Gezi’nin 4. Yılında…
Sanırım kısa bir yazı olacak bu. Kişisel dertlerimle sizleri meşgul etmek istemem ama üçü adada olmak üzere dört kedimiz öldüğü için kolum kanadım kırık. Bu yüzden şu sıralar içimden pek yazı yazmak gelmiyor. Öte yandan sitedeki arıza da henüz düzelmiş değil. Bu yüzden “Sitede Arıza Var” yazısını da bir türlü kaldıramıyorum. Her neyse, şu sıra otobiyografimin 6. Kitabı olan Kentler (2000-2013)’in 2011 yılı başlarındayım. Oralara yoğunlaştığım için Gezi’ye kaynaklık eden ana damarları daha net görebildiğimi sanıyorum.
Bence Gezi’nin iki ana damarı vardı: Birincisi, Kemalizm, ulusal devletçilik, sanayicilik ve ulusalcılıkta ifadesini bulan eski tip modernizm; ikinci ise, ekolojizm-doğacılık, hayvan hakları savunuculuğu, özgürlükçülük, yerelcilik/mikro ulusculukta ifadesini bulan yeni tip modernizm. Gezi, aslında ve özünde birbirine taban tabana zıt olan bu iki tip modernizmin iktidardaki muhafazakâr modernizme karşı el ele vermesiyle gerçekleşmiştir. Muhafazakâr modernizm, eski tip kalkınmacı-ulusalcı modernizmin elinden “kalkınma” ve “imar” silahlarını almış ve kendine mal etmişti. Artık en büyük modern projelerin sahipleri onlardı ve karşılarında elbette bu tür projelere toptan karşı çıkan yeni modernizmi bulmuştu. Eski tip ulusalcı modernizm aslında muhafazakâr modernizmin kalkınmacılığı ve projeciliği karşısında çelişkide ve ikircimli kalmıştı, fakat üzerindeki siyasi baskı nedeniyle aynı zamanda ona düşmandı.
Gezi’ye doğru gidilirken dört nokta dikkat çekiciydi:
Birincisi, Ahmet Şık’ın kitabının bile yasaklandığı Orwelvari bir distopya ortamı ülkenin entelektüel birikimini ayağa kaldırmış ve büyük bir özgürlükçü dalgaya neden olmuştu. 2011 yılında Yayın Kolektifi’nin facebookta açtığı “Ahmet Şık’ın kitabı bende de var” kampanyasının dört gün içinde yüz bin imzaya ulaşması bunun göstergelerinden biriydi. Aynı yıl gazetecilerin Taksim’de yaptığı Basın özgürlüğü sessiz yürüyüşü sessizliğin öfkesinin dışa vurumuydu. İkincisi, 2012 yılında Emek sinemasının yıkılmasına karşı yapılan iki büyük gösteri Gezi’nin işaretlerinden bir diğeriydi. Üçüncüsü, Keza yine 2012 yılında hayvan haklarıyla ilgili yapılan, yüz bine yaklaşan kitlesiyle herkesi şaşırtan, hayvanlarla ilgili yapılan yasal düzenlemeleri protesto yürüyüşü de bir başka önemli göstergeydi. Dördüncüsü, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ve imalat delillerle içeri atılan ulusalcıların temsilcilerinin savunulması için Silivri’de yapılan büyük gösterinin ardından, o zamanki Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, ulusalcıların tarihi idolleri Atatürk ve İsmet İnönü’yü kastederek “iki ayyaş” deyişi ulusalcılar açısından bardağı taşıran damla olmuştu.
Toplumsal olaylar, toplumdaki zıt eğilimlerin kesişme anlarında patlak verirler çoğunlukla. Ulusalcılığın, doğacılığın ve çevreciliğin, hayvan duyarlığının, özgürlükçülüğün ve yerel ulusçuluğun kesiştiği nokta aynı zamanda büyük bir fay hattının boşalarak Gezi’nin patlak verdiği yerdir.
Gün Zileli
6 Haziran 2017
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
“Bence Gezi’nin iki ana damarı vardı: Birincisi, [..] eski tip modernizm; ikinci ise, [..] yeni tip modernizm. Gezi, [..] bu iki tip modernizmin [..] muhafazakâr modernizme karşı el ele vermesiyle gerçekleşmiştir.”
Kisacasi, modernizm ile modernizm birlesip modernizme karsi ayaklandi…
Bir de, Gezi’nin anlamli bir siyasi altyapisinin oldugunu soylemezler mi.. iste o zaman tamamen kopuyorum.
Kopmayın lütfen. Bu çok anlamlı bir altyapıdır. Olağanüstü bir şey olmuş, eski tip modernizmle yeni tip modernizm bir diktatörlüğe karşı aynı safta yer almıştır. Bu gerçekten dünya tarihinde az rastlanacak önemde ve anlamda bir olaydır. Öte yandan modernizm kelimesine takılmayın. Çağımızda da eskiden de her akım modernistti. En tutucular da ve en radikaller de dahil öyleydi. Neden? Çünkü modernizm bir ideolojiden çok bir var olma biçimidir ve modern çağda modernizm dışında hiçbir şey var olamaz. Aslında bu durumda modernizm kelimesi bile anlamsızlaşıyor, o da ayrı mesele.
Şu öncülü de unutmayalım: http://www.milliyet.com.tr/ozgur-internet-icin-yuruduler-gundem-1390718/
O günlerde sansür konusu porno sitelerin engellenmesi iyi mi kötü mü sığlığında tartışılırdı ülkemizde şimdi Wikipedia engelli. Wikipedia, benim gözümde web’in yarısı demek. Diğer herşey engellense sadece Wikipedia açık kalsa daha az rahatsız bile olabilirdim.
Wikipedia dijital çağın komünizminin en olgun meyvesidir. Altyapı çoktan komünizme geçmeye başlamış, üstyapıya çöreklenmiş gerici, çapsız zihniyet dijital komünizmin bahar çiçeklerinin üzerine %100 yerli ve milli asfalttan duble yol dökmekle meşgul. Bunun sonu er ya da geç hep aynıdır: Tarihin ilerleyişini engellemek zorunda hisseden ülkeler geri kalacak, çürüyecek, Wikipedia ve temsil ettiği herşey ile uyumlu üstyapılara sahip ülkeler tarafından belki de tahakküm altına alınacaklardır, eh bir yerden sonra müstehaktır da.
Bu son kriz (Katar’la ilişkilerini kesen devletler) ABD’nin fazla güçlenerek başına buyruklaşmaya başlayan bir müttefikini öbür müttefikleri eliyle zayıflatmasına yönelik bir hamle gibi görünüyor (Tıpkı aynı amaçla Türkiye’ye karşı YPG’yi kullanması gibi). Asıl ilginç olansa RTE’nin bunu ima eden sözleri. Karşı tarafın bunu anlamaması mümkün değil, hatta bunu anlayamayacak kadar aptal biri olamaz. Gerçi daha önce de benzer sözleri olduğundan ilginç sayılmayabilir aslında. Bu tür sözler de bir süre sonra unutuluyor ne de olsa.
Gezi’nin sebebi, kareli bir cekete duyulan antipati. O antipati ki, sinirlenince güzel olan bir genç tepkisi. Başkaca da sebepler üzerine analiz, laf-ı güzaf.
kesinlikle.
3 nolu türk milliyetcisinden alinti:
“Tıpkı aynı amaçla Türkiye’ye karşı YPG’yi kullanması gibi”.
bu cümlede ki kürt dü$mani perincekci türk irkciligi nasil da siritiyor.
5 no’lu iftiracı Ortodoks-Yobaz Marksist’e (veya kendini Marksist sanan özentiye)
Değil ırkçılık, ulusçuluğun her türlüsünden ve dünyadaki bütün ulus-devletlerden nefret ederim. Senin gibi müfterilerin yalanlarından nefret ettiğim gibi. Bir durum tespiti yapan birine bunları demek ancak cehalet ve düşünce yoksunluğundan kaynaklanabilir.
Necip senin ifadelerinin aynısını sana karşı kullanarak gereken cevabı vermiş.
“Olağanüstü bir şey olmuş, eski tip modernizmle yeni tip modernizm bir diktatörlüğe karşı aynı safta yer almıştır. Bu gerçekten dünya tarihinde az rastlanacak önemde ve anlamda bir olaydır.”
Kendimizin yasadigi donemlerde olan bitenleri daha cok onemsemek gibi bir egilimimiz var –hepimizin.
Halbuki, hem baska yerlerde, hem de yakin/uzak gecmiste, benzer seyler hem olmustur hem de oluyordur –ayrica, ileride de olacaktir.
‘Eski tip’ ile ‘yeni tip’ arasindaki –yukarida degindiginiz turden– celiskiler, catismalar hic de yeni bir sey degil ki.
Kendi tarihimizden ornek verecek olursam, sizce ‘Jon Turk’ hareketi dedigimiz sey cok mu farkliydi?
[Not: Ismindeki ‘Turk’ kelimesi kimseyi yaniltmasin. O hareketin icinde her milletten birileri vardi.]
Aradan bunca zaman gectigi halde kurtulamadigimiz onyargilarimizi bir an icin bir yana birakabilsek, ‘Jon Turk’ hareketinin ‘modernizm’inin, Abdulhamid’in ‘modernizm’i ile catistigini gorebiliriz.
[‘Onyargi’ kelimesi ile, agirlikli olarak, “Abdulhamid’in ‘modernizm’i mi olurmus?” itirazlarina atifta bulunuyorum.
Halbuki, ‘Jon Turk’ hareketi dahil, o devirde kendini ‘mektepli’ gorup baskalarindan ustun saymaga baslayan neredeyse herkes Abdulhamid’in kurdugu, on ayak oldugu ya da izin verdigi okullardan mezun olanlardir.
O okullar da, devrin, ‘modernizm’inin orneklerindendir.]
“Öte yandan modernizm kelimesine takılmayın. Çağımızda da eskiden de her akım modernistti. En tutucular da ve en radikaller de dahil öyleydi. Neden? Çünkü modernizm bir ideolojiden çok bir var olma biçimidir ve modern çağda modernizm dışında hiçbir şey var olamaz. Aslında bu durumda modernizm kelimesi bile anlamsızlaşıyor, o da ayrı mesele.”
Katiliyorum.
Ek olarak da, anlamsiz seylerden birini, ya da digerini, sahiplenmenin; ona iltimas gecmenin; onun tarafini tutmanin da anlamsiz oldugunu soylemek isterim.
Bu acidan baktigim zaman, Gezi, toplumda bir ya da birden fazla rahatsizligin –‘duyun beni!’ nidalariyla– disavurulmus bir ornegidir bence.
Bu onemli midir?
Tabii ki, onemlidir.
Evet; ama, tipki bir kisinin yogun/siddetli aciyla/sanciyla inlemesinin onemli oldugu gibi.
Ne kutsanacak, ne de pohpohlayici tarafgirliklerle rayindan cikarilacak bir seydir.
Ilgili butun taraflarin katilimiyla, bir sekilde giderilmesi (ya da rahatsiz edici boyutunun minimize edilmesi) gerekir.
Zannedersem sizinle bu noktada ayrisiyoruz.
“Çağımızda da eskiden de her akım modernistti. En tutucular da ve en radikaller de dahil öyleydi. Neden? Çünkü modernizm bir ideolojiden çok bir var olma biçimidir ve modern çağda modernizm dışında hiçbir şey var olamaz.”
İnançlarının gereklerini inanç önderlerinin zamanında mevcut olmayan hoparlör ve top kullanarak yerine getirenler gibi mi mesela?
[Bu muhterem inanırlar bana başka bir inanırı hatırlatıyor. Ama kimi?]
“Modernleşme aslında, gelişmiş toplumun özelliklerinin azgelişmişler tarafından alınması, diye tarif ediliyor. Bu tarif yeterince açık değil. Modernleşme varolan değişmenin değişmesidir. Yani toplum zaten belli bir ölçüde değişedururken anî ve hızlı bir değişme dönemine girilmesi söz konusudur.”
“Bu tepkiyi sadece modernleşmeye karşı açıkça ortaya çıkan geleneksel muhalefet çevresinde veya muhalif görünen kültürel harekette ve düşüncede aramayalım. Çünkü aslında modernleşmenin muhalifleri de modernleşmeciler kadar olayın içindedir. Kullandıkları tez ve savunma yöntemleriyle reaksiyonerlerin kendileri de modernleşmişlerdir.”
Gelenekten Geleceğe, İlber Ortaylı
http://www.dunyabulteni.net/alinti/232505/dogululuk-batililik-cekismesi
neo osmanli/türk emperyalizminin ortadoguda yayilma planlari
“TBMM’de Katar hamlesi: Kabul edildi”
“Dünyayı sarsan ‘’Katar Krizi’’ devam ederken Katar’da Türk üssü kurulması ve Türkiye ile Katar arasında jandarma eğitimine ilişkin işbirliği protokolü konusundaki anlaşma ele alındı. Gündemin alt sıralarında olan tasarılar öne çekildi. Yapılan görüşmeler sonrasında, Türkiye ile Katar Arasında Jandarma Eğitim ve Öğretimine İlişkin İşbirliği Protokolü’nün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı kabul edildi.” (basin)
sosyalist ekonomiden kapitalist rant ekonomisine geci$ yapan cin’de “rant protestosu”
“Çin’de korkunç protesto”
“Bölgedeki bir hayvanat bahçesinin hissedarları, yönetimi protesto etmek için hayvanlara zarar verdi. Öyle ki gözü dönmüş göstericiler canlı bir eşeği, kaplanların bulunduğu bölüme atarak canlı canlı öldürülmesini izledi.” (basin)
postu para ettigi icin canindan olanlar
kapitalist para ekonomisinde para’ya dönü$türülmek üzere katledilen hayvanlar
“Kargo aracında yüzlerce hayvan postu ele geçirildi”
“Batman Doğa Koruma ve Milli Parklar İl Müdürü Ercan Turan, postlara el konulduğunu belirterek, ele geçirilen postlar arasındaki su samurunun avlanmasının yasak olduğuna dile getirdi. Ercan, “Hayvan postu ticareti yapanlar hakkında jandarma ekipleri gerekli işlemleri yaptı. Araçta 250 kaya sansarı, 26 tilki ve 6 ise su samuru postu tespit edildi. Postları serin bir odada tutuyoruz, mahkeme sonuçlanınca bunları ihale ile satışa çıkaracağız” diye konuştu.” (basin)
“solcu” ve “anti-emperyalist” türk irkcilarina cavap:
“Tıpkı aynı amaçla Türkiye’ye karşı YPG’yi kullanması gibi” cümlesini kuran perincekci türk irkcisina cevap:
ba$ta aydinlik gazetesi olmak üzere, kürtlere irkci kin nefret kusan türk basininda okuduklarini asla sorgulama ihtiyaci duymadan, dogru kabul ettigin icin böyle cümleler kuruyorsun.
kürt basinini okumuyorsun, haydi bunu anladik fakat “gazete duvar” gibi türk sol basininda, suriye ve ortadoguyu iyi taniyan “fehim ta$tekin” gibi türk gazetecilerini okumu$ olsaydin bile öyle bir cümle kesinlikle kurmazdin.
cihatcilara verdigi lojistik destek ile suriye’yi kan gölüne ceviren türk devletinin suriye’de i$i nedir, diye sormuyorsun, ypg gibi zaten oranin yerlisi olan, suriye ic sava$inin aktörlerinden birini amerika’nin t.c.’ye kar$i kullandigini iddia ediyorsun.
“polonya bize saldirdi, biz kar$ilik verdik” diyen hitler gibi, ypg’yi sürekli tehdit ve dü$man olarak gösteren türk devlet adamlarinin demeclerini ve irkci türk basininin yazdiklarini dogru kabul ettigin icin öyle cümleler kuruyorsun.
ypg, türkiye’ye kar$i nasil kullaniliyormu$, bunu ayrintili yaz, kanit göster, biz de ögrenelim.
bana inanmiyorsun, “bölücü” kürt basinini da okumuyorsun, en azindan gercekleri yazma cesaretini gösteren az sayida ki türk gazetecilerinden bir olan “fehim ta$tekin”in yazilarini oku.
bu siteye dadanmi$ “solcu” türk irkcilari, tekrar ediyorum, sizi her firsatta te$hir etmeye devam edecem: ya kürtlere nefret kusan irkcilik illetini terk edersiniz ya da bu siteyi terk edersiniz; benden size rahat yok.
türk toplumunda linc ve maganda kültürü
“Bahadır Grammeşin kararının gerekçesi açıklandı”
“Gerekçeli karara göre Grammeşin ve arkadaşları, bir dostlarının askere gitmesi vesilesiyle Kadıköy’deki bir eğlence merkezinde toplandı. Saat 3’te çıkan grup sokakta yürürken iki kişinin kadınlara laf atması üzerine Grammeşin ve arkadaşları müdahale etti. Grup kilise meydanına doğru ilerlerken, tacizcilerin bağlantılı olduğu Batıyakası Teras Kafe’nin sahibi Erkan Çınar ile çalışanları sopa ve döner bıçaklarıyle önlerini kesip “Burada erkeklik yapmayacaksınız! Vurun, öldürün!” diye tehdit etti ve küfretti. Saldırganların bir kısmı kafeye girip çıktıktan sonra Grammeşin ve arkadaşlarını kovaladı. Çınar, yere düşen Çağrı Konca’yı göğsünden bıçakladı. Murat Topraktepe ile Mert Nikelay ise Grammeşin’i yakalayıp dövdü. Topraktepe muştayla, Cemal Diri boş yağ tenekesiyle vurdu. Çınar ise bıçağı Grammeşin’in kasıklarına saplayarak, genç öğretmeni öldürdü.” (basin)
kapitalizmde güzel postlu olmanin sakincalari/diyeti
postu deldirme ve “ticari mal” olma
bu ne perhiz bu ne lahana?
“kargo aracindan vah$et cikti!” (birgün)
postu para ettigi icin katledilen hayvanlarla iligili böyle bir haber ba$ligi atan solcu birgün gazetesinin haberini sonuna kadar okudum, acaba meselenin özüne deginiyor mu diye.
nerdeee. solcu birgün gazetesi cali$anlarinin yukarda ki ba$ligi, sadece ne kadar “hayvansever” ve “insancil” olduklarini belli etmek icin attiklari belli oluyor.
insanlarin en temel ihtiyaclarini bile ancak para kar$iliginda temin edebildigi, ekonomik üretimin sadece para/kar amaciyla yapildigi, kisacasi para’nin tarti$ilmaz hakimiyetinin hüküm sürdügü kapitalist toplumda hayvanlarin postu icin öldürülmelerinde bu kadar $a$acak, $ok olacak ne var?
madem buna benzer hayvan katliamlarini gercekten $ok edici buluyorsunuz, peki o zaman, o insanlari o hayvanlari katletmeye motive eden kapitalist para ekonomisinin ticari hesabini/prensibini neden ele$tiri konusu yapmiyorsunuz?
bunun yerine, “ay $ok olduk; bunlari yapan insan olamaz” benzeri birtakim “hümanist poz”lar takinip, vicdani rahatlatmak tercih ediliyor.
peki “kacak postlarin” teslim edildigi resmi kurum ne demi$?
“Batman Doğa Koruma ve Milli Parklar İl Müdürü Ercan Turan, postlara el konulduğunu belirterek, Postları serin bir odada tutuyoruz, mahkeme sonuçlanınca bunları ihale ile satışa çıkaracağız”
al sana, ayni kapitalist mantik/hesap.
1. hayvan postu/kürkü ticaretine kurum olarak kar$i misin degil misin?
2. hayvan postu/kürkü yasaksa, resmi kurum olarak sen neden sana teslim edilen postlari satiyorsun?
yasak degilse vatanda$in postlarina neden el koydunuz?
birde kapitalist toplumda ahali bu konuda ne dü$ünüyor, ne yapiyor, ona bakalim. internetten alinti:
-Merhaba, Hayvan Postu alıp, üretim hattından geçirip kürk ticareti yapmak istiyorum, konu hakkında yerli yabancı birçok ilgili ile görüştüm, küresel anlamda ticaret yapıp, alım ve satım arası optimal dengeyi yakalayıp, üretim ve markalama üstünden komisyon almak ve/veya kendi markamı yaratıp sektörde A+++ kişilere hitap etmek istiyorum. Konu hakkında ilgililer, tedarikçiler,ortaklık arayışında olanlar,tecrübeliler ile birlikte beyin fırtınası yapmak istiyorum. Konu bilgi ve görüşlerinize sunulur, dönüşlerinizi beklerim.
-Türkiye çok yanlış bir yer böyle yapan kişilere kesinlikle olumsuz bakılıyor, bunun için hayvan öldürülmesi doğru değildir.
-Ne tür hayvanlardan bahsediyorsunuz? Açıklık getirin fırtına yaparız.
-altın çakal, altın tilki, angora tavşanı, ateş tilkisi, çakal dağ kedisi, fok, kutup kurt u, leopar, sincap, rakun, saz kedisi, vaşak, vizon, su samuru, siyah tilki vb. değerli hayvan kürkleri cm2 üzerinde minimum 1000 kıl ve üstü olan hayvanlardan bahsediyorum. Türkiye de sanki sadece hayvanlar öldürülüyor? İnsanlar yaşamak için hayvanların, etinden sütünden, yününden faydalanmak zorunda, vegan saçmalıklarına girmek istemiyorum. Problemi, düşüncesi olana saygı duyarım ancak benim düşünce ve fiillerime saygı duyduğu takdirde…
-Ciddiye alma, insan yaşamının önemi olmayan ülkede hayvanları düşünmek latife olsa gerek.
-Bu saydığınız Hayvanların Kürklerini Türkiyede nerde bulup alacaksınız?
-Bulsanız bile Türkiyede bu Kürkleri Dünya piyasasında satılabilecek şekilde Terbiye edebilecek tesis ve eleman yok.
-Kürkleri elde edebilmek için yurtdışından Chincilla, Vizon, Tilki gibi bunlarin damızlıklarını getirip çiftlikler kurmalısınız,
yetiştirmesi kolay kapalı alan ısıtma istemez Kürk açısından dahaa iyi, yem Maliyeti hiç yok Mezbaha ve Balıkhan artıklar ile beslenir sadece nakliyat olur Maliye olarak.
-Alınan Kürkleri işleme için ya Avrupada yaptıracaksınız yada Avrupadan bu işin ustası birisini getireceksiniz.
-Satması sorun değil Kaliteli olduktan sonra elde ürün kalmaz,
İtalyada senenin belli günleri Borsası kuruluyor Dünyanın her tarafından alıcılar gelip oradan açık artırma ile ihtiyacları olan Kürkleri temin ediyorlar.
-Bunları sağlaya bilirseniz çok mu çok kazanclı bir iş, Hayvan Öldürmek günahmış iyi hoş ile bakılmıyormuş gibi saçmalıklara aldırış etmeyin kürke karşı olanlar önce Dünyada her yıl aclıktan Ölen ve Öldürülen on milyonlarca çocuklar için birşey yapsın ona karşı gelsinler.
-istanbul’da bir kaç kürk atölyesi var, kendileri imalat yapıyorlar.istedikleri fiyatlar korkunç, 5000 euro ve üzeri.
-At derisi ile ilgilenirmisiniz?
ortadogudaki kapitalist/emperyalist rekabette yeni safla$malar
“Zarif: Türkiye ile yakın işbirliğine ihtiyacımız var”
Ankara’ya gelen İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, “Bölgede bizim için endişe verici gelişmeler yaşanıyor. Bu olaylarla ilgili Türkiye ile yakın görüş alışverişinde bulunmamıza ihtiyaç var” ifadelerini kullandı.” (basin)
iran, irak, suriye, lübnan hizbullah’indan olu$an amerikan ve israil kar$iti $ii cepheye kar$i, ABD ve nato’nun destekledigi, türkiye ve körfez arap monar$ilerinden olu$an sunni cephele$mede saflar yeniden belirleniyor.
suriye’de emperyalist emellerine ula$amayan ve trump hükümetinden ve avrupa birliginden umdugunu bulamayan islamci erdogan rejimi $ii cephe ile yeniden yakinla$ma siyaseti güdebilir. neden?
duruma bakilirsa, kürdistan topraklarini kendi aralarinda payla$an türkiye, iran, irak ve suriye’den olu$an “anti-kürt koalisyon”, nami diger “dörtlü cete”, son yillarda güclenen kürt ulusal hareketlerini bastirmak icin tekrardan “anti-kürt” paydasinda anla$maya cali$acaklar.
diger yandan, erdogan rejiminin sunni islamci politikalariyla ile iran molla rejimi/irak/esad rejiminin $ii islam politikalarinin uzun vadeli uzla$abilmeleri biraz zor.
“ve modern çağda modernizm dışında hiçbir şey var olamaz.”
Yani “Bütün yollar Roma’ya çıkar”
günümüz özel mülkiyet ve para rejiminin kurucusu, gözetleyicisi ve garantör gücü neden devlettir?
zileli’nin bundan önceki yazisinin altinda benim $u yazdiklarima: -“peki ya$amak icin para’yi olmazsa olmaz $art olarak insanlara dikte eden güc/otorite kimdir? cevap: devlet”- türk milliyetcisi/muhafazakari necip $öyle itiraz etmi$:
“Ufuruyorsunuz. Bu, hic bir sekilde, dogru degil.”
bu iddiami ispat etmem zor degil, önce t.c. ziraat bankasi’nin internet sitesinden, “www.tcmb.gov.tr”den alinti:
“Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Merkez Bankası temel olarak para ve kur politikalarını düzenlemek ve banknot dolaşımını sağlamaktan sorumludur.”
“Türkiye’de Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan para basma yetkisi Meclis tarafından süresiz olarak Merkez Bankasına devredilmiştir.”
soru: merkez bankasini kuran ve bu bankaya bu yetkileri veren güc/otorite kimdir?
cevap: devlet. sözü gecen siteden alinti:
“Hükümet, merkez bankası kurulmasına ilişkin görüşlerin tümünü değerlendirdikten sonra gerekli yasal çerçevenin hazırlanması için harekete geçmiştir. Bu amaçla Lozan Üniversitesinden Prof. Leon Morf’un katkılarıyla Merkez Bankası yasa tasarısı hazırlanmıştır.
Tasarı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 11 Haziran 1930 tarihinde kabul edilerek “1715 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu“ adı ile 30 Haziran 1930 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.”
soru: türk lirasinin türkiye sinirlari icerisinde gecerli oldugunu, ticaret yapan herkesin türk lirasini gecerli para olarak kullanmak ve kabul etmek zorunda oldugunu insanlara dikte eden kimdir?
cevap: devlet.
$imdi bir de “(özel) mülkiyet hakki”nin devlet ile alakasina bakalim, türkce viki’pediadan alinti:
“Mülkiyet hakkı, kapitalist ekonomik kurallarının hakim olduğu bölge, sistem veya devletlerde; taşınır (menkul) ya da taşınmaz (gayrimenkul) bir eşya üzerinde hak sahibine kullanma (usus), yararlanma (fructus) ve tasarruf (abusus) yetkisi veren, hukuk düzeninin sınırları içinde kullanılabilen, mutlak ve ayni bir haktır. Mülkiyet hakkına sahip kişi (malik) mülkiyetinde olan nesneyi kullanma, başkalarına devretme, tahrip etme, nesnenin ürünlerinden yararlanma yetkisine sahiptir. Bu hak mutlak nitelikte olduğundan herkese karşı ileri sürülebilir.
Özellikle komünist devletler özel mülkiyeti kaldırmışlar ve bu mülkiyet türünü tüm halka yararlı olacak şekilde düzenlemişlerdir.
Mülkiyet hakkı, Türk Medeni Kanunu’na göre mutlak bir hak olduğundan, malikin mülkiyeti altındaki nesneyi başkalarının haksız saldırılarından koruyabilmesi için malike bazı yetkiler tanımıştır. Kanunun 683. maddesine göre malik, “malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı” istihkak davası veya haksız el atmanın önlenmesi davası açabilir.”
son olarak $öyle örnekler verelim:
soru: türkiyede örnegin bir ticarethane sahibi, ödemesini türk lirasi ile yapmak isteyen bir mü$teriye “dolar ile ödeme yaptin yaptin, yapmadin ben türk lirasi kabul etmiyorum” deme hakkina sahip mi?
cevap: hayir. peki böyle bir durumda $ikayet merci kimdir?
cevap: devlet. bu demektir, “ben sadece dolar kabul ediyorum, türk lirasi almiyorum” diyen bir türk esnafinin devlet kulagindan tutup mahkemeye cikarabilir ve ticaret ruhsatini iptal edebilir.
soru: türkiyede vatanda$in biri bir markete girse, herhangi bir mal raftan alip market sahibine “ben para ile ödeme yapmayacam, senin rafindan aldigim bu malin kar$iliginda sana ben de yanimda getirdigim ba$ka bir mal verecem” deyip, bu teklifinde israr ederse ne olur; $ikayet mercii kimdir?
cevap: devlet. yani bir marketin rafindan bir mal alip bunun kar$iliginda ba$ka bir mal vermeyi teklif etmek ve market sahibi bunu kabul etmedigi halde bunda israr etmek “hirsizlik ya da gasp” ile e$degerdir.
soru: karni ac ama cebinde parasi olmayan bir vatanda$ bir markete girip raftan bir ekmek alip, market sahibine “param yok ama ekmege de ihtiyacim var, kabul et etme bu ekmegi aliyorum” derse ve market sahibi bundan $ikayetci olursa, $ikayet mercii kimdir?
cevap: devlet. bu, bildigim kadariyla “gasp” sucuna girer.
soru: ayni $ekilde vatanda$in biri bir evde kira vermeden oturursa ve evsahibi bundan $ikayetci olmaya kalktiginda $ikayet mercii kimdir?
cevap: devlet. böyle örnekleri cogaltabiliriz.
bütün bu yazdiklarimdan sonra “günümüz modern kapitalist dünyada para ve özel mülkiyet rejiminin kurucu, koruyucu ve garantör gücü devlettitr” derken ne demek istedigim anla$ildi sanirim.
Evet, IŞID da İslamcı-modernist bir harekettir.
Bunun sosyalizm ya da kapitalizmle bir ilgisi yok. Kültürle ilgisi var. Aynı şey Mao zamanında da olabilirdi veya olmuştur da.
devlet’i ve devlet’in politikalarini hedeflemeyen solculuk neden devrimcilik degildir?
ben, necip’in fikirlerinin hangi fikir kategorisine girdigini anlatmak icin “türk milliyetcisi/muhafazakari” deyince, necip neden ziplayip tavana degiyor?
cevap: necip’in türkiyede ve dünyada olan biten olaylar hakkinda ki fikirleri, baki$ acisi türkiyede milliyetci/muhafazakar/osmanlici/islamci vs. denilen ve akp, saadet partsi, mhp gibi partilere oy veren insanlarla üc a$agi be$ yukari aynidir.
bana inanmayan zileli’ye sorsun.
peki necip, kendi fikirlerinin bu $ekilde kategorize edilmesine neden $iddetle tepki gösteriyor?
cevap: cünkü necip bu sitede misyonerlik amaciyla yorum yazan bir insandir.
erdogan diyor ya, “siyasi iktidari kurduk ama sosyal/kültürel iktidarimizi henüz yeterince kuramadik”, i$te necip tamda bu sosyal/kültürel iktidarin kurulmasi icin kendince günzileli.com da gönüllü misyonerlik yapiyor.
gönüllü misyonerligin ba$arili olmasi icin, bu i$i yapan insanin sureti haktan görünmesi ya da en azindan tarafsiz görünmesi $art. i$te ben bunu te$hir ettigim icin necip sinirleniyor. tahmin yapmiyorum, necip ile 2 yildir bu sitede fikir tarti$masi yapan biri olarak söylüyorum bunlari.
necip’in asli astari olmayan $u iddalarina gelince:
ben emperyalizm derken, emperyalist politikanin bizzat kendisini ele$tiriyorum ve bu poltikanin mevcut global kapitalist dünya düzeni alakasini göstermeye cali$iyorum.
benim yerine göre avrupa birligi ve alman emperyalizmini de ele$tirdigimi, yorumlarimi takip edenler bilir. zileli’nin bundan önceki yazisinin altinda ukrayna ve AB/alman emperyalizmi ile ilgili yorumlarim asili duruyor. merak eden bakabilir.
gercek böyleyken, türk milliyetcisi/muhafazakari necip neden “sen alman emperyalizmini ele$tirmiyorsun” $eklinde yalan söylüyor?
cevap: cünkü necip, benden, tipki perincekci türk fa$istlerinin yaptigi gibi alman ve amerika emperyalizmine sövüp saymami, buna kar$ilik türk devleti ve osmanli/türk emperyalizmini övmemi bekliyor. bu beklentisi gercekle$meyince de yalan ve iftiraya ba$vuruyor.
benim türk devletinin emperyalist politikalarini te$hir ettigim gibi, benim kendilerinden fikir anlaminda cok $ey ögrendigim, ögrenmeye devam ettigim alman marxistlerinin yayimladigi “gegenstandpunk” dergisi de ayni $ekilde alman emperyalizmini te$hir ediyor. “gegenstandpunkt” dergisinin internet sayfasindan son sayisinda ki yazi ba$liklarindan birini buraya aliyorum:
“Anspruch und Drangsale des deutschen Imperialismus”
a$agi yukari tercümesi: alman emperyalizminin hegemonya hevesleri ve emelleri.
fakat ben necip’in fikirlerini iyi derecede taniyan bir olarak söylüyorum, o’nun amaci üzüm yemek degil bagciyi dövmek, suyu bulandirmak, kafa bulandirmak, devlet/millet davasindan sapmi$ solculari tekrar devlete/millete kazanmak. necip gibileriyle polemik zaman ve enerji kaybidir.
kendisi türkcü/islamci fa$istlerin gercekle$tirdigi mara$ katliamindan kil payi kurtumu$ rahmetli asik ibreti necip gibilerine zamaninda siirleriyle özlü cevaplar vermi$.
asik ibreti’nin $u $iiri necip’e gelsin:
Minareye çıkıp bize bağırma
Haberimiz vardır sağır değiliz
Sen kendini düşün bizi kayırma
Sizlerle kavgaya uğur değiliz
Her yerde biz Hakkı hazır biliriz
Olgun insanları Hızır biliriz
Bundan başkasını sıfır biliriz
Tahmininiz yanlış biz kör değiliz
Eğer insanlıksa doğru niyetin
Nefsini ıslah et varsa kudretin
Bize lazım değil senin cennetin
Huriye gılmana esir değiliz
Arapca duaya değiliz mecbur
İster müslüman bil istersen gavur
İnsanı hor görmek en büyük küfür
Buna inanmışız münkir değiliz
İBRETİ, bu hâle insan acınır
Ham sofular bu sözlerden gücenir
Aslına ermeyen elbet gocunur
Onu avutmaya mecbur değiliz
kapitalist kumar: bahis/spekülayon
zileli’den alinti:
“Bunun sosyalizm ya da kapitalizmle bir ilgisi yok. Kültürle ilgisi var. Aynı şey Mao zamanında da olabilirdi veya olmuştur da.”
zileli ile benim baki$ acim arasinda ki temel fark burda ortaya cikiyor. zileli’nin dünyada olan bitenleri isabetle analiz edip anlayaMAmasinin nedenlerinden bir de zileli’nin bu “kültüralist” baki$ acisidir. zileli kaybettigi kedilerinden dolayi yasta oldugu icin üstüne fazla gitmeden meseleyi acikliga kavu$turalim:
yukarda ki olayda anlatilan nedir?
cevap: cin halk cumhuriyetinde kapitalist ekonomiye geci$ ile birlikte kismen ya da tamamen özelle$tirilen hayvanat bahcesinin sermayesine “hissedar” denilen bazi cin’li vatanda$lar para yatirmak sureti ile ortak olmu$lar.
neden, amac nedir?
hayvanat bahcesinin gelirinden pay/rant almak icin. yani bugün borsalarda gördügümüz olay.
haberden anla$ildigi kadariyla, yüzde yüz kapitalist bir i$letme $eklinde i$letilen hayvanat bahcesinde hissedarlar, kendilerine vaad edilen kar/rant paylarini alamami$lar, yani “hayvanat bahcesi” adinda ki bu kapitalist ticarethane yeterince kar yapamami$ ve hissedarlarina söz verdigi kar paylarini dagitamami$.
benim amacim, “bize vaad edilen kar payimizi isteriz” deyip gariban bir merkep’i kaplanlara atan insanlarin protestosunu kinayip “ay ne igrenc insanlar, yani insan para icin de böyle insanlikdi$i bir i$ yapar mi ayol” deyip, ahlak timsali ahlak zaptiyesi pozlariyla o insanlari kinamak degil.
bunu yapmaktan daha kolay ne var? kapitalist toplumda zaten bütün insanlar her gün ahlak timsali pozlariyla birbirlerini “ahlaksizlikla” suclayip durmuyorlar mi?
peki ben neye dikkat cekmek istedim, vermek istedigim mesaj neydi?
cevap: kapitalizmde hayvanat bahcesi de dahil, istisnasiz her $eyin nasil bir ticari kar mantigi/prensibi ile i$letildigine; istisnasiz her$eyin para/kar hesabina göre düzenlendigine.
mao döneminde o hayvanat bahcesi ne ticari bir i$letmeydi ne de o ta$kinligi yapan hissedarlari vardi.
bunu zileli bilimiyor mu? biliyor.
peki zileli neden , “bunun kapitalizm sosyalizm ile alakasi yok” diyor?
cevap: cünkü ben o hissedarlarin davrani$ina yol acan nedenleri, melanetin kaynagina, yani kapitalist rant ekonomisi ve bunun yol actigi insan davrani$larina i$ik tutmaya cali$irken, zileli, “kültüralist/idealist/ahlakci” bir baki$ acisi ile, sadece ve sadece o insanlarin davrani$larinda ki ta$kinligi ve bunun kurbani gariban merkebin akibetini dü$ünerek yaziyor.
zileli’nin hatasi nedir?
cevap: eylem ile eylemin nedenlerini birbirinden ayirarak; birbirinden bagimsiz görüp degerlendirmek.
sözkonusu o insanlarin hangi amac -kar payi- ile o ta$kinligi yaptiklari; bu insanlarin ya$adikari sistemin, cin kapitalizminin mantigini/prensibini -kar/rant/- benimseyip icselle$tirerek, “kar/rant benim en dogal hakkim, üstelik bu bize söz verildi, hakkimi isterim” diyerek protesto etmeleri ve bu protestodaki kapitalist mantik/kültür zileli’nin nedense hic ilgi alanina girmiyor.
oysa, dünyada, özellikle kapitalist bahis ve spekülasyon yapilan borsa gibi mekanlarda buna benzer “ta$kin” davrani$larin günlük olarak meydana geldigini tahmin etmek güc degil.
türkiyede ki “bankerzede” ve “bankazede”leri hatirlayalim.
her insanin böyle olaylar kar$isinda farkli tepki verdigi de dogru. kimi protesto icin kendine zarar verir, kimi bahis/spekülasyon oynatan ki$iye/kuruma zarar verir, kimi de “bir kapitalist kumardir oynadim ve kaybettim” deyip kaderine razi olur vs.
hayvanat bahcesi protestosu gibi protestolarin cin kapitalizmine özgü olmadigi kesin. fakat zileli’nin iddiasinin aksine, böylesi protestolarin kapitalist ekonomi ve bu ekonominin rant/bahis/spekülasyon olgusuyla alakasi vardir; dahasi bu protestolarin kaynagi bahis/spekülasyon denilen bu kapitalist kumarin taa kendisidir.
ve kesin olan bir$ey daha var: real sosyalizmde, mao’nun cin’in de bahis/spekülasyona dayali böyle “kapitalist kumar” yoktu, böylesi protestolarda yoktu.
mao’nun döneminde olan bitenleri bilmeyen bir insan degilim, fakat elma ile armutlari bir torbaya atip, “o da meyve digeri de meyve, arada hicbir fark yoktur” $eklinde ki bir baki$ acisi son derece yüzeysel/banal bir baki$ acisidir ve yanli$tir.
“soru: merkez bankasini kuran ve bu bankaya bu yetkileri veren güc/otorite kimdir?”
Kendi elcagizlarinizla kopyala-yapistir yapiyor ama ne aktardiginizi okumuyor veya anlamiyorsunuz.
O yazilarda, ‘parayi devlet icat etti’ yaziyorsa buraya aktarin; yazmiyorsa, luzumsuz hacim doldurmayin.
“bütün bu yazdiklarimdan sonra ‘günümüz modern kapitalist dünyada para ve özel mülkiyet rejiminin kurucu, koruyucu ve garantör gücü devlettitr’ derken ne demek istedigim anla$ildi sanirim.”
Siz ne demek istediginizi bilmiyorsunuz ki baskalari anlasin.
‘Günümüz modern kapitalist dünyada para ve özel mülkiyet rejimi’nin kurucusu devlet degildir. Kamudur. Ya da, daha dogrusu, kamunun baskin bilesenleridir. Devlete, koruma ve kollama gorevi verilmistir.
Bu kadarini dahi olsun ogrenin artik.
“devlet’i ve devlet’in politikalarini hedeflemeyen solculuk neden devrimcilik degildir?”
‘Devrimci’ ya da ‘solcu’ olmadiginizi ancak bu kadar veciz (ve ustu ortulu) bir sekilde soyleyebilirdiniz.
Bunu da, Almanya devleti hakkinda tek kelime ciddi lakirdi etmeyisinize bakarak soyluyorum.
Ya da, soyle de soylenebilir: Siz, Turkiye’deki devletin daha da iyi olmasini istiyor oldugunuz icin (Almanya’dakini degil de) Turkiye’deki devleti elestiriyorsunuz.
