Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Maliye Bakanı ile Hayali Bir Röportaj

Siyasi Tahlil

“Sayın Maliye Bakanı, deprem vergilerinin başka alanlara harcandığı söyleniyor, bu konuda bir açıklama yapabilir misiniz?”

“Efendim, bir devlet topladığı vergileri hiçbir zaman topladığı alana harcamaz. Bu, ekonominin mantığına aykırı olur. Ekonominin mantığı, halka çeşitli adlarla vergi salıp bu toplanan meblağı o anda ekonominin ihtiyacı neyse oraya harcamaktır… Ekonomik büyüme böyle olur.”

“Ekonominin ihtiyacı derken?..”

“Ekonominin ihtiyacı denen şey, o andaki acil ihtiyaçlardır. Kaynak transferi denen bir şey vardır…”

“Mesela sermayenin ihtiyaçları, sermayeye kaynak transferi diyebilir miyiz?”

“Bunu bu şekilde ifade etmek istemem. Halkın acil ihtiyaçları… Mesela sağlık, yollar vb…”

“Peki, diyelim ki öyle. Neydi bu acil ihtiyaçlar? Depremi acil bir konu olarak görmüyor musunuz? Yani depreme dayanıklı evler yapmak vb.”

“Efendim, ekonomi ölü alanlara yatırım yapmaz. Kaldı ki, biz duble yollara, çiftçinin ihtiyaçlarına, sağlık alanına kaydırmışız bu meblağı… Bunlar dolaylı olarak yine depremzedelere hizmet eden şeylerdir…”

“Peki, neden adını Deprem Vergisi koydunuz? Sağlık Vergisi veya Yol Vergisi deseydiniz daha doğru olmaz mıydı? Sonra şu da var. O kadar Milli Savunma Vergisi toplanıyor. Ama bu vergi gelirlerinin diyelim ki, sağlık alanına transfer edildiğine ilişkin bir örnek yok. ”

“Milli savunma her zaman acil bir alandır. Yurt savunması, terörle mücadele. Buralardan kaynak transferi olmaz. Öte yandan deprem on yılda bir olan bir olay, olup olmayacağı da kesin değil yani. Bu meblağı belirsiz bir alan için öyle atıl halde tutamazdık.”

“Peki, şimdi deprem olduğuna göre başka amaçlar için toplanan vergileri deprem harcamalarına mı aktaracaksınız?”

“Olabilir ama buna gerek yok. Çünkü halkımız depremin yaralarını sarmak için seferber oldu bile. İşadamlarımız, kaynak transferi yoluyla aldıkları kredilerin küçük bir kısmını deprem yaralarını sarma kampanyalarına aktarırlar ve ortak yapılan TV programlarında, yaptıkları bağışlarla, reklam gelirlerinin bir kısmını yine reklamları için kullanmış olurlar. Biz şimdi belli bir havuza akan bu yardım paralarını bile kısmen yaraların sarılmasına harcarken kısmen başka alanlarda kullanabiliriz. Örneğin terörle mücadele için polisin ve ordunun güçlendirmesine akıtabiliriz. Bunda hiçbir tuhaflık yoktur. Zaten ekonomi bir bütündür, asla bölünemez.”

“Yani, bu vergilerin adının bir önemi yok diyorsunuz. Önemli olan halktan vergi toplayıp büyük sermayeye transfer etmek.”

“Bu, dünyanın her yerinde böyledir. Bütün hükümetler ve devletler halkı böyle vergiye bağlarlar, sonra da toplanan meblağları ekonominin canlı alanlarına sunarlar. Toplanan deprem vergilerini neden depreme dayanıklı binalara harcamadığımızı soruyorlar. Bunun hiçbir ekonomik mantığı var mı? Bir depremle eski binalar yıkılacak ki, yerine depreme dayanıklı binalar yapılabilsin. Parayı taş yığınlarına yatırmak yerine ekonominin acil ihtiyaçlarına, canlı alanlarına yatırmakla hata mı ettik? Ekonominin mantığını kavramayanlar ekonomiden söz etmesinler. Eğer böyle yapmazsak doğal deprem yerine toplumsal depremler ekonomik sistemimizi yerle bir eder…

Bir toplumsal deprem daha mı tehlikeli sizce?”

