Etik !!!
İşte zamanımızın en bol kullanılıp en az benimsenen bir kavramı daha.
Etik dışı tutumlar daha okul sıralarında öğretmenler tarafından aşılanır. Öğretmenler –tutarlı ve saygın öğretmenleri tenzih ederim-, öğrencileri birbirlerinin ihbarcısı yapmak için her türlü hileye başvururlar. Bazen otoritelerini kullanırlar, bazen mağdur öğrencilerin haklarının savunucusu rolüne bürünürler.
Örneğin, sınıfta bir arkadaşınızın kalem kutusu çalınmıştır. Bunu yapanı gören ya da duyan bazı öğrenciler olmalıdır mutlaka. Bu noktada öğretmen, derhal ihbar mekanizmasını harekete geçirir. “Çocuklar” der, “kimin yaptığını biliyorsanız bir kâğıda yazıp katlayın ve bana verin. Ben şimdi çıkıyorum. Beş dakika sonra gelip kâğıtları toplayacağım. Eğer kimin yaptığını bildiğiniz halde yazmazsanız bütün sınıf cezalandırılacaktır.”
Böylece gencecik insanlar, hiç tereddüt edilmeden, ömürleri boyunca vicdanlarında arkadaşlarını ihbar etmenin açtığı yarayla yaşamaya mahkûm edilirler. Elbette bunu söylerken, karakter zaafı gösteren öğrenciyi de tamamen masum görüyor değilim. O yaşta bile (hatta belki özellikle o yaşta) insanda dürüstlük, gammazlamaya karşı olmak, dayanışma duyguları güçlüdür. Öğretmenin bu duygulara darbe indirmesine isyan etmeyen genç bir insanın daha sonraki hayatını –eğer olağanüstü bir uyanış olmazsa – tahayyül etmek zor değildir. Böylece ihbarcı bir ahlâk (ahlâksızlık) içimize yerleştirilir. Bu tür bireylerden oluşan bir toplumdan gelin de hayır bekleyin.
Birkaç gündür televizyonlarda oluşan emekli subay enflasyonunu izliyorum. Bu emekli subaylar, geçmişte AKP iktidarının yönlendirdiği Fetullahçı polisin sahte delil üretme ve güdümlü basının ihbar faaliyetlerinin sonucu olarak gadre uğramış Ergenekon ve Balyoz sanıkları. Ne tanıdığımız ne de herhangi bir toplumsal bağımız olan bu insanları sahte delile dayanan polis provokasyonlarına karşı savunmuştuk. Şimdi roller değişmiş bulunuyor. Şu anda geçmişin mağdurları günümüzün mağdurlarının ihbar edilmesinde kullanılıyor.
Bakın bir şey anlatayım. Şu anda masamın camının altında duran, yirmi yıldır sakladığım ve yanımdan ayırmadığım küçük bir kart vardır. Üstünde Panagulis’in resmi ve Yunanca yazılar bulunan bir kart. Gazeteci Orianna Fallaci’nin Bir İnsan (Arkadaş Yayınları) kitabını okuyanlar tanır onu. Alexandros Panagulis, Yunan ordusunda bir subaydır. Albaylar cuntasını devirmek için düzenlenen bir karşı darbe teşebbüsünden dolayı tutuklanır ve ağır işkenceye uğrar. Tabutluk gibi bir hücrede yıllarca tutulur. Sonunda cunta devrilir ve sıra cuntacıların ve işbirlikçilerinin yargılanmasına gelir. Panagulis’i, yargılanan işkencecilerin davasına tanık olarak çağırırlar. Gider oraya Panagulis, fakat tanık kürsüsünden söylediği sadece şudur: “Bu bir sistem sorunudur, işkencecileri yargılamak kolaydır, ne var ki işkenceyi üreten mekanizma yeni kurbanlara işkence yapmak üzere halen işbaşındadır.” Panagulis’in karşısına işkencecisi çıkarılır. “Bu mu sana işkence yapan?” diye sorulur. Panagulis, işkencecisine dalgın gözlerle bakar ve sonunda, “bu değil” der, “bu olsaydı da size söyler miydim, emin değilim.” İşte gerçekten erdemli, gerçekten etik duruş budur. Bu günlerde en çok okunması gereken kitap Fallaci’nin bu kitabıdır sanırım.