Bu dogruysa, bu, sizi Turkiye baglaminda ‘devletci’; Almanya baglaminda da ‘devsirme’ yapar.
Her hal-u karda, cok ciddi celiskileriniz var demektir.
“ben, necip’in fikirlerinin hangi fikir kategorisine girdigini anlatmak icin ‘türk milliyetcisi/muhafazakari’ deyince, necip neden ziplayip tavana degiyor?”
Tavana filan degdigimi nereden cikardiniz? Yerimden dahi kimildamiyorum.
Ama, sizin etiketci sigliginiz beni uzmuyor da diyemem.
“cevap: cünkü necip bu sitede misyonerlik amaciyla yorum yazan bir insandir.”
‘Kul kulu kendi gibi bilir’ sozu herhalde en fazla bu ornek icin gecerlidir.
“ben emperyalizm derken, emperyalist politikanin bizzat kendisini ele$tiriyorum ve bu poltikanin mevcut global kapitalist dünya düzeni alakasini göstermeye cali$iyorum.”
Ulvi amaclar icin harcadiginiz sandiginiz gayretleri eminim kutsallariniz takdir edeceklerdir; ama, ‘global’ gakguklarla harcadiginiz vaktin bir kesrini dahi icinde yasadiginiz duzenin carpikliklarina, tehlikelerine hasretmeyisiniz dikkat cekiyor.
Bu, artik fazlasiyla asina oldugumuz bir ‘solcu’ tipidir. Samimiyetsiz birer propogandist.
“benim yerine göre avrupa birligi ve alman emperyalizmini de ele$tirdigimi, yorumlarimi takip edenler bilir.”
Ben rastlamadim.
“zileli’nin bundan önceki yazisinin altinda ukrayna ve AB/alman emperyalizmi ile ilgili yorumlarim asili duruyor. merak eden bakabilir.”
Tirit suyuna ekmek banka anlaminda bir iki ornekten bahsetmiyorum.
“cevap: cünkü necip, benden, tipki perincekci türk fa$istlerinin yaptigi gibi alman ve amerika emperyalizmine sövüp saymami, buna kar$ilik türk devleti ve osmanli/türk emperyalizmini övmemi bekliyor. bu beklentisi gercekle$meyince de yalan ve iftiraya ba$vuruyor.”
Yok. Ben sizin kimseye sovup saymanizi talep etmiyorum. Ama, madem konu ‘sovup saymak’tan acildi; eger dengeli olacaksaniz, ‘türk devleti ve osmanli/türk emperyalizmi’ne sovup saydiginiz kadar baskalarina (ve, bilhassa da, icinde yasadiginiz Almanya’ya) sovup saymalisiniz.
Ya da, ‘sovup saymak’tan vazgecip, her tarafi dengeli elestirmelisiniz. Buna PKK/YPG (ve diger alfabe corbalari da) dahil.
“benim kendilerinden fikir anlaminda cok $ey ögrendigim, ögrenmeye devam ettigim alman marxistlerinin yayimladigi ‘gegenstandpunk’ dergisi de ayni $ekilde alman emperyalizmini te$hir ediyor. ‘gegenstandpunkt’ dergisinin internet sayfasindan”
Ne menem ilim membaidir ki bu site, hic bir sekilde erismek mumkun degil. Ne tor uzerinden, ne de dogrudan.
Bir de, tabii ki, ‘gegenstandpunkt’ta ne yaziyorsa onlari papagan gibi tekrar etmeniz kafi degil. Kendi kelimelerinizi ile yazdiklariniz (ve yazmadiklarinizdir) benim icin onemli olan.
“necip gibileriyle polemik zaman ve enerji kaybidir.”
Sinir uclariniza dokunup rahatsiz ettigim icin ozur dilemeliyim herhalde.
“kendisi türkcü/islamci fa$istlerin gercekle$tirdigi mara$ katliamindan kil payi kurtumu$ rahmetli asik ibreti necip gibilerine zamaninda siirleriyle özlü cevaplar vermi$.”
Solingen’de kimse kurtulmadiydi galiba. Ya da iclerinden sair filan cikmadi. Degil mi?
Yoksa, onlar ALevi ya da Kurt mu degildi?
Bu bir.
Ikincisi, guya Marxist olacaksiniz. Maras’ta olan bitenin –kendi capinda– ‘cevre’den ‘merkez’e yuruyusun yarattigi catismalarin oldugunu goremiyorsunuz; cunku, tam o noktada Aleviliginiz depresiyor.
Benzer sekilde, onca insani katlettigi halde, PKK ile de sorununuz yok; cunku o noktada ‘secici’ Kurtculugunuz depresiyor.
Boyle daha da saymak mumkun.
Mumkun de, hepsi gelip gelip surada dugumleniyor: ‘Aykiri’ olmagi bile beceremiyorsunuz; cunku, saglikli degerlendirmeler yapmaniza ziyadesiyle ket vuran ‘ariza’ saplantilariniz var.
Marazli ‘secici’lik turunden saplantilariniz var.
Kendinize yazik ediyorsunuz.
Buna uzuluyorum.
“asik ibreti’nin $u $iiri necip’e gelsin”
Bayilirim boyle pasif agresif duruslarla baskalarina ayar vermek gayretlerine…
Isin ilginci, bu tur davranislari da, ziyadesiyle, Alevi edebiyatinda goruyoruz.
Lafin arasina “Bize lazım değil senin cennetin | Huriye gılmana esir değiliz”, “Arapca duaya değiliz mecbur”, “İnsanı hor görmek en büyük küfür” filan gibi, karsi tarafi surekli ve ortulu olarak itham/rencide etmek icin elinden geleni yapacaksin, sonra da ‘mum sondu'[*] konusunu acanlar oldugunda feryat figan edeceksin..
[*: Halbuki, Ittihat Terakki tarafindan yapilan bir arastirmada bu gozlemlenmis ve bir kitapcik halinde de yayinlanmisti.
Bugunku Alevilerin bu konudaki hassasiyetini anlamakla beraber, kokleri cok eskilere giden ‘communalist’ toplumlarda bu tur toplu davranis bicimlerine rastlandigini dikkate alinca, kulliyen reddinin cok da anlamli olmadigini da soylemek lazim.
Ama, konumuz o degil.
Konu, bazi militan Alevilerin surekli ‘elestiren olmak’i kendilerinde hak gormeleridir.
Bu tur sebatli kasimalar yaralara donusur.
Yaralarin da, sagalmalari icin, sebebinin ortadan kalkmasinin gerektigine hukmedilmesine yol acar.
Hic de akillica bulmadigimi soylemege calisiyorum.]
O eşeği kaplanlara atan insanları suçlasaydın daha hayırlı bir iş yapmış olurdun. Vicdan ve acımanın olmadığı yerde sosyalizm olsa ne olacak ki. Aynı acımasızlık o insanlar tarafından “sosyalizm” adına yürütülecek. Mao devrinde de kâr ilişkileri geçerliydi ama bireysel kâr değil, devletsel kâr söz konusuydu. O rejimde hayvanat bahçesinin devlet bütçesine yük olduğu tespit edildiği an o hayvanlar, diyelim ki kaplanlara atılmazdı da gayet sistematik bir şekilde katledilirdi, hepsi mezbahalara gönderilirdi ve gönderilmiştir de.
Ne yani, “sosyalizm”de hayvanlara iyi muamele edildiğini mi iddia ediyorsun? Asla. Ne hayvanlara, ne de insanlara. Kapitalist ülkelerdeki kamuoyu bu konularda görece daha duyarlı olduğundan buralarda hayvanlara yapılan zulmün teşhir edilmesi olasılığı daha çoktur.
Bu sitedeki tek devrimci olan Marksist Argüman’ı Türk muhafazakarı milliyetçilere ve Perinçekçi ırkçı solculara karşı verdiği devrimci mücadelede herkes yalnız bırakıyor. Ayıptır! Nerede devrimci dayanışma?
🙂
Solingen ile ilgili aşağıdaki iddia doğru mudur? Bu konuda bilgisi olan biri yanıtlayabilir mi?
“Hrant Dink’i Uğurlama komitesi” adına ÖDP Genel Başkan Yardımcısı H. Tahmaz, tüm neo-liberal ukalalığıyla, “1 Martta Ankara’da ‘Hepimiz Iraklıyız’, 5 Kasım’da ‘Hepimiz Lübnanlıyız’, sonrasında, ‘Hepimiz Filistinliyiz’ diyerek bir araya gelindi, ‘Hepimiz Ermeniyiz’ dediğimizde neden nasırlarına basılmış gibi hissediyorlar” diyerek açıklama getirirken, “Iraklı”, “Lübnanlı”, “Filistinli” olmak ile salt ulusal-etnik bir kavram olan “Ermeni”liği kolayca özdeşleştirebilmektedir.
Ama bu neo-liberalizmin bu sol uzantıları bunla da yetinmeyerek, “Unutmayalım ki, Solingen’de yakılan Türkleri anarken, Almanlar da ‘Hepimiz Türk’üz’ diye yürümüşlerdi” diye gerçeklerle ilgisi olmayan beyanlarda bile bulunabilmişlerdir. Tarihin “cilvesi”ne bakınız ki, bu neo-liberalizmin sol uzantısının Solingen örneğinde “Hepimiz Türküz” diye yürüyenler, bozkurt işareti yaparak Solingen’i yağmalayan faşistlerden başkaları değildi.
Neo-Liberal Safsatayla Herkes Ermeni Olunca – Kurtuluş Cephesi
http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc95_3.html
https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/736x/ac/62/e7/ac62e7e0c47aa22141b0410a9c696f16.jpg
kurtuluş cephesi fazla hassaslaşmış. Ulusalcılığa doğru yelken açmak mı acaba?
bir ada patikasında hem bisikletini sürüp hem de telefonunla köpeği kadar değeri olmayan biriyle üstünkörü konuşup cananını karşılamaya gittin mi hiç. (kadar’ın köpek küçümseme anlamına gelmediği aşikardır) gittiyseniz eğer dramatize ettiğiniz eski/yeni modernliğin günahlarına ortağız. kim bilir, bilmediğiniz yazgılarınıza ağlayın birlikte.
riyakar iki yüzlü dünyada ölü ruhları parçalanmış, sevgisi içinden alınmış robotlar ordusu sözlerim size.. ne proletarya, ne şairler ne de ressamlar devrim yapamıyor. içim ağlıyor… istediğiniz kadar sisli bulvarların labirentlerinde dolaşın siz. horozların efsanesi kümes yıkılana kadar ve hiç’lik…
gidiyorum ben, kuzey avrupaya necibin diyarına.
Hürriyet ve Tesanüt Fırkası eski umumi reisi Ufuk Uras’ın yaptığı gibi Büyük Millet Meclisi’nde AK Fırka istibdadına karşı mukavemet edecek inkılapçı mebusların mevcudiyetine ihtiyacımız vardır.
Hrant Dink’i hatırlatman iyi oldu, anonim kardeş. (Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum)
Fakat, ilginçtir ki, bu hunharca cinayeti sanki Türkiye’deki ilk ve tek siyasi cinayetmiş gibi göstererek her gün protesto edenler şimdi sustu.
Sebebi nedir?
Cinayetin, Fetullah cemaati çetesi ve akp çetesi işbirliğiyle, Ergenekon tezgahını haklı çıkarma ve suçu Kemalist/laik kesimin üzerine atma amacıyla işlendiği ortaya çıktı.
Bu yüzden olabilir mi?
‘Karıştırmayalım, ucu bize dokunuyor” tavrı.
Su zeytinlikler konusu ilgincligini kaybetmiyor bir turlu.
http://www.birgun.net/haber-detay/tasari-komisyona-cekildi-163654.html
Simdi..
Benim merak ettigim birkac sey var:
1) Bu zeytinlikler kamu mali midir, yoksa ozel mulkiyet mi?
Kamu mali degilse, hangi hakla kimin arsasinda ne yetistirebilcegi dikte ediliyor –ozellikle de, herhangi bir tazminat filan odemeksizin.
Benzer dayatmalar, mesela, aycicegi, bugday, pamuk, elma, armut, erik, seftali yetistirmek filan gibi amaclarla kullanilan araziler/arsalar icin de gecerli midir?
Degilse, zeytin meyvesi elde etmek icin dikilmis zeytin agaclarinin ne ozelligi var?
2) Yapilmak istenen kanun degisikliginde ‘her yerdeki zeytin agaclari imha olunacaktir’ mi diyor; yoksa ‘bazi sartlar cercevesinde, bazi arsalardakiler kesilebilir’ mi diyor?
Ben, ikincisidir diye biliyorum.
Eger oyle ise; arazi sahibinin kendi arazisinde ne ekip bicecegine kendisinin karar verebilmesinin neresi yanlis?
3) Baskalarinin arsalarinda/arazilerinde hangi agaclarin muhafaza edilmesini isteyenler/dayatanlar kimlerdir?
Zeytin tacirleri, zeytinyagi ureticileri.
Peki, de bu ticaret esnafi neden bu zeytinlikleri satinalip (ya da kiralayip) istedikleri gibi isletmiyorlar da, baskalarini kanun zoruyla bu sekilde mahkum ediyorlar?
Cunku, islerine gelmiyor. Oyle yapmak cok pahali ve mesakkatli olur.
Onun yerine, o arazilerin sahiplerini istismar etmek cok daha ucuz.
Bu ticaret esnafini suclamiyorum. Onlar cikarlari neyi gerektiriyorsa onu saglamaga calisiyor.
Peki de, agac sevdalisi romantik taifemizin bu somuruyu bu kadar siddetle desteklemelerini nasil acikliyoruz?
Iki ihtimal var:
1) Bunlar bu ticaret esnafi ile beraber is tutuyor.
2) Neye alet olduklarinin farkinda bile degiller.
Ikincisi oldugunu farzetsek bile; bu, ‘kullanisli aptal’ olmanin da aptallik oldugu gercegini degistirir mi?
Ya da, ‘Birgun’ ‘solcu’lugu siradan halkin refahini mi onceler, yoksa tacirlerinkini mi?
‘Solculuk bu mudur?’ diye ayrica sormayacagim.
“yasak degilse vatanda$in postlarina neden el koydunuz?”
Cunku, Zileli’nin gecen gun oteki baslik altinda yeniden aktarilan yazisinda oldugu uzere [ http://www.gunzileli.com/2008/12/07/ilkel-birikim/ ], bizde de ‘sistemik dahili somuru’ duzeni vardir ve solumuz hicbir zaman bu konu ile ciddi anlamda ilgilenMEmistir.
Olmayan isci sinifi uzerine devrimci ‘wet dream’ler gormus; ama, mustahsil somurusunu hep gormezden gelmistir.
Varliktan darliga dusmus oldugu icin muhalif kesilmis, onu da ‘solcu’ ortusu altinda gizlemekle bir omur gecirmis bir zumrenin daha farkli davranmasini beklemekti hata.
Duruşmada savunma yapan sanığa müşteki sıralarından edilen sinkaflı sözler salonu karıştırdı
DARBE girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığı’ndaki eylemlerle ilgili aralarında sözde ‘Yurtta Sulh Konseyi’ üyelerinin de bulunduğu 221 sanık hakkında açılan davada, darbe girişiminin İstanbul ayağını yönettiği ve darbe girişiminin öne çekildiği emrini vererek, İstanbul’daki darbecileri harekete geçirdiği iddia edilen Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurumsal Dönüşüm Şube eski Müdürü Kurmay Albay Muzaffer Düzenli savunma yaptı. Düzenli’nin savunması sırasında, müşteki sıralarında sanığa yönelik sinkaflı sözler sarf edildi. Sanığın karşılık vermesi üzerine salondaki tansiyon bir anda yükseldi.
Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sincan Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi’ndeki mahkeme salonunda görülen duruşmada, savunmasına başlayan sanık Muzaffer Düzenli, İstanbul ve Ankara’da hakkında açılan 3 ayrı davada yaklaşık 3 bin kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılandığını söyledi. Duruşmalara yapılan tüm çağrılara ve basının yaptığı haberlere rağmen vatandaşların ilgi göstermediğini söyleyen Düzenli, “Bu, davalara milletimizin inanmadığını gösteriyor. Bu davalar sonrası darbe girişiminin tüm yönleri, karanlıkta kalmış kısımları ortaya çıkacak inşallah. Keşke mevzuat elverse de bu duruşmalar televizyonlardan canlı yayınlasa” dedi.
“BENİ DİNLERSENİZ ANLAYACAKSINIZ”
Savunmasında 15 Temmuz öncesi tüm mesaisini terörle mücadeleyle geçirdiğini belirten Düzenli, sözde vatan ve millet sevdalısı olan bir kesimin bu mücadele sırasında kendilerine sürekli engel olduğunu belirterek, “Ne zaman memleket hayrına bir şeyler yapmaya çalışsak bu güçleri karşımızda bulduk” dedi. Bu ifadeler nedeniyle müşteki sıralarından bazı kişiler sanığa tepki gösterdi. Sanık Düzenli, bunun üzerine salona dönerek, “Dinlerseniz anlayacaksınız beni. Bence dinleyin herkes için faydalı şeyler söylüyorum” diye konuştu.
Müşteki sıralarındaki bazı kişiler, “Yalan söyleme, hesabını vereceksin” diye bağırdı. Düzenli, “İnşallah bende herkesle öbür tarafta hesaplaşacağım” dedi. Bu sözlerine karşılık salondaki bir kişi, sanığa sinkaflı sözler söyledi. Diğer müşteki ve şehit yakınları da sinkaflı sözleri alkışladı. Sanık ise kendisine yönelik küfürlere, “Bana herkes her şeyi diyebilir. Vatan haini diyebilir. Anneme söylenen sözleri aynen iade ediyorum” diye karşılık verdi.
Mahkeme Başkanı, küfür eden kişiyi salondan çıkartırken, sanık Düzenli’yi uyararak, “Siz savunmanızı yapın. Karşılıklı söz dalaşına girmeyin” dedi. Sanık, başkanın bu uyarısı üzerine “Başkanım bu işlere analar, eşler, çocuklar lütfen karıştırılmasın” diyerek, savunmasına devam etti.
zileli’nin düsünce tarzi ve mantigi neden yanli$tir?
batakligi kurutmak yerine tek tek sineklerle ugra$mak: dünyayi anlamaktan aciz, dahasi dünyayi anlamak gibi bir hedefi/derdi de olmayan idealist insan tipi
zileli’den alinti:
“O eşeği kaplanlara atan insanları suçlasaydın daha hayırlı bir iş yapmış olurdun.”
dünyada olan biten “naho$” olaylarin ve “naho$” durumlarin bebeplerini, kaynagini, zeminini hic merak etmeyen; batakligi kurutmak gibi bir derdi, hedefi kesinlikle olmayan; bundan dolayi da tamamiyla bir “ahlak timsali üstün/örnek insan” pozlariyla “ahlaksiz” insanlari kinayarak, suclayarak, te$hir ederek “devrimci” görevini yaptigini dü$ünen bir idealist mantik ile kar$i kar$iyayiz.
zileli: “Vicdan ve acımanın olmadığı yerde sosyalizm olsa ne olacak ki.”
soru: gariban merkebi kaplanlara atanlar kimlerdi?
“ahlakci” baki$ acisi ile ifade edersem “gözü para ve kar bürümü$” protestocular.
ayrintiyi bilmiyoruz fakat bu tür kapitalist kumar ce$itlerinde insanlarin cogu zaman üc be$ kuru$ kazanmak icin ellerindeki avuclarindaki tüm parayi kar payi vaadinde bulunan kuruma/oyuna yatirdiklarini biliyoruz.
üc bes kuru$ kazanayim derken elindeki paradan, sermayesinden de olanlar az degil. türkiyede ki “bankerzede” ve “bankazede”ler buna örnekti.
ben, bu “naho$” durumlari ortaya cikaran kaynaga/zemine, yani para’ya/rant’a/bahis’e/spekülasyon’a dayali ekonomiye dikkat cekerken, zileli bamba$ka bir alemde geziniyor; bu tür olaylarin sebeplerinin “vicdansizlik” ve “acimasizlik” oldugunu dü$ünüyor.
bu baki$ acisi, aynen din’lerde/dini kitaplarda vaaz edilen yüzde yüz “ahlakci” bir baki$ acisidir.
zileli: “Mao devrinde de kâr ilişkileri geçerliydi ama bireysel kâr değil, devletsel kâr söz konusuydu. O rejimde hayvanat bahçesinin devlet bütçesine yük olduğu tespit edildiği an o hayvanlar, diyelim ki kaplanlara atılmazdı da gayet sistematik bir şekilde katledilirdi, hepsi mezbahalara gönderilirdi ve gönderilmiştir de.”
bu paragrafta kapitalist düzen ile bari$ini yapmi$; kapitalizme yapilan ele$tirilerin önünü “ne yani real sosyalizmde daha mi iyiydi” $eklinde bir argümanla kesen ve kapitalizmin “alternatifsizligine” vurgu yapan bir insan var kar$imizda.
böylesi bir düsünce ve argümentasyon neden yanli$tir?
cevap: real sosyalistlerin gecmi$te yaptiklari yanli$lar günümüz global kapitalist düzenini ne me$rula$tirir, ne de “$irinle$tirir” ne de bu düzenin “alternatifsiz” oldugunu ispatlar.
böylesi bir argümentasyonun neden yanli$ ve kof oldugunu $u somut örnekle ispatlamak istiyorum:
zileli’nin bu sitede ki yazilarinda türkiyede ki islami rejime yapilan hakli ele$tiriler var. $imdi zileli’nin benim yazdiklarima yaptigi itirazin aynisini ben zileli’nin erdogan rejimine yaptigi ele$tirilere uyarliyorum:
“ne yani, kemalist generallerin ve milli güvenlik kurulunun (MGK) yönettigi laik türkiye erdogan rejiminden daha mi iyiydi; kemalist generaller laikligi korumak adina diktatörlük uyguladilar, erdogan da islami rejimi yerle$tirmek ve korumak icin ayni $eyi yapiyor”.
cuk diye yerine oturdu degil mi?
sonuc: kemalist generallerin ve MGK’nin savunulmayacak askeri rejimi, $imdiki islami “sivil” rejimi me$rula$tirmaz, $irinle$tirmez; bu rejimin alternatifsiz oldugu anlamina gelmez.
öyleyse, gerek kapitalizme gerekse de islami “sivil” rejime yapilacak ele$tiri, gecmi$te “alternatif” olma adina denenmi$ ve yapilmi$ uygulamalardan/yanli$lardan bagimsiz olarak ele alinip yapilmalidir.
zileli: “Ne yani, “sosyalizm”de hayvanlara iyi muamele edildiğini mi iddia ediyorsun? Asla. Ne hayvanlara, ne de insanlara. Kapitalist ülkelerdeki kamuoyu bu konularda görece daha duyarlı olduğundan buralarda hayvanlara yapılan zulmün teşhir edilmesi olasılığı daha çoktur.”
bu konuya derinlemesine dalmak hem ilgimi cekmiyor, hem de maziye saplanip kalirsak günümüzde olan bitene konsantre olamayiz. fakat $urasi kesin:
real sosyalizde post/kürk ticareti yoktu, bundan dolayi da hayvanlar paraya cevrilmek üzere postlari icin öldürülmüyordu, cünkü böylesi bir ticaretin pazari oktu.
günümüz kapitalizminde kürk/post ticareti yasak degil ve bunun alicisinin da para sahibi zenginler oldugunu biliyoruz.
hal böyleyken zileli bize bize kapitalist masallar anlatiyor: kapitalizmde kamuoyu daha duyarli imi$ de, hayvanlara yapilan zulüm te$hir ediliyor mu$ da…
peki bu “duyarlilik” ve “te$hir” hayvanlarin postlari icin katledilmelerini önlüyor mu?
cin de, asya da kaplanlarin kökünü kuruttular, niye cünkü hem kemikleri hem de postu para ediyor, hem de cok para ediyor. ve bundan dolayi da “parasiz” insanlar hayvanlari öldürüp “parali” insanlara/kurumlara satiyorlar.
para’nin yasasinin, kapitalist ticaretin yasasinin hakim oldugu ve hayvanlarinda bundan payini fazlasiyla aldigi bir dünyada zileli bize “duyarlilik” masallariyla avutuyor.
hayvan orda kalsin, para icin insanlarin öldürülüp organlari ile ticaret yapilan kapitalist dünyada zileli kendini “duyarlilik” masallari ile avutuyor.
bogazina kumar pisligine, para ticaretine batmi$ kapitalist toplumda tabii ki “duyarlilik” gündemden dü$mez; cünkü insanlarin vicdani rahatsiz eden, yaralayan o kadar cok $ey var ki, “duyarli” olmamak mümkün mü?
peki kapitalist toplumda “duyarli” olmak neyi degi$tiriyor?
cevap: hic bir$eyi
zieli’nin “duyarlilik” dedigi ne anlama geliyor?
cevap: “ben kapitalist toplum düzeninde ki “vicdan yaralayici” durumlardan haberdarim, $ahsen onaylamiyorum, dahasi kiniyorum”:
peki bu “kinama” neyi degi$tiriyor?
cevap: hicbir$eyi.
sonuc: elde var “hic bir$ey”; elde var sifir.
cevap:
https://archive.org/stream/ZalimHkmetler/ZalimHkmetlerKarsndaTevhidEhlininTavrlar#page/n0/mode/2up
Tartışılmayan ihtimal: Kontrollü darbe yok, birden fazla cunta var!
Gerçek
Haziran 8, 2017
TBMM’de 15 Temmuz darbe girişimi raporunun açıklanması ve darbe davalarının birbiri ardına görüşülmeye başlanmasıyla kafalar aydınlanmak yerine daha da çok karıştı. İddianamelerde, TBMM raporunda, MİT raporunda ve Hulusi Akar’ın yazılı olarak TBMM komisyonuna gönderdiği yazıda yer alan çelişkiler, boşluklar, tutarsızlıklar uzunca bir süredir CHP Genel Başkanı ve geniş çevreler tarafından dillendirilen “kontrollü darbe” tartışmasını doruğa çıkardı.
Kontrollü darbe tezi bazen açıkça bazen de ima yoluyla MİT ve Genelkurmayın darbe girişimini önceden bildiğini ve bilerek önlemediğini, 03:00 için planlanan darbenin öne çektirildiğini ve böylece kolayca bastırılarak Erdoğan ve AKP iktidarının bir sivil darbe yapmasına olanak sağlandığını ileri sürüyor. Kontrollü darbe tezinin en önemli dayanakları, 14:20’de Binbaşı O.K.’nın MİT’e gelerek ihbarda bulunması, Hulusi Akar’ın aldıkları önlemlerle, darbecilerin darbeyi erkene çekmesini sağladıklarını açıklaması, Erdoğan’ın darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirmesi gibi olgulardır. Daha pek çok açıklanmaya muhtaç nokta da söz konusu tezin daha yüksek sesle ifade edilmesine neden oluyor.
Kontrollü darbe tezinin karşısında ise iktidara yakın çevreler var. Ama bu tezi savunanları FETÖ ile paralel konuşmakla suçlamak, 15 Temmuz’da yaşanan vahşeti gündeme getirmek, bu tartışmaların şehitlerin anısına saygısızlık olduğunu savunmak dışında hiçbir akla yatkın açıklama getirebilmiş değiller.
Ancak biraz daha yakından bakıldığında bu tartışmanın her iki tarafının da gerçeği yansıtmadığı görülüyor. Olguların, söylenenler kadar söylenmeyenlerin ve başka bir şey söylemek isterken farkında olmadan ikrar edilen bazı hususların işaret ettiği bir üçüncü seçenek var. O da bizim en başından beri savunduğumuz gibi darbe girişiminde cuntanın kendi içinden bölünmesi ya da birden fazla cuntanın var olmasıdır.
1. MİT ve Genelkurmayın darbe girişiminden erken saatte haberi olmuştur
TBMM’ye sunulan MİT raporunda, Binbaşı O.K.’nın MİT yerleşkesine saat 14:20’de geldiği, 15:30’da görüşmeye alındığı ve “bu görüşmede MİT müsteşarına saldırı olacağı bilgisinin verildiği” belirtilmiştir. Hulusi Akar’ın ifadesinden ve başka tutanaklardan, Kara Havacılık Okulundan üç helikopterin Hakan Fidan’ı kaçırmakla görevlendirildiği öğrenilmektedir. MİT ve Genelkurmay’ın daha sonra kendilerini “bize darbe ihbarı değil MİT’e saldırı ihbarı geldi” diyerek savunması gülünçtür. Ama daha çok da düşündürücüdür. Zira üç askeri helikopterle MİT’e yönelik operasyon yapıldıktan ve MİT müsteşarı kaçırıldıktan sonra ülkede sivil iktidarın mevcut haliyle süreceğini düşünmek saflık olurdu. Ne MİT ne de generaller saf değildir!
2. Darbegirişimi ihbarından hükümet ve Cumhurbaşkanı haberdar edilmemiştir
MİT ve Genelkurmayın ağız birliği ederek bize “darbe ihbarı değil MİT’e saldırı ihbarı geldi” savunması yapmasının nedeni açıktır. MİT ve Genelkurmay, darbe ihbarı alır almaz bunu bağlı oldukları Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına bildirmek zorundadır. Bunun aksi düşünülemez zira her darbe mevcut iktidara karşı yapılır. Bu bilgiyi iktidara ulaştırmayanların darbe girişiminin içinde yer aldığına dair şüphe oluşması kaçınılmazdır. Nitekim Başbakan Binali Yıldırım darbe girişiminden bir hafta sonra ATV ve A Haber ortak yayınındaki röportajında MİT ve Genelkurmay’a neden haber vermediklerini sorduğunu ancak “tatmin edici bir cevap alamadığını” söylemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise darbe girişimini eniştesinden duyduğunu ifade ederek Binali Yıldırım’ı doğrulamıştır. Ayrıca, bu vesileyle Hulusi Akar’ın görevden alınıp alınmayacağı sorulduğunda, “dere geçilirken at değiştirilmez” demiştir. MİT müsteşarı her şey başladıktan, Boğaz köprüsü kapatılıp uçaklar uçmaya başladıktan sonra saat 22:03’te Cumhurbaşkanı’nın korumasını arayıp olası bir saldırıya karşı tedbirlerinin olup olmadığını sormuştur.
3. Gözden kaçan ayrıntı: MİT müsteşarı neden Genelkurmaya gitti?
MİT darbe ihbarı aldıktan sonra Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’i haberdar etmiştir. Önce MİT müsteşar yardımcısı, sonra MİT müsteşarı Genelkurmaya gitmiştir. Burada gözden kaçan büyük bir çelişki var. MİT’e gelen ihbarda askeri helikopterlerin kullanılacağı bir operasyondan bahsediliyor. Bunun açıkça bir darbe girişimine delalet ettiği kuşku götürmez. Peki, Hakan Fidan ve MİT bu girişimin içinde kimlerin olduğunu, darbe girişiminde Genelkurmay’ın yer almadığını nereden bilmektedir? Hakan Fidan, Genelkurmaya bağlı helikopterlerin kendisini almaya hazırlandığına dair bir ihbar almıştır, ancak Genelkurmayın kendisine yönelik bir tasarrufu olmayacağından o kadar emindir ki kendi ayağıyla saat 18:00’de Genelkurmay karargahına gitmiştir. Belli ki darbe süreci ile ilgili Genelkurmay ve MİT arasında 15 Temmuz öncesine uzanan bir mesai mevcuttur. “Devletin iki kurumunun birlikte hareket etmesinden doğal olan ne olabilir” denebilir. Ancak eğer mesele o kadar doğal olsaydı, devletin hükümeti haberdar edilirdi. Dolayısıyla sözünü ettiğimiz mesainin de hükümetin bilgisi dâhilinde yürümediği düşüncesi doğmaktadır. Nitekim Hakan Fidan ve Hulusi Akar’ın Özel Kuvvetler Komutanlığında bir gün önce 14 Temmuz’da buluştuğu gece yarısına kadara baş başa görüştüğü biliniyor. Üstelik bu görüşme her zaman cuma günü biten ve 15 Temmuz’da yapılması gereken Özel Kuvvetler Kursu’nun, söylenene göre Hulusi Akar’ın programı dolayısıyla 14 Temmuz’a alınmasıyla Perşembe günü gerçekleşiyor.
4. Alınan önlemler ciddi hiçbir şeyi önlememiştir
MİT ve Genelkurmay gelen ihbarı değerlendirdikten sonra üç önlem almıştır. Bunlardan ilki askeri uçuşların iptal edilmesi, havadaki uçak ve helikopterlerin üslerine dönmesidir. İkincisi bir darbe değerlendirmesi yapıldığının kanıtı olacak şekilde Etimesgut Zırhlı Birlikler Komutanlığından tankların çıkışının engellenmesidir. Üçüncüsü ise, Binbaşı O.K.’nın ihbarında adı geçen Kara Havacılık Okuluna gidilerek “personel konuları” ve uçuşlarla ilgili gereken her türlü tedbirin alınması. Bu önlemler kapsamında Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ı, yanında gerekirse tutuklama yapmak üzere askeri savcı ile birlikte Kara Havacılık Okuluna göndermiştir. Ancak savcı nedense kışlaya girmeden geri gönderilmiştir. Salih Zeki Çolak gittiğinde Kara Havacılık Komutanı Tümgeneral Hakan Atınç’a ihbarcı Binbaşı O.K.’yı ve şüpheli helikopter pilotu Deniz Aldemir’i sormuştur. İfadelerden aynı gün bu görüşmelerden sonra Kara Kuvvetleri Komutanı’nın yeni alınan yük helikopterleri ile ilgili olarak her nasıl oluyorsa aynı Deniz Aldemir’den brifing aldığını öğreniyoruz. Ne bir tutuklama ne de başka somut bir önlem alınmadan Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar’ı arayıp durumun sakin, hangar kapaklarının kapalı olduğunu bildirmiş ve Kara Havacılık Okulundan saat 21:25’te ayrılarak Genelkurmaya hareket etmiştir. O hareket etmeden önce saat 20:30’da Yurtta Sulh Konseyi tarafından darbenin emri verilmiştir; hareket ettikten sonra ise helikopterler kalkıp Ankara’yı bombalamıştır. 21:30’da İstanbul’da askerler yol kesip kimlik sormaya başlamış, Emniyet Müdürlüğüne sıkıyönetim ilan edildiği bildirilmiş durumdadır. Kara Kuvvetleri Komutanı Genelkurmaya varmadan 21:45 itibariyle F-16’ların alçaktan uçuşları başlamıştır. 22:35 itibariyle ise, iki helikopter Ankara Yenimahalle’deki MİT binasını vurmaya başlamıştır. Yani önlemlerin önlediği pek bir şey yoktur. Zaten alındığı söylenen önlemlerin de pek de bir şeyleri önleyecek cinsten olmadığı daha sonra Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın”TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz ‘personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz 2016’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı” ifadesinden de anlamaktayız.
Darbe girişiminin engellenmesi mi? Cuntalar savaşı mı?
Türkiye tarihindeki darbelerde birden fazla cuntanın varlığı ya da cunta içindeki çekişme ve ayrışmalar ilk defa yaşanmamaktadır. 27 Mayıs sonrasında Milli Birlik Komitesi içindeki ayrışma ve tasfiyeler, Albay Talat Aydemir’in iki defa darbeye teşebbüs etmesi, 12 Mart’a giderken başarısızlığa uğrayan 9 Mart cuntası bunların en bilinen örnekleri. 15 Temmuz’da da mutlaka araştırılıp soruşturulması gereken bu olasılık her durumda göz ardı edilmekte, adeta üstü kapatılmaktadır. Darbeyi hükümete ve Cumhurbaşkanı’na haber vermeyen, boşluklara ve tutarsızlıklara ilişkin sadece Binali Yıldırım’ı değil kimseyi tatmin edecek yanıtlar üretememiş olan Genelkurmay ve MİT’in, mahkemelerde ifade vermemiş olması, darbe komisyonuna ise bu komisyon çalışmalarını bitirdikten, genel olarak da iddianameler hazırlandıktan sonra bilgi vermesi manidardır. Genelkurmay ve MİT’in şu ana kadarki tutumu olayları aydınlatmaya çalışan bir tavrı değil, olaylarda kendilerinin oynadığı rolü gizlemek üzere ağız birliği etmiş bir savunma yapma tutumunu yansıtmaktadır. Bu da söz konusu kurumların olası bir emir-komuta zinciri çerçevesinde bir darbe içinde yer almış olabileceği ihtimalini düşündürmektedir. Alındığı söylenen önlemlerin, bir darbe girişimini ezmekten ziyade inisiyatif almaya çalışan rakip bir cuntayı ekarte etmeye yönelik olduğuna dair ciddi şüpheler oluşmaktadır. ABD ve NATO’nun darbe girişimindeki rolünün itina ile iddianamelerin, raporların ve hatta tartışmaların dışında tutulması da bu şüpheleri güçlendirmektedir. Kontrollü darbe tezi de, 15 Temmuz darbesinin asker ve sivil el ele bastırıldığı bir demokrasi destanı gibi sunmak da gerçeklere ulaşmamızı sağlamıyor. En önemlisi de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu yeni bir NATO’cu Amerikancı darbe tehlikesinin üzerini örtüyor.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2017 tarihli 93. sayısında yayınlanmıştır.
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/tartisilmayan-ihtimal-kontrollu-darbe-yok-birden-fazla-cunta-var
Zileli senin her saniyesini titizlikle izleyeceğin, İngiliz yapımı bir film geliyor 2017’de. Şaka değil.
Adı, The Death of Stalin
Yönetmen, Armando Iannucci
http://www.imdb.com/title/tt4686844/
Stalin’in son günlerini, ölümünü ve öldükten hemen sonra Sovyetlerdeki rejim kargaşasını anlatıyormuş.
Bağımsızlık referandumu kararı alan Güney Kürdistan ve Barzani yönetimi ABD, Almanya, TC, Irak, kısaca hemen hemen bütün egemenleri rahatsız ettiğine göre doğru yolda. Egemenlerin korkusu olan gerçek antiemperyalizm budur.
Bilgi için teşekkürler
ZEYTİN DOSYASI
Zeytin (Olea Europea), Akdeniz iklimine sahip bölgelerde yetişen, zeytingiller familyasına mensup, meyvesi yenen bir ağaçtır.
Geniş, kıvrımlı ve düzgün olmayan bir gövdeye sahip olan zeytin ağacı 10 metreye kadar uzayabiliyor. Yaşam süresi oldukça uzun olan zeytin ağacının, 2000 yıldan yaşlı olanları var. Ağacın meyve verir hale gelmesi (normal koşullarda) ortalama 25 yılı alıyor. Buna karşılık, fidandan yetiştirilen zeytin ağaçları çok daha erken (3 – 4 yılda) meyve verebiliyor.
Yüzden fazla madde içeren ‘zeytin yaprağı’ da ayrı bir değer. Yaprakta yer alan ‘oleuropein’, zeytin ağacını, zararlılara ve hastalıklara karşı koruyan ve zeytin ağacının yüzlerce yıl ayakta kalmasını sağlayan en önemli maddelerden birisi. Zeytin yaprağının zengin içeriğini oluşturan bu uçucu yağlar ve maddeler, ilaç sanayiinde kullanılıyor.
Dünyada en fazla bilinen zeytin türleri:
Mazanilla (İspanyol, yeşil),
Picholine (Fransız, yeşil),
Kalamata (Yunan, siyah),
Niçoise (Fransız, siyah),
Liguria (İtalyan, siyah),
Ponentine (İtalyan, siyah),
Gaeta (İtalyan siyah),
Lugano (İtalyan, siyah),
Sevillano (Kaliforniya, yeşil).
ZEYTİN ve ZEYTİNYAĞI ÜRETİMİ
Dünyada (yaklaşık) 900 milyon zeytin ağacı olduğu tahmin ediliyor.
Bu ağaçların %98’i Akdeniz çanağı içinde bulunuyor.
2016 yılı itibariyle Türkiye’deki zeytin ağacı sayısı 174 milyon adet. Türkiye’de; Ege, Marmara, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, zeytin üretimindeki en önemli bölgeler. Türkiye’de (yaklaşık) 320 bin zeytinci aile işletmesi var.
Aşağıdaki tablo, dünyada en fazla zeytin üreten 10 ülkeyi sırayla gösteriyor:
(Kaynak, http://www.worldatlas.com/articles/leading-olive-producing-countries.html )
Sıra 1: İspanya: 5.277
Sıra 2: İtalya: 3.221
Sıra 3: Yunanistan: 2.232
Sıra 4: Türkiye: 1.292
Sıra 5: Tunus: 846
Sıra 6: Fas: 745
Sıra 7: Suriye: 731
Sıra 8: Mısır: 332
Sıra 9: Portekiz: 326
Sıra 10: Cezayir: 299
Görüleceği üzere; İspanya 5,2 milyon tonla dünyada en fazla zeytin üreten ülke konumunda bulunuyor. Onu izleyen İtalya ve Yunanistan’ın ardından, dördüncü sırada yaklaşık 1,3 milyon tonla Türkiye geliyor.
Aşağıdaki tablo, dünyada en fazla zeytinyağı üretimi yapan 10 ülkeyi gösteriyor:
(Kaynak, http://www.countrydetail.com/top-ten-olive-oil-producing-countries-in-the-world/ )
Sıra 1: İspanya: 1.359
Sıra 2: İtalya: 598
Sıra 3: Yunanistan: 353
Sıra 4: Suriye: 168
Sıra 5: Tunus: 150
Sıra 6: Türkiye: 144
Sıra 7: Fas: 95
Sıra 8: Cezayir: 56
Sıra 9: Portekiz: 53
Sıra 10: Arjantin: 23
‘Zeytin’de olduğu gibi ‘zeytinyağı üretimi’nde de ilk üç sıra değişmiyor: İspanya, İtalya ve Yunanistan. Buna karşılık, Türkiye, zeytin üretiminde dördüncü sırada olan yerini, konu zeytinyağı üretimine gelince, Suriye’ye kaptırıyor, ve 144 bin tonla altıncı sıraya geriliyor.
