Şu Mehmet Eymür Meselesi…
MİT’çi Mehmet Eymür, bir kanalda Aydınlık hareketiyle ilgili bir şeyler söylemiş, “biz, solu bölmek için Aydınlık’ı kurduk” demiş (başlık bu). Cumhuriyet gazetesi de tutmuş bu söylediklerini bir matahmış gibi, üstelik “ağır iddia” manşeti ile vermiş. “Ağır iddia” yerine hafif iddia deseydi daha doğru olurdu. Hayır, bunu haber yapmasına bir şey demiyorum da, komplocu bir kafadan yayılan bu tür saçmalıkları ciddiye alması Cumhuriyet gibi ciddi ve önemsediğim bir gazete için biraz tuhaf. Arkadaşlar bu konuyu çok sorduğu için ben de bu kısa yazıda toptan cevaplamak gereğini duydum.
Bir kere, hiçbir sosyal oluşum, MİT şu ya da bu amaçla istedi diye kurulmaz. Sosyal oluşumlar ve akımlar, çocukların keyfi bir şekilde takıp bozdukları logo ya da küp oyunlarından oldukça farklıdır. MİT, günün birinde “solu bölmeyi” akıl etmiş, bunun üzerine Aydınlık hareketini kuruvermiş. Oldukça başarılı da olmuş ki, sol bölünmüş de bölünmüş. Aferim MİT’e! Ne de akıllı şeymiş! Eğer, “biz solun bölünmesini teşvik ettik” türü bir şey söyleseydi, biraz daha ciddiye alınabilirdi. Ama öyle demiyor. Cumhuriyet’in manşeti doğruysa, “biz Aydınlık’ı bu amaçla kurduk”, diyor. Elbette Aydınlık’ın bugün geldiği vahim ırkçı noktayı, solun Aydınlık’a antipatisini ve soldaki insanların böylesine paranoyakça iddialara pek teşne olduğunu bilen bir MİT’çi olarak yapıyor bunu. Buna benzer iddialar bir zamanlar Abdullah Öcalan ya da PKK’yla ilgili olarak da yayılmıştı bizzat MİT tarafından.
Peki, istihbarat örgütleri böyle şeylere tevessül etmez mi? Ederler elbette. Rusya’daki Papaz Gapon olayı ortadadır ama Papaz Gapon bile, Okhrana tarafından durup dururken ortaya sürülmemiştir. Ortada kaynaşan bir sosyal hareket, bir işçi hareketi vardır. Polis teşkilatının sendikalar bürosu şefi, bu hareketi kontrol altına almak için Papaz Gapon’u görevlendirmiştir. Ne var ki, Papaz Gapon işçi hareketini yönlendirememiş, tersine işçi hareketi Papaz Gapon’u kendi fırtınasına katıp önünde sürüklemiştir. Sosyal hareketler fırtınaysa istihbarat örgütleri onların önünde savrulan hazan yaprakları olabilir ancak.
Şimdi gelelim Aydınlık hareketinin oluşumuna. Aydınlık hareketi, Türkiye’de yükselen toplumsal mücadele içinde güçlenen sol hareketin bir parçası olarak doğmuştur. Dünya çapında 1960’lı yıllarda Çin Kültür Devrimi rüzgârıyla yükselen Maocu hareketin temsilciliğini üstlenmiştir. O yıllarda Aydınlık olmasaydı, bir başka sol grup çıkıp bu akımın temsilciliğini üstlenecekti. Çünkü bu, bir toplumsal oluşum, küçük de olsa bir toplumsal kesim açısından bir ihtiyaçtı.
Bölünme mi? Bunun için MİT’in dehşetengiz planlar yapmasına gerek yoktu, çünkü dünya çapında soldaki Çin-Sovyetler Birliği bölünmesi Türkiye’deki solda da kaçınılmaz olarak karşılığını bulacak ve sol bölünecekti. Kaldı ki, o dönemde sol sadece bu eksende bölünmüş değildir. Elbette bütün bunlar daha geniş bir yazının konusudur.
Mehmet Eymür’ün tam bir MİT’çi ağzıyla söylediği “Bunların 1972 senesinde ev ev arandığı zamanda bunları biz bir İngiliz’in evinde yakaladık.” lafı da neye işaret ediyor belli değildir. Yoksa Aydınlık hareketinin “İngiliz” ya da “batı ajanı” olduğunu mu ima etmek istiyor? Batı istihbarat örgütleriyle yıllardır içli dışlı, al takke ver külah çalışmış bu şahsın böyle imalarda bulunmasına gülsem mi, öfkelensem mi, bilemedim. İşin aslı şudur: O dönem Cahit Düzel adlı arkadaşımız Hilary Summer Boyd adlı, o sırada Robert Kolej’de öğretim üyesi olan bir Amerikalının evinde yakalanmış ve bu Amerikalı arkadaşın ismi bu vesileyle TİİKP iddianamesine girmiştir. Mehmet Eymür’de bir istihbaratçı dikkati bile olmadığından, Amerikalıyı İngiliz diye yazmış, bu bir. İkincisi, Amerikalı olsa ne olur, İngiliz ya da Japon olsa ne olur. Body adlı akademisyen, belki solculara sempati duyduğu, belki de sırf Robert Kolej’den arkadaş olduğu için bazı gençleri evinde barındırmış. Kötü mü etmiş! Bu tür bayatlamış malzemeleri ancak Mehmet Eymür gibi bayatlamış istihbaratçı eskileri yeniden gündeme getirir!
Hayır, “bayatlamış istihbaratçı eskileri” derken onun devletine yaptığı hizmetleri küçümsemek değil niyetim. Kendisi Kızıldere katliamcılarındandır. Sırf bu, istihbaratçılığı eskise bile, elindeki kanın hiçbir zaman kurumayacağını göstermeye yeter!
Gün Zileli
13 Ağustos 2016
Yazıya Zorunlu bir ek: Bazı arkadaşların yukarıdaki yazıyı bir Aydınlık hareketi değerlendirmesi olarak anlamak istediği anlaşılıyor. Oysa bu yazı bir Aydınlık değerlendirmesi değil, Mehmet Eymür’ün Aydınlık hareketinin başlangıcıyla ilgili yaptığı değerlendirmenin eleştirisidir. Eğer Aydınlık hareketinin değerlendirmesine girecek olursak kısaca söyleyeceklerim şunlardır: 1. Aydınlık hareketi, 1970 yılının başında, dünya çapındaki Maocu akımdan esinlenerek doğmuş devrimci bir akımdı; 2. 1970-74 yılları arasında bu niteliğine uygun olarak, bütün sağ ve sol hatalarına rağmen, esasen devlete ve egemen sınıflara karşı devrimci bir çizgide olmuştur; 3. 1975 yılından itibaren, iki süper devlet siyasetini benimseyerek hakim sınıflarla uzlaşma siyasetini izlemiş ve bundan sonra sürekli sağa kaymış, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren solu ihbar siyasetini benimsemiştir; 4. 1980 yılında darbeye karşı teslimiyetçi bir tutum almış ve sağ siyasetlerini sürdürmüştür; 5. 1990’lı yıllarda ordu ve devlet destekçisi tutumuyla daha da sağa kaymıştır; 6. 2000’li yıllarda Kürt halkına karşı ırkçı ve nasyonal-sosyalist bir çizgi tutturmuştur; 7. 17 Aralık 2013’ten sonra ise akp iktidarına yaklaşmış ve Kürtlerin imhası, solun bastırılması siyasetlerinde bugüne kadar iktidarın sadık izleyicisi olmuştur; 8. Darbe girişiminden bu yana “vatan savaşı” dedikleri faşist politika adına sokaklardaki faşist-islamcı gösterilerin destekçiliğini yapmaktadır.
Tam 3:35 civarında başlıyor o sohbet. Mit kurdu demiyor daha çok batı istihbaratı ile çalıştığını söylüyor. “bunların 72 senesinde. İstanbulun ev ev arandığı zamanında İngilizin Robert kolejinde, ingilizin evinde yakaladık.” diyor. Cumhuriyet nasıl yazmış bilmiyorum ama tartışmanın kaynağı bu programdır. 3:35 sonrasında konuşulanlardır.
https://www.youtube.com/watch?v=R6HHYpr3CDQ
Bahsi gecen yazinin bir linki var mi?
“Cumhuriyet gibi ciddi ve önemsediğim bir gazete için biraz tuhaf.”
Hala daha Cumhuriyet’i onemseyisiniz de bana tuhaf geldi.
“Bir kere, hiçbir sosyal oluşum, MİT şu ya da bu amaçla istedi diye kurulmaz. Sosyal oluşumlar ve akımlar, çocukların keyfi bir şekilde takıp bozdukları logo ya da küp oyunlarından oldukça farklıdır.”
Buna katiliyorum. Daha da otesi, bu tur olusumlari sifirdan kurmaga kalkmak herhalde cok mesakkatli ve bir o kadar da pahali olurdu.
Bunun boyle yapilmadigini, en azindan Cemaat ornegini gozlemleyerek gorebiliyoruz:
Bir tane adayi (namzedi) basarili kilmak icin ugrasmak cok da akillica olmuyor.
Onun yerine, amaca uygun ve gonullu olan birden cok adayi tespit edip, onlari ortulu desteklemek ve iclerinden basarili olanlar ile yola devam etmek cok daha ‘feasible’ bir yontemdir.
“Body adlı akademisyen, belki solculara sempati duyduğu, belki de sırf Robert Kolej’den arkadaş olduğu için bazı gençleri evinde barındırmış. Kötü mü etmiş!”
Yok, estagfurullah; tabii ki, kotu etmemistir.
Etmemistir; cunku, ister Amerikali olsun, isterse Ingiliz, Alman, Fransiz, Belcikali, Hollandali; farketmez. Hepsi her zaman, ve otomatikman, hep iyi niyetlidirler. Kotu edebilemezler.
Zorunlu ekte maddeler halinde özetlediğin aydınlık hareketinin kronojik değerlendirmesini doğru kabül etsek ki tamamen katılıyorum bu maddelere göre bu harekete 45 yıllık ömrünün ilk 5 yılına devrimci hareket dersek ilerki 40 yılı devrimci değil karşı devrimci devlet-iktidar hareketi demiş oluyorsun bunada katılıyorum.
Bu gün sol genel kapsamı içinde aydınlık chp ve millici ulusalcı yapıları sayarak aslında sol devrimci geleneklerin temel ayracı olan düzenden sistemden kopuşu temsil etmeleri kriterini hiçe sayıp bunları sol içi değerlendirmelerin sorunlu olabileceği inancındayım.
Aslında sitede zuhur eden anonimler millici şöven düzenin istemediği halklara düşman yukardaki sorunlu geleneklere yakın görüşleri ile sitenin asıl başaracağı tartışma platformu işlevini engelleyip yaşanan pratikte işlevsiz karşılığı bile olmayan görüşlerin tartışıldığı verimsiz ve seviyesizliğe toplumsal muhalefeti sürüklediği inancındayım.
Zilelinin aydınlıkla ilgili pür dikkat refleksinin artık gereksiz olduğu kendi özet aydınlık analizinde mevcut iken sürekli bu konuya zıplamasıda enteresan.
Bunların yerine ülkedeki mevcut okonomi-politik durumun sınıflar analizinin toplumsal ve politik dinamiklerin yeri ve gelecek beklentileri gibi konulara reel gerçekliklere odaklanmak Zileli ve siteye daha yakışacağını sanıyorum.
israili. mossadi cia yi yenmeyin. onlar bize lazim… samar oglsnina cevirin… grtitirin. bu mumkun, bundan iyi intiksm olmsz…onlar bize lazim…
bir anarsist lider tanimaz, bir ortalama solcu belki, hasssan Nasrallah dinci bir adamdir, turkiye solcularina, APO ya bes basar…
ttps://www.youtube.com/watch?v=8Bvunn6AA-0
utanin utanin utanin.
https://www.youtube.com/watch?v=pdZgkGI5h0A
turkiye solculugunun APO tapnici yerine, bir atesit komunist olarak, hasssan nasrallahin hezbollahindan cosuyorsam, benim kendimi osrgulamam gerekmiyor solcu onderlerin kendilerini sorgulamasi gerekiyor…
https://www.youtube.com/watch?v=JQScpNeCn1A
https://www.youtube.com/watch?v=HNkICTfrFGg
suriyedeki savas laiklwerle dinciler arasindsaadir, ve turkiye solu yanlis taraftadir, vesselam.
o Kadar takinti haline gelmiski, haksizliga ugrasam, haksizlik eden beni staline benzetse , adil yargilaanamam Zileli a..s..r
Varsayinki gün ortasinda`özgürlükcünun tuttugu Takim,.. özür dilerim tutugu partinin sempatizani bir insan…, sizi essek sudan gelesiye kadar dövdü.. Zileli nin ilk soracagi sudur, dayak yiyen Stalinist bir orguttenmi?
tam tersini dusunun dayak yiyen ve döven öbür taraftan(obur taraf kimse)
Zileli söyle bir yazi yatar,<: ben zaten biliyordum bu serefsizzleri ,..
