Mustafa Yılmaz/Ölü bir edebiyat üzerine notlar
Şarap Dumanları sitesinden alınmıştır.
Darağacından Notlar, 2008. Fuçik’in notlarının ilk tıpkıbasımı.
Julius Fuçik’in Darağacından Notlar‘ı (Reportáž, psaná na oprátce, 1945) Türkiye solunda dönem dönem popüler olmuş bir kitap. İrfan Yalçın, Şemsa Yeğin ve Sabiha Serin tarafından muhtemelen Çekçe dışındaki üçüncü dillerden yapılmış çevirileri 1974, 1975, 1977, 1978, 1979, 1991, 1995, 1996, 1997, 2007 ve 2010 yıllarında çok sayıda baskı yapmış.
Kitap Gestapo tarafından tutuklanan komünist gazeteci Julius Fuçik’in, idam edilmeden önce sigara kağıtlarına yazdığı ve sempatizan gardiyanlar aracılığıyla hapishane dışına çıkarmayı başardığı notlardan oluşuyor.
Fuçik zamanın Çekoslovakya’sında kült haline gelmiş bir isim. Çocuklara hayatı okutulmuş, sağa sola ismi verilmiş. Sosyalist blokun diğer ülkelerine de yayılmış bir şöhreti var. Moskova’nın merkezi yerde sayılabilecek sokaklarından biri bugün hala Fuçik’in adını taşıyor.
Kitabın bizdeki popülaritesi belli bir politik çerçeveyle sınırlı. Bu durum Türkçe baskıların yayın tarihlerine bakınca daha iyi anlaşılıyor. Gruplarsak 1974-1979, 1991-1997 ve 2007-2010. İlk ikisi sol hareketin ülkede şu veya bu şekilde ağırlığını hissettirdiği dönemler. “Faşistlerin eline tutsak düşmüş, ölümün soluğunu ensesinde hisseden bir direnişçinin aydınlık notları”, devletle fiziken çarpışmayı varoluşunun bir parçası haline getirmiş sol hareketler ve bu hareketlerin sempatizanları için eşsiz bir beslenme kaynağı. Nguyen Duc Thuan ve Henri Alleg’in benzer temalı kitapları ve bunların yerli muadilleri gibi.
Kitabın Türkçeye ilk kez Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamından iki sene sonra çevrilmiş olması da anlamlı. Bu bakımdan Türkçe serüveni biraz Leonid Andreyev’in Yedi Asılmışların Hikayesi‘ni andırıyor (Rasskaz o semi poveşennıh).
Nereden aklıma esti bilmiyorum, dün İngilizce Wikipedia’da Fuçik adına açılmış maddeyi okurken, sosyalist blokun çöküşünden ve Çekoslovakya’nın dağılmasından sonra kitabın ve kitaba kaynaklık eden malzemelerin yeniden değerlendirildiğini ve 1995′te yeni ama çok özel bir baskısının yapıldığını öğrendim.
1995 baskısının kendinden önceki 38 baskıdan farkı, Fuçik’in notlarını eksiksiz olarak ilk kez okur karşısına çıkarmış olması.
Eksiksiz kısmını biraz açayım. Wikipedia yazarlarının aktardığına göre, 1995′ten öncekiler, yani ülkenin sosyalist döneminde gerçekleştirilen baskılar Fuçik’in kahraman direnişçi imajını kuvvetlendirmek için sanırım, bizzat karısı Gusta Fuçikova tarafından sansüre tabi tutulmuş. Fuçikova editör sıfatıyla bazı parçaları yayın dışı bırakmış. Bunların yekünü tüm metnin %2′sine karşılık geliyor. Yine aynı motivasyonla metin bir miktar steril hale getirilmiş. 1995 baskısının bu eksiklikleri giderdiği ve notları aslına uygun biçimde yeniden bir araya getirdiği söyleniyor. Örneğin, Fuçik’in belli bir aşamadan sonra işkenceye direnemediğini anlattığı bir kısım ilk kez 1995′te gün ışığına çıkmış. Hiç de az buz bir yenilik değil.