Balyoz ve Ergenekon mağduru subaylar televizyonlara çıkmış, sayıp duruyorlar. Tamam, kendilerine yapılan haksızlıkları söylesinler elbette, buna kimse bir şey diyemez. Evet ama isim vererek başka mağduriyetlere yol açmak ne demek oluyor. Ayrıca kime isim veriyorsunuz? O isim verdiğiniz ve şikâyetinizi ilettiğiniz kişi ya da kişiler, sizi mağdur eden mekanizmanın başında değiller miydi? Bunu belirtmeden geçmeniz doğru mu?
Hele bir de Erol Mütercimler gibileri var. Kanal 24’e çıkmıştı dün gece. Bundan önce, öğlenleyin de Halk TV’de Ayşenur Arslan’ın programındaydı. Bravo doğrusu, görüyoruz ki, “milli mutabakat” (Zaten stüdyoda arkasına fiyakalı bir dalgalanan Türk bayrağı yerleştirildiği de gözümüzden kaçmadı) Erol Mütercimler’in şahsında gerçekleşmiş. Kanal 24’ün, isimlerini öğrenmeye bile değmez moderatörü ve katılımcılarıyla öyle bir sarmaş dolaş oldu ki Erol Mütercimler, doğrusu Doğu Perinçek’i bile yaya bıraktı. Üstelik kendi taraftarı olan “Beyaz Türkleri” de aşağılayarak. Efendim, kabarık, sarışın saçlı hanımefendileri bir türlü ikna edemiyormuş darbenin niteliği konusunda. Bir keresinde Moda’da bir kitabevinin önünden geçerken büyük bir kalabalığın kitabevini doldurduğu gibi neredeyse dışarı taştığını görmüştüm. Merak saikiyle, “kim var içeride?” diye sormuştum. “Kabarık, sarı saçlı bir hanımefendi” büyük bir övünçle, “Erol Mütercimler” diye yanıtlamıştı beni. Alın görün Erol Mütercimler’inizi işte! Kendine kürsü sağlayan yandaş bir kanal bulduğu an taraftarı hanımları nasıl da harcadı.
İkide bir “aslında bir muhalif olduğunu” vurgulama gereğini duyan Erol Mütercimler’de dün muhaliflik adına tek nebze bir şey görmedim. Tam tersine, “Tayyip Erdoğan’la aynı safta olduğunu” vurgulayarak yeteneksiz yandaş katılımcıları gereğinden fazla mutlu etti. Dahası, darbe konusunda yaptığı tahminler de tamamen atmasyondu. Eğer başarılı olsalarmış kesin 15 bin ölü olurmuş. Tamam, ben tahminde bulunmaya bir şey demiyorum da, “15 bin” rakamının bu kadar fütursuzca telaffuz edilmesi sadece desteksiz atmanın göstergesi değil mi? Nereden bildin? Neden 10 bin ya da 20 bin değil de özellikle 15 bin. İnsan karınca sayarken bile daha özenli davranır. “Binlerce” falan desen tamam, genel bir akış içinde yutulabilir, hatta mantıklı bile bulunabilir. Fakat böyle kesin rakamlar ileri sürmek, hem HalkTV’de hem de Kanal 24’de aynı gün gösteriye çıkan bir “trapezcinin” işi olabilir ancak.
Şimdi, o kitapçı dükkânını hınca hınç dolduran insanları düşünüyorum (belki de çoğu Moda taraflarında oturan “Beyaz Türkler”di). Eğer seyretmişlerse nasıl hissetmişlerdir kendilerini acaba?
Öğretmenin dağıttığı ihbar kâğıtlarına “biri benim de adımı yazabilir” korkusuna kapılan öğrencinin duygu ve korkularına yakın bir duygu olabilir mi?