Ozgurlukcu uzme Zileliyi, son tahhlilde….
bir aydinlikci hep aydinlikcidir, bir aydinlikcinin tovbekar olmasini mao izmden anarsizme atlamasindasn anliyamazsin.,, bir aydinlikcinin adam olmasiniMAHIR e olan tavrindan anlarsin…..genelde Adam omazlar……
Çok teşekkürler açıklama için. Orijinalini dinlemeden yazmam hata olmuş gerçekten. Neyse “İngiliz istihbaratı” kısmına cevap vermiş oldum yine de. Cumhuriyet’in “gazeteciliği” ise tipik bir çarpıtma habercilik olarak kayda geçecektir.
“Kötü edebilmeleri” (ne demekse) için milliyetleri kanıt olamaz, bile(bile)ceğiniz gibi.
Adi klavye, kelimenin yarisini yutmus.
‘Kotuluk edebilemezler.’ olmaliydi.
Yine de “edebilemezler” diye bir kelime yoktur. Yapamama eki zaten “mez” olumsuzunda içkindir. Doğrusu, “kötülük edemezler” olmalıydı.
Turkce, bir ‘agglutinative’ dildir –takilarin birbiri arkasina eklenmesi ile kelime uretilir. Taki sayisi hayli fazladir. Kurallari da belli olmakla beraber, anadili Turkce olanlar dahi cogunu bilmez. Apayri bir konudur.
Konuya gelecek olursak:
1) ‘yap + a + r + lar’in olumsuzu ‘yap + a + maz + lar’ dir.
2) ‘yap + abil + ir’ olumsuzu, ‘yap + abil + emez’dir.
Hizli yazmisim. Duzelteyim.
1) ‘yap + a + r + lar’in olumsuzu ‘yap + a + maz + lar’ dir.
2) ‘yap + abil + ir’ olumsuzu, ‘yap + abile + mez’dir.
Ekleyeyim:
Ikinci forma seyrek rastlanir. ‘Kinaye kipi’ gibidir.
Google’da, mesela, ‘gidebilemez’ aratirsaniz ornekler gorebilirsiniz. Baska kokler kullanarak da aratabilirsiniz.
Peki. Kabul edildi. TDK 🙂
Bu dil kurallarının bahsi geçmişken aklıma bir yazıdan şu bölümler geldi:
“Keza Ekim öncesinde yapılan tüm parti kongrelerinde Stalin teorik konularda hiç konuşmamıştır. Bir teşebbüsü nedeniyle delegeler tarafından alaya alınmıştır. Kurduğu cümleler çok aptalcadır. Teorik yazıları tehdit ve aşağılmaları içerir. Rusça’ya hakim olmadığı da söylenir.”
“Keza Türkçeden başka bir dil bilmeyen, ancak Türkçesi İbrahim Tatlıses Türkçesine benzeyen A. Öcalan bir sürü teori oluşturdu. Bir zamanlar Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek bile onda bir derinlik buldular.”
http://dersim.forumpro.fr/t9-yahudi-kulak-sentezi-yahut-dersim-modeli-2
Bir de Uğur Mumcu’nun 12 Eylül anayasasının taslağını eleştirdiği bir yazısını hatırladım:
Aldıkaçtı Anayasasının “Parti kurma ve partilere girme hakkı” ile ilgili 77’nci maddesinin son fıkrası şöyledir, dikkatle okuyalım: Sınıf ve zümre esasını, komünizmi, faşizmi, teokrasiyi ve herhangi bir tür diktatörlüğü Türkiye’de savunmayı ve yerleştirmeyi esas alan siyasi partiler kurulmaz.
“Komünizm”, “faşizm” ve “teokratik” düzen ile ilgili yasaklar Anayasa tasarısının başka maddelerinde de vardır. Komünizmi, faşizmi, teokratik devlet kurma girişimlerini ceza yasamız da yasaklamaktadır. Peki, aynı maddenin aynı fıkrasında yeralan “sınıf ve zümre esası” ne demektir?… “Komünizm” ve “faşizm” ayrıca belirtildiğine göre, “sınıf ve zümre esası” komünizmden ve faşizmden ayrı bir yasak türü getirmeyi amaçlayan bir ifade özelliği taşımaktadır. “Sınıf esası” 1938 tarihli Cemiyetler Yasası’nda yeralan ve çok partili hayata geçtiğimiz 1946 yılından sonra yasadan çıkarılan bir yasak türüdür. Şimdi aynı yasak, 1946 yılının da gerisine gidilerek Anayasaya aktarılmış olmaktadır. Aldıkaçtı Anayasası, 1980’lere, 1990’lara 1946’ların gözlüğü ile bakmaktadır.
“Sınıf ve zümre esasını…” diye başlayıp, “esas alan” diye devam eden bozuk Türkçeli bu fıkra sosyalist partilerin de kurulamayacağı anlamına gelmektedir. Ceza Yasamızda, “sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerindeki egemenliğini” yasaklayan maddeleri “komünizm” ile ilgilidir. Anayasa “komünizmi.. esas alan partilerin kurulmayacağını” yazmadan önce “sınıf esasını… esas alan siyasî partilerin kurulamayacağını” belirtmektedir.
Bu Anayasa maddesine dayanılarak, demokratik sosyalist ve sosyal demokrat partilerin yasaklanması kolaylaşmaktadır.
“Sınıf esası”nı anladık, peki “zümre esası” ne demektir?… “Zümre” kavramının siyasal oluşumlardaki yerini saptamak çok güçtür. Zümre, bir grubun, bir toplum kesitinin adı olabilir. Örneğin işveren kesimi “işveren zümresi” olarak adlandırılabilir. Zümre, ölçüleri saptanamayan kaypak bir kavram olduğu için bu yasağı alabildiğine geliştirme olanağı bulunabilir. Görüşleri, kurulu düzene aykırı düşen her siyasal parti, “sınıf ve zümre esasını… esas aldı” diye kapatılabilir. “Sınıf esası” anlaşıldı, haydi “zümre esası”nı da anlaşılmış sayalım, peki “herhangi bir tür diktatörlük” ne demektir?… Bir siyasal parti “işte tüzüğüm ve programım, ben komünist değilim, faşist de değilim. Sınıf ve zümre esasını da -taslaktaki Türkçeyi kullanırsak- esas almadım, nedir benim suçum?…” diye sorduğunda “sen” denilecektir “herhangi bir tür diktatörlüğü esas alıyorsun..” Peki nedir “herhangi bir tür diktatörlük?..” Bu da pek belli değildir. Bu diktatörlük, “sınıf ve zümre esası”na, komünizme, faşizme dayanmıyor, teokratik devlet kurma amacında değil, peki nedir?… Bu maddeye dayanılarak sağ ya da sol, hemen hemen bütün siyasal partiler kapatılabilir. Hem kusura bakılmasın ama, işçi sınıfı partileri dışında “sınıf ve zümre esasını” tasarıdaki Türkçe ile ifade edersek esas alan burjuva partileri, işveren kuruluşları, sendikaları yok mudur, Allahaşkına? “Sınıf” yalnızca “işçi sınıfı” mıdır, burjuva sınıfının, iş ve sermaye çevrelerinin, büyük toprak ağalarının oluşturdukları toplumsal kesitlere ne ad verilir? Bunların adları yok mudur? Onlar “sınıf ve zümre esasını” hiç benimsemezler mi?.. Sınıf egemenliği kurmak yalnızca işçi sınıfına mı özgüdür?.. Burjuvazinin bu tür egemenlik kurmalarına “aile terbiyeleri” mi izin vermemektedir?.. Biz, bütün sınıflara, sosyal tabakalara, toplumsal kesitlere söz ve örgütlenme hakkı istiyoruz. Demokrasi bu demektir. Bütün NATO ülkelerinde böylesi demokrasiler yürürlüktedir. Türk halkı, acaba, evet acaba “ikinci sınıf demokrasiye” mi lâyıktır?
Sınıf Esası – 19 Temmuz 1982
Aslında bu mesele sadece Mehmet Eymür’ün açıklaması ya da Cumhuriyet’in algılayış ve sunuş şekli meselesi değil. Bu sorun Türkiye solunun ne kadar içe kapanık, ne kadar ben merkezci, ne kadar ezberci olduğunun göstergesidir.
Türkiye Solu birbirini beğenmez. Türkiye Solu ezberinin yanlış çıkmasından hoşlanmaz. Türkiye Solu, -hangisi olursa olsun- solun öncüsü olarak kendisini görür. Türkiye solu, “özür dilerim, bu teorim/politikam/öngörüm hatalıydı” diyemez. Türkiye Solu, “filanca partinin/ötgütün/hareketin şu öngörüleri doğru çıktı, bu konuda kendilerini takdir ediyoruz” diyemez. Herhangi bir parti/örgüt/hareket, sadece diğer solu değil, kendi dışındaki hiç bir gücün doğrusu varsa “bu doğru” diyemez.
O nedenle Türkiye Solu kendi halkına hep yabancı kalmış, onu örgütleyememiş,en sonunda “yaa bu halktan adam olmaz” deyip kendisini temize çıkartmıştır.
Türkiye Solu’nun mensupların çoğu, sadece büyük laflar eden, herkesi eleştiren, ama güven vermeyen insanlardır. Tayyipler, Fethullahlar, diğer cemaatlar takır takır örgütlenirken, Türkiye Solu onları izler, hata yapmalarını bekler ve muhalefet eder. Ama hiç bir zaman ciddi bir alternatif olamaz. Çünkü tutarsızdırlar.
Bu meseleye dönecek olursak, herkesin yanlışları ve doğruları vardır. Bazılarının daha az, bazılarının daha çok. Sorun doğruları görmezden gelip, yanlışlar üzerinden farklı olanlara saldırmaktan zevk alan özelliğimizde. Aydınlık Hareketine, Doğu Perinçek’e saldırmak için o kadar çok şey bulabilirsiniz ki, Mehmet Eymür’ün söylediklerinin önemi bile kalmaz. Ama bunlarla deşarj oluyorsanız, bunları yapınca halkın örgütlenmesi adına bir şey yaptığınızı sanıyorsanız boşa kürek çekiyorsunuz demektir.
Bu konuları tartışmak Türkiye Solu’nun düzeyini gösteriyor.
Anonim 12-13 özgürlükçü ve partisi kadar kafana taş düşsün!!!! şöven milliyetçi örümcek bağlamış zihnine Mahiri alet etme sen mahirden ne anlarsın?????
Mahir ve geleneğinden yaşayan devrimci Orhan Savaşçı dan HDP ve özgürlükçü hakkında bilgi edinebilirsin!!!
sende nerde o kafa!!!!!!!
Bilgi edinmeye ne gerek sen en devrimci öncü olduğuna göre onlar senden bilgi edin edinmeli galiba!!!!!!
Geleneğimiz ne hale gelmiş!!!!!! demekki çok sınırlı az bir kısmı kendini özgürleştirip geliştirebilmiş büyük çoğunluğu egemen sistemin ırkçı şöven millici vatan millet sakarya zehriyle zihni zehirlenmiş bunların özgürleşmesi çok zor!!!!
Sorularım:
1. İsimlerin filolojik, semiyotik ve hattâ “L’onomastique” incelemesinde Yalçın Küçük gibi kaybolacak kadar meraklı ve zamanı olan biri değilim.
Sizin de kullandığınız ismi neye dayanarak seçtiğinizi öğrenmek istedim.