Darağacından Notlar‘ın kaderi, daha önce blogda değindiğim Nikolay Ostrovski’nin Çelik Böyle Sertleşti ve Svetlana Aleksiyeviç’in Nazi İşgalinde Sovyet Kadınları kitaplarının başına gelenleri andırıyor. Yaratıldıkları dönemde üç metnin de kendi memleketlerinde “asıl halleriyle” okur karşısına çıkması sakıncalı görülmüş ve makbul hale gelene dek elden geçirilmiş. Türkçe dahil diğer dillere çeviriler bu makbul baskılardan.
Darağacından Notlar ve benzer kaderi paylaşan kitaplar, orijinal dillerinde 1990′lardan itibaren tek tek ortaya çıkmaya başlayan sansürsüz baskılar temel alınarak bir kez daha çevrilir mi?
Açıkçası pek ihtimal vermiyorum. Bunlar genelde öyle ahım şahım edebi veya belgesel bir değer taşımayan, daha ziyade bir işlev üstlenmesi beklenen, politik fayda umulan yayınlar. Olası yeni çevirilerin, daha tam olsalar bile, daha doğrusu tam da bu yüzden makbul baskıların bir zamanlar gördüğü işlevi görmeleri imkansız.
Peki bundan sonra ne olur?
Bu metinler sansürün boyunduruğundan kurtulmuş halleriyle kendi memleketlerinde gelişip serpilerek yeni baskılar yapmaya devam eder, ki ediyor da. Ama evrensel iddialara sahip bir siyasal hareketin edebi araçları olarak değil, kendi ulusları açısından iyi kötü öneme sahip tarihsel-kültürel anlatılar olarak.
Bu kitapların eski güdük hallerinin bizde hala bir miktar tüketicisi var. Önümüzdeki yıllarda kitabevlerindeki mevcutlar tükendikçe, gitgide daha seyrek de olsa, yeni baskıları yapılabilir. Ama bir gün tamamen unutulacakları veya sadece akademik merak nesnesi haline gelecekleri de besbelli.
Direniş edebıyatını öldürmek burjuvazinin en tatlı rüyasıdır ama zulüm ve sömürü devam ettikçe ne direniş edebiyatı ölür ne de direnenler ve onların sembolleri unutulur.
Fuçik nazilere karşı direnişin sembollerinden birisidir o yüzden unutulmaz. Yani sömürü ve zülüm sürdüğü müddetçe zülme karşı direnenler Fuçik’in kitaplarını okuyacaklar, Che tişörtlerini gururla taşıyacaklar, büyük bir açlıkla Ibrahim Kaypakkaya’nın Deniz’n ya da Mahir’in hayatını öğrenecekler. Bundan daha doğal bir şey yok. Direniş edebiyatı denen şey ancak direnenler zulme ve sömürüye karşı mücadele edenler açısından anlamlıdır. Sömürenler içinse bir beladır. O yüzden Yılmaz’ın yukarıda da belirttiği gibi ne zaman direniş yükselirse direniş debiyatının okuyucuları çoğalır. Burjuvazi direniş edebiyatına edebiyat olmadığı için değil ama direnişçilere ilham verdiği için saldırır.
Egemen sınıflar kendilerince direniş sembolu olarak gordükleri kişilere saldırırlar. Mesela Marx onlara göre arkadaşı Engels’in parası yiyen asalak birisidir. Che ise sıradan bir katildir. Nazım aslında zamparadır. Mahir ise arkadaşlarını bile ölüme sürükleyen psikopatın birisidir. Aslında Tanya yamuk bır kızdır.
Kapitalizm geri geldikten sonra Tüm eski sosyalist ülkelerde sosyalist tarihi kişililere karşı bir karalama kampanyası başlatıldı. Sonuçta galipler tarih yazıyorlar. Yukarıdaki yazı da bu tarzda anlaşılmalıdır.
Fucık’ın kitabı nazi kamplarından kurtulan karısı tarafından yayına hazırlanır. Fuçik’ın kitabı Yılmaz’ın iddia ettiği gibi dünya çapında edebi bir kitap olmak için yazılmamıştır ama işkence altında ve ölüme giden birisinin insanlığa göndermeyi başardığı notlarıdır. İşkence altında yaşadıklarını ve hissettiklerini anlatır. Bu noktada direniş edebiyatının en güzel örneklerinden birisidir.
Ama tabii bu kitap başka bir şey de anlatır. Tüm Avrupa’da Nazilere karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren temel gücün komunistler olduğunu.
