Çürük Tahta Çivi Tutmaz!
Bana, tüm insanlığa mal olmuş bazı temel ilkeler yol gösterir.
Birincisi, polisin, özellikle cadı avı kampanyaları dönemlerinde medyanın haberlerini kuşkuyla karşılarım.
İkincisi, hangi “ulvi” amaçla yapılırsa yapılsın her türlü ihbarı ahlâksızca bulurum.
Birinci ilkenin ne kadar doğru olduğu ortaya çıktı. Geçmişte polisin ve medyanın (özellikle o zamanki Taraf) mutfağında pişirilip önümüze sürdüğü yemekleri yememenin ne kadar doğru olduğunu, dünyanın en büyük gerçekleriymiş gibi ortaya atılan iddiaların neredeyse hepsinin fos çıktığını hep birlikte gördük. Bu, bugün ileri sürülenlere kuşkuyla bakmamız için yeterli değil mi?
İkinci ilke, insana hayat boyunca temiz bir vicdanla yaşama olanağı sunar. İhbarcılık, bireyin tutarlılığını ortadan kaldırır, etik değerlerini çürütür, vicdanını kirletir. Üstelik ihbarcılığın sonu yoktur, bir kere bu yola girdiniz mi, aynı bir seri katil gibi ihbar üstüne ihbar yaparsınız. Dolayısıyla ihbardan, ihbar edilen kişiden de çok, ihbarcının kendisi görür en büyük zararı. Ruhen çürümek hapiste bedenen çürümekten çok daha beter bir şeydir.
Bugün ihbarcılığı teşvik edenler, çevrelerinde bir ahlâksızlar ve kişiliksizler yığını topladıklarının farkında değiller mi? Yarın iktidar ilişkileri değiştiğinde, bu yığının, yeni iktidar sahipleri tarafından kendilerine ve taraftarlarına karşı sürek avına seferber edileceğini görmüyorlar mı? Muhtemelen görüyorlardır ama ah şu kısa vadeli kâr hesapları!
Bu konuda diktatörlüklerde yaşanmış o kadar çok olay vardır ki. Örneğin, Stalin döneminde gençler bir evde toplanmış, eğlenmektedirler. Aralarından biri, o dönem yürütülmekte olan kolektifleştirme kampanyasıyla dalga geçen bir fıkra anlatır. Yine aralarından biri, bunu NKVD’ye ihbar eder. NKVD, gençlik eğlencesine katılan oradaki herkesi (elbette ihbar eden hariç) içeri alır. Suçlama, rejim aleyhtarı “karşıdevrimci bir fıkra”yı dinleyip ihbar etmemektir. İhbar etmemenin bir suç haline geldiği bir toplumdan gelin de hayır bekleyin. “İhbar etmezsem bir başkasının ihbar etmesi halinde suçlu duruma düşerim” kaygısıyla insanların ihbara zorlandığı bir yerde gelin de artık erdemli insan arayın! “Arkadaşınız, dostunuz da olsa ihbar edin” denen bir yerde dostluk ve arkadaşlık gibi insani duyguların nasıl köşe bucak kovalandığını görmemek mümkün mü?
İhbarcılığın çeşitli biçimleri vardır. Mesele sadece polise ihbarda bulunmakla kısıtlı değildir. Basın ve yazı yoluyla yapılan ihbarları da gözden uzak tutmamak gerekir. Sanki doğrudan polise yapılan ihbardan farklıymış gibi görünür ama hiç de öyle değildir. Taraf’ın “postallı hocalar gözaltında!” manşeti belleklerimizde tazeliğini korumaktadır. Daha az bilinen ve o zaman da karşı çıktığım birini daha belirteyim. Soner Yalçın, Ergenekon davasıyla ilgili olarak tutuklandığında Yıldırım Türker, “oh olmuş!” mealinde bir şeyler yazmıştı. Tutuklanan birisi için “oh olmuş” demek de, bir tür ihbarcılıktır aslında. Bugün ise aynısını ne yazık ki Soner Yalçın yapıyor. Şahin Alpay’ın tutuklandığı gün bir yazı yazmış. Şahin Alpay aleyhinde bildiği (üstelik çoğunlukla da yanlış bildiği) ne varsa sayıp dökmüş. Bu, o sırada Şahin Alpay’ı sorgulamakta olan polise malzeme sağlamaktan başka bir anlama gelmez. Üstelik yazdıkları da, doğru bir Şahin Alpay eleştirisi değildir. Güya Şahin Alpay, ünlü yazısıyla (bu yazıdan ben de söz etmiştim) TİP’i bölmüş. Tamamen yanlış bilgi. Şahin Alpay’ın “proletaryanın öncülüğünün objektif ve sübjektif şartları yoktur” fikrini içeren yazısı, TİP’teki bölünmenin gerçekleştiği 1968 yılında değil, Kırmızı aydınlık-Beyaz Aydınlık bölünmesinin arifesinde, 1970 yılının Kasım ayında yayınlanmıştır. Bora Gözen ve sekiz yoldaşın Filistin’de İsrail komandoları tarafından öldürülmeleri olayını da üstü örtülü imalarla Şahin Alpay’ın ve Cengiz Çandar’ın sırtına yıkma çabası ise sadece gülünç! Benzer bir şeyi Halil Berktay da yapmıştı geçmişte. Ahmet Şık içeri alındığında, o zamanki dehşetengiz savcıları yankılayarak, “kitabına bu kenar notlarını kim düştü?” diye sormanın bir bilim insanına hiç yakışmadığını o zaman da belirtmiştim. (http://www.gunzileli.com/2011/04/16/halil-berktay-yasiyor-mu-hala/)
Bu ihbarcılık mevzuu bitmez. Son on yılda o kadar çok örneklerini yaşadık ve yaşıyoruz ki. Şimdi herkes darbe üzerine konuşuyor, hatta okuyuculardan gelen talepler de bu yönde. Darbenin arkasında kim var? Darbe sadece Fetullahçıların işi mi, yoksa başka bileşenleri de var mı? Bundan sonra ne olacak? vb vb. Ben de bu konularda yazmak isterdim ama bana bugün, iktidar sahipleri tarafından başlatılan ve neredeyse her eğilimden insanın iştiyakle körüklediği bu toplumsal değerler yangınından mümkün olduğu kadar bir şeyler kurtarmak daha acil geliyor.