TV’de tartışma programlarını izlerken “Fethullah” ismindeki “h” harfinin olmaması gerektiğini söyleyenler vardı, yani “Fetullah” yazımı doğruymuş. Buna ne gerekçe gösterdiklerini tam izah etmediler. Sizin de “Fetullah” şeklinde yazdığınızı görüyorum. Sebebi nedir?
Ek bilgi: Fetullah Gülen, kitaplarının çoğunda “M. Fethullah Gülen” şeklinde ismini yazmış, yazdırmıştır. Burada “M.”nin açılımını pek çok kişi “mehdi” olarak kabul etmiş, “Muhammed” olduğunu bildikleri halde susmuş veya susturulmuştur.
2. Gülen’i ilk ne zaman duydunuz? 1960/70’lerde mi, tam olarak hangi yılda? Hangi faaliyetleri dolayısıyla?
3. Doğu Perinçek, Ergenekon/Balyoz operasyonlarının sıcak olduğu yıllarda “F Tipi Örgüt” tabiri ile Fetullah Gülen cemaatini sürekli işaret ediyordu. 15 Temmuz’dan sonra “A Haber”e röportaj bile verdi:
http://www.ahaber.com.tr/gundem/2016/07/22/dogu-perincek-bundan-sonraki-hedef-darbe-degil
https://www.youtube.com/watch?v=uzGLfgDjk8I
Nereden nereye…
Peki Perinçek, 1970’lerde hiç Fetullah Gülen isminden bahsetmiş miydi?
Yoksa Perinçek, 2007 sonrasında mı bu ismi haykırmaya başladı (ve gittikçe RTE’nin yanına yaklaştı) ?
4. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Gülen’in fotoğrafının afişlere basılıp duvarlara yapıştırıldığı, arananlar listesi içinde olduğu söyleniyor. Darbe sırası/sonrasında kendisinin kayırılıp kayırılmadığı iddialarını bir yana koyarsak, bu afişler gerçekten var mıydı? Siz bizzat gördünüz mü? Görmediyseniz gören yakınlarınız var mıydı?
5. 1960/70’li yılların sol hareketlerini yakından tanıyan biri olarak siz, (MHP+ülkücüleri hariç tutarak soruyorum) İslam’ı şiar edinmiş bütün teşkilatları bir bütün kabul edip “toptan sağcı” olarak mı niteliyordunuz? Yoksa, aralarındaki hiziplerden haberdar mıydınız?
Sol içinde en bilinenler THKP-C, THKO, TİKKO, MLSPB, HDÖ/Acilciler, Doktorcular, … gibiydi. Sağcılar arasındaki muadillerini biliyor muydunuz?
Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) en bilinenlerdendir. 1965’e kadar “sol” etkisindeyken, 65’ten sonra “sağ”a kaymıştır, bugün de “sağ”dır.
Kısakürekçi “Büyük Doğu Hareketi” dışında bilinenler nelerdi?
http://www.nasname.com/a/taseron-fasist-cete-kurd-avinda
1. öyle de yazılıyor, böyle de yazılıyor, bir önerimi yok.
2. 80’lerde duydum. Nurcu bir tarikat olarak.
3. 70’lerde söz ettiğini hatırlamıyorum.
4. Görmedim.
5. İslamcıları toptan sağ olarak görüyorduk. Öyledir de.
Hükümet, biri “Türkiye Varlık Fonu”, diğeri “Otomatik Bireysel Emeklilik” olmak üzere, iki yeni finansal kurumu, kamu maliyesi sisteminin içine yerleştirmeye karar vermiş.
Bunu duyunca ilk tepkim “tamamen faydasız”, üstelik bürokrasiyi ve kırtasiyeciliği artırmaktan başka bir işe yaramaz demek oldu.
Sonra durdum ve düşündüm. Bu, bilanço makyajlama ve propaganda ustası cingözlerin mutlaka bir bildiği vardır dedim.
Kısa bir okumadan sonra bu ikili yapının ne işe yarayacağını buldum.
Amaç, “adı vergi olmayan yeni bir vergi” koymaktı. Hemen aklıma “vergicilik, kazı en az bağırtarak en çok tüy yolma sanatıdır” özdeyişi geldi. Burada kaz, halk; tüy de alınan para oluyor tabii.
Sonra hatırıma ustamız Kemal Kurdaş’ın, 1961’de ekonomik büyümeyi artıracak kamu yatırımlarının finansmanı için bulduğu “Tasarruf Bonosu” geldi. Güneşin altında yeni bir şey yoktu!
YURTTA VE BULUNDUĞUMUZ BÖLGEDE HAVA DURUMU
ABD’nin 1991’de başlattığı Irak’ı dize getirme harekâtından bu yana, güneydoğu sınırımız rahat yüzü görmedi. Ancak esas bozulma Suriye’de başlayan iç harpten sonra ortaya çıktı.
AKP’nin, “Atatürk’ün yaptığı her şeyin tersi doğrudur” inancıyla hayata geçirmeye çalıştığı “Pan İslamist – Mini Emperyalist” dış politika, Suriye sorununu bizim içimize taşıdı. Bu yüzden 3 milyona yakın mülteci ülkemize geldi.
Aynı politika yüzünden İsrail, Rusya ve Mısır’la düşman olduk. Bu gelişmeleri fırsat bilen, ABD ve AB “Kürtleri devlet sahibi yapma” kararını tatbike koydu. Pek tabii, TC’nin, PKK’nın ülkeyi bölme eylemlerine karşı yürüttüğü mücadele zora girdi ve maliyeti arttı.
Bu olayların bütçe üzerinde yarattığı baskı yetmiyormuş gibi, AKP’nin “yandaş rantlama – seçmen büyüleme” amacıyla inşa ettirdiği devasa bayındırlık eserlerinin parasal yükü, devalüasyonla birlikte patladı.
AKP’nin cingöz maliyecilerinin, “Kamu Borcu / Milli Gelir” oranını düşük göstermek için kullandıkları “davul kamunun sırtında, tokmak müteahhidin elinde” yöntemiyle alınan dış borçlar acıtır hale geldi.
BÜTÜN HARCAMALAR BÜTÇEYE ÇIKAR
Bu ahval ve şerait, maliyeyi zorlarken ortaya bir de lanet dinci darbe girişimi çıktı.
Hamdolsun vartayı atlattık.
Darbeci imam Fethullah Gülen yüzünden, eskiden pek de öyle hissetmezken, ben de “Allah, R. T. Erdoğan’ı bize bağışlasın” diye dua etmeye başladım.
Neyse!
Gözlerimi kapayıp, ekonomiyi dinlemeye başlayınca ufukta kocaman bir bütçe açığı görüyorum!
Anlaşılan, ekonomi bakanları da aynısını gördükleri için, bütçe gelirlerini artırmak için çare düşünmeye başlamışlar!
Akıllarına, “Sosyal Güvenlik Sistemi” ve “Gönüllü Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)” zaten varken, bir de “Otomatik BES” kurma fikri gelmiş. Aslında SGK primleri artırılsa, aynı sonuç alınır.
Sırada faizlerin düşürülmesi var.
Şimdi sıfıra yakın düzeyde olan devlet tahvil ve bonolarının reel faizi, nominal faizler enflasyonun altına inerse, eksiye düşecektir. Böylece devlet, halkın parasını bedava kullanmış olacaktır.
Üstelik bütçe, en az “faiz dışı fazla” kadar “reel fazla” verecektir. Bu suretle “Kamu Borcu / Milli Gelir” oranı daha da düşecektir. Bunu gören derecelendirme kuruluşları kredi notumuzu düşürmekte acele etmeyecektir.
Son söz: Vergi isteme benden, buz gibi soğurum senden.
Ege Cansen
11 Ağustos
Sözcü Gazetesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de faizlerin indirilmesi meselesini uzun süredir kafasına takmış vaziyette.
İster mevduat, ister kredi, ister tahvil-bono, isterse Merkez Bankası’nın belirlediği faizler olsun, bu musibetin her türlüsü mutlaka inmelidir diyor. Her fırsatta, her vesileyle çevresine ve yetkililere baskı yapıyor.
Ancak çok büyük ikna gücüne rağmen, faiz indirme babında istediği kadar etkili olamıyor. Mesela geçmişte Ali Babacan ve Erdem Başçı pek söz dinlemedi. Çünkü bu faiz indiriminin ekonominin hayrına olacağına inanmadılar.
Şimdi de ortalıkta Mehmet Şimşek çalısı duruyor. Erdoğan’ın emrini dinlemeyenler “faiz hızla inerse, döviz hızla çıkar” kanısındadır. Onların düşüncesine göre, döviz fiyatının ani ve yüksek artışının (yani devalüasyonun), Türk ekonomisine vereceği hasar, yüksek faizin verdiği ve verebileceği hasardan çok daha büyük olacaktır. Bu tasalarında yalnız değiller. Türk ekonomi esnafının çoğu da böyle düşünüyor. Onların ekonominin gidişatını kestirmek için baktıkları barometre, “faiz-metre” değil “dolar-metre”dir.
ASKERÎ VE MUHAMMEDÎ EKONOMİ
Erdoğan sonunda dayanamayıp, konut kredisi faizlerinin aylık %1’in altına indirilmesi talimatını verdi. Askerlikte “emir, demiri keser” denir. Başkomutan Erdoğan baktı ki, bankacı-maliyeci takımı ikna olmuyor o da “emir, demiri keserse; faizi haydi, haydi indirir dedi” ve “şak” diye talimatı verdi.
Devlet bankaları da “tak” diye emri yerine getirdi.
Gerçi devlet bankalarının konut kredi faizini indirmesi, faizlerin indiği anlamına gelmiyor. Nitekim aynı gün özel bir banka “vadesiz gibi kullanacağınız vadeli mevduata %12.5 faiz veriyoruz” diye reklam yapıyordu. Bu fiyatla toplanan mevduattan verilecek kredinin faizi %17’den aşağı olamaz.
FAİZ, ŞU MEÇHUL
Faizin ne olduğu, nasıl oluştuğu, ne işe yaradığı, reel ekonomiyi nasıl etkilediği kolayca anlatılabilecek ve anlaşılabilecek şeyler değildir.
“Faiz, emeği sömürür.”
“Faiz, haksız kazançtır; almak da vermek de günahtır.”
“Faiz, paranın kirasıdır.”
“Faiz, paranın zaman değeridir.”
“Para faizsiz; dükkân kirasız olmaz.”
“Faiz, kapitalist sistemin düzenleyicisidir.”
“Faizsiz ekonomi olmaz.”
“Faiz yükselince ekonomi yavaşlar; düşünce hızlanır.”
“Faiz artınca enflasyon düşer; düşünce çıkar.”
“Faiz, enflasyondan doğar.”
“Enflasyon, faizden doğar.”
gibi önermelerin hepsi, hem doğru, hem de yanlıştır.
Çünkü sebep-sonuç ilişkisi her zaman “durumsaldır”. Ekonomik bağlamda durumsallık, üç bileşenden oluşur:
1. Ülke ekonomisinin atalet momenti. Yani, halen istenmese bile, ne yöne ve hangi güçte sürüklendiği.
2. Ülke ekonomisinin topoğrafyası. Yani altyapısı, kurumları ve kültürü.
3. İç ve dış ekonomi aktörlerinin ve halkın beklentileri.
Ekonomiyi canlandırmak için alınacak, faiz indirme veya başka her tür teşvik tedbirinin, bütçeye ne kadar yük yükleyeceği ve bu yükün halka nasıl yansıtılacağı hesaba katılmazsa, kaş yapayım derken göz çıkarılabilir.
Bu sebeple Erdoğan’ın “emirle faiz düşürme” yöntemini onaylamıyorum.
Son söz: Her teşvik, bir yolsuzluk kapısıdır.
