Ragıp Duran : 15 Temmuz sonrası medyaya eleştiriler
Apoletli Medya sitesinden alınmıştır
* Gazetecilik / habercilik savaş ya da darbe girişimi ortamlarında normal zamanlara kıyasla daha da büyük önem ve değer kazanıyor. Ama gazeteciliğin / haberciliğin olmazsa olmaz birinci koşulu bağımsız ve özgür olmak! 15 Temmuz medyasını değerlendirme girişimi / denemesi…
Egemen medyanın 15 Temmuz darbe girişimi konusunda başarılı bir sınav verdiği söyleniyor. Cumhurbaşkanı, başbakan, bilumum resmî zevat, konuşmalarında “darbeye karşı çıkan kahraman milletimize ve görevini yapan medyaya” onlarca kez teşekkür etti.
Oysa ki, medyanın aslî görevi, iktidarın (üç gücün) olumsuzluklarını, açıklarını kamuoyu adına izleyip teşhir etmek. İktidarın söylemini yaygınlaştırıp meşrulaştırmaya çalışmak değil. Gazetecilik doğa olarak, yapı olarak, tanım olarak eleştirel bir meslek. Halkla ilişkiler, reklam ve ajitasyon-propagandadan en önemli farklarından biri de bu…
Bir kere siyasî iktidarın medyayı övmesi, medya açısından pek hayırlı bir girişim değil. Medyayı övecekse, kendisine hizmet eden yurttaş, okur, radyo dinleyicisi, televizyon izleyicisinin övmesi beklenir. İktidar övdüğüne göre, medya bu örnekte iktidara hizmet eden bir yayın çizgisi izlemiş demektir.
Egemen medyanın darbeye karşı çıkması, kuşkusuz olumlu, gerekli ve doğru bir tutum. Ne var ki bizim örneğimizde, egemen medya, darbe konusunda, bizzat kendisi çok demokrat, çok özgürlükçü olduğu için değil, mevcut yasal ve meşru iktidar karşı çıktığı için tutum aldı. Sahibinin sesi…
15 Temmuz gecesi, meslektaşlarımızın, stüdyolarını basan ve şiddet kullanan darbeci askerlere karşı mesleklerini ve işyerlerini korumaya çalışması da kuşkusuz olumlu ve doğru bir yaklaşımdı.
Ne var ki 15 Temmuz’dan bu yana devam eden darbe yayınlarına baktığımızda, egemen medyada eskiye nazaran değişen bir yayın politikası yok. Yine tek yanlı olarak siyasî iktidarın görüşlerini yaygınlaştırıyor.
15 Temmuz gecesi ve sonraki 48 saat içinde egemen medya iki konuda hatalı idi. (Sadece iki konu mu? Zaten ne zaman hatasızdı ki?)
- Darbeye karşı olmakla birlikte medyanın esas görevi halkı, toplumu, yurttaşı bağımsız ve doğru bir şekilde bilgilendirmektir. Sadece iktidarın görüş ve bilgilerini yaygınlaştırınca gazetecilik / habercilik yapılmış olunmuyor. Egemen medya, 15 Temmuz akşamüstünden itibaren, geleneksel işvereni olan iktidara bağlandı ve onun yayınlarını sürdürdü. İktidar, ortada henüz hiçbir emare, işaret, bilgi, belge ve isim yokken, darbenin FETÖ tarafından yapıldığını ilan etti. Bu bilginin haber değeri vardır ve tabii ki yayınlanır. Ama iktidarın her söylediğinin doğru olmadığı bilinen bir ülkede, egemen medya, konuyu araştırıp darbecilerin kimliği, niyeti, yapılanması konusunda bilgi toplamalı ve yayın yapmalıydı. Bu yapılmadı. Aradan neredeyse bir hafta geçmesine rağmen darbenin lideri, amaçları konusunda hâlâ doğru dürüst, açık, net, ayrıntılı bir bilgi, bir haber yok egemen medyada. Darbeciler konusunda herkesin elinde bir tek metin / belge var. O da, TRT sunucusuna zorla okutturulan bildiri. Darbeye karşı olan egemen medyanın önemli bir kısmı garip bir şekilde bu bildiriyi yayınladı. Bu metnin de haber değeri var mutlaka. Ama “bu bildirinin yayınlanması TSK’nın emridir” ibaresi ile TRT dışındaki televizyon kanallarına da ulaşınca, darbe karşıtı medya organlarımız bu bildiriyi yayınlamakta beis görmedi. Oysa ki, bildiriyi olduğu gibi yayınlamadan, bildirinin içeriği konusunda yurttaşı haberdar etmek mümkündü. Egemen medya, 15 Temmuz sınavında bir kez daha bağımsız olmadığını kanıtladı ve iktidarın sözcülüğü işlevini sürdürdü.