Canı cehenneme gelecek iktidarın kaderinin! Toplum çürüdükten sonra iktidarda şu olmuş ya da bu olmuş ne fark eder! Hatta isterse özlediğimiz gibi, iktidardan arınmış bir toplum kurulsun. Çürük tahta çivi tutmaz!
Gün Zileli
11 Ağustos 2016
İhbar yapmanın ahlâkça elle tutulur hiçbir gerekçesi yoktur. Katılıyorum!.. Ancak zorunlu yapılmışlar vardır. İnsan, bunu bir ömür boyu kimselere söyleyemeden üstünde büyük bir vicdani yük olarak taşır. Hele ağzından dökülen isimlerin hiçbir ilgisi yoksa… Ağır bir işkence görmüştük bir arkadaşla ve çözülmüş-tük. Çıktığımızda kızgın ve kırgın idik, utanıyorduk ama iş işten geçmişti.
akpnin dolayısıyla başındakinin iktidarının sürmesinde en önemli etken sözümona muhalif olduklarını iddia edenlerin çeşitli kriz anlarında olağanüstü durumlarında önlerine atılan yeni düşmanlara zevkle tekme atma arzusudur. dün ergenekon sürecinde tekme atanlara şimdi ulusalcı-kemalist-radikal islamcı vs. gibi unsurlar büyük bir zevkle tekme atmaktadır. fakat mevcut iktidar kendi siyasal vizyonuna uygun olarak yürüyüşünü sürdürmektedir. kimi ulusalcıların çocuksu iddialarının aksine bu emin adımlarla sürmektedir. sözümona laiklik demokrasi ve cumhuriyetçilik karşısında teslim oldu diyenlerin aksine fethullaçıların el konulan en önemli kolejlerinden birinin anadolu veya fen liseli yapılmak yerine kız-imam hatip olarak dönüştürülmesi bunun en basit örneğidir. AKP Schmitt’in dost-düşman kategorisini her kriz döneminde çok güzel bir şekilde topluma ve hülyalara dalan muhaliflerin büyük çoğunluğuna benimsetebiliyor. Ama bakalım gelecekteki yeni düşman ve yeni tekme atacaklar kimler olacak? Acaba biraz ölçüyü kaçırıp önüne atılacak olan kemiğe havlayacak olanlar mı diyeyim? Sarte cezayir savaşı hakkında fransız toplumunu yönelik hepimiz katiliz demişti. bizde ise kim olursa olsun kürt siyasi bileşenleri, kimi sosyalistler liberaller sözümona özgürlükçü islamcı fraksiyonlar ulusalcılar eğer hala kendilerini sol kemalist olarak adlandıranlar bu ülkede hemen herkes bu yakın süreçte hiç olmadıkları kadar kirlendi ve suça bulaştı. emin olun Gün bey sizin gibi birkaç istisna isim hariç
İşkencede çözülme sonucu verilen ifadelerle ihbarcılığı aynı şey olarak görmemek gerekir. Birinde yalakalık vardır, diğerinde ise şiddete dayanamamak. Çok farklı.
Son günlerde Tv lerde devlet-iktidar-efendi yalakalarına eşlik edip birlikte uzun uzun darbe,feto,örgüt,devlet,vatan millet sakarya ileri demokrasisi ve benzeri mevzularla rol üstlenip kendine solcu demokrat vs diyen bütün yalakalar ihbarcının önde gidenidir.Bu yaptıkları ile kendi dötünü kurtarıp devlet-iktidar-efendi hışmından kurtulduğunu sananların çok yakında cicim ayları bitip sıranın kendilerine geleceği günler yakındır.
Toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci dinamikleri bu süreçte ilkeli tavırları ile oluşan devlet-iktidarcı egemen bloğun dışında biriktirdiği kendi özgürlükçü toplumsal devrimci ilkeli tutumunu gösterip bu kaostan sistem mağduru halkımızın gelecek hayallerine en uygun çizgi ile süreci olumlu yönetip tuzaklara düşmeden kendinden başka güçlere bel bağlamadan süreci aşacağı şimdiden belli olmuştur.HDP binaları ve örgütlerine açıktan saldırıp talan edenlerin işlerini yaptığını biliyoruz bunları yapmasalardı şaşırırdık!!!!!! efendiler devlet-iktidar zalimleri asıl ciddi tehlikenin nerde olduğunu çok iyi bilirler unuttukları ise tarihin bütün dönemlerinde devlet-iktidar saldırıları toplumsal muhalefet dinamiklerini daraltmamış tam tersine bu saldırıların sonucunda toplumsal muhalefet daha da güçlenerek alternatif olmayı başarmıştır.
“hangi “ulvi” amaçla yapılırsa yapılsın her türlü ihbarı ahlâksızca bulurum.”
diyelim ki birisi canice girişimle ağır bir suç işlemiş olsun. bir çocuğa tecavüz gibi…
bu kişinin saklandığı yeri bilen biri ihbar ederse ahlaksızlık mı yapmış olur? saçma!..
ahlaksızca olan ihbarcılık, cadı avı dönemlerinde sudan sebeplerle insanları jurnalleyen ihbarcılıktır. günümüze uyarlayacak olursak, “falanca kişi cemaate yakındır” şeklindeki ihbarcılık…
“falanca kişi cemaate yakındır” diye ihbar etmek ahlaksızcadır; ama “falanca kişi fetö üyesi bir suçludur; elimde sağlam kanıtlarım vardır” diye ihbar etmek ahlaklı ve onurlu bir iştir.
lütfen bilerek veya bilmeden iki ayrı tür ihbar eylemini birbirine karıştırmayalım!
Kime ihbar ediyorsunuz? Tecavüzcülükte diğerinden hiç geri kalmayanlara, öyle değil mi? Veya komploculukta diğerine taş çıkaranlara. Veya “şehitlerimiz” diye günlerdir bar bar bağırıp Gezi’de ölenlerin analarını yuhalatanlara. ihbarcılık her zaman ve her koşulda kötüdür, insanı çürütür. Hele “yeni kültür” olarak size hiç tavsiye etmem.
Çanlar romanını okumanızı tavsiye ederim. Orada Bourgas Baba, darbeyle devrilip aranır duruma düşen yandaş gazeteciye “gel bende saklan” çağrısı yapıyor.