Ege Cansen
14 Ağustos
Sözcü Gazetesi
Gün ben sadece Hilary Boyd ile ilgili yazdıklarını düzeltmek istiyorum. Hilary Boyd ingilizdir amerikalı değil, amerikan doğumludur belki o yüzden ABD li diye kalmış aklında, Türkiye de bulunma nedeni ise MI5 adına çalışan birisi olmasıdır. 1930 lu yıllarda Londrada küçük bir troçkist grubun lideri aslında, hatta 37 ya da 38 de Londra da Trockı yı savunma komitesi kurulmasına filan önderlik eder, o yıllarda yazılarını charles Summer adı ıle kaleme alır, ama o yıllarda da mı istihbarata çalışıyordu, yoksa sonra ki yıllarda mı istihbarata girdi bilmiyorum, ama daha sonra ingiliz istihbaratına çalışmaya başlar ve Türkiye de 1940 dan itibaren 76 da ölene kadar on yıllar geçirir, adamı tanımayan yok,
Robert Kolejin bilinen bir hocası ve belirttiğin gibi bazı aydınlıkçılar ( o zaman ki polisin iddiasına göre, aydınlıkçıların matbaası da o adamın evinde yakalanır) adamın evinde yakalanır. Eymür ise Aydınlık grubunun lider kadrosunun yakalandığını söylüyordu evde. Adamın evinde tutuklamarı bizat kendisi yapmış, ama Boyd un buna rağmen tutuklanmamasını ingiliz istihbaratının adamı olmasına bağlamış. Bu konuda eğer adamın ısmını trostky ıle beraber googlelarsan bol miktarda bilgi bulabilirsin, hatta marksist orgda adamın makaleleri filan var. İngiliz istihbaratı ile olan bağlantısına gelince, Duane Claridge istanbulda çalışırken onunla false flag operasyonlarında çalıştığını söylenir, Murat Yetkin Engin Ardıç vb bu konularda yazanlardan aklıma gelenler. . Clarridge anılarında Hindistan da ki komünistleri maocu bir örgüt kurarak nasıl nasıl manipüle ettiğini anlatır, daha sonra İstanbula tayin edilir, orada çalıştığı ajanlardan birisi Boyd dur. Aydınlık’ı MIT ın kurdurdugu palavradır ama ıstıhbarat servisleri hemen hemen tüm örgütleri manipüle etmek isterler, bana da Boyd’un aydınlıkı manipülasyonda kullanıldığını düşünürüm, özellikle Ne Amerika Ne Rusya sloganı sanki troçkistlerden alınma gibi, bu sloganı troçkistler 1950 lerde Kore Savaşında tarafsız kalmalarını açıklamak için kullanmışlardı. Murat Yetkin de 68 72 arasında Clarridge in Istanbulda görev yaptığını söyleyerek Aydınlık’ın CIA tarafından manıpule edılip edilmediğini sorar.
http://www.nasname.com/a/pyd-asenasi-ya-sev-ya-terket-diyor
Bravo doğrucu, komplocu düşünmekte Mehmet Eymür’ü de geçtin. “Ne Amerika ne Rusya” sloganını Aydınlık’a benimseten (gerçi yıllar pek uymuyor ama) meğer Troçkist MI5 ajanı Body’miş. Mehmet Eymür umarım bu bilgilerinden yayınlanır.
Summer Body, 12 Mart döneminde evini bazı aydınlıkçı gençlere açmıştır. Olay bundan ibarettir. Aydınlık hareketi üzerinde de bir sivrisinek kadar bile etkisi olmamıştır.
Şafak Matbaası Nejat Bayramoğlu’nun evindeki gizli bir bölmede yakalanmıştır.
Sahte sol MİT’in verdiği malzemelerle 40 yıldır Aydınlıkçıların dedikodusunu yapıyor, başka işi olmadığı için 40 yıl daha yapar.
Aydınlıkçılar da MİT’e ve benzeri istihbarat organlarına sol hakkında az malzeme vermemiştir.
İşte bu da bir başka MİT dedikodusu, MİT palavrası. Gün Zileli de gönüllü dedikoducusu. Bir tane bile örnek veremezsin. Olsaydı bugüne kadar yüz defa yazmış olurdun. Cilt cilt kitap yazdın bu konuda malzemen olsaydı çoktan kullanırdın. Mehmet Eymür’e bir sor, hazır kızışmışken bir şeyler uydurur senin için. “Benzeri istihbarat organları”nı da merak ettim. İngiltere mi İsrail mi Filistin mi Almanya mı CIA mı Çin mi? Aydınlıkçılar bunların hepsinin ajanı olmakla, bilgi vermekle suçlandı, bir tane kanıt verilemedi. Pencereden pencereye dedikodu yapıyorsun.
Ben sadece düşündüğümü söyledim, Aydınlıkçıların o yıllarda maocu olması ayrı bir hikaye, sonuçta özellikle batıda üniversitelerde bir maoculuk rüzgarı esiyordu ama Dünyanın hiç bir yerinde maocu sovyetçi çatışması yaşanmadı, yine diğer maocular sovyet yanlılarına karşı fiziki şiddet uygulayacak bir politika yürütmediler. Tek istisna siz gibi görünüyorsunuz. Yani aydınlık grubu.
Üstelik siz o zaman maocu olarak biliniyordunuz ama Troçkist bir sloganı devraldınız, neden? Bana o sıralar dış basını okuyan hatta ABD de vb okuyan Berktay ya da Şahin’i söyleyeceksiniz ama onların bağlantıya geçmesi muhtemel maocu örgütlerde bu slogan yok. Ama eski bir maocu olan Hılary Boyd da var.
Üstelik Hilary Boyd Aydınlık hareketinin önderi denilen kesimlerle bir şekilde bağlantılı MK düzeyinde bazı insanlar onun evinde yakalanıyorlar ve false flag operasyonlarında başı çeken CIA cı Claridge ile filan çalışıyor. Ne ABD ne Rusya sloganı tam bir false flag sloganı. Sen o dönemdeki yaptıklarını yanlış bulduğunu söyledin ama solcuları ihbar etme politikasının, maocu ve sovyetçi gençler arasında fiziki kavga çıkartmanın arkasında bu slogan ve anlayış vardır.
Ben burada sadece olguları koyuyorum, sen dönemi yaşamış birisin o yüzden sana soruyorum, bilmiyorsan bilmiyorum de, şurada 5-6 yıldır tartışıyoruz, senin önünde bile yapılmış olsa bazı şeyleri senin anlamamış olman muhtemel. O yüzden beni hemen komplocu olarak düşünmen yerine şu verdiğim bilgileri bir sindir deriim.
“Ne Amerika ne Rusya” sloganı doğrudan Çin’den gelmiştir. Bu konuda “ingiliz ya da Amerikan ajanlarının” çaba göstermesine gerek yoktu. aydınlıkçılar Sovyet yanlılarına karşı şiddet uygulamamıştır, zaten bunu yapacak güçleri de yoktu. Bu uydurma bir bilgi. Fakat aydınlıkçılara başından beri her türlü sol grubun şiddet uyguladığını biliyorum. Şiddet uygulananlar arasında ben ve İbrahim Kaypakkaya da vardı.
Aydınlık gazetesi, 1978-80 arasında isim vererek, kroki çizerek solcuları ihbar etmiş ve bu bilgiler 12 Eylül öncesinde de sonrasında da MİT ve emniyet tarafından (başka derken bunu kastetmiştim) solculara karşı işkencelerde kanıt olarak kullanılmıştır. Sözünü ettiğin kitaplarımda bunlar var, kendi payıma yaptığım özeleştiriyle birlikte.
İyi günler Gün.
Günlerin nasıl geçiyor?
Gün saydığın planların var mı?
Ne demek istediğinizi anlayamadım.
Bu muhabbette ismi gecen Hilary Boyd, burada anlatilan Hilary Boyd mudur?
https://en.wikipedia.org/wiki/Hilary_Boyd
Eger oyleyse, yukaridaki linkte soyle bir cumle geciyor: “Comparisons were made between Thursdays in the Park and the BDSM phenomenon Fifty Shades of Grey.”
Bu cumleyi okuyunca, Zileli’nin su cumlesine takildim:
“Body adlı akademisyen, belki solculara sempati duyduğu, belki de sırf Robert Kolej’den arkadaş olduğu için bazı gençleri evinde barındırmış. Kötü mü etmiş!”
Tam olarak, bu ‘bazı gençler’le acaba n’etmis?
Ayrıca 1930’larda faaliyet gösteren bir Troçkistin 1970’lerde en az 70 yaşıonda olması gerekirdi ki bu mümkün değildi. Bildiğim kadarıyla o zaman 30 yaşlarında biriydi. Dolayısıyla o olamaz.
Aynı kişi değil. Söz konusu kişi kadın değil, erkekti.
“Aynı kişi değil. Söz konusu kişi kadın değil, erkekti.”
Tuh, yani..
Bu zennenin ilk egitimi hemsirelik oldugunu da dikkate alirsak (ki, Ingiltere’de hemsirelik okullari oldukca zengin birer maden olarak gorulurler; tecrubeden konusuyorum), simdiki resimleri pek de bakilacak gibi degilse bile, o yillarda (evlenmek ne kelime, kiz arakdasa bile izin verilmeyen) solumuzun dillere destan abazanligina bir cozum getirebilirdi belki. Fena mi etmis olurdu?
Ote yandan, Engin Ardic’in sahitligine [ http://www.haber10.com/yazar/engin_ardic/sola_kitakse-16605 ] itibar edecek olursak, Robert Kolej’de, ogretim kadrosunda, mazisinde casusluk filan olmayan tek kisi galiba muteveffa Hilary bey olsa gerek.
[Bu arada, isminin dogru sekli ‘Hilary Sumner-Boyd’dur. Yazida, ‘Summer’ olarak yazilmis.]
Ulusakçı OdaTv’de yazan yorumcular “katliam ülkesi” manşeti nedeniyle Cumhuriyet’i suçlamış. Devlet suçlanamazmış, sadece hükümet/iktidar suçlanabilirmiş;
”Katliam ülkesi” gerçekten yanlış bir manşet. Bu manşette bir ülkeyi, bir devleti hedef alan bir anlam var. Oysa onun yerine ”Katliam hükümeti”, ya da ”Başkanlık katliamı” gibi bir manşet atsalardı belki daha doğru olurdu.
Cumhuriyet gazetesi sınırı aştı.
http://odatv.com/cumhuriyet-o-manseti-yine-atti-1501161200.html
Şu haber de ulusakçıların sahtekarlığına diğer bir örnek;
‘Edepsiz’ tartışmasından sonra bir ilk
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün saat 15.00’de Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve beraberindeki baro başkanlarından oluşan heyeti kabul edecek. 2014’te Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına Erdoğan tepki göstermiş ve ‘Böyle edepsizlik olmaz ki” demişti.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından ortaya çıkan “birlik ve beraberlik” ruhu sürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2 buçuk yıl önce Başbakanlığı döneminde bir programda tartıştığı ve o tarihten sonra bir daha biraraya gelmediği Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nu makamında kabul ediyor. Saat 15:00’da gerçekleştirilecek ziyarette Feyzioğlu’na baro başkanlarından oluşan bir heyet de eşlik edecek.
TOPLANTIYI TERK ETMİŞTİ
10 Mayıs 2014 tarihinde Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümünde TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun yaptığı uzun ve ‘eleştirel’ konuşmaya dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın tepki göstermiş ve salonu terk etmişti. Feyzioğlu’nun konuşmasını ”Yanlış konuşuyorsun” diyerek oturduğu yerden bölen Başbakan Erdoğan’a Barolar Birliği Başkanı da ”Neyi yanlış konuşuyorum sayın Başbakan’ım?” diye sormuştu. Bunun üzerine dönemin Başbakanı Erdoğan da ”Böyle bir edepsizlik olmaz ki” demişti. Bunun üzerine Feyzioğlu, kürsüden ”Ben edepsizlik yapmadım, kimseye de edepsizlik yapıyorsun demeyi kendime yakıştırmam. Çok yapıcı bir konuşmaydı” yanıtını vermişti. Bu tartışmanın ardından adli yıl açılış töreni yasayla kaldırılmıştı.
http://www.hurriyet.com.tr/edepsiz-tartismasindan-sonra-bir-ilk-40195931
Erdoğan’ın Ulusakçı Müttefikleri
http://marksist.net/selim-fuat/erdoganin-ulusalci-muttefikleri.htm
Kadınlara ilişkin tabirler ve anlayış, yakışık almamış.
Ulusak Kanal: FETÖ’nün Cumhuriyet’i Mehmet Eymür’e sarıldı
http://www.ulusalkanal.com.tr/medya/feto-nun-cumhuriyet-i-mehmet-eymur-e-sarildi-h116333.html
Arkadaş, yaş 70 ama icraatler bitmemiş anlaşılan…
Yahu BDSM’nin ne demek olduğunu sen ne zaman, nasıl öğrendin be Gün?