- İkinci konu, uzman konuklar ve mikrofon uzatılanlar. Darbe, resmî söyleme göre, bütün millete karşı yapılmışsa, tepki olarak milletin farklı kesimlerinin temsilcilerinin görüşlerini aktarmak gerekmez miydi? Üstelik CHP’den HDP’ye, MHP’den yarı-resmî STK’lara kadar neredeyse herkes darbe girişimine karşıydı. Ama egemen medya (burada hem Akmedya’yı hem de kadim yaygın medyayı kastediyorum) sadece ve sadece iktidar ve AKP yanlılarının görüşlerine yer verdi.
Belki küçük bir ayrıntı, ama meslekî açıdan can sıkıcı. Egemen medya kanallarından birinin Ankara temsilcisi, galiba Skype ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bağlanırken, temsilcinin cep telefonu ekranında nahoş bir manzaraya takıldım. Beş-on saniye… Ekranda bir MİT yetkilisinin adı vardı. Gazeteci cumhurbaşkanına MİT üzerinden / aracılığıyla ulaşıyorsa, bu durum çok iyi bir referans değil. Evet, gazeteci MİT dahil herkesle görüşür, herkesten bilgi alır. Ama cumhurbaşkanına, onun özel kaleminden ya da basın danışmanından ulaşılır.
Gazetecilik / habercilik doğru soruları sorup doğru yanıtlar arama mesleği. Gazetecilik / habercilik çelişkileri saptayıp bunların nedenlerini anlama ve anlatma mesleği. Bizim egemen medyamız bu konularda hâlâ ketum:
- FETÖ’nün askeriye, adliye, maarif, maliye ve diğer resmî kurumlarda hakikaten bu kadar çok taraftarı / militanı / adamı var mı? Çanakkale’de Çarşı’nın bekçisi bile acaba neden gözaltına alındı?
- Bu kadar kapsamlı bir darbe girişimi konusunda, cumhurbaşkanının açıklaması hesaba katıldığında, MİT neden eniştenin gerisinde kaldı?
- Kitlesel tasfiyelere, gözaltı, tutuklama, işten el çektirmelere baktığımızda, bu kadar insanı ne zaman, kim, hangi iktidar göreve getirmişti? Bu listeler 24 saatte mi hazırlandı?
- Bir bakan “Türkiye bölgede huzur adası” dedikten bir hafta sonra kanlı bir darbe girişimi oluyor. “OHAL demokrasiye zarar vermeyecektir” dedikten üç saat sonra da “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulamasını askıya alıyoruz” demek nasıl açıklanır?
- Ekranlara yansıtılan, darbeci askerî yetkililere ve erlere yapılan muamele açıkça işkence olarak ortaya çıkarken, egemen medya bu konuda neden suskun?
- Yüzlerce insanın öldüğü, galiba onbinlerce insanın işinden olduğu, gözaltına alındığı bir ortamda, her gece meydanları doldurup “Demokrasi Bayramı” kutlamaları örgütlemek olağan ve doğal bir gelişme mi?
Soruları çoğaltmak mümkün. Şimdilik mümkün olmayan şey, bizim egemen medyanın bir türlü ve hâlâ medya olamaması. Kendileri sadece egemen!
İzleyici, adı üstünde izlemek pozisyonunda tutulandır. Etken değil edilgen, kendisine çizilen çerçevenin dışında düşünemeyen, bilgiye ulaşamayan, eline geçen kısıtlı bilgileri yorumlayamayan, kesimsel, duygusal basınçlar altında kalan ve dolayısıyla gerçeklik algısını yitirendir. Kendileri de çeşitli sermaye gruplarına bağlı olan büyük medya şirketleri, tarafsızlık ve bağımsızlık gibi kavramları inanılırlıklarını arttırmak maksadıyla reklâm malzemesi olarak kullanırlar. Tüm dünyada tekelleşmiş haber ajansları ve yayın organlarının kapitalizmin genel çıkarları temelinde ürettiği haber ve yorumlar düşünüldüğünde, tarafsızlık söyleminin ne kadar asılsız olduğu anlaşılacaktır. Özgür, tarafsız, bağımsız medya söyleminin içyüzü, bu kurumların gelirlerinin kaynağına bakıldığında çok daha rahat kavranacaktır.
Son yıllarda medya araçlarının çeşitlenerek yaygınlaşması, kitleleri burjuva siyasetçilerin, yöneticilerin yaptıklarıyla ilgili bilgi sahibi oldukları yanılsamasına sürüklüyor. Oysa burjuva medyanın, gerçeği kendi prizmasında kırarak kitlelere sunan faaliyetleri hiçbir zaman tarafsız değildir. Burjuva medya, siyasal ve ekonomik olguları burjuva sınıf çıkarları açısından ele alır ve yorumlar. Dolayısıyla medyanın, burjuva eğitim kurumlarının öğrencilerin üzerinde yarattığı etkiye benzer şekilde, kitleler üzerinde tek yönlü, dondurucu ve köreltici bir etkisi vardır.
–
Ölmeye ve Öldürmeye Yönlendirilen Kitleler – Ulaş Yücel – Marksist Tutum
http://marksist.net/ulas-yucel/olmeye-ve-oldurmeye-yonlendirilen-kitleler.htm