Çelişmeler… Çelişkiler…
Çelişme, diyalektik ve tarihi materyalizmin açıklamalarında temel öneme sahip kavramların başında gelir. Örneğin sınıf çelişmesi… Tarihi materyalizm, toplumların gelişmesinde sınıf çelişmesine tayin edici bir önem atfeder.
Daha sonraları bu çelişme kavramı siyasi konjönktürdeki çatışmalara da uygulanmıştır. Örneğin siyasi konjönktür açıklanırken hakim sınıflar arasındaki çelişmelerden söz edilmiştir. Bu kavramı Maocu hareket daha ince bir biçimde uygulamış ve reelpolitikanın temel taşlarından biri haline getirmiştir. Bu reelpolitikayı daha da ustaca uygulayan Aydınlık hareketi olmuştur ve bu hareket 1970’lerden beri reelpolitika alanında epeyce yol alıp bugünkü noktaya varmıştır.
1970’lerin sonlarında bile bu tür akıl yürütmeleri nasıl yadırgadığımı şöyle anlatmıştım Havariler (1972-1983)’te (iletişim Yayınları, 2002):
“Doğu, parti Genel Merkezi’ndeki odasında, “istihbarat” için saatlerini harcardı. Bu konularda bilgisi olabilecek çeşitli şahsiyetleri odasına kabul eder, onları uzun uzun dinler, yine onlarla birlikte, özellikle ordunun üst kademelerinde, kimin kime daha yakın, hangi cuntanın atakta, hangi cuntanın “bize” daha hayırhah bir tutum içinde olduğuna ilişkin varsayımlar geliştirmeye çalışırdı. Bu konudaki en önemli danışmanı, o sırada Aydınlık’ın Ankara bürosunda “istihbarat şefi” görevini yürüten Nuri Çolakoğlu’ydu. Doğuştan gelen gazeteci yetenekleri ve yüzeyselliğiyle bu göreve son derece uygun olan Nuri, kulaklarını dört açarak elde ettiği bilgileri Doğu’ya ulaştırır, ikisi kafa kafaya verip, “hakim sınıflar içindeki kliklerin” o haftaki grafiğini belirlemeye gayret ederlerdi. Doğu, Nuri’nin yüzeyselliğini ve bilgileri elde etmenin ötesinde, ondan fikir geliştirmekte fazla yararlanamayacağını bildiğinden, bu “önemli” toplantılara bizleri de katmaya çalışırdı. Genel Merkez’in işlerini düzenlemekle görevli Hasan Yalçın, pratik işlerini aksatan bu boş akıl yürütmelerle oyalanmak istemediğinden, böyle anlarda Genel Başkanlık odasının önünden geçmemeye özen gösterirdi. Aynı şey benim için de söz konusuydu. Bazen Doğu’ya yakalandığımız da olurdu. Beni oradan geçerken gören Doğu, “Gün, gelsene buraya, bak önemli bir konuda fikir yürütüyoruz” dediği an, okulu asmak üzereyken müdür tarafından yakalanan bir öğrencinin rahatsızlığı içinde bulurdum kendimi. Mecburen otururdum. Eğer Hasan Yalçın da “yakalanmış”sa, o da olurdu. Bu kez hep birlikte, “klik” hesaplarına girişirdik. Bu kılı kırk yaran, oldukça temelsiz ve naif akıl yürütmelere o zaman dahi gülerdim içimden.” (s. 334-335)
Ara sıra alıp okuduğum Aydınlık gazetesinde aynı kılı kırk yaran akıl yürütmelerin, aynı “çelişmelerden yararlanma” kurnazlığının devam ettiğini gördükçe, eskilerden kalan bir gülümseme gelip oturuyor dudaklarıma. Doğu Perinçek, 21 Temmuz günü yazdığı, “Tayyip Erdoğan’ın Moskova’daki Hali” makalesinde bu reelpolitik kurnazlıklardan birinin örneğini veriyor:
“Rusya’nın güçlü (güce çok önem vermek reelpolitikanın amentüsüdür 🙂 G.Z.) Başkanı, Tayyip Erdoğan’ın tek bir cümlesinin altını çizdi, Cenevre sürecini desteklemesine dikkat çekti…Tayyip Erdoğan’ın Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda ‘Rusya ile görüş birliği içindeyiz’ mesajı anlamlıydı… İşte burada Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ün karşıt konumlara yerleştiklerini televizyon ekranlarında bütün açıklığı ile gördük… Abdullah Gül… Moskova görüşmesini dinamitleme girişiminde bulundu… Abdullah Gül, CIA ve Mossad’ın Suriye’deki örtülü ve kanlı operasyonlarına bütün varlığıyla iştirak halinde olduğunu ilan etmekten kaçınmıyor.”
Hımmm… Demek bundan sonra, en azından bir süre için “karşıt güçler içindeki çelişmelerden” bu şekilde yararlanılacak. Dünya “anti-emperyalist cephesinin” baş kahramanlarından, güçlü Putin’le el sıkışan Tayyip Erdoğan’a, fazla açıktan olmasa da üstü örtülü destek mesajları verilecek ve CIA ile Mossad işbirlikçisi Abdullah Gül ile olan çelişme “baş çelişme” olarak ele alınacak.
Aydınlık yazarlarından İsmet Özçelik, bu reelpolitikayı gecikmeksizin taşımış sütunlarına. Aynı gün yazdığı “Yine Taşeronluk Yine ‘Müslüman Kardeşler’” başlıklı makalesinde şöyle demiş:
“Kulislerde konuşulanlara göre, Putin Erdoğan’ın önüne bir Suriye faturası koyuyor. Bunun üzerine Erdoğan Cenevre’de varılan anlaşmaya destek veriyor. Tepkilerini yumuşatıyor. İşte tam bu aşamada Cumhurbaşkanı Gül bırakın patlama ve Bakanların ölümü nedeniyle üzüntülerini bildirmeyi, Suriye yönetiminin meşruiyetini tartışmaya açıyor. Muhaliflere destek veriyor. Gül ve Erdoğan’ı yakından tanıyan çevreler, ‘Erdoğan sabote ediliyor’ görüşündeler.”