“Kadınlara ilişkin tabirler ve anlayış, yakışık almamış.”
Siz, hala daha, butun kadinlari –kategorik olarak– ‘iffet abidesi’ sayanlardansiniz anlasilan.
anlamadım?
“İffet” de sizin kadınlara ilişkin anlayış ve kavram dünyanıza ait bir kavram. Hiçbir zaman kullanmam.
Hayatta çoğu zaman (hadi lafı gevelemeleyim, her zaman) nerede durduğun, hayatı nasıl yaşadığın önemlidir Necip.
Belirteyim, kadın değilim, erkeğim. “Hemcinslerinin avukatlığını yapmaya meraklı bir feminist zombi daha” yaftasını yememek için yazdım cinsiyetimi. Bu arada, sen de bilirsin ki, bir “şey” hakkında konuşmak, yazmak için, bizzat o “şey” olmak gerekmiyor. Örnek: Balinaların toplu katliamlarının önüne geçilmesi için birşeyler yazmaya başlarsam, otomatikman balina olmuyorum.
Yukarıda Zileli ile yazıştıklarınızdan sonra, konu nasıl oldu da, dönüp dolaşıp, “iffet testi”ne vardı?
1960/70’li yıllarda sol içindeki cinsiyetçi tahakküme dem vurduğun 32 no’lu metnine Zileli cevap verirken, sadece senin işaret ettiğin Engin Ardıç yazısına değil, solun o yıllardaki tutumuna da eleştiri niteliğinde yazdığını anlarsın. Dikkat et, “geniş zaman kipi” ile yazmış cevabını Zileli: “Kadınlara ilişkin tabirler ve anlayış, yakışık almamış.” Yani, hem genel çerçevede solun 60/70’lerdeki cinsiyetçi tahakkümlerini, hem de senin aktardığın Ardıç referansını eleştiriyor.
Şimdi şu “iffet” kelimesine gelelim.
Herkes temiz doğar, “sonra mı” kirlenir?
Meryem’le de Tanrı’nın ilişkiye girdiği, sonuçta İsa’nın doğduğu anlatılagelir. “Kutsal olan iffet” / “Kutsal olmayan iffet” ayrımını yapmak bu hikayeden sonra mı başlar?
Eğer “kategorileri” 2 rakamıyla sınırlı tutarsak, erkek ve kadın olarak, erkeklerin “iffet”ini sorgulamak yok mu sayılıyor?
“Kadın”lar kendi rızasıyla ilişkiye girdiklerinde “iffet abideliği”nden afaroz mu edilir? Bu hususta karar veren otorite(ler) kim? “Örf(ler)dir” deyip geçecek miyiz?
“Kadın”lar kendi rızasıyla ilişkiye girmedilerinde, örneğin, tecavüze maruz kaldıklarında, “iffet abideliği” sınırları içinde kalıp, iffetliklerinin statüsü mü düşürülür? Bu hususta karar veren otorite(ler) kim? “Örf(ler)dir” deyip geçecek miyiz?
Hayatta nerede durduğun, hayatı nasıl yaşadığın önemlidir Necip.
Kadınları, otomatikman, “kirlenme potansiyeli yüksek, bu nedenle de iffetlik abidesi özelliklerini kaybetme riski yüksek” varlıklar olarak kabul etmemek senin de anlayabileceğin, hayatta durabileceğin bir nokta. Başarabilirsin, istersen…
Engin Ardıç’a itibar etmeseniz daha iyi edersiniz ayrıca. Şarlatan züppenin tekidir.
Anonim 38 Necip senin dediğini Başaramaz onun başarması için verilmiş görevleri var efendisinin.
Utanmaz yalaka bütün nezakete gizlenmiş cümlelerinde sola devrimcilere hakaret alay ti geçme kendince iş yaptığını sanıyor kibir züppe!!!
Dikkatinizi çektimi son dönemde efendisiyle itifaka giren eski efendi vatan milet sakarya ulusalcı sola sallamıyor.Ha bire özgürlükçü toplumsal devrimcilere sallıyor faşist çoook iffetli kibir Necip efendi!!!!
Galiba bu da efendisi gibi ülkeyi sen yönet iyi oldumu ben yaptım
Kötü oldumu obama öcü feto yaptı benim yönetme sorumluluğum yok deyip bizi enayi yerine koyuyor aynı efendisi gibi bizimle dalga geçtiğini bilmiyoruz sanki!!!
Zileliye şaşırdım bu seviyede dalga geçen vavşağa nasıl tahammül etti çok enteresan!!!!!
Galiba biz sınıfta çakınca geleceğin Anarşizm oskarına Necipgiller aday olabilir diyemi Zilelinin bu tahammülü anlamadım!!
Bu zekayla alırda!!!!!
“‘Kadın’lar kendi rızasıyla ilişkiye girdiklerinde ‘iffet abideliği’nden afaroz mu edilir?”
Bu soruya verilecek cevabi ben de merak ediyorum.
Merak ediyorum; cunku, ‘Cin isi, Japon isi; bunu yapan iki kisi; biri erkek, biri disi‘ tekerlemesinde oldugu uzere, iki cinsiyet arasinda her ne oluyorsa her iki tarafin da rizasi/katilimi ile oluyor.
Dolayisi ile, bir cinsiyetin yaptiklari mesru/mubah, otekininki ise degil demek dogru degil bence.
Bir adim daha ileri gideyim, ve sunu da ekleyeyim: Kadinlarin DA, erkekler gibi/kadar, serbest/rahat davranmak, istek ve arzularinin tatminini beklemek/istemek ozelliklerinin/taleplerinin oldugunu (ve imkanlar cercevesinde bunlari uygulayacaklarini) soylemek neden ‘yakisiksiz’ oluyor; cok da anlamis degilim.
Daha yalin bir ifade ile soyleyecek olursam, keferenin bir atasozu ‘what’s good for the goose is good for the gander‘ der [Turkceye, ‘koyun icin iyi olan, koc icin de iyidir‘ diye tercume edildigini gormuslugum vardir].
Kisisel mazi anlaminda, ben bunun boyle oldugunu zor yoldan ogrendim. Zor yoldan, cunku, ait oldugum kultur (bu topraklar) hep tersini soylemisti bana –ya da ben oyle anlamistim.
Bir ‘hormon torbasi‘ oldugum donemde (genclik, ergenlik), karsi cinsiyeti, ‘elde etmek icin uzun ve mesakkati cabalar gerektiren’ bir tur hedef saydigimi/sandigimi hatirliyorum ve geri donup baktigimda, ne kadar yanildigimi da artik bildigimden, tebessumle yadediyorum on gunleri.
Kadinlar da, erkekler kadar (ya da bazan daha da fazla), erkekleri (cogul) ‘elde etmek’ (yani, yatmak, sevismek, cima yapmak vs vb) isteyebiliyorlar. Her iki tarafin da fitratinda var bu demek istiyorum.
“Bu hususta karar veren otorite(ler) kim? ‘Örf(ler)dir’ deyip geçecek miyiz?”
Belki biraz ‘ters kose’ gibi gelecek; ama, kadinlara yonelik kisitlamalarin kaynaklarinin da kadinlar oldugunu dusunuyorum. Tarihsel olarak bu boyle; ve toplumdan topluma da marjinal farklar gosteriyor sadece.
‘Tesettur’e bakabiliriz mesela.
Ben, erkeklerin ‘tesettur’ istemelerinin anlamli bicbir sebebini goremiyorum (din ‘onu dedi, bunu dedi’leri gecelim).
Ote yandan, kadinlar icin cok daha anlamli: Rekabeti grunmez kilmak, etkisiz hale getirmek icin cok iyi bir yontem. Hele de, daha yaslica olan kadinlarin, geriden gelen ‘taze’leri ekarte edebilmeleri icin bicilmis kaftan.
[Bu konuyu daha uzun yazmak isterdim; ama, hem toparlayip yazmak zaman alir, hem de yazinin bizzatihi kendisi cok uzun olur.]
Haremlik-Selamlik uygulamalari da ilginctir. Yine yukaridaki ozellikleri/hedefleri olmakla beraber, hangi baglamda dayatildiginin da dikkate alinmasi gerekir.
Solumuzda gorulen ‘Haremlik-Selamlik’ uygulamasinin sebebi/amaci (bence) kadinlarin ‘kirlenmeye karsi’ korunmasi degildi.
Ideolojinin ‘kirlenmeye karsi’ korunmasiydi.
Tahakkumcu/otoriter butun yapilarin ilk gerceklestirmek istedikleri seylerden birisi cinsiyetlerin birbirlerinden uzak/ayri tutulmasidir –yani, cinselligi kontrol altina almak.
Sol da, baska benzer yapilar gibi, tahakkumculukten/otoriterlikten azad degil; hic de olmadi.
Solumuzda gorulen ‘Haremlik-Selamlik’ uygulamasinin sebebi/amaci (bence) kadinlarin ‘kirlenmeye karsi’ korunmasi degildi.
Ideolojinin ‘kirlenmeye karsi’ korunmasiydi.
Tahakkumcu/otoriter butun yapilarin ilk gerceklestirmek istedikleri seylerden birisi cinsiyetlerin birbirlerinden uzak/ayri tutulmasidir –yani, cinselligi kontrol altina almak.
Sol da, baska benzer yapilar gibi, tahakkumculukten/otoriterlikten azad degil; hic de olmadi.
Bu satırlarınıza katılıyorum.
“senin dediğini Başaramaz onun başarması için verilmiş görevleri var efendisinin.”
‘Taraftar amigolugu’ da diyebilecegim ‘fikirsel magandalik’iniza bir kanit da bu soyledikleriniz.
Benim bu yazdiklarimi bana birisinin dikte ettirdigini, yonlendirildigimi filan soyluyorsunuz.
Benim buna tek cevabim, ‘kul kulu kendi gibi bilir’dir. Yani, ya sizin icinde oldugunuz ortam bu; ya da kendinizden baska herkesi birer robot/android saniyorsunuz.
“bütün nezakete gizlenmiş cümlelerinde sola devrimcilere hakaret alay ti geçme kendince iş yaptığını sanıyor”
Hakaret etmiyorum; etmem de. Fakat, ince (ve bazan da acitabilecek) dokundurmalar yapmakta bir beis gormuyorum.
Dunyanin geri kalanini her sekilde elestirmegi kendinde hak gorenlerin, kendilerinin elestirilebilmez oldugunu sanmalari kadar anlamsiz, naif bir tutum olamaz cunku.
“bu seviyede dalga geçen vavşağa nasıl tahammül etti çok enteresan!!!!!”
Sag jargonla soyleyecek olursam, ben, Gun beyin ‘kalbini yarmis da bakmis’ degilim; dolayisi ile, neden kendisini ‘Anarsist’ olarak deklare ettiginin sebeplerini tek tek sayamam –saymaga kalksam da, buyuk bir ihtimalle, bir suru isabetsizlik olur.
Fakat, sunu zannedeiyorum: Solun da kendisi, zaman icinde, bir cendereye donustugunu, otoriter ve tahakkumcu bir yapiya donustugunu gormus ve bundan rahatsiz oldugunu dusunuyorum.
Bu benim zannim sadece –malum, ‘kul kulu kendi gibi bilir’.
Benim kendi serguzestim biraz da bu cunku. Hayatimin kisa bir doneminde solcu olmaga calistim, gayret ettim. Olmadi. Cunku, lafizda var olan bir suru seyin pratikte karsiligi yoktu –bilakis, tam tersi uygulamalar vardi.
Sagci da olamazdim — ‘o azam bunu dedi bu hazret sunu buyurdu’larla omur gecmezdi cunku.
Alayina muhalif olmak cok daha isabetli geldi.
Soylediklerimden sagcilar da solcular da futbolcular da rahatsiz oluyorlarmis; gam degil.
Anarsizm biraz da bu degil mi?
“Bir ‘hormon torbasi‘ oldugum donemde (genclik, ergenlik), karsi cinsiyeti, ‘elde etmek icin uzun ve mesakkati cabalar gerektiren’ bir tur hedef saydigimi/sandigimi hatirliyorum ve geri donup baktigimda, ne kadar yanildigimi da artik bildigimden, tebessumle yadediyorum on gunleri.”
