Bugün Afrika’da ve Ortadoğu’da yayılan Nil Devrimi’nin (Irak ve İran üzerinden Asya’ya, Libya üzerinden Afrika’nın içlerine doğru da yayılma istidadı göstermektedir) niteliğini iyi tespit etmek gerekir. Bu devrim, şimdiye kadar bildiğimiz devrim kalıplarının hiçbirine uymamaktadır.
20. Yüzyılın ortalarına doğru klasik sömürge yapısının ve bu yapının desteklediği geleneksel kraliyet rejimlerinin çöküşü, sözünü ettiğimiz coğrafyada yeni bir dalgaya yol açtı: Milliyetçilik ve kalkınmacılık.
Bu dalganın öncüsü, genellikle ordu ve Arap milliyetçiliği ideolojisi etrafında örgütlenmiş Baas partileriydi. Halk kitleleri bu dönemde ya etkisiz bir yığın ya da pasif bir destekçiydi.
Ordu desteğiyle iktidarlara el koyan Baas partileri, kendilerine model olarak Sovyetler Birliği’ni aldılar ve baskıcı tek parti rejimleri kurdular. Hatta milliyetçi-kalkınma ideolojileri için uygun yöntemleri de Sovyetler Birliğinden taklit ettiler: Devletçi kalkınmacılık.
Tek partili, milliyetçi, kalkınmacı Baas rejimleri 20. Yüzyılın sonuna doğru kalkınma ve “anti-emperyalizm” iddialarında başarısız oldular ve hiçbir zaman kopmadıkları dünya kapitalist sistemine daha da sıkı sıkıya eklemlendiler. Bazıları (örneğin Mısır), batı kapitalizmiyle iyice içli dışlı olmanın sonucu olarak tek parti rejimini bir ölçüde esneterek yarı-askeri yarı-parlamenter rejimler kurdular; bazıları ise (örneğin Libya) batı kapitalizmine boyun eğmekle birlikte içteki rejiminde bir değişiklik yapmadı ve eski tip tek parti ya da tek kişi diktatörlüklerini daha da baskıcı ve acımasız bir biçimde sürdürdü. Yönetici elitin kalkınmacılık, “anti-emperyalizm” iddiaları son bulmuş, geriye sadece yozlaşmış, soyguncu diktatörlük rejimleri ve diktatörler kalmıştı.
Milliyetçilik, kalkınmacılık ve “anti-emperyalizm” illüzyonu da yıkıldıktan sonra halkın bu baskı rejimlerini sırtında taşıması ve tahammül etmesi için hiçbir neden kalmıyordu. Havucun bile olmadığı yerde kırbacın acısı iyice dayanılmaz olur.
İşte tek partili Baas tipi rejimlerin sonunu getiren halk ayaklanmalarının anlamı budur: Kalkınma retoriklerinin bile çöktüğü, baskıcı, yozlaşmış tek parti ve tek kişi diktatörlüklerine son vermek. Bir anlamda, Doğu Avrupa ve Rusya’daki tek parti rejimlerine son veren 1980’lerin sonundaki gelişmelere benzetilebilir durum ama burada çok daha köklü bir şeyler olmaktadır. Doğu Avrupa’daki ve Rusya’daki halklar, bir yandan baskıdan kurtulmak isterken bir yandan da bürokratik rejimler tarafından yapay bir şekilde uzak tutuldukları özel mülkiyetçi kapitalizmin “zengin”liğine ulaşmaya çalışıyorlardı; dolayısıyla kısa vadede kapitalizmle çatışmaları değil, uyuşmaları söz konusuydu. Oysa Nil Devrimiyle ayağa kalkan halkların en büyük özlemi olan özgürlük isteği daha şimdiden kapitalizmle çatışmaya başlamıştır. Bu coğrafyada özgürlük talebini ileri süren kitleler aynı zamanda eşitlik talebinin de peşinde olan işsiz ve ezilen kesimlerdir. Doğu Avrupa halklarından farklı olarak, onları motive eden, kapitalizmin zenginliklerine ulaşma isteği değil, kapitalizmin yarattığı eşitsizliklerden (bunu bu kadar net bilince ne ölçüde çıkardıkları ayrı bir sorundur elbette) kurtulmaktır. Batı’nın Nil Devrimlerine böylesine uzaktan ve endişeyle bakmasının ardında, bu anti-kapitalist güdüyü görmesi yatmaktadır.