“Evet en korkulması gereken şey ekonomik deprem, toplumsal depremdir. Bu yüzden, bundan sonra da deprem vergilerinin gelirleriyle, fonlarla ve yardımlarla böyle bir toplumsal depremi önleyecek alanları, yani polisi ve orduyu tahkim edeceğiz. Sermayenin belli alanlara kaydırılması konusunda haksız uygulamalar yapıldığı yönündeki tahriklerle halkımızı galeyana getirme çabalarına dur diyeceğiz. Allah ülkemizi öncelikle bir toplumsal depremden korusun…”

“Allah…”

(Gerisini tamamlayınız)

Gün Zileli

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

18 Comments

  1. özgürlükçü

    ilkel devletten günümüzün modern devletine bütün devletler gibi bizim devletin ve sözcülerininde teyit ettiği asıl işlevini açık edip tamamen görünür hale getiren bir röpörtaj.buradaki asıl işlevin kuşkusuz mevcut çürümüş ceberrut sistemin devamını sağlamak için gerek sistemin iktidar ve hegemonyasını gerekse onun savunucusu devletin otoritesi ve meşruiyetini sarsıp tehlikeye düşürecek her türden isyanı ve hareketi yok etmek olduğu belli iken bu sitede bile özünde gayrı meşru sistem ve düzene isyan olan özgürlükçü siyasi kürt hareketini terör örgütü diyerek sistemin hegemonyasının içinden eleştirerek devletin yapmaya çalıştığına bilip bilmeden hizmet etmekte bir anlamda zihnindeki karakoldan kurtulamayıp özgürleşemeden devlete hizmet anlamına gelmezmi?deprem sonrası görüntüler ve yaraları sarmada devleti temsil eden valilik ve yerel yönetim koordinasyonsuzluğu açığa çıkmışken il ve ilçe yönetimlerinin kaymakam ve valilerin ilgili kent halkı tarafından seçilmesinin daha hayatı kolaylaştırıp yerinde demokrasi ve katılım örneği olabilirmi?van valisinin ve van b.başkanının görüntülerinin tam tezat teşkil etmesi valinin güvenliksiz sokakta gezememesi 81 ilin valisinin kent halkınca seçilmesi durumunda hiç birinin seçilememe ihtimali bile devlet insan çelişkisinin biz özgürlükçü devrimcilerin pratik yaşanan örneklerden öğrenerek valilerin halk tarafından seçilmesini gündem yapmamız gerekmezmi?

  2. Toplumsal deprem

    Zileli rüyasinda Arap ülkelerinde de kendi kafasina göre devrimler görmüstü. Gerçi bir nevi devrim oldu, tüm Arap ülkelerinde AK Parti benzeri partiler seçim kazanmakta. Bu bir kadife devrimdir. Sahte devrimciler ise Bati Avrupa ülkelerinden ayar vermekteler.

  3. özgürlükçü

    casusun devrimci akp si valilerin kent halkı tarafından seçilmesinden korktuğuna göre halkından korkan devrimciler sınıfından olmasın.röpörtaj hakkında söyleyecekleri olmadığına göre sistem devletin memuru devlet ne yaparsa en iyisidirden başka bildiği olmadığından olmasın.batıdan ayar verenlerden farkın nedir açıkça akp kurmayları tv lerde bölgeye yönelik emperyal hedefimiz olmalıdır demeye başladı kanal a da izledim kürdistan sömürgesi palazlanınca kesmedi hazretleri

  4. çıracı

    Milliyetçi-muhafazakar medyanın Van depremi sonrasındaki tutumuyla alakalı bir değerlendirme:
    http://radyo.sol.org.tr/files/programlar/basinsuclarivan.mp3

  5. vali seçimi

    Anayasa degisikligi sirasinda vilayet yetkilerinin belediyelere devri konusu da gündeme gelecektir. Partilerin, özellikle Ak Parti’nin anayasa anlayisindan haberdar olmadan temelsiz iddia ortaya atmak kolay, zaten kendi partileri sik sik kapatildigi halde partilerin kapatilmasini zorlastiran degisikliklere aleyhte oy veren zihniyetin demokratiklesme ile ilgili bir kaygisinin oldugunu da sanmiyorum, o kafa demokrasiden degil kandan, siddetten, ölümlerden, bombadan, C4’den, pusudan, kallesçe saldirilardan, arkadan vurmaktan, bebek ölümlerinden, militanlara iskence yapmaktan, genç kiz ve erkeklerin eline tabanca vererek intihar ettirtmekten ve saga sola ‘polis” , “ajan” diye iftiralar atmaktan beslenir. Insanlik düsmani kan dökücü Lenin ve onun yardimcisi cellat Stalin 80 sene bu zihniyetin insanliga ne kadar korkunç kötülükler yaptigini yeterince göstermedi mi? Mao göstermedi mi? Pol-Pot göstermedi mi? Apo bunlardan degisik ne gösterecekti ki? Sizin o “sol” radyoyu yapanlarin eline firsat geçse bütün depremlerde ölenlerin 10 misli adami toplama kamplarinda kursuna dizerler, dünya bunlari gördü , yasadi, ama Türkiye’de Kemalizmin etkisiyle marksist solu hâlâ bir sey sananlar var.