–
http://www.dailymail.co.uk/news/article-2638049/7-dead-drive-shooting-near-UC-Santa-Barbara.html
http://www.youtube.com/watch?v=zExDivIW4FM
http://www.youtube.com/watch?v=RFmrUl2-1jg
http://www.dailymail.co.uk/news/article-2638049
Hmmm..
Eylemcilerin neden abaza birakildigini ve neden silaha sarildiklarini aciklar mi? Emin degilim. Daha fazla data lazim 😉
Ote yandan, hikmetli bir duvar yazisini (‘graffiti’) cagristirdi bende..
‘To all virgins of the world: Thank you for nothing!’
Televizyonda Nurettin Veren, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce gibi Fetullah itirafçılarını görünce aklıma hep Gün Zileli geliyor. Doğu Perinçek’i ve Aydınlıkçıları ne güzel anlatır ekrana çıksa.
Aha da dediğim çıktımı????
Meğer Necip yalakası en devrimci öncü Anarşist o imi????
Vah vah anarşizmin millici versiyonu galiba ????
Tam da zileli tarzı şimdi Zileli Necip e anarşistim dedirttiğine göre bu başarıyı Necipe en devrimci öncü anarşist okkalı madalyasını takarsa şaşırmam???
Eminim muhakkak takar iyide takar!!!
Yakışırda artık!!!!Bu konuda madalya takacaksa bu da bence Zileliye yakışır!!
Anlamıştım biz sınıfta kaldık Necip bu işe aday demiştim!!!
EEEee ne olacak necip en öncü anarşist madalyası alırsa
100 puanlık uzmanlık sorusu Yaladığı Efendisine ne takmak yakışır!!!!!
Necip benden sana tafsiye şu abaza solcu mevzunu uzatma!!
Bunlar çok tekin değil ne olur ne olmaz!!!!!!!!!
46 özgürlükçü’ye katılıyorum.
Abazalık denen şey böyle olayları açıklayamaz o haberde görüldüğü gibi. Böyle insanların asıl istedikleri sevilmektir. Sevilmedikçe o şeyin anlamı kalmaz. Yoksa neden tecavüz, fuhuş gibi yollara tevessül etmesinler?
Aydınlık/ Perinçek Tartışması ve Eymür’ün Zırvaları
Garbis Altınoğlu
13-14 Ağustos 2016
Geçtiğimiz günlerde MİT’nın kötü ünlü eski şeflerinden Mehmet Eymür’ün bir açıklaması yayınlandı. Cumhuriyet gazetesi, CNN Türk’te yapılan bir programa telefonla katılan bu katil ve işkencecinin şöyle dediğini aktardı:
“Fethullah Gülen örgütlenmesinin bir eşi de bu Aydınlıkçılardır. Bunlar da sola karşı kurulmuş, solu bitirmek için kurulmuş bir örgüttür. Bunların 1972 senesinde ev ev arandığı zamanda bunları biz bir İngiliz’in evinde yakaladık. Bunların her şeyini ben iyi bilirim. Doğu Perinçek’in PKK’yı ziyaretindeki resimleri de ben bastırdım. Onun için onların bir göbek acısı var zaten.” (“Eski MİT mensubundan ağır iddia: Aydınlık hareketini solu bölmek için biz kurduk”, 11 Ağustos 2016) Başında Doğu Perinçek’in bulunduğu Vatan Partisi ise bir hafta sonra Eymür’ün açıklamasını yanıtladı ve Cumhuriyet gazetesinin “psikolojik savaş faaliyeti” yürüttüğünü ileri sürdü.
Bu iki gerici odak/ kişi arasındaki atışma ve çekişme beni ilgilendirmiyor; bu atışma ve çekişmenin genel olarak devrimcileri de ilgilendirmesi beklenmemeli. Ancak, bir bölümü bu siteye yazan ve düşünce tembelliği ve tarihsel bellek zayıflığıyla sakatlanmış gözüken bazı devrimci ve demokratların Eymür’ün savlarına hiç düşünmeden ve sorgulamadan sahip çıktıkları görüldü. Bunu doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Neden? Şundan:
İlk akla gelen, Mehmet Eymür gibi ömrü devrimci harekete ve halka karşı savaşım içinde geçmiş ve yalan, dezenformasyon, manipülasyon, kalleşlik ve sahtekarlığı ilke edinmiş olan bir insanın, neden daha önce ya da yıllardır değil de bugün çıkıp böyle bir açıklama yaptığı sorusudur. MİT’nı ve Türk devletini bir parça tanıyan herkes, Eymür’ün bu bir açıklamayı bugünlerde yapmasının mutlaka nahoş ya da dürüst olmayan bir nedeni olduğundan emin olabilir. Bu nedenin ne olduğu konusunda bir spekülasyon yapmak istemem. Ancak Eymür’ün bu açıklaması, 15 Temmuz gerici darbe girişimine karşı İslami-faşist Erdoğan kliğini destekleyen, ancak daha sonra bu kliğin TSK’ni hedef alan bazı uygulamalarını eleştiren Vatan Partisi’ne “balans ayarı” vermek amacıyla yapılmış, daha doğrusu yaptırılmış olabilir. Ne de olsa 15 Temmuz’dan sonra siyasal spektrumun değişik noktalarında yer alan pek çok kişi ve kurum bir Tayyip Erdoğan’ı aklama, hatta burjuvazinin kampında yer alan bir çok isimde bu baya yaranma yarışına girdi. Öte yandan Eymür, tekil burjuvaların can güvenliğinin değilse de mal ve meslek/ toplumsal statü güvenliğinin bile ortadan kalktığını görmektedir. Onun gibi geçmişi kirli ve kanlı kişilerin, AKP yöneticilerinin, bütün suçlarını Gülenciler’in üzerine yıkarak kendilerini aklamaya çalıştığı bugünkü siyasal ortamda bir suçlamaya hedef olabileceklerini düşünmeleri ve bazı eski Gülencilerin yolundan giderek -en azından şimdilik- güçlü gözükenden yana tutum almayı seçmeleri kendi açılarından mantıklı.
Eymür’ün bu açıklamasını, içeriğini ve yapılma koşullarını sorgulamaksızın doğru kabul eden devrimci ve demokratların öncelikle, bu savın dayandığı kanıtların ne olduğunu sorması gerekirdi. Kendisine devrimci diyen her kişi ya da örgüt/ çevre, Doğu Perinçek gibi azılı gericiler de içinde olmak üzere HERKESİ adil bir biçimde yargılamak ve hiç kimseye haksızlık yapmamaya özen göstermek zorundadır. Aksi takdirde, devrimci adalet ile burjuva adaleti arasındaki sınır çizgisini ortadan kaldırmış ve hatta beğenmediğimizi söylediğimiz burjuva adaletinin bile gerisine düşmüş oluruz. Devrimci adalet, en azgın ve en elikanlı halk düşmanlarının bile adil bir tarzda yargılanmalarını, savunma hakkından yararlanmalarını ve somut ve inandırıcı kanıtlar olmaksızın mahkum edilmemelerini gerektirir. Uzun yıllar MİT’nın tepe noktalarında yer almış olan Eymür’ün Aydınlık hareketinin devlet tarafından kurulduğu yolundaki savını kanıtlamak için gösterdiği tek somut kanıt, 12 Mart döneminde bazı Aydınlıkçıların bir İngiliz’in -aslında bir Amerikalı öğretim üyesinin- evinde yakalanmış olmalarıdır. Tabii Eymür, bu İngiliz’in de bir istihbarat elemanı olduğunu varsayıyor. Oysa bu yakalanma olayının, Aydınlık hareketinin objektif olarak devrimci hareketin bir parçası olduğu günlerde bir-iki Aydınlıkçının, Robert Kolej’de görevli ilerici bir İngiliz’in evinde yakalanmış olmasından ibaret olması olasılığı çok daha yüksektir. Gün Zileli, bu öğretim üyesinin evinde sadece Cahit Düzel adlı bir Aydınlıkçı’nın yakalandığını söylüyor. (1)
İşin tuhafı Eymür yıllar önce, kendi sitesinde bu konuyu ele alan nisbeten geniş kapsamlı bir yazı yayınlamış, ancak orada böyle bir şey söylememiş ve 12 Mart 1971 darbesi öncesinde TİİKP (=Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) adı altında örgütlenen [Proleter Devrimci] Aydınlık hareketini devletin kurduğunu ileri sürmemişti. Hatta o, “Adalete Sesleniş”başlıklı bu yazısında Aydınlık hareketinin o dönemde, esas itibariyle solda durduğunu ve devrimci hareket saflarında olduğunu kabul ediyor ve aynen şöyle diyordu:
“Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP), 21 Mayıs 1969 tarihinde Doğu Perinçek başkanlığında Aydınlıkçılar tarafından kurulan gizli ve ismi gibi ihtilalci bir partiydi.
“Partinin ilk kadroları arasında Cüneyt Akalın, Ömer Madra, Bora Gözen, Hasan Yalçın, Halil Berktay, Gün Zileli, Oral Çalışlar, İbrahim Kaypakkaya, Doğu Perinçek, Atıl Ant, Ferit İlsever ve Nuri Çolakoğlu bulunuyordu. Daha kuruluş aşamasında, silahlı mücadeleye yaklaşım ve halk ihtilalini gerçekleştirme yöntemi konusunda parti içinde görüş ayrılıkları belirdi. Bu tartışmalar sonucu önce Garbiz Altınoğlu partiden ayrıldı.
“TİİKP lideri, 1970’li yıllarda Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi ile temasa geçip, Filistin’e gönderilecek parti mensuplarının askeri eğitim görmeleri hususunda anlaşmaya vardı. TİİKP bu anlaşmaya dayanarak Filistin’e çeşitli gruplar halinde militanlarını gönderdi.
“1970–1973 yılları arasında TİİKP’lilerin kaldığı Lübnan’da Golan Tepeleri, Reşadiye ve Nahr El Bared olmak üzere üç ayrı kamp vardı. Nahr El Bared İsrail tarafından bombalandı ve dokuz partili hayatını kaybetti.
“Partinin Doğu Anadolu Bölge Sorumlusu İbrahim Kaypakkaya ve onun çevresinde bulunan bir grup Nisan 1971’de parti çizgisine yönelik eleştiriler getirdiler. Bu sürecin sonucunda 1972’de Kaypakkaya ve grubu partiden ayrıldı ve daha sonra Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist (TKP/ML) adlı örgütü kurdu.
“Çin Komünist Partisi’nin görüşlerini benimseyen TİİKP, mücadelenin kırlardan kente doğru ve iktidarın parça parça ele geçirilmesi ile başarılı olacağını savunuyordu.
“TİİKP, 12 Mart darbesinden sonra Şafak isimli illegal dergi çıkarmaya başlamıştı.”