Eh, emperyalist güçler Gül aracılığıyla Erdoğan’ı sabote ediyorlarsa, “anti-emperyalist güçlere” düşenin de bu sabotaja karşı Erdoğan’a destek vermek olduğu açıktır. Her iki yazının da gizli mesajı budur. İşte reelpolitika böyle bir şeydir.
Ne var ki, reelpolitikanın sadece “çelişmelerden yararlanmak” olduğunu düşünürsek hata etmiş oluruz. Reelpolitikanın akıl sır ermeyen başka ince noktaları da vardır. Bir yandan kardeş kadar bitişik güç ya da şahıslar arasında hayali veya kısmen gerçek ihtilaflar icat ya da keşfederler, bir yandan reelpolitikada o anda öyle icap ettiği için gözle görülür çelişmeleri gözlerden saklayıp, o somut durumda birleşmesi mümkün olmayan güçleri müttefik ilan ederler. Örneğin Aydınlık’ın dış politika yazarı Mehmet Ali Güller’in yaptığı gibi. Uzun uzun alıntı yapmayayım da sadece yazarın “AKP Terörü Destekliyor” yazısındaki şu ara başlığı vereyim:
“AKP-PKK İttifakı”
Bu noktada, “çelişmelerden yararlanma” ile, durumu, belirlenen stratejiye uydurmanın çeliştiği açıktır. Böyle olduğunda birinden birini feda etmeniz gerekir. Elbette feda edilecek olan “çelişmelerden yararlanmak”tır. Çünkü strateji feda edilemez. AKP ile PKK arasındaki çelişmelerden yararlanmaya kalkarsanız ya AKP ya da PKK ile potansiyel müttefik durumuna düşmeniz kaçınılmazdır. Ne var ki, bu cinfikirli ulusalcı arkadaşlar, ulusalcı stratejileri icabı “gayri-milli” AKP ile PKK’yı müttefik olarak göstermeyi kendileri için daha uygun bulmaktadırlar. Bununla birlikte, yukarda değindiğim gibi, Abdullah Gül’ü hedef alırken AKP’nin başı Tayyip Erdoğan’ı hafifçe “ulusal”mış gibi göstermenin pek fazla sakıncası yoktur.
Bu aklıevvel ulusalcı strateji, Suriye ve Kürt meselesinde tavan yapmaktadır. 21 Temmuz sayılı Aydınlık’ın sürmanşetine bir göz atalım isterseniz:
“ŞAM’DA DEMİR YUMRUK”
“Suriye yönetimi, 3 hafta önce çıkarılan Terör Yasası’nın ardından silahlı çetelere karşı temizlik harekâtına girişti.”
Bu manşeti okuduktan sonra, reelpolitikanın aynı zamanda şizofrenik bir kişilik bölünmesine tekabül edip etmediğini ciddi ciddi düşünmeye başladım. Kendileri terör yasasıyla yargılananların terör yasalarına övgüler düzmeleri ve “demir yumruk” propagandası yapmaları daha başka nasıl izah edilebilir bilmiyorum.
“Ordumuz”un Uludere’de aldatıldığını da bu arada Aydınlık’tan öğrenmiş bulunuyoruz. Artık bu haber, reelpolitikanın bile sınırlarını aşıyor sanırım. Başlık şöyle:
“Ferman Hüseyin’in Cep Telefonu Bölgeden Sinyal Verdi”
Ve haber şöyle bağlanıyor:
“Konu ile ilgili değerlendirmede bulunan güvenlik uzmanları şunları söylediler: ‘… İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’de de benzer bilgiler var ki o konuşmaları yaptı. Şimdi açıklığa kavuşturulması gereken nokta, Ferman Hüseyin’in kullandığı telefon gerçekten kendisinde miydi? Yoksa telefonun izlendiğini bildiği için telefon o bölgede gezdirilerek Türk ordusuna tuzak mı kuruldu? Tuzak kurulduysa bunda kimler rol aldı? ABD’lilerin bunda rolü ne oldu? İstihbaratı kimin verdiği bir türlü açıklanmadı. Sonra Pentagon’dan ‘istihbaratı ABD verdi’ bilgisi sızdı. Bütün bunlar değerlendirilmelidir.’ Bu arada öldürülen 34 kişinin içinde PKK’lıların da olduğunda ısrar eden güvenlik birimleri, taşınan malın da PKK’ya ait olduğunu, köylülerin sadece taşıma işinde hamallık yaptıklarını ifade ettiler.”
İşte büyük ihtimalle Fethullahçı “terör uzmanları”nın verdiği bilgi ve yorumlara dayanılarak yapılmış, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin yanlısı bir haber. Meğer “ordumuz” oyuna getirilmiş. Demek İçişleri Bakanı’nın o tepki çeken, AKP içinden bile kınama alan açıklamaları o kadar gerçek dışı “değilmiş”. Hamallık yaparken katledilen Kürt köylüleri de o kadar masum görülmemeliymiş, en azından hamallık yapıp malları taşımışlar. Zaten bu ulusalcı arkadaşların fazlasıyla terörizmle mücadele yanlısı oldukları biliniyor. Ulusalcılığa daha bir yatkın görünen Tayyip Erdoğan ve İdris Naim Şahin bir an önce durumun farkına varsalar da bu anti-terörist insanları terörizmden yargılamaktan vazgeçseler!
Çok mücadeleci gibi görünürler ama her an yalakalanmaya hazırdırlar.
Ne dersiniz, TDK’nın, zıtlık anlamındaki çelişme ile mubayenet, yani uyuşmazlık anlamındaki çelişkiyi karıştırmasının sebebi, çelişmeleri eğip bükerken düşülen çelişkiler olabilir mi?
Gün Zileli
24 Temmuz 2012
Franz Fanon’un “3. bir Avrupa yaratmaktan başka işimiz yok mu?”(1) sözleri bana her zaman bizim ulusalcılarımızı(en azından İP çevresinin “avrasyacılığını”) hatırlatır. Emperyalist hegomonik düzene içkin olarak yükselen kapitalist ülkeler bloğunun (ingilizce kısaltmasıyla brics(2)) -özelinde de çin ve şanghay altılısının- 3. avrupaya dönüşme süreci ortadayken, Türkiye’yi “dünya liderliğine” oynayan bu devletlerin “bloğuna”-en azından çin-rusya bloğuna- eklemleme talebi açıkça emperyalist,sömürgeci bir söylem/talep değil midir?