TÜRKİYE’DE ZEYTİN ve ZEYTİNYAĞI
Türkiye’de yetişen zeytinler arasında birçok çeşit var:
Antalya Beylik ve Tavşan Yüreği zeytini,
Gemlik zeytini,
Ayvalık Zeytini,
Edincik Su zeytini,
Kilis yağlık zeytini,
İznik çıkışlı Çelebi zeytini,
İzmir Memecik zeytini,
Nizip Tapan zeytini,
Akhisar Domat zeytini,
Ege Erkence zeytini,
Kuru Sele zeytini ve diğerleri.
Aşağıdaki tablo, yıllar itibariyle zeytin ağacı sayısı ve zeytin üretimindeki gelişmeyi sergiliyor:
(Kaynak, TÜİK)
1990:
Meyve veren ağaç (Bin): 80.600
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 5.960
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 337.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 763.000
1995:
Meyve veren ağaç (Bin): 81.437
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 6.144
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 206.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 309.000
2000:
Meyve veren ağaç (Bin): 89.200
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 8.750
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 490.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 1.310.000
2005:
Meyve veren ağaç (Bin): 96.625
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 16.555
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 400.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 800.000
2010:
Meyve veren ağaç (Bin): 111.398
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 45.050
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 375.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 1.040.000
2013:
Meyve veren ağaç (Bin): 129.161
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 37.869
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 390.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 1.286.000
2014:
Meyve veren ağaç (Bin): 140.712
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 28.285
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 438.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 1.330.000
2015:
Meyve veren ağaç (Bin): 144.760
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 27.232
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 400.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 1.300.000
2016:
Meyve veren ağaç (Bin): 147.430
Meyve vermeyen ağaç (Bin): 26.355
Sofralık zeytin üretimi (Ton): 430.000
Yağlık zeytin üretimi (Ton): 1.300.000
Görüldüğü gibi, 1990’dan bu yana zeytin ağacı sayısı tam 2 kat artış göstermiş. Buna karşılık, üretimdeki artış 1,6 katla sınırlı kalmış.
Bunu kısmen meyve vermeyen ağaçların da sayısında artış olmasıyla, ama asıl olarak, üretimdeki dalgalanmayla açıklayabiliriz. Örneğin, karşılaştırmaya başlangıç olarak 1990 yılı yerine 1995 yılını alsak, üretimde 3,4 kat artış olduğu görülecek. Üretimdeki asıl artış, yağlık zeytin üretiminde ortaya çıkmış. Sofralık zeytin üretimi %28 oranında artarken, yağlık zeytin %70 oranında artıyor. Son yıllarda zeytinyağı kullanımının çeşitli nedenlerle (sağlıklı olduğu düşüncesinin giderek kabul görmesi önemli bir etken) artması bu gelişmede etkili olmuş olabilir.
Her iki gelişmeyi biraz daha geriden (1988 yılından) başlayarak grafiklerle gösterelim:
( http://bit.ly/2sKx5Ue )
İlk grafik, 1988-2016 arasında, 29 yıllık sürede, zeytin ağacı sayısındaki artışı ortaya koyarken, ikinci grafik üretimdeki asıl artışın ‘yağlık zeytin üretimi’nde olduğunu gösteriyor.
İkinci grafik, ayrıca, üretimdeki dalgalı yapıyı da gösteriyor. Zeytin yetiştiriciliğinde karşılaşılan en önemli sorunlardan birisi, zeytin ağaçlarının bir yıl meyve verirken, ertesi yıl meyve vermemesi, ya da çok az meyve vermesi olarak ortaya çıkıyor. Bu durum, genetik olduğu kadar iklim koşulları ve kültürel uygulamaların etkisiyle de ortaya çıkabiliyor. İkinci grafik, bize, üretimin bir yıldan ötekine 1,3 milyon tonla 500 bin ton arasında gidip geldiğini gösteriyor. Zeytinde yaşanan bu dalgalanmaya ‘periyodisite’ ya da halk arasındaki deyim ‘var yılı yok yılı’ adı veriliyor.
Türkiye’nin zeytinyağı ihracatı da, zeytinyağı üretiminde meydana gelen dalgalanmalar nedeniyle yıldan yıla keskin değişimler gösteriyor. İşleme teknolojisi, pazarlama politikaları ve diğer üretici ülkelerin zeytinyağı rekoltelerinde ortaya çıkan değişimler, ihracatımızı etkileyen diğer faktörler arasında sayılıyor.
Aşağıdaki grafik, Türkiye’nin 2000-2016 arasında zeytin ve zeytinyağı ihracatından elde ettiği gelirleri gösteriyor:
(Kaynak, Türkiye İhracatçılar Meclisi – TİM verileri)
( http://bit.ly/2rItVll )
Grafik, bize, yine üretimdeki ‘periyodisite dalgalanması’nın ihracata nasıl yansıdığını gösteriyor. Bununla birlikte, mavi kırıklı eğilim çizgisi, ihracatın eğiliminin yukarıya doğru olduğunu ortaya koyuyor.
1939 Tarihli 3573 Sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun:
( http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.3.3573.pdf )
Türkiye Cumhuriyeti, zeytin ağaçları varlığını korumak ve geliştirmek için 1939 yılında bir yasa çıkarmış. Bu yasada özetle şunlar var:
“Orman sınırları dışında bulunan ve Devletin hüküm ve tasarrufunda olan yabani zeytinlik, Antep fıstığı ve harnupluklar ve her nevi sakız nevileri…ağaçlarını aşılayıp yetiştirecekler ile zeytin yetiştirmeye elverişli fundalık ve makilik alanlarda gerekli temizlemeyi yapıp zeytin dikim alanları meydana getirecekler… arasında Bakanlıkça belirlenecek esas ve öncelik sırasına göre seçilen kişilerden, bu işlemleri yerine getireceklerine dair bir yükümlülük belgesi alınır. Fidan dikecek olanlara devletçe maliyet bedeli üzerinden zeytin fidanı sağlanır. Beş yıl süre ile taşınmazın gayesine uygun olarak kullanıldığı Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca tespit edilenlere mahallin en büyük mülki amiri tarafından tapuları devredilir. Bu yolla verilen taşınmazlar hiç bir şekilde veriliş amacı dışında kullanılamaz. Bu taşınmazlar; miras dahil hiç bir şekilde bölünemez, veriliş tarihindeki yüzölçümü hiç bir şekilde küçültülemez. Aksi takdirde Hazinece geri alınır.”
“Dekar başına on beş ağaçtan fazla ve on ağaçtan aşağı olmamak üzere yabani zeytinlikleri aşılı bir hale getirmeyi taahhüt edenlere Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasınca, mevzuatı dairesinde ve kanunun 10, 28 inci maddeleri hükümlerine göre, ağaç başına bir liraya kadar kredi verilir.”
“Aşılı zeytinliklerin bakım işleri için zeytin müstahsillerine mahsulün satış mevsiminde ödenmek üzere Ziraat Bankasınca kısa vadeli ikraz yapılır.”
“Zeytinliklere her çeşit hayvan sokulması, yerleşim sahaları hariç, zeytin sahalarına en az bir kilometre yakınlıkta koyun ve keçi ağılı yapılması yasaktır. Ancak çift sürme ve nakliyatta kullanılan hayvanlara ağızlık takılması şartıyla müsaade edilir.”
“Beş yüz ağaçtan aşağı olmamak üzere yabani zeytin aşılıyanlara veya aşılı zeytinlerinin bakım işlerini en iyi yapanlara Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca takdir edilecek miktarda nakti mükafat verilir.”
“Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine bağlıdır. Zeytincilik sahaları daraltılamaz…Bu sahalardaki zeytin ağaçlarının sökülmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının fenni gerekçeye dayalı iznine tabidir. Bu iznin verilmesinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı araştırma enstitülerinin ve mahallinde varsa ziraat odasının uygun görüşü alınır. Bu hâlde dahi kesin zaruret görülmeyen zeytin ağacı kesilemez ve sökülemez. İzinsiz kesenler veya sökenlere ağaç başına altmış Türk Lirası idarî para cezası verilir.”
SONUÇ YERİNE
Bugün, ‘maden arama’ ya da ‘sanayi tesisleri kurmak’ için zeytinliklerin elden çıkarılabilmesine olanak sağlayan bir düzenlemenin yasalaşması aşamasında bulunuyoruz.
Yüzlerce yıldır bu ülkede yerleşik bu ağaçların, burada, bizden fazla söz hakkı var. Yüz yıl sonra, bugün kuracağımız sanayi tesisi bir işe yaramayacak muhtemelen, ama yüzlerce yıldır orada duran zeytin ağaçları orada durmaya devam ederse, gelecekte, bugün yaradığı kadar işe yarayacak. Hattâ, geleceği giderek kararan dünyada, belki, bugünkünden bile çok ihtiyaç karşılayacak zeytin ağaçları. Bir toplumun en değerli varlığı çocuklarıdır. Onlara bırakacağımız zeytin ağacı sayısı bugünkünden az olursa onların geleceğinden harcamışız demektir.
1939 tarihli 3573 sayılı yasayı buraya almamın nedeni, Cumhuriyetin ilk kuşaklarının zeytinlikleri ne kadar önemsediğini vurgulamak içindi. Bundan 82 yıl önce, zeytin ağaçlarının değerini anlamış ve onların korunması gereğini kavramış bir toplumun, bugün, buradan geri dönüş yapması hiç bir nedenle açıklanamaz.
Reform, bazen, eldekileri korumak ve onları geliştirmek demektir. Zeytin ağaçları konusunda bir reform yapacaksak, onların sayısını artırıp periyodisitenin etkisini minimum düzeye indirmeye çalışmamız gerekir.
‘Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.’ Kızılderili atasözü
Dr. Mahfi Eğilmez
Hazine eski müsteşarı,
Kadir Has Üniversitesi, iktisat bölümü öğretim görevlisi
8 Haziran
The Death of Stalin
Filmin bilgilerinde bir grafik romandan esinlenerek hazırlandığı yazıyor.
Romanın adı da aynı.
Arayınca, şu sayfada rast geldim:
http://www.comicextra.com/the-death-of-stalin/chapter-1
Merak edenler için.
Mahfi Eğilmez’e bir nebze gicik oldugumu pesinen soylemem lazim. Bin sene once –kolaisyonlar doneminde– alti ayligina Hazine’ye mustesar yapildi diye, hala daha ‘Hazine eski müsteşarı’ titrini kullanmasi abestir, ayiptir ve aciklidir bence.
Makamin tadi damaginda kalmis, daha iyi bir makama getiren de olmamis.. garibim de gecmise saplanmis kalmis..
Neyse.
Yazdiklarina bakalim:
“Yüzlerce yıldır bu ülkede yerleşik bu ağaçların, burada, bizden fazla söz hakkı var.”
Nasil yani?
1) Baska agaclardan farkli olarak, zeytin agaclarinin kendi iradeleri mi var? Istedikleri yere kendiliginden mi gelip dikiliyorlar?
2) Butun zeytrin agaclari yuzlerce yillik midir? Bunlar muzelik agaclar midir?
“Yüz yıl sonra, bugün kuracağımız sanayi tesisi bir işe yaramayacak muhtemelen, ama yüzlerce yıldır orada duran zeytin ağaçları orada durmaya devam ederse, gelecekte, bugün yaradığı kadar işe yarayacak.”
Mahfi Egilmez’i duyan da, ‘sanayi tesisi’ dedigimiz seyin ‘nuklear bomba’ filan oldugunu, atildigi topraklari yuzlerce sene radyoaktif/toksik/kullanilamaz kildigini sanacak..
Ise yaramayan sanayi tesisleri sokulur, hurdasi da satilir; baska yerlerde degerlendirilir. Geriye kalan arsa da islah edilip tekrar kullanilir. Dunyanin her yerinde bu boyledir.
Zeytin agaci dedigin sey de, dikilir, 3-5 sene icinde de meyve vermege baslar. Yani, yuzyil filan beklemege gerek yoktur.
“Hattâ, geleceği giderek kararan dünyada, belki, bugünkünden bile çok ihtiyaç karşılayacak zeytin ağaçları. Bir toplumun en değerli varlığı çocuklarıdır. Onlara bırakacağımız zeytin ağacı sayısı bugünkünden az olursa onların geleceğinden harcamışız demektir.”
Alenen mugalata yapiyor.
Zeytin agaci, zeytin agacidir.
Kimsenin cocugu filan degildir.
Zeytine elde etmek icin dikilir.
Daha iyi bir gelir alternatifi varsa da sokulur; yerine baskasi dikilir. Yaslaninca verimden duser, sokulur, yerine yeni fidanlar ekilir.
Kisacasi, zeytin agaclari uzerinde bittikleri arazinin sahibi haline gelmez, gelmemezler; arazi sahibini esir almaz; alamazlar.
“1939 tarihli 3573 sayılı yasayı buraya almamın nedeni, Cumhuriyetin ilk kuşaklarının zeytinlikleri ne kadar önemsediğini vurgulamak içindi.”
Anladiiiimm..
Kutsal MKA’nin eli degidigi icin kutsal oluyor zeytin agaclari..
Iyi de, o yillarda mekkare bolukleri filan da cok onemliydi.
Katirlardan bahsediyorum.
Katirlari kimsenin koruma altina almak neden aklina gelmedi acaba?
“Bundan 82 yıl önce, zeytin ağaçlarının değerini anlamış ve onların korunması gereğini kavramış bir toplumun, bugün, buradan geri dönüş yapması hiç bir nedenle açıklanamaz.”
82 sene once semer imalatcilari da onemliydi. Kagni da, kagniyi ceken okuzler de onemliydi. Bunlara neden sahip cikmadik?
“Reform, bazen, eldekileri korumak ve onları geliştirmek demektir.”
Evet de, kendisi de acikca soyluyor: Son 20 sene icinde zeytinliklerin toplam alaninda iki kattan daha fazla artis olmus.
Yani, kimsenin derdi butun zeytinlikleri imha etmek degil; olmamis.
“Zeytin ağaçları konusunda bir reform yapacaksak, onların sayısını artırıp periyodisitenin etkisini minimum düzeye indirmeye çalışmamız gerekir.”
Bu ulkede zeytin dikmege en uygun arsa/arazi benim olsa, uzerine bir tek zeytin agaci dikmem.
Dikmem, cunku, kazara dikecek olursam, o arsa/arazi –Mahfi Egilmez’in de aralarinda oldugu– romantik solcular tarafindan fiilen gaspedilmis hale gelir.
Yani, sirf uzerine zeytin diktim diye, tapusu benim uzerime olan arsam aniden ve caktirmadan birileri devletlestirilmis olacak..
Arsa benim, ama uzerindeki agaclara dokunmam yasak.. yani, esir alinmis olan ben oluyorum.
Bunu da, asagidaki ‘Kizilderili atasozu’ ile mesrulastirmaga kalkacaklar..
“‘Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.’ Kızılderili atasözü”
Yok. Yemezler.
Eger zeytin agaclarina ve zeytinliklere kutsalllik filan atfeden varsa, parasini verir ve oralari satin alir. Ondan sonra da doga muzesi mi yapar, yoksa isletir mi –onlarin bilecegi sey.
‘Elin s2 ile gerdege girmek‘ heveslilerinin arasinda ‘Dr. Mahfi Eğilmez, Hazine eski müsteşarı, Kadir Has Üniversitesi, iktisat bölümü öğretim görevlisi” de var diye, yapilmaga calisilan sey somuru olmaktan cikmiyor.
Bu ülkede nicelikçe büyük ama nitelikçe küçük olan, ATÜT nedeniyle bir sivil toplum geliştirememiş, vatan-millet-devletçilik (ve tükenmiş bir yerel kültür) dışında bir kültürü olmayan bir nüfus var. Sayılarının çokluğu ve böbürlenmeleri onlara bir fayda vermiyor.
http://www.nasname.com/a/tarihi-sinav-bagimsizlik-referandumu
http://www.nasname.com/a/utangac-apocular-ve-utanmaz-orta-yolcular
Nasname’den:
Kürdlerin devletleşmesi Ortadoğu’da dengelerin değişmesini beraberinde getirecek; Ortadoğu’da dengelerin değişmesi ise başta ABD-Rusya ve AB olmak üzere neredeyse tüm devletlerin çıkarlarına bir şekilde etkide bulunacaktır. Bu gerçeklik, yerel sömürgeci ve dünyaya yön veren emperyalist devletlerin çıkar kavgaları Kürdler için bir olanak yaratıyor. Egemenlerin çelişkilerinden yararlanmak dışında Kürdlerin devletleşme şansı yoktur.
Güney Kürdistan’da devletleşme koşullarının oluşması da egemen devletlerin çıkar çatışmasının yarattığı bir olanaktır. Kuşkusuz ki verilen mücadele ve iç dinamikler çok önemlidir; ancak dış dinamiklerin (özellikle de Ortadoğu’da) toplumsal dönüşümlerde ve sınırların değişiminde belirleyici olduğu gerçeği Güney’in devletleşme aşamasına gelmesi için de geçerlidir. Egemen devletlerarasındaki çelişkilerden yararlanıp doğal bir hakkı/devletleşme hakkını elde etmek ne fırsatçılıktır ne de birilerinin çıkarlarına hizmettir. Bu noktada hem Sol hem de Din adına Kürdlerin eleştirilmesi sahtekârlıktan öte işgal devletlerinin direkt tetikçiliğidir. Gerekçeleri ne olursa olsun, Kürdlerin devletleşmesine karşı çıkan her İdeoloji ve her İnanç insanlık düşmanıdır/sapkındır. Kürdler, insanlık düşmanlarını/sapkınları ciddiye almamalı; onlara hesap vermek, açıklama yapmak yerine onlardan hesap sormalıdır; hem Kürdler adına hem de insanlık adına.
Devletlerarası yaşanan egemenlik/çıkar kavgasında hiçbir taraf ve devlet insani değerleri temsil etmiyor. Neredeyse hepsi aynı derecede kirli ve şaibelidir. Ve hepsinin de öncelikli amacı kendi çıkarlarını korumaktır. Bu gerçeklik göz önünde tutulduğunda Kürdlerin herhangi bir devletin veya cephenin taraftarı olması beklenmemelidir. Kürdler çıkarlarını ön planda tutarak ilişki kurmalı, geliştirmeli ve gerektiğinde bitirmelidir. Bütün ilişkileri ve kavgaları ulusal çıkarlar belirlerken, Kürdlerin Din ve İdeoloji adına yönlendirilmeye çalışılması aptallıktan öte ihanettir ve bazı devletlerin uşaklığıdır sadece.
ideolojik mücadele ve bilinc: türk/islam fa$izmi ile ideolojik mücadele
türk/islam fa$izminin teorisyeni ve sözcüsü: necip
“necip” mahlasiyla bu sitede yorum yazan zat neden türk/islam fa$izminin teorisyeni ve sözcüsüdür?
türkcü/islamci fa$ist necip’ten alinti:
“Lafin arasina “Bize lazım değil senin cennetin | Huriye gılmana esir değiliz”, “Arapca duaya değiliz mecbur”, “İnsanı hor görmek en büyük küfür” filan gibi, karsi tarafi surekli ve ortulu olarak itham/rencide etmek icin elinden geleni yapacaksin, sonra da ‘mum söndu konusunu acanlar oldugunda feryat figan edeceksin..
Halbuki, Ittihat Terakki tarafindan yapilan bir arastirmada bu gozlemlenmis ve bir kitapcik halinde de yayinlanmisti.”
türk/islam fa$isti necip bunlari neye kar$ilik yazmi$ti?
cevap: a$ik ibreti’nin $iirine kar$ilik.
asik ibreti’nin o $iirinde sunni islam ideolojisini ve dinci yobazlari yerdigi dogrudur, fakat asik ibretinin $iirlerinde bir bütün olarak sunni toplumuna yönelik bir a$agilama yoktur, olamazda, böylesi bir a$agilama ibreti gibi bir insanin felsefesine aykiridir.
türkiyede sunni anne babadan dogan her insan otomotikmen yobaz, softa, cihatci, $eriatci vs.olmaz.
laik t.c.’yi kuran kemalistlerin hemen hemen tamami sunni kökenlidir; yine özellikle ege ve trakyada chp’ye oy verenlerin cogunlugu laik sunnilerdir.
sözünü ettigim bu laik sunni kesim de asik ibreti’nin siirlerinde dini fanatizme ve yobazliga yaptigi yergiyi dogru bulup onayliyor.
demek ki mesele osmanli türk fa$ist necip’in algiladigi gibi bir alevi-sunni meselesinden cok laik-yobaz ya da ateist-$eriatci veya ateist-cihatci meselesidir.
ayni $ekilde tasavvuf edebiyatinda $iirleriyle yobazligi/softaligi yermi$ insanlar köken olarak alevi-bekta$i degildirler.
örnek, necip gibi türkcü/islamci fa$istlere yönelik a$agida ki $u $iiri yazan “edip harabi” aslen sunnidir:
Ey zahit şaraba eyle ihtiram
İnsan ol cihanda bu dünya fani
Ehline helaldir, na ehle haram
Biz içeriz bize yoktur vebali
Sevap almak için içeriz şarap
İçmezsek oluruz düçar-ı azap
Senin aklın ermez bu başka hesap
Meyhanede bulduk biz bu kemali
Kandil geceleri kandil oluruz
Kandilin içinde fitil oluruz
Hakkı göstermeye delil oluruz
Fakat kör olanlar görmez bu hali
Sen münkirsin sana haramdır bade
Bekle ki içesin öbür dünyada
Bahs açma Harabi bundan ziyade
Çünkü bilmez haram ile helali
fa$ist necip yukarda ba$ka ne demi$, ben biraz daha anla$ilir tercüme edeyim: “alevilerin mum söndürüp sex orgisi yaptiklari yalan degildir; hatta bunun kaniti da vardir; ittihak terakiciler bunu gözlemleyip kitapcik halinde yayinlami$lardir”.
necip’in “aleviler mum söndürüyor, hem de ispatli, delilli” iddasina bu sitede, ba$ta zileli olmak üzere, kimsenin itiraz etmemesi dikkatimi cekti.
egemen sunni islam ideolojisinin, kendilerine “eline beline dilini sahip ol” düsturunu ilke edinmi$ alevi inancina böyle bir iftirayi neden attigi bir sir degil: cünkü sunnilikte kadinlar ve erkekler dini ibadeti ayri yaparken alevilikte kadin erkek toplu/kari$ik ibadet eder.
i$te kadin ile erkegin toplu/kari$ik ibadet etmesini necip gibi türkcü/islamci fa$istler islama/dine aykiri bulduklari ve $iddetle kar$i ciktiklari icin böylesi efsaneler uydurmu$lardir.
benim ateist olarak alevilik de dahil, hicbir inanc/din ilgi alanima girmiyor, bundan dolayida alevilerin cem törenine hic katilmadim, fakat bildigim kadariyla cem ayinleri herkese acik yapiliyor ve hatta cem tv gibi televizyonlarda naklen de yayinlaniyor.
peki islamci fa$ist necip “acaba aleviler cem ayinlerinde gercekten sex orgi’si yapiyorlar mi” merakini gidermek icin gidip bizzat bir cem ayinine bakmak yerine neden oturdugu yerden ittihak terakicileri kendine $ahit göstererek “aleviler mum söndürüyor” diyor?
cünkü fa$ist necip’in amaci üzüm yemek degil bagciyi dövmek.
fa$ist necip asik ibreti gibi tasavvuf $airlerinin $iirlerini okuyup icerigini onaylayan herkesi alevi sandigi gibi, kürtlere yönelik türk irkciligini ele$tirip te$hir eden herkesi de kürt saniyor.
türk-islam sentezcisi fa$ist ideoloji
günzileli.com’da ideolojik safla$ma ve ideolojik mücadele
“necip” neden türk/islam sentezi fa$ist ideolojinin teorisyeni ve sözcüsüdür?
türk-islam sentezcisi azili fa$ist necip’ten alinti:
“Ikincisi, guya Marxist olacaksiniz. Maras’ta olan bitenin –kendi capinda– ‘cevre’den ‘merkez’e yuruyusun yarattigi catismalarin oldugunu goremiyorsunuz; cunku, tam o noktada Aleviliginiz depresiyor.”
türkcü-islamci fa$ist necip daha önceki yorumlarinin birinde de, türkiyede ki ermeni, rum, pontus gibi gayri müslim topluluklarin katledilmesine, sürülmesine ve topraklarina ve zenginliklerine el konulmasina ili$kin: “birikmi$ borclarin gecikmeli de olsa tahsili” manasinda bir$eyler yazmi$ti.
mara$ katliamina/pogrom’una geri dönelim.
fa$ist necip’in yukarda mara$ pogrom’u ile ilgili söyledigi $u anlama geliyor: bilindigi gibi bu azili fa$istin uydurma bir tezi vardi: alevilerle balkan oligar$isi, yani alevilerle kemalistlerin ittifak kurarak sunni kesimi ezip merkeze yerle$tikleri.
kemalist establishment, yani kemalist askeri-bürokratik elit tabakanin merkeze oturup uzun yillar türkiyenin kaymagini yedigi dogru. fakat anadoluda hakim türk-islam sentezi fa$ist ideolojinin hedefi olan kendi halinde ya$ayan ve coguda yoksul siradan alevileri “türkiyenin kaymagini yiyen elit tabaka” olarak lanse etmede amac nedir?
cevap: azili fa$ist necip bu iddiasiyla $unu demek istiyor: aleviler merkeze cöreklenip kaymagi yerlerken, “biz de kaymak yemek istiyoruz” deyip cevreden merkeze hücum eden türkcü islamci fa$ist güruh merkezi fethetmek icin ister istemez alevileri katletmi$lerdir. yani, “kaymagi yiyen katliami da haketmi$tir” ya da “kaymagi yemek icin merkeze cöreklenenler, cevredekilerin merkeze hücum etmelerinden sikayetci olma hakki yoktur; bunlar kacinilmaz cati$malardir”.
azili fa$ist necip’in türk-islam sentezcisi fa$ist güruhun ve “gladio” denilen nato’ya bagli gizli devlet örgütlenmesinin gercekle$tirdigi pogromlari/katliamlari me$rula$tirmak icin ileri sürdügü bu uydurma teorilerin gerceklerle alakasi olmadigini göstermek icin türkce vikipediada ki bilgiler bile yeter:
“Maraş Katliamı”
“Maraş Katliamı, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta meydana gelen Alevilere yönelik katliam. Resmi rakamlara göre yedi gün süren olaylar sırasında 120 insan öldürüldü. Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi.”
“Saldırılar sonucunda resmi verilere göre 150 kişi öldürüldü, 176 kişi yaralandı, Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı. 100’e yakın işyeri tahrip edildi.[7] Resmi olmayan beyanlara göre ise ölü sayısı 500’e yakındır.[8] Şeyh Adil Mezarlığı’nda topluca defnedilen kurbanların defin yerinin tam olarak neresi olduğu ve defin tarihinde dini tören yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir”.
“Bülent Ecevit, olayların kendisini uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerillalar tarafından çıkarıldığını bildirdi.”
“Olayın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger yargılanıp beraat etti ve soyadını Şendiller olarak değiştirdi. Daha sonra 1991 yılında Refah Partisinden 19. Dönem Kahramanmaraş milletvekili seçildi”.
“Basına ve kamuoyuna yansıyan iddialara göre, olayların ardından istifa eden dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı katliamın açığa çıkartılması için özel bir ekip görevlendirdi, hazırlanan ayrıntılı rapor İçişleri Bakanlığı’na sunuldu, ancak raporun içeriği gizli tutuldu.[15][16][17] Raporda katliamın planlayıcılarının “26 seyyar piyango bayisi görünümünde şehre geldikleri saptanmıştır” denildiği ve Bahçelievler katliamı sanıklarından Ünal Osmanağaoğlu, Haluk Kırcı, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli gibi isimlerin katliamın yaşandığı günlerde Kahramanmaraş’ta olduklarının kaydedildiği öne sürülen iddialar arasındadır”.
Kendilerine o derece refah içinde bir hayat temin edildi ki, nimet kendilerini şımarttı, darlığı unuttular da hiçbir şeye aldırış etmediler. Gördükleri refah ve sıkıntı hallerinin terbiyeye yönelik bir sebep ve hikmeti olduğunu düşünmediler. Bunları tabii veya zorunlu işlerden saydılar. Darlık, bolluk, fakirlik, zenginlik, hastalık, sağlık, gamlı veya sevinçli haller öteden beri olağan şeylerdir, dediler. Sıkıntıdan kurtulmanın, refahı devam ettirme ve arttırmanın mümkün olduğuna inanmadılar. Öylesine rahata erdiler ki, sıkıntıları, vaktiyle atalarının bazen başlarına gelmiş tarihi bir şey gibi gördüler. İşte onlar da böyle en kuvvetli, en keyifli anlarında birdenbire yakalanarak tarih sahnesinden silindiler.
bu ne perhiz bu ne lahana?
“Bıktık biz bu kavgalardan, Müslüman’ın Müslüman’ı kırmasından bıktık. Suriye’de olanlar ortada, Irak’ta olanlar ortada, bunların yayılması ne fayda getiriyor?” (t. erdogan)
diyene bak: dünyanin en azili sunni cihatci barbarlarini silah ve para ile donatip esad rejiminin üzerine salan, suriye’yi kan gölüne ceviren devletler icinde kom$uluk ve SINIR ili$kisinden dolayi bir numarali sorumlu devletin, yani t.c.’nin ba$kani.
türk-islam sentezcisi fa$ist necip’ten alinti:
“Günümüz modern kapitalist dünyada para ve özel mülkiyet rejimi’nin kurucusu devlet degildir. Kamudur. Ya da, daha dogrusu, kamunun baskin bilesenleridir. Devlete, koruma ve kollama gorevi verilmistir.”
a be fa$ist, devlet kimdir kamu kimdir; ikisi ayni $eydir.
türk dil kurumundan alinti:
“kamu: Halk hizmeti gören devlet organlarının tümü.”
eger sen geni$ anlamIiyla “cikar gruplari” anlaminda kullaniyorsan, o’na da cevabim: kapitalizmde paraya veren düdügü calar; para kimdeyse güc/iktidar ondadir.
bundan dolayida günümüz modern devletlerine siyasi literatürde “burjuva devlet” de deniliyor.
burjuva kimdir? günümüz kapitalist toplumunun elit/zengin tabakasidir.
türk-islam sentezcisi fa$ist necip’ten alinti:
“Bunu da, Almanya devleti hakkinda tek kelime ciddi lakirdi etmeyisinize bakarak soyluyorum.”
uyanik fa$iste bak! hedef $a$irtacak.
elinden gelse burayi aydinlik, yeni $afak, yeni akit, sözcü gibi gazetelerin yorum bölümüne cevirecek.
“Ya da, soyle de soylenebilir: Siz, Turkiye’deki devletin daha da iyi olmasini istiyor oldugunuz icin (Almanya’dakini degil de) Turkiye’deki devleti elestiriyorsunuz.”
benim yorumlarimda A devleti B devleti ayirimi yapmadan, “devlet” denilen kurumun varligini sorgulama konusu yaptigim anla$ilmiyor mu?
bal gibi de anla$iliyor. peki bu islamci fa$ist neden ipe sapa gelmez $eyler yaziyor?
cevap: suyu bulandirip, bulanik suda “solcu” avlamak.
“Ulvi amaclar icin harcadiginiz sandiginiz gayretleri eminim kutsallariniz takdir edeceklerdir; ama, ‘global’ gakguklarla harcadiginiz vaktin bir kesrini dahi icinde yasadiginiz duzenin carpikliklarina, tehlikelerine hasretmeyisiniz dikkat cekiyor.
Bu, artik fazlasiyla asina oldugumuz bir ‘solcu’ tipidir. Samimiyetsiz birer propogandist.”
necip fazil kisakürek’in talebesi neo osmanli fa$istine bakin: günzileli.com’a gelmi$, marxistlere hangi konularda, neyi ne $ekilde yazmalari gerektigi dikte etmeye cali$iyor.
ho$t fa$ist! yanli$ yerde havliyorsun!
“Ama, madem konu ‘sovup saymak’tan acildi; eger dengeli olacaksaniz, ‘türk devleti ve osmanli/türk emperyalizmi’ne sovup saydiginiz kadar baskalarina (ve, bilhassa da, icinde yasadiginiz Almanya’ya) sovup saymalisiniz.”
türkcü fa$iste bakin, bana hangi konuda yazmam gerektigini dikte etmeye cali$iyor.
neden? bu neyi degi$tirir ya da bu neyi ispatlar?
alman devletinin kirli sicili türk deletinin kirli sicilini temize cikarir mi?
tersi de gecerlidir: türk devletinin kirli sicili alman devletinin kirli sicilini temize cikarir mi?
alman devletini ele$tirmek icin ille de almanya’da ya$amak mi lazim?
sen türkiye’de ya$iyor olsanda, bu seni alman devletini ele$tirmen icin engel degildir. cok gerekli buluyorsan sen neden yapmiyorsun?
günzileli.com gibi alman devletinin ve alman halkinin tanimadigi, bakmadigi, baksa da anlamadigi bir sitede alman devletini ele$tirmenin mantigi/amaci nedir?
a be fa$ist, ben, senin sandigin gibi kendimi rahatlatmak icin ele$tiri yapmiyorum; o ele$tirilerle insanlara bir$eyler anlatmaya cali$iyorum.
ayni $ekilde almanya’da siyasi fikir tarti$masi yapacak ortam bulursam, burda anlattiklarimi onlara da aynen anlatiyorum fakat almanlarla konu$urken konu normal olarak türkiyeden cok almanyada olan bitenlerdir.
almanya’da yasayan insanlari nasil ki türkiye fazla ilgilendirmiyorsa, bu siteye takilanlari da tabii ki almanya’dan cok türkiye ilgilendiriyor. bundan dolayi da tarti$malarimizin konusu daha cok türkiyede olan bitenler.
bunu sen de biliyorsun ama senin derdin, kendine yükledigin misyon ba$ka.
türk-islam sentezcisi azili fa$ist necip’ten alinti:
“Solingen’de kimse kurtulmadiydi galiba. Ya da iclerinden sair filan cikmadi. Degil mi?
Yoksa, onlar ALevi ya da Kurt mu degildi?”
i$e bakin: türk fa$isti necip alman fa$istlerinin “icraatlarini” hatirlatarak, kendi devletini temize cikarmaya cali$iyor.
solingende insan yakan alman fa$istleri ile sivas’ta insan yakan ve bunlari savunan necip gibi türk/islam fa$istlerinin arasinda hicbir fark yoktur. fa$ist fa$isttir; alman, amerikan, türk fark etmez.
devletin/milletin yüksek cikarlari icin katledilmi$ insanlarin da kim, ne olduklari; yahudi, türk, alevi, kürt, filistinli vs. olup olmadiklarinin hicbir kiymeti yoktur.
katledilen insanlari degil, katleden mantigi, ideolojiyi, motivasyonu konu$mak lazim ki, insanlar bilinclensin ve devlet/millet davasi icin birbirlerini bogazlamasinlar.
türk islam sentezcisi azili fa$ist necip’ten alinti:
“Benzer sekilde, onca insani katlettigi halde, PKK ile de sorununuz yok; cunku o noktada ‘secici’ Kurtculugunuz depresiyor.”
seni avutmaya mecbur muyum; sana kendimi ispatlama gibi bir sorumlulugum mu var?
pkk hakkinda ne yazmak istiyorsan yaz, seni tutan mi var?
pkk’nin örgüt terörü t.c.’nin devlet terörünü temize cikarir mi?
örgüt terörü devlet terörünü ya da tersinden devlet terörü örgüt terörünü me$rula$tirir mi?
senin devletinde senin gibi fa$ist oldugu icin, türkiyede türk dili/kültürü di$inda diger dillere kültürlere ya$am hakki vermiyor.
sen kendi dilinde diledigince okuyup yaziyorsunda kürtlere ana dil hakkini bunu neden cok görüyorsun? allahtan reva midir?
i$in bir de milliyetcilik, ideoloji yönü var: senin gibi türk fa$istlerinin devletini savundugu gibi kürt milliyetcileri/fa$istleri de var ve onlar aynen $unu diyorlar:
türklerin t.c. devleti oldugu halde kibris gibi 3355 kilometrelik alanda 320.000 ki$i ile yeni bir devlet kuruyorlarsa biz kürtler kibris’tan kat kat daha fazla bir nüfusa ve topraga sahip oldugumuz halde neden bir devletimiz olmasin; türkiyede ki kürtler, türklerin ayaklari altinda, irak ve suriyedekiler araplarin ayaklari altinda, iran’dakiler farslarin ayaklari altinda eziliyorlar, allahtan reva midir?
irak kürt federe devletini saymazsak, gercektende kürtler $u anda dünyada devlet sahibi olmayan en büyük topluluktur.
evet fa$ist necip, sende fa$ist argüman bitmez; haydi kürt milliyetcilerini/fa$istlerini avut, göreyim nasil avutuyorsun.
kendim icin bir$ey istiyorsam namerdim, irak devleti olarak senin birlik bütünlügünü düsünmekten gözüme uyku girmiyor
t.c. devlet adamlari, bir zamanlar “sen benim klasimda degilsin” $eklinde a$agiladiklari irak devletinin $imdi nedense birlik bütünlügünü kendilerine dert etmi$ler.
irak devletinden ayrilmayi planlayanlar kürtler olunca, t.c.’nin birdenbire irak’in bekasi icin kaygilanmaya ba$lamsi anla$ilir bir durum, i$in ucu kendisine degiyor cünkü; kendi SINIRLARI icinde de cumhuriyetin kurulu$undan beri uyguladigi devlet terörü sayesinde nur topu gibi bir “kürt sorunu” mevcut.
“Dışişleri’ndan Irak’taki referanduma tepki”
“IKBY liderliğinin bu yöndeki tavsiye ve uyarılarımız hilafına, 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlık konusunda referandum düzenleyeceği yönünde açıkladığı kararını da yukarıda belirtilen çerçevede değerlendiriyor ve bunun vahim bir hata teşkil edeceğini düşünüyoruz. Irak’ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin muhafaza edilmesi, Türkiye’nin Irak politikasının temel ilkelerinden biridir. Bu ilke bölgede kalıcı istikrar, barış, güvenlik ve refahın ön koşulları arasındadır.”
“Bu itibarla, Irak’ın bütünlüğüne halel getirmek yerine, bu ülkenin birlik ve beraberliğini kuvvetlendirecek, Irak anayasasında ifadesini bulan yetki ve güç paylaşımına, ademi merkeziyet ilkesine dayalı yöntemlerin öne çıkarılarak, Irak’ı oluşturan tüm farklı unsurlar arasında uzlaşı, diyalog ve kapsayıcılık ruhuyla hareket edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. ” (t.c. di$i$leri bakanligi)
anti-emperyalizm bu degildir
anti-emperyalizm nedir, ne degildir?
yukarda “anonim” mahlasli yorumcudan alinti:
“Bağımsızlık referandumu kararı alan Güney Kürdistan ve Barzani yönetimi ABD, Almanya, TC, Irak, kısaca hemen hemen bütün egemenleri rahatsız ettiğine göre doğru yolda. Egemenlerin korkusu olan gerçek antiemperyalizm budur.”
bu yorumcunun yazdiklarindan “anti-emperyalizm”i devrimci bir “deger”, bir “pusula” olarak kabul ettigi; dolayisiyla diyelim ki amerika, almanya gibi söz sahibi emperyalist devletler örnegin irak kürtlerinin ayrilmalarindan yana olmadiklarini mi belirttiler, bu arkadas hemen “ha, demek ki güney kürditan dogru yolda” $eklinde bir hükme variyor.
yukarda zileli’ye yaptigim ele$tirinin aynisi bu arkada$ icin de gecerli: dikkat edilirse bu arkada$ tipki zileli gibi meselelere son derece yüzeysel bakiyor: ABD, almanya söz sahibi emperyalist devletler irak kürtlerinin ayrilip ayri devlet kurmalarina neden kar$ilar; gerekceleri nedir, bunu hic merak etmiyor. oysa o gerekcelere baksa, orda “emperyalistleri” ciddi anlamda gercekten rahatsiz edecek hic bir$ey olmadigi görecek.
irak kürdistani, ABD, almanya gibi emperyalist devletleri rahatsiz etmek orda kalsin, kürtler siyasi, askeri ve ekonomik yönden ABD ve AB’ye tamamen bagimli durumdalar,
örnek, talabani ve barzani pe$mergelerinin ayri ayri örgütlenmesini dogru bulmayan ABD, anlmanya ve ingiltere, kürt pe$mergelerinden ulusal bir ordu yaratmak icin kollari sivadilar. bu üc devlet, irak kürtlerine askeri yardimi “ulusal bir ordu” kurma $artina bagladilar.
ba$ emperyalist ABD neden kürt bagimsizlik referandumunu “sakincali” buluyor?
cevap:resmi gerekce, böyle bir adim i$id ile mücadeleyi zayiflatir.
ABD ayni zamanda irak kürtlerinin koruyucu gücüdür. ABD’nin korkusu olmasa t.c., iran, irak, kürt federe devletini 24 saatte tar u mar ederler.
bagimsiz bir kürdistan adiminin türkiye ve iran’i $undan dolayi rahatsiz ettigi belli: “bizde ki kürtlere kötü örnek olurlar, bizde ki kürtler de bagimsizlik hevesine kapilabilirlabiler, ya da bizde ki kürtler bizden ayrilip kurulan bagimsiz kürt devletine katilmak isteyebilirler vs.”