  6. o “sol” radyoyu yapanlarin eline firsat geçse

    halamın bıyıkları olsaydı

  7. Anonim

    “Başbakandan özür dilerim! Ben yanlış gördüm. Erciş’de çadırlar, yardımlar tammış! Herkes mutluymuş, zavallı köylüler bana yalan söylemiş!”

    (Cüneyt Özdemir)

  8. özgürlükçü

    akp ve devlet yalakası casus vanıda pislettiğiniz yetmedimi?edebiyle sitede yaşananlardan hareketle ortaya çıkan sorunların çözümüne katkı vermek için açılan vali seçimi tartışmasını bile edebinle yapamadın siteyi tekrar kokutarak kirlettin.bebek katillerinin bizzat itirafından öğrenemeyip ekselansların yalanını burda tekrar etme bunu tükettik.kimin savaş isteyen olduğunu bir önceki tartışmada somut kanıtlarıyla açığa çıkarıp savaş isteyenin devlet ve amirin akp olduğunuda tüketmiştik galiba sende anlama özrü olmalı site takipçilerinin tartışıp tükettiği konulara yalanınla ısrar ettikçe senide tüketiyoruz bunuda anlamadın.vali ve kaymakamların kent halkı tarafından seçilmesinin yasa önergesini bdp bu günlerde verecek sense halanın bıyıklarını bile aşamadın.mecliste başörtülü vekil örneğine dönmesin siz yasalaştıralımmıyı tartışıncaya kadar bdp başörtülü vekili seçer bile ilk defa süryani inancı olanı vekil yapması gibi o kısır aklınla amirin akp nin bdp den daha demokrat ve özgürlükçü olduğunu sanıp kendini kandırma senin savunduğun devletçi siyaset geleneğinin 65 yıldır bütün partilerinin yapamadığını yapıp içinden genç liderler yetiştiren organizasyonun örneği selahattin demirtaşın yardımlarda kardeşlik kokusu var cümlesi seviyesinde cümle kuramadığınızdan fesatlanmakta haklısın

  9. Bitik özgürlükçü'ye

    Haydi bakalim Bingöl’deki canli bombayi da savun. Savunamazsan git sen de kendini patlat. Pol-Potçu canilerden ne farkiniz kaldi? Demirtas da kan kokuyor ve bugün artik o Bingöl’deki canli bombadan sonra PKK’yi elestirmeyen herkes kan kokmakta ve PKK korkusundan sinen herkes de baska birsey kokmakta.

  10. Anonim

    Anayasa degisikligi sirasinda vilayet yetkilerinin belediyelere devri konusu da gündeme gelecektir.

    Böyle bir fikir var ama şu anki meclis aritmetiğinde CHP ve MHP’nin blok olarak karşı çıktığı herhangi bir anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi zaten mümkün değil.

  11. Anonim'e

    Zaten onun için seçimlerden önce büyük kampanyalar yapilarak AKP asagiya çekilmek istendi ve anayasa degisiklikleri yapilmasin diye BDP ve destekçileri cinayet kampanyalari baslattilar.

  12. Van depremi ve sol

    Türk solculari Izmir’de, Kadiköy’de,Eskisehir’de,Edirne’de neseli törenler düzenleyerek, Cumhuriyet ilaninin 88’inci yildönümü bahanesiyle Van’de kürtlerin ve “dincilerin” ölümü nedeniyle bayram yaptilar. Hiç kimse CHP solcu degildir demesin, bu bayrama katilanlar Marksist, Leninist, Stalinist ve PKK’li solcularin yakinlari, akrabalari, ayni çevre, dostleri, arkadaslari , ve bu kafa o kafa. Bunlardan cacik olmaz.