İşyerinde fethullahçılar tarafından taciz edilmişsin, yıllarca mobbing yemişsin vs. ve bu adamı/kadını ihbar etmişsin. Sınıf düşmanını ihbar etmende bir sakınca yok bence. Ancak, ihbarcılık furyasinin arkasında fetoculari cezalandirma yok. Muhalefeti korkutmak ve kitleyi apolitiklestirmek var. Bu sayede her turlu zor ve baski aygiti devreye girebiliyor. En karsi devrimci yasa bile kolayca geciyor. Bireyin ozerkligi ve etik soyutlamasi uzerinden toplumsal ve politik bir meseleyi baglaminin disina tasiriyorsunuz. Fethullahcilarin, ergenekoncu ve akp odaklarinin nasil karsi devrimci oldugunu hergun gerekirse ihbar yoluyla savunmak devrimcilerin gorevidir. Ihbarciligin arkasinda asil tasfiye edilmek istenen devrimci ve demokratlardir. Hic bir gercek devrimcinin de utanacak, sıkılacak ihbar edilecek bir eylemi bulunamaz.
yaşananlara bakıp; olayları takip ederken müthiş moralim bozuk; keyfimin kaçık olduğu bir zamanda; yazını okuyup moral buldum. eline, beynine, bedenine sağlık.. evrensel mantığı senin kadar iyi olan birine daha rastlamadım. bin yıllar yaşa.. gün..
“kime ihbar ediyorsunuz”la başlayan satırınız ajitasyon olmaktan öteye gitmiyor. Kime ihbar edeceğiz? Hukuka, yargıya, kolluk güçlerine…
Sizin bir yakınınız bunlar tarafından mağdur edilse suçlunun ihbar edilmesine yine itiraz eder misiniz? Neden? Suça olduğu kadar cezaya da mı karşısınız yoksa?
Solcular iktidara gelse o zaman ihbar edilebilir mi suçlular peki?..
Aranır duruma düşen yandaş gazeteci maddî bir suç işlememişse tabii ki korunmalıdır. Ama mesela darbeci katiller çetesine mensupsa ve suça ortak olmuşsa cezaya da ortak olmalıdır.
“İhbarcılığın çeşitli biçimleri vardır.
Mesele sadece polise ihbarda bulunmakla kısıtlı değildir.
Basın ve yazı yoluyla yapılan ihbarları da gözden uzak tutmamak gerekir.
Sanki doğrudan polise yapılan ihbardan farklıymış gibi görünür ama hiç de öyle değildir.”
Bunlar birkac ornek asagida gorulebilir:
ya ihbar ettiklerin de sınıf düşmanınsa? Buna “sosyalist” polis de dahildir.
bu da bizim ödülümüz. sağol.
suç ve ceza konusu çok derin bir konudur. Genelde cezaya karşı olduğum söylenebilir. Hele kolluk kuvvetleri dediğiniz şey şiddet ve işkenceden ibarettir.
İktidar gitti. Yaşasın iktidar!
“İhbarcılığın çeşitli biçimleri vardır.
Mesele sadece polise ihbarda bulunmakla kısıtlı değildir.
Basın ve yazı yoluyla yapılan ihbarları da gözden uzak tutmamak gerekir.
Sanki doğrudan polise yapılan ihbardan farklıymış gibi görünür ama hiç de öyle değildir.”
Bundan bir örnek aşağıda görülebilir:
Necip 11 Ağustos 16 / 7pm
“İhbarcılığın çeşitli biçimleri vardır.
Mesele sadece polise ihbarda bulunmakla kısıtlı değildir.
Basın ve yazı yoluyla yapılan ihbarları da gözden uzak tutmamak gerekir.
Sanki doğrudan polise yapılan ihbardan farklıymış gibi görünür ama hiç de öyle değildir.”
Bunlar birkac ornek asagida gorulebilir:
Taraf’ın ‘postallı hocalar gözaltında!’ manşeti belleklerimizde tazeliğini korumaktadır.
Daha az bilinen ve o zaman da karşı çıktığım birini daha belirteyim.
Soner Yalçın, Ergenekon davasıyla ilgili olarak tutuklandığında Yıldırım Türker, ‘oh olmuş!’ mealinde bir şeyler yazmıştı.
Tutuklanan birisi için ‘oh olmuş’ demek de, bir tür ihbarcılıktır aslında.
Bugün ise aynısını ne yazık ki Soner Yalçın yapıyor.
Şahin Alpay’ın tutuklandığı gün bir yazı yazmış.
Şahin Alpay aleyhinde bildiği (üstelik çoğunlukla da yanlış bildiği) ne varsa sayıp dökmüş.
Bu, o sırada Şahin Alpay’ı sorgulamakta olan polise malzeme sağlamaktan başka bir anlama gelmez.
Üstelik yazdıkları da, doğru bir Şahin Alpay eleştirisi değildir.
Güya Şahin Alpay, ünlü yazısıyla (bu yazıdan ben de söz etmiştim) TİP’i bölmüş.
Tamamen yanlış bilgi.
Şahin Alpay’ın ‘proletaryanın öncülüğünün objektif ve sübjektif şartları yoktur’ fikrini içeren yazısı, TİP’teki bölünmenin gerçekleştiği 1968 yılında değil, Kırmızı aydınlık-Beyaz Aydınlık bölünmesinin arifesinde, 1970 yılının Kasım ayında yayınlanmıştır.
Bora Gözen ve sekiz yoldaşın Filistin’de İsrail komandoları tarafından öldürülmeleri olayını da üstü örtülü imalarla Şahin Alpay’ın ve Cengiz Çandar’ın sırtına yıkma çabası ise sadece gülünç! Benzer bir şeyi Halil Berktay da yapmıştı geçmişte.
Ahmet Şık içeri alındığında, o zamanki dehşetengiz savcıları yankılayarak, ‘kitabına bu kenar notlarını kim düştü?’ diye sormanın bir bilim insanına hiç yakışmadığını o zaman da belirtmiştim.