Bu bakımdan Nil devrimlerinin demokratik toplumsal devrimler olduğunu ve böyle bir çağı başlattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumsal, burada tüm toplumu kapsama anlamına geldiği gibi, toplumsal eşitliği de ifade eder; demokratik ise, klasik parlamenter düzeni değil, doğrudan demokrasiyi ve özgürlüğü. Bu bakımdan da demokratik toplumsal devrimler, kafamızdaki klasik kalıplara ve tanımlara uymaz. Yani bu demokratik toplumsal devrimler, “üretici güçlerin” gelişme aşamasına “uygun” “burjuva demokratik devrim”ler değil, özünde eşitlikçi, anti-kapitalist devrimlerdir ve onların demokratikliği, ne bir parlamentarizm özlemiyle izah edilebilir, ne de herhangi bir “burjuva üretim” aşamasını gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Hedef bellidir: Eşitlik ve özgürlük. Bunun için devrim kendi mecrasında akacaktır.
Yirminci yüzyıl tek partili Baas rejimlerinin kurucu öznesi orduydu. Yirmibirinci Yüzyıl çoğulcu toplumsal demokratik devrimin yıkıcı ve kurucu öznesi ezilen, sömürülen halk kitleleridir.
Onların yıkma güdüleri, aynı zamanda yapıcı bir güdüdür.
Gün Zileli
21 Şubat 2011
www.gunzileli.com
					
        
            
            
            
            
            
            
Yüzde yüz katıldığım bir yazı yazmış sn.Zileli.
Parti hiyerarşi geleneğine sahip sol partiler (ideolojik gruplar) bu yazıyı okuyup, Gün Zileli’nin daha önceki yazı ve fikirleriyle bu yazının mantıksal örtüşmesine şimdi ne diyebileceklerdir acaba?
Çünkü, düşünsel namus çağrısı çoğu zaman düşüncenin sabote edilmesi anlamına geldi bu sitede. Oysa Zileli her zaman yaptığını yaparak, vardığı sonuca götüren bütün adımları açıkça göstermeye ve tartışmaya zorlamaktadır olanca iyi niyetiyle.
Demek ki halkların kapitalizmle çatışma isteği ve zorunluluğu, o binlerce sayfa akadamik teorisyen kitaplarıyla, veya partilerin
tavandan emirleriyle gerçekleşmiyormuş.
Nasıl oluyormuş peki? Zamanı geldiğinde, köleler, işçiler ve
aç kesimler karınlarını doldurmak için sözcükleri çiğniyormuş.
Ve dilin nesnel ruhundan bekliyorlarmış ve sahiplerinin önlerine attığı sus payı köpek kemiğini iteleyip, onlara tasmayı takabiliyorlarmış.
Daha önlerinde şaşkınlıkla düşünecek ve konuşacak çok zaman olduğunu ima eden o statüko profesörlerini, düşüncenin eleştirel içeriğini sofistike ederek medya, tv önünde çok izleriz. Keşke bir kaçı, şu sitenin düşünsel
devamlılığını okuyabilse, hatta kaygısızca cesaret edebilse.
Elbette bu halklar şartlar oluştuğunda kaderlerini belirleyecektir
ve siz beyler, artık yırtıp atın o ne olduğu karmaşık teorisyen
zırvalıklarınızı. Yarın ne olacağını, benim bilemeyeceğim gibi,
siz nereden bileceksiniz? Onu bir tek, şartların oluştuğu
sosyal toplumun içindekiler gün be gün belirleyecektir. Yani
sırasını bekleyen halk kesimi, siz değil…
Önce “milli demokratik devrim” yapılmalı bence.
bakın bu olmasdı işter. en yanlış teori budur.