  13. çıracı

    Ah be aklıevvel kardeşim, sol partilerin Van’a yardım kampanyalarına hiç göz atmadın mı? Senin burada hala Van depremi konusunda AKP’yi savunmaya çalışmana ne diyeceğiz? Herhalde “deprem vergisi”nden çaldıkları (evet, resmen çaldıkları) parayla sana da maaş primi veriyorlar.

  14. özgürlükçü

    siteyi pis kokunla kokuttuğun yetmedi şimdide pıslemeyerek kirletme önünden ye casus senin yüzünden insanlar yorum yapmaktan vazgeçmeye başladı önünden yiyerek akp ve cemaat sitelerinde uzmanlığını göster

  15. çıracı

    ( sendika.org )

    Erciş felaketi: Kürt sorununun bugünü
    20 Kasım 2011 – Ferda Koç

    Deprem öncesi Erciş’inin, arsa ve konut spekülasyonunun inanılmaz boyutlara ulaşan bir kent olduğu nedense hiç dikkat çekmiyor. Hava fotoğraflarında tamamıyla yıkılmış bir üçgen olarak görülen Erciş çarşı merkezindeki dükkanların metrekare fiyatı geçen yıl 10 bin doları aşmıştı

    7.2’lik Erciş depreminin neden olduğu yıkım, Türkiye’deki tüm depremlerde görülen ortak özelliklerle tartışıldığı gibi Kürt sorunuyla bağlantısı bakımından da tartışılıyor. Depremin Kürt sorunuyla bağlantısı daha çok deprem sonrasındaki yardım organizasyonu üzerinden kuruluyor.

    AKP iktidarı kendi beceriksizliğini, BDP’li belediyelerin yardım organizasyonunda hükümetin gerisinde kalmasına vurgu yaparak gizlemeye çalışıyor; buna karşılık BDP, deprem sonrası sürecin dışında tutulmaktan, yerel yönetim yetkilerinin kullandırılmamasından, hükümet yardımlarındaki ayrımcılıktan yakınıyor.

    Asıl büyük sorunu oluşturan, felaketin yıkıma ilişkin boyutu ise daha çok başta kamu binaları olmak üzere “yapı denetimsizliği” üzerinden tartışılıyor. Yapılan binaların beton standartlarının düşüklüğü, kullanılan yapı elemanlarının uygunsuzluğu, iskânı olmayan binaların kullanıma açılması gibi “teknik” konular, yürütülen tartışmaların öne çıkan başlıklarını oluşturuyor.

    Erciş’teki yıkımı büyüten önemli bir gerçeğin ise üzerinde hiç durulmuyor. Deprem öncesi Erciş’inin, arsa ve konut spekülasyonunun inanılmaz boyutlara ulaşan bir kent olduğu nedense hiç dikkat çekmiyor.

    “İnanılmaz” sözcüğünü sadece rakamların muazzam büyüklüklerini anlatan bir sıfat olarak değil, geçen yıl bu rakamları duyduğumda inanamadığım için de kullanıyorum.

    Hava fotoğraflarında tamamıyla yıkılmış bir üçgen olarak görülen Erciş çarşı merkezindeki dükkanların metrekare fiyatı geçen yıl 10 bin doları aşmıştı!

    Bana bu rakamı veren ve bir süre Erciş’in bir beldesinde belediye başkanlığı yapan arkadaşıma, ancak inşaat mühendisi olan oğlunun tanıklığından sonra inanabilmiştim.

    Arsa ve konut fiyatlarının “uçması” nedeniyle Erciş’in her yanında, bu ilçe için devasa denilebilecek inşaatlar boy atıyordu. Elbette Erciş çarşı merkezindeki fiyatların “uçuş hızı”, burada yapılan konutlarda aynı şekilde sürmüyordu ama yine de İstanbul’un orta halli bir semtiyle boy ölçüşebilecek seviyedeydi.

    Türkiye’nin öte başında, Erciş’te kim, neden ve nasıl bu fiyatlarla ev ve dükkân alır ve üstelik alabilirdi?

    Benim bildiğim Erciş, 1980 öncesinde 20 binlik nüfusunu küçük bir maden işletmesi ve şeker fabrikasıyla zar zor geçindirebilen bir ilçeydi. Aradan geçen yıllar içinde maden kapanmış, şeker pancarı ekim alanları sınırlanmış, şeker fabrikası da olduğu yerde çakılıp kalmıştı.