Yılmaz bir wikimedya makalesine dayanarak Fuçik’in aslında direnmediğini, çözüldüğünü ama karısının bu kısımları kitapdan çıkardığını iddia ediyor.
Wiki makalesi onun çözüldüğünün kesinlik olmayıp spekülasyon olduğunu belirtir. Anılarda kitaba alınmayan bölüm de ise yanlış ifade vererek bir sürü insanın canını kurtardığını anlatır.
İngilizce bilenler için aktarayım; There were speculations as to how much information he gave his torturers, and whether he had turned traitor…..The part in which Fučík describes how he succumbed to torture was published for the first time. In it, one learns that Fučík gave false information to his captors, saving countless lives among the Czech resistance to the Nazis.
İşkence işkencecinin suçudur. İşkence edilenin değil. Yılmaz işkence edilenlere saldırıyor, işkence anılarının kunmasını yanlış buluyor
Güvenilmez bir kaynağa dayanarak bu kadar ağır sonuçlara varmak ciddiyet ve etikle bağdaşmaz diyeceğim ama yazar zaten bunları bilerek yazdığı için içimden sövüp noktayı koyuyorum.
M. Yılmaz “ilginç” birisi olmalı. Bir “adamın” işkence altında yazdığı notlardan “edebi” bir değer bekliyor. Gestapo işkencelerine ait “kişisel” bire bir yazılmış anıları belgesel olarak bile “değer taşımayan” olarak görebiliyor.
Sonra hala neden bu konulara değinen bir yazı yazma hevesi bulması da ayrı bir tuhaflık.
Gestapo’nun işkencesine yenilmiş olunca bu hikayede eksilenin ne olduğunu, hatta “artan” şeyin farkında değil! Ama bu konulara yine de el atıyor… Gestapo’nun, Stalin’in işkencelerine uzun bir direniş sonunda yenilmek insani bir durumdur; o kişiyi şahsen “kahramanlaştırmaktan” alıkoysa bile, “düşmanın” canavarlığını kanıtlaması yönünden de önemli bulunabilir.
Sonuçta bu “insan’ın” iyi bir hikayesi… (Okuyalı 30 yıl olmuştur.) Hayallerimiz olmasaydı hala taş devrindeydik! Fuçik olmasa bile benzer işkenceler altında direnişler gösteren insanları anımsayarak Fuçik’in anıları da gençler için yine de bir değer taşıyabilir…
M. Yılmaz, sanırım Sosyalist Dünya’ya ait çok şeyden kopmuş; kendini inandırmak istediği “yeni gerçeklikleri” bu şekilde yapmak istiyor. Bu ‘niyet okuma’ hoş olmayabilir; ama çıkarsadığım analizi yazmadan edemedim; haksızlık ettiysem özür dilerim…
Mustafa Yılmaz, Rus ve Sovyet edebiyatı üzerine bir araştırmacıdır. Ayrıca Rus edebiyatı ile Türkiye edebiyatının karşılaştırmalı çalışmaları da vardır. Bir akademisyen titizliğine sahiptir. Yaptığı çalışmaları, duygusal tepkiler göstermeden önce, bir edebiyat tarihçisinin gözünden değerlendirmekte yarar var. Bu sitede buna benzer başka çalışmaları da bulunmaktadır.
“Kutsalımıza saldırıyorlar” refleksi sola çok tutucu bir özellik kazandırmıştır. Oysa soruna, ileri sürülen tarihi tezin gerçek olup olmadığı açısından bakmak gerekir ki, bu, Fuçik’in kahramanlığına halel getirmez. Komintern geleneğinin kahramanların hayatını putlaştırmak üzere “leke”lerden arındırdığı bilinmektedir. Oysa “leke” denen şeyler de hayatın ve direnmenin bir parçasıdır. Örneğin bir insanın poliste bir noktadan sonra çözülmesi, onun direnişinin büyüklüğünü ortadan kaldırmaz.
Gün Zileli’nin Yarılma kitabını henüz basılmadan alsam, sonra belli ideolojik motivasyonlara göre elden geçirsem, şurasını burasını kessem ve ortaya her bakımdan “tertemiz”, “soru işaretsiz” bir devrimci anlatı çıkarsam bu normal ve kabul edillebilir bir şey mi olurdu?