Bence öyledir ama bunda şaşırılacak ya da “yozlaşma” diye nitelenecek bir durum yok. Ulusalcı çizginin -ve kemalist ideolojinin – teorik altyapısını incelersek, zaten kemalizmin özünde “yeni-sömürgeci” bir ideoloji olduğu sonucuna varırız. Geçmişte kemalizmin “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma” ideali, bu gün ADD’nin ulus devletleri olumlayan ideolojik hattı tutarlı bir devamlılık arz eder. Anti-emperyalist değil, yeni-sömürgecidir.
Evet, sömürgeciliğe karşı olmak, sömürge taklitçisi de olmamayı gerektirir. Eğer, küresel ölçekte hakim 2 ya da 3 bloğun çatışması varsa, anti-emperyalist olmak 3. ya da 4. dünyacı olmayı, hayati bir ilke olarak “tarafsız”(3) olmayı gerektirir. Şimdilik söyleyeceklerim bunlar…
1)Yeryüzü’nün lanetlileri,versus yayınları, sy. 305. Burada Fanon’un 2. Avrupa dediği ABD’nin eski bir avrupa sömürgesi olduğu hatırlatması şüphesiz en vurucu noktadır. Bu örnek üzerinden yola çıkarak 3. avrupanın ne anlama geldiğini rahatça anlayabiliriz.
NOT: Tabii bu arada, Fanon’un SSCB ve Varşova paktı ülkelerini de Avrupa’ya dahil ettiği unutulmamalı..
2) Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika’nın oluşturduğu, AB/ABD’nin soğuk savaş sonrası netleşen hegomonik gücünü gelişen ekonomileri kırması beklenen devletler topluluğu… Bu ülkelerin ilk ikisi Şanghay işbirliği örgütü üyesi(yazıda şanghay altılısı olarak söz ettim), 3üncüsü ise gözlemcidir. İşçi partisi, aynı zamanda orta asya ülkelerinin üye, iranın gözlemci olduğu ve NATO’ya rakip olması beklenen bu ittifaka katılınmasından yanadır. Avrasya-dışı olan son iki adres,bildiğim kadarıyla şu an türk ulusalcılarının fazla ilgisini çekmemektedir.
3)Tarafsızlık, Fanon’un ezilen halklar açısından gerekli gördüğü siyasal duruştur. Fanon, makyajlı bir devlet sosyalizmini olumlu görmesine karşın, iki bloğa eşit mesafede olunmasından yana olduğu ve dünya halklarına daha fazla sefalet getiren silahlanma yarışları ve “soğuk savaşların” bitmesinin ezilen halkların umudu olarak görmektedir.Bunun yanı sıra, Avrupa eksenli sosyalizmin de metropole özgü bir yapıda geliştiğini de iade eder (aynı kitap, sy 106).
Düzeltme:3. notumda “gelişen ekonomileri sayesinde kırması beklenen” şeklinde ifade edilmeliydi.
Yazıda Marksizmdeki çelişki ve Mao’nun çelişki üzerine katkılarını yanlış yorumladığınız pek çok yer var. Üstüne üstlük, İP çevresindeki bazı kişilerin “reelpolitik” yorumlarını hem çok ciddiye almışsınız, hem de yanlış çelişki kavrayışınız onu reelpolitikle aynı düzeyde gördüğünüzü kanıtlamış.
Vaktim yok kısaca şu iki noktayı vurgulayayım;
1) Çelişki kavramı reelpolitikaya indirgenemeyecek derecede önemli bir felsefi bakışın ürünüdür. İP de bunu böyle görür ve şeylerin çelişkili dünyası gereğince, dönem dönem tıpkı Mao gibi temel çelişki-tali çelişki tahlilleri yapar ve politik konumlanmasını bunun üzerine inşa eder. Örnek vermek gerekirse, İP’in resmi metinlerinde de belirtildiği gibi bugünün Türkiye’sinde, ülke ile emperyalizm arasındaki çelişki baş çelişkidir. Bunun yanında diğer tüm çelişkiler (emek-sermaye, kürt sorunu vb.) bu çelişkiye göre konumları dolayısıyla nitelenirler. Bu nedenle, Tayyip-Gül arasındaki ya da AKP-Cemaat arasındaki çatlak çelişme ya da çelişki kavramlarıyla açıklanamaz, İP için de böyledir.
2) Her devrimcinin ya da devrimler, toplum, mücadeleler alanı üzerine konuşan her insanın Marksist diyalektiği anlaması ve doğru yorumlaması bir gerekliliktir bana kalırsa. İlla Marksist olmasına gerek yok. Marksizmi de aşan insanlık tarihiyle özdeş bir tartışmanın sonuçları olduğu için de böyledir bu. Gelmek istediğim yer ise şu; İP’in ve çevresindeki insanların bugün ve geçmişte yaptığı reelpolitik hataları bu felsefi geleneğe bir çırpıda mal etmeden önce bir daha düşünmek gerek.
Yok yahu? O da nereden çikti? Insanliga büyük acilar çektirip, milyonlarin lanetiyle yok olup giden rezil bir ideolojiye bu kadar saygi neden? Marksizmin hak ettigi tek bir sey var: kocaman bir “Yuh”. Ayrica, özel jargon ve özel vokabüler totaliter rejimin habercisidir, bir insan ne kadar çok jargona batmis ise o kadar asagilik bir fasisttir, ya da igrenç bir Stalincidir
Güzel kardeşim (üstteki), sence Muhammed adına mı daha çok insan öldürülmüştür yoksa Marx adına mı? Hadi diyelim sana göre Marx adına olsun. Muhammed adına da çok güzel adam öldürüldü tarih boyunca ve günümüzde de öldürülüyor hala…Onun da ayrı bir dili, jargonu var vs. vs. Bugün biri çıkıp diyebilir mi ki Irak’ta dün ölen yüzlerce insanın sorumluluğu Muhammed’e ya da İslam’a aittir diye? Senin gibi bir adam Amerikalı olsa neo-Con olur ve Irak’taki kanı böyle yorumlardı işte.
Biraz da toplumu değerlendirmeyi öğrenmeni, insanlığın bugüne kadar geliştirdiği deneyimleri tartışmaları okumanı anlamanı tavsiye ederim. Marx’ı da anla, başkasını da.
