç bir bayan. 1981’de Yemen’de doğdu 1993’te İsrail’e göç etti. Yemenli ve genel olarak Arap Yahudilerine yönelik ırkçı davranışlarına tepki olarak İsrail’i terk ederek üniversite eğitimi için Kahire’ye gitti. Necat genç bir mimar olarak 2004’te İsrail’e döndü. Üç yıl orada kalan Necat 2007’de Merkezi Beyrut olan uluslararası bir şirkette çalışmaya başladı. Ama tüm bu süre için İsrail’de egemen olan Siyonist ideolojiye karşı etkin mücadele etti. Sosyal medya üzerinden bu çabasına devam eden Necat bu aralar Arap Facebook ve Twitter’inde çok konuşuluyor.
    Neden mi?
    Yanıtını Necat’tan okuyalım.
    ‘Bu aralar birçok arkadaşım Yahudilikten vazgeçip Müslüman olmamı istiyor.
    Bazıları da Yahudi olduğum için beni lanetleyip cehennem ile cezalandırılacağımı söylüyor.
    Geçenlerde bir arkadaşım Muhammed Peygamber ile ilgili bir hikaye anlattı.
    Bir Yahudi, komşusu Muhammed’e hep kötü davranıp zarar verirmiş. Muhammed de sabırla tepki göstermez komşusuna hep iyi davranırmış. Bir gün Yahudi hastalanıp yatağa düşünce Muhammed ziyaretine gider ve yardımcı olur. Bu davranış karşısında şaşkına dönen Yahudi özür diler ve Müslüman olur…
    Muhammed Peygamber’in bu kişisel özellikleri Yahudi’nin Müslüman olması için yeterli olmuştu. Üstelik Yahudi’nin o sıralar henüz Kur’an hakkında hiçbir bilgisi yoktu.
    Arkadaşım bu hikayeyi anlatınca kendi kendime ‘Acaba Müslümanlar şimdi Yahudileri ne ile ikna edecek?’ diye düşünmeye başladım.
    Şimdi Müslüman olmamı isteyen dostlara seslenmek istiyorum…
    Diyelim ki; ben Müslüman olmaya karar verdim. Peki hangi mezhebe katılacağım? Her mezhep diğerini kafir ilan ediyor ve katlinin vacip olduğunu söylüyor. Ben Sünni mi yoksa Şii mi olacağım? Bir de bunlar içinde bir sürü tarikat var. Acaba hangisine bağlı olursam barış içinde yaşarım?
    Geçenlerde bir grup Müslüman arkadaşla sohbet ederken biri Muhammed Peygamber’in bir hadisini anlattı. Hadise göre Müslümanlar 70 millete ayrılacak ve bunlardan yalnızca biri cennete gidecek. Ben de arkadaşa ‘bu grup hangisidir’ diye sorduğumda ‘bilmiyorum’ dedi.
    Bu durumda ben o grubun içinde nasıl olabilirim?
    Hangi din adamı bana cennete gitme garantisi verecek?
    Üstelik her mezhep, tarikat ve cemaat ‘o grup benim’ diyor.
    Bugün Müslümanlar birçok yerde kendi aralarında savaşıyor ve çok iğrenç bir şekilde birbirlerini kesiyorlar. Bu durumda bir Yahudi birbirini kesen insanların dinine nasıl girecek?
    Siz hiç Yahudilerin din uğruna birbirini öldürdüğünü duydunuz mu?
    Üstelik İsrail bir din devleti olarak kurulmuştur.
    Suriye’de ister rejim ister muhalifler tarafından olsun tümü Müslüman 150 bin insan öldürüldü.
    Müslüman gruplar bile birbirini boğazlıyor.
    Suriyeli askerin yüreğini söküp kanını içen muhalifi herkes görmüştür.
    Bu ne biçim Müslümanlık?
    Irak’ta ise Şii-Sünni iç savaş çatışmalarında en az 280 bin Müslüman ve az sayıda Hıristiyan öldürüldü. Örnekleri çoğaltabilirim ama bu kadarı yeterli.
    Peki bu durumda bir Yahudi ya da Hıristiyan normal koşullarda rahat bir şekilde Müslüman olabilir mi?