Sonra yıllar sonra biri çıksa ve bana “Bu yaptığınız doğru değil, insanların yazarın anlatısını olduğu gibi okumaya hakkı var, neymiş şunun aslı bir bakalım,” dese haklı mı olur, haksız mı?
Yazıyı bir kez daha okursanız, Fuçik’in kişisel trajedisiyle ilgili tek bir kelime dahi edilmediğini görürsünüz. Bu yazı Fuçik’le değil, Fuçik’in notlarının başına gelenlerle ilgili. Bazılarının insanları alenen çocuk yerine koyup neyi nasıl okuması gerektiğini dikte etmesiyle ilgili.
Beğenmeyip içinizden küfredebilirsiniz, bunu anlarım. Ama kitabı seven biri olarak nasıl “olabilir mi acaba?” bile demezsiniz hayret doğrusu.
Çek Cumhuriyeti’nde bir enstitü notların orijinaliyle sansürlü baskısını kıyaslayan birkaç sayfayı İnternete yüklemiş. Ben Çekçe bilmiyorum. Google translate yardımıyla inceledim. Siz de inceleyebilirsiniz. Yazıda aktardığım iddiaların temelsiz olmadığını göreceksiniz. (http://www.ustrcr.cz/cs/julius-fucik-a-jeho-reportaz-psana-na-opratce-literatura)
Açıkçası 1995 tarihli Çekçe baskının Türkçe çevirisini okumayı çok isterdim. Siz niye güdük haliyle yetinmekte ısrar ediyorsunuz, anlamıyorum. Masallar daha mı tatlı?
M.Yılmaz-ın saptamaları ve değinmeleri doğru(dur).
Sosyalist gerçekçilik adı altında özellikle Stalin döneminde ve sonra böyle kabalıklar ve baskılar yapılmıştır.
Stalin döneminde ve sonra muhaliflere,sanatcılara,farklı görüşlere yapılan baskıları saptamak sosyalizm açısından korkulacak bir durum değildir.
Sosyalistler bu kabalıkları açık olarak saptamalıdır.
Sosyalizm içinde hala görülen bu tür kabalıklar ve farklı görüşlere baskı tavrının kaynağı buralara dayanmaktadır.
Sosyalizm bu tür kabalıklarla arasına sınır çekmelidir.
Sayin Yilmaz
Siz yukaridaki yaziyi bir edebiyat elestirmeni hassasligi ile degil ama komunistlere duydugunuz nefret ile yazdiniz.
Bu eserin ve benzerlerinin “genelde öyle ahım şahım edebi veya belgesel bir değer taşıma” digini iddia etmissiniz. Benzerleri de Nguyen Duc Thuan ve Henri Alleg’in benzer kitaplari oluyor. Bu kitaplarin hepsinin cok onemli belgesel degerleri vardir. Iskenceyi bunlardan daha iyi ne belgeleyebilir? Farkli ulkelerde Cekoslavakya da Fransa da Vietnamda farkli burjuva devletlerin iskencelerini hem de oldukca ebedi bir bicimde anlatirlar. O yuzden tum bu kitaplar tum dunyada bir cok dile cevrilmis ve milyonlarca insan tarafindan okunmuslardir. Kapitalizm ve kapitalizmin zulmu deval ettigi muddetce de okunacaklardir.
Bu kitaplar direnis edebiyati icinde degerlendirilmeliler. Ornegin Buber-Neumann”in kitabi da ayni sekilde degerlendirilebilir. Sonucta kadin yillarini cezaevinde gecirmis bunlarida yaziya dokmus. Neumann”in kitabinin az satmasi (bildigim kadari ile kulturel Nato”nun tum parasal ve politik destegine ragmen sadece 6-7 dile cevrilir ama onlarda da bir iki baskidan fazla satmaz) bir nedeni direnmeyip nazilesmesi, nazilerin cezaevi sorumlusu olmasi, kampta firinlara gonderilen onbinlerce insandan kisisel olarak sorumlu olmasidir. O yuzden sen hoslanmasan da insanlar Fucik okuyor, Aleg okuyor, Tanya”nin hikayesini dinliyorlar. Ama Bebur Neuman”ni okumuyorlar.