İP bugüne kadar hangi teorik pratik halkayı yakalamış bundan dolayı İP’nin ve onun türevlerinin ciddiye alınacak bir durumları yok bunların daha eskileri halen tokat tunceli kırsalında mao ‘nun halk savaşını veriyorlar; bunlar gelişen ve eskiyi parçayan kapitalizme karşı geri feodal ataerkil öğeleri savunurlar bunlar kapitalizmin anaforudurlar
Uyarı üzerine hakaret nedeniyle kaldırılmıştır.
Türkiye’deki marksist cinayet sebekelerinin öldürdükleri marksistler, Türk ve Kürt milliyetçisi insanlari, sivil halki ve güvenlik mensuplarini saymiyorum.
Sınıf savaşı. Sınıf savaşının olduğu her yerde kan ve gözyaşı eksik olmaz.
M.Ö. bile ilk müslümanlık dönemlerinde Emevi ve Abbasi saltanatçıları kendi çıkarları için Hz Muhammedin ehlibeytine küfretmişlerdir, kerbalada Hasan’la Hüseyini katletmişlerdir. Muhammed’in ehlibeytine özellikle Özellikle Hz Ali’ye camiler de ebu süfyanın talimatıyla küfrettirilmiştir. O dönemin en önemli ilim adamlarında Hanifi mezhebinin kurucusu imamı Azam Ebu Hanife, Abbasi yönetiminde zindanda öldürülmüştür vs. vs…(Kaynaklar bende)
İşte bu koca tarih sınıf savaşımın tarihi.
Bence yukarıdaki arkadaşa söylememiz gereken, (örnek verdiği takipçilerinin değil) Marx’ın ve (takipçilerinin değil) Muhammed’in öldürttüğü kişilerin kıyaslanması gerektiğidir.
Adama sırf bir kıyas yapmaması için “hadi diyelim Marx adına daha fazla insan öldürülmüş olsun” dedim ama bir insan anlamak için diretirse bir şey anlamaz.
5 milyon insan öldürülmüştür diyor.
istatistikleri yarıştırarak bir düşüncenin haklılığını anlayamayız
eleman darwin karşıtı yayın yapan sitelerin etkisinde kalmışa benziyor.devrim maskeli bir balo değildir.dahası uygarlık tarihindeki savaşları unutup özgürlük için mücadele verenleri karalamaktan başka bir amacı olmayan o alt alta dizilmiş sayılarınızın binleri hatta milyonları bulmuş olmasını gösterecek olursanız bu mide bulandırıcı insan seviciliğinizin de hiçbir kıymeti harbiyesi kalmaz.sayılar bir değer ifade etmez.sadece burjuva vicdanlara sahte bir göz yaşı döktürür o kadar. eğer gerçekten ölüme karşı çıkacaksak bulnduğumuz yere düşüncelerimizin hangi sınıfa hizmet ettiğine bakmalıyız.
Hakaret içeren ifadeler nedeniyle bu yorum kaldırılmıştır
Marksist-Leninist öğretiye göre, işçi sınıfı, üretim ilişkilerinin bizzat kalbinde yer aldığı için onun sağlıklı bütünsel analizini yapamaz. Bu yüzden de, işçiler kendi hallerine bırakıldıkları zaman sendikacıdırlar. Profesyonel devrimcilerden oluşan öncü partinin rolü işte burada başlar. Parti; iyi eğitilmiş militanları aracılığıyla işçilere sınıf bilinci aşılar, işçiler adına diğer sınıfların(emekçi köylüler, zanaatkarlar, kent yoksulları vb.) desteğini almaya çalışır, burjuva siyasal akımlarla karşı sınıf adına mücadele yürütür…
Partinin, işçi sınıfının teorik ve fiziki öncüsü haline gelebilmesi için, işçilere güven verebilecek bir teorik tutarlılığa sahip olması gerekir. Parti, sokaklarda ve iş yerlerinde ortaya çıkan sloganları sahiplenmekle kalmaz, bu sloganları hayata geçirebilecek gerçekçiliğe sahip kadroları ve somut fikirleri olduğunu, elinde yol haritası olan bilinçli önderlere ve militanlara sahip olduğunu teşhir etmeye çabalar. Bu teşhir durumu, sokaklarda ve işyerlerinde doğmuş sloganları programlaştırmak ve durum şöyle, amaç şöyle yaklaşımı geliştirmekle de sınırlı değildir. Tam da bu noktada, reel-politiğe dayalı somut durum analizleri kendini gösterir. Bu analizler, önderliğin (veya öncünün) sınıfa şu ya da bu konuda “her şeyin farkındayız” demesi, öznel (ve bir o kadar da karmaşık görünen) yorumlarla süslenmiş yazıların en açık yayın organlarında teşhir edilmesi ile sağlanır.
Yukarıda belirttiğim durum,günün ifade ettiği Perinçek’in Aydınlık’ta yazdığı yazı örneğinde, geçtiğimiz günlerde Aysel Tuğluk’un Taraf gazetesinde yayınlanan yazısı örneğinde,soL portaldaki suriye analizleri örneğinde, sendika.org’da yayınlanan kürt sorunu konulu yazılar örneğinde… geçerlidir.
Ancak reel politika üzerine taraf olucu görüş bildirmenin tek biçimi bu teşhir türü değildir. Siyasal anlamıyla devrimcilerin reel politikaya dair dahil olucu tutum alması bence şu üç şekilde gerçekleşebilir:
1) Yukarıda ifade ettiğim, leninist parti fikri ile doğrudan bağlantılı örgütsel teşhircilik. İfadesini kimi zaman kurulan tuhaf ittifaklarda(kızıl elma koalisyonu, 70 milyon adım koalisyonu, yurtsever cephe vb.) da bulması mümkün olup, partinin ikameci doğasından kaynaklanır. Eylemde ifadesini bulmadığında da, yukarıdaki gazete yazılarında örneklediğim şekliyle düşünsel olarak bulur.