Gün Zileli
28 Temmuz 2016
Atatürk’ün sayesinde
Özgürlüğün adımıyım
Türk anası payesinde
Aydın bir Türk kadınıyım
İster yetmiş olsun yaşım
İlerici ve çağdaşım
Yoksa haram olur aşım
Aydın bir Türk kadınıyım
Mukaddestir mücadelem
Yurt ağlarken nasıl gülem
Son bulsun ıstırap elem
Aydın bir Türk kadınıyım
Allahımın izni ile
Hayatımı versem bile
Yobaz diye düşmem dile
Aydın bir Türk kadınıyım
Şükür ben de Müslümanım
Tanrıya tamdır inancım
Türkiyeme kurban canım
Aydın bir Türk kadınıyım
Meş’aleyiz sönemeyiz
Başka rejim denemeyiz
Hilafete dönemeyiz
Aydın bir Türk kadınıyım
etik ancak vicdan ve bagislama kültüründe olur türkiyede ise intikam kin ve dayatma olur fazla böyle etik mi degil mi insanlar yasamiyor hersey yüzeysel oldu icin gerek,zaten etik olmak emek gerek buda insanlarin isine gelmiyor.
türkiyede bu dönem artik uyutma politikasi yasanacaktir muhalefet tamamen birlik beraberlik altinda bunun disina cikamacakitr buda olan ohal uygulamalari tam gaz devam edecktir.
muhalefet aman bana dokunmasinlarda ne olursa olunsun havasinda sokaklar türkcü-islamci hakimiyetinde reis bir mesaij yollar sen gör uzaman manzarayi.
bu dönemde cok insan harcancanktir kimse kendini kandirmazin sultan kesinlikle yolundan dönmemistir dönmeyecek!!!milli görüs gelenegi uyutma politikasina dayalidir aslan kesinlen sol yelpazeye duyurulur.
ic savas senaryolarida yalan cünkü türkiyede göc olana itibar gösterilir bu insanlar tipis tipis yasar bu sistemde.
avrupaya ciddi bir göc yasanacaktir sekülar ve cogulcu insanlar gidecek yerine “milli” olanlar gelecek benim cikardim sonunc bu.
1 numaralı yorumda Modalı kadınlar Gün Zileli’ye cevap veriyorlar..
Dilimin yettigince bir Avrupali solcu ile Polemige girismistim. Mesele Ilkeler ve Ahlak a geldi, beni Ahlak -Etik baglaminda, hala ortadogulu olmakla sucladi, Marx ve Engelsten anti etik anti ahlak örnekler verdi, Halimce degil marxistlerin, Anarsistlerin de bir ahlak anlayisi oldugunu savundum. Sanirim avrupada ortalama solcu hala Ahlak Etik dendiginde Din i ahlak anliyor..
Ihbar etmek iskence yapmak insanlik sucudur, gayri ahlakidir dedigimde baglantiyi insanlik degerleri ile kuruyorum, bana ne Ahlak kategorisini sadece din elestiri ile belirliyenden, evet sol anarsist devrimci bir ahlak anlayisi bir kategori vardir, kategori olarak vardir.
Ataturk sayesinde Irzina gecile gecile katledilen , Mustafa Suphi nin esini her ataturkcu kadinin suratina vurmaktan beni kimse alikoyamaz.Sayin 1. Yorumcu
Nietsche ile Anarsizm i beraber savunmaya kalkisan arkadaslarim var, ya bende bi geri zekalilik var yada èstün insan anarsist insan,.. diyalektik materyalizmin gelismeciligi belki Nietsche ile bagdastirilabilir. ama Anarsizm,,… hoca bu boru degil…. ve Nietsche ,………..neredeyse Anarsizm nietsche nin reddiyesidir diyecegim… ne dersiniz Zileli?
darbeciler sokaga cikma yasagi yerine Laik leri Erdogandan önce sokaga ve meydanlara davet etselerdi ne olurdu?