Burada genç devrimcileri ve o dönemi inceleme fırsatını bulamamış olanlar için şu açıklamayı, hem de altını çizerek yapmak gerekiyor: Zaman içinde bir dizi değişik adla anılan ve esas itibariyle Doğu Perinçek’in önderliği altında olan bu çevre, asla başından itibaren gerici ve şoven bir nitelik taşımıyordu. Hatta dönemin devrimci gençlik hareketinin bir parçası olan TDGF’nun (=Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu) ya da Dev-Genç’in en önemli fraksiyonlarından biri olan bu hareket bazı açılardan diğer iki fraksiyondan, yani THKO’nu ve THKP-C’ni oluşturacak olan fraksiyonlardan daha ileri bir konuma sahipti. Aydınlık-TİİKP çevresinin, devrimci hareketin diğer fraksiyonlarından daha ileri konuma sahip olduğu konular; Sovyet modern revizyonizmine nisbeten doğru yaklaşım, Türk ordusuna ve devletine ve Kemalizme karşı nisbeten doğru tavır ve Türk-Kürt sorununa nisbeten doğru yaklaşım olarak özetlenebilir. Bunu bir örnekle göstermeye çalışayım. Şimdilerde Talat Paşa ve ortaklarını kahraman olarak görenve bir Talat Paşa Komitesi oluşturan Doğu Perinçek ve şürekası, TİİKP davasından yargılandıkları sırada, Haziran-Temmuz 1974’de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No’lu Askeri Mahkemesine sundukları savunmalarında Enver, Talat ve Cemal Paşaların başını çektiği İttihat ve Terakki kliğini (3) şu sözlerle mahkum etmişlerdi:
“Komprador burjuvazinin yönetimi altına giren İttihat ve Terakki, işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetlerini ezdiği gibi, içinden yükseldiği milli burjuvaziyi de baskı altına alan bir diktatörlük kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman emperyalistlerinin Asya’daki yayılma siyasetine hizmet etti.” (TİİKP Davası Savunma, s. 153) Savunma, İttihat ve Terakki’ye ilişkin değerlendirmesini şu sözlerle bitiriyordu:
“1911 yılına kadar İngiliz ve Fransız emperyalistlerine dayanan feodal-komprador iktidar, 1911’den sonra hızla Alman emperyalistleriyle işbirliğini geliştirdi…
“Halkın ve milli burjuvazinin muhalefetini ezen Talat, Enver ve Cemal Paşalar yönetimindeki feodal-komprador İttihat ve Terakki diktatörlüğü, Alman emperyalistleriyle birlikte ülkemizi Birinci Dünya Savaşı’na soktu…
“Emperyalistler ve işbirlikçileri kendi emelleri uğruna, Galiçya’dan Arabistan çöllerine kadar çeşitli cephelerde yüzbinlerce Anadolu köylüsünü kırdırdı. Alman emperyalistlerinin Baku petrollerini ele geçirmesine hizmet eden Enver Paşa’nın ‘Turancı’ siyaseti uğruna yalnızca Sarıkamış seferinde 90 bin asker soğuktan donarak öldü.” (aynı yerde, s. 155-56)
TİİKP hatalı olarak, 1919-22 yıllarında sürdürülen “ulusal kurtuluş” savaşına sahip çıkıyor, ancak Programının 9. maddesinde, Kemalist diktatörlük için de şunları söylüyordu:
“Burjuva önderliği, ‘işçi ve köylülerin omuzları üzerine kurduğu tak-ı zaferleri (=zafer taklarını- G. A.) geçerek tahtına sağlamca yerleşme imkanı bulur bulmaz’ işçi ve köylüleri baskı altına alan bir diktatörlük kurdu.” (aktaran TİİKP Davası Savunma, s. 189)
Devrimci döneminde TİİKP Türk-Kürt sorununa da, Kaypakkaya tarafından eleştirilen bazı ciddi hatalarına rağmen nisbeten olumlu bir tarzda yaklaşıyordu:
“Kemalist burjuvazi, emperyalizm ile adım adım uzlaştıkça ve toprak ağalarıyla birleştikçe, Kürt halkı üzerindeki baskı ve sömürüsünü de arttırdı. Kürt milletinin varlığını ve milli haklarını inkar etti. Dilini ve kültürünü baskı altına aldı. Irkçı-şoven fikirleri yaydı. Türk ve Kürt halkları arasında düşmanlıkları körükledi. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde jandarma baskısını arttırdı.” (aynı yerde, s. 415)
Eymür’ün sözkonusu açıklamasının içeriğini onayan devrimci ve demokratlar, büyük olasılıkla bilmeyerek, iki hata daha işlemektedirler. Onlar, Nisan 1972’de TİİKP’nden ayrılan TKP (M-L) örgütünü ve onun başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere kadrolarını ve TİİKP içinde yer almış olan diğer devrimci kadroları da, en azından bu tarihe kadar, devletin bu sözde oyunu ya da provokasyonunun bir parçası olarak göstermiş olmaktadırlar. Bunun, savunulamaz bir konum olduğu tartışma götürmez.
Öte yandan bu arkadaşlar özelde MİT’nın ve genelde gerici Türk devletinin büyük düşünme, devrimci örgütler oluşturma ve onları ele geçirme ve yönlendirme kapasitesini gözlerinde fazlasıyla büyütmüş ve böylelikle Eymür’ün ilkel ve zavallıca övünmesinin gönüllü propagandistleri konumuna düşmekteler. Tarihte, ileri kapitalist ülkelerin istihbarat örgütlerinin komünist ve devrimci örgütlerin saflarına büyük ölçüde sızmaları ve hatta bazı istisnai durumlarda bu örgütlerin yönetimlerini ele geçirmeleri örneklerine rastlanmıştır. MİT’nın bu çapta bir istihbarat örgütü olmadığı açık. Dahası ben dünyanın herhangi bir yerinde, daha başından itibaren istihbarat örgütleri tarafından kurulmuş olup hem bir dizi temel konuda doğru ya da doğruya yakın görüşler savunan ve hem de önemli bir siyasal güce ve etkiye sahip sözde devrimci örgütlerin varlığından haberdar değilim.
Bu konuyu bitirmeden önce, TİİKP-Aydınlık hareketinin 12 Mart 1971 sonrasında geçirdiği siyasal evrime göz atmamız gerekiyor. Bu hareket -ya da herhangi bir siyasal hareket- hakkında doğru ve bilimsel bir değerlendirme yapmak ancak, onun ortaya çıkışından itibaren izlediği rota ve içinde yer aldığı ülke, bölge ve dünya bağlamının bütünü hesaba katılırsa olanaklı olabilir. Bu bakımdan, yukarda da değinmiş olduğum gibi, Doğu Perinçek’in ve Aydınlık hareketinin bugün geldiği/ durduğu noktayı esas almakla yetinmek ve buradan geçmişe aldatıcı bir ekstrapolasyon (=dışkestirim) yapmak çekici gözükebilir; ama her parıldayan şeyin altın olmadığını da unutmamak zorundayız. Aydınlık hareketinin 12 Mart dönemi (1971-73) sonrası evrimini kabaca şöyle özetleyebiliriz.
Devrimci hareket, 1974’ten itibaren yeniden canlanmaya başladı. 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar devam eden bu dönemde, bir yandan sivil faşist hareket ve polisle sol örgütler arasındaki çatışmalar artarken bir yandan da sol örgütler içinde parçalanma büyüdü. Bu dönemde Aydınlık ve Halkın Sesi adlı dergilerin etrafında toplanan Perinçek ve arkadaşları, giderek göreli devrimci niteliklerini yitirerek bütünüyle reformist bir çevreye dönüştüler. Ama onlar orada da duramadılar. 1977-78’den itibaren Aydınlık çevresi, genel olarak diğer sol grupların tümüne karşı açık düşmanlık konumuna girdi. Böylece Ocak 1978’de TİKP (=Türkiye İşçi-Köylü Partisi) adı altında örgütlenen Aydınlık, genel sol hareketin dışında milliyetçi, devletçi ve pro-Amerikan bir grupçuk haline geldi. Doğu Perinçek şöyle diyordu:
“Maceracılık, bugün Türkiye’de artık halk düşmanı ve devrim düşmanı bir nitelik kazanmıştır. Sovyet sosyal emperyalistleri, 1970 yıllarından beri maceracı örgütlerin içine sızıyor, bunlar aracılığıyla Türkiye’yi iç kargaşalığa sürüklüyor ve halkın güçlerini bölmeye çalışıyorlar.” (“Yolumuz Aydınlıktır, Gelecek Aydınlık”, Aydınlık, 20 Mart 1978) Kendisi dışındaki bütün sol grupları “sahte sol” ve “Moskova yanlısı teröristler” olarak gösteren TİKP devlete yaklaştı ve 1979-80 yıllarında illegal sol örgütlerin kadrolarını gerçek adları, resimleri ve çalışma yaptıkları alanlar hakkındaki bilgileri Aydınlık’ta yayınlamaya başladı. TİKP’ne göre; artık ABD, NATO vb. baş düşman değildi; dahası baş düşman olan Rus sosyal-emperyalizmine karşı kavgada tarafsız hale getirilebilecek, hatta ittifak edilebilecek güçlerdi; Türk ordusu ve devleti de Rusya’ya karşı olduğu için “dost” bir güçtü!
Aydınlıkçılar, 12 Eylül 1980 askeri darbesini olumlu karşılayıp alkışladılar. Ama generaller onları da tutuklayıp yargı önüne çıkardılar. Darbeden önce devlete yardım etmek için ellerinden geleni yapan Aydınlıkçılar, bu haksızlığa “isyan” ettiler. Onlar, sıkıyönetim mahkemelerinde kendilerini aynen şöyle savunuyorlardı:
“Partimiz, orduyu parçalamak bir yana, orduyu düşman ilan edenlerin adresini göstermiştir.” (Sosyalist Birlik, Sayı: 1) Perinçek mahkeme sorgusunda şöyle diyordu:
“İddianame, bizim devleti yıkmak ve orduyu parçalamak için çalıştığımızı ileri sürüyor. (…) TİKP’nin devlete ve orduya karşı tutumu son derece açıktır. TİKP, dünyadaki gelişmeleri değerlendirerek, 1978 Ocağındaki kuruluşundan itibaren Türkiye devletini ve orduyu, dış tehdide karşı koruma ve güçlendirme çizgisi benimsemiş ve uygulamıştır. Bunun yüzlerce kanıtı vardır.”(Doğu Perinçek, “Sorgu”, TİKP İddianame ve Sorgu, s. 124)
Ancak 1980’lerin ikinci yarısı ve 1990’ların ilk yarısında bir yandan Kürt gerilla hareketinin ve bir yandan da işçi, emekçi memur ve gençlik eylemlerinin canlanması üzerine Perinçek ve çevresi yeni bir manevraya girişti. Perinçek 1989’da şu göstermelik özeleştiriyi yaptı:
“1978’den sonraki hatalarımızın merkezinde, milli çelişmeyi esas alarak cephemizi Sovyetler Birliği’ne dönmemiz bulunuyor… Türkiye sosyalistlerine tavırlarımızda da ciddi hatalarımız vardı. TKP, TİP ve TSİP gibi Sovyetlerin etkilediği örgütlere ‘sosyal-emperyalizmin beşinci kolu’ ve ‘halk düşmanı’ dedik. Yine zaman zaman halkla karşı karşıya gelen bireysel terör hareketlerine bakarak, bir çok devrimci sosyalist örgüt veya grubu, özellikle 1 Mayıs 1977’den sonra ‘sahte sol’ olarak niteledik. İkisi de yanlıştı.” (Sosyalist Sol Konuşuyor, s. 23-24)
1985’te tahliye edilen Perinçek 1987-93 döneminde 2000’e Doğru dergisini çıkardı. Haftalık olarak yayınlanan bu dergi genel olarak anti-emperyalist, ilerici ve demokratik bir içerikle çıktı. ABD ve NATO’ya karşı çıkan bu dergi, Türk ordusunun Kürdistan’da işlediği cinayet ve katliamları kapsamlı bir biçimde sergiledi, işçi, emekçi memur ve gençlik eylemlerini savundu, devletin ve iktidardaki kliklerin suçlarını ve kirli eylemlerini açığa vurdu. Hatta Perinçek 1991’de, Lübnan’ın Bekaa vadisinde Öcalan’la görüştü. (Ve Eymür’ün savlarının aksine bu baylar bu ziyaret ve görüşmelerini saklamadı ve bu ziyaret ve görüşmelere ilişkin yazılar ve fotoğrafları 2000’e Doğru dergisinde yayımladılar.) Demokratik bir Türkiye içinde özerk bir Kürdistanı savunan Perinçek bu yıllarda, çeşitli sol grupları biraraya getirecek bir Birleşik Sosyalist Parti projesini de ortaya attı. Bundan bir şey çıkmayınca Perinçek 1991 sonunda Sosyalist Parti’yi kurdu. Bu partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması üzerine, yerine 1992’de “İşçi” Partisi kuruldu. Perinçek kliğinin bu demokratizm manevrası kabaca 1994-95 dönemine kadar sürdü. Ancak Aydınlık hareketinin gerici stratejik duruşu değişmemişti; kitle hareketinin zayıflamaya yüz tuttuğu bu yıllardan itibaren bu hareketin gerçek yüzü, şoven ve milliyetçi-devletçi siyasal karakteri bir kez daha çıplak bir biçimde ortaya çıktı. Burada bu hareketin gerici karakterini giderek derinleştirdiği daha sonraki yılları ele alacak değilim.
Evet, gerçek bir siyasal bukalemun olan Doğu Perinçek’i ve onun başını çektiği gerici kliği tanımak ve onun maskesini indirmek önemlidir; ama bunu yapmak için Mehmet Eymür gibi beyni sulanmış alçak, sahtekar ve katillerin tanıklığına gereksinimimiz yok ve olmamalı.