Bosuna yaziyorsun Zileli senin yogunlasmaya cakistigin seyleri zatten Baskan Apo soylediydi, HDP yi bila kaydu sart destekleyen seyler yaz, bisey olmaz sonra Selo beni kandirdi dersin, ozgükcude rahat etsin, bende rahat edeyim,
HDP nin radikal muhalafeti mitinge cagirilmamaktan ibaret, ozgurlukcu kesin bundan bir oncucu elestirisi cikarir, ama ben ozgurlukcuden beter bir oncucu HDP tapinici si gormedim, Ozgurlukcu, en buuyk fener;) off yinemi itibarsizlastirdik, onu eölestir itibarsizlastirma, bunu elestir cimbizlama, otekini elestir, montaj, sevimli selo can in hic sevimli olmadigini Zileliye kanitliyamamamis adamim, ama en buyuk fener, HDP yi ve Selo yuda Yener.:)Buyuk baskanin Partisine oy isteyen Zileli de bir gun utanacaktir, HDP ye destek isteyen bir anarsist
hala darbe girisiminin fetö cü olduguna dair iskence altinda alinmis ifadeler disinda seyler, duymak istiyorum, darbe girisimi anti tayyip subay girisimi olarak duruyor bende, ……tarihe Boyle gececek, tarihe ulusalcilarin en buyuk salakligi olarak gececek. ne igrenc heriflermis oda tv ve abc ye bakiyorum, ben utaniyorum onlar utanmiyorlar.tek kanit yok, 1 dolar, soner yalcinin eski romn ve yazilarinia baktim , cok kotu bir holyywood filmi anca cikar, yalcin kucuk un isim bilimi, yalcin kucuk bile mesaji verdi, aslinda tirsakca, bu darbe girisimi, anti akp degil anti tayyip bir girisimdi, ve iyi olurdu, akintiya kapilan olu baliklar…
darbe grisimi sonrasi, tayyip erdogan kisisel diktatorlugu, ve laiklik, ile sinirli ulusalci kanadin rezilligi bir yana, solun kliseci anti darbeci parlementeristleri bir yana(HDP) ne rezil seylermissiniz.. tayyip in yuzunden bile bunu okuyorum, Adam soyle bakior ben bile beni bu Kadar sevdiklerini bilmiyordum:)
ne rezil seylersiniz HDP agliyor neden beni cagirmadin, ve özgürlükcüye sorarsan ben HDP yi itibarsizlastiriyorum, .
evet itibarsizlastiriyorum laaan itibarimi kalmis … tabiiiki itibarsizlastiracam, en buyuk fener….:)
Haydi bes dakika durust olalim, HDP nin birakin klasik merkeziyetci parti olarqak elestirilmesi, Sirri >Surreya nin taptigi Ocalan in direktiflerinden bir milim spamiyacagini bile bile ki hic bir Zaman si degildi(degilmi Zileli) bu partinuin, (parti demelimiim) bir Adam , yada kadin, burada , öncü elestirisi yapiyor, oncu parti elestirisi yapiyor, ve zileli ondan genelde memnun, malum ittifak, 🙂 Ulan ocalanin lafindan cikamayan bir partinin, Fussball fani òzgurlukcuyu, zilelinin neresine sikayet edeyim…
ocalanci sol cokmustur, karsiti ile birlikte cokmustur, bir gun perincek partisi ile ocalan solunu tayyip catisi altinda cicek gul alip verirken gorecegiz, ve zileli bana deli muamlmelis yapacsak:)
Öcalan solu ve Perincek solu, sol denebilirse, ne Kadar ilkel olursa olsun ikisinin solda yarattigi tehdide aldirmayan Zileli ocalan soluna bir ara ve hatta hala yedeklendi, Zileli ye bogaya kirmizi gosterir gibi Stalin goster, istedigine saldirt, ,Zileli sorgulamaz turkiyenin en buyuk Diktatoryal artisinin HDP oldugunu, ve Selo nun gonullu sarlatan oldugunu, seni bi guzel Dover Zileli, ….onun Stalinle olan kavgasinda seni bi guzel dovdururler ona, sanirim bu Kadar naif….Sempstik Selo ya kandi herif yaaa Lazkiye fatihi kurt milliyetcisi AKP ile birlikte kurtleri Akdenize aciyordu, bu ne yaaaa.
turkiye solunun en illegal en hiyararsik orgutunun ic ic isleyisi, HDP nin isleyisinden demokratiktir, HDP Apoya karsi gllemez, oyle yapar sanki offf ne komik.:)
Eger <oda tv Aydinlik Sözcü cevrelerinin, bence utanac verici bir duzeysizlik tarzi olarak Soner Yalcin, ininkomplo teorileri toplami, en cok abd israil ve buyuklerin isine yariyor. ( oda tv kommplo teorilerinde 3, sinif hollywooda kayarken, komplo teorisyenlerini elestiren bir sayfa acti, iste bu korkutucu) (dikkat edin perincek hic s yalcinin argumanlarini direkt kullanmaz, ilginc, taniyor ziveri<)
kimse oda tv ye sormuyormu kim bu Rafael Sadi kuzum, biliyoruz gizlemiyorsunuz kim oldugunu ama, Adam oda tv de israil Devlet yetkilisi gibi, insanin hizbullahci olasi geliyor, kim bu rafael sadi?
iddia ediyorum, oda tv Mossad in tr yayin organidir…
bilen Bilir, kimse hitlercilige yormasin, hewr bir yahudi, mossada hizmet etmek zorundadir, komunist bir yahudi, yada anarsit bir yahudi bile, bu durumda insanligin geriye kalan insanlara aidiyetimle ,,, ben sucsuzum, suclu olan kutsal kitaplari, talmud a inan yahudiye guvenemem.
ben bir yahudiyim, kutsal kitaplarimin Dogru olduguna inaniyorum, ve inanclarima saygi bekliyorum, kutsal kitabimda yaziyorki bir yahudi kadinin yahudi olmayan biriyle yatmasi, yahudi kadinin kopekle yatmasi demektir, ben bir yahudiyim inanclarima saygi istiyorum, cunki Holocaust oldu
ben diyorumki, ben bir anti rasistim, anti hitleriyim ve anti semitistim, alisilmisin disinda sadece anti siyonist degil, ben bir anti yahudiyim, anti yahudi olmak zorundayim, cunki talmud yahudilik cok Saglam bir irkciliktir.
Şu sıralar okuduğum en dürüst yazı sağol hocam.
“suç ve ceza konusu çok derin bir konudur. Genelde cezaya karşı olduğum söylenebilir.”
suçu nasıl önleyeceksiniz peki? ceza olmazsa suç nasıl önlenir?
sakın bana “onu oluşturan toplumsal koşulları ortadan kaldırarak” demeyin. ben bugünki koşullarda nasıl önleyeceğinizi soruyorum.