Wikimedya makalesinde Fucik”in iskencede cozuldugu bir hain oldugu spekulasyon oldugu seklinde verilmistir, ama sen bunun sanki bir gerceklesmis imasi ile aktardin . Bu sadece solculardan, ozellikle direnen solculardan duydugun nefret ile aciklanabilir. Cunki emniyet ifadelerini solculara karsi ancak fasistler kullanir.
Ama gercek ne? Kitabin editoru Fucik”in karisi. Kadin kendisi de yillarca nazi olum kamplarinda kalmis. Kitaba alinmayan bolumde Fucik nasil cozuldugunu degil ama bir cok kisiyi kurtarmak icin nasil yalan ifade verip nazileri sasirttigini yaziyor. Bu bir cok devrimcinin uyguladigi bir yontemdir. Yani anladigim kadari ile Fucik notlarinda nasil cozulup hain oldugunu anlatmiyor.
Ustelik Fucik cozulebilirdi de ve karisi editor olarak bu bolumleri kitabina almayabilirdi. Bundan daha dogal hicbir sey yoktur. Cozulme iskencecinin sucudur iskence edilenin degil. Bu noktada editor dikkatin iskenceye yogunlasmasi icin, cozulmeleri kitabina almayabilir. Mesela Erbil Tusalp”in bin insaninda cozulmeler degil ama iskenceler tum ciplakligi ile anlatilir. Ya da Diyarbakir vb direnislerinde iskencede cozulen bir cok insan tekrar direnerek onurunu geri almistir, ama kimse anilarini yazarken onlarin emniyet tutumlarini yazmayi dusunmemistir. Bunlari ancak tercuman ya da Forum gibi sagci fasist gazeteler direniscileri karalamak icin yazmislardir.
Nazli Ilicak bir zamanlar Ilhan Selcuk”un iskencede “bulbul gibi konustugunu” gostermek icin alcaklasmis ve MIT sorgusundaki ifadesini yayinlamisti. Ama bu sefer Ilhan Selcuk ifadesinde kodlu olarak kendisine iskence yapildigini yazdigini gosterince rezil olmustu. Sayin Yilmaz senin yaptigin, ya da yapmaya calistigin ” bakiniz Ilhan Selcuk sorguda bulbul gibi ottu” demeye calisan Ilicak”tan daha farkli degil.
Ne olmak istedigini bilmiyorum, ama eger iyi bir edebiyat elestirmeni olmak istiyorsan, anti komunist onyargilarini bir yana birakmalisin. Bak bu konuda Stalin”den ornek alabilirsin, Stalin kapitalizmi savnsalarda Bulgakov, Alexi Tolstoy gibi yazalarin yazma ozgurlugunu hem de kendi partisine karsi savunmustur. Hatta Mandelstan gibi yazarlarin kendisine kufur etme ozgurlugunu bile. Biraz izan!
Gun elbette bazi solcu edebiyatcilar solcularin lekelerini gizliyorlar bu dogru bir sey degil ama yukarida olan lekeyi gizleme meselesi degil ama leke atma meselesi. Solcular elbette uzerlerindeki lekeleri gizlememeliler ama sen hoslanmasan da atilan lekelere karsi da mucadele ederiz.
Semprun’un Beyaz Dağ kitabında karakterlerden birisi köpeğine Fuçik ismini koymuştur. Sadece yalnız kaldıkları zaman bu isimle seslenmektedir ama. Karşı devrimci olmakla suçlanıp mahkemeye çıktığında aleyhinde en önemli delil bu olur. Fuçik ismiyle çağırması istenir köpeği. Çağırdığında, başkalarının yanında kullandığı diğer isimlere tepkisiz kalan köpek kucağına hoplayıverir. Ardından sanırım tiyatro direktörlüğünden mezarlık bekçiliğine sürülür adamımız. Fuçik’e haksızlık ettiğinin farkındadır fakat bu ismin stalinist propagandanın en önemli malzemelerinden biri olduğunu düşünmektedir. Kirli bir ironidir. Bir yanda katledilen bir devrimci, öte yanda onun ismini propaganda malzemesi olarak kullanan bürokratlar ve hepsinden öte bu ikiyüzlülükle dalga geçmenin iç acıtıcı bir yolu.
Yani Stalin’i bilmesek, bize büyük özgürlükçü olarak yutturacaksın Ahmet. Son paragrafın, daha önceki paragrafların değerini bile sıfıra indirdi.