    Arkadaşımın soruma verdiği yanıt gerçeği tam olarak ne kadar karşılıyordu bilmiyorum ama en azından, yıllardır orada yaşayan okuyup yazmış bir insan olarak kendi yaşam deneyimini yansıtıyordu. Arkadaşım, Erciş’in 1990 sonrasında köylerinden ve çevre ilçelerden çok yoğun göç aldığını ve bu göçmen nüfusun, kitleler halinde büyük kentlerdeki inşaat işlerinde çalışmaya yönelerek Erciş’te kalan geniş ailelerinin geçimini sağladıklarını; aile emeğine dayalı küçük taşeron ekipleri oluşturarak kazandıkları parayla Erciş’e yerleştirdikleri aileleri için ev ve dükkan almaya öncelik verdiklerini; bunun da Erciş’teki konut ve arsa fiyatlarındaki hızlı tırmanışa neden olduğunu anlatmıştı.

    Erciş’in arsa ve konut piyasasına akan paranın kaynağı gerçekten de bu göçmen inşaat işçilerinin kazancı mıydı, başka kaynaklar da var mıydı bilmemiz zor ama, Erciş’in ve çevre ilçelerin nüfus istatistikleri, 1990 sonrasında Erciş’in muazzam bir göçe maruz kaldığını gösteriyordu.

    1990-2000 yılları arasında Erciş ilçe merkezinin nüfusu yüzde 75 artarak 40 bin 500’den 71 bine çıkmıştı. Aynı süre içerisinde Erciş’in köylerindeki nüfus artış hızı, önceki on yıl ortalaması olan yüzde 30’da kalmış, 2000-2007 arasında ise yüzde 2.5 azalmıştı.

    Aynı yıllarda Erciş’in çevresindeki ilçe merkezlerinden Muradiye’nin nüfusu 1985-1990 arasında yüzde 53 azalmış, Malazgirt’in nüfus artış hızı 1990-2000 arasında önceki on yıla kıyasla ilçe merkezinde yüzde 30, köylerde yüzde 600 azalmıştı. 2000-2007 arasında ise Malazgirt, toplam nüfusunun yüzde 12’sini yitirmişti.

    Depremde 7 yakınını yitiren bir başka arkadaşımın anlattıkları bu “nüfus baskını”nın Erciş’teki “yıkıcı” etkisini yansıtan bir başka özelliğe işaret ediyordu. Erciş’in ana caddesi olan Van Yolu’nda yan yana yıkılan üç apartman da bu yıllarda 4 katlık yığma binalarının üzerine imarsız olarak 4 kat daha çıkılmış apartmanlardı. “Konut talebi”nin hızlı tırmanışı, Erciş’in “yerli”lerinde evlerini ve arsalarını değerlendirme yönünde güçlü bir itilim vermiş ve ortaya ilk depremde yerle bir olacak bir Erciş çarşısı çıkmıştı.

    Erciş’in felaketinin arkasında yatan şeyin bir “nüfus baskını” olduğu anlaşılıyor.

    Peki ama bu nüfus baskınının arkasında yatan “dinamizm” neydi? Bu, Türkiye’nin herhangi bir yerinde görebileceğimiz alelade bir göç olayı mıydı?

    Erciş felaketiyle Kürt sorununu birbirine bağlayan şey işte bu sorunun yanıtında saklı gibi görünüyor.

    Yukarda da belirttiğim gibi, 1990’lı yıllarda Erciş’in “ekonomik cazibesi” artmamış, aksine azalmıştı. Öyleyse Erciş’teki nüfus yığılmasını, kapitalizmin gelişmesinin teşvik ettiği “köyden kente göç süreci”yle açıklamak pek kolay değil. Öyle olsaydı, Anadolu’nun “duraklama ve gerileme halindeki” birçok başka kentinde görüldüğü gibi kent merkezi ve köyleri birlikte içine alan bir nüfus azalması veya duraklaması görülürdü. Oysa Erciş örneğinde görülen, ekonomik olarak herhangi bir çekim gücü olmayan bir kent merkezine yığılmadır. Açıklanması gereken de “ekonomik dinamiklerle” izahı çok güç olan bu “yığılma” olgusudur.