KOCAELİ HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ GENEL KONGRE SUNUŞU
Merkezi örgütlenme komisyonuna sunulan çalışma raporuna ilaveten Marmara bölgesinin önemli bir yerel dinamiği Kocaeli HDK’nın görüş ve önerilerini genel kurulla paylaşıp merkezi çalışmalara olumlu katkı vermek amacıyla bu sunuş hazırlanmıştır.HDK çalışmalarının başlangıcıyla hepimizi heyecanlandıran sistem alternatifi toplumsal muhalefetin politik organizasyonunu inşa çabalarının ilk defa geçmiş deneylerini olumlu tüketerek yerel dinamik ve pratiklerden beslenip aşağıdan yukarıya birlikte iş yapma deney ve birikimlerinin fikir seviyesinden proje program seviyesine yükselip hepimizin gelecek beklentilerinin gerçekleşme umudunu görünür yapan çalışmalara katkı veren katılımcıları kutluyoruz.Bu olumlu çabalara kendi pratiklerimizi paylaşarak katılırken 6 ay önceki genel kuruldan bu güne merkezi çalışmalarda da yer alan ‘barış ve adalet için sen de bir ses çıkar’ kampanyasını haftalık cumartesi açıklamaları ile yapıp genel gündemli newroz.1 mayıs,6 mayıs,roboski,8 mart,10 aralık, gibi rutin çalışmaların yanı sıra genel siyasi gündemin gereği olan çalışmaları yanında kendi yerel sorunlarımıza odaklanıp özgün çalışmalarda yaptık.
Siyaseti çözmeyip ağır bedeller ödediğimiz sorunları sorunu yaşayan halkın iradesinin belirleyiciliğinde çözmek ve gelecek beklentilerinin yönetilmesi olarak algıladığımızdan kendi yerelimizin öncelikli 2 sorununa oluşturduğumuz komisyon çalışmaları ile müdahale edip başlangıçta sistem mağduru halka ulaşma ilişkiye geçme ve HDK’yı tanıtma sorununu aşıp kentimizde toplumsal muhalefetin asıl öznesinin ve kent muhalefetinin HDK olduğunu görünür yapmaya çalıştık.1.Komisyon ülkenin en pahalı ekmeğinin satıldığı kentimizde ucuz ekmek ve halk ekmek fabrikası ihtiyacını kentin muhtelif yerlerine HDK imza stantları açarak halkımızın yoğun ilgisi ile toplanan imzaları ilgili belediyeye verdik.2.komisyonla ülkenin en verimsiz,ilkel ve en pahalı ulaşım sistemine mecbur ve mahkum olmadığımızı üstelik tren yolunun da kapatılması ile kaosa dönen kent ulaşımının kapsamlı bir çözüm raporu da üretilip halkın imza stantlarına yoğun ilgisinden sonra sadece beceriksiz yerel yöneticileri teşhir değil çözüm raporuyla ilgili belediyeye ulaştırıp asıl amacımızın halkımızın yaşadığı sorunun çözümünün de toplumsal muhalefetin asıl dinamiği HDK da olduğunu anlatmaya çalıştık.Özellikle yerel sorunlara yönelik bu çalışmalarımızla bizim gibi metropollerde egemen ideolojinin kurum ve aktörlerince yalan yanlış itibarsızlaştırıp ötekileştirilmeye çalışılan HDK hakkında ki olumsuz düşünce ve imajları birinci elden engelleyen işlevi olup taraflı tarafsız bütün kesimlerin imza kampanyalarımıza katılıp yerel basında kent muhalefeti örneği haberlerine konu olduk.
Kuşkusuz yukarıda ayrıntılı örneklediğimiz yerel özgün çabaları yaparken genel siyasi önceliklerimizi de HDK merkezi duruşunda ihmal etmemeye çalıştık.Bütün bunları yaparken pratik çalışmalarda kullandığımız yada pratik işlerin ve hayatın dayattığı geleneksel dilin dışında el yordamı ile kullandığımız halka ulaşma ilişki yöntem ve cümleleri paylaşmakla merkezin bu anlayış konusundaki eleştiri,katkısı ve görüşlerine de ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz.
Ekmek standında kullandığımız halka ulaşma ve ajitasyon yöntemi:
HDK NIN YAPTIĞI ARAŞTIRMAYA GÖRE ÜLKENİN EN PAHALI EKMEĞİNİ KOCAELİNDE BİZE YEDİRİYORLAR BU DURUMA MECBUR VE MAHKUM DEĞİLİZ BİR İMZA VERİP HALK EKMEK FABRİKASI VE UCUZ VE KALİTELİ EKMEK HAKKIMIZA SAHİP ÇIKIP YEREL YÖNETİCİLERİ ASIL GÖREVLERİNİ YAPMAYA DAVET EDEBİLİRİZ
Ulaşım standında kullandığımız halkla ilişki yöntemi
ÜLKENİN EN İLKEL VE VERİMSİZ ULAŞIM SİSTEMİ BİZDE DURAKLARDA SAATLERCE BEKLETİLİP BALIK İSTİFİ SÜRÜ MUAMELESİ GÖRMEK İSTEMİYORUZ İNSAN ONURUNA YAKIŞAN ULAŞIM BİZİMDE HAKKIMIZ BİR İMZA VERİP YÖNETİCİLERE İNSAN OLDUĞUMUZU HATIRLATABİLİRİZ.
1 Mayıs standında bildiri dağıtırken kullandığımız yöntem
EMEKÇİLER EZİLENLER SUSTUKÇA ZALİM DEVLET İKTİDAR ZÜLMÜ ARTMAKTADIR SESİMİZİ YÜKSELTMENİN TAM ZAMANI İZMİTTE 1 MAYIS KUTLANIYOR KENDİ GELECEĞİMİZİ KENDİ ELLERİMİZLE BİRLİKTE İNŞA EDEBİLİRİZ DİYEN KOCAELİ HDK İLE 1 MAYISA KATILIP DEVLET İKTİDAR SİSTEMİN BASKI VE ZÜLMÜNE MAHKUM DEĞİLİZ ARTIK BİR SEÇENEĞİMİZ H D K VAR
DİYEBİLİRİZ.