2)Bireysel ya da kollektif, ancak ifadesini kurumsal biçimde bulmamasıyla ilkinden ayrılan teşhircilik. Reel politik üzerine üretilen fikirler, alternatif politikanın kanaat önderleri tarafından teşhir edilir, örgütsel bir ittifak olmaksızın bir şeyin desteklenmesi(veya desteklenmemesi) ile sonuçlandırılır. Buna örnek olarak Proudhon’un italyan birliği hakkındaki tutumu, Kropotkin ve Tucker’ın 1. dünya savaşındaki tutumu, Negri’nin avrupa anayasası hakkındaki tutumu, Chomsky’nin 2008 seçimleri üzerine tutumu… verilebilir.
3) Aslında mahalle arasındaki siyaset tartışmalarında da ifade bulan, ancak alternatif politikanın kurmaylarının fikir üretimi/alışverişi üzerinden de gerçekleşen, çoğu zaman teşhir edilmeyen ya da siyasi rakipler tarafından “bak bu şöyle demiş/yazmış” üzerinden teşhir edilen tavır alma biçimidir. Doğu Perinçek’in Gün Zileli ve diğer Aydınlık kurmaylarıyla yaptığı toplantılar buna örnektir. Bunun dışında Marx’ın Engelse yazdığı,Prusya’nın Fransa’yı işgali hakkındaki görüşlerini içeren mektup, Almanya’yla savaşın sürüp sürmemesi üzerine Troçki’nin Lenininkilere karşı ortaya attığı fikirler… buna örnek verilebilir.
Sonuncusu, teşhirci bir form taşımadığı için diğer ikisinden daha sağlıklı bir tutum alm/dahil olma tarzı gibi görünür. Ancak reel politikanın taraflarından birine, şu ya da bu amaçla desteği gerekli gördüğünden, birinci maddede de söz ettiğim türden bir cephecilikle ya da ikinci maddedeki türden bir zümresel destekle sonuçlanması olasıdır…
Bu konuda tek devrimci olan; tarafsızlık,çatışanların aynılığının(veya benzeşmesinin) deşifre edilmesi ve kuramsal karşı saldırı formundaki müdahaledir!
Muhammed adına sadece geçmişte değil, günümüzde de insanlar vahşice katlediliyorlar. Müslümanlar vücutlarına bomba sarıp dini ibadetlerini yerine getiren sivilleri, kadın, çocuk demeden havaya uçuruyorlar. Irak’ta, Mısır’da, Suriye’de.. Dünyanın başına bela olan, böylesi barbarca, insanlık dışı katliamları yapanlar marksistler değil, müslümanlar..
egemen üretim ilişkisi kapitalizmin ve ideolojisi liberalizmin teorik ve pratik bütün yönleriyle inceleyip açıklayan,belkide bilimede bilimsel diyalektik yöntemle tarihsel materyalizmi katan çağının en büyük filezofuna saldırının aslında nerden olduğunu anlamak zor olmasa gerek.kuşkusuz egemen ideolojinin hizmetindeki bu günün efendilerinin hizmetkarları olup sistemin ideolojisi liberalizmin en sinkaflı dilini kulananların polis masası olabileceği açıktır
bu sitede sömürülenlerin düşüncelerine,mücadele tekniklerine aleştiri diye sövgüler dizilirken sesini çıkarmıyorsun ama onlara anlayacakları dilden karşılık verilince hakemliğe soyunuyorsun gün! çünkü sen de o zihniyetten besleniyor ve onunla yazıyorsun! sansürcü gün zileli tayyip gibi neyin olup hakaret neyin olmadığına artık o kararveriyor.yani kendi gibi düşünenlere sayfalarını sonuna kadar açıyor diğerelerine de sansür uyguluyor.marxa şarlatan diye hakaret eden polis kılıklı kişiyinin yazdıklarına dokunmayacak ama onun bu saldırgan üslübuna karşı yazılmış yazıyı hakaret sayıp sansürleyecek! buna kim inanır sansürcü gün zileli! (uyarı dikkate alınmış, ancak isim yerindeki uygunsuz ifade çıkarılmıştır. G.Z)
düzeltme, sansürcü gün zileli, tayip gibi neyin hakaret olup neyin olmadığına artık kendi karar veriyor.
L’Angleterre a une double mission à remplir en Inde : l’une destructrice, l’autre régénératrice – l’annihilation de la vieille société asiatique et la pose des fondements matériels de la société occidentale en Asie » Karl Marx (1853).
çeviri: Ingiltere’nin Hindistan’da yerine getirdigi çifte bir misyon vardir: Birincisi yikici, ikincisi yaratici- eski Asya toplumunun yok edilmesi ve Asya’da Batili toplumun maddi temellerinin yerlestirilmesi”
Kendisini onurlu bir insan olarak kabul eden bir Asyali eger marksist oldugunu söylüyorsa iste asil çeliski buradadir, hakaretle, sansürle gerçekler örtbas edilemez.
Arkadaşlar kimse Marks ı kutsallaştırdığı yok ama ortada insan aklının ve psikolojisini herkesin kolay idrak edemiyeceği bir Kapital var hakkını teslim edelim
Bunda bir çelişki yok klasik sömürgeci anlayışın tespitini yapmış. Hiçbir ingiliz Marksist olmadıgı gibi, İngiltere de sosyalist bir ülke degildir. Marks’ı anlamadan devrimci demiyorum gerçekçi olunmaz
C’est la première fois que l’Hindoustan est colonisé par un peuple supérieur, les précédentes ayant été « hindouïsées ». La question n’est pas de « savoir si les Anglais avaient le droit de conquérir l’Inde, mais si nous devons préférer l’Inde conquise par les Turcs, par les Persans, par les Russes à L’inde conquise par les Britanniques K. Marx, « Chroniques anglaises », in ‘uvres IV. Politique I, Paris Gallimard La Pléiade, 1994, p 720.
“Hindistan ilk kez üstün bir halk tarafindan sömürgelestirildi. Sorun Ingililerin Hindistan’i fethetme hakinin bulunup bulunmamasi degildir, fakat bunun yerine Türklein, Iranlilarin, Rusalrin fethi ni tercih edecegimiz sorunudur”
Kusura bakmayin, bu cümleyi telafuz eden birini ben degil önder falan bir Asyali olarak insan bile kabul etmem, bu düsünceleri savunanlar bizim düsmanimizdir ve her zaman düsmanimiz olarak kalacaktir, kimlik ve kisligimiz mevcut oldugu sürece.