ABD, türkiye ve iran’in bu i$e kolay kolay razi olmayacagini ve bu i$i engellemek icin her türlü yola ba$vuracaklarini tahmin edebiliyor.
örnek, suriye kürtlerinden dolayi sürekli olarak ABD’yi suclayan türk devletinin, irak kürtlerinin bagimsizligini engelleMEyen ABD’ye ayni suclamalarla ba$ agritacagini ABD tahmin edebiliyor.
diger bir sebep $u olabilir: $u anda zaten ABD’yi fazlasiyla rahatsiz edecek kadar iran ve rusya’nin etkisine girmi$ irak devleti, kürtlerin ayrilmasindan sonra tamamiyla iran ve rusya’nin etkisine girebilir.
soru: almanya neden bagimsiz kürdistana kar$i?
cevap: almanya’nin derdi de mülteciler.
almanya, kürtlerin irak’tan ayrilmasi neticesinde meydana gelebilecek cati$ma ve istikrasiz ortamda $u andakinden cok daha fazla mültecinin avrupa kapilarina dayanmasindan endi$eleniyor. ondan dolayi mevcut statükonun korunmasindan yana.
sonuc: anti-emperyalizmi “devrimci bir deger” olark kabul edip, pusulayi bu degere göre ayarlayan bir insan kim ABD ve AB alehinde bir$ey söyleyip, horozlanirsa hemen o’nun pe$ie takilir: kah t. erdogan’in pe$ine, kah batzani’nin pe$ine, kah saddam gibi devlet adamlarinin pe$ine takilip, rüzgarda savrulan yaprak bir o yana bir bu yana savrulup durur.
yani pusulasi “anti-emperyalizm” olan gercekte pusulasiz bir solcudur.
“anti-emperyalizm”i bir deger olarak gören bu yanilgili devrimci anlayi$in beslendigi ideolojik/fikirsel kaynak ücüncü dünya milliyetciligidir. yani güclü emperyalist devletlerin milliyetciligine kar$i görece daha zayif devletlerin milliyetciligini savunma.
bu kökten yanli$ devrimci anlayi$in beslendigi diger bir kaynak ulusal hareketleri sosyalistlerin müttefigi olarak gören real sosyalistlerin, lenin, stalin, mao’nun yanli$ ve ulusalci düsünceleridir.
örnek: amerikaya kök söktüren vietnam $u anda amerika’nin iyi bir müttefigi.
sonuc: anti-emperyalizm kendi ba$ina bir$ey ifade etmez ve devrimci bir deger degildir. belirleyici olan kapitalist özel mülkiyet ve para rejiminin tercih edilip edilmedigidir.
güclü devletlere kafa tutan zayif devletlerin hedefi de neticede kafa tuttugu o güclü devlet gibi güclenmek.
bugün erdogan’in batili emperyalistlerle cati$masinda da görülecegi gibi: erdogan kapitalist özel mülkiyet ve para rejimini ret mi ediyor? hayir. peki erdogan’in batili emperyalistlerle celi$kisinin kaynagi nedir?
cevap: ben de artik 1. sinif bir devletim, birakin bizde 1. ligde oynayalim; bana daha fazla saygi, söz ve pay hakki verin; ben, kürt ulusal hareketlerini “terörist” olarak kategorize etmi$sem, sizden de kürtlere “terörist” muamelesi yapmanizi bekliyorum; birle$mi$ milletlerde veto hakki istiyorum vs. vs.
sonuc: devletlerarasi kapitalist/emperyalist rekabette altta kalan zayif taraftan yana olmak; güclü devletlerin hirpaladigi zayif devletlere havlu tutup “haydi aslanim pes etme” demenin marxist devrim anlayi$iyla uzaktan yakindan alakasi yoktur.
benim burda kürtlere yönelik türk irkciligini te$hir etmem $u anlama gelmiyor: ben kürtlerin ulusal davasinda tarafim.
hayir, ben ulusal davalarda taraf degilim, o benim davam degil; ben zaman ve enerjimi kendi davama harcarim. ulusal hareketler sosyalistlerin müttefigi falan da degildirler.
öcalan’in yakalanir yakalanmaz “devlete hizmete hazirim” demesi ulusal hareketlere özgü pragmatist/oportünist karaktere i$arettir.
türk irkciligini $undan dolayi ele$tirip te$hir ediyorum, cünkü biliyorum ki türk irkciligini/milleyetciligini benimsemi$ bir insan asla sosyalist olmaz; yani ben o insani ba$tan kaybetmi$im. sosyalist fikir ile ulusalci fikir bagda$maz; bagda$tirmaya cali$anlarin hali ortada: bkz. perincekci fa$istler
türk fa$isti necip’in sandigi gibi ben kürtleri destekledigim icin türk irkciligini te$hir etmiyorum; ayni irkcilik ermenilere, rumlara, araplara vs. de olsa aynen te$hir ederim. neden?
cünkü irkci/milliyetci insan marxist fikri benimsemek orda kalsin, tam tersine dünyanin her yerinde fa$istler ayni zamanda azili komünist dü$manidirlar. neden?
cünkü milliyetciler/fa$istle/dinciler, marxistleri, toplumu siniflara bölen; zengin-fakir, sömüren-sömürülen $eklinde bölen vatan/millet/devlet dü$mani olarak görürler. ve haksiz da sayilmazlar.
bunun canli örnegi/kaniti, benim türk devletine ve toplumuna yaptigim ele$tirileri yikicilik, bölücülük, bozgunculuk, dü$manlik, di$ devletlerin -almanya’nin- ma$asi olma olarak görüp $iddetli tepki gösteren türk islam sentezcisi azili fa$ist necip’in tavridir; bir marxistle bir fa$istin asla ortak bir noktada bulu$amayacaginin kaniti bu.
bu durum fa$istlerin, marxistleri neden devlet/millet/vatan dü$mani olarak gördüklerini de gözler önüne seriyor.
“lahana turşusu” olması lazım.
Yorumlar hala uçup gidiyor.
Yok mu çözümü bunun?
İki partinin üyeleri arasında bıçaklı kavga: 15 yaralı
ANKARA’da Türkiye Komünist Parti (TKP) ve Halkın Türkiye Komünist Partisi (HTKP) üyeleri arasında çıkan bıçaklı kavgada 15 kişi yaralandı.
Kavga, dün akşam saatlerine doğru Kızılay Karanfil Sokak’ta bulunan Nazım Hikmet Kültür Merkezi önünde yaşandı. 3 yıl önce Türkiye Komünist Partisi’nin ikiye bölünmesinin ardından oluşan TKP ve HTKP üyeleri arasında daha önce de yaşanan gerilim bu kez kavgaya dönüştü. Bıçakların kullanıldığı kavgada, iki partinin üyeleri ayrıca birbirlerine taşlarla saldırdı. Çıkan kavgada her iki gruptan 15 kişi yaralandı. Olayda Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin bulunduğu binanın giriş katında bulunan kafenin de camları kırıldı. Kavga üzerine sokağa polis ekipleri ile ambulanslar sevk edildi. Yaralı 15 kişi tedavi edilmek üzere başkentteki hastanelere götürüldü. Polis kavgayla ilgili inceleme başlattı.
TKP’DEN AÇIKLAMA
TKP’den olaya ilişkin yapılan yazılı açıklama ise şöyle:
“TKP, Türkiye’nin içinde bulunduğu gericilik ve baskı koşullarında böylesi bir çatışma ortamının ülkemizin tüm ilerici birikimine zarar vereceğinin farkındadır ve bu durumun derhal kontrol altına alınması için girişimlerde bulunacaktır. Partimizin haklarının ve haklılığının gaspedilmesine izin vermeyeceği herkes tarafından bilinmelidir. Türkiye Komünist Partisi’nin adına ve üyelerine dönük saldırıları hoşgörüyle karşılaması hiçbir biçimde beklenmemelidir”
Bir arkadaşa devredildi. O uğraşıyor denildi ama sonuç yok.
“asik ibreti’nin o $iirinde sunni islam ideolojisini ve dinci yobazlari yerdigi dogrudur, fakat asik ibretinin $iirlerinde bir bütün olarak sunni toplumuna yönelik bir a$agilama yoktur, olamaz da, böylesi bir a$agilama ibreti gibi bir insanin felsefesine aykiridir.”
Siz dediniz diye oyledir muhakkak.
Oyledir de, butun bunlari da, sizin buraya aktardiginiz bir siirden benim ornek olarak verdigim 3-5 misra uzerine yazdiginizi unutmamak lazim. Yani, o misralar orada duruyor.
Kimin felesefesinin e oldugu beni cok da ilgilendirmiyor. Ne yazdigina, soyledigine bakmak yeterli.
“sözünü ettigim bu laik sunni kesim de asik ibreti’nin siirlerinde dini fanatizme ve yobazliga yaptigi yergiyi dogru bulup onayliyor.”
Bu konuda bir oylamam mi yaptiniz, yoksa kisisel kanaatiniz midir bu?
“demek ki mesele osmanli türk fa$ist necip’in algiladigi gibi bir alevi-sunni meselesinden cok laik-yobaz ya da ateist-$eriatci veya ateist-cihatci meselesidir.”
Boyle olsa bile, ne farkeder?
Bir kesim, kendisini daha iyi bir noktada gorup, digerine yonelik boyle sifatlar kullaniyorsa, ortada ciddi bir sorun var demek degil midir?
“ayni $ekilde tasavvuf edebiyatinda $iirleriyle yobazligi/softaligi yermi$ insanlar köken olarak alevi-bekta$i degildirler.”
Sizin ozunuze islemis kokencilik/irkcilik. Hem mazeret uydururken, hem de hakaret ederken, bu tur ‘irkcilik’a siginiyorsunuz.
Turkculugun de, kokenlerinde, ideolojisinin kuruculugunda, Yahudiler, Ermeniler oldugunu bilseniz acaba ne derdiniz? Ama, bilmediginiz belli.
“$u $iiri yazan ‘edip harabi’ aslen sunnidir:”
‘Aslen ne’ oldugu da onemli degil, ne yazdigi da. Onemli olan, o siiri kimin neye hizmeten kullanmak istedigidir.
“necip’in ‘aleviler mum söndürüyor, hem de ispatli, delilli’ iddasina bu sitede, ba$ta zileli olmak üzere, kimsenin itiraz etmemesi dikkatimi cekti.”
Dikkatinizi ceker tabii, cekmez mi?
Fakat, orada sorun su: Kemalist laik filan dediginiz kadrolarin cogu Ittihat Terakki’den elmedir ve sozkonusu arastirma (ve yayinlanan kitap da) ayni kadronun urunudur.
Ben, ‘aleviler mum söndürüyor’ demedim. Benim dedigim, en az bir cografyada, boyle bir gozlemin var oldugudur. Eminim, gozlemin yapildigi yerdeki ismi ‘mum sondu’ degildi.
“alevilikte kadin erkek toplu/kari$ik ibadet eder.”
Bu genel cercevedir; ama, hepimizin bildigi uzere, Alevilikte ortak patternler olmakla birlikte, bolgesel baglamda farkliliklar hic de az degildir. Cunku, kurallari koyan bir merkezi otorite mevcut degildir.
Bunun yansimalarindan birisi de, esasen, (siz dahil) hic kimsenin Aleviler adina sozculuk yapamayacagidir –cunku, inanc ve pratik haritasi cok zengin ve fragmentedir.
“i$te kadin ile erkegin toplu/kari$ik ibadet etmesini necip gibi türkcü/islamci fa$istler islama/dine aykiri bulduklari ve $iddetle kar$i ciktiklari icin böylesi efsaneler uydurmu$lardir.”
Tamami efsane midir? Tartismaya acik bir konudur bu.
Konunun bir de ‘hassasiyet’ tarafi var. Ben bu ‘hassasiyet’i , tabii ki, anlayisla karsiliyorum.
Kapali toplumlarin kendi aralarinda ‘normal’ addettikleri bazi uygulamalar/prtikler, daha sonralari (toplum dis dunyaya expose oldugunda), terkedilir. O tur pratiklerin (‘bir zamanlar’ bile) oldugu reddedilir vs.
Halbuki, bu tur ‘asiret/kabile orgileri’, Roma’nin putperest donemlerinde hayli hem yaygin hem de son derece mesrudur.
Konu, tabii ki, Roma ile de sinirli degil. Hem Amerika kitasinda, hem Afrika’da, hem Asya’da cok-tanrili veya tanrisiz dinlere inananlarin ayinleri neredeyse tipatip aynidir.
Ortak ozelliklerinin basinda, evet, kadin-erkek katilimi, muzik, ritm, dans (raks); ve alkol ya da benzer keyif verici maddelerin tuketimi gelir.
[Cok-tanrili veya tanrisiz dinlere has olmak zorunda da degil; tek-tanrili dinlerde de (en azindan gecis donemlerinde) gorulur aslinda. Mesela, Musevilik’te ‘tapinak fahiseleri’ bu uygulamanin kurumsallastirilmis halidir. Daha sonralari vazgecilmis olsa da, vaz gecilmesinin gerekcelerine bakmak gerekir.]
Bu uygulamalar, zaman icinde, bu toplumlar baska toplumlar ile iliskiye gectikce azalmis, ortadan kalkmis –ya da yer altina inmis ve– gizli olarak devam etmistir.
Yani, kokleri cok eskilere giden –bugun de yer yer devam edebilen– tarihsel bir olgudan bahsediyoruz.
“benim ateist olarak alevilik de dahil,”
Burada ilginc bir soru daha cikiyor ortaya. Eger Alevi dedigimizde apayri bir ‘irk’i kasdetmiyorsak, Alevi inanc dairesinde olmayan (mesela, Ateist) herhangi bir kisinin kendisine Alevi demesi ne kadar dogrudur?
Ya da, ‘irk’ oldugunu iddia edeceksek, soru, o zaman, ‘Alevilik’in bir tur irkcilik olup olmadigina donusur.
“bildigim kadariyla cem ayinleri herkese acik yapiliyor ve hatta cem tv gibi televizyonlarda naklen de yayinlaniyor.”
1) Hic bir din/inanc kapidan iceri giren herkese tamamen acik degildir. Hepsinin karsilanmasi zorunlu olan sartlari, bir kabul merasimi ve surecleri vardir. Alevilikte de baskalarinda bu boyledir.
2) Halka acik sergilenen ayinler, koreografisi yapilmis (elden ya da gozden gecirilmis), ‘show’ amaclidir. Bunlarin ‘ic halka’yi temsil etmesini bekleyemeyiz.
“‘acaba aleviler cem ayinlerinde gercekten sex orgi’si yapiyorlar mi’ merakini gidermek icin gidip bizzat bir cem ayinine bakmak yerine neden oturdugu yerden ittihak terakicileri kendine $ahit göstererek ‘aleviler mum söndürüyor’ diyor?”
Ben, bugune yonelik bir sey soylemedim. Ama, cok uzak olmayan donemde boyle bir gozlemin var oldugu da ortada.
“cünkü fa$ist necip’in amaci üzüm yemek degil bagciyi dövmek.”
Burada sorun su: Siz, o sairden bu siirden pasajlar aktarirken, kendinizi suret-i haktan goruyor; baskalari baska seylere isaret ettiginde ise onlari “üzüm yemek degil bagciyi dövmek”le itham ediyorsunuz.
“fa$ist necip asik ibreti gibi tasavvuf $airlerinin $iirlerini okuyup icerigini onaylayan herkesi alevi sandigi gibi, kürtlere yönelik türk irkciligini ele$tirip te$hir eden herkesi de kürt saniyor.”
Hayir. Oyle degil.
Mesele, kimin Alevi oldugu ya da olmadigi degil.
Sunniligi asagiladigi asikar olan, edebiyat tarihinin dipnotlarinda kalmis bir siiri ya da pasaji alip kalkarsaniz, benzer seylerin baska turlerinin de oldugunu size hatirlatirlar.
Ayni sekilde, sanki Turkiye’deki hersey Turk irkciligi ekseninde olup bitiyormus gibi, surekli bazi seyleri one cikarip Kurtculuk baglaminda dile getirirseniz, sizin yaptiginizin da irkcilik oldugunu size hatirlatan cikar.
Baska bir deyisle, kendinizin suuten cikmis ak kasik olmadigini duymak hosunuza gitmiyor gibi gorunuyor.
“cevap: azili fa$ist necip bu iddiasiyla $unu demek istiyor: aleviler merkeze cöreklenip kaymagi yerlerken, ‘biz de kaymak yemek istiyoruz’ deyip cevreden merkeze hücum eden türkcü islamci fa$ist güruh merkezi fethetmek icin ister istemez alevileri katletmi$lerdir. yani, ‘kaymagi yiyen katliami da haketmi$tir’ ya da ‘kaymagi yemek icin merkeze cöreklenenler, cevredekilerin merkeze hücum etmelerinden sikayetci olma hakki yoktur; bunlar kacinilmaz cati$malardir’.”
Hayir. Bilmediginiz konularda luzumsuz lafazanliklar yapiyorsunuz.
Maras’ta ‘merkez’ Alevilerde degildi; tersine ‘Sunni’lerde idi.
Daha verimli ovalar, bag-bahceler filandan bahsediyoruz.
Zaman icinde, merkezdeki Sunniler bu tur islerle ugrasmak yerine, daha karli (zahmetsiz) bulduklari islere yoneldiler. Bu yonelmenin arasinda, daha buyuk merkezlere goc etmek de vardi.
Ortaya cikan bosluk –islenmeyen arazilerin islenmesi– cevreden gelen/getirilen Alevilerce kapatilmak istendi. (Bildigimiz ‘isgucu’ gocu, yani).
Fakat, her yerde oldugu uzere, ‘isci’ olarak gelenler, zaman icinde, is sahibi olmaga basladilar. Yani, daha onceleri, Aleviler ekonomik birer oyuncu degilken, artik oyle degildi.
Maras’ta olan biten de bu tur bir seydi. Ekonomik anlamda dislayamadiklari, kurtulamadiklari oyunculari, fiziken siddet uygulayarak ekarte etmek gayretleri yani.
Bunu, Istanbul Sermayesi ile Anadolu Sermayesi arasinda da, Almanya’daki iscilerin zamanla yukselmesinde de, Suriyeli multecilerin ekonomiye katilmalarinda da goruyoruz.
Sizin takintiniz, Aleviliginizin depresmesi, bu noktada ortaya cikiyor.
Materyalist bakabilseydiniz, daha gercekci analizler yapabilirdiniz.
Yapamiyorsunuz.
“seni avutmaya mecbur muyum; sana kendimi ispatlama gibi bir sorumlulugum mu var?”
Hayir. Tabii ki, mecbur filan degilsiniz.
Ama, kendinizi cevap yazmak durumunda bulmaniz hayli manidar degil mi?
“pkk hakkinda ne yazmak istiyorsan yaz, seni tutan mi var?”
Benim yazip yazmadigim degil konumuz. Sizin neden hic gormek bile istemediginiz ilgi/dikkat cekiyor.
“pkk’nin örgüt terörü t.c.’nin devlet terörünü temize cikarir mi?”
Bu mudur?
Yani, ‘devlet terörü’ var diye, PKK’nin her yaptigini (aynisini ya da daha beterini) makul ve mesru mu goruyorsunuz?
Gormuyorsaniz, neden hic ona deginmiyorsunuz?
“örgüt terörü devlet terörünü ya da tersinden devlet terörü örgüt terörünü me$rula$tirir mi?”
Tabii ki, hayir.
Ama, bu durumda her ikisini de elestirmek gerekmez mi?
“irak kürt federe devletini saymazsak, gercektende kürtler $u anda dünyada devlet sahibi olmayan en büyük topluluktur.”
Alakasi yok. “dünyada devlet sahibi olmayan en büyük topluluk” filan olmadigini, cOk daha buyuk topluluklarin oldugunu, rakamlar da vererek, baska bir baslik altinda yazmistim.
Bir de, “irak kürt federe devletini saymazsak” demissiniz ya.. Daha dun Almanya, Barzani’nin referandum kararini cok set sekilde elestirdi.
Almanya’ya tek lafiniz olmadi.
Neden?
“Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Batman’da teröristlerce açılan ateşte şehit düşen askerler ve öğretmen Aybüke Yalçın’a Allah’tan rahmet dileyerek, “PKK terörünü estetize eden batı medyası ne bu askerlerimizi ne de #AybükeYalçın’ı yazacak. Ama onlar bizim kalbimizde hep yaşayacak” dedi.”
http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskanligi-sozcusunden-aybuke-yalcin-aciklamasi-40485888
Devlet terörünü estetize eden işgalci TC devleti medyası ne Roboski’yi, ne #CeylanÖnkol’u, ne de #UğurKaymaz’ı yazacak. Ama onlar bizim kalbimizde hep yaşayacak
“soru: almanya neden bagimsiz kürdistana kar$i?
cevap: almanya’nin derdi de mülteciler.
almanya, kürtlerin irak’tan ayrilmasi neticesinde meydana gelebilecek cati$ma ve istikrasiz ortamda $u andakinden cok daha fazla mültecinin avrupa kapilarina dayanmasindan endi$eleniyor. ondan dolayi mevcut statükonun korunmasindan yana.”
Baska herkesin onca art niyeti var; ama, sira Almanya’ya gelince, adamlarin butun endiseleri –aniden ve nasil oluyorsa– ‘insancil’ seyler oluveriyor.
Oyle ya, Barzani bir bagimsiz Kurt devleti kurarsa, catismalar cikabilecek ve bunun da faturasi (multeciler cinsinden) Almanya’ya cikabilecek.
O yuzden, insancil Almanya, kimse yerinden yurdundan olmasin, analar uzulmesin filan diye bu bagimsizliga karsiymis..
‘Dun gece, sirf sana benziyor diye, hic tanimadigim birine merhaba dedim’ muhabbetleri yani…
Ah, caniiiim… Almanya’nin ‘sahs-i manevi’sini temsilen, hemen cikip sokakta rastladigim ilk Almana sarilasim geldi.
Eminim, yalniz da degilimdir –cunku, biz Sarkliyiz; kolay kanariz boyle lafazanliklara.
O oyle de, azicik gercekci olmakta fayda yok da degil.
Soyle diyebilir miyiz, acaba?
Almanya, Barzani’nin kuracagi devlette Almanya’nin soz hakki olmayacagindan, kurulacak devletin ABD ve Turkiye’ye yakin olmasi ihtimalinin cok yuksek olmasindan dolayi, bu devlete karsidir.
Bir de, tabii, bu devlet, PKK’ya kurdurtulmak istenen devlete rakip ya da hasim da olabilir. Ya da, oyle bir devletin kurulmasina yonelik ihtiyacin azalmasina veya ortadan kalkmasina da yol acabilir.
Yok. Yok.
Zinhar boyle ihtimaller sozkonusu olamaz.
Almanya, kulliyyen iyi niyetli, insancil ve philantrophist insanlarca yonetilir.
Referans: Marksist Arguman.
Bu ülkede hiçbir şey ırkçı-faşist-Kemalist devlet, ve onun dünyanın en aşağılık medyası olma onuruna sahip mehmetçik medyası kadar kötü olamaz. Dolayısıyla en çok eleştirilmesi gereken de onlardır.
Bir insanı öldüren (onun öldürülmesini hiçbir şey haklı çıkarmayacak olsa bile) biri ile onlarca kişiyi öldüren bir seri katil “aynı düzeyde” mi eleştirilmelidir? Ya da böyle bir seri katil ile onbinlerce kişiyi öldüren bir devlet?
Gayr-ı Kanuni Referandumun Gayrı-Meşru İktidarına Karşı Mücadele
KURTULUŞ CEPHESİ – Mayıs-Haziran 2017
http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc156_2.html
http://www.ktunneli.com
Ne Olacak Bu CHP’nin Hali?
Her seçim sonrasında olduğu gibi referandum sonrasında da CHP içten içe kaynamaya, yer yer “rahatsızlıklar” dışa vurulmaya ve “kariyer” hesapları yapılmaya başladı.
Deniz Baykal’ın “çıkışı”, Muharrem İnce’nin 2019 Cumhurbaşkanlığına “aday” olacağına ilişkin açıklaması ve nihayetinde Fikri Sağlar’ın doğrudan Kılıçdaroğlu’nu hedef alan “beyanatları” CHP içindeki kaynayan kazanın fokurtuları olarak ortalığa dağıldı.
Ama “CHP sorunu”, parti içindeki kariyeristlerin ortaya attıkları ve kendilerine taraftar bulmaya çalıştıkları bir “iç sorun” olmanın çok ötesindedir.
Herşeyden önce CHP’nin 16 Nisan referandum sürecinde izlediği “politika”, daha tam ifadesiyle, “politikasızlık”, referandum akşamı Kılıçdaroğlu’nun “masaya yumruğunu vurmayışı”, buna rağmen geniş sol kitlenin CHP’nin çatısı altında kalmayı sürdürmesi “CHP sorunu”nu “solun sorunu” olarak gündeme getirmiştir.
“Sol”un, yani legalist solun, kendince, gelişememesinin en önemli engeli CHP’dir. On yıllar boyunca CHP’yi eleştiren, teşhir eden, yer yer suçlayan “sol” yaklaşım bir türlü istediği sonucu alamamıştır. Böyle olunca da, seçimlerde ya da referandumda ortaya çıkan “başarısızlık” sonrasında CHP’nin “edilgen”, “pasif”, “devletçi”, “ulusalcı” vs. politikaları yoğun bir eleştiriye maruz bırakılmaktadır.
Hiç kuşkusuz referandum sürecinde CHP, daha tam ifadeyle, Kılıçdaroğlu yönetimi, olabildiğince “parti propagandası” yapmayan, referandumda CHP’yi öne çıkartmayan bir politika izlemiştir. Bu politika kimi sol unsurlar tarafından “olumlu ve akıllı” bir politika olarak değerlendirilirken, kimi sol unsurlar açısından referandum sürecinde “öncülüğü” ele geçirmenin bir alameti olarak kabul edilmiştir. Böylece CHP’nin adının geçmediği, ama ana gövdesini oluşturduğu bir “hayır cephesi” ortaya çıkmıştır.
Sonuçta “hayır cephesi”, gayrı-kanuni referandumda %48,6 oy oranıyla “istenilen” sonucu alamamıştır. Ve bir kez daha “başarısızlığın” sorumlusu aranmaya başlanmıştır.
Referandum akşamı Kılıçdaroğlu’nun sonuçlara ilişkin açık bir tutum almaması, hatta “hayır cephesi”nin kitlelerini “sokağa” çağırmaması üzerine aranan sorumlu bulunmuştur: Kılıçdaroğlu.
Böylece de Kılıçdaroğlu “ipe” çekilirken, CHP içindeki “muhalefet”te kendileri için uygun bir zeminin ortaya çıktığını düşünmüştür.
Yukarda ifade ettiğimiz gibi, burada bizi ilgilendiren “sol”un, legalist solun “CHP sorunu”dur.
Yaklaşık 50 yıldır “sol”, legalist sol’un hedef kitlesi, CHP kitlesi olagelmiştir. Pek çok durumlarda da görüldüğü gibi, legalist solun “hedef tabanı” da, CHP’nin “tabanı” da bir ve aynı kesimlerdir. Dolayısıyla birisinin genişlemesi ve etkin olması diğerinin gerilemesi ve etkisizleşmesi anlamına gelmektedir. Böyle olunca da “sol”, her durumda CHP’nin politikalarının yanlışlığını esas alan bir eleştirel çizgi izlemiştir. Amaç, CHP’nin ve yönetiminin politikalarının tutarsızlığını göstermek ve bu yolla CHP’li kitlenin kendi saflarına katılmasını sağlamaktır. Ama 50 yıldır izlenen bu çizgiye rağmen CHP olduğu gibi kalmayı sürdürmüştür.
“Sol”un (ki burada bunun kapsamı içine illegal sol da girmektedir) eleştirisi ve kitlelere göstermeye çalıştığı “gerçek” CHP’nin sol bir parti olmadığıdır. Buna göre, CHP sol bir parti olmadığı gibi, solun (ister sosyalist sol, ister komünist sol, ister başka bir tanımlamalı sol olsun) gelişmesinin en önemli engelidir.
Söylemsel olarak CHP’nin “sosyal-demokrat” bir parti oluşu da “sol”un sosyal-demokrasiye ilişkin genel eleştirilerini yineleyip durmasının koşullarını yaratmıştır. Böylece “sosyal-demokrasi”nin gerçek niteliğini ve anti-komünist niteliğini açığa çıkarma “görevi” tüm “sol”un ortak görevi ve biteviye yineledikleri eleştirileri olmuştur.
Burada CHP’nin tarihine girecek değiliz. Siyasetle az çok ilgisi olan herkesin bildiği bu tarihi yinelemek “CHP sorunu” açısından fazlaca bir öneme sahip değildir.
Evet, CHP, 1960’ların sonundan itibaren (Ecevit dönemi) kendisini “sosyal-demokrat” ya da “demokratik sol” bir parti olarak tanımlaya gelmiştir. Böylece de II. Enternasyonal döneklerinin sosyal-demokrasisi ile CHP özdeşleştirilmeye başlanmıştır.
II. Enternasyonal partileri, her ne kadar kendilerini marksizm içi bir parti olarak tanımlamışlarsa da, III. Enternasyonal’in kurulmasıyla birlikte tüm dünya komünist partileri açısından Marksizm dışı bir siyasal akım olarak kabul edilmiştir.
Almanya’da Spartaküs ayaklanmasının bastırılmasında Alman sosyal-demokrat partisinin rolü ve İtalya’da faşizmin iktidara gelmesinde sosyal-demokratların edilgenliği III. Enternasyonal (Komintern) tarafından sert biçimde eleştirilmeye başlanmıştır. 1923’lerde İtalya somutundan yola çıkılarak sosyal-demokrasi “faşizmin bir kanadı” (Zinovyev) olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Lenin, “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” yapıtında ortaya koyduğu İngiliz “sosyal-demokrat” İşçi Partisi ile Fransız “Sosyalist Parti”ye ilişkin eleştirileri ve bu partilerin devrimin önünde en önemli engel olduklarına ilişkin saptamaları, giderek sosyal-demokrasinin “faşizmin bir kanadı”, “sosyal-faşizm” şeklinde tanımlamalara dönüşmüştür.
1929’da yapılan Komintern KEYK 10. Plenumu’nda sosyal-demokrasi açık biçimde “sosyal-faşizm” olarak ilan edilmiştir.
Sosyal-demokrasinin, gerek Zinovyev’in “faşizmin bir kanadı” olarak tanımlaması, gerek 1929 yılında Komintern tarafından “sosyal-faşizm” olarak belirlenmesinin ardından “yukardan birleşik cephe” yerine “aşağıdan birleşik cephe” çizgisi izlenmeye başlanmıştır.
“Aşağıdan birleşik cephe” çizgisi, komünist partilerinin sosyal-demokrat partilerin tabanlarında çalışmaları ve bu tabanı örgütlemeleri olarak belirginleşmiştir. Ve günümüze kadar solda egemen olan anlayış da bu olmuştur.
Her ne kadar Komintern’e bağlı komünist partilerinin böyle bir çizgi geliştirmesi ve günümüze kadar egemen çizgi olarak kalışı bir olguysa da, sonuçta bu çizginin etkin olduğu bir zaman ve yer söz konusu olmamıştır. Her durumda sosyal-demokrat partiler varlıklarını korumuş ve tabanını muhafaza etmiştir. Bugün Batı-Avrupa’nın emperyalist ülkelerindeki sosyal-demokrat partilerin (adları “sosyalist”, “işçi” vb. olsalar da) “tabanı”, sosyal-demokrasi ile komünizm arasındaki ayrımın bilincindedirler. Bu nedenle, çok küçük geçişler dışında önemsenebilecek bir dönüşüm ortaya çıkmamaktadır.
Ama Türkiye’de sosyal-demokrasi hiçbir zaman marksizme dayanmamıştır. CHP’nin sosyal-demokrat bir parti oluşu, “cumhuriyet’in kurucusu” partinin, yani CHP’nin “halkçı, devletçi, inkılapçı, cumhuriyetçi, laik”liğinin gelişen tarihsel süreçte “sol” bir söyleme yönelmesinin ürünüdür. Ancak aynı CHP milliyetçi bir partidir de.
İşte CHP’nin milliyetçiliği “sol”un CHP eleştirilerinde en başat role sahip olmuştur. Ama Kürt ulusal hareketinin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkan milliyetçilik rüzgarları bu eleştirileri etkisiz hale getirmiştir.
CHP, ister klasik sosyal-demokrat parti olarak kabul edilsin, ister Türkiye’ye özgü bir olgu olarak kabul edilsin, her durumda “sol” açısından “sosyal-faşist parti” olarak görülmüştür. (Kimi dönemlerde “modern faşist parti” türünden tanımlamalar bile yapılabilmiştir.)
“Sol”un sorunu, CHP’nin hangi dönemde hangi politikayı izlediği ve buna göre “sosyal-faşist”likten “sosyal-demokrat”lığa kadar değişen niteliklerle anılması olarak belirginleşse de, “reel” politikada “CHP sorunu” her zaman belirli bir dönemdeki politikalara bağlı olarak belirlenmiştir.
Bugün, 16 Nisan referandumun sonrasında “CHP sorunu”, gayrı-kanuni referandum karşısında açık ve net bir tutum takınmaması olarak kabul edilmektedir.
16 Nisan akşamı ve ertesinde CHP yönetiminden “beklenen” gayrı-kanuni referandum sonuçlarının kesin biçimde reddedilmesi ve kitlelerin bu durumu protesto etmek için sokağa çıkmaları çağrısı yapmasıydı. Bu olmadığı için neredeyse referandumun sonucundan CHP sorumlu tutulmuştur.
“Sol” açısından “CHP sorunu” her ne kadar aynı tabana hitap etmekten türemiş olsa da, referandum sonrasındaki somut durum CHP’nin parlamentoyu boykot etmemesiyle ilintilendirilmiştir. Açık biçimde CHP’nin parlamentodan çekilmesi ve sokak eylemlerine öncülük etmesi istenmiştir.
Oysa ki, gayrı-meşru bir iktidar koşullarında parlamentonun boykot edilmesine ilişkin çok fazla tarihsel örnek de mevcut değildir. Bu konuda verilebilecek en önemli örnek Mussolini faşizmine karşı 1924 yılında tüm muhalefet partilerinin parlamentoyu boykot etmeleridir.
Olay, 10 Haziran 1924’de, Birleşik Sosyalist Parti’nin genel sekreteri Matteotti’nin faşist milisler tarafından öldürülmesiyle başlamıştır. Olayı sert biçimde protesto eden tüm muhalefet partileri (ki Gramsci’nin genel sekreteri olduğu İtalyan Komünist Partisi’de bunların arasındadır) parlamentodan çekilmişler ve Aventine’de alternatif bir parlamento oluşturmuşlardır. Ancak beş ay sürdürülebilen bu alternatif parlamento girişimi İtalyan Komünist Partisi’nin bir dizi gerekçe ile ayrılması ve mevcut parlamentoya geri dönmesiyle sona ermiştir.
Bu dönemde İtalyan parlamento seçimleri 6 Nisan 1924’de yapılmıştır. Mussolini’nin faşist partisi oyların %60’ını alarak 355 milletvekiliyle mecliste mutlak çoğunluğa sahip olmuştur. İtalyan Komünist Partisi’nin oy oranı ise %3,7’dir ve içlerinde Gramsci’nin de bulunduğu 19 milletvekiline sahiptir.
Bu parlamento boykotunun başarısızlıkla sonuçlanmasından bir yıl sonra Mussolini tüm muhalefet partilerini yasadışı ilan etmiş ve pek çok milletvekili (ki aralarında Gramsci de vardır) tutuklanmıştır.
1919’larda fabrika işgallerine sahne olmuş ve 1922’lerde faşist milislere karşı “Arditi del Popolo” adlı silahlı örgütlenmelerin ortaya çıktığı bir ülkede parlamentonun mutlak çoğunluğuna sahip bir partiye karşı “boykot” uygulamasının başarı şansı hiç olmamıştır.
Gerek İtalyan Komünist Partisi, gerekse Metteotti’nin Bileşik Sosyalist Partisi, faşist milis saldırılara karşı ortaya çıkan Arditi del Popolo hareketinden kendi üyelerini geri çekerek zaten “boykot”un başarısızlığının zeminini hazırlamışlardır.
Bu gerçek bir yana bırakılarak, Gramsci’nin, “Eğer yönetici sınıf onayı yitirmişse, yani artık ‘yöneten’ değil, yalnızca ‘egemen’ ise, yalnız açık zor kullanıyorsa, kesin olarak bu demektir ki, büyük kitleler geleneksel ideolojiden kopmuşlardır ve eskiden inandıklarına inanmamaktadırlar.” (abç) (Gramsci, Selection from Prison Notebooks, s. 275) türünden “devrimci durum” belirlemeleriyle teselli bulmak elbette ki mümkündür. Ama sonuçta Mussolini’nin faşizmine karşı mücadele başarısızlığa uğramış ve Mussolini hiçbir muhalefetle karşılaşmaksızın 20 yıl iktidarda kalmıştır.
Özcesi, parlamentoyu “boykot” etmek ne kadar parlak bir fikir olarak görünürse görünsün, mevcut düzenin yasallığının içinde varlığını sürdüren partilerin ve siyasal çizgilerin bunu başarıya ulaştırması olanaksızdır. “Parlamentoyu boykot”, her durumda mevcut düzenin yasallığı çerçevesinde boykot edilen parlamentonun “yasama meclisi” olarak faaliyet göstermesini engelleyemez. “Boykot” koşullarında çoğunluk partisi, mevcut yasalar nedeniyle, isteği yasaları meclisten geçirebilmektedir. “Boykot”cuların böyle bir yasama faaliyeti karşısında çaresiz ve etkisiz kalmaları da kaçınılmaz olmaktadır.
1924 İtalyan “parlamento boykot”undan çıkarılacak tek ders, kitleleri baskı ve teröre karşı koruyacak bir silahlı gücün varlığı olmaksızın gayrı-meşru iktidara karşı mücadele edilemeyeceğidir.
Referandum sonrasında CHP’den istenen ve beklenen “parlamentoyu boykot” ve “sokak direnişini” örgütlemesi uzun dönemli düşünülmüş bir programa bile sahip değildir. AKP ve MHP’nin meclisteki “yasama faaliyeti” nasıl engellenebileceği bile bilinmezken, “sokak direnişi”nin Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş çetelerine karşı nasıl korunacağı bile düşünülmemiştir.
Bu plansız, programsız ve düşüncesiz “istek”, bir noktadan sonra Ukrayna ve Gürcistan’da başarılı olan “Turuncu Devrimleri”nin taklit edilmesi isteminden başka bir şey değildir. Hatta Mısır’daki Tahrir Meydanı eylemlerine benzer bir durumun yaratılarak AKP iktidarının devrileceği beklentisidir.
Ama ne “Turuncu Devrimleri”nde olduğu gibi parlamentoyu kuşatan bir kitle, ne de Tahrir Meydanı’ndaki gibi her türlü saldırıya karşı meydanı terk etmeyen bir kitle mevcuttur. Bu açıdan bakıldığında CHP’den istenen ve beklenen tüm bu eksikliklerin giderilerek “bir şey” yapmasıdır. Yapılmayınca da her türlü eleştiri silahını CHP’ye yöneltmek de siyaset değildir.
Herkes bilmeli ve kabul etmelidir ki, CHP, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesimlerinin milliyetçiliği ile halkçı, devletçi, laiklik yanlısı bir partidir. Küçük-burjuvazinin en sol ve en radikal kesimlerinin (genel olarak “Kemalistler” olarak tanımlanır) etkinliğinin azalışına bağlı olarak yalın bir Türk milliyetçiliğinin CHP’de egemen olması kaçınılmazdır.
CHP tabanına gelirsek.
CHP tabanı, kesinkes ilerici, demokrat, laik bir sistemden yanadır. Onların milliyetçiliği değil, ilerici, demokrat ve laik yanları öne çıkartılmalıdır. Bu yanlar, aynı zamanda devrimci mücadelenin temel özellikleriyle çakışır. Bu bağlamda da CHP tabanı (ki geçmişte değişik zamanlarda görüldüğü gibi) devrimci mücadelenin tabanı olmak durumundadır. CHP tabanının bu niteliğini küçümseyerek, CHP yönetiminin “aktif politika”sından medet ummak “sol”un müzmin hastalığıdır.
KURTULUŞ CEPHESİ – Mayıs-Haziran 2017
http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc156_3.html
Anarşist perspektif dahil ama orada sınırlı kalmadan cevaplarınızı yazar mısınız Gün bey?
8 Haziran İngiltere seçimlerinde, Jeremy Corbyn liderliğindeki Labour Party, parlamentodaki koltuk sayısını arttırmayı başardı.
Mevcut tablo şöyle:
Theresa May koalisyon kurmak için (Labour hariç) kendisine destekçi parti de bulsa, bu koalisyon hükümetinin parlamentoda iş yapması mümkün gözükmüyor. Çünkü Labour’ın gücü, 8 Haziran’da epey arttı.
Aynı şey, Corbyn için de geçerli. Corbyn, bir azınlık (koalisyon) hükümeti kurabilse, bu kez Tory’ler ve Brexit’çiler, Labour Party’yi parlamentoda işlevsiz kılmak için her yolu uygularlar. (Corbyn, eğer iktidara gelebilirlerse, Brexit sürecini olabildiğinde geciktirmek için çalışacaklarını devamlı söylüyor. Ellerinde imkan olsa, Brexit denen şeyi tamamen iptal edip, Avrupa Birliği’nde kalmayı sağlayacaklar ama ellerinde imkan yok Labour Party’nin.)