İKTİDARLAR DEĞİŞİP KADERİ HİÇ DEĞİŞMEYENLER SERMAYE DÜZENİNİN SÖMÜRGECİ RANTÇI CEBERRUT İKTİDARLARINA MECBUR VE MAHKÜM DEĞİLİZ SEÇENEĞİMİZ H D K VAR
EMEKÇİLER EZİLENLER HİÇBİR SEÇİMDE KADERİ HİÇ DEĞİŞMEYENLER DÜZENİN ESKİ YENİ ZALİM EFENDİLERİNE MECBUR VE MAHKUM DEĞİLİZ ARTIK BİR SEÇENEĞİMİZ H D K VAR
TOPLUMSAL MUHALEFETİN POLİTİK ORGANİZASYONU KOCAELİ H D K VAR (enseyi karartmayalım)
Kocaeli HDK olarak toplumsal muhalefetin politik öznesi parti ihtiyacının çalışmalarına hız verilmesini önceden kurulan partileşme komisyonunun olası baskın seçimlere şimdiden hazırlıklı olmamıza yardımcı olması görüşündeyiz.Kuşkusuz parti çalışmaları HDK çalışmalarını aksatmayacağı hatta parti çalışmasına katılmayıp HDK çalışmalarına katılan organizasyonlar olmasını da yadırgamadan çalışmaların yürütülmesi düşüncesindeyiz.E ski alışkanlıklardan kurtulup yeni yöntemleri geliştirip kurumsal işleyişleri kurumlaştırıp alternatif başarı siyasetinin kurum ve kurallarını gerçekleştirmek yapıp yapamadıklarımızı olumlu tüketip geldiğimiz yeri görebilen görünür geleceği süreç yönetim programları ile politik müdahale yapabilen politik mutfak ihtiyacı kuşkusuz çok önemli olup HDK’nın biriktirdiği özgürlükçü demokratik birikimler ve kadrolar pratiklerimizden yeterli seviyede mevcuttur.Merkezi politik süreç yönetim programına ulaşabilmek için öncelikle biz yerellerin önüne iş olarak kendi yerel programımızın üretilmesi işinin merkezden bütün yerellerin önüne süreli bir iş olarak konmalıdır.her yerelin kendi yerel süreç yönetim programını yerel sistem mağduru halkın yerel dinamiklerin sivil toplum ve ilgili bilimsel akademik tartışmaların iradesinden geçirilerek oluşacak yerel süreç yönetim programlarının bileşkesinden genel politik programa ulaşılacağı inancındayız.Mükemmel hazırlanan emek demokrasi ve özgürlük bloğu seçim programının aşağıdan yukarı hazırlanmamış olduğundan da ders çıkarıp sistemin kimlik,sınıf,cinsiyet,inanç,çevre,engelli ve ayrımcılığa uğrayan tüm sistem mağdurlarının sorunlarının çözümü ve gelecek beklentilerini görünür yapan süreç yönetim programının nasıl uygulanacağında neyin nasıl ve ne şekilde olacağının önceden kural kurum ve işleyişlerinin belli olduğu doğrudan demokratik yöntemlerin kurumlaştığı kurallarla taçlanmış politik programın ceberut sistemi değiştirip dönüştürerek hepimizi özgürleştirecek özgürlükçü politik iktidarın habercisi olacaktır.Kuşkusuz bütün iktidar,güç ve hegemonyanın sorunlu olduğunu bilip sorunsuz iktidar ve gücün asıl sahibi halka devredecek kural kurum ve işleyişleri gerçekleştirmek için politik iktidara talip olduğumuzu da söyleyebilip eski yeni iktidar efendilerinden farklı olduğumuzu da belirtmeliyiz.Tam bu noktada en önemli eksiklerimizden olan devletçi dil ve devletten talep eden geleneksel alışkanlıkları aşıp talep ettiklerimizle gelecek beklentilerimizin aslında kendi elerimizle birlikte inşa etmek istediklerimiz olduğunu unutmadan bunların toplumsal muhalefetin politik iktidarında gerçekleşebileceği gerçeğinden hareketle şimdiden kendimizi tarif ederken TOPLUMSAL MUHALEFETİN POLİTİK ORGANİZASYONU derken şimdiden GELECEĞİN İKTİDARI BİZİZ diyebilmeliyiz.
Başlangıçta fikir seviyesindeki hayallerimizin bu gün HDK seviyesinde bir organizasyona yükseltebilenlerin yukarda ki büyük hedeflere gidecek başarı siyasetini gerçekleştirebileceğinin bilinci ile özellikle son dönemde hapsedilmeye çalışılan kimlik kabuğunu aşıp başarmış siyasi özgürlükçü kürt hareketi ile sistemin sınıf ve diğer mağdurlarının birlikte iş yapmasından rahatsız olan egemen ideolojinin bütün kurumları ile HDK ya saldırması bile geldiğimiz yerin önemini göstermiştir.
Başarı siyasetinin organizasyonu kuşkusuz yeni başarı kural ve yöntemleri gerektireceğinden eskimiş komisyon alışkanlığı(emek,hukuk,eğitim komisyonu)yerine bütün organizasyonlar için
1-BİLGİ TOPLAMA VE ENVANTER
Bütün bilgilerin biriktirildiği güncellendiği en yeni teknoloji ile bütün katılımcıların hizmetine sunulduğu ve arşivlendiği bir merkezi komisyon
2-PROGRAM PROJE ÜRETİM MUTFAK
Yukarıda bilgi toplama ve envanter merkezinde biriken bütün bilgileri değerlendirecek onları üretime çevirecek üretim,proje,program ve organizasyonları yapacak komisyon
3-İLETİŞİM İLŞKİ AJİTASYON BASIN YAYIN
Yukarda üretilen program projelerin tanıtımı ajitasyonu anlatımı ve siyasetin asıl işlevi olan ilişkiyi gerçekleştirecek organizasyonu planlayıp yapan komisyon
4-ÖLÇME DEĞERLENDİRME
Süreç yönetim program ve projelerin hedeflenen zaman ve nitelikte gerçekleşip gerçekleşmediğini yapılıp yapılamayanları nedenleri ve sonuçlarıyla belli aralıkla yapılanların ölçülüp değerlendirilip geçmişini olumlu tüketip bulunduğu yeri ve gerçekliğini ve geleceğini görünür yapan çalışma komisyonu
Son olarak kendi eksiğimizden ve yetersizliklerimizden en önemlisini hem kendimize hem de hepimize önererek belki de HDK’yı nitel sıçrama yaptıracak seviyede hayati sorunumuz Müslüman inanç mağdurlarını temsil edemeyişimiz olduğunu itiraf edip bu eksikliği aşmanın yollarını aramalıyız düşüncesindeyiz.Toplumsal muhalefeti temsil ediyoruz diyebilmemiz için Müslüman kimliğiyle kendini tarif edip inancının devlet eliyle yeniden üretilmesine itirazı olup bu alanın özgürleşmesi projesinin asıl dinamiklerini HDK içinde kendilerini gerçekleştiremesek toplumsal muhalefet olamayız.HDK genelikle sol devrimci geleneklerin ağırlıkta olması bu önemli sorunun özgürleşmesi ve çözülmesi projesinin engellenmesine neden olmamalı tam tersine belki de hepimizin daha özgürleşmesine etkisi olabileceği bu kesilmede HDK birlikte iş yapabileceği düşüncesindeyiz.Kongreyi toplumsal muhalefetin politik organizasyonunu ve hepimizin gelecek beklentilerini gerçekleştirmesi dileklerimizle selamlıyoruz.