Marksitler her türlü sömürü biçimine karşıdırlar bütün ülkelerin emperyalist hegomanyasına karşıdırlar. Bunu için marksist olmaya gerek yok kaldıki marksistlere eleştire yapacaksan Kapitali koltugunun altına koyman lazım
Kitap üzerinde öyle, kitaba bakarsan anka da mevcut ama nerede?
ankalar mevcut merak etme 🙂
Ben kürt olmadığım halde sana türkiyenini güneyindeki ankalardan bahsedeyim istiyosan şu an dağlarda geleceğini koparma savaşı veriyorlar sen beğenmesende
Bu yüzden eleştiri yaparken genele bakmak lazım kişilere, ülkelere vb. degil
biz marxı sizin birtakım kişileri göklere çıkardığınız gibi tabulaştırmıyoruz.marxın hindistan üzerine yorumunu sösyalistler sizden önce tartışmışlardır.belli ki bunlardan heberin yok.ama olsun zamanla öğrenirsin.diyalektik çelişkileri bir arada bulundurur.bir şeyin tek bir boyutu yoktur eğer onu tek boyutlu alğılarsan böyle alelacele düşmanlık tohumlarını şaçarsın çevrene.önce etraflıca araştırıp sonra düşün derim.
Sayın Zileli Aydınlık hareketinin ve onu türevlerinin hiç bir zaman cezbedici siyasetleri olmamıştır benim iiçin yukarda söyledim gibi hangi teorik pratik halkayı yakalayıp TDH armağan etmişlerdir.
Tam tersine bırakın teorik pratik halkayı yakalamayı sol içi şiddeti yaygınlaştırmada aktördür. Daha düne kadar bu goşist bu sol sapma diyerek nefret tohumlarını aydınlık ve türevleri ekmedimi o dönemin geç devrimcilerinin yüreğine
Bu haretin savunulacak tutarlı yanı yok
1) Pennsylvania’yı kıble edinmiş olan, % 100 Rand Corporation imalatı “Ilımlı İslam”ı rehber edinmiş olan polis beyefendinin, Marx’ın avrupamerkezciliğinden şikayet etmesi en hafif tabirle saçmalıktır.
2) Konu hakkında faydalı bir yazı:
http://www.birgun.net/writer_2009_index.php?category_code=b&news_code=1242385244&year=2009&month=05&day=15
3) “Marksizm ve Avrupamerkezcilik” meselesi hakkında ders vermeyi ise; Avrupamerkezcilik, kalkınmacılık, pozitivizm gibi damarlarla hesaplaşmış olan marksistlere bırakıyorum. Maocuların en sığ kesimleri bile bu konuda polis beyi aydınlatabilirler.
“Suriye & PKK/PYD” meselesinde Aydınlık Gazetesi içerisinde farklı bir ses: Barış Zeren
Bakınız:
http://www.gazetevatanemek.com/index.php/bariszezen-diger-yazlar/3995-suriye-kuertleri-icin-bir-roentgen-mel-temo-sukasti.html
http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/13932-suriyede-beliren-ittifak.html
İslâm ve Marksizm: Bir Demir Küçükaydın Eleştirisi
Garbis Altınoğlu
http://gazete.halkcephesi.net/yazilar/index.php?option=com_content&view=article&id=1599%3Aslam-ve-marksizm-bir-demir-kuecuekaydn-eletirisi&catid=94%3Ateorik&Itemid=93
Sen çok istiyorsan Fethullahçi olayim, her gördügün karsit görüsten insani Fethullahçi sanma ve her sakalliyi da …ama seni üzmek pahasina söyleyeyim Fethullahçi degilim bu bir. Ikincisi, senin gibi solcu geçinip solu gazetelerden iktibas yaparak ögrenen biri degilim ki Fethullahçi olayim. Bak, senin cenahtan Taraf gazetesini, birçok solcuyu, birçok solcu vakfi ve STK’yi kim finanse ediyor? Fethullah, yani CIA. Gerçi diger solculari da Ingilizler, Almanlar ya da Fransizlar finanse ediyor. Türkiye’de bagimsiz iradeli, özgür düsünceli, kimlikli, kisilikli bir solcu aradim, bir tane bile bulamadim.Bir kismi da resmen ulus devlet kurmak için milliyetçi bir mücadele veren PKK’ya kapilanip, onun adina burada “mücadele, özgürlük vs” diyerek kendilerini tatmin ediyorlar. Bir de sosyalizmden söz ediyorlar, bundan daha komik birsey olamaz. Marks’in Avrupa merkezciligine gelince, senin tutumun “eh bu kadar kusur kadi kizinda da olur” seklinde. Avrupa merkezcisi oldugunu kabul ettigin birinin pesinden gidiyorsan, sen de Avrupa merkezcisisin, yanliz aranizdaki fark su ki sen Asyalisin. Sahip-köle meselesi bu, sen kendine yakistirmissin.
Moucular kimi aydınlatacak çıracı,
moucuların en radikalleri tunceli tokat kırsalında 30 yıldır halk savaşı veriyorlar. Bunların ağır babaları bile Marksizmin eline su dökemez
‘mücadele,özgürlük vs.’diyerek kendilerini tatmin edenlerin sayesinde oluşan özgürlükçü demokratik ortamda senin gibi iktidar-sistem devlet-hegemonyasının hizmetkarlarıda nefes alabiliyorsunuz.şimdiden anladığın için olsa gerek geleceğin alternatif siyaseti olan anarşizmin sitelerinde görünüp yeni efendiler arayışında olduğunu sanıyorum.unuttuğun bizden seningibilere efendi olmaz sende hiç umut ışiği yok köleliği okadar sevmişsinki eleştirdiğin avrupa merkezli efendilere bile razı görünüyorsun kendi olabilenlere saldırmanın altında yatan piskolojini şimdi daha iyi anlayabilirsin.marx ın avrupacı baküninin bir ara slavcı olması seni haklı çıkarmaz.170 yıl önceki özgürlükçü insani birikimleri ve konjöktürel siyaseti bu günün değerlerinde değerlendirecek marksistler ve anarşistler muhakkak vardır senin aklın yetmez.hizmet ettiğin sistemin egemen efendileri hatırlayıp kendi olabilenlere yetiştirdiğin laflarla kime hizmet ettiğini hatırlayıp kimin kölesi olduğunu unutma onların sitelerinde otlanıp özgürlükçü platformları bulandırmasan iyi olur
sen kendin misin? emin misin? önce okuduklarini anla, anlasilir sekilde yaz, Pol-Pot’larin, Narkolarin, tasaronlarin pesinden gideceksen git de, onlarin adina kendine gaz verip pohpohlanma, onlarin kimlerin, hangi generallerin kirli oyunlari sayesinde nefes alabildiklerini de unutma.