Orta 2 de sınıf başkanıyım. Ders boş. Öğretmen masasında oturuyorum. Müdür yardımcısı beni uyardı. Gürültü edenleri yaz. Ders sonuna doğru geldi. Listeyi istedi. “Kimse bir şey yapmadı” dedim. “Olmaz, mutlaka haylazlık eden olmuştur.” “Yok hocam!” Sınıfa döndü ve bana seslendi. “Göster bana, Bak seni döverim!” “Kimse yok hocam!” “Aç bakalım avuçlarını” Bir kaç tahta cetvel darbesi. Çekti gitti. Gözlerim yaşla dolu; avucumun acısından değil; nedendi bu haksızlık, bu nefret… bu tuhaf davranış..
*
Sonra 12 Eylül de de adlarını vermedim!
sayın 6 numara, muhtemelen yurt dışından bağlanıyorsunuz. Hakaretleriniz yüzünden şikayet edilseniz dahi tespit edilemeyeceğinizden densizce sövebiliyorsunuz. Asıl bu yaptığınız korkaklık. Oradan öyle sallaması kolay.
1991 1992 yillarinda universite sinavlarina girdim, hic bi yeri kazanamadim, kazananlarin simdi m cemaatci paralelci cete oldugunu görüyorum, cemaaat feto arastirmasi milad ina Kadar surdurulmeldir-.
Tanri kimseyi Hulusi akar etmesin…
salak kemalistler salak ulusalcilar, balyoz erfenekon davalarinda hangi ideolijiye vuruluyorsa(laiklik) yine o ideolojiye vuruluyor, gorunus itibariyla fethullah gulen pratik Politik olarak ulusalcilardan daha laik.
en buyuk sarsinti sagda. nazli ilicak nasil sarilacak ogluna guvenle. oglu nasil bir iktidar guc yalakasi olduktan sonra anasinin yuzune bakacak, buradan bir kac roman cikar.
Su Femen bir kez bile Erdogan i protesto etmeden söndü gitti ya ben ona yanarim…Belki Hilary Killing-Ton kampanyasina katilmaktan vakit bulamiyolardir.
Dikkatimi çeken bir haber de Astsubay Ömer Halisdemir’in darbeci generali alnından vurması ve yanındaki subayları da vurması, sonunda kendisinin de öldürülmesi olayı.
Darbe günü kapıda nöbetçiymiş.
Normal şartlarda bir general Astsubaya ne emrediyorsa o yapılacağı için o kapıda bir sorun çıkmayacaktı.
Ama her şeyi bir telefon değiştiriyor.
Tümgeneral Zekai Aksakallı telefon açıyor ve Halisdemir’e aynen şunları söylüyor:
“”Sana, vatanımız ve milletimiz adına tarihi bir görev veriyorum. Tuğgeneral Terzi vatan hainidir, isyancıdır. Onu, karargâha girmeden öldür! Bunun sonunda şahadet var. Biliyorsun seninle 20 yıllık beraberliğimiz var. Hakkını helal et’
Bu emri alan Halisdemir de istenileni yapıyor, generali alnından vuruyor, diğerlerini öldürüyor, ağır yaralıyor, kendisi de karşı tarafça hemen orada öldürülüyor.
Şimdi, etik açıdan bakarsak, bu insanların ölümü gerekli miydi? Tümgeneral Aksakal’ın emri doğru mudur, yoksa bir facianın kışkırtıcısı mıdır?
Aksakal o emri telefonla vermeseydi o kapıda hiç kimse ölmeyecekti.
Bir general, askerlerine intihar emrini ne zaman ve hangi koşullar oluşmuşken verebilir?
Şaibeli iktidarını bırakmamak için her türlü yolsuzluğa başvuran bir siyasetçiye yönelik bir darbe süreci başlamışsa, bir generalin böyle bir darbeye NE PAHASINA OLURSA OLSUN karşı çıkma düşüncesi maceracılıktır ve etik de değildir.
Çünkü, çatışmaya kendisi girmiyor, astsubayını emir vererek öne sürüyor. Astsubayı ölüme bile bile yolluyor.