İngiltere’de, önümüzdeki 3-6 ay arasında, erken seçim olabileceği şimdiden konuşulmaya başlandı.
Sorular:
Sizce, 1990’lı yıllar boyunca Tony Blair’ın siyasi manevralarında cisimleşmiş, kapitalizme eklemlenmiş, Londra finans oligarşisiyle dirsek temasını hiç kesmemiş, elitçi sosyal-demokrat parti Labour Party ile, Jeremy Corbyn’in liderliğindeki Labour Party arasında fark var mı?
Aynı soruyu ABD’deki Demokrat Parti için de sorabiliriz. Bill Clinton – Barack Obama – Hillary Clinton çizgisinde, sadece ABD’deki zengin sınıfa hizmet amacıyla hareket eden Demokrat Parti ile, Bernie Sanders’ın yükselmesine izin verilmeyen Demokrat Parti arasında fark var mı?
Sizce, ‘sosyal-demokrat’lık isimli akımın da içeriği bugün değişti mi, değişiyor mu?
Bundan 30-40 yıl öncesinde polütbüro diktatörlüğü anlayışıyla siyaset yapan sosyal-demokrat partiler, günümüzde kabuğunu yavaş ve ürkek de olsa kırmaya başladı mı?
Yoksa olan biten her şey, ‘ehven-i şer’ ile me ilgili?
(Türkiye’yi sonra konuşacağız.)
Kurtuluş Cephesi, 2170 kelimelik bir yazida, ‘gayrı-meşru’ terimini 46 defa, ‘gayr-ı kanuni’yi ise 2 defa yanlis yazmagi basarmis. Kolay degil.
Yazinin geri kalan kisminda dise dokunur bir sey olmadigi icin, ellemege deger bulmuyorum.
Except this part:
“Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçmesi ve ardından Kurtuluş Savaşını örgütlemesi de gayrı-meşru iktidara karşı ‘direnme hakkı’nın kullanılmasının özgün bir örneğidir.”
Nasi nasi?
‘Yaver-i Sehriyari’ payesi ile dolasirken ve hilafet ve dahi saltanati dusman elinden kurtaracagina dair yemin billah ederken mi yapmis bu ‘direnme hakkı’ kullanimini?
insanlari insanliktan cikaran “kapitalist para rejimi”
kapitalist para rejiminde bebekler de “ticari meta”ya dönü$tü.
Bir kenar mahalleliyim
Mecburen parasizdir ceplerim
“Çin’de yaşayan ve geçim sıkıntısı yaşadıkları için bebeğe bakamayacaklarını söyleyen çift, en yüksek fiyatı teklif edene bebeği vereceklerini duyurdu.
Posta’da yer alan habere göre, yapılan açık artırma sonrası talihsiz bebek 19 bin yuan (yaklaşık 98 bin Türk Lirası) karşılığında satıldı.
Jiangxi Broadcasting Station’ın haberine göre Çin’in Ganzhou kentinde yaşanan skandal sonrası polis çiftin peşine düştü.
Yapılan çalışmalar sonrası yakalanan babanın soyadı Zou olarak açıklanırken, kız arkadaşı ve bebeğin annesi olan kadının kimliği hakkında bilgi verilmedi.
Adamın verdiği ilk ifadede bebeği aynı kentte yaşayan bir aileye sattıkları, ellerine geçen para ile yemek, iki cep telefonu ve yeni kıyafetler aldıkları öğrenildi.” (basin)
t.c.’nin kürtlerle savasinda cepheler: legal/sivil cephe
“HDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encü’ye 4 yıl 7 ay hapis cezası verildi”
islami terör rejimi
erdogan’in “siyasi iktidar tamam, sosyal/kültürel iktidarimizi henüz (tam anlamiyla) kuramadik” mesajini alan “sorumlu” türk vatanda$lari geregini yapmaya ba$ladilar
“Orucumuzu bozuyorsunuz’ diyerek yurttaşlara saldırdılar”
“İstanbul Okmeydanı’nda durakta otobüs beklerken takkeli cüppeli bir kişi ile yanındaki kara çarşaflı kadınların, iki kadın yurttaşa, “Ayıptır ayıptır bacaklarınız görünüyor. Ramazan günü orucumuzu bozuyorsunuz. Hepiniz yanacaksınız cehennemde” diyerek sözlü ve fiziksel saldırıda bulunduğu öğrenildi.
Pirha’dan Rohat Emekçi’nin haberine göre, Aysel Yazgıç, durakta beklerken kendisi gibi başı açık olan bir kadını sakallı ve cüppeli bir erkeğin, “Başını kapat” diyerek ikaz ettiğini, kadının da doğal olarak “Sana ne benim başımdan. Burası özgür bir ülke. Sen kendine bak, kendi etrafına bak” karşılığını verdiğini söyledi. Etraftaki çarşaflı kadınların da kendilerine söylenmeye başlamasıyla olayın büyüdüğünü ifade eden Aysel Yazgıç, başı açık olan diğer kadının kendini otobüse zor attığını, arkasından da sakallı adamın “Açın kapıları” diyerek otobüsün hareket etmesini engellemeye çalıştığını belirtti.” (basin)
islami erdogan rejiminin elindeki tirpan: fetö
“FETÖ’nün Silivri Cezaevi yapılanmasına operasyon”
“İstanbul Organize Polisi FETÖ’nün Silivri Cezaevi yapılanmasına yönelik operasyon düzenledi. İstanbul ve 6 ilde düzenlenen baskında 40’ı ceza infaz memuru 75 şüpheli hakkında gözaltı kararı olduğu öğrenildi.” (basin)
ayar verme operasyonu
ABD’nin ve suudi arabistan’in “dü$man rejimler” listesinin bir numarasi iran ile yakinla$ma egilimine giren katar’a ayar verme operasyonu devam ediyor:
“ABD Dışişleri ‘yumuşama’ çağrısı yaptı, Trump sert çıktı: Katar için teröre destek vermeyi durdurma zamanıdır.”
“ABD Başkanı Donald Trump, Katar’a uygulanan abluka hakkında konuştu. Trump, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerin yaptırım uyguladığı Katar’ı ‘uzun zamandır terörün destekçisi’ olarak değerlendirdi.Trump, ‘Katar için artık teröre destek vermeyi durdurma zamanıdır” dedi.” (basin)
kürtlere terör, filistine hamilik
“Filistin halkının kendi toprakları üzerindeki en temel haklarını çiğneyen ve iki devletli çözüm zeminini tahrip eden bu ihlaller hiçbir şekilde kabul edilemez.” (t.c. di$i$leri bakanligi)
islami asparagas
“halk” denilen faydali ahmaklar topluluguna yönelik iktidar propagandasi
“FETÖ ‘bağımsız Kürdistan’ için kampanya başlatmış”
“FETÖ’ye yönelik soruşturmalar kapsamında çözümlenen ByLock yazışmalarında, Beyaz Saray’ın resmi internet sitesinden Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan bölgesinin bağımsızlığına destek vermek amacıyla başlatılan imza kampanyasına, örgüt üyelerinin katılması yönünde talimat verildiği ortaya çıktı.” (yeni $afak)
kürdistan seferleri
hayali kürdistan burada meftundur: kato dagi fethedildi; zirvesine türk bayragi dikildi
“Kato Dağı Türk bayraklı şehit resimleri ile süslendi”
“İçinde Kato Dağı operasyonunu başlatan Tümgeneral Aydoğan Aydın’ın da bulunduğu helikopter kazasında şehit olan 13 askerin resimleri bayrağa ilave edilerek göndere çekildi. Büyük bir Türk bayrağının alt kısmına helikopter kazasında şehit düşenlerin resimleri ilave edilerek, altına ise ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’, ‘Bir ölür, bin diriliriz’ yazıldı.” (basin)
bir ta$ ile iki ku$ vurma politikasi: “i$galci güc” oldugu halde magdurlari oynama politikasi
kürdistanda “i$galci güc” pozisyonunda olan t.c. devleti, magdurlari oynuyor: “bati destekli kürt terörünün magduruyuz”
“PKK terörünü estetize eden batı medyası ne bu askerlerimizi ne de Aybüke Yalçın’ı yazacak. Ama onlar bizim kalbimizde hep yaşayacak.” (ibrahim kalin)
islami/helal kapitalizm elhamdülillah!
bundan iyisi can sagligi: hem ticaret, hem sevap, hem de reklam
“Türk ürünlerini alıyoruz elhamdülillah”
“Marketten alışveriş yapan Suheyl Avad isimli Katarlı avukat, “Katar’da her şey yolunda. Türk ürünlerini alıyoruz elhamdülillah. Oğlum bu vesileyle ilk kez Türkiye’den gelen sütü içmiş olacak.” dedi.”
“Krizin başladığı ilk günden itibaren Katar yönetiminin bu meseleyi kısa sürede çözeceğine inandığını söyleyen Avad, Türkiye’nin Katar’a destek açıklaması yapması ve gıda ürünleri göndermesi hakkında da, “Ülkeler arasında olması gereken gerçek ilişki bu. Umarım Arap ülkeleri de benzer ilişkileri geliştirir.” diye konuştu.”Türk ürünlerini alıyoruz elhamdülillah”
Marketten alışveriş yapan Suheyl Avad isimli Katarlı avukat, “Katar’da her şey yolunda. Türk ürünlerini alıyoruz elhamdülillah. Oğlum bu vesileyle ilk kez Türkiye’den gelen sütü içmiş olacak.” dedi.
Krizin başladığı ilk günden itibaren Katar yönetiminin bu meseleyi kısa sürede çözeceğine inandığını söyleyen Avad, Türkiye’nin Katar’a destek açıklaması yapması ve gıda ürünleri göndermesi hakkında da, “Ülkeler arasında olması gereken gerçek ilişki bu. Umarım Arap ülkeleri de benzer ilişkileri geliştirir.” diye konuştu.
islami kapitalizm: hem ticaret, hem sevap, hem de reklam
“Türk ürünlerini alıyoruz elhamdülillah”
“Marketten alışveriş yapan Suheyl Avad isimli Katarlı avukat, “Katar’da her şey yolunda. Türk ürünlerini alıyoruz elhamdülillah. Oğlum bu vesileyle ilk kez Türkiye’den gelen sütü içmiş olacak.” dedi.”
“Krizin başladığı ilk günden itibaren Katar yönetiminin bu meseleyi kısa sürede çözeceğine inandığını söyleyen Avad, Türkiye’nin Katar’a destek açıklaması yapması ve gıda ürünleri göndermesi hakkında da, “Ülkeler arasında olması gereken gerçek ilişki bu. Umarım Arap ülkeleri de benzer ilişkileri geliştirir.” diye konuştu.” (basin)
allah kurtarsin!
siyasi ve toplumsal paranoya: fetö
$u cilgin türkler: paranoyak devlet ve paranoyak toplum
“SÖZCÜ’ye ceza kesen müfettiş FETÖ’cü çıktı!”
“SÖZCÜ’yü ‘vergi kaçakçılığıyla’ suçlayan Vergi Müfettişi Çağlar Cerit ile Uzlaşma Komisyonu üyesi Zülfikar Küçükavcı 1 Eylül 2016’da yayınlanan Kanun Hükmünde Kararname ile kamudan atıldı.” (sözcü)
Jeremy Corbyn, Labour’un sol kanadıydı Tony Benn ile birlikte. Sanırım bugün de öyledir. Labour ise aynı Labour’dur. Pek değişmez. Yalnızca toplumda sağdan ya da soldan eser rüzgâra göre hafifçe yön değiştirir. Bunlar sistem partileridir ve çok fazla değişmezler. Yalnızca toplumun ihtiyaçlarına göre şu ya da bu yönde biraz esnerler.
“Yazinin geri kalan kisminda dise dokunur bir sey olmadigi icin, ellemege deger bulmuyorum.”
Yazının geri kalan kısmında sizin çıkarlarınızı tehdit eden ve çürütemeyeceğiniz / yanlışlığını gösteremeyeceğiniz argümanlar olduğu için ellemeye değer bulmuyor olmayasınız?
Katar krizi: “Teröre Karşı İslam İttifakı”, teröristi kendi içinde buldu!
Gerçek
Haziran 5, 2017
Suudi Arabistan ABD Başkanı Donald Trump’ı kendi etrafında topladığı, Teröre Karşı İslam İttifakı’na üye yaptığı, onlarca Sünni Arap ülkesi yöneticisiyle birlikte karşılayalı daha on beş gün yeni doldu. Bu Arap ülkeleri arasında Körfez İşbirliği Konseyi’ne (KİK) üye olan krallık, şeyhlik, emirlikler ayrıcalıklı bir yer tutuyordu. Trump bunlarla özel olarak buluştu. Katar Emiri Tamim bin Hamid es-Sani de bunların arasında idi. Hepsi birlikte “terörizm” ile mücadeleye yemin ettiler.
Şimdi sadece on beş gün sonra bu Katar denen ülke terörizm destekçisi olduğu için aforoz ediliyor! Başta Suud olmak üzere Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn (ve kimi yönettikleri belli olmayan yersiz yurtsuz Yemen ve Libya hükümetleri!), bir de uzak Maldivler (Suud’a çok borcu olmalı!) Katar ile ilişkisini kesti. Gerekçe, Katar’ın dünyanın en eski İslamcı örgütlerinden Müslüman Kardeşler’e (İhvan), ama sadece ona değil, DAİŞ’e, El Kaide’ye ve hatta İran’a ve onun ardında olduğu gruplara destek vermesi! Yani terörist destekçisi olması. Ama Katar düne kadar Teröre Karşı İslam İttifakı’na üyeydi!
İşin aslı şu: Katar İhvan’ın baş destekçisidir. Suud ise İhvan düşmanıdır. Onun gericiliğini kendi Vahhabi gericiliğine tehdit görür. Mısır 2013’te İhvan’ın seçtirdiği başkan Mursi’yi devirerek başa gelen bir diktatör olan el Sisi tarafından yönetilmektedir. Birleşik Arap Emirlikleri Suud ile kankadır. Bahreyn, Şii çoğunluğa karşı ayakta durmaya çalışan baskıcı bir Sünni kralın (Hamad bin İsa el Halife) 2011 Arap devriminden beri Şiileri bastırmaya çalıştığı bir ülkedir. Yemen ve Libya “hükümet”leri ise Suud’un uşağıdır. Durum açıktır: Arap dünyası, özellikle petrol rantiyesi devletler, Şii-Sünni mezhepçi bölünmesini kesen öteki eksende, İhvancılık taraftarlığı ve karşıtlığı üzerinden birbirlerine düşmüştür. 2014’te ilk kez doğan ama bastırılan kriz yeniden canlanmıştır. Bundan ünlü tv kanalı El Cezire ya da Qatar Airways, Emirates ve Etihad gibi dev havayolları şirketleri bile etkilenmiştir. Kriz büyüktür.
Şimdi iki soru var. Birincisi, Trump ne halt edecek? Katar’ın el Udeyd üssü, sadece 10 bin Amerikan askerinin değil, aynı zamanda CentCom’un, yani bütün Ortadoğu’ya bakan komutanlığın üssüdür! Suud ve Katar ABD’nin bölgedeki en önemli müttefikleridir. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal!
İkincisi, Tayyip Erdoğan ne yapacak? Erdoğan 2011-2013 arasında İhvan eksenli bir uluslararası ittifakı strateji haline getirmişti. Rabiacılık bunun bugünkü uzantısıdır. Türkiye ayrıca Katar’da bir üs kurmuştur. Bol bol katar parasından yararlandığı da yaygın konuşulan bir şeydir.
Buna karşılık el Sisi İhvan’ın başkanı Mursi’yi devirince 2013-2014 yıllarında Türkiye ile Suud’un arası fena halde bozulmuştu. Ancak eski kral Abdullah’ın Ocak 2015’teki ölümünün ardından, yeni kral Salman’ın başa geçmesinden sonra AKP hükümeti ile Suud’un arası düzeldi. Ama bunun aslında bir ölçüde ortak düşman olarak görülen İran’a karşı bir çatlak örme operasyonu olduğu, 15 Temmuz’da Suudi medyasının da Erdoğan’a pek bir sempati ifade etmemesi ile belli olmuştu (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/sen-de-mi-suud). Şimdi Katar sorunu derinleşir ve Erdoğan Katar ile Suud arasında tercih yapmak zorunda kalırsa, Sünni dünyanın “Reis”liği stratejik bir yara daha alacaktır.
Trump Suud’u ziyaret ettiğinde bütün dünyayı eğlendiren bir olay yaşanmıştı. Gezinin en sembolik anında, Trump ile Kral Salman, yanlarında da el Sisi, post-modern kitsch’in en bayağı mizanseniyle ışıklar saçan bir küreye sihirbazlar gibi karşılıklı ellerini koymuşlardı. Amaç terörizme (yani İran’a) karşı aşılanmaktı. “Terörist” kürenin içinden çıktı!
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/katar-krizi-terore-karsi-islam-ittifaki-teroristi-kendi-icinde-buldu
t.c.’nin sömürgesi: kürdistan
t.c.’nin paramileter gücü: öso
ayni konuda önce türk basinindan alinti:
“TSK’dan PYD’ye ağır darbe”
“SIZMAYA GİRİŞİMİ ÖLÜMLE BİTTİ”
“Gece yarısı; PKK/PYD’li teröristler, ÖSO birliklerinin denetiminde olan Cerablus’a sızmaya çalıştı. Anında harekete geçen TSK; OBÜS ve Fırtına toplarıyla teröristleri bombardımana aldı.”
“TSK’nın bombardımanlarından sonra ÖSO birlikleri de kara harekatı başlattı. Sıcak çatışmaların yaşandığı bölgede, teröristler ağır zaiyatlar verdi.”
ayni konuda $imdi de kürt basinindan alinti:
“YPG: Türkiye’ye bağlı 21 çete öldürüldü”
“YPG, işgalci Türk ordusuna bağlı çetelerin son 4 gün içerisinde Rojava ve Kuzey Suriye topraklarına dönük saldırılarında 21 çetenin öldürüldüğünü açıkladı.
YPG Basın Merkezi, işgalci Türk ordusu ve çetelerinin Rojava ve Kuzey Suriye’ye dönük saldırılarına ilişkin açıklama yaptı.
YPG Basın Merkezi’nin resmi internet sitesinde yer alan açıklamada şu bilgiler yer aldı:
“İşgalci Türk ordusu ve komutası altında hareket eden çetelerin Rojava topraklarına yönelik saldırıları ihlalleri devam etmektedir.
İşgalci Türk ordusu ve ona bağlı çeteler tarafından son dört günde gerçekleştirilen saldırılar ve ihlallere ilişkin sonuçlar şu şekildedir:
06.06.2017 tarihinde işgalci Türk ordusunun komutası altında hareket eden çeteler, Efrin’in Şêrewa ilçesinin Basufanê ve Bircikê Silêman köyleri ile Şera ilçesinin Eyn Deqnê köyüne havan toplarıyla saldırmıştır. Aynı saatlerde Qestel tepesi ağır silahlarla taranmıştır. Ayrıca aynı gün akşamdan sabah saatlerine dek Türk ordusunun insansız hava araçları ve savaş uçakları Kobanê sınır hattı boyunca ve şehir merkezi üzerinde uçmuştur.
07.06.2017 tarihinde İşgalci Türk ordusunun komutası altında hareket eden çeteler, Ezaz tarafından Efrin’e bağlı Eleqîn köyüne saldırmıştır. Güçlerimiz çetelerin saldırına anında karşılık vermiş, alanda şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Yoğun çatışmaların ardından çetelerin saldırısı püskürtülmüştür. Çatışma sonucunda 21 Türk çetesi öldürülmüştür. 13 cenazenin üzerine giden savaşçılarımız 4 kalaşnikof ve raxtlarıyla beraber, 2 telefon ve 1 kimlik ele geçirmiştir. Ayrıca çetelere ait bir araç imha edilmiştir. Aynı gün Türk ordusunun insansız hava araçları ve savaş uçakları Kobanê semalarında uçuş gerçekleştirmiştir.
08.06.2017 tarihinde İşgalci Türk ordusunun komutası altında hareket eden çeteler, Efrin’in Cindirêsê ilçesindeki Barîn tepesi, Şehit Şilan tepesi ve Baz tepesine ağır silahlarla saldırmıştır. Güçlerimiz çetelerin saldırısına anında karşılık vermiş ancak ölü ve yaralı çete sayısı hakkında net bir bilgi elde edinilemiştir. Aynı gün çeteler havan toplarıyla Efrin’e bağlı Şera ilçesinin Belûniyê ve Vîla Qadî köylerine saldırmıştır. Ayrıca aynı gün saat 08.00’de Türk askerleri Girê Spî’nin Ebû Zellê köyünde tarım arazisiyle uğraşan bir köylüyü tarayarak yaralamıştır.
09.06.2017 tarihinde İşgalci Türk ordusunun komutası altında hareket eden çeteler, Efrin’in Şêrewa ilçesinin Basufanê ve Cindirêsê ilçesinin Iska tepesine havan toplarıyla saldırmıştır. Ayrıca çeteler Kobanê’nin batısında bulunan Ziyaret köyüne ağır silahlarla saldırmıştır. Aynı saatlerde Türk ordusuna ait insansız keşif uçakları Kobanê sınır hattında uçmuştur. Yine işgalci Türk ordusuna bağlı çeteler Aşağı Cerablus’tan Fırat’ın doğusunda bulunan Kobanê’ye bağlı Şêxler kasabasına havan toplarıyla saldırmıştır.” (firat haber)
cihatci terör halifesi öldü mü?
“Flaş iddia! Ebubekir el Bağdadi öldü”
“Suriye devlet televizyonu tarafından yapılan açıklamada, terör örgütü DEAŞ lideri Ebubekir el Bağdadi’nin Rakka’da bir hava saldırısında öldürüldüğü öne sürüldü.
Al Masdar’da yer alan habere göre, Suriye devlet televizyonu, terör örgütü DEAŞ’ın lideri Ebubekir el Bağdadi’nin, örgütün fiili başkenti Rakka’da düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü duyurdu. Rakka’da dün gece yoğun hava saldırılarının gerçekleştiği belirtilen haberde, Bağdadi’nin ölümüne ilişkin doğrulayıcı bir başka bilginin henüz bulunmadığı kaydedildi.” (basin)
rusya, “pyd ve ABD, i$id ile anla$ti; i$id rakka’yi bo$altti” iddiasinda bulunmu$tu, türk basini da haberin üzerine atlami$ti.
i$id rakka’yi anla$mali bo$alttiysa anti-i$id koalisyon ucaklari rakka da kimi bombaliyorlar öyleyse?
zileli’nin “özgürlükcü” politikalarina rakip cikti
“demokrasi yanlisi özgürlükcü” iki devlet kader birligi yapti: türkiye ve katar
“akp” markali siyasi komedi’den bir replik:
“Şu kesin; Türkiye’nin takip ettiği özgürlükçü, demokrasi yanlısı politikalardan rahatsızlık duyuluyor. Katar’ın da Türkiye ile aynı çizgide olması nedeniyle Katar’a karşı böyle bir harekete kalkıştılar.” (emrullah i$ler, akp milletvekili)
katar, t.c.’yi kendine hami olarak secti
bölgesel emperyalist güc olma yolunda isinma hareketleri
“Katar’ın güvenliğini Türk askeri sağlayacak”
“TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Başkanı Emrullah İşler, Katar’da güvenliği Türk askerinin sağlayacağını söyledi. Meclis’ten geçen anlaşma ile bu ülkeye askeri birlik sevkedilebileceğini ifade eden İşler, “Katar kendisi istekte bulundu. İki ülkenin kararlaştıracağı çerçevede o birlik görevini yerine getirecek” diye konuştu.” (basin)
global kapitalizmin kalbi ve nabzi: borsa
“Buna göre el Sani, borsanın ilk günkü düşüş sonrası toparlanmasıyla rahatlamış durumda. Öyle ki, iftar yemeğinde espiri bile yapmış.” (basin)
“halk”, nami diger “uyuz merkep”
“halk” denilen faydali ahmaklar toplulugu devletlerin kendi aralarinda ki siyasi oyununda kendilerine dü$en rolü layikiyla yerine getiriyorlar
“Suudiler’den Türk mallarına boykot!”
“Türkiye’nin Katar’a asker ve gıda yardımı gönderme kararının ardından başlayan Türkiye aleyhtarı sosyal medya kampanyası, ülkede satılan Türk ürünlerinin resimlerini paylaşma eylemine dönüştü.”
“Kısa bir süre içerisinde binlerce tweet’in atıldığı konuyla ilgili kullanıcılar, ülkede ilgiyle izlenen Türk dizilerini de boykot etme çağrısında bulundu. Bazı kullanıcıların da Türkiye’ye seyahat etmeme çağrısı yaptığı görüldü.” (basin)
insan akli ve mantigiyla alay etmek
“günün ayet ve hadisi” (yeni $afak)
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf, 179)
marxist argüman diyor ki:
ey yaradan!
cehennemde yansinlar diye hayvan gibi gafilleri bizzat kendin yarattigini söylüyorsun: bu durumda gafil olan yaratan midir yaratilan midir?
bizzat kendin yarattigin kullarin icin cehennemde önceden rezervasyon yapan, yer ayirtan yine sen: bu durumda gafil olan yaratan midir yaratilan midir?
ey yaradan, sen nasil yaradansin: bu ne perhiz bu ne lahana tur$usu?
laik demokrai ile dini demokrasi; laik devlet ile dini devlet arasinda ki fark
modern toplumun tanrisi: devlet
modern tolumun kutsal kitabi: anayasa
modern toplumun hadis ve ayetleri: yasalar/kanunlar/yönetmelikler
“günün ayet ve hadisi (yeni $afak)”
“Kulum kötü bir amel yapmak isteyince, onu yapmadıkça yazmayın. Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı düşünerek terketti ise, bunu onun lehine bir sevap yazın.”
“Kulum iyi bir iş yapmak arzu edince, yapmasa bile onu, lehine bir sevap yazın. Eğer onu yaparsa, en az on misli olmak üzere yedi yüz misline kadar ona sevap yazın. ”
“Kulum kötü bir amel yapmak isteyince, onu yapmadıkça yazmayın.”
yani kötü bir niyet, dü$ünce vs. aklimizdan gecince günah yazilmiyor. iyi, ordan kurtardik.
“Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı düşünerek terketti ise, bunu onun lehine bir sevap yazın.”
yani sevap ve günah yazma bir ce$it puan sistemine göre i$liyor: günah i$lediysen eksi puan, günah yazdiran i$ten allah korkusuyla vazgecince arti puan.
“Kulum iyi bir iş yapmak arzu edince, yapmasa bile onu, lehine bir sevap yazın.”
yani insanin düsüncesinde iyi, hayirli $eyler düsünmesi sevap kazanmasi icin yetiyor.
“Eğer onu yaparsa, en az on misli olmak üzere yedi yüz misline kadar ona sevap yazın.”
yani melekler, kul, kafasinda tasarladigi hayirli i$i yaparsa, sirf düsününce kazandigi sevabin en az on misli, azami yedüyüz misli sevap yazma hakkina sahipler.
yaradan, bu asgari on misli ile azami yediyüz misli sevap yazma kuralini neye göre belirlemi$, merak ettim dogrusu.
burdan $unu da anliyoruz, sevap yazan meleklerin matematigi cok kuvveli, katsayi hesaplama ile sorunlari yok.
kafadan mi hesapliyorlar, hesap makinesi mi kullaniyorlar, merak ettim.
sonuc: görüldügü üzere eski toplumlarda din/inanc, insanin akil ve mantigini cendereye alan; insanin neyi nasil düsünüp nasil yapmasini dikte eden bir i$lev görüyor.
günümüz modern toplumunda tanri’nin yerini “devlet” ve kutsal kitaplarda ki insan düsünce davrani$larini belirleyen; insani terbiye eden ayet ve hadislerinin yerini resmi yasalar/kanunlar almi$ durumda.
peki modern toplumun tanrisi devlet, kullarina anayasal egitim, okul ve medya egitimi ile neyi nasil düsünüp yapmalari gerektigini dikte ettigi halde, ayrica dini egitime neden hala ihtiyac duyuyor?
cevap: fazla egitim/terbiye göz cikarmaz.
günümüz modern devletleri de, itaatkar bir toplum yaratmak icin din’den faydalanmaya devam ediyorlar. yasanin/kanunun yetersiz kaldigi yerde ayet ve hadisler devreye giriyor.
bu durumda bati’nin laik demokrasileriyle türkiye’nin dini demokrasileri arasinda ki fark ne oluyor?
cevap: laik devlet, itaatkar bir toplum yaratmak icin devletin yasalarini/kanunlarini yeterli buluyor; dini devlet ise itaatkar toplum yaratmada yasalarin/kanunlarin yeterli olamayacagini dü$ünüyor ve anayasanin yanina kutsal kitabi da ekliyor; yasalarin yanina hadis ve ayetleri de ekliyor.
Gün sana 41 saniyelik bir video gönderiyorum. Virüs değildir.
https://twitter.com/bayanyani/status/873631980390363137
Bu ablamızın taspitleri hakkındaki yorumun nedir Gün?
REFERANDUMDAN SONRA ‘HAYIR’ CEPHESİ, HAZIRLADIKLARI BROŞÜRLERE, ‘GELİN BİRLİK OLALIM’ SÖYLEMLERİNE İMZACI TOPLAYARAK, DAHA NEREYE KADAR DEVAM EDEBİLİR?
Bugünden bunalmış, siyaset kurumunun rakibini taklit etmek dışında alternatif üretememesinden dolayı geleceğe dair umudu kalmamış farklı dünya görüşüne sahip insanların-grrupların, olumsuz gidişe dur diyebilmek adına, 16 Nisan referandumunda, sürece bizzat el koyarak hayır oyu kullanmış olmalarını, geleceğe yönelik umut oluşturacak siyasi bir birlik yaratmanın zemini olarak görmek mümkün mü? Habertürk Gazetesine verdiği demeçten anladığımız kadarıyla, Prof. Dr. Ali Nesin’e göre mümkün. CHP yönetiminin de benzer görüşte olduğu anlaşılıyor. ‘Hayır’ oyu kullanacağını açıklamış olan siyasi parti, demokratik kitle örgütü, dernek ve vakıflar bizzat Genel Başkan tarafından ziyaret ediliyor.
Benzer umudu dillendiren başka siyasi guruplar da söz konusu. Geçtiğimiz günlerde, aralarında siyasetçilerin, yazarların, dernek ve vakıf başkanlarının, akademisyenlerin, sanatçıların da yer aldığı 1000 kişi tarafından imzalanarak toplumla paylaşılan bildirinin amacı da farklı değil. Tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi, bu grubun içinde yer alma nedenini, ‘Gazeteler benimle söyleşi yaptıklarında ‘kaç kişiyiz biz?’ diye soruyorlar. Referandumda gördüm ki, biz kalabalığız. Çok mutlu oldum ve nasıl birleşeceğimizi gördüm. Buraya geliş nedenim, birleşmenin ilk adımıdır diye düşündüm.’ sözleriyle açıklamış.
Genel olarak baktığımızda, bildiri imzacılarının, herkesin katılacağını düşündükleri genel ifadeleri farklı kelimelerle tekrarlayarak, ‘Hayır’ cephesinin bütününü kucaklayacağını varsaydıkları bir bildiri metni hazırlamaya çalıştıkları görülüyor. ‘Bölge halkları ve dünya ülkeleriyle eşit, haklı işbirliğini gözeten barışçı bir siyasetin, egemen kılınması…’ diyen, ancak, ‘bölge halkları’ ile ‘dünya devletleri’ ayrımının neye göre yapıldığını, ‘bölge halkları’ derken kastedilen şeyin bölge ülkeleri mi, yoksa, bu ülkelerdeki etnik veya dini kesimler mi olduğunu açıkça söylemeyen-söylemekten kaçınan, ‘İdeolojik dayatmacı, cinsiyetçi, ayrımcı olmayan; özerk ve eleştirel düşünceye dayalı bir eğitim sisteminin egemen kılınması…’ deyip, ideoloji karşıtlığının nedenlerini söylemeye gerek duymayan, Cumhuriyetin kurucu ideolojisinin de bu kapsama girip girmediğinin yanıtını vermeyen, ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ gibi herkesin içini farklı şekilde doldurabileceği soyut kavramları sıkça tekrar eden, ne dediği net olmayan bir metin söz konusu.
Metindeki bu belirsizlik, bildiri imzacılarının konuşmalarına da yansımış durumda. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, ‘Kimliklerimizi ön plana çıkarmaya heveslendik. Kim, neden kimliğini ön plana çıkarmak istesin ki?’ diyerek yakın geçmişte izlenen kimlik politikalarına dayalı ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ söylemlerine karşı eleştirel bir tutum alıyor. ‘Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)’ Genel Başkanı Aysel Çelikel; ‘Kimliklerimizi ikinci planda tutmayı öğrendiğimiz zaman, her şey güzel olacaktır.’ derken, HDP milletvekili Hüda Kaya, ‘Bize dayatılmaya çalışılan tek renge karşı, özgün renklerimizle bir aradayız, yan yanayız.’ diyerek, kimliklerin ön planda olduğu bir araya gelişten bahsediyor, HDP’nin bilinen çizgisini aynen sürdürüyor.
Bildirinin sunulduğu toplantıda, ‘Bugün önemli ve özel bir gün. Türkiye’nin vicdanı sayılan insanların bir araya gelmesi, demokrasi adına çok önemli. Sorunların, demokratik yollarla çözülmesi bir direnç, bir çabadır.’ diyen Ahmet Türk de, çözülmesi gereken ‘sorunlar’ derken neyi ya da neleri kastettiğini açıklama gereği duymamış. Bölge ya da etnik köken farkı tanımaksızın gençleri, sadece gençleri değil tüm toplumu işsiz, umutsuz bırakan, çevremizi kan gölüne çeviren ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ benzeri neo-liberal bağımlılık politikalarından mı, yoksa yarım kalmış ‘açılım’ sürecinden mi bahsediyor, belli değil.
Sonuç olarak, 12 Eylül 1980 darbesiyle yürürlüğe koyulan, AKP’nin de yılmaz uygulayıcısı olduğu neo-liberal bağımlılık politikalarını görmezden gelen (ekonomik ve siyasi), içi boş bir ‘demokrasi’, ‘özgürlük’, ‘hak’, ‘adalet’ söyleminin hakim olduğu, ülkenin, toplumun ekonomik ve sosyal sorunlarını, bu sorunların özellikle zor durumda bıraktığı toplumsal sınıfları, üniter devlet yapısı dahil aşındırılmış Cumhuriyet değerlerini görmezden gelen bir ‘dil’ ile karşı karşıyayız.
BİRLİK YARATMANIN ZEMİNİ
Bu noktada, yazının başında sorduğumuz soruyu, yukarıda değindiğimiz konuları da dikkate alarak, farklı bir şekilde yeniden soralım.
AKP’nin de kendinden öncekiler gibi, yalnızca sıradan bir aktörü olduğu, neo-liberal küreselleşmeci dünya düzenini ve bu düzenin esas aktörlerini görmezden gelerek, yalnızca bu politikaların sıradan bir uygulayıcısı olan iktidar partisini hedef alan bu ‘dil’, siyaseten geleceğe umut olacak bir birlik yaratmanın zeminini oluşturabilir mi?
Kişisel olarak, aradığımız ‘dil’in bu olduğu kanısında değilim.
Daha da ileri giderek, 1980 darbesi sonrasında, CHP’yi 1980 öncesi sahip olduğu değerler sisteminden kopararak, Tony Blair, Gerhard Schröder çizgisine taşıyan, ‘esnek’ ve ‘kapsayıcı’ olayım derken, kendi toplumsal tabanıyla bağlarını koparan, ve bunun sonucu olarak uzunca bir süredir emekten, ekonomik ve siyasi bağımsızlıktan yana politikaların iktidar alternatifi olmasının yolunu kapatan bir ‘dil’in içinde bulunulan umutsuzluk ortamında, sanki, yeni bir şey söylermişçesine, yeniden piyasaya sürülmek istenildiği kanısındayım.
Neo-liberal küreselleşmeci siyasi çizginin devamı görüntüsü veren bu ‘dil’in, bırakın birleşip güç oluşturmayı, daha çok parçalanmanın zeminini oluşturma riskini taşıdığını düşünüyorum.
Hele ki, benzer dili kullanan benzer siyasi yapıların, sadece ülkemizde değil dünya çapında neden oldukları acılar, ve bu acıların bedeli-sonucu olarak her geçen gün artan bir şekilde yaşadıkları başarısızlıklar ortayken.
Ahmet Müfit, 10 Haziran, odatv
Gayr-ı Kanuni Referandumun Gayrı-Meşru İktidarına Karşı Mücadele KURTULUŞ CEPHESİ
gayri marxist devrimcilik: ulusalci/milliyetci KURTULUS CEPHESI
gayri devrimci gerilla romantizmi: reformist KURTULUS CEPHESI
gayri komünist iktidar savasi: düzenici KURTULUS CEPHESI
burjuva anayasal düzeni ve devletin/t.c.’nin varligini hedefleMEyen devrimcilik: düzen savunucusu örgüt: KURTULUS CEPHESI
kapitalist sömürü ekonomisi ile, kapitalist özel mülkiyet ve para rejimi ile hicbir sorunu olmayan devrimcilik: kapitalizm ile bari$ik örgüt: KURTULUS CEPHESI
“iciyorsam sebebi var” tarzi argümentasyon devrimciligi: silahli mücadele/gerilla mücadelesi/öncü savasi gerekli diyorsam sebebi var diyen devrimci örgüt: KURTULUS CEPHESI
real sosyalistlerin marxist gelenege biraktiklari kötü mirasin, ulusalci/milliyetci devrimciligin temsilcisi örgüt: KURTULUS CEPHESI
t.c. devletinin anayasal hukuk düzenini kendi devrimci mücadelesine me$ruluk kaynagi olarak alan devlet savunucusu devrimci örgüt: KURTULUS CEPHESI
gerilla savasini/silahli $iddeti romantize eden ve bundan dolayi kürt ulusal hareketinin gerilla mücadelesine gipta ve kiskanclikla bakan devrimci örgüt: KURTULUS CEPHESI
kendini, t.c. devletinin anayasal düzeninin bekcisi ve savunucusu olarak takdim eden, pusulayi $a$irmi$, ideolojik bunalim ya$ayan devrimci örgüt: KURTULUS CEPHESI
real sosyalizmin kendini feshetmesinden sonra varligi anlamsizlasan; neden hala varolduklarini, neye kar$i, neden ve hangi hedef ile mücadele ettiklerini kendileri de bilmeyen $a$kin türk devrimci örgütü: KURTULUS CEPHESI
“direnme hakki”ni idealize eden fakat neye, kime, neden direnilmesi gerektigini kendisi de bilmeyen, ideolojisi olmayan türk devrimci örgütü: KURTULUS CEPHESI
“özde” bagimsiz millet: türkler
“sözde” bagimsiz millet: kürtler
sözkonusu kürtler olunca bagimsizlik bile “sözde” oluyor
solcu türk fa$istlerinin gazetesi “aydinlik”tan alinti:
“…Barzani’nin sözde bağımsızlık için referanduma gideceğini açıklaması…”
almanya türklere dost mu dü$man mi?
islamci türk fa$isti necip’in almanya ilgili yazdiklarini, almaya’yi dü$man gören fikirlerini okuduk, bakalim solcu türk fa$isti dogu perincek almanya hakkinda ne demi$:
“almanya bati asya ve avrasya cephesinde”
“-Birincisi, Almanya Kürdistan’ın bağımsızlığı için yapılacak halk oylamasına karşı tavır aldı ve bölgemizde yeni sınırlar çizilmesine karşı çıktı. Irak, zaten kendi ülkesinin bölünmesine gerekirse askerî güç kullanarak izin vermeyeceğini açıklamıştı. Almanya’dan sonra dün Rusya ve İran da Kürdistan için halkoylaması yapılmasına karşı ağırlıklarını koydular. Suriye ise ABD güdümlü PKK/YPG güçlerini Haseke’de vurdu, Kamışlı’da kuşattı. Böylece Irak, Türkiye, Suriye, İran, Almanya ve Rusya, Batı Asya’da aynı cephede buluştular. Bu cephenin diğer devletleri de yarın öbür gün tavırlarını açıklayacaklardır. Karşıda ABD, İsrail, Barzani ve PKK/YPD-YPG var.” (dogu pericek)
sagcisi solcusuyla, ey türk fa$istleri karar verin, almanya size dost mu dü$man mi?
“bölücü” köprü yikildi
pkk’li teröristlere yardim ve yatakliktan yapmaktan suclu bulunan köprü yikildi
t.c.’nin kürdistanda ki “bölücü terör” ile mücadelesinden köprü’ler de nasibini aldi
“DBP’li belediye PKK’lı teröristler için köprü yaptırmış”
“DBP’li Van Büyükşehir Belediyesi tarafından, 450 bin lira harcanarak Van’ın Çatak ilçesine 15 kilometre uzaklıktaki Körüklü Vadisi dolaylarındaki Çatak Çayı üzerine yaptırılan köprü, İçişleri Bakanlığı’nca “Belediye Başkan Vekili” olarak görevlendirilen Kaymakam Hacı Asım Akgül’ün talimatıyla kaldırıldı..” (basin)
Devletçi Türk halkının önemli bir bölümünde etkin olan Kürt düşmanı ırkçılığa bir örnek. Haberlerin altları bunun gibi ırkçı okuyucu yorumlarıya kaynıyor:
Oğuzhan Türkmen11 Haziran 2017
Saddam halepçede hakliymiş
Oğuzhan Türkmen11 Haziran 2017
Kürdüstan hayaldir…
http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-referandum-tepkilerinin-ardindan-ikbyden-ilk-cevap-40486766
Kendini anti-kapitalist sanıp kapitalizmi yıkılmaz/ebedi bir sistem olarak gören, diğer bütün anti-kapitalist yazar ve yorumcuların düşüncelerini “yanlış, idealist, ütopik vb.” diye yaftalayarak karşı çıkan senin aksine, Kurtuluş Cephesi kapitalizme/sınıflı topluma belki de en uzlaşmaz/radikal şekilde karşı olan devrimci gruplardan biridir.