Özgürlükçü benim anarşistlere sözüm yok ben Aydınlık ve Aydınlıktan türevli siyasetlere eleştiri yaptım sapla samanı biribirine karıştırma ve bu kadar şiddetli cevap vermeni Aydılıkçı olmanamı bağlasak bu tavrınla anarşist olmayı zorlaştırıyorsun
Daha düne kadar aynı blokta olan ”sosyal faşist, ”Moucu bozkurt” olarak birlerini niteyen aynı bloktaki yapıyı düşmanca benimseyen bu siyaset bana samimi dürüst gelmiyo
yorumum ankaya cevap olmadığını masa görevlisi efendilerin hizmetkarının anında cevabındanda kime olduğu belli.aldığımız nefesin ödenen ağır bedellerin sonucu olduğunu bu günlerde yaşananlardanda öğrenemediysen benim söyleyeceğim yoktur.nefes alabilmemizdende fesatlandığına göre asıl planlarının imha olduğunuda inkar etmiyorsun.nedense imha etmeye çalıştıkça daha büyük hedeflerde kitleselleşen halkların ve toplumsal muhalefetin özgürlükçü isyanının sonunda kime yada hangi efendilere hizmet edip köleliğe devam edeceğini merak ediyorum.birilerinin tercihi eski efendiler olup eleştirirken senin tercihin yeni efendiler olduğuna göre senin onlardan ne farkın var?senin generallerin kirli oyuncu olmadığına göre ne duruyorsun gereğini yapsana?bu sitede generallerine ve savaş makinalarına güzelleme yapacak seviyede ırkçı,salyalı militarist yüzünüde senide istemiyoruz anla artık başka kapıya
Özgürlükçü çok panikliyosun benim eleştirimin cevabı bu değil, benim eleştimin cevabı generaller de değil, benim eleştirimin cevabı eefendilerde değil.
Ben Aydınlk’ın realpolikasını eleştirdim Eger 70 lerdeki sosyal faşistleri savunacaksan anarşizmin bir kıymeti harbiyesi yok. Bırak generalleri onbaşılarada karşıyım ve kimsenin efendiliğinin altına girme, kimseye efendilik etme ve efendiliğinden taviz verme
anka özgürlükçünün yorumunun senle ne ilgisi var?33 nolu polis masasına yapılmış yorum
Özgürlükçü özür dilerim kusura bakma
Arkadaşlar bu sitede kimolursa olsun herkes fikrini ve eleştirisini ahlaki ve etik kurallara bağlı kalmak şartıyla yapabilmeli dışlamamak gerekir. özgürlüğü, paylaşımı ve insani değerleri böyle öne çıkarabiliriz yeni ütopyayı bu küçük değerler üzerinden kurabiliriz
Yanlışmı düşünüyorum
Milliyetçi PKK devletle anlasir günün birinde , senin gibiler o zaman da birseyler geveler bundan kuskum yok , nasil olsa 6 ayda bir özelestiri yapan çok akilli, çok cevval, çok devrimci, çok tutarli insanlardir bunlar (!).
yaklaşık iki haftadan beridir taraf’ta 90’larda devrimcilere yapılan işgenceler bizzat o zülme maruz kalmış sosyalistler tarafından anlatılıyor.ama gün, sakın bundan da ben günlük olaylar üzerine düşünmüyor ve yazmıyorum diyerek kaçmaya çalışma.çünkü hiç de günlük bir olay değil eğer tarih istiyorsan işte tarih;üzerinden yıllar geşmiş bir olay, kaldı ki hala bu ülkenin zindanlarında,dağlarında işgenceler yapılıyor.belki de bunların yoğunluğundandır artık olanları kanıksamış olabiliriz.fakat sen her fırsata stalinin gulak kamplarından söz eden,onun dönemindeki olaylar üzerine kitaplar yazan,onu lanetleyen söz ve yazılarınla bilinirsin.peki neden t.c’nin kanlı,iskenceci tarihine karşı böyle uzak duruyorsun?neden ona staline dokunduğunun onda biri kadar dokun muyorsun? fakat korktuğundan ona dokunmuyor değilsin.
türkiyeli aydınlar kendi meselelerine( pekazının dışında ve pekaz aydın dışında) haima duyarsız kalmışlardır.
bu sitede marx’ın ve diğer devrimci öznelerin ölümü salık verdiklerine dair çokça yazılıp çiziliyor.ölümlere karşı olunduğu,söyleniyor.ama buna benzer olayların faillerinin türkiyedeki öznelerine dair samimi bir eleştiri yapılmıyor.asyalıklıklarıyla övünen arkadaşlarımız neden bunları göremiyorlar acaba?bizim asyalılar insan öldürmez ne de ona işgence ederler diye mi inanıyorlar hala?
sevgili arkadaşım, bu sitede genel düzeyde Türkiye’deki işkenceye değinen yazılar yazdım. Bir tarama yaparsanız bu yazıları bulabilirsiniz. Ne var ki, ben gazeteci değilim ve somut işkence olaylarını ortaya çıkartmaya olanaklarım da yok. Ancak bunu yapan gazeteci arkadaşlara şükran borçluyuz elbette. Taraf’ın yayınını ilgiyle izliyorum ama bunun ötesinde yazacağım yeni bir şey yoksa laf olsun diye yazı yazmam. AKP iktidarının faşist karakterini birçok yazıda ele aldım. İşkencecilerin terfi ettirilmesi bunun doğal sonucudur. Bunun ötesinde yazabileceğim pek bir şey yok şimdilik. ama yazı yazmamam bu konuda duyarsız olduğum sonucunu çıkartmanıza yol açmışsa çok üzücü. Mesela kadın cinayetleri konusunu da yazmadım bugüne kadar. Neden? Çünkü söyleyebileceğim pek yeni bir şey olmadığından. Bu, kadın cinayetlerine karşı duyarsız olduğum anlamına mı gelir? Eleştiri iyidir, güzeldir, uyarıcıdır ama dozunu iyi ayarlamak ve biraz insaflı olmak koşuluyla.