MAYIS 2012
SİNAN ODABAŞ KOCAELİ HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ İL MECLİSİ
İsmini yazamayan HDP ve kürt düşmanı anonim ben anadili lazca olan HDP liyim sen se kendini solcu sanan ırkçı şöven en devrimci öncüsün.
Sadece HDP ye sallıyorsun dikkat et arkana değmesin!!!!
HDP kurulurken HDK sürecinde Kocaeli raporunu verip kürsüden toplumsal muhalefetin politik partisinin başarabilmesi EN DEVRİMCİ ÖNCÜ anlayışını olumlu tüketmeden mümkün değildir deyince kürsüde salon buz kesti çünkü çoğunluk bizim gibi eski devrimci gelenekler bana öncü eleştirisi yapma anonim yalaka!!!önünden ye!!!!
sen kendi işine bak HDP ile yeterince uğraşan var!!!!!!bir de seninle uğraşmayalım!!!!!!işine bak!!!!!elinden geliyorsa ahada devlet-iktidar-efndi zülmünün ileri demokrasisine karşı bir şey yap elinden gelmiyorsa yapanlarla uğraşma önünden yeeeee!!!!!!!
HDP yerel dinamiklerden beslenip aşağıdan yukarıya karar süreçleri ve uygulama süreçleriyle siyaset üretip toplumsal muhalefetin politik partisi olmaya çalışan bereketli toprakların en özgürlükçü toplumsal devrimci demokratik partisidir.daha iyisini yapta seni görelim yalaka anaonim isimsiz kişiliksiz!!!!
Sorun, “ceza olmazsa suçun nasıl önleneceği” değil, yüzyıllar boyu cezanın suçu önleyemediğidir.
” [..] ben anadili lazca olan HDP liyim [..]”
Eş durumundan mi, yoksa damattan dolayi mi?
hem laz hem kürt milliyetçisi. ilginç.
Efendi devlet-iktidar yalakası Necip maalesef baltayı taşa vurdun ömrümde kürdistanı görmedim hiç bir akraba eş dost bağım yok.
Kendimi Toplumsal ekolojik kömünalist diye terif edip Moouray Bookchin ve benzerler özgürlükçü toplumsal devrimci ekolojistleri ideolojik olarak kendine yakın bulan biri bu ülkede yaşıyorsa en yakınındaki politik dinamiğin HDP olacağı çok açık kendi kentimde kurucularındanım.
Benim gibi binlerce insan var HDP de kurucu ve devam eden
siz HDP ye devlet-iktidar-efendi algısıyla bakınca görmeniz mümkün olmayıp şaşırmanız bile durumunuzu ele veriyor.
https://www.youtube.com/watch?v=Qkrl8fLhPq0
https://www.youtube.com/watch?v=QfHQG7w0kYg
https://www.youtube.com/watch?v=MBfzgLyCuqA
Zaten sınıf dusmanimi ihbar ediyorum. Sosyalist biriyle fethullahci birini ayirt etmek zor olmasa gerek. Asil mesele, ihbarciligin sinif mucadelesinin ana unsuru olmadigini gormektir. Bunun disinda, ahlaki bir yerden konuya yaklasmak sakincalidir. Ihbarciliga bel baglamiyoruz. Ancak etik ilkelerimize aykiri, toptan reddedelim demek de hatali. Bu kadar o.cocugu ceksin biraz da. .
özgürlükçü’nün yorumları çok eğlenceli. böyle devam et özgürlükçü. bizi güldürüyorsun ya, allah da seni güldürsün.
http://www.nasname.com/a/biz-berzanici-degiliz
iddiami yineliyorum, oda tv Mossad organizasyonudur, soner yalcin dan daha iyi bir Mossad propagandisti bulamazsiniz, .. kimdir kuzum bu rafael sadi??????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????
Rafael Sadi kimdir bu soruyu oda tv aydinlik ve yalcin kucuge defaatle soracagim. RAFAEL SADI kimdir, <'
ozgurlukcu etme eyleme sen eupador mithridat denen katili milli kahraman yapan yunan gizli servisi ile icli disli olmayi, ki seni Adam yerine koymazlar, devrimci olmak sanan birisin, laz felanda degilsin, pontus oldugunu saniyorsun, bir zamanlar anadoluda herkes yunanca konusuyordu, senin lazliginda pontuslugunda okadardir, cahil(in) tekisin, on yol hpis yattin bos yattin. moda n gecmek uzere
ozgurlukcu seni hic gormedim ama taniyorum, sen yoldaslarini satmayi ile. etnikci sol olmaya kalkan bir adamsin,etnik kokenni kullanarwqak, ilber ortasyli deyimiyle yaranmaci bir zayifliksin, hep oyle kalacaksin, ne ermeniler ne pontus rumlari seni adama sayacak, git firinlarinda Tabak uret.:)
Bunun Stalin Trocky Anarsizm kavgasi ile ilgisi yok Zileli, Yoldaslarini satan Adam ve kadinlarin ilk adresi HDP ilk faaliyeti eski orgutlerine sövmek oluyor, lutfen teorini ayri tut, gercekten hainlerde var, herkes Stalinizm kurbani degil. bir cogu gercekten yoldasini satan herif ve gaci lar…
Yoldaslarini satmis adamlari affeden Orgutler vardir, ama Zileli… gercekten Yoldaslarini satmis ve affedilmis adamlar bazen gercekten hain olabiliyorlar.ve ilk isleri trockistlere anarsistlere kosmak oluyor, ama … ihanet oyle bir seydir onlarada ihanet ediyorlar.. sen beni Anldin Zileli:)?