Ne için? Sadece bir şaibeli siyasetçinin koltuğu için!
O gün o kapıda ölenlerin hepsi boşuna öldüler.
Bu durumda, tümgeneral Aksakal’ın askeri mahkemede yargılanması ve cezalandırılması gerekir.
Bir askerin görevi sadece ölmek ve öldürmek değildir, güvenliği en asgari can kaybıyla sağlamaktır.
Eminim, orduda bu tür durumlarla ilgili bir etik eğitimi veriliyordur.
Her halukarda tümgeneral Aksakal ölüme sebebiyet vermekten yargılanmalıdır.
Gun Abi
Bahsettiginiz Fallacinin kitabini okudum. Hala elimde İngilizcesi mevcut ve güzel bir kitap. Dediklerinize katılıyorum ihbarcılık ama bir o kadar yalakalık bizim toplumlarda oldukça fazla. Toplumun değerleri o kadar paramparça ki artık yamalasak bir işe yaramıyor. İyice sağa faşist ve gerici değerlere kayan bir toplum.
Bu değerlerle yaşayan toplum uçurumun kenarında olduğunu bile hala anlamıyor.
geriye kaldi laik darbe ve laik ihanet
http://www.abcgazetesi.com/o-general-genelkurmay-baskanini-fethullah-gulenle-gorusturmek-istedigi-iddiasini-redd-23301h.htm
Nietsche, büyük bir düşünür, put kırıcı ve yapısökücüdür.
Geçenlerde perşembe pazarından bir mutfak vantilatörü aldım. Binbir zorlukla monte ettim. İki gün sonra bozuldu, binbir zorlukla söktüm. Geri götürdüm. Servise gönderdiler. 15 gün bekledim. Dün çağırdılar. Yenisini verdiler.
Ya bunun takması, sökmesi, buraya getirmesi, beklemesi falan bir sürü iş. Eger bu model sorunluysa başka bir şey verin diyecek oldum, ne kadir bilmezliğim, ne denyoluğum, şu kadın müşteri çıksın da bir dayaka atalılalığım kaldı.
Bu kadar onurum kırılmamıştı açıkçası.
Eve geldim, elimde yeni vantilatör. Ulan ben bunu her çalıştırdığımda aklıma gelecek, bir şeyler yapmalıyım dedim ve uzun bir iç mücadeleden sonra adamları vergi dairesine ihbar etmekte buldum intikam yolunu.
İnternette bulduğum vergi dairesi danışma hattını aradığımda, şimdi bu işler nasıl olur diye düşünürken, karşıma çıkan bant “ihbarlarınız için lütfen 1 tuşuna basınız” demez mi. Basıverdim. Bu sefer de sırf bu işe bakan ve aydınlık sesiyle beni güzelce yönlendiren bir memur çıktı karşıma. İlk ihbarımı yaptım, faturamı vermediler dedim ve inanın rahat yattım.
Ancak bu işin bu kadar güzel sistematize edilmiş olması korkutmadı desem yalan olur.
Bu arada vantilatör de murdar oldu. Takacağımı sanmıyorum. Pencereyi aralarım eski usul.
Asıl püf noktası burada aslında. Çok şey istedikçe, sisteme dahil oluyorsun. Sistem de zaten hazır kurulmuş ve insanlar yeni bir şeyler istedikçe daha da bir kurumsallaşıyor ve döngü böyle akıp gidiyor.
At-At-Ürk’ün kadını olan 1 ve 10 no’lu yorumcu,
yorumlarınızı “atıp atıp” sonra “ürkmek” hiç yakışıyor mu?
bkz;
birisine atıp atıp ürkmesini salık verirken* kuracağımız cümle.
at at ürk.
sürekli atan, atmaktan aldığı zevki başka hiçbir şeyden almayan bir insanın, bütün bunlara karşın ürkmeden duramamasını kınamak amacıyla da söylenebilir.
“ama olmaz ki böyle, önce at at, sonra ürk, hiç yakışıyor mu sana öyle?” gibisinden.
http://eksisozluk.com/at-at-urk–2801948