    Elbette bu anlattıklarımın hiçbirinin gerçek İslam ile ilişkisi yoktur ve olamaz.
    Çünkü semavi dinlerin tümü barıştan yana.
    Muhammed Peygamber insanları İslama davet ettiğinde onları zulüm, fakirlik ve cehaletten kurtulma ve özgürlük ile adalet içinde yaşama sözü ile ikna etti.
    Peki şimdi Yahudileri İslama davet edenler onlara neyin sözünü verecek?
    Dürüst ve açık sözlü olalım…
    Bugün Müslüman ülkelerin çoğunda fakirlik, cehalet, yolsuzluk, hırsızlık, her türlü iğrençlik, insan hakları ihlalleri, diktatörlük, geri kalmışlık, zulüm çok yaygın.
    Arap Baharı ayaklanmaları işte bu nedenle olmuştur.
    Peki Hıristiyan ve Yahudilerin yönettiği ülkelerde neden olmuyor bunlar?
    Bugün birçok Müslüman daha onurlu bir yaşam için kafir dediği Hıristiyan ülkelere göç ediyor.
    Kusura bakmayın ama bu ülkeler Müslümanların iç çamaşırlarını bile üretiyor.
    Evet ben bir Yahudiyim ama İslama büyük saygım var.
    Geçenlerde bir arkadaşım Kur’an’dan bazı ayetler gönderdi bana.
    İlgimi çekti ve Kur’an ve Kur’an ile ilgili birçok şey okumaya başladım.
    Şimdi soruyorum:
    Olağanüstü dini bir anayasaya yani Kur’an’a ve harika bir Peygambere sahip olan İslam âlemi nasıl olur da bu hale gelir?’
    Necat El-Nahari’nin samimi bu sorusuna yanıtı ben vereyim:
    ‘Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet’”.]
    ***
    İlahiyatçılara, tefsircilere, samimi Müslümanlara göre İslam akıl ve ilim dini! Ama 600-700 yıldır Müslümanlar ve İslam bilginleri bu akıl ve ilmi nedense kullanmıyorlar. İslam bezirgânları, İslamcı siyasetçiler akıl ve ilimden bucak bucak kaçıp hurafe bataklıkları üretiyorlar. Müslümanlar birbirlerini boğazlamaktan başka bir şey yapmıyorlar: Celaheti durmadan üreterek bir Cehalet Rönesansı yaratıyorlar ve Celaheti Egemen güç haline getiriyorlar.
    Müslümanlar, laikliği benimsemeden, laikliğe saygı duymadan, onunla kavga etmemeyi öğrenmeden başkalarına ve hukuka saygılı insan olamazlar. Başkalarına ve hukuka saygılı insan düzeyine çıkmadan da birbirlerini boğazlamaktan kurtulamazlar. Tarih bunu göstermiş ve kanıtlamıştır.
    Türkiye Cumhuriyeti bu gerçeği kanıtlamış, doğru yolu göstermiş ama ne yazık ki ihanete uğramıştır.
    ***
    Bu ülkede; Araplar, Arap ülkeleri, Arap Baharları konusunda sadece kurbağalar vıraklamıyor.
    1965 yılından bu yana Avrupa ve dünya ile sıcak temasım var. Arkadaşlık ve dostluk ilişkilerim var. Ama hiç kimse bana, iyi bir insan olduğum için, Hıristiyan olmamı teklif etmedi. Müslümanlar neden herkesi Müslüman yapmak istiyor? Ama kimse bunun ne anlama geldiğini araştırmıyor. Bu ne aşağılık duygusu?
    Adonis’ten esinlenerek tekrarlayacağım: Dini iktidarın bağımsızlığı, [yani her hocanın bir derebeyi (feodal) olması] ve iktidarın dine dönüşmesi (mutasyonu): İşte Arap ülkelerinde hükümetlerin gittiği yol budur.
    Erdoğan kaptanlığında Türkiye, Arap denizinde pusulasız yol alıyor. Ama Erdoğan’ın yıldız okuma yeteneği yok!

    http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/183-oezdemir-nce/39424-ozdemir-ince-husnu-mahallinin-cok-onemli-bir-yazisi.html

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