Onlar, RTE/AKP iktidarının, burjuva devletin hukukuna göre BİLE gayrı-meşru olduğunu söylerken, burjuva devletin hukukunun KENDİSİNİN meşru olduğunu savunmuyor.
Okuduğu şeylerin neredeyse hiçbirini (ticaret kelimesinin yan anlamlarını, bir iktidarı burjuva hukukuna göre bile gayrımeşru saymanın burjuva hukukunu meşru saymak anlamına gelmeyeceğini vb.) anlamayan, daha doğrusu genel olarak anlama problemi olan birine bir şeyler anlatmaya çalışmak zaman kaybı. (Zileli de bir tartışmada “Marksist Argüman’ı cevap bile vermeye gerek duymayacak kadar mekanik buluyorum” demişti. Necip’in bir yorumunu yanıtlarken “Sanırım kafanız biraz mekanik çalışıyor” demesinden açılmıştı konu.)
“Okuduğunu Anlamayan Argüman (ve Necip)” derken bir yanlış anlamaya meydan vermemek için eklemeliyim. Necip’in değil, sadece Argüman’ın “Okuduğunu Anlamayan” olduğunu söylemek istiyorum.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın örnek verdiği bir cümleyle; [“Âlim olan Zeyd ve Amr bana geldi.” denildiği zaman Amr’ın da âlim olması gerekmez.]
(Din-içi çatışmaların ilginç örneklerini veren bir yazıdan alıntılar. Arada bir bunlara da göz atmakta -bu kesimleri daha doğru tanımak bakımından- fayda olabilir.)
…Bundan bir müddet önce Ehli Sünnet’in azılı düşmanlarından, zındık cehmî Muhammed Zahid el-Kevseri hakkında Ebu Ahmed Abdurrahman kardeşimizin bazı notlarını yayınlamıştım. Darusselam başlıklı – aslında Darulkelam adı onlara daha layıktır – sitede sözkonusu yazının iftiralardan ibaret olduğu şeklinde bir makale yayınlandı… Belirttiğim gibi makale sahibi ben değilim, ancak makale sahibi ile aynı akidedeyim ve Kevseri’nin Ehl-i Sünnete düşmanlığını, cehmîliğini dile getirmek malumu ilandan başka bir şey de değildir… Ben reddiye mahiyetinde yazılmış olan yazıda gördüğüm, Ehl-i Sünnete çirkince yapılan saldırılar ve çarpıtmalar hakkında üzerime düşeni yapmak gayesiyle bu yazıyı yazmak durumunda kaldım.
1- Reddiyenin sahibi şu ifadeleri kullanmıştır: “Çünkü Kevseri’nin eserleri çağdaş Mücessime fırkasını son derece rahatsız edici, susturucu ve müdellel bir mahiyete sahiptirler. Önce Arab dünyasından Kevseri’ye dair yazılmış iftira dolu bir yazı, Türkiye’deki Mücessime fırkası mensuplarınca tercüme edilmiş ve birtakım sitelerde neşredilmiştir”
Cevap: Hakkaniyeti arzu eden bir eda ile Kevseri’ye iftira edildiğini dile getirmeye çalışan yazar “iftira olduğunu düşündüğü”(!) bir yazıya neden başka bir iftira ile karşılık verme çabasındadır? Yazardan ricamız; önce mücessimelik dediği şeyi açıklamasıdır. Eğer mücessime sözüyle Allah’ı mahlukata benzetmek ve O’na cisim isnad etmeyi kastediyorsa – ki kelimenin açık anlamı budur – bizlerin nerede bunu yaptığımızı ispat etmelidir. Yok eğer mücessime kelimesini hevasına göre yüklediği anlamlarla şerh edip “Kur’an ve Sünnet’in Allah Azze ve Celle hakkında belirttiği sıfatlara geldiği gibi iman etmeyi” dahil ediyorsa, başta sahabeler, tabiin, müçtehit imamlar ve bütün ehl-i sünneti vehmettiği dairenin içine sokmaktadır. Bu takdirde sahabelerin içinde bulunduğu dairede bulunmaktan dolayı da ancak Allah’a hamd ederim. Heva ehlinin buna “mücessime” ismini vermiş olmasına da aldırmam. Zira bu gibi isimlerle yakıştırma yapmak batıl ehlinin kadim adetidir. Bu batılâne tavrı bu ümmet içinde sürdürmeye çalışanlardan biri de el-Kevseri’dir ve muhtemelen reddiyeci yazar da Kevseri’nin adımlarını takip etmektedir…
4- Reddiye sahibi şöyle diyor: “Allah celle celâlühû’ya adres arayıp göstermek ve O’nun Mekân manasında olarak göklerde olduğu inancı, Ehl-i Sünnet’in değil, Firavun ve yolundakilerin inancı idi.”
Cevap: Yalanın uçan daireye binmiş dolma yiyen hali diye işte buna derler. Kur’an’ın herkesin elinde mevcut olduğunu düşünmüyor musunuz bunları zırvalarken?
Firavun şöyle demişti: “Ey Haman! Benim için yüksek bir kule yap. Belki o yollara, göklerin yollarına ulaşırım. Sonunda belki Musa’nın ilahının yanına çıkarım. Doğrusu şu ki, ben onun yalancı olduğunu sanıyorum” (Mu’min 36-37)
Şimdi bu ayete göre, Musa aleyhisselam Allah’ın gökte olduğunu söylediğini, Firavunun da bununla alay etmeye çalıştığını anlıyoruz ve reddiye sahibine soruyoruz:
Firavunun itikadı neydi ve Musa aleyhisselam’ın itikadı neydi, tekrar bakabilecek misin?
Ehli sünnetin itikadını bakın Abdulkadir el-Geylani rahimehullah nasıl tarif ediyor: “Bu, (Allah’ın semada olduğu inancı) Allah’ın her peygambere indirdiği her kitapta söylenegelmiştir” (el-Gunye)
“Yazının geri kalan kısmında sizin çıkarlarınızı tehdit eden ve çürütemeyeceğiniz / yanlışlığını gösteremeyeceğiniz argümanlar olduğu için ellemeye değer bulmuyor olmayasınız?”
Oyle olsaydi soylerdim.
Ote yandan, ‘akla ziyan’ seyler de –kisa/orta/uzun vadede– benim cikarlarimi tehdit eder; ama, ‘akla ziyan’ olan herseyi ciddiye almak da gerekmiyor.
Hem vakit meselesi, hem de neredeyse hepsi kendiliginden ortaya kalkacagi icin ayrica bir efora degmiyor.
“almanya türklere dost mu dü$man mi?”
Almanya’nin kim tarafindan nasil goruldugune dair bir basin turu yapmak filan hep hos seyler de; benim cevabini merak ettigim soru ile alakasi yok.
Merkel’in, Nazizmin dogusunu mustulayan gunlerde oldugu uzere, ‘Lebensraum’ deklarasyonu Almanya’da yasayan ve Alman irkindan olmayanlar icin ne anlama geliyor?
‘Lebensraum’un orjinal haritasi buydu:
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/0/0b/Greater_Germanic_Reich.png
‘Lebensraum’ kapsamindaki halklara da ‘Untermenschen’ (asagilik irk) diyorlardi –‘cikarilacak ilk yanginda atese atilip kurtulunacak olanlar’ anlaminda da diyebiliriz.
Simdi..
Benim merak ettigim su:
Kendisine ‘Kurt’ ve ‘Alevi’ ve ‘Ateist’ diyen (bunlarin nasil bir arada olabilecegini aciklasa iyi olurdu; ama, soru hosuna gitmedigi icin olsa gerek, hep es gecen) Marksist Arguman, bu gelismelere nasil bakiyor?
Almanlarin yakin gecmisteki pratiklerine bakarsak, Yahudiler arasindaki (Sefarad, Mizrahi, Eskenazi vb vs) farklari dikkate almadilar, onemsemediler. Tamamina ayni islemleri reva gorduler.
Bu durumda, Marksist Arguman, Almanlarin ‘Kurt’tur veya ‘Alevi’dir ya da ‘Ateist’tir diye kendisine bir istisna taniyacaklarini dusunuyor?
Boyle bir teminat almis midir; almissa, kim(ler)den almistir?
günah kecisi: fetö
bu ne hikmettir; türkiyede bütün yollar fetö’ye cikiyor; her ta$in altinda fetö
“Suikast emri 5 yıldızlı otelde 5 FETÖ abisinden”
“Karlov suikastını soruşturan başsavcılık tetikçi Mevlüt Mert Altıntaş ile KKTC’de otelde buluşup suikast emrini veren 5 FETÖ ‘abisi’nin izine ulaştı. 5 ‘abi’den biri KKTC’de akademisyen çıktı.” (basin)
iciyorsam sebebi var!
KURTULUS CEPHESI’nin icler acisi ideolojik/fikirsel sefaleti/fukaraligi
devrimcilik yapiyorsam sebebi var: imza: KURTULUS CEPHESI
neymi$ o sebep: gayri kanuni referandum ve gayri me$ru iktidar; zoruma gidiyor abi!
madem ki t.c.’nin kanunlarini, anayasasini ve “evrensel hukuk”u devrimci faaliyetlerine ölcü/kriter aliyorsan o zaman git muhalefet gibi anayasa mahkemesine, yüksek secim kuruluna itiraz et, o da yetmedi avrupa insan haklari mahkemesine ba$vur.
gayri kanuni referandum ve gayri me$ru iktidar gibi findik kabugunu doldurmayan sebepler yüzünden devrim yapmaya, kan dökmeye; ölmeye ve öldürmeye hic gerek var mi?
sizin derdiniz gayri kanuni referandum ve gayri mesru iktidar ise, böylesi bir mücadelenin adresi parlamentodur.
fetö milletin icine kacmi$, cikarabilene a$k olsun!
Öldür onu
İçindeki küçük Fetullahçıyı öldür!
(Furkan Çalışkan, yeni $afak)
“Okuduğunu Anlamayan Argüman (ve Necip)’ derken bir yanlış anlamaya meydan vermemek için eklemeliyim. Necip’in değil, sadece Argüman’ın ‘Okuduğunu Anlamayan’ olduğunu söylemek istiyorum.”
Ustume alinmadim.
Fakat, her zaman isabetsiz oldugu icin degil.
Mesela, yukaridaki –‘Mücessime’ filandan bahseden– yazi.
Okudum.
Okudum; ama, anladigimi iddia edecek degilim.
Benzer durumlarda, kendimi, SSCB/Komunizm/Stalin filan ile ilgili derin detayli yazilar okudugumda da bulurum.
Yakin ornek oldugu icin, mesela, Zileli’nin Rusya’nin bilmem neresinde bir yuzyildan once olup bitmis olan bir seyler hakkinda yazdiklarini okudugumda da, kendimi, dunyadan tamamen bihaber, en onemli seyleri hep iskalamis olmanin idrakiyle hayiflanirim hep.
Bu tur yazilari kaleme alabilenler gozumde ne kadar buyur; kendimi ne kadar yetersiz bulurum; anlatamam 😉
türkcü islamci fa$istlere cevap
türk islam sentezcisi fa$ist ideolojinin teorisyeni ve sözcüsü muhafazakar türk fa$isti necip’e cevap
Evvel kendi kendin tanı
Sonra ele nazar eyle (hatayi)
“Türk bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost, düşman ve bu dağlar bu hakikatı böle bilsin.” (mahmut esat bozkurt, 1930, meclis konu$masi)
“İlk Kürtçe okul kapatıldı”
“Diyarbakır’da Kürtçe ders veren Dibistana Sertayî ya Ferzad Kemanger (Ferzad Kemanger İlkokulu) 3 yıl önce Türkiye’deki ilk Kürtçe ders veren okul olarak kuruldu. 238 öğrencisi bulunan okul 9 Ekim günü Diyarbakır Valiliğinin ve İl Milli Eğitim Müdürlüğünün kararıyla mühürlenerek kapatıldı. Daha önce de mühürlenen okul gelen tepkiler üzerine tekrar açılmıştı. Okul Türkiye’deki siyasi gündeme bağlı olarak keyfi bir şekilde açılıp kapatılırken akıllara belediyelere kayyım atandıktan sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ‘Kürtçe de bizim dilimizdir’ sözlerini getirdi. Okulun bu yılda mühürlenmesine tepkiler devam ediyor. Evrensel’e konuşan kurum temsilcileri Kürtçe okul açıp kapatmanın keyfiyete bağlı olmaması gerektiğini belirterek, bunun Kürt halkının bir hakkı olduğunu vurguladı.” (basin)
fa$ist necip,
birincisi, bilincli yalan ve desenforrmasyon yayiyorsun. merkel öyle bir$ey söylemedi; söyledi diyorsan, internette haber kaynagi göster; gösteremezsin, yok cünkü. (olsaydi da bu hicbir $eyi degi$tirmezdi)
ikincisi, senin diline doladigin untermensch/köle irk teorisi nazilere özgü degil, yukarda m. esat bozkurt’tan okudugun gibi senin fa$ist atalarinda osmanli ve türkiyede ki dini/etnik azinliklara kar$i ayni siyaseti izlemi$lerdir.
yani fa$ist/irkci ideoloji evrensel bir ideolojidir; sen bunu daha anlamami$sin.
ayni $ekilde alman nazi fa$istlerinin senin atalarin türk fa$istlerini kendilerine örnek aldiklarini biliyoruz. hitler’in demeci var: “türkler ermenilerin kökünü kuruttu, dünya cabucak unuttu, biz de yahudilere ayni $eyi yapabiliriz”
anlaminda $eyler söylüyor.
ücüncüsü, almnayada $u anda hicbir dil, kültür yasak olmadigi gibi, alman okullarinda türkce ba$ta olmak üzere, diger dillerde anadil egitimi veriliyor; bunun masrafini, ögretmen maa$larini falan da alman devleti kendi bütcesinden ödüyor.
ayrica türkce ve diger dillerde her türlü basin yayin faaaliyeti, gazete televizyon vs. serbest.
bir de senin fa$ist devletin türkiyeye bak: kürtlerin kendi imkanlari ile actiklari kürtce okulu bile devlet mühürledi.
almanya’da fa$ist/irkci poltika arayacagina, önce kendi memleketinde ki fa$izme, irkciliga bak.
türk toplumu olarak bogaziniza kadar fa$izme, irkciliga batmi$siniz, bir de utanmadan almanya, almanya deyip duruyorsun.
senin bu sitede ki türk islam sentezi faaliyetlerin buraya kadardi. kendine faaliyet yürütecegin ba$ka site ara. senin fa$ist/irkci düsüncelerini te$hir etmeye devam edecem.
“Diyarbakır’da üç yıl önce Ferzad Kemanger adıyla açılan ve Kürtçe eğitim veren ilkokul, Valilik kararıyla kapatıldı.”
Bu sizin yazdiginiz ‘haber’ 10 Ekim 2016 tarihli.
http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-37608054
Tekrar mi kapatildi?
Yoksa, siz mi yeni farkettiniz?
Basini bu kadar mi takip ediyorsunuz?
Bu arada, sahi, Almanya’da Almanya vatandasi olan Kurtler yok mudur?
Ben vardir diye biliyorum.
Demokratikligi ile kalbinize yer etmis olan ol yuce Almanya’da, kac tane ilkokul/ortaokul filan var Kurtce tedrisat yapan?
Varsa nerelerde ve kac tane var?
Yok ise, neden yok?
Almanlar ve Kurtler de ‘kardes’ degil midir?
1930 ve 40’larda bolgede dolanan Almanlarin diline pelesenk ettigi ‘Siz Kirman, biz German; goruyorsunuz, kardesiz biz’ muhabbetleri yalan miydi yoksa?
Ne zaman arkadaş, ne zaman?
https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/06/devrimi-korkaklar-yapar-korkaklarn.html
günzileli.com’a dadanmi$ eski mit ajani “mahir kaynak” özentisi irkci türk/islam fa$isti necip
necip neden sadece irkci bir fa$ist degil ayni zamanda bilincli olarak desenformasyon yaymak suretiyle bu sitede ki insanlari yanli$ yönlendiren bir sahtekardir?
türk irkcisi fa$ist necip, a$agida ki desenformasyonu iki defa yazdin; internette haber kaynagini göster dedim, gösteremedin, tekrar soruyorum, ne türk basininda ne de alman basininda böyle bir haber yok; haberin kaynagini göster.
“Merkel’in, Nazizmin dogusunu mustulayan gunlerde oldugu uzere, ‘Lebensraum’ deklarasyonu Almanya’da yasayan ve Alman irkindan olmayanlar icin ne anlama geliyor?” (necip)
Devrim için Kurtuluş Cephesi’nin istediği zamanda değil de Marksist Argüman uygun gördüğünde harekete geçmeliyiz anlaşılan.
kapitalist dünya düzeni ve “ulus devlet” ile beraber dünyaya yayilan evrensel bir ideoloji: fa$izm/irkcilik
alman irkcisi/fa$isti adolf hitler yahudi soykiriminda kimi kendine örnek almi$tir?
cevap: osmanli/türk irkcilari/fa$istleri olan jöntürkleri/kemalistleri ve bunlarin ermenilere yönelik yaptiklari soykirimi.
“Wer redet heute noch von der Vernichtung der Armenier?” (adolf hitler, 22. agustos 1939)
tercümesi: ermenilerin akibetini kim bugün hatirliyor; ermenilerin imha edilmerinden söz eden var mi?
kürdistanda türk fa$izmi
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Türk camiası içinde kaynatmak istediğimiz kimseleri Kürtçe yerine Türkçe dili ile konuşur hale getirmek icap eder…Kürtçe konuşanlara karşı maddi ve manevi cezalar uygulanmalıdır…Bölgede bulunan Kürtlerin ya asimile edilip eritilmesi…Hatta bu iş, Kürtlük için çalışanların ortada Kürt bulamaz duruma düşmelerine kadar devam edilmeli”
(Abidin Özmen’in (Umum Müfettişi), 1936)
“Biz açıkça milliyetçiyiz, milliyetçilik bizi birleştiren tek nedendir… Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türklüğe karşı çıkanları yok edeceğiz.”
(Başbakan İsmet İnönü’nün Şeyh Sait’in yakalanmasından kısa bir süre sonra Türk Ocağı’nda yaptığı konuşma).
-Doğu vilayetleri Van Gölü havzası, Muş Ovası, Malazgirt ve Bulanık civarında tren yolunun uğradığı yerlere Türk muhacirler yerleştirilmeli….
-Bölgede Türklük aşılayacak azimli öğretmenler görevlendirilmelidir…yatılı mektepler kurmak icap eder (Türkçe konuşmayı yaygınlaştırmak için)…
-Batı bölgelerinden buralara gelip, Kürt kızıyla evlenip yerleşenlere arazi verilmeli…
-Memurlar kesinlikle Kürtçe konuşmamalı…
-Veteriner ve ziraatçılar köylerde Türkçe propaganda yapmalı…
(Belma Akçura)
Onları ha uyarmışsın, ha uyarmamışsın birdir.
Hitler onu demis, Musollini bunu demis, Stalin sunu demis..
Gecin onlari.
Ben sizin ne diyeceginizi merak ediyor ve su sorulari soruyorum. Nedense bu tur sorular sizi zivanadan cikariyor.
Halbuki, bunlara samimi cevaplar vermek hic de zor degil.
Zor degil; ama, bunu yapabilmek icin, Almanya’nin kucaginda ‘hadi yavrucum, kufret amcalara’ modunda olMAmak lazim.
Neyse.
Sorular sunlar:
1) Kendisine ‘Kurt’ ve ‘Alevi’ ve ‘Ateist’ diyen (bunlarin nasil bir arada olabilecegini aciklasa iyi olurdu; ama, soru hosuna gitmedigi icin olsa gerek, hep es gecen) Marksist Arguman, bu gelismelere nasil bakiyor?
Almanlarin yakin gecmisteki pratiklerine bakarsak, Yahudiler arasindaki (Sefarad, Mizrahi, Eskenazi vb vs) farklari dikkate almadilar, onemsemediler. Tamamina ayni islemleri reva gorduler.
Bu durumda, Marksist Arguman, Almanlarin ‘Kurt’tur veya ‘Alevi’dir ya da ‘Ateist’tir diye kendisine bir istisna taniyacaklarini mi dusunuyor?
Boyle bir teminat almis midir; almissa, kim(ler)den almistir?
2) Bu arada, sahi, Almanya’da Almanya vatandasi olan Kurtler yok mudur?
Ben vardir diye biliyorum.
Demokratikligi ile kalbinize yer etmis olan ol yuce Almanya’da, kac tane ilkokul/ortaokul filan var Kurtce tedrisat yapan?
Varsa nerelerde ve kac tane var?
Yok ise, neden yok?
Almanlar ve Kurtler de ‘kardes’ degil midir?
1930 ve 40’larda bolgede dolanan Almanlarin diline pelesenk ettigi ‘Siz Kirman, biz German; goruyorsunuz, kardesiz biz’ muhabbetleri yalan miydi yoksa?
Ulu Önder Yüce Atatürk Hazretlerinin tarikatların kaldırılması sırasında buyurdukları hadis-i şerif:
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, müritler, meczuplar ve dervişler memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
Bu hadis-i şerif şu şekilde şerh edilmelidir:
Ulu Önder Yüce Atatürk Hazretleri ve sahabeleri ile onlardan sonra onların yolunu izleyenler dışında şeyhlik, müritlik, meczupluk ve dervişlik olamaz.
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Dövülerek Atatürk büstü öptürüldü, 5 ay hapis cezası aldı”
“Muğla’da zorla Atatürk büstü öptürülen Ibrahim Çay hakkında 5 ay hapis cezası verildi. Çay hakkında ayrıca Fethiye 6. Asliye Ceza Mahkemesinde giydiği yöresel kıyafet gerekçe gösterilerek terör örgütü propagandası yaptığı iddiasıyla dava açıldı. Ayrıca Çay’ı linç edenler arasında bulunduğu iddia edilen 16 kişi hakkında takipsizlik kararı verildi.”
“Herkes onu yüzü kan revan içindeyken, üstü çıplak halde Atatürk büstünü iki eliyle kavramış sert bakışlarının objektiflere takıldığı haliyle tanıdı. Evrensel’den Burak Şefkat’in haberine göre, peşmerge kıyafeti giyip sosyal paylaşım sitesinde paylaştığı için Muğla’da ırkçı saldırıya uğrayan ve zorla Atatürk büstü öptürüldükten sonra linç edilmek istenen İbrahim Çay’a kendisini linç etmek isteyen Hakan Tosun’u olay sonrası ‘tehdit’ ettiği gerekçesiyle 5 ay hapis cezası verildi.” (basin, 21 haziran 2016)
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Muğla’da zorla Atatürk büstü öptürülen İbrahim Çay: Jandarma işin içinde”
“Kendisine yapılan linç saldırısının içinde jandarmanın olduğunu kaydeden İbrahim Çay, linç saldırısından önce kendisini Kumluova Jandarma Karakol Komutanının aradığını belirterek, “Nerede olduğumu sordu, ben de evimde olduğumu söyledim. ‘Evde bekle seni alacağım bir şey görüşmemiz lazım’ dedi. Karakol komutanının aramasının ardından 15 dakika geçtikten sonra 2 araba, 4 motosiklet evimin kapısının önünde durdu” dedi.”
“İbrahim Çay, 8 yıldır Muğla’nın Fethiye ilçesi Kumluova Mahallesi’nde seracılık yapıyor.
Linçten kurtulan Çay’la anne ve babasının yaşadığı Mersin’in Tarsus ilçesindeki evlerinde görüştük.”
“Kendinizden bahseder misiniz?
1975 doğumluyum. 8 yıldır Muğla’nın Fethiye ilçesi Kumluova Mahallesi’nde seracılık yapıyordum. 2 dönümü kendi mülkümdü. Bazen başka arazi de kiralıyordum. Seracılık yapıyor, domates yetişiyordum. 3 çocuğum ve eşimle birlikte yaşıyordum.”
“LİNÇTEN ÖNCE KARAKOL KOMUTANI ARADI”
“Peki size yapılan linç saldırısı nasıl gelişti?
Temmuz ayında Tarsus’a geldim. Yöresel kıyafetimi giydim, fotoğraf çektirdim ve Facebook’tan paylaşmıştım. Tarsus’ta biraz kaldıktan sonra tekrar Kumluova’ya döndüm. Dağlıca’da yaşanan saldırının ardından Muğla’ya hayatını kaybeden askerin cenazesi gelecekti. Olay günü beni birçok esnafa sivil vatandaşlar sormuş. Bir esnaf beni aradı, ‘seni soruyorlar’ dedi. Ben de, neden acaba, diye düşünürken, Kumluova Karakol Komutanı beni arayarak, nerede olduğumu sordu, ben de evimde olduğumu söyledim. ‘Evde bekle, seni alacağım, bir şey görüşmemiz lazım’ dedi. Karakol komutanının aramasının ardından 15 dakika geçtikten sonra 2 araba, 4 motosiklet evimin kapısının önünde durdu. Olayı anladım. Hemen seraya doğru kaçtım, çünkü çocuklarımın yanında bir şey yaşansın istemiyordum.
Neden seraya kaçtınız? Başka bir şey için gelmiş olacakları düşüncesi aklınıza gelmedi mi?
Batı’da Kürt olmak bunu gerektirir. Hele ki asker cenazesi varsa, her şeyi düşünmeniz lazım. Neyse, ben meseleyi anladım ve hemen seraların arasına doğru gittim. Sonra arkamdan bağırdılar, ‘Terörist kaçıyor’ diye. Arkamı döndüm kişilerin hepsini tanıyorum, kapı komşum hepsi. Sonra beni seraların içinde dövdüler. Kendimden geçmiştim, beni arabaya koydular, ayaklarıyla kafama bastılar. ‘Seni öldüreceğiz’, ‘Kumluova’nın ortasında seni asacağız’ dediler ve beni Kumluova’nın merkezine getirdiler.
Orada neler yaşandı, hatırlıyor musunuz?
Orada ne kadar halk varsa hepsi bana saldırdı. Merkez olduğu için vatandaşlar vardı. Sanırım 60-70 kişi beni orada dövdüler. Daha sonra beni 4 kişi tutarak Atatürk büstüne zorla çıkardılar. Çenem yarıldı. Dünyada ne kadar küfür varsa hepsini ettiler bana. Gözümü açtığımda jandarma beni aldı. Burada dikkat çekmek istediğim bir şey var ama jandarma beni ilk aradığında, evde bekle, geliyoruz seni almaya, demişti. İlk aramasından yaklaşık 1 saat sonra geldi ve beni büstün önünden aldı. Bu çok önemli bakın.
Neden önemli?
Ben jandarmanın işin içinde olduğunu düşünüyorum şu an. Neden beni aradı, kimden duydu beni linç edeceklerini? Bir de neden evde bekle dedi de, 1 saat sonra gelebildi yanıma? Bakın bunlar çok önemli.
Peki, sonra neler yaşandı?
Beni jandarma, büstün önünden aldı ve Fethiye Devlet Hastanesi’ne götürdü. Hastanede doktorundan hemşiresine kadar herkes bana hakaret etti. Bir an kime güveneceğimi şaşırdım. Bu esnada hastanenin dışında da astsubayın söylediğine göre 300 kişilik bir grup toplanmıştı yine beni linç etmek için. Sesler bana da geliyordu. Hastanede benim ısrarlarımdan sonra sadece çeneme 4 dikiş attılar. Ve doktorlar ısrarla, ‘teröriste bakmak istemiyoruz, bunu alın’ diye jandarmaya söyleniyorlardı. Sonra beni jandarma hastanede çevik kuvvete teslim etti. Çevik kuvvet ise beni Seydikemer Jandarma Karakoluna götürdü. Bu defa da yüzlerce kişi karakolun önünde toplanmıştı. Karakolda astsubay benim ifademi almaya başladı. Sonra birden bana, ‘Bizim can güvenliğimiz yok, seni göndermek zorundayım’ dedi. Ben de gitmek istemediğimi söyledim. Can güvenliğim yoktu çünkü. Karakolun önünde insanlar birikmişti. Ben o esnada kardeşimin Tarsus’tan gelmesini bekliyorum. Kardeşim gelip beni arabayla alacak ve beni kaçıracaklardı. Bütün bunları düşünürken astsubay sürekli, ‘Seni göndermek zorundayız’ diyordu bana. Ben de çıkmamakta ısrarcı oldum. Sabah oldu, ben bir arkadaşımı aradım, ‘Bizim eve git, eşimi ve çocuklarımı alıp Seydikemer Karakoluna getir’ dedim. Arkadaşım ailemi getirdi. Bu esnada kardeşimin de karakola 40 kilometre mesafesi kalmıştı. Arkadaşım karakoldan beni alarak kardeşime doğru götürmeye başladı. Arkadaşım yolda beni kardeşime teslim etti. Ve Tarsus’a, anne babamın evine döndük.
Şimdiki planın ne, nerede, nasıl yaşayacaksın?
Bundan sonra geri dönmeyeceğim. Nasıl dönerim bir daha ben? Bundan sonra burada yaşayacağım. Dünyam altüst oldu. Bir insanın gururuyla, şerefiyle oynamak kolay mı?”
(basin, 11 eylül 2015)
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Eskişehir’de Kürt işçilere ırkçı saldırı”
“Eskişehir’in Sarıcakaya ilçesinde, ilçenin AKP’li belediye başkanının kışkırttığı iddia edilen ırkçı grupların saldırısına maruz kalan 3 Kürt işçiden, Sabri Bağ ağır yaralandı.
Urfa’nın Viranşehir ilçesinden Eskişehir’in Sarıcakaya ilçesine mevisimlik tarım işçisi olarak giden Bayram ve Sabri Bağ ile yeğenleri Kadir Bağ’ın, iddiaya göre Sarıcakaya’nın AKP’li Belediye Başkanı Faruk Güler ve ilçe muhtarlarının kışkırtması ile yaklaşık 300 kişilik ırkçı grubun saldırısına uğradığı belirtildi. Irkçıların kalas ve taşlarla yaraladığı 3 Kürt işçi linç edilmekten kurtarılırken, yaralanan işçilerin Eskişehir Devlet Hastanesi’ne kaldırdığı öğrenildi.
Yaralı işçilerden Bayram ve Kadir Bağ acil servisteki tedavilerinin ardından taburcu edilirken, Sabri Bağ’ın durumunun ciddi olduğu ve yoğun bakım ünitesinde gözlem altına alındığı belirtildi.”
(basin, 24 Ağustos 2015)
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Yalova’da Kürt işçilere ırkçı saldırı”
“Yalova’da Kürt işçilerin evine, sayıları yüzü bulan ırkçı bir grup tarafından saldırı yapıldı. Kapıları kırarak evlere de giren grup, silahla 6 kişiyi yaralarken gruptan tek bir kişi dahi gözaltına alınmadı.
Yalova Çiftliköy’e bağlı Sultaniye Mahallesi’nde, inşaatlarda çalışmak için kente gelen Kürt işçilerin evine dün gece saatlerinde sayıları 100 civarında olan ırkçı bir grup tarafından saldırı düzenlendi. “Bu mahalleyi terk edin” diye tehditler savuran ırkçı grup, Kürt işçilerin evine ateş açtı. 15 Kürt işçinin yaşadığı evin kapılarını kırarak eve de giren ırkçıların saldırısında 6 işçi yaralandı. Polisin ise saldırganları sadece izlemekle yetindiği saldırıda, vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanan 6 işçi Yalova Devlet Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Yaralı işçilerin sağlık durumlarının iyi olduğu ve taburcu edildikleri öğrenilirken, saldırının ardından gruptan tek bir kişinin gözaltına alınmaması dikkat çekti.”
(basin, 22 Haziran 2015)
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Erzurum’da Kürt işçilere ırkçı saldırı”
“Erzurum’da Kürt işçiler ırkçı bir grubun saldırısına uğradı. İşçilere silah çekilen saldırıda, 2 işçi yaralandı, 2 işçi gözaltına alındı. İşçilerin çalıştığı inşaatta mahsur kaldığı öğrenildi.
Erzurum’un merkez Yakutiye ilçesine bağlı Gez Mahallesi’nde Vanlı ve Ağrılı olan Kürt işçiler, ırkçı bir grubun saldırısına maruz kaldı. Daha önce de sık sık ırkçı bir grup ve Bostancıoğlu İnşaat Şirketi’nin sahibi tarafından tehdit edilen işçiler, bugün yine aynı grup tarafından tehdit edilip küfürlerine maruz kaldı. İnşaat alanına gelen soyadı öğrenilemeyen iş sahibi Fuat, işçilere “Ulan hepiniz Ermenisiniz”, “Teröristler” ve ” Siz hiçbir şeyi hak etmiyorsunuz” diyerek, işçilere silah doğrultu. İşçilerin tepki göstermesi üzerine giderek kalabalıklaşan ırkçı grup, işçilere saldırdı. Saldırıda 2 işi yaralanarak hastaneye kaldırıldı.
Saldırıya geç müdahale eden polis, ırkçı grubun elinde bulunan 2 tüfeğe el koydu, Fuat isimli iş sahibini, soyadı öğrenilemeyen kardeşi Cihat ve 2 işçiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü.”
(basin, 12 Ağustos 2015)
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Kırklareli’de Kürtlere ırkçı saldırı”
“Kırklareli’nin Babaeski İlçesi’nde köylerde ve mahallelerde toplanan yüzlerce kişi Kürtlere saldırdı. Saldırıda 2 kişi yaralanırken, grup ilçe sokaklarında “Kürtler defolun gidin” diyerek gece boyunca dolaştı.
Kırklareli’nin Babaeski İlçesi’nde Kürtlere yönelik linç girişimi gerçekleştirildiği öğrenildi. Edinilen bilgilere göre, Babaeski çarşı merkezinde Kürtlerin ve işçilerin gittiği kahveye yüzlerce kişilik bir grup, girerek içeridekilere saldırdı. Babaeski’de bir grubun “PKK’lılar burada haraç topluyor” şeklinde provoke edici söylemler yaydığı bunun üzerine köylerden ve mahallelerden toplanan yüzlerce kişinin akşam saatlerinde toplanarak, kahvedeki Kürtlere saldırdığı belirtildi. Saldırı sonucunda onlarca kişi darp edilirken, 2 Kürt yaralandı. Yaralılar hastane yerine karakola götürüldü. Yaralıların sabaha kadar karakolda bekletildiği; ancak saldırganların “Kürtler defolun gidin buradan” sloganları, küfür ve hakaretlerle ilçe sokaklarında dolaştığı kaydedildi. İlçedeki Kürtlerin hayatından endişe edildiği bildirildi.
İlçe giriş ve çıkışları ile Kürtlerin yoğun yaşadığı Nadirli Köyü’nün etrafının asker ve polislerle çevrildiği öğrenildi. Olayı öğrenen BDP Kırklareli İl Örgütü eşbaşkanları ve yöneticileri Babaeski’ye doğru yola çıktı.”
(basin, 15 Ağustos 2012)
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Simav’da Kürt işçilere ırkçı saldırı”
“Diyarbakır’dan Kütahya’nın Simav İlçesi’ne inşaatlarda çalışmak için gelen 30’dan fazla Kürt işçiye 9 Haziran günü yapılan saldırının ardından dün akşam saatlerinde de Erzurumlu Kürt işçi Hakim Taç, sayıları 40’ı bulan bir grubun saldırısına uğradı. Aldığı sopa ve taş darbeleri ile başından ve omzundan yaralanan Taç, hastanedeki tedavisinin ardından apar topar gözaltına alınarak Simav İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Saldırgan gruptan ise, kimsenin gözaltına alınmadığı öğrenildi.
35 İŞÇİ DÜNDEN BU YANA ŞANTİYEDEN ÇIKAMIYOR
Olay ile ilgili DİHA’ya konuşan işçilerden Murat İnce, Diyarbakırlı arkadaşlarına yapılan saldırının ardından ilçede adeta “Kürt avı” başlatıldığı anlattı. Sokaklarda gezen ırkçı grupların gördükleri Kürtlere saldırdığını ve arkadaşları Hakim Taç’ın da bu saldırgan grubun hedefi haline geldiğini aktaran İnce, can güvenliklerinin kalmadığını ve sırf Kürt oldukları için saldırılara maruz kaldıklarını söyledi. Saldırgan grupların “Kürtler Simav’dan gidecek” dediklerini söyleyen İnce, polisin bu gruplara herhangi bir müdahalede bulunmadığını ve güvenliği sağlamadığını aktardı. Şu an 3 şantiyede toplam 35 Kürt işçinin olduğunu ve şantiyenin içinde mahsur kaldıklarını bildiren İnce, dünden bu yana şantiyeden dışarı çıkamadıklarını söyledi.
‘SESİMİZİ DUYURUN’
Kürt işçilerin son bir haftadır diken üstünde olduğunu ve çalışamaz hale geldiğini söyleyen İnce, “Erzurum’dan buraya çalışmak için geldik. İlçe halkı, polisler hatta hastanedeki doktorlar bile bize ilçeyi terk etmemizi söylüyor. Hepimiz genciz ekmeğimizi kazanmak için çalışıyoruz. İçerde bir sürü alacağımız var. Can güvenliğimiz kalmadı. Bir yolunu bulursak İstanbul’a gitmeyi düşünüyoruz. İnsanlara sesimizi duyurun. Biri bize yardım etsin. Çok mağdur olduk” diye konuştu.
KÜTAHYA’DAKİ İLK IRKÇI SALDIRI DEĞİL
Yaşanan saldırı, Kütahya’da Kürt işçilere dönük yapılan ilk ırkçı saldırı değil. Van depreminin ardından Van’dan Kütahya’nın Emet İlçesi’ne inşaatlarda çalışmaya gelen 16 Kürt işçi 13 Mart akşamı, 500 kişilik saldırgan bir grubun linç girişimine uğradı. Çalıştıkları Anadolu Öğretmen Lisesi inşaatındaki çadırları ateşe verilen Kürt işçiler canlarını zorla kurtararak polis eşliğinde ilçeden çıkarılmıştı. Yine Simav’da 9 Haziran sabahı çalıştıkları Hükümet Konağı inşaatına gelen bir grup saldırgan Kürt işçilerden Hafit Onur’u üzerinde bulunduğu inşaat iskelesinden atarak kolunun ve kafasının kırılmasına neden olmuştu. Devam eden saldırılarda Alaattin Günboz, Kutbettin Onur ve Hafiz Onur isimli işçiler de çeşitli yerlerinden yaralandı. Bu saldırılarda da ırkçı gruplar gözaltına alınmazken, Kürt işçiler gözaltına alındıktan sonra polis eşliğinde eşyalarını dahi almalarına izin verilmeden ilçeden çıkarıldı. İnşaat malzemeleri ve alacaklarını toplayamayan 30 işçinin 180 bin TL zararı olduğu öğrenildi.”
(basin,11 Haziran 2012)
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Niğde’de Kürt öğrencilere ırkçı saldırı”
“Niğde’de Kürt öğrencilerin kaldığı evlerin ırkçı gruplar tarafından taşlandığı iddia edildi. İddiaya göre dün gece saatlerinde Niğde Üniversitesi Beden Eğitimi Yüksel Okulu (BESYO) 1. sınıf Antrenörlük Bölümü öğrencilerinden Diyarbakırlı V.A., Ö.E., A.B. gibi öğrencilerin ikamet ettikleri Adem Bor TOKİ evlerine kimliği belirsiz 10-15 kişilik bir grup tarafından kapılarına tehdit notları bırakıldı ve evler dışarıdan taşlandı.
Öğrencilerin haber vermesi üzerine olay yerine gelen polislerin notları inceledikten sonra olay yerinden ayrıldıkları belirtildi. Polisin olay yerinden ayrılmasından kısa süre sonra da plakası tespit edilemeyen beyaz bir araçtan inen 3-4 kişilik bir grubun öğrencilerin evlerini yeniden taşladığı ileri sürüldü. Konuyla ilgili DİHA’ya konuşan öğrenciler, son 20 gündür okul içinde ve oturdukları evleri civarında milliyetçi söylemlerle sözlü tacize uğradıklarını, sosyal paylaşım sitelerinde tacize uğradıklarını ve hedef haline getirildiklerini söyledi.” (basin, 02 Ocak 2015)
kürtlere yönelik türk irkciligi ve türk fa$izmi
“Ordu’da Kürt işçilere ırkçı saldırı”
“Edinilen bilgiye göre, dün saat 20.30 sularında Ordu merkezde iki grup arasında kavga çıktı. Ağrı Patnos nüfusuna kayıtlı Behrem, Ruhat, Hakan ve Şevket Çelik isimli aynı aileye mensup kişiler ile kimliği belirsiz kişiler arasındaki tartışmanın Kürtçe konuşma üzerine çıktığı belirtildi.