biri bana bunu aciklasin: merkezi bir orgut icinde iken en ali kiran bas kesen Adam ve kadin, avrupaya ciktiginda en liberal ve , pis merkezi orgutlerin en buyuk elestiricisi oluyor. Ulan orgutun icindeyken en Kaba Saba Adam sendin, avrupaya cikinca ilk isin orgut elestirmek oluyor ve en liberal sen sen bas roldesin …Degilmi Ozgurlukcu,? cevabi ben biliyorum ama sonra soyleyecegim…
her cenazede agliyansin, her dugunde dans eden. satamiyacagin sey yoktur, hakkini vermek lazim yuzeysel bir beceririkligin var, ama hic bir derinligin yok…sen ve senin gibilerin verdigi zarari dusman veremedi…
Inanmiyorsan Zileli ozgurlukcunun teorik ve kulturel alt yapisini yokla, uc bes genel gecer ozgurlukcu laf ve dekonstuktif milli nefretten baska bisey bulamiyacaksin.
ok Zileli nin Stalin davalarini anliyorum, ama gercekten hayatta daha kucuk olcekte daha yakin zamanda adina, hainlik diyebilecek seyler yokmu? hadi bu hainler zalimce cezalandirilmamalilari katilirim, ama neden bu hainler yoldaslarini satanlar kosa kosa Trockistlere, Anarsistere HDP ye kosuyorlar, Zileli?
pis Türkler Orta asyafdan gelip biz Anadolu kulturunu mahvettiler… ezberi turkiye solunun bilinc alti ezberidir, ama en cok ozgurlukcunun bilinc alti zavalli sucluluk duygusunun ezberidir, Pis turklerin istanbulu almasina kizar, istanbulu kimin kimden aldigini onemsemez, roma lan o… koleci roma, ha koleci roma ha osmanli?solculuga bak, avrupada gulerler adama:)
Neden Ozgürlükcü Zileli yi elestiriyor. cunki Ozgurlukcunun kapildigi ,sigindigi manastira (HDP),` ozgurluk turkuleri ` söylemek Icin Zileli de katilmisti ..ama devam ettiremedi yeteneksiz:))(serde 68 lilik var bir yere kadar dayanabildi bu rezillige demekki;:)
Tüm +% temmuz uzerine gosterdigi dusunsel ve aydin cesaretine ragmen, Zilelinin Selocan i Samimi bulmasini saflikla degerlendiremioyor bu yuzden Zileli ye guvenemiyorum, Selocanin sevimli cocukluguna Zileli kanmis olamaz, bir hesap yapmis olmali, hesap yapana guvenme?:)
baskan ocalanin gosterdigi dogrultuda akp ile cozum sureci ile lazkiye Akdeniz kurtlerin akdenize cikmasi, ne sevimli cocuk su solcu selocan.. unutulurmu bunlar. unutulmaaaaaz. lazkiyenin arap alevileri selocan i heeeec unutmuyacaklardir. ne sevimli solcu cocuk su saf Selocan:))))
bu grup yorum un eski elemanlari vardi kemal ve karisi, baktiklari yerden kan damlardi, astiklari astik kestikleri kestik, grup yorumdan bi ayrildilar. tanrim bu ne buyuk liberalizm, meger herseyi orgut yaptirmis,, hadi oradan egolarinizi tatmin ettiniz orgute yiktiriniz…
Bu grup yorumun eski kemal i ve ayrilmis karisinin ali kiran baskesenligi ile birakin grup yorumu, birakin o hareketi birakmis insanlardan,devrimciligi birakmis insanlardan yeni bir örgüt kurulur. deyecegim o dur ki, hayir kisi masum orgut suclu degildir, basbayagi kisi sucludur. orgutlenmeyi suistimal etmistir kabaca sonra ayrilmis en liberal olmustur, bir sekilde hep onde olmak istemistir ve halada oluyor, Stalinist oluyor, sonra trockist oluyor anarsist oluyor, ama hep en onde olyor.. budur…
Eğer hainlik diye bir şey varsa bunun tecessüm etmiş hali Stalin’dir.
Son derece vahim. Bakın, bunu geçmişte, 1930’larda Stalinistler, 1970’lerde aydınlıkçıylar denemiştir. Stalinistler “nerede faşist görürseniz ihbar edin” demişlerdir. Fransa’da falan Fransız polisine binlerce “faşist” ihbarı yapılmıştır. Stalinistler pragmatiktir, o anda işlerine yarıyorsa her şeyi yaparlar. Ahlaki kaygıları tartışmıyorum sizinle. Anlıyorum ki, bu tür kaygılarınız yok. Peki, sınıf mücadelesinden söz ediyorsunuz. Kime ihbar ettiğinizi de biliyor musunuz bari? İhbar ettiğiniz mekanizma en büyük sınıf düşmanı değil mi?
Sonra da tuttular faşistlerle kendileri işbirliği yaptılar, Hitler-Stalin paktından sonra. Naziler Fransa’yı işgal ettiğinde FKP yayın organı Humanite, “Direnmeyin” diye başlık attı. O dönemde de direnenleri ihbar etmişlerdir herhalde.
Büyüğünü görmediğin sürece küçüklerle uğraşmak her zaman büyüğe hizmet eder.
“ömrümde kürdistanı görmedim hiç bir akraba eş dost bağım yok.”
Anliyorum.
Tabii ki uzucu bir durum –firsatiniz olmamis anlasilan.
Firsat demisken:
Malum, Hakkarililer “il statusunden cikarilirsak, Irak’a goc ederiz” demisler.
http://www.diken.com.tr/hakkarililer-son-sozu-soyledi-kentimiz-il-statusunden-cikarilirsa-iraka-goc-ederiz/
Iste, size, hem Hakkarililerle dayanisma sergilemek, hem de (Kuzay) Irak’a goc etmek icin