Çelik Böyle Sertleşti, Nazi İşgalinde Sovyet kadınları ve Darağacından Notlar kitapları TÜRKÇEDE YAYINLANMIŞ HALLERİYLE ÖLÜDÜR. Bu kitaplar kendi memleketlerinde sansürsüz olarak yeniden basılmaktadır. Ama Türkiye’deki yayınevleri sansürsüz baskıları temel alıp yeni çeviriler yaptırmak yerine eski çevirileri yayınlamayı tercih etmekte, bu kitapların memleketlerindeki yeni gelişmeleri görmezden gelmekte veya bunlarla hiç ilgilenmemektedir. Bunun da sebebi belli.
Bu kitapların dirilmeleri için hepsinin yeniden çevrilmesi ve kritik bir gözle yeniden değerlendirilmesi/okunması lazım. Fuçik’in gardiyanlar aracılığıyla hapishaneden çıkarmayı başardığı notları EKSİKSİZ olarak okumayı talep etmek benim okur olarak hakkımdır. Eğer Fuçik’in kendisi bunları yazmakta bir sakınca görmediyse KİM, NE HAKLA bu notların üzerinde oynama yapabilir?
Mesele bu kadar basit. Fuçik’in işkencede direnip direnmediği benim yazımın konusu değil. Durup durup adamcağızı kötülüyormuşum gibi yorumlar yapmayın.
B bu hikaye igrenc bir hikaye kimsenin kopegine koydugu isimden dolayi hapse girmesini istemem ama on milyorca vatandasini fasizme kurban vermis bir ulkede bir direniscinin asagilanmasi cok buyuk tepki dogurur sen git johannesburg da mandela ismini asagamaya kalk boynuna yanan tekeri geciritler ya ds hindistsnda gandi yi asagilamaya kalk yillarca icerden cikamazsin ingiltrre de churchil heykeline boya ile sekil yapti diye insanlar iceri atildi. Bu adam sadece isimden olmus bu sscb sisteminin ne kadar insani oldugunu gosteriyor
Gun yazdiarimin nesine marsi cikiyorsun ? Madem cok iyi biliyorsun bulgakov u ya da A Tolstoy u sen anlat bari
4 no lu yorumda M. Yılmaz’a tümüyle hak veriyorum. Bilerek yapılmış her “Tahrifat” her zaman tiksinti vericidir ve “kastı” her ne ise her zaman en “berbat” işlerin kapısını da açar.
Ama “Bunlar genelde öyle ahım şahım edebi veya belgesel bir değer taşımayan, daha ziyade bir işlev üstlenmesi beklenen, politik fayda umulan yayınlar…” cümlesi sorunludur. M. Yılmaz’ın söylemek istediklerini gölgeliyor. Belki “yayınlar” denilirken kasıt daha geneldi belki. Yine de “edebi ve belgesel” değersizlik söylemi, “oldukları haliyle” değil de “çarpıtılmış” hali ile anılıyorsa bu da anlaşılabilir.
Sosyalizmi yücelten, sistem karşıtı politikaları aşağılayan propagandanın bir dürüstlük ve sahicilik içermesi önemsenmelidir.
“Çocuklara” yönelik “gaz verici” içerik ve yöntem taşıyan “hoş ve boş” yazılamaları eleştiren bir makale olarak M. Yılmaz’ın yazdıklarını anlayabilirim ama yine de sanırım “kastı” olmayan “yanlış” anlamalara açık ifadelerini de düzeltmek zorundayız. Bu tür tahrifatlar olayı değil, tahrif edenleri küçültür…
(8 no’lu yorum da bu anlamda elbette “olması gerekeni” yazıyor)
Pardon düzeltiyorum…
“Sosyalizmi yücelten, sistem karşıtı politikaları aşağılayan propagandanın bir dürüstlük ve sahicilik içermesi önemsenmelidir.” cümlesi yanlış…. “Aşağılayan” değil… Sistem karşıtı politikaları-davranış-tutumları öven” olmalıydı…
Yasanmisliklarin hamasiyet edebiyatina cevrilmesi kadar mide bulandirici hicbirsey yoktur. Gercegin ideallestirilmesi metafiziklestirmedir, cocuk refleksidir ve ezilenlerin dusmanidir. Bu edebiyati okuyup coskuyla kavgaya giren ve dayanamayip “cozulen” milyonlarin mucadeleyi birakma, alternatif bireysel yollar arama nedenidir. Siz “cocuga” ideali anlatip gerceklige surerseniz, cocuk buyumeye basladiginda ideallerin var olmadiginin farkindaligi ile, o ideallerin o kadar kolay savunulamayacagi deneyimini ayni sey olarak gormesi son derece dogal. 80 sonrasi dogumlu politik idealleri olmayan kimle konussaniz bunu size soylerdi.