Şevket Çelik, kısa süre önce Ordu’ya geldiklerini ve Bahçeşehir Üniversitesinin inşaatında çalıştıklarını belirterek, “Dün akşam çarşı merkezinde yürüyorduk. Bir arkadaşımız telefonla Kürtçe konuşuyordu. Bunu duyan bir grup bize, ‘PKK’liler, pis Kürtler, sizin burada ne işiniz var’ diye hakaret etti. Bize saldırdılar. Bizde kendimizi savunduk, bütün mahalle ayaklandı. Önce iki kişiydiler sonra bütün mahalle geldi, başımızı kaldıramıyorduk, polis araya girdi bizi gözaltına aldı. Yenimahalle karakoluna götürdüler, ifademizi verdik, darp izi vardı, sonra bizi hastaneye götürdüler” dedi.
Saldırganlardan birinin kendilerine bıçak çektiğini ve yüzünü hedeflediğini belirten Çelik, “Onu gözaltına aldılar ama hemen bıraktılar” dedi. Ordu’da Kürt işçilerin sayısının az olduğunu belirten ve bunu da oradaki “ırkçılığa” bağlayan Çelik, “Daha önce Giresun’a da gittim ama hiç bir yerde bu kadar ırkçılık görmedim” diye konuştu.”
(basin, 18 Aralık 2014)
kürtdistanda türk devlet fa$izmi
“Hesabı sorulmayan katliam: Roboskî”
“28 Aralık 2011 tarihinde Roboskî’de, 34 sivilin katledilmesinin üzerinden 4,5 yıl geçtikten sonra Roboskîliler bir kez daha bombalandı.
TSK’ye ait savaş uçaklarının 28 Aralık 2011 tarihinde Roboskî’de, 34 sivili bombalayarak katletmesinin üzerinden 4,5 yıl geçtikten sonra Roboskîliler bir kez daha bombalandı. Önceki katliamın yaşandığı aynı noktada, aynı saatlerde yine bombaların hedefi olan Roboskîlilerden 1’i yaşamını yitirdi, en az 3 kişi yaralandı.
İlk katliamda verilen “Kan parası” ile susturulmak istenen Roboskilîlerin adalet talebi, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’nın 2013 yılında verdiği “takipsizlik” kararı karşılanmayıp, failler korundu. İlk katliamın ardından yükselen “Sorumlular yargılanmadıkça yeni Roboskîler olacak!” haykırışları ise, hiç kapanmamış yaraya yenisinin eklenmesiyle doğrulandı.
Sınır ticareti yapan aralarında çocukların da bulunduğu 34 sivil insanın savaş uçakları ile bombalanarak katledildiği Roboskî, bir kez daha bombalandı.’ Sınır ticareti yapan, sayıları 30-40 kadar olduğu belirtilen bir grup Roboskîli, 21.30 ila 21.40 saatleri arasında Gülyazı Alay Komutanlığı’ndan atılan hava toplarının hedefi oldu. Bombardımanda 16 yaşındaki Vedat Encü can verirken, Yılmaz Encü, Suwar Encü ve İbrahim Encü ise yaralandı.
Atılan bombalamadan kaçan 30-40 kişilik bir gurup ise sınırın diğer tarafına kaçmak zorunda kaldı.
NE OLMUŞTU?
Roboskî’de ilk katliam, 28 Aralık 2011 tarihinde yaşandı. TSK’ye ait savaş uçakları, katırları ile sınır ticareti yapan Roboskîlilerin üzerine 21.37 ile 22.24 saatleri arasında bomba yağdırdı. Atılan bombalar nedeniyle 19’u henüz çocuk yaşta olan 34 sivil, yük taşıdıkları katırları ile birlikte katledildi.” (basin, 30 Mayıs 2016)
türk/islam fa$izmi
“2 Temmuz 1993’te, Sivas Madımak Oteli’nde ne oldu?
Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas’a gidenlerin kaldığı Madımak Oteli’nin yakılması sonucu, 35 kişi hayatını kaybetti.
Aydınlar, sanatçılar ve şairler dört günlük şenlik programına katılmak, söyleşiler yapmak, kitaplarını imzalamak ve türkülerini söylemek için 2 Temmuz 1993 günü Sivas’a gitti..
Katliamdan iki gün önce dağıtılan bildirilerde, Şenliklere katılacak Aziz Nesin hedef gösteriliyordu. 2 Temmuz günü, Cuma namazının ardından, etkinliklerin yapıldığı kültür merkezinin önüne yürüyüş başladı. “Sivas laiklere mezar olacak” atılan sloganlardan biriydi.
Saldırgan grup, yeni dikilen “Halk Ozanları” heykelini yıkıp yerde sürüklerken Madımak Oteli’nin önündeki kalabalık artıyordu.
Otel önündeki araçlar ve sürüklenen heykel ateşe verilmiş, otelin camları kırılmıştı. Yaklaşık 2 saat sonra otel ateşe verildi, saldırganlar sloganlarına devam etti.
Kente çağrılan takviye kuvvetler zamanında gelmedi, gelenlerse olaylara zamanında müdahale etmedi. Aralarında 2 otel çalışanının da olduğu 35 kişi hayatını kaybetti.”
Gün bey
Medeniyete karşı mısınız?
Iki tane soruya cevap veremiyorsunuz diye burayi alakasiz seylerle arsiv bombardimanina tutmaniz gerekmiyor.
“Eskişehir’de Kürt işçilere ırkçı saldırı”
“Yalova’da Kürt işçilere ırkçı saldırı”
“Erzurum’da Kürt işçilere ırkçı saldırı”
“Kırklareli’de Kürtlere ırkçı saldırı”
“Ordu’da Kürt işçilere ırkçı saldırı”
Birbiriyle bunca ilgisiz yerlerdeki basit asayis olaylarini boyle siralayinca –farkinda degilsiniz belki, fakat– aslinda hedef gosteriyorsunuz:
Kurt iscileri hedef gosteriyorsunuz.
Oyle ya; ‘onca ilgisiz yerdeki ahalinin –baskalarina degil de sadece– Kurt iscilere boyle tepki koyuyorsalar, ortak sebebleri vardir muhakkak’ diye dusunulmesine yol aciyorsunuz.
Baska bir deysile, tipik bir ‘akilsiz dost’ ornegi sergiliyorsunuz.
cevaplaması uzun sürer.
ırkçılığa karşıyım çünkü zaten herkes türk
dar geliyor eğnime giydirdiğin şu melanet kürk
korkuyormus bizlerden ermenisi urumu
ne var ki korkulacak, sen yine de biraz ürk
ırkçılığa karşıyım çünkü zaten herkes türk
dağlardaki türk boyudur en begenmediğimiz kürt
dilimde tüy bitti de anlamadın durumu
insaniyim hümanistim zira yedi ceddim türk
ırkçılığa karşıyım çünkü zaten herkes türk
cok konusuyorum ama teyyareden üfürük
kim nereden cıkarmıs şovenist oldugumu
sevelim sevilelim kamu alem zaten türk
https://eksisozluk.com/irkciliga-karsiyim-cunku-zaten-herkes-turk–1330241
marxist argüman okuma yazmayı yeni öğrenmiş, heyecanlı bir çocuğa benziyor. okulun ilk günlerinde, kara tahtadaki ilk derslerde cümle kurma kurallarını henüz tam öğrenemeden ilk kırık dökük kelimelerini defterine yazıp, bunları annesine babasına gösterip ‘aferin evladım, ne güzel yazmışsın’ iltifatını duymak için evin içinde oradan oraya koşturan veletler vardır. marxist argüman da, marxizmi öğrenmeye yeni yeni başlamış bir velet gibi, gün zileli’nin sitesinde oradan oraya koşturup duruyor. zileli de, ‘garibim argüman, eğlensin. anlaşılan o ki, yaşadığı yerde, konuşmasına, düşüncelerini ifade etmesine pek izin verilmiyor. madem öyle, gelsin benim siteme, bol bol marxizm antrenmanı yapsın, karışan yok eden yok ne de olsa. eğlensin kendi kendine…’ diyordur belki içten içe.
necip ise, recep tayyip erdoğan’ın sözcüsü ibrahim kalın ve akp’nin sözcüsü numan kurtulmuş’tur.
ibrahim kalın ve numan kurtulmuş, ‘necip fazıl kısakürek’ hayranıdır. ibrahim kalın ve numan kurtulmuş, ‘necip’ mahlasını kullanarak, gün zileli’nin sitesinde ‘erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcılığı’na devam etmektedir.
‘yukarıdaki kişilerden kimi tercih ederdin?’ diye sorsalar, marxist argüman’ı tercih ederdim. en azından, masumiyetini kaybetme riskini taşımasına rağmen henüz o seviyeye varmamış gözüküyor, hayat, belki öğretir.
necip ise, daha tehlikeli.
çünkü necip, ‘erdoğanizm diktatörlüğü’nün, yer yer aleni, yer yer sinsi askeridir. ‘çağımızın en tehlikeli askerleri’, necipgillerdir. gün gelir, necipgiller, marxist argümanların düşüncelerini ifade etmesinin önüne de set çeker.
kısa vadede ilk hedef, necipgillerdir. sinsilikleri, her geçen gün artmaktadır. tehlike daha da büyümeden, engellenmelidir.
“28 Aralık 2011 tarihinde Roboskî’de, 34 sivilin katledilmesinin üzerinden 4,5 yıl geçtikten sonra Roboskîliler bir kez daha bombalandı.”
Bir sakizi luzumundan uzun cignemege en iyi orneklerden birisi bu olsa gerek.
Merhamet tellalliginin da bir haddi olmali.
Tamam, hep beraber uzulduk.
Olenlere Allahtan (ya da $KUTSAL_SEY$den) rahmet/isik/nur/tazminat falan filan..
Bahsi gecen ‘sivil’leri, bilmeyen de, ‘piknige gitmis’ sanacak…
Alakasi yok. Alenen ‘kacaga gitmis’ler. Kendileri kendi agizlariyla soyluyorlar bunu.
Yani, yapilan sey acikca kanun disi.
Bak Allahin isine: Kacakcilar resmi uniforma giymiyorlar –dolayisi ile, cok masum ve cok da ‘sivil’ oluveriyorlar.
Ve, neymis, Jandarma da biliyormus.
Jandarma goz yumdu diye kanunsuzlugu ortadan kalkiyor mu; mesru mu oluyor?
Hayir.
Jandarma personeli ile parayi kirisiyor idiyseler, o personel de onlari koruyamamis ise, o Jandarma personelinden paralarini geri istesinler.
Ama, lutfen, artik bunca zaman sonra, bu hikayeyi hala daha bilmem kac ‘sivil’in acikli kaybi filan diye pazarlamaktan vazgeciniz.
Kacaga giderseniz, mayina da basabilirsiniz; basiniza bomba da yagabilir.
Cost of doing business.
kürdistanda sömürgeci türk fa$ist rejimi
“Türk askeri köylülerin hayvan ve yiyeceklerine el koyuyor”
“Bölgede uzun bir süredir askerler ve korucubaşları yaylalara çıkmak isteyen köylüleri engelliyor. Asker ve korucular köylülerin hayvanlarına ve yiyeceklerine el koyuyor.
Sık sık yol kesen devlet güçleri, köylülerden yüksek miktarda haraç istiyor ve bu parayı ödemek istemeyenleri tehdit ediyor.”
‘EKMEĞİMİZE DE EL KOYUYORLAR VE DARP EDİYORLAR’
“El konulan koyunların sahibi İsmet Beydoğan, ANF’ye konuştu.
Beydoğan’a göre olay bir iki askerin koyunlara el koyması gibi basit bir durum değil. Kendisinin ’93-94 yıllarında aynı zulmü yaşadığını ve yine o günlere bir dönüşün olduğunu kaydeden Beydoğan, kendisinin tüm yasal evrakları yapmasına rağmen koyunlarının yaylalara çıkarılmasının engellendiğini belirtti.
Koyunlarının yasa dışı bir uygulama ile kamyonlara bindirilip götürüldüğünü ve bir daha da kendisine verilmediğini dile getiren Beydoğan, “Bundan üst düzey yetkililerin haberinin olduğunu düşünüyorum” dedi.
Beydoğan, “Koyunlarımızı ne otlatmamıza, ne da satmamıza izin veriyorlar. Şu anda bütün köylüler mağdur. Sık sık yolları kesip köylülerin peynirine, ekmeğine el koyuyorlar; köylüler darp ediliyor, işkenceler yapılıyor” diye ekledi.”
(firat haber ajansi)
kacak in$aat: bagimsiz kürdistan
irak kürtlerinin ankara’dan izin almadan bagimsizlik icin referandum karari almalarina fa$ist bahceli’den tehdit:
“Kuzey Irak’a referandum tepkisi”
“Barzani bağımsızlık referandumu yapacakmış. Bunların hepsi fasafisodur. Fuzuli ve bayat laf enflasyonudur. Türkiye kapısının önünde kaçak bina dikmeye, çadır kurmaya kalkanları hizaya getirmeye mecburdur. Erbil oradaysa Ankara burada. Türk milleti gerekirse yeniden tarih yapacak, bu tarihi kanıyla yazacaktır.” (d. bahceli)
siyasi avutma poltikasi
dü$ünme, hayal/umut etme hakkina evet, gercekle$tirme/hayata gecirme hakkina hayir
“Her halkın belli bir hedef ve umudu var, buna saygı duyuyoruz. Kürt kardeşlerimizin de bu tür (bağımsızlık) umutlarının olduğunu düşünme hakları vardır ancak biz tek bir vatan toprağı üzerinde yaşıyoruz.”
(haydar el ibadi, irak ba$bakani)
para’nin kanunu mu $eriatin kanunu mu?
$eriata uygun kapitalizm: helal kapitalizm
kadin ic cama$iri pazarlama fetvasi
cübbeli ahmet hocaya soru: hocam, kadin ic cama$irini vitrinlerde cansiz mankenlere giydirmak suretiyle pazarlamak caiz midir, degil midir?
“İHH yöneticisi iç çamaşırlı cansız mankenlere ‘savaş açtı”
“Sakarya’nın Hendek ilçesinde bir iç giyim mağazasının, vitrine iç çamaşırlı cansız mankenler koymasına tepki gösteren İHH’nın Hendek Temsilciliği eski başkan yardımcısı ve gazeteci olduğunu iddia eden Esma Negiz Aydoğan eylem yapmaya hazırlanıyor.
KAFAYI CANSIZ MANKENE TAKTI
Gazeteport’ta yer alan habere göre, tepkisini sosyal medya hesabından duyuran Aydoğan, yetkililer olaya müdahale edinceye kadar bu işin peşini bırakmayacağını açıkladı.”
(basin)
türkler bir rekora daha imza atti, hamdolsun!
dünya tarihinin en samimi, dürüst ve acik sözlü katil’i türklerden cikti.
kapitalist rekabet toplumundan manzaralar
“Konya’nın Cihanbeyli ilçesinde, 5 akrabasını av tüfeğiyle vurarak öldüren Atılgan K. akli dengesinin yerinde olduğunu, eğer evde bulabilseydi 2 akrabasını daha öldüreceğini itiraf etti.
“EVDE BULAMADIĞIM İÇİN ÖLDÜREMEDİM”
Akli dengesinin yerinde olduğunu, bilinçli bir şekilde hareket edip herkesi planlayarak öldürdüğünü anlatan Atılgan K.’nın, “Öldürme nedenim bu kişilerin eskiden beri ben ve annemle uğraşmalarıdır. Bu kişiler bizim köpeğimizi zehirlediler, koyunlarımızı çalmaya çalıştılar. Beni aşağılayıcı hareketlerde ve sözlerde bulundular. Benim çoban olmam nedeniyle benimle dalga geçtiler. Ayrıca ben bekarım, evlenme niyetiyle birkaç kişiyle görüşmüştüm. Bu kişiler evlenme amaçlı görüştüğüm kişilerle olumsuz sonuç çıkmasına neden oldular. 3-4 aydır bu kişileri öldürmeyi kafama koymuştum. Cinayette kullanmış olduğum av tüfeği de bana aittir. 1 hafta önce bu kişilere ait arabaların lastiklerini bıçak ile kesen benim. Amacım bu kişilere korku vermekti. Geceleyin koyunlarımı otlattım. Daha sonra eve girmeden doğrudan maktullerin evine girdim. Akrabalarım Harun ve Süleyman Tokat’ı da öldürmeyi düşündüm. Ancak onları evde bulamadığım için öldüremedim” dediği öğrenildi.”
(basin)
haylaz ve cambaz devlet: katar
“Türkiye ve Katar’ın desteği olmasaydı Suriyeli muhaliflerin DEAŞ ve rejime direnmesi mümkün değildi.”
(t. erdogan, basin)
suriye’yi kan gölüne ceviren sunni cihatcilara verdigi destegi acikca belirten erdogan, ne demek istiyor?
cevap: erdogan, katar’a ayar verme operasyonunun aktörlerine $u mesaji veriyor: katar’i, hamas ve ihvan/müslüman karde$lere destek verdi ve iran ile yakinla$ti diye afaroz ediyorsunuz fakat $unu da unutmayin: ortak düsmanimiz olan $ii esad rejimine kar$i sava$an sunni cihatcilara en fazla destegi veren de türkiye ile beraber yine katar’dir.
Eh, ne dendiğini anlayacak kadar zekâmız var.
Her yerde “kafa açacak” birilerine ihtiyaç vardır!
Sorular, sorular…
Necip’ten:
“Alakasi yok. Alenen ‘kacaga gitmis’ler. Kendileri kendi agizlariyla soyluyorlar bunu.
Yani, yapilan sey acikca kanun disi.”
Yani sömürge Kürdistanı dört parçaya bölen işgal devletlerinin çektiği yapay sınırlar (emperyalistlerin Arap ülkelerine cetvelle çizdiği sınırlar, Trump’ın “kanun dışı” sığınmacılara karşı Meksika sınırına örmek istediği duvar, Çinlilerin “kanun dışı” barbarların geçişine engel olmak için yaptıkları duvar gibi) “kanun dışı” değil ama geçim için kendi ülkelerine çizilen yapay sınırları aşanların (“kaçakçı” Kürtler, Meksikalılar, bozkır kavimleri, Ege ve Akdeniz sularında boğulan yüzlerce sığınmacı gibi) yaptığı “kanun dışı”, öyle mi?
günzileli.com’da ideolojik safla$malar ve marxist ideolojik analiz
günzileli.com’da birbirine kari$an at izi ile it izi
ulusalci/kemalist irkcilar/fa$istler, islamci irkcilar/fa$istler, komünistler, anar$istler vs…
kemalist/ulusalci laik fa$iste/irkciya cevap:
“anonim” mahlasiyla yorum yazan kemalist/ulusalci irkcidan alinti:
“yukarıdaki kişilerden kimi tercih ederdin? diye sorsalar, marxist argüman’ı tercih ederdim. en azından, masumiyetini kaybetme riskini taşımasına rağmen henüz o seviyeye varmamış gözüküyor, hayat, belki öğretir. necip ise, daha tehlikeli. çünkü necip, ‘erdoğanizm diktatörlüğü’nün, yer yer aleni, yer yer sinsi askeridir. ‘çağımızın en tehlikeli askerleri’, necipgillerdir. gün gelir, necipgiller, marxist argümanların düşüncelerini ifade etmesinin önüne de set çeker. kısa vadede ilk hedef, necipgillerdir. sinsilikleri, her geçen gün artmaktadır. tehlike daha da büyümeden, engellenmelidir.”
bu kemalist irkci/fa$ist ne demek istiyor?
cevap: necip gibi erdoganci islamcilarin da marxist argüman gibi komünistlerin de cani cehenneme! komünistler her ne kadar temizlenmesi gereken vatan hainleri iseler de, $u anda ve yakin gelecekte tehlike arzedecek gücte degiller, bundan dolayi ilk hedef necip gibi islamcilardir.
bana bak kemalist irkci/fa$ist, senin devletin t.c.’yi ve bu devletin irkci/fa$ist politikalarini te$hir ettigim icin son derece rahatsiz oldugunu farkindayim. bana daha önce “akp trol” diyen de yine sen oldugunu biliyorum.
benim yazdigim yorumlarin icerigini ele$tirecek ve cürütecek kar$i argümanlarin yok. bunun yerine “marxist argüman’in yazdiklarini fazla ciddiye almamak lazim” anlaminda dolayli msajlar veriyorsun.
beni, benim gibi komünistleri daragacinda sallandirip keyifle izleyecek necip gibi islamci azgin/kindar fa$istlerle kar$ila$tirmissin ya, müsadenle ben de seni necip adli azgin fa$ist ile kar$ila$tirayim: senin gibi kemalist laik türk fa$istleri ile necip gibi mufafazakar türk fa$istleri, siz bir madalyonun iki yüzüsünüz; sözkonusu kürtler, komünistler, ermeniler gibi vatan hainleri olunca hemencicik anla$ir birle$irsiniz. (bkz. parlamentoda ki düzen partilerinin; yani akp, mhp ve chp’nin sözkonusu hdp, kürtler ve kürdistan olunca nasil birle$tiklerine)
kemalist laik irkci, bir hakem edasiyla bana ve digerlerine not verecegine, olan biten hakkinda senin fikirlerin nedir, o’nu yaz; benim yazdiklarim icinde yanli$ buldugun nedir, o’nu yaz, yaz ki senin boyunun ölcüsünü alayim; ideolojik analizini yapayim.
siyasi fetva ve dini fetvalarla yönetilen modern toplum: kapitalist dini toplum
alo fetva!
telefonla fetva; o nasil fetva!
müslüman türk toplumunun modern kapitalizme uygun “dini hizmetlere”le ya$adigi güven sorunu
$imdiye kadar hoca ve müftü gibi güvenilir “dini otorite”lerden bizzat fetva alarak gönül rahatligiyla dini vecibelerini yerine getirmi$ müslüman müminler/kullar, modern dini hizmetlere ali$makta zorluk cekiyor.
“Alo Fetva’ hattına güvenin”
“İstanbul Müftüsü Yılmaz: Din konusu önemli bir konu. Bu konuda insanlarımızın kafalarının karışık olmaması ve güvenmesi önemlidir. oruç, zekat, fitre, fidye gibi konulardaki sorularına yanıt veriyor. Halkımızın Diyanet İşleri Başkanlığının ve İstanbul Müftülüğünün fetva hattındaki arkadaşlarımıza güvenmelerini bekliyorum.”
“Ramazan dolayısıyla yoğunluk yaşanan “Alo Fetva Hattı”nda hizmet veren görevliler, vatandaşların özellikle oruç, zekat, fitre, fidye gibi konulardaki sorularını cevaplıyor.”
(yeni akit)
koyun sesi kurdun sesi
bir cikiyor neyin nesi
soru: günzileli.com’da ki yorumcularin ideolojik kafa kari$ikligi “ideolojik harmoni” midir, “ideolojik kakafoni” midir?
“kurtulu$ cephesi” gibi radikal örgüt okuyuculariyla necip gibi eski mit ajani “mahir kaynak” bozuntusu radikal islamci fa$istlerin bu sitede ki “harmonik” beraberliklerine bakinca aklima rahmetli mahsuni $erif’in a$agida ki türküsü geldi:
Öyle bir zamana düştük
Küfrün adı iman oldu
Doğru dürüst gider iken
Hakkın yolu duman oldu
Koyun sesi kurdun sesi
Bir çıkıyor neyin nesi
Adamın adam sevmesi
Geçti hayli zaman oldu
Dost rüzgârı kesti hizi
Okşadı gitti canmızı
Daha dünün suratsızı
Şimdi kaşı keman oldu
Irgat koşar ekmek zalım
Ele geçmez de bakalım
Der Mahsuni benim halım
Korkarım ki yaman olur
tam bir özgüven patlaması… 🙂
Hangi Necip?
Kanun adamı Necip mi, düşünce adamı Necip mi?
(Yoksa bunlar aynı kişinin iki yüzü mü?)
“Düşüncelerimi çürütemiyorsunuz” diyen bir demagog ile “Tanrı’nın yokluğunu kanıtlayamıyorsunuz” diyen bir inanan arasında ne fark vardır? En fazla ideoloji farkı (daha doğrusu ideolojilerinin biçimi, “öz”ü değil) vardır. Ne kanıt getirirseniz getirin kabul etmezler. Kendi fikirlerinin doğru olduğuna kayıtsız şartsız iman getirdikleri için imanlarından dönmezler.
[Kanunlar, yasalar, yasaklar, anayasalar nereden gelmiştir? Doğal mıdır?]
Tr. Ana + Tr. ve Moğ. Yasağ/Yasak (Yasa/Yasak) = Anayasa
Yun. Kanonikos > Ar. Kanun + Ar. Esas = Osm. ve Far. Kanun-ı Esasi (Anayasa)
Far. Dest (El) + Averden (Almak) = Dest Averden (El Almak > İzin Almak) > Destur (İzin) > Ar. Düstur (Anayasa)
Ar. Hükm > Mahkeme (Hüküm yeri) + Temyiz = Ar., Far. ve Osm. Mahkeme-i Temyiz, El-Mahkemetü’t-Temyiziyye (Yargıtay)
Tr. Anayasa + Ar. Mahkeme = Anayasa Mahkemesi (Ar. El-Mahkemetü’d-Düsturiyye)
Ar. Şura + Devlet = Osm. ve Far. Şura-yı Devlet (Danıştay, Ar. Meclisü’d-Devle, Fr. Conseil d’Etat)
Ar. Divan + Hisab/Hesap > Muhasebe = Ar., Far. ve Osm. Divan-ı Muhasebat, ed-Divanü’l-Muhasebe (Sayıştay)
Lat. Senex (Yaşlı) > Senatus (Yaşlılar Meclisi) > Senato
Ar. Celse (Oturum) > Meclis (Oturum Yeri) + Şeyh (Yaşlı) > Şüyuh (Yaşlılar) = Ar. Meclisü’ş-Şüyuh (Yaşlılar Meclisi) (Senato)
“Yani sömürge Kürdistanı dört parçaya bölen işgal devletlerinin çektiği yapay sınırlar (emperyalistlerin Arap ülkelerine cetvelle çizdiği sınırlar, Trump’ın ‘kanun dışı’ sığınmacılara karşı Meksika sınırına örmek istediği duvar, Çinlilerin ‘kanun dışı’ barbarların geçişine engel olmak için yaptıkları duvar gibi) ‘kanun dışı’ değil ama geçim için kendi ülkelerine çizilen yapay sınırları aşanların (‘kaçakçı’ Kürtler, Meksikalılar, bozkır kavimleri, Ege ve Akdeniz sularında boğulan yüzlerce sığınmacı gibi) yaptığı ‘kanun dışı’, öyle mi?”
Kisa cevap: Evet.
Hosunuza gitmeyecegini biliyorum; ama, malesef oyle.
Simdi gelelim uzun cevaba:
Yukaridaki paragrafta yapilmaga calisildigi uzere, ne kadar ugrasirsaniz ugrasin, bildigimiz –siradan– bir kacakcilik faaliyetini ihtisamlandiramazsiniz.
Butun kanunlar yapaydir. Butun sinirlar da oyle.
Bunlari begenmiyorsaniz, degismesi icin ugrasirsiniz.
Oyle bir ugrasi zor geliyor ya da degistiremiyorsunuz diye, kanunlari/sinirlari cignemege kalkisirsaniz, ki bu sizin ozgurlugunuzdur, bedelini odemek durumunda kalabilirsiniz.
Nasil diyordu USianlar?
Real Life 101.
Ha, bu arada, siz de –anladigim kadariyla– ‘Kurdistan’in yari-somurge ve isgal altinda oldugu masalini icsellestirmissiniz.
Baska devletleri bilemem; ama, yanlis hatirlamiyorsam, Idris-i Bitlisi yazdigi mektupta ‘gelin bizi isgal edin’ filan demiyordu. ‘Biz birbirimizle anlasamiyoruz; basimiz da belada; kurtulusumuzu size katilmakta goruyoruz’ diyordu.
Fakat, yine de illa ‘isgal’ metaforu ile gideceksek, en cok Kurtun yasadigi sehir olan Istanbul’un Kurtlerin isgali altinda oldugunu soyleyebiliriz belki. Ne dersiniz?
Necip’in mantıki çıkarımlarının sonuçları:
– Kürtlerin yaptıkları (kaçakçılık) suç. Öyleyse öldürülmeleri (Roboski) o kadar da kötü sayılmaz (“Hak ediyorlar”ın / “suç değil”in zımni ifadesi).
– Devlet memurlarının yaptıkları (1915 Ermeni, 1937/38 Dersim soykırımları) suç. Öyleyse öldürülmeleri (ASALA, PKK) o kadar da kötü sayılmaz (“Hak ediyorlar”ın / “suç değil”in zımni ifadesi).
“necip ise, recep tayyip erdoğan’ın sözcüsü ibrahim kalın ve akp’nin sözcüsü numan kurtulmuş’tur.”
Bunlari okuyunce ne dusunecegime karar veremedim.
Siz, bu isimleri onemsediginiz icin mi yaziyorsunuz?
Eger oyleyse, beni, en az o iki ismin toplami kadar onemsemis oluyorsunuz.
Bence cok da matah bir yaklasim degil. Isimlerle degil de ne soyledikleriyle ilgilenseniz daha bir takdir ederdim.
“ibrahim kalın ve numan kurtulmuş, ‘necip fazıl kısakürek’ hayranıdır. ibrahim kalın ve numan kurtulmuş, ‘necip’ mahlasını kullanarak, gün zileli’nin sitesinde ‘erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcılığı’na devam etmektedir.”
Hmmm.. Yani, bir cesit ‘Fuat Avni’ he mi?
Butun bu gayret de, burayi okuyan hepi topu birkac duzine insan icin mi?
“necip ise, daha tehlikeli.”
Utopyada bile ham-yavan sayilacak seyleri dile getirmegi marifet sayanlar icin, evet, ‘tehlikeli’ sayilabilirim.
“gün gelir, necipgiller, marxist argümanların düşüncelerini ifade etmesinin önüne de set çeker.”
Tersine. Ben Marksist Arguman’in dusuncelerini apacik ifade etmesine yardimci oluyorum –olmak istiyorum.
Bu baglamda, en son, kendisine iki tane soru sordum.
CevaplaMAmak icin deve gureslerinden bahis acmaklara, matbuattan alakasiz arsiv bombardimanlarina sarildi garibim.
“kısa vadede ilk hedef, necipgillerdir. sinsilikleri, her geçen gün artmaktadır. tehlike daha da büyümeden, engellenmelidir.”
Su, bildigimiz, ‘Soyletmen, urun!’ teknigiyle mi?
ah be evladım, daha leb demeden kayısı anladığını sanan bir çocuksun, sormadan soruşturmadan yapıştırmışsın ‘kemalist/ulusalci laik fa$iste/irkci’yı.
sana ve senin gibilere ‘sıra’nın geleceğini kim iddi etti? yazdıklarım arasında buna hiç işaret yokken, bu sitede oradan oraya heyecanlı heyecanlı koşturmandan, hayali kötücül güçler yaratmışsın, önüne gelen herkesi bu kötücül güçlerden biri sanıyorsun.
sana ‘akp trol’ mü demişim? yine mi hayal görüyorsun? burada ‘aktroll’ün nitelikli askeri necip varken, sen, kimsenin aklının ucundan bile geçmezsin.
necipgiller, tehlikelidir. çünkü erdoğanizm ideolojisinin profesyonel askeri, bu sitede necip’tir.
sen, daha çocuksun. yeni yeni öğrendiğin marxizm ile, gün zileli’nin sitesinde antrenman yapmakla meşgulsün.
aklın ve vücudun henüz körpe. hayat, sana da, ideoloji taşıyıcılığı yapmanın zararlarını öğretir. bunu için, necipgillerden sonra, sana ve senin gibilere ‘sıra’nın gelmesi gibi rüya aleminde yüzme.
sıra, mıra, yok.
necipgillerin, seni ve senin gibileri bile ezip geçmesi tehlikesi var.
önünde koca bir hayat var. önüne gelen herkesin üzerine sorgusuz sualsiz ‘kemalist/ulusalci laik fa$iste/irkci’yı yapıştırmandan önce, sabretmeyi, kişilerin neler yazdıklarını okuyup anlamayı, önyargılarını azaltmayı öğrenmeyi dene.
bunları yaparsan, argüman yazmaya çalıştığın marxizm’in de üstünü pek kirletmemiş olursun.
unutma: önyargılar, marxizm’i de eritir.
sen de, eritenlerden olma.
“beni, benim gibi komünistleri daragacinda sallandirip keyifle izleyecek necip gibi islamci azgin/kindar fa$istlerle”
Bugun hayli bereketli bir gun. Yeni yeni etiketlerle bezenmisim masallah.
Bir muddet daha gidersek, sirf benim ‘nick’imi agzina almak icin, Marksist Arguman, sunun gibi bir sanat eseri dosenecek:
Ha gayret.
Neyse.
Yok. Benim kimseyi daragacinda gormek, ya da daragacina gondermek gibi bir arzum, hevesim ya da emelim yok.
Iciniz rahat olsun.
Olsun da, sizin de boyle dusundugunuzden hic de emin degilim –kullanmakta israr ettiginiz bunca iblislestirici etikete bakarak soyluyorum bunu.
“Faşist” nitelemesi bu sitede kimileri tarafından faşistçe bir öfkeyle ileri sürülüyor. Yazık.
“Necip’in mantıki çıkarımlarının sonuçları:”
Benim cikarimlarimi anlamayinca, haliyle, sonuclarini da carpitmissiniz.
“– Kürtlerin yaptıkları (kaçakçılık) suç. Öyleyse öldürülmeleri (Roboski) o kadar da kötü sayılmaz (‘Hak ediyorlar’ın / ‘suç değil’in zımni ifadesi).”
Gonlunuze gore genelleme yapMAmalisiniz.
Kacakci kacakcidir.
Kurt olmasi ya da baska bir etnisiteden olmasi bir sey degistirmez; bir ayricalik ise hic tanimaz.
Ustelik de, oldurulenlerin hic de oyle ulvi amaclari filan da yoktu.
Yani, Nene Hatun filan ayaklariyla, ‘bagimsizlik yolunda’ filan bu isi yapiyor degildiler.
Bildigimiz siradan kacakcilara aniden ulusal kahraman payesi verilmesi, onlari ululamak filan gibi seyler –aslinda– ‘sahte kahraman’ yaratmaktir.
Ozellikle yakin tarihimizin ‘sahte kahraman’larla dolduruldugunu da dikkate alirsak, bunlarin enflasyonu kiymetlerini coktan sifirladigindan, aralarina yeni yeni isimler eklemege calismanin pek de akillica olmadigini gormek gerekir.
“– Devlet memurlarının yaptıkları (1915 Ermeni, 1937/38 Dersim soykırımları) suç. Öyleyse öldürülmeleri (ASALA, PKK) o kadar da kötü sayılmaz (‘Hak ediyorlar’ın / ‘suç değil’in zımni ifadesi).”
Hak edip etmedikleri apayri bir konu.
Benim soyledigim su: Kacakcilik yapiyorsaniz (bu ozgurlugunuzu kullaniyorsaniz), bunun cok ciddi ve beklenmedik bedelleri olabilir.
Ayni sekilde, devlete (veya ahaliye) yonelik silahli hareketlerde bulunuyorsaniz (bu ozgurlugunuzu kullaniyorsaniz), bunun da cok ciddi ve beklenmedik bedelleri olabilir.
Bu tur bedelleri odeyenleri bazilari kahramanlastirmak filan da isteyebilir; ama, bunu herkesten beklemek pek de anlamli olmaz.
“Hangi Necip?
Kanun adamı Necip mi, düşünce adamı Necip mi?”
Once su: Ben bu kategorizasyonun herhangi birisine talip olmadim.
Ote yandan, isin ilginci, ‘düşünce adamı’ olmagi sanki daha bir ‘kabul edilebilir’ buluyorsunuz.
Boyle oldugunu farzedersem, aklima gelen soru su:
‘Düşünce adamı’, acaba, gercek hayattaki kanunlari (ve ilgili mevzuati) yok farzetmek (uygun bulmadigi anda istedigini cignemek, ona karsi gelmek) luksune sahip midir?
Yani, ‘düşünce adamı’ denen kisi, parayi odunc alirken iyiydi de, sira odemege gelince ‘Borclar Kanunu’nu yok farzedebilir mi?
Hadi, etti diyelim; peki, ‘Ceza Kanunu’nu da yok farzedebilir mi?
Butun bunlara, teorik planda, ‘evet, edebilir’ demek mumkun; ama, bu tur ozgurluklerin kullaniminin bedeline de razi olmak anlamina gelir bu.
Oyle birisine ben pek de ‘düşünce adamı’ diyemiyorum –‘akilli adam’ bile diyebilecegime emin degilim.
Alternatifi ‘kanun adamı’ olmak midir? Tabii ki, hayir.
“Ne kanıt getirirseniz getirin kabul etmezler.”
Kabul etmek zorunlugu mu var?
Hele de, ‘kanit’ dediginiz sey iddia sahibinin kendisini (ya da kendi dediklerini) esas bellemegi dayatiyorsa..
Bence Necip mecip de erguvan da ve bunlar gibi laf ebeleri de faşist, goşist, kapitalist, komünist… her neyse hiçbiri değildir. Hazin gevezelik, eli boşluk altı üstü.
Yeni çıkan stres çarkıyla ellerini, karamelli dondurmayla ağızlarını boş bırakmamak lazım.
Bunlar mağdur ve düzenin bu hale getirdiği iyi niyetli ama şanssız çocuklar. Sevelim onları.
Necip’e
İdris-i Bitlisi’lerin (doğrusu, Safevilere karşı olan BİR KISIM Kürt ileri gelenlerinin, çünkü o yıllarda Osmanlı’ya karşı Safevi tarafına geçenleri de vardı) Osmanlı’yı çağırmasına (ve Şeyh Celal, Şahkulu, Baba Zünnun, Kalender Çelebi’lerin Safevileri çağırmasına) benzer şekilde, Seyyid Rıza, Şeyh Said ve İhsan Nuri’ler de TC’yi mi çağırdılar? Yoksa Osmanlı’nın onlara tanıdığı hakları gaspetmek isteyen TC mi önce harekete geçti?
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/cubbeli-patron-kidem-tazminatina-saldirdi-laiklik-isci-sinifinin-din-bezirganligi
http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/dip-bildirisi-ortadoguyu-emperyalizme-siyonizme-ve-mezhep-savasina-kurban-etmeyelim
http://marksist.net/oktay-baran/katar-krizi-emperyalist-savasta-yeni-bir-evre.htm
İmam Seyyid Ali Hamaney: ABD hem kendisi teröristtir hem terörist yetiştirmektedir
İmam Ali Hamaney Amerika hem kendisi terörist olduğunu ve hem terörist yetiştiren bir devlet olduğunu vurguladı.
İmam Hamaney nizamın önde gelen yetkilileri ile görüşmesinde Amerika’nın İran’ı bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlamasına gösterdiği tepkide, evvela bu bölgenin Amerika’yı hiç ilgilendirmediğini ve ikincisi de bu bölgeyi asıl istikrarsızlaştıran taraf da yine Amerika ve uşakları olduğunu belirtti.
ABD’nin IŞİD karşıtı ittifakının büyük bir yalan olduğunu belirten İmam Hamaney, Amerika sadece kontrolden çıkan bir IŞİD’e karşı oldu, Amerika’nın hem kendisinin terörist olduğunu ve hem terörist yetiştiren bir devlet olduğunu vurguladı.
Amerika Başkanı Donald Trump’ın İran’ı teröre destek vermekle suçlamasına tepki gösteren İmam Hamanei, Trump’ın ortaçağ hükümdarları ve Suud hanedanının aşiret yönetimi gibi demokrasi nedir bilmeyen birilerinin yanında durup demokrasi simgesi İran’ı suçlamanın gerçekten komik olduğunu ve Amerika ve uşaklarının alnında tarihî bir leke olarak kalacağını vurguladı.
SURİYE GERÇEKLERİ
Ortadoğu’nun üç büyük gücü arasında bugün yaşanan çekişme, “tarih tekerrürden ibarettir” sözünü doğrularcasına, geçmişteki bir benzerinin yeni bir biçimidir:
Bizans, Sasani (İran), Fetihçi İslam (Muhammed/Hilafet) devletleri, yerlerini Müslüman Bizans (Türkiye), Müslüman Sasani (İran), Petrolcü İslam (Suudi) devletlerine bırakmıştır.
(Dördüncü büyük güç olan Mısır ise, -o günlerdeki Bizans-Sasani-Hilafet istilaları gibi- kısa dönemler hariç, öteden beri bölgede egemendi ve bunun büyük bir bölümünde Suriye ve Filistin’e de sahipti. İsrail ve Filistin’in ortaya çıkması buna bir nokta koydu. Fakat Mısır ve Suriye’nin kısa süren son birliği -Birleşik Arap Cumhuriyeti- bundan sonradır.)
Sayın Zileli, sizce,
1) “Recep Tayyip Erdoğan iktidarı gayrı-meşru” mudur?
2) “Gayr-ı Kanuni Referandumun Gayrı-Meşru İktidarına Karşı Mücadele” edilmeli midir?
3) Bu sorulara olumlu yanıt vermek egemen kapitalist düzeni kabullenmek ve onun suçlarını sadece bu “gayrı meşru” iktidara yüklemek anlamına mı gelir? Bu durumda düzen şakşakçısı mı oluruz?
“İdris-i Bitlisi’lerin (doğrusu, Safevilere karşı olan BİR KISIM Kürt ileri gelenlerinin, çünkü o yıllarda Osmanlı’ya karşı Safevi tarafına geçenleri de vardı) Osmanlı’yı çağırmasına”
Bu dogru.
Fakat, sonucta, Safevi tarafina gecenler degil de gecMEyenler konumuzun oznesi olmak zorunda degil midir?