    Erciş merkezinde meydana gelen bu nüfus yığılmasının açıklanmasında “1993 süreci”nde en çıplak ve vahşi biçimini gördüğümüz göçe zorlama politikalarının önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Bu süreçte, bölge kentleri, ekonomik olarak ciddi gerilemeler yaşamalarına karşın, köylerin içerisine boşaldığı “rezervuarlar” olarak fonksiyon kazanmıştır. Köylerinden kopan büyük ailelerin “gurbetçilik” yapamayacak unsurları bu toplanma yerlerinde bırakılmış, ailelerin çalışabilir bireyleri teker teker veya (çoğunlukla) gruplar halinde gurbetçi-işçiler olarak “Batı’daki” kentlerin, meyve-sebze bahçelerinin yolunu tutmuştur. Bu yoksullaştırma ve işçileştirme tarzı, Kürtlere özgü bir işçileştirme tarzı olarak işlerliğini sürdürmektedir. (Yeri gelmişken bu “rezervuar kentlerin” en büyüğünün Diyarbakır olduğunu kaydetmeliyim).

    Sonuç olarak, Erciş felaketinin arkasında bir politik-sosyal felaketi bir başka deyişle “Kürt sorununun bugünü”nü görmek güç değil.

    Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin Kürt sorununun bugününü ya da bir başka deyişle “güncel somut Kürt sorununu” masaya yatırmaya bir türlü girişmemesini açıklayabilmek ise doğrusu oldukça güç.

  16. çıracı

    http://mustafasonmez.net/?p=2563

  17. Anonim

    http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Ummet_Birligi_ve_Hilfet/24598
    (İkinci yazı)
    Nepal zelzelesi bizi uyarmadı

  18. Anonim

    17 Ekim 2016 İzmir depremi ile ilgili bir haber:

    Kuşadası depremiyle ilgili tedirgin eden açıklama

    Prof. Dr. Ahmet Ercan’dan “Kuşadası depremi, Ege’de daha büyük bir depremin habercisi” iddiası

    İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Ercan, bu sabaha karşı merkez üssü Kuşadası Körfezi olan 4.7 büyüklündeki depremin, Ege’de daha büyük bir depremin habercisi olduğunu iddia etti.

    Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, bu sabaha karşı 04.30’da Richter ölçeğine göre 4.7 büyüklüğünde meydana gelen depremin odak noktasının Büyük ve Küçük Menderes çöküntü kırıklarının uzantısı üzerinde oluştuğunu söyledi. Depremle ilgili bilgi veren Ercan, “Odak yeri Büyük ile Küçük Menderes çöküntü kırıklarının deniz içindeki uzantısı üzerindedir. Artçı depremleri 3 dolayında büyüklüğüyle sürmektedir. Bunların en az 7 gün sürmesi beklenir. Bu boydaki sıcak su çıkışları kırığın diri olduğunu, daha büyük bir deprem üretmek için gerildiğini göstermektedir. Tüm Ege gergin. Türkiye, Yunanistan veya adaları orta büyük bir depremin vurması şaşırtıcı olmaz” dedi.

    ESKİ UYGARLIKLAR O BÖLGEDE YIKILDI

    Bölgedeki yıkıcı depremlere değinen Prof. Dr. Ercan, eski yerleşimlerden Hierapolis, Laodikya, Afrodisyas, Nyssa, Mastaura, Harpaza, Tralles, Magnesia, Miletus gibi Likya, Karya ile İyon’un depremlerle yıkıldığına dikkat çekti. Prof.Dr. Ahmet Ercan, Büyük Menderes çöküntüsünün Denizli’den başlayarak Denizli Sarayköy ile Aydın’ın Buharkent, Kuyucak, Nazilli, Aydın, Germencik, Söke ve Kuşadası ilçeleri üzerinden Ege Denizi’ne ulaşan yaklaşık 200 km uzunluğunda bir çanaktan oluştuğunu söyledi. Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, “Son 120 yılda düz kırıklarla ilgili olarak 1899 Büyük Menderes (Nazilli-Aydın), 1928 Torbalı, 1955 Söke-Balat, 1969 Alaşehir, 1969 Simav, 1970 Gediz, 1995 Dinar depremleri oluşmuştur. En yıkıcı depremlerin bu çöküntüler üzerinde olduğu belirlenmiştir” dedi.

    Öte yandan saat 04.30’daki 4.7 büyüklüğünde olan depremin ardından Kuşadası Körfezi’nde, 1.7 ila 2.8 arasında 7 sarsıntı daha meydana geldi.

    DHA

    http://www.haberturk.com/gundem/haber/1311356-kusadasi-depremiyle-ilgili-tedirgin-eden-aciklama

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