Yapilmasi gereken M. Yilmaz’in yaptigi gibi metafizigi teshir ile bu tip metafizikten dolayi gaza gelenlerin mustakbel moral bozukluklarini minimuma indirgemek icin caba gostermektir. Diger yol insanlar bu yolu biraksin diye cabalamak demek olurdu.
Konuyla daha derinlemesine haşır neşir olmak isteyenler için Peter Steiner’in 2000 tarihli Making a Czech hero : Julius Fučík through his writings adlı incelemesini öneriyorum. Bazı bölümleri son derece ilgi çekici ve aydınlatıcı. Ayrıca yukarıda Çekçe linkini verdiğim, ilk kez 1995’te yayınlanmış en önemli parçanın İngilizce çevirisini de içeriyor.
Steiner incelemesini Fuçik’in bir kahraman olduğunu söyleyerek bitiriyor. Ama buna gelene kadar meseleyi tüm yönleriyle nesnel biçimde didik didik etmekten de geri kalmıyor. Tam da aslında meseleyle ilgili herkesin yapması gerektiği gibi.
http://carlbeckpapers.pitt.edu/ojs/index.php/cbp/article/view/86
Yukarida linki verilen makaleden Fucik”in yasaminin didik didik edildigini ogrenmis bulunuyoruz. El yazmasi bulunan kagitlarin orijinalligi, Gestapo daki ifadesi de icinde olmak uzere hersey didik didik edilmis, adamin korkak oldugunu gosterebilecek tek sey olarak Gestapo tutuklamaya geldiginde uzeirnde silah olmadigi halde Fucik”in ates etmemesi, bir de bir kac hafta ifade vermedigi halde daha sonra yalan ifade vermesi gosterilmis. Gestapo kayitlarindan da fasistlerin iddia ettigi gibi cozulenin Fucik degil ama Fucik”in yazdigi gibi bir baska arkadasi oldugu da tescil edilmis.
Makalenin geri kalani Fucik kahraman olabilir ama deyip karakter katliamina girismekten baska bir sey degil. En aptalca bolumu de Aslinda Cekoslavakya da kimsenin nazilere direnmedigini ima etmeye calistigi bolum olmus. Tabii bu aslinda asil niyetin ne oldugunu gosteriyor. Aslinda Fucik oyle ahim sahim bir direnisci olmadigi gostermek
Bu kadar insan neden tutuklandiktan sonra idam edilerek oldurulen bir yazarin emniyette iken ne yaptigi ile ilgilenir, onun aslinda bir korkak, ya da tam korkak olmasa da o kadar cesur olmadigini ispatlamaya calisir acaba?
Bu yanitin cevabi acik: Dusmanlik, Fucik bir komunist olarak dusmanlari o yuzden hazir iktidar ellerine gecmisken onun anisini oldurmek istiyorlar. UNutmayin, Kapitalist devletin ilk baskani Havel”in babasi nazilerle isbirligi yapan bir kapitalistti. Cek burjuvazisi ve liberalleri bazi istisnalar disinda fasizme karsi direnmediler. Aksine isbirligi icinde nemalanmaya calistilar. Aslinda bu sadece Cekoslavakya degil ama Avrupa”nin geneli icin dogrudur.
Bu arada Yilmaz”in ben anilarin butununu okumak istiyorum hezeyanina gelince: Burada Yilmaz wiki makalesinin ardindan Fucik”in “bulbul gibi cozuldugunu” dusunup bu istegi dile getiriyor. Gerci simdi kendisi de ogrenmis olmali, Fucik icerde tum iskencelere dayanmis, arkadaslarina zarar verecek bir ifade vermemis.
Anilarin yayinlanmayan kismini yukarida ki makaleden okudun, Fucik”in gercek bir kahraman oldugunu da ogrendin, Bu kadar kisi bunu tartistik ee ne oldu simdi? Boyun uzadi mi?