“(ve Şeyh Celal, Şahkulu, Baba Zünnun, Kalender Çelebi’lerin Safevileri çağırmasına) benzer şekilde, Seyyid Rıza, Şeyh Said ve İhsan Nuri’ler de TC’yi mi çağırdılar?”
Isin dogrusu, bu detaylari yeterince iyi bilmiyorum. Bilindigine de emin degilim.
Buradaki “TC’yi mi çağırdılar?” sorusu hem onemli hem de ilginctir bence.
Isaretlere baktigim zaman, evet, bugunku anlamdaki TC’yi cagirmadilar. Onlarin olmasini umduklari/bekledikleri ‘TC’ biraz daha farkliydi diyebilirim herhalde.
Ama, bunu demek, en basindan itibaren ‘TC’yi reddettikleri anlamina gelmiyor –benim, konu hakkinda (muhakkak da yetersiz olan) bildiklerim dogruysa.
Belli bir yere kadar ciddi bir isbirligi yapilmis. Isbirliginin mutabakatinda (zimnen de olsa) bir bagimsizlik vaadi var miydi?
Bence yoktu. Eski duzenin devami –yani, ozerklik– vardi; fakat, bagimsizlik yoktu.
Daha sonra, TC’nin yonetim sekline yonelik planlar degistiginde, ortaya cikan yeni duruma tepki olarak gorulen bagimsizlik hareketlerinin de –objektif bakacak olursak– Idris-i Bitlisi’yi nakzedecek (ya da tekzip edecek) boyutlara ulsamadigini soyleyebilecegimizi saniyorum.
Ote yandan, Ihsan Nuri Pasa 1976’da vefat etmis. Hatiratini yazmak icin hayli zamani oldugu anlamina gelir bu. Yazmis mi yazmamis mi bilmiyorum. Yazmissa da yayinlanmis mi (ya da yayinlanmasina izin verilir mi); onu da bilmiyorum. Ama, keske yazmis olsa ve okuyabilseydik.
“Yoksa Osmanlı’nın onlara tanıdığı hakları gaspetmek isteyen TC mi önce harekete geçti?”
Bu konu, kendi acimdan, bir turlu karar veremedigim bir konudur. [Bununla ilgili bir seyleri buraya da yazmisligim var.]
TC, butun ceberrutluguna ragmen, (sizin tabirinizle) “Osmanlı’nın onlara tanıdığı hakları gasp” ederek, Kurt beyleri degil de Kurt halkina iyilik mi etti; yoksa kotuluk mu?
Haftanin 7 gunu bunun uzerinde dusunsem, 4 gun ‘iyilik etti’, 2 gun ‘kotuluk etti’, 1 gun de ‘bilmiyorum’ derdim herhalde.
3 anafikirli bir fikra vardir; boyle zamanlarda aklima gelir.
Kisaca soyledir:
Sercenin birisi, ortaligi kaplayan kar yuzunden yem bulamaz; yogun kar yagisi altinda surekli ucmak zorunda kalmak da cok yorucudur. Sonunda artik ucamaz ve duser.
Dustugu yer, tesaduf, yoldur. O sirada oradan gecen bir at, yerdeki sercenin uzerine def-i hacetini yapar.
At pisligi hem sicaktir –serceyi isitir, kendine getirir– hem de –icinde arpa taneleri vardir– sercenin karnini doyurur.
Isinmis, canlanmis, karni da doymus serce, neseyle civildamaga baslar.
Kotu tesaduf, o sirada oradan bir de kedi gecmektedir. O da actir.
Civildayan serceyi duyunca, at pisligini eseler, serceyi cikarir ve afiyetle yer.
Bu fikranin 3 anafikri sudur:
1) Sizi bogaziniza kadar boka sokan herkes size dusman olmayabilir.
2) Bogaziniza kadar boka batmisken, agzinizi acmak, otmek cok da akillica degildir.
3) Sizi bogaziniza kadar battiginiz boktan cikaran herkes dostunuz olmayabilir.
gercekgazetesi.net’teki “Cübbeli patron kıdem tazminatına saldırdı: Laiklik işçi sınıfının, din bezirgânlığı patronların yararınadır!” baslikli yazi da tam da boyle bence.
Dahasi, Cuppeli’nin analizi (kafayi adamin sarigina cuppesine takmak yerine, dediklerine kulak verecek olursak) dogrudur.
“Caiz değil. Çünkü, kıdem tazminatı hakkı değil, maaşını almış. Kendi çıksa alamıyor, adam çıkarırsa alıyor. Hakkı olsa kendi çıksa da alması lazım. Demek ki hakkı değil”
Evet. ‘Hak’ olsaydi, her sartta/durumda ‘hak’ olurdu.
Degil.
Cunku, bu ‘hak’ filan degil; ‘tuzak’tir.
Kisinin isten cikmak konusunda cesaretini (maddi acidan) kiran bir ‘tuzak’.
Fakat, sunu soylemeliyim ki, uzerinde iyi dusunulmus bir ‘tuzak’tir; o kadar ki, iscilere bunu ‘IYI BIR SEY’ zannetirecek kadar…
Oyle ya, calistigin her sene icin –en son maasin baz alinarak– bir maas karsiligi ‘kidem tazminati’ alacaksin; eger emekli olursan ya da isveren seni kapiya koyarsa.
[Isveren iflas ederse, zirnik yok. Ama, kimse buna pek bakmiyor nedense.]
Ve, evet, senin ‘hak’ ettigin ‘kidem tazminati’nin karsiligi sirketin muhasebesinde ayri bir baslik altinda gosterilir.
E. Iyi de; bunun bir anlami yoktur ki.
Orada gosterilen meblagi kimse (hic bir isveren) apayri bir banka hesabinda bloke filan etmez.
O bir ‘fiktif’ rakamdir. Isletme sermayesinin bir parcasi muamelesi gorur.
Isletme battigi anda da buhar olur gider.
Ote yandan, diyelim ki, o isyerinde 10 sene calistiniz.
Onuncu sene aldiginiz maas, gecen on sene boyunca enflasyona baskin midir, yoksa enflasyona yenik mi dusmustur.
Daha dogrusu, o para () bir fon olarakbankada vadeli bir hesapta olsaydi, daha fazla mi olacakti, daha az mi?
Tabii ki daha fazla olacakti.
Su anda, belli bir meblagin uzerindeki vadeli hesaplara yuzde 14-15’ler veriliyor.
Hangi iscinin maasi bu oranda artiyor ya da artacak?
Cok olsa, TUFE arti bir iki puan olur (ona da ‘refah payi’ filan gibi fiyakali isimler takilir).
2016’nin TUFEsi yuzde 8.5 idi. Hesabi siz yapin artik.
Bir de su var:
Isyerinde 10 sene calismis kisiye, eger cok kalifiye degilse, kolay kolay cekip gidemeyecegi bilindigi icin, ‘evin danasi’ muamelesi cekilir. Zam oranlari dusuk tutulur.
Isten atilirsa, alacagi kidem tazminati da, haliyle, dusuk olur.
Kisacasi, isciler adina savunuludugu soylenen ‘kidem tazminati’ denen sey, tam anlamiyla bir ‘tuzak’tir.
‘Isci dostu’ diye ortalikta dolanip caka satanlara isverenler ziyadesiyle mutesekirdir.
Gel de anlat.
olmazsınız. Tam tersine.
erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı necip, provokatörlüğün, gerçekleri saptırmanın en yetenekli ve en sinsi askerlerinden biridir. stalin döneminde yaşamış olsaydı necip, stalin’in en sadık askerlerinden biri olurdu. ama günü gelince, stalin, necip’i de harcamaktan kaçınmazdı.
*
Antalya’da oynanan ve olaylı geçen Göztepe-Eskişehirspor arasındaki futbol maçında yaşananlar tartışılmaya devam ediyor.
Milliyet yazarı Tolga Şardan, ‘Holigan polis!’ başlıklı bugünkü köşesine maçta yaşanan bir ayrıntıyı taşıdı.
Şardan’ın yazısının ilgili kısmı şu şekilde:
Stada seyircilerin alındığı sırada, Göztepe taraftarları arasında stada girmeye çalışan biletli bir seyircinin elindeki çanta, güvenlik önlemi alan polislerin dikkatini çekti.
Görevli polisler, elindeki çantayla stada girmeye çalışan seyircinin çantasını açıp kontrol etmek istediği sırada, seyirci kendisinin polis olduğunu belirterek cebinden kimlik kartını çıkarttı.
Aynı zamanda meslektaş olan seyircinin açtırmak istemediği çantasında kontrol yapan polisler, çantanın içinde saha olaylarında kullanılan maytaplar ve meşaleleri buldu.
Çantanın sahibi polis, kendisinin İzmir Emniyeti kadrosunda görev yaptığını ve Göztepe maçını izlemek için Antalya!ya geldiğini söyledi. Kimlik tespitinin doğru çıkması üzerine, seyirci polis memuru hakkında işlem başlatıldı. Polis kimliğini kullanarak stada yasak madde sokmaya çalışan seyirci polis, maça alınmadı. Ayrıca, Antalya Emniyeti, İzmir Emniyeti’ne yazı yazarak polis memuruyla ilgili idari işlem yapılmasını istedi.
*
Çorum merkez ve ilçeleri ile birlikte son zamanların en ağır ekonomik sorunları ile uğraşıyor. 518 bin nüfusa sahip olan Çorum, 322 bin icra dosyası ile mücadele ediyor.
Yapılan araştırmalar neticesinde Çorum Merkez ilçe ile birlikte 14 ilçeden oluşan Anadolu’nun kaplanları unvanını taşıyan ve genel nüfusu ise 518 bin olan şirin bir il. Son seçimlerde ise 317 civarında oy kullanıldı. 18 yaş altı ise bu ölçekte 201 bin civarında kalıyor.
Sungurlu, Alaca, İskilip Kargı, Bayat ve Osmancık ilçelerinde 1 er adet Çorum Merkezde ise 4 olmak üzere toplam 10 icra dairesi faaliyet gösteriyor. 6 ilçede 160 bin civarında icra dosyası işlem görürken bu rakam Çorum’da ise biraz daha ivme kazanarak 162 bin civarında yer alıyor. Banka ve Telekom alacaklarının başı çektiği takip dosyalarını esnaf borçları, elektrik, Belediyenin su ve atık ile tabela dosyaları takip ediyor.
322 BİN DOSYADAN 32 KİŞİ SORUMLU
Alaca icra dairesinde 2, Bayat 2, İskilip 2, Osmancık 2 Kargı 1, Sungurlu 2 Çorum Merkez 1,2,3 ve 4 numaralı icra dairelerinde görevli sayısı ise 20. Toplamda ilçelerle birlikte 32 memur 322 bin icra dosyası ile ilgilenmek durumunda. Çorum merkez icra dairesinde görevli sayılarının düşmesindeki gerekçelerin başın da ise FETÖ ve rüşvetten tutuklananlar geliyor.
HER SEÇMENE 1 DOSYA HER MEMURA 10 BİN
Yapılan inceleme sonrasında, 2017 seçiminde Çorum merkez ve ilçelerinde kullanılan oy sayısı ile icra dairelerindeki dosya sayısının örtüşmesi ortaya bu ilginç bilgiyi çıkartırken, görevli memur sayısının icra dosyaları ile orantılı olması ise başka bir ilginçliği oluşturuyor.
“erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı necip, provokatörlüğün, gerçekleri saptırmanın en yetenekli ve en sinsi askerlerinden biridir. stalin döneminde yaşamış olsaydı necip, stalin’in en sadık askerlerinden biri olurdu. ama günü gelince, stalin, necip’i de harcamaktan kaçınmazdı.”
Zahmetler etmis, parlak bir referans yazmissiniz.
Tesekkur ederim.
Aslinda, pek de vakitlice oldu.
‘Edoğanizm ideolojisi’ dediginizin ne menem bir sey oldugunu bilMEmekle beraber, bunca gayretim karsiliginda tek kurus koklatan olmadigini sayenizde farkettim.
Baktim, Stalin sizlere omur. Malesef.
Yok yok. Cok sukur. Yoksa, kazanmadan harcanmak da varmis kartlarin arasinda, mazallah.
Kim Jong-un’a ne dersiniz?
Bir referans mektubu da onun icin yazar misiniz lutfen.
Ilk maasim sizin. Daha sonraki maaslarimin da 5’de biri.
Merhaba Gün,
4 dk’lık bir kısa filmimiz var: “Söz Uçar”
https://www.youtube.com/watch?v=SjSwRQHCvd8
“Direnişçileri gerçekten bulmak istiyorsanız, bütün bu kitapları okumanız gerekecek!”
Bu daha başlangıç, mücadeleye devam…
TÜSİAD’dan flaş açıklama
TÜSİAD son günlerde Türkiye gündemi meşgul eden gelişmelerle ilgili açıklama yaptı.
TÜSİAD’ın açıklamasında, “Son dönemde giderek artan sayıda akademisyen, siyasetçi, medya yöneticisi ve yazarının soruşturmaya uğraması ve tutuklu yargılanmasının yanı sıra uluslararası internet sitelerinin yasaklanması, özgürlükler toplumu olma özelliğimizden geriye gidiş algısı yaratmaktadır” ifadeleri yer aldı.
Ayrıntılar geliyor…
http://www.hurriyet.com.tr/tusiaddan-flas-aciklama-40491046
eklemeyi unutmuşum: recep tayyip erdoğan’ın sözcüsü ibrahim kalın, akp’nin sözcüsü numan kurtulmuş ve faşist parti’nin başkanı devlet bahçeli’nin, bu sitedeki profesyonel askeri necip’tir.
kim jong-un’u bilerek yazmadım, çünkü stalin gibi bir diktatörlük timsali hala belleklerde canlı iken, kim jong-un gibi kısa pantolonlu bir çocuğu malzeme yapmak pek rasyonel değildi.
erdoğanizm ideolojisinin ne menem bir şey olduğunu bilmemek, yazarak, bu ideolojiyi taşımaktaki profesyonelliğini ve sinsiliğini maskelemek uğraşısında da ustadır necip. taktik şu: diktatör erdoğan’ın sadık bir askeri olmak, ama bu durum suratına vurulunca, ‘bilmezden gelmek’ inkar yöntemiyle paçayı kurtardığını sanmak.
maaş mı?
objelerle işim yok. ama senin var.
asıl tehlike, sensin.
“4 dk’lık bir kısa filmimiz var: ‘Söz Uçar'”
Seyrettim. Guzel olmus.
Birkac agac icin ortaligi ayaga kaldiranlarin, kapisindan girildiginde 70’lere kacilan bir tukkandaki agac cesetlerine siginmalari fevkalade sanatsal ve bir o kadar da manidar…
Yani, deep, man!
“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam…”
Evet. Devam.
Rejimin titremege basladigini gorur gibi oluyorum.
Bir sonraki ‘episode’da da ‘Gelme dusman; su serperiz!‘ basligini kullanirsaniz, rejimin hepten uykulari kacacaktir; eminim…
Kılıçdaroğlu’na yürüyüş tepkisi: ‘Akılsız başın cezasını…’
Bahçeli, twitter’dan ‘Adalet Yürüyüş’ başlatan CHP lideri Kılıçdaroğlu’na tepki gösterdi.
Bahçeli, “CHP Genel Başkanı, bugün Ankara Güvenpark’tan başlayıp İstanbul Maltepe’ye kadar sürecek bir adalet yürüyüşü başlatmıştır. Adalet yolda bulacağımız kayıp eşya, yürürken ayağımıza takılacak bir gömü değildir. Bunu bilmemek ise cehalettir. Atalarımız boşuna söylememiş: Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş” diye yazdı.
Bahçeli’nin attığı tweetler şöyle:
Gün geçmiyor ki, milletimizi kaygıya sevk eden, karamsarlığa iten olaylar vasat bulmasın! Kriz tetikçileri faal,kaos heveslileri faaliyette. CHP İstanbul Milletvekili Kadri Enis Berberoğlu’nun, MİT Tırları Davası kapsamında 20 Ağustos 2016’da hakkında dava açılmıştı. Görülen ve yürüyen duruşma safahatlarının ardından, İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi hükmünü vermiş, kararını açıklamıştır. Buna Göre Kadri Enis Berberoğlu 25 yıla mahkûm edilmiştir. Bu kararın hitamında CHP aceleyle ayağa kalkmış, önyargıyla kıyameti koparmıştır. Halbuki İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi’nin açıkladığı hüküm kesin olmayıp, hukuki yollar kapanmış ve tükenmiş değildir.
İstinaf mahkemelerinden Yargıtay’a kadar hukuki müracaatlar mümkün ve meşru yoldur. Mezkur hukuki sürecin aşamaları tamamlanana kadar herkesin sabırlı,saygılı ve soğukkanlı hareketi mecburi olduğu kadar en doğru olan yoldur. Hak arayışında, hukuk mücadelesinde elbette duygusal tepki ve şuursuz eylemlerden kaçınmak, her ne olursa olsun yüz çevirmek şarttır. CHP’nin, demokratik ve hukuk çemberinden taşmaması gerekirken, mal bulmuş mağribi gibi sokağa fırlayarak yürüyüşe geçmesi masumane değildir. Provokatörler devrede, karıştırıcı ve nifak saçan mihraklar yerli işbirlikçileri eliyle kuyruktadır.
CHP Genel Başkanı, bugün Ankara Güvenpark’tan başlayıp İstanbul Maltepe’ye kadar sürecek bir adalet yürüyüşü başlatmıştır. Atalarımız boşuna söylememiş: Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş! Adalet yolda bulacağımız kayıp eşya, yürürken ayağımıza takılacak bir gömü değildir. Bunu bilmemek ise cehalettir. CHP, adalet diyerek anarşiye göz kırpmakta, uluslararası topluma dikta duyurusunda bulunarak demokrasiye kast etmenin çabasındadır. Adaletsizlikler batıya ülkemizi ispiyonlamakla çözülemeyecektir. Adalet Ankara-İstanbul arasındaki uzun yolda değil; bizzat milletimizin müşfik ve muhteşem iradesinde, Türk devletinin ruh kökündedir.
Sandıkta sonuç alamayanların sokağa çıkması, demokrasiden umudunu kesenlerin uygun adımlarla yürüyüşe geçmesi ısmarlama projedir. 15 Temmuz’da doğan milli mukavemeti yıkmak, parlayan millet direncini kırmak ve rövanşını almak için bugünkü yürüyüş kurgulanmıştır. 15 Temmuz’u unutturup 20 Temmuz darbesi uyduran, kontrollü darbe ödevini karanlık odaklardan alanlar kurulmuş ve yola bırakılmışlardır. Bugün yola çıkmak 15 Temmuz FETÖ ihanetine sünger çekmek, hatta alttan alta destek vermek, şühedaya bir kez daha kıymak demektir. Herkesin yasalar içinde, demokratik adap ve ahlak çerçevesinde toplanma,haberleşme, ifade, yürüme özgürlüğü vardır ve bunlar savunulmalıdır. Eskiye nazaran yollar yürümek için oldukça kullanışlıdır. Üstelik yol kenarları dinlenme tesisleriyle doludur. Ama yolda adalet yoktur.
http://www.hurriyet.com.tr/bahceliden-kilicdarogluna-yuruyus-tepkisi-40491340
Son dakika… CHP’den Bahçeli’ye sert tepki: Kimse ciddiye almayacaktır
http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-chpden-bahceliye-sert-tepki-kimse-ciddiye-almayacaktir-40491484
bence gidiciler.
“Kılıçdaroğlu’na yürüyüş tepkisi”
Cok yanlis.
Tesekkur etmeleri gerekir.
Tam da, Meclis’te, Ic Tuzuk ve Baskanliga gecis icin Uyum yasalarinin karara baglanacagi donemde, geride hepi topu 20 ‘nobetci’ milletvekili birakip, 28 gunluk piyade seyahate cikmak kadar kurnazca (!) bir taktik kimin aklina gelebilirdi?
Kilicdaroglu’dan baska kimsenin, tabii ki.
Bu, takdir edilmelidir.
Tipki, Tekmelettin Fistanoglu (ismini hic kimse dogru durust hatirlayip telaffuz da edemedigi icin, ben de yanlis soylemis olabilirim) gibi bir ismi sapkadan cikarip herkesi kontripiyede biraktiklari icin takdir edilmelerinin gerekli oldugu gibi..
Bahceli’ye biraz; ama, Kilicdaroglu’ya cok sey borcludur AKP ve RTE.
“eklemeyi unutmuşum: recep tayyip erdoğan’ın sözcüsü ibrahim kalın, akp’nin sözcüsü numan kurtulmuş ve faşist parti’nin başkanı devlet bahçeli’nin, bu sitedeki profesyonel askeri necip’tir.”
Hep asker, hep asker..
Yahu, benim astegmen oldugum donemdeki tegmenler pasa oldu; ben hala daha ‘asker’..
Haksizlik bu.
En azindan, ‘kidem tazminati’ babindan ‘albay’ filan deseydiniz, nezaketen..
“kim jong-un’u bilerek yazmadım, çünkü stalin gibi bir diktatörlük timsali hala belleklerde canlı iken, kim jong-un gibi kısa pantolonlu bir çocuğu malzeme yapmak pek rasyonel değildi.”
Stalin’i malzeme yapmakta bir beis gormuyorsunuz, anlasilan.
Bir de, insanlari kucumsemekten vazgecmelisiniz. Kim Jong-un da bir insan ve sizin kibirinizden alinabilir.
“‘bilmezden gelmek’ inkar yöntemiyle paçayı kurtardığını sanmak.”
Pacami kaptiginizi farketmemisim bile.
“objelerle işim yok. ama senin var.
asıl tehlike, sensin.”
Hmm… Benim objelerle isimin oldugunu soyluyor ve beni tehlikeli buluyorsunuz.
Siz, kendinizi obje mi goruyorsunuz?
Ne zamandan beri?
erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı necip, şurada, esnaf kadının ürünlerine el koyduktan sonra kadını bayıltıp yere fırlatan kişidir:
https://twitter.com/tunahanelmass/status/875295913920671745
asıl tehlike, necip’tir.
Necip “kötü niyetli” olsa bile (ki değil elbette, İhtiyar Çoban’ın da dediği gibi) Netice’ye bakıyor. Necip’in bazı “iyi niyetli” muarızları ise Hatice’ye. Hele bunlardan bazıları Hatice’ye öyle bir saplanıp kalmışlar ki hayret edilebilir.
diktatörün çevresinde olan herkes, diktatörün gözünde birer askerdir. sen, kendine, albaylık rütbesini münasip görsen de, diktatör erdoğan’ın gözünde ne olduğun önemlidir, gerisi laf ü güzaf. orgeneral hulusi akar’ın omuzlarından yere akan yıldızlar, diktatör erdoğan’ın gözünde, abdest suyunu şirinleştirmek için leğenine serpiştirdiği plastik yıldızlardır, başka hiçbir anlamı yoktur. sen her ne kadar kendine albaylık rütbesini yeterli görsen de, diktatör erdoğan’ın zevklerine ve amaçlarına hizmet eden bir askersin, ötesi yok. senin kendine biçtiğin hayaller başka, seni diktatör erdoğan’ın kullanması başka. ‘beni kimse kullanmıyor, her harfimi kendi irademle yazıyorum’ diyorsan, erdoğanizmin etkisi altında olduğunu yine senin suratına çarpmak zorundayım, çünkü, yazdıkların tamamen erdoğanizm ideolojisinin bu sitedeki faaliyetleri.
stalin, pek çok konuya malzeme olacak kadar mühim bir karakterdir, bunu inkar edemeyiz.
insanları küçümsemek diye bir şey yok, genelleştirme yapmıyorum.
saptırma.
iki figürü, stalin’i ve kim jong-un’u, kıyaslamak var.
kim jong-un’un sadece ama sadece kısa pantolunlu bir çocuk olduğu, stalin gibi bir karakterin gölgesinde küçücük bir nokta bile olup olmadığı bu şüpheli durum, tarih ve günümüzde yaşadıklarımız tarafından kanıtlandı.
kim jong-un, ne çok ifadeler okuyordur, duyuyordur, görüyordur kendisi hakkında, hepsine kafayı takıp kederlense, kısa pantolonlu çocukluğunu yaşayamaz, daha da kederlenir, afacanlığını göstermek için bir başka afacan trump’a, tehdit oyununu oynar.
ama, senin, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı olduğun gerçeğini suratınca çarpınca, epey alınganlık gösterdin, ve bu gerçeği hem kendine hem bu sitedekilere unutturmak için ‘kibir’e gönderme yaptın. ortada apaçık bir gerçek var: sen, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısısın. kibir, mibir yok.
senin paçanı yakalayan sadece ben değilim ki. senin gibi, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısını, bu sitede herkes tanıyor.
objelerle işin olduğunu, sen kendin yazdın, şu idi, hatırla, ‘Ilk maasim sizin. Daha sonraki maaslarimin da 5’de biri.’
ben de, ‘objelerle işim olmadığı’ cevabımı verdim.
kendi mi obje olarak mı görüyorum? hayır, görmüyorum.
ama sen, albaylık rütbesine ulaşmak hayallerinle, diktatör erdoğan’ın gözünde objeleşmeyi amaç bellemiş kadar kendini bir obje görüyorsun.
ne zamandan beri? uzun zamandan beri, diktatör erdoğan’ın abdest suyu leğenine serpiştirilmek için yaptığın ‘erdoğanizm ideolojisi taşıyıcılığı’ cambazlıklarınla.
niyet o kadar da önemli mi?
evet, hem de o kadar önemli ki!
ortada apaçık bir gerçek var: necip, ‘kötü niyetli’dir. yer yer alenen, yer yer sinsi şekillerde, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcılığını yapmakta maharetlidir.
‘netice’ye sadece necip değil, gün zileli de bakıyor, bilmem kim de bakıyor. sokağa çıkıp kolunu sallasan, kolun, ‘netice’ye bakan milyonlarca insana mutlaka denk gelir.
mesele, sadece, ‘netice’ye bakmakla bitmiyor. diktatörlüğü yücelten misyonlara sahip misin, değil misin? asıl soru bu. diktatörlüğü yücelttiğin an, ‘netice’ye bakışların da anlamını yitiriyor.
necip’in ‘iyi niyet’i diye bir şey yoktur. diktatör erdoağan’ın sadık askeri necip, ‘kötü niyetli’dir. bu gerçeği unutmayın.
‘hatice’:
erdoğanizm ideolojisi, hayatı zehir ediyor, ‘netice’ bu!
‘hatice’ ile ‘netice’, erdoğanizm ideolojisi tarafından, kasten, birbirine karıştırılıyor. bu tuzağa düşenlerden biri de sen olma.
erdoğanizm ideolojisi taşıyıcılığında profesyonel bir asker olan necip’i, pek hafife alan kelimeler seçtiğini belirtmek zorundayım.
Keserizm’de ısrar, insan olmakta ısrardır.
“diktatörün çevresinde olan herkes, diktatörün gözünde birer askerdir. sen, kendine, albaylık rütbesini münasip görsen de, diktatör erdoğan’ın gözünde ne olduğun önemlidir, gerisi laf ü güzaf. orgeneral hulusi akar’ın omuzlarından yere akan yıldızlar, diktatör erdoğan’ın gözünde, abdest suyunu şirinleştirmek için leğenine serpiştirdiği plastik yıldızlardır, başka hiçbir anlamı yoktur. sen her ne kadar kendine albaylık rütbesini yeterli görsen de, diktatör erdoğan’ın zevklerine ve amaçlarına hizmet eden bir askersin, ötesi yok. senin kendine biçtiğin hayaller başka, seni diktatör erdoğan’ın kullanması başka. ‘beni kimse kullanmıyor, her harfimi kendi irademle yazıyorum’ diyorsan, erdoğanizmin etkisi altında olduğunu yine senin suratına çarpmak zorundayım, çünkü, yazdıkların tamamen erdoğanizm ideolojisinin bu sitedeki faaliyetleri.”
Bu kadar edebiyata hic gerek yoktu.
Sizde herkes askerse, tabii ki, baska kimsenin daha yukarida bir rutbe almasina sicak bakmayacaksiniz.
“ama, senin, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı olduğun gerçeğini suratınca çarpınca, epey alınganlık gösterdin, ve bu gerçeği hem kendine hem bu sitedekilere unutturmak için ‘kibir’e gönderme yaptın. ortada apaçık bir gerçek var: sen, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısısın. kibir, mibir yok.”
Yoo.. Alinganlik filan degildi. Sadece, ortada ‘erdoğanizm’ diye bir ideolojinin var oldugunu sandiginiza bir gonderme idi o.
“senin paçanı yakalayan sadece ben değilim ki. senin gibi, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısını, bu sitede herkes tanıyor.”
Yani, bu sitede, kimin ne dedigiyle degil de, kimin ne oldugu ile ilgilenen cok sayida kisi var sizce. Olabilir.
Ben onlardan birisi olmadigim icin, dogrudan sormagi tercih ederim: Siz neyizmin tasiyiciligini yapiyorsunuz?
“objelerle işin olduğunu, sen kendin yazdın, şu idi, hatırla, ‘Ilk maasim sizin. Daha sonraki maaslarimin da 5’de biri.’”
Siz, ‘maas’i ‘obje’ saniyorsunuz, anlasilan.
Sizin oralarda oyle midir?
Mal karsiligi mi calisiyorsunuz?
“kendi mi obje olarak mı görüyorum? hayır, görmüyorum.”
Gecti mi yani?
“ne zamandan beri? uzun zamandan beri,”
Kolay gecmeyecek gibi duruyor.
edebiyatın kapsamına giren herhangi bir durum söz konusu değil.
saptırma.
gerçekleri açık açık suratına çarpıyorum, senin, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı olduğun gerçeğini.
asker değilim, herhangi bir ‘-izm’in taşıyıcılığını yapmadığım için, rütbe mekanizması da yok. ama senin ‘rütbe aşkın’ var, albaylığı kendine yeterli görüp, diktatör erdoğan’ın abdest suyu leğeninde malzeme olmak için cambazlık müsabakalarında maharetini ispata uğraşıyorsun.
‘Yoo.. Alinganlik filan degildi. Sadece, ortada ‘erdoğanizm’ diye bir ideolojinin var oldugunu sandiginiza bir gonderme idi o.’ ‘erdoğanizm’ adlı ideolojinin ‘var olmadığını iddia edenler’, bizzat, bu ideolojinin taşıyıcılarıdır. yukarıda belirtmiştim, ‘erdoğanizm ideolojisinin ne menem bir şey olduğunu bilmemek, yazarak, bu ideolojiyi taşımaktaki profesyonelliğini ve sinsiliğini maskelemek uğraşısında da ustadır necip. taktik şu: diktatör erdoğan’ın sadık bir askeri olmak, ama bu durum suratına vurulunca, ‘bilmezden gelmek’ inkar yöntemiyle paçayı kurtardığını sanmak.’
erdoğanizm ideolojisi ne diyorsa, hepsini, sıralı liste şeklinde aktarıyorsun. bu ideolojinin sadık bir askeri olduğundan, ‘yazdıklarının sahibi’ sırım sırım sırıtıyor. ‘sahibinin sesi necip’ olduğundan, yazdıklarının hiçbir anlamı yok.
‘neyizmin tasiyiciligini yapiyorsunuz?’ yukarıda cevapladım, herhangi bir ‘-izm’in taşıyıcılığını yapmıyorum.
erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcılarının, ‘maaşlı asker olmak’ şartı yoktur, gönüllülüğe de açıktır. sen, hem maaş almak isteyen, hem de albaylık rütbesine erişmek isteyen, diktatör erdoğan’ın sadık bir askerisin.
‘Sizin oralarda oyle midir? Mal karsiligi mi calisiyorsunuz?’ cevabımı tekrar ediyorum: herhangi bir ‘-izm’in taşıyıcılığını yapmıyorum, ‘maaş’ objesi ile bağım yok.
‘Siz, ‘maas’i ‘obje’ saniyorsunuz, anlasilan.’ ‘maaş’ bir objedir, bunu öğrenememişsen, öğrenmek için acele et.
‘Gecti mi yani?’ hiç ‘objeleşmediğim ve objeleşmeyeceğim’ için, sorduğun soru geçersiz.
‘Kolay gecmeyecek gibi duruyor.’ devamında yazdıklarımı atıp, sadece cambazlığına yarayacak kısmı almışsın, tamamı şöyle:
ne zamandan beri? uzun zamandan beri, diktatör erdoğan’ın abdest suyu leğenine serpiştirilmek için yaptığın ‘erdoğanizm ideolojisi taşıyıcılığı’ cambazlıklarınla.
“gerçekleri açık açık suratına çarpıyorum”
–> “gerçekleri açık açık çarpıtıyorum”
There. Fixed that for you.
“asker değilim”
Fiilen asker olmaniza hem gerek yok hem de –buyuk bir ihtimalle– isteseniz de olamazdiniz.
Ama, baktiginiz her yerde asker gordugunuz asikar.
“‘erdoğanizm’ adlı ideolojinin ‘var olmadığını iddia edenler’, bizzat, bu ideolojinin taşıyıcılarıdır.”
Yani, “Degilim diyorsan, inkar ediyorsundur”.
Hmm.. cok zekice.
Mensa uyesi filan degilseniz, hemen basvurmalisiniz. Sizi derhal baskan sececeklerdir.
“erdoğanizm ideolojisi ne diyorsa, hepsini, sıralı liste şeklinde aktarıyorsun.”
Ne diyormus?
Bir yazsaniz da, hepimiz bilsek.
Bir de, tabii ki, bir ideolojinin muellifi olmak firsatiniz var.
Kacirmayin derim ben.
“‘neyizmin tasiyiciligini yapiyorsunuz?’ yukarıda cevapladım, herhangi bir ‘-izm’in taşıyıcılığını yapmıyorum.”
Cekinmege gerek yok; acikca yazabilirsiniz.
En azindan, ‘anti-erdoğanizm’ gibi bir ideolojinin tasiyiciligini yaptigini yazabilirsiniz.
“‘Siz, ‘maas’i ‘obje’ saniyorsunuz, anlasilan.’ ‘maaş’ bir objedir, bunu öğrenememişsen, öğrenmek için acele et.”
Hem kendinizi nasil ‘obje’ gordugunuzu, hem de ‘maas’i nasil ‘obje’ saydiginizi bir anlatsaniz da ogrensek.
“tamamı şöyle:”
Onemli kismini alintilamistim. Gerisi bos laf cunku.
‘gerçekleri açık açık suratına çarpıyorum’
ve
‘gerçekleri açık açık çarpıtıyorum’
ikisi birbirinden farklı.
erdoğanizm ideolojisi taşıyıcılığındaki maharetini, kelime oyununa da uygulayarak, masum rolüne bürünme çabaların boşuna.
yazdıklarımın tamamı şöyle idi: ‘gerçekleri açık açık suratına çarpıyorum, senin, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı olduğun gerçeğini.’
saptırma.
‘Fiilen asker olmaniza hem gerek yok hem de -buyuk bir ihtimalle- isteseniz de olamazdiniz. Ama, baktiginiz her yerde asker gordugunuz asikar.’
daha önce açıklamıştım: herhangi ‘-izm’in taşıyıcısı da değilim, asker de değilim. sen, diktatör erdoğan’ın sadık bir askeri olarak, albaylık rütbesine erişmeyi ve sana maaş bağlanmasını istiyorsun. burada, senin yazdıkların, ‘sahibinin sesi (yani, ‘diktatör erdoğan’ın sesi’) necip’ olduğunun kanıtı, bu sebeple, baktığım ‘her yerde’ asker görmüyorum, senin, diktatör erdoğan’ın sadık bir askerin olduğun gerçeğini suratına çarpıyorum. genelleştirme yapmadığımı, yukarıda, stalin ve kim jong-un kıyaslaması esnasında da izah etmiştim. ‘‘her yerde’ asker goruyorsunuz’ laf cambazlığın ile, yine, saptırmaya çalışıyorsun. diktatör erdoğan’ın sadık bir askeri olduğunu anlamazlığa vurman beyhude. senin, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı olduğunu, bu sitede herkes biliyor.
‘Yani, ‘Degilim diyorsan, inkar ediyorsundur’. Hmm.. cok zekice. Mensa uyesi filan degilseniz, hemen basvurmalisiniz. Sizi derhal baskan sececeklerdir.’
‘mensa’ üyelerinin hepsi olmasa da bazıları, kimlerin erdoğanizm ideolojisi taşıyıcısı olduğu, kimlerin olmadığı yönünde açıklama yapabilecek kişilerden oluşabilir, fakat bunu yapmak için vakit ayırmaya istekli olacaklarını sanmıyorum. o kulübü bir dahaki ziyaretimde, bu konuyu açarım, ilgilenirlerse veya ilgilenmezlerse seni haberdar ederim. yanılabilirim ama şu kanaatimi ileteyim, ‘mensa’ üyeleri, diktatörlüklere karşı mücadele etmeye eğilimlidir, hele hele, diktatörlerin sadık askerlerine (örnek: ‘necip’lere) karşı mücadeleleri takdir edilesidir. bana gelince, ‘mensa’ üyesi değilim.
‘Ne diyormus? Bir yazsaniz da, hepimiz bilsek. Bir de, tabii ki, bir ideolojinin muellifi olmak firsatiniz var. Kacirmayin derim ben.’
benim tek tek yazmama gerek yok, ve ‘muellif olmak’ gibi bir amacım da yok, senin, diktatör erdoğan’ın sadık askeri necip olarak yazdıkların ortada. kendi yazdıklarını yeniden okursan, ‘erdoğanizm’ ideolojisini anlarsın. ‘anlamazlığa vurma’ diye defalarca ikaz ediyorum.
‘Cekinmege gerek yok; acikca yazabilirsiniz. En azindan, ‘anti-erdoğanizm’ gibi bir ideolojinin tasiyiciligini yaptigini yazabilirsiniz.’
‘cekinilecek’ hiçbir durum yok. her şey ortada.
‘erdoğanizm’ adlı ideoloji vardır, sen de bu ideolojinin askerisin. fakat ‘anti-erdoğanizm’ adlı bir ideolojinin var olmak mecburiyeti yoktur, dikkat et: anti-erdoğanizm’de ‘ideoloji(ler) kuyrukçuluğu mecburiyeti yoktur.’
‘erdoğanizm’, en özet ifadeyle, hayat tarzı dayatmasıdır, bu dayatmayı mümkün kılmak için her tür diktatöryel tahakküme başvurmaktır. bunlardan biri de, erdoğanizm ideolojisi taşıyıcılarını, çeşitli mecralarda kullanmaktır. bu ideolojinin askerleri, maaşlı da olabilir, gönüllü de olabilir. necip, kendisine maaş bağlanmasını, ve albaylık rütbesine erişmek isteyen, diktatör erdoğan’ın sadık bir askeridir.
‘anti-erdoğanizm’ ise ideoloji değildir, en özet ifadeyle, hayat tarzı (tarzlarını) dayatmaz. bir diktatörlük rejimine karşı, ‘muhalefet beraberliği’dir. hitler’in lideri olduğu ‘nazizm’e karşı mücadele edenler, ‘anti-nazizm’ kategorisinde ‘muhalefet beraberliği’ oluşturmaya mecbur kaldı, fakat, bu beraberliğin unsurları herhangi bir ‘ideolojinin çevresinde toplaşmaya mecbur değillerdi, toplaşmadılar da.’ sscb ile abd, bambaşka iki ülke, bambaşka iki harman olmasına rağmen, ‘nazizm’e karşı beraber hareket etmek zorunda kaldı, tarih tam o esnada, o beraberliği zorunlu kıldı. ‘nazizm’ tehlikesinin ortadan kalkacağının emareleri göründüğü an, hiç vakit kaybetmeden, abd ve sscb kendi ‘kutuplarını’ köpürttü ve ‘soğuk savaş’ denen dönem başladı. ‘erdoğanizm’ ideolojisinin taşıyıcısı olan necip’lere karşı mücadele etmek için, herhangi bir ‘-izm’in üyesi olmaya gerek yoktur. ‘anti-erdoğanizm’ bir ideoloji değil, muhalefet beraberliğidir.
‘Hem kendinizi nasil ‘obje’ gordugunuzu, hem de ‘maas’i nasil ‘obje’ saydiginizi bir anlatsaniz da ogrensek.’
kendimi ‘obje’ görmediğimi, yukarıda yazmıştım: ‘hiç ‘objeleşmediğim ve objeleşmeyeceğim’ için, sorduğun soru geçersiz.’
‘maaş’ın obje ‘sayılması’ diye bir durum yoktur, maaş, objedir. bunun ‘verili’ kanıtlarını, sen de, gayet net bildiğin halde, ‘bilmezliğe’ vuruyorsun, ‘anlamazlığa’ vuruyorsun.
‘Onemli kismini alintilamistim. Gerisi bos laf cunku.’
hayır, ‘gerisi’ boş laf değil. senin, erdoğanizm ideolojisinin taşıyıcısı olduğun gerçeğini ‘suratına çarpmam’, seni rahatsız ettiği için, ‘gerisi bos laf cunku’ ifaden ile ‘laf cambazlığı’nı sergiliyorsun.
“Muhafazakâr modernizm, eski tip kalkınmacı-ulusalcı modernizmin elinden “kalkınma” ve “imar” silahlarını almış ve kendine mal etmişti.”
İlk AKP hükümeti yıllarında bir karikatür dergisinde okuduğum bir karikatür vardı. Tam hatırlamıyorum ama galiba RTE ve A.Gül arasında şöyle bir konuşma geçiyordu;
– Uzaya türbanlı astronot gönderelim.
– Ardından da “İmam-Hatiplere uzay yolu açılsın” kampanyasını gündeme getiririz.