eleştirilerime verdiğin karşılık beni pek tatmin etmedi gün.bu konular üzerine giden birkaç insanın söyledikleri, her şeyi söylüyor mu deşifre ediyor mu,onlar sorularımıza verilmiş doğrudan yanıtlar mı?
eğer hala söylenmiş olanların dışında söyleyecek yeni bir şeyim yok diyorsan; o halde stalin hakkında da senden önce ve sonra söylenmiş pekçok şey,birdolu kitap,birokadar sinama filmi var,derim ben de?pekii bunca şeye rağmen neden hala yazabiliyorsun,dahası söylediklerinin çoğu da daha önce söylenmiş olmasına rağmen.
Seni anlıyorum. Mesele işkenceyi niye yazmıyorsun değil, Stalin’i niye yazıyorsunmuş, beni de boşu boşuna yormuş oldun. Sana bir tavsiyede bulunayım: Stalin konusundaki yazıları okuma, olsun bitsin:)
reel Sosyalizmin yıkılışında bu yana 20 küsur yıl geçti bu başarısızlıkla ilgili çok kitap yazıldı nerde hata yapıldığının eleştirisi yapıldı ve önemli dersler çıkarıldığı kanısındayım Tüm proplem dünyada ve türkiyede Marksizmin ve sosyalizmin teorik ilerlemesinde önemli yol alınmadığı ve yaşanılan yenilgini ardında yeni ütopyayı teorik-pratik hayata dökecek bir siyasetin ortaya çıkmaması can sıkıcı durum burda
Değişimden yana olmak, gerçekçi olmak(devrimci olmak demiyorum çünkü bu kelime şu an yaşadığımız döneme cevap vermyor) aynı zamanda insana dayalı bir mücadeledir. Yapılan eski siyasetler insanları ikna etmiyor insanların kalbinde ve beyinlerinde bir çoşkuya yol açmıyorsa bunda şikayetçi olmamak gerkiyor. Burda sorun Zileli’nin onu yazması bunu yazması değil sorun bu ülkenin onurlu halsiyetli insanları nasıl bir araya gelecek nasıl bir proje nasıl bir siyaset çekim merkezi olacak.
ben de seni anladım;mesele yazacak yeni bir şeyler bulamamak değilmiş,mesele ezberlenenlerin daha kolay yazılıyor olmasıymış.kaldı ki ben bir anarşistim;stalinle bir ideolojik bağım da yok en az senin kadar karşıyım.ama aramızdaki fark senin bir zamanlar stalinle kurmuş olduğun gönül bağın(aşk ve nefret ilişkin): o kadar çok sevmiş olmalısın ki şimdi de bi o kadar nefret ediyorsun.bütün mesele bu.yoksa dediğim gibi senin stalin hakkında yazıp çizdiklerini pekçok kişi senden daha radikal bir üslüpla söyledi-söylüyorlar.dahası bunları tekrarlamanın senin için psikolojik bir tarafı olabilir ama benim için hiçbir kıymeti harbiysi yok.zaten aynı şeyleri okumak canımı sıkıyor,bu yüzden okumuyorum.
ankanın yorumuna ve cevabını aradığı soruyu önemseyip katılmak istiyorum.reel sosyalizmin çöküşünden sonra sosyalist geleneklerin ve genel olarak özgürlükçü devrimci ideolojilerin teorik olarak yol alınamadığı ve alternatif başarı siyaseti projesi üretilemediği genel tesbitine katılmakla birlikte bu sorunun teorik sorun olduğuna inanmiyorum hatta teorinin sorununuda teori çözemeyeceğinden hareketle pratik yapıp yapamadıklarımız ve genel olarak özgürlükçü devrimci cenahta biriktirebildiklerimizin üzerine yeni pratiklerden öğrenerek yeni bir alternatif başarı siyaseti üretilebileceği açıktır.bu konuda ben çok ümitsizde değilim aslında pratik olarak sistem-devlet ve egemen hegemonyaya karşı dağlardan sokaklara hayatın bütün alanlarında hatta bu sitenin iöçinde bi,le pratik mücadele veriliyor ve bizlerde bu mucadeleyi olumlu olumsuz tüketiyoruz.fazla enseyi karartmamak gerek bu olumlu duygularda sadece kendimizi görmeden kendimizden kalkmadan pratikte olup biteni iyi izlersek yanlız olmadığımızı efendilerin zülmüne ve hegemonyasına mecbur ve mahkum olmadığımızı artık bir seçeneğimiz olduğunu hatta kendi ellerimizle seçeneğimizi hep birlikte inşa edebileceğimizide görebiliriz.80 yıldır cebinden vergi sırtında jop karakolda işkenceye rağmen varlığını bu günlere getirip hayata tutunup başarı siyasetinin en güzel örneğini veren halkımızdan öğrenen toplumsal muhalefetin politik organizasyonu HDK var fazla karamsar değilim içinde özgürlük ve isyan barındıran bütün değeli birikimleri olumlu tüketebilirsek daha büyük hedeflerde geleceğin alternatif başarı siyasetinin partikleri ve programına ulaşmak zor da olsa mümkündür
“Simdilik PKK’yi, yani siddetçi Kürt milliyetçilerini destekleyelim” diyorsun. Senin zaten baska birsey dedigin de yok. Bununla anca kendini ikna edersin, bosuna nefes tüketme. Sen hiçbir zaman kendin olamadan ölüp gideceksin, yazik.
“Daha önemlisi, Türkiye’de ABD emperyalizmine karşı mücadele yükseliyor ve Kürt yurttaşlarımızı da hızla kucaklayacaktır. PKK, çıkmaza giren ABD-İsrail senaryosu ile Türkiye’nin millî-demokratik devrimi arasında bölünecektir.”
http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=4705
Perinçek, “İyi-PKK/Kötü-PKK çelişmesi” teorisi üretmek için zemin mi hazırlıyor?