Madem Fucik”ten bir sey cikmadi ben sana baska bir isim vereyim, Nazim da siiri ile olumsuzlestirdigi Tanya”yi bir arastir istersen. Belki Tanya bir kadin degil bir erkektir? Hatta naziler tarafindan degil ama koyluler tarafindan yiyeceklerini caldigi icin oldurulmuslerdir. Ne de olsa o da Fucik Cekoslavakya da neyse oda SSCB de oydu.
YUsuf Cemal bu metafizik hikayesi ne? Metafizigin Fucik”in anilari ile alakasini kurmaya calisiyorum ama Heidelberg okumadigimdan midir nedir bir turlu kuramiyorum.
Bir de benden sana tavsiye politik idealleri olmayan birisine Fucik gibi dava adamlarini sorma anlamazlar.Araba ev pesinde kosan bir kisi sosyalizm icin olen Fucik gibi birisini anlayamaz.
Metafizik hayatin korkunc karmasikliginin kelimelere indirgenebilecegine olan inanctir. “Kuranda hersey yaziyor. Ilim orada” gibi. Eger indirgenemezse halinin altina supurulur, fotograflardan silinir, adlari lanetlenir, yazilanlar tam tersi anlama gelecek sekilde nasolsa kimse orjinalini okumaz denilerek yorumlanir, ya da bu ornekde goruldugu gibi kitap sayfalarindan cikarilir. Boylelikle cocuklar icin uygun hale getirilir. Hap gibi yutarlar onlar da. Metafizik’e karsi dusunceler ozellikle Karl Marx adli bir filozofta baya vardir. Onu okumani tavsiye ederim. Yanlis hatirlamiyorsam Kutsal Aile adli kitabinda en acik haliyle var.
Ve tabi devrim araba ev hayaliyle yanip tutusan insanlar tarafindan yapilir. Bu hayatta hicbirsey istemeyen yari olu “kahramanlar”a da, biz biliyorduk diyerek boburlenme isi duser.
Yusuf Cemal arkadaş, mesajın adres şaşmış olsa da, “meşaz” alınmıştır. yalnız bir sorun var: “metafizik olmadan materyalizm var olamaz; tıpkı tersi durum gibi” selamlar…
Ya Ahmet o degil de ben normalde boyle basit igrenc ukalaliklar yapmam. Bana bunlari yaptiriyorsun ya. Ne diyeyim ki? Geri aldim ukalaligimi. Sen Heisenberg’i isin icine karistirip ortami belirsizlestirmis olsan bile. Kusura bakma.
Ahmet değilim…
Ha yok yok. Sana demedimdi soruYorum. Ahmet’e demistim. Niye adres sasti ki? Asil simdi sasmis hem. 🙂
Solcu arkadaşlar gayet nesnel bir yazıya salya sümük saldırmadan önce bir de Çeklere sorsalar ya? Julius Fuçik savaş öncesinde kayıtsız şartsız Sovyet yanlısı bir komünistti. Stalin terörünün, açlığın milyonları öldürdüğü yıllarda oralardan toz pembe röportajlar gönderiyordu. Nazilere karşı direnişe Almanlar Çekoslavakya’yı işgal ettikten sonra değil, ancak Hitler’in SSCB’ye saldırdığı 1941 yılında katılmıştı. Direnişten arkadaşları 50’li yıllarda rejim mahkemelerinde karısının da katılımıyla idam ettirilip yıllarca uranyum madenlerinde çalıştırılırken, aynı rejim kendisini önemli bir propaganda sembolü haline getirdi. Yıllarca çocuklar “temizlenmiş” hayat hikayesini okullarda öğrendi. Sanırım bu makaleye ölçüsüz tepki gösterenlerin bir kuyruk acısı var. Maalesef dostlar, Çekler artık bu hikayenin siyah-beyaz olmadığını çözdü (yerini başkaları aldı, ama bu başka bir hikaye), sizin de ikonlarınızı bir daha gözden geçirmenizi tavsiye ederim.
Ayrıca ismini Yulius olarak yazmak daha doğru olacaktır, Çekçede j, y olarak okunuyor. Fuçik’in č’sini ç yapıp, Julius’un j’sini niye y yapmıyoruz?