DİPNOTLAR
(1) Eymür, kendi sitesinde yayınladığı 21 Mayıs 2010 tarih ve “Adalete Sesleniş” başlıklı yazıda bu konuda şöyle diyordu:
“Şafakçılar, daha doğrusu illegal TİİKP – Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin Ferit İlsever başkanlığındaki İstanbul yönetimi, malzemeleri ile birlikte, …. Profesör Hilary Sumner-Boyd’un Robert Kolej kampüsü içindeki evinde yakalanmıştı.
“Nereden mi biliyorum, çünkü oradaydım…
“Sözde CIA düşmanı Aydınlıkçılar, ABD doğumlu İngiliz Profesör Boyd’un evinde karargâh kurmuştu!
“Bu operasyon sonucunda 266 örgüt mensubu yakalandı ve örgüt Türkiye çapında çökertildi. Örgütün çökertilmesinde en büyük etken, İngiliz’in evinde ele geçirilen Ferit İlsever’e ait şifreli defterdi.
“Ankara yakınında bir çiftlik evinde yakalanan Doğu Perinçek’in polise verdiği çok geniş ifade de bu çöküşe yardımcı oldu.”
(2) Mehmet Eymür’ün bu yazısına şu adresden erişilebilir: http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=521
(3) 2005’de kurulan ve Perinçek’in içinde çok aktif bir rol oynadığı Talat Paşa Komitesi, bu bayı “saygın” ve “devrimci” bir devlet adamı olarak gösteriyordu. “İşçi” Partisi’nin 14 Mart 2006 tarihli ve “Talat Paşa’yı Mezarı Başında Anıyoruz” başlıklı bildirisinde Talat için şöyle deniyordu:
“Namık Kemallerden, Mustafa Kemal Atatürk’e devrim tarihimizin ve vatan savunmamızın seçkin önderlerinden, devlet adamı Talat Paşa’yı, mezarı başında, Genel Başkanımız Sayın Doğu Perinçek’in katılımıyla anıyoruz…
“Türk devleti, 1914-23 arasındaki emperyalizme karşı yürütülen büyük mücadele ile kurulmuştur. Talat Paşa da, bu savaşın devrimci önder kadrosu içindedir.”
Perinçek, Talat Paşa’ya ilişkin görüşlerini 2 Şubat 2006 tarihli “Cihan Savaşı ve Talat Paşa” başlıklı yazısında da dile getirmişti. Jenosidin bir numaralı mimarı ve İttihat ve Terakki katillerinin şefinin “emperyalizme karşı yürütülen büyük bir savaşın devrimci önder kadrosunun başında” olduğunu ileri süren bu bay, Ermeniler’e karşı gerçekleştirilen tehcir ve jenosidi “emperyalizme karşı mücadele meselesinin bir parçası” ilan ediyordu. 1919-22 yıllarındaki Türk “ulusal kurtuluş” savaşını, olması gerektiği gibi 1919’da değil 1914’te, yani Osmanlı ordusunun Alman emperyalizminin hizmetinde Birinci Dünya Savaşına katıldığı yıl başladığını savunan Perinçek şunları ekliyordu:
“Türkiye, batıda da doğuda da vatan savunması yapmıştır. Bu iki cephe vatan savunması açısından aslında tek cephedir. Nitekim o zaman İttihat ve Terakki hükümetinin aldığı tehcir (zorla göç ettirme) kararı, cepheler arasındaki bağlantıyı korumak için zorunluydu. . . ” Ermeni jenosidini açıkça savunan neo-İttihatçı Perinçek sözlerini şöyle noktalıyordu:
“Tehcir, emperyalizme karşı vatan savunmasının gereğiydi ve haklıydı.”
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/garbis-altinoglu/2552-aydinlik-perincek-tartismasi-ve-eymur-un-zirvalari
“benden sana tafsiye şu abaza solcu mevzunu uzatma!!
Bunlar çok tekin değil ne olur ne olmaz!!!!!!!!!”
Polise de basvuramamissinizdir herhalde.
Anlatmak ister misiniz?
Şöyle bir cümle okuduğumu hatırlıyorum bir kitaptan;
“Kişi düşündüğü sürece vardır (veya bilinçlidir), düşünmenin olmadığı yerde doğal ihtiyaçların karşılanması dışında bir istek yoktur.”
Yukarıda konuşulan konuyla ilgisi nedeniyle aktardım. Bence burada denildiği gibi uzun uzadıya tartışılmasına gerek olmayan konular bunlar.
evet.. cüruf…
alçaklığın sınırları milyon ışık yılı ile ölçülürse..
pda’ya da bu ölçüler kullanılır…
tek hücrelilere dek inildiğinde, akıl, vicdan denilen kavramların aranılamayacağı dek zamanlara….
orada o huzur içinde yaşayacaktı.. ama
lanet olsun..
artık o bir çok hücreli.. kendini öyle sanan….
“Abazalık denen şey böyle olayları açıklayamaz o haberde görüldüğü gibi.”
Tabii ki, tek basina, aciklayamaz; baska seylerin de olmasi lazim.
Elliot Rodger hakkinda youtube’daki birkac videoyu daha izledim. Bircok sey bir araya gelmis (‘egrisi egrisine denk gelmis’ de diyebiliriz) ve sonucta da bir infilak gerceklesmis. 6 kisiyi oldurmemis olmasaydi, ‘beyaz’ oldugu dusunulup afise edilmeseydi (sonradan ‘Asian’ oldugu ortaya cikinca, ‘beyaz’lar epeyi rahatlamis gorunuyor), zengin bir ailenin cocugu olmasaydi, olay ABD’de gecmeseydi.. kimsenin dikkatini cekmezdi bence.
“Böyle insanların asıl istedikleri sevilmektir. Sevilmedikçe o şeyin anlamı kalmaz.”
‘Sevilmek’ iyi bir kelime secimi. Yani, ‘zor zamanlarda yanibasinda olacak’, ‘arka cikacak’, ‘dertlerini dert edinecek’ vs vb.
Bu, kisilerin neden orgutlere girdigini de aciklamiyor mu?
“Yoksa neden tecavüz, fuhuş gibi yollara tevessül etmesinler?”
Bunu bilmiyoruz. Kapali yapilarda nelerin oldugunu ya da olmadigini bilmiyoruz.
Bir de, haksizlik yapmamak gerekir, bu problem/mesele sadece ‘sol’ baglaminda gecerli degil ki.
Mesela, ozel kanunu dolayisi ile, Vedat’i da konusamiyoruz pek.
Benzer sekilde, sayisinin binler oldugunu soylenen, ayni cinsiyetten, cok genc yasta kisilerin uzun zaman beraber yasadiklari ‘isik evleri’nde neler oldugunu da bilmiyoruz.
“Hatta dönemin devrimci gençlik hareketinin bir parçası olan TDGF’nun (=Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu) ya da Dev-Genç’in en önemli fraksiyonlarından biri olan bu hareket bazı açılardan diğer iki fraksiyondan, yani THKO’nu ve THKP-C’ni oluşturacak olan fraksiyonlardan daha ileri bir konuma sahipti. Aydınlık-TİİKP çevresinin, devrimci hareketin diğer fraksiyonlarından daha ileri konuma sahip olduğu konular; [..]”
‘Fraksiyon’ (‘fraction’) bir matematik terimidir. Turkcesi ‘kesir’ demektir; ‘kesirli sayilar’da oldugu uzere. 1/3, 5/7, 11/17 filan gibi.
Yukarida yazarin (Garbis Altınoğlu) kasdettigi ‘faksiyon’dur; yani, Turkcesi ‘hizip’.
Bir paragrafta tam 4 defa ayni seyi, ayni yanlisi tekrarlamasini yadirgadim.
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/585655/Bardagin_yarisi_bos__yarisi_zehir.html
Polise ne hacet sen varsın ya!!!
Ne memleket yahu bütün bunlar en ileri demokrasiden kaynaklanıyor galiba!!!!
Efendi yalakalarının Anarşist olduğunu sandığı!!!
Polis cinsiyetçi iffetçi millici faşistlerin En öncü anarşist sayıldığı ülke!!!!
Sol devrimci lafında tüyleri diklenen millici yalamaların kendini anarşist sandığı ülke!!!!
Necip sen Devrimcilerin altında buzağı arıyacağın kendi dibine bak bulmak istediğini muhakkak bulursun!!!!!!
HDP İle ilgili cümle kurma HDP ile ilgin ilişkin yok bilmediğin konuda ahkam kesme.HDP seninle ilgilenmez sende efendine hizmete devam et önünden ye!!!!!önündekiler bitince efendin gereğini yapar!
Polis efendi yalakası olduğu nerden belli???
Garbisin uzun yazısında bulduğuna bak??????
Adam arıyor aslında sonunda bulduda sol Abazaları kaybetmese iyidir!!!!!!
“Garbisin uzun yazısında bulduğuna bak??????”
El cevap: “If Superman is so smart, why does he wear his underwear on the outside?”
Bu arada, evet, o uzun yazida baska bir suru sey daha vardi. Ama, usendim.
“sen Devrimcilerin altında buzağı arıyacağın [..]”
Yahu, ne ‘devrimci’si?
En son ne zaman bir ‘devrim’ yapmis bu –gunes gormemis yerleri coktan agarmis– ‘Devrimci’ler?
Baska iklimlerdekilerden –ustelik, beceriksizce– kopyalamak ne zamandan beri ‘devrimci’lik oldu?
En az elli yildir klasik ‘askerlik hikayeleri’ dinliyoruz.
Hani vardir ya, adam askerligini er olarak yapmistir ama o gun bugundur “onbasiyi soyle dovdum, cavusu boyle patakladim” hikayeleri anlatir ya; o tur.
O çocuk hakkında şöyle bir yorum yapılmış;
Elliot kills American women and he’s a “monster”. American soldiers kill foreign women and they’re “heroes”.
http://www.aydinlik.com.tr/perincekin-uzantilari
Önemli olan eymür ne dediği değil, o adamların durduğu yer
sizin yazdığınız kitaplar yarılma vs bir adamın psikopatlığı ile açıklanacak şeyler değil… Açıklamanız mantıklı değil, duygusal…
B.Z.: Sizce neden bu kadar AKP’li oldular?
Y.K.: Ulucanlar’dan sonra Haymana’ya gitmiştim, Doğu ile küçük bir koğuşta kaldık ve çok güzeldi. İyi arkadaş idik ve çok güzel konuşuyorduk, yeni televizyon çıkmak üzereydi, adını tartışıyorduk. “Ulusal” çıktığı zaman, akşam, kutluyorduk ve sabah olunca beni yine aldılar.
Peki, neden; Halil Berktay, uzun yıllar mücadele ve ideolojik arkadaşıydı ve ikinci hapisliğinde Doğu’nun sinir düzeninin bozulduğunu söylüyorlar. Sisteminde aksamalar olmasına bağlayabiliriz.
E.T. Aytav’ın “Aydınlık’tan Kaçanlar” kitabından aktarabiliyoruz: “Doğu Perinçek çok zekiydi, herhalde bir açıdan hâlâ öyledir. Dinamikti, enerjikti, sıcak bir karizması vardı. İkna edici, temkinli, birleştirici ve itidalli dönemleri oldu. 1980’lerde onun ikinci kez tutuklanıp hapse girişi vardır. Türkiye İşçi Köylü Partisi davasında. O ikinci davadan çıktığında Doğu Perinçek çok farklı bir insandı. Adeta bütün dengesini kaybetmiş gibiydi. Küçük bir yazı kurulu davasında kontrolü yitirip ‘ben mezcup muyum, içerde de bana mezcup diye davrandılar’ diye hüngür hüngür ağladı”. Ve çok şaşırtıcı, aynı kitapta ve başka bir yerde Oral Çalışlar da, Doğu’nun ağladığından söz ediyorlar. Oral Çalışlar ve Halil Bektay’ın anlatımında büyük benzerlikler var.
Doğu’nun akepe’li oluşunu bir hastalık hali olarak görebiliyoruz.
Buna bir yandan seviniyorum. Çünkü hastalık eninde sonunda geçer ve Doğu da sağlığına kavuşurlar. Umuyorum, yine beraber oluruz ve aynı türküleri söyleriz.
http://odatv.com/yalcin-kucuk-yine-tartisma-yaratacak-0711161200.html