Neden olmayacak ki…aşağıdaki site de bal gibi oluyor.Biraz incele hurşit.
http://bellek2009.blogspot.com
inceledim beyoğlum. Teklif ettiğin site ulusalcı maalesef
Suan Libya diktatörü 5km² icerisinde sikismis durumda .Sokaklar ceset dolu.Halk ölülerini ne sokaklardan nede hastanelerden alabiliyor.Tüm bu vahsi katliama ragmen Ömer Muhtarin ruhu bütün libya sokaklarinda dolasiyor. Halkin iradesi asla teslim olmayacak. Tanklar, ucaklar, kiralik katiller kar etmeyecek. Zafer Libya halkinindir.
Ömer Muhtarin Italyan fasistleri tarafindan idam ipine götürürlerken syledigi son sözü hatirlatmak zaferin müjdeleyicisi olacaktir.
Biz teslim olmayacagiz. Ya kazanacagiz yada ölecegiz.
baas partisinin, kaddafi ve benzerleri egemenlerin söylemi zaten “milli-yetçi demokratik devrim” değil miydi? devrimin millisi şusu busu olmaz. devrim suyun kaynama aracı ne olursa olsun sosyal bir olgudur. toplumsal patlamaların sonucudur. sonucudur çünkü her patlama devrime yol açmaz. kuzey afrika ve ortadoğu patlamalarının devrime yol açtığını şu an söylemek bizi optimist yapar. unutmayın ki “BOP” kuzey afrikayıda kapsamaktaydı. çözümlemelerimizi bütünlük içerisinde yapmalıyız.
Sen karakterinde devrimi nasıl yapacaksın Gün?
Yapılamayan darbe
Tam otuz yıl önce bugün, 23 Şubat 1981 günü, İspanyol jandarma komutanı Yarbay Antonio Tejero Molina iki yüz silahlı adamıyla birlikte meclisi bastı, milletvekillerini rehin aldı.
Olay, o gün bugündür İspanyol ve dünya kamuoyunda “23F” olarak bilinir. Hani
“9/11” gibilerden.
Yarbay Tejero ve adamları mecliste sağa sola ateş ettiler. Duvarlardaki kurşun izleri otuz yıldır ibretlik bir “demokrasi anıtı” olarak saklanır…
Ateş açılınca milletvekilleri tam siper yere, sıraların arasına yattılar. Üç kişi hiç kıpırdamadı, Başbakan Adolfo Suarez, Savunma Bakanı General Mellado ve İspanyol Komünist Partisi Birinci Sekreteri Santiago Carillo.
Carillo, darbecileri hiç umursamadığını ve adam yerine koymadığını göstermek için bir de sigara yaktı…
İç savaş yıllarında partinin gençlik kolları başkanıydı (dün akşam İspanyol televizyonunda konuşuyordu, haber bülteninde, baktım, iyice moruklamış, şimdi tam doksan altı yaşında, ama sesi dimdik.) İspanyol solcuları darbecilere köpek olmuyorlardı, onlarla 1936’dan 1939’a kadar iki buçuk yıl boyunca dövüşmüşler, ölmüşler ve öldürmüşlerdi…Engin Ardiç’tan alinti
yav bu kendine demokratlığı bırakın artık Gün zileli,
kendine demokrat değildir. doğru bulduğunu herkes için ön görür…
şimdi banada gün zilelinin avukatı diyeceksiniz ama deyin, bende doğru bulduğumu derim…
Senin meydanlarda masaları kurup, lagaradan imzalar topladığın
gibi değil…MYK’nın sana taktığı tasmayla değil.
Keşke sen de aşsan da, oralara gelebilsen.
Engin Ardıç’ın yazısını buraya taşıyan arkadaşa, bu sitede yer alan benim “Mutlu Konformist” yazısını da okumasını salık veririm.
Vay arkadaş! Gün Zileli’ye sallamanın da bu kadarı… bu yorumu yazan kişi bence Engin Ardıç, konformisti okuyup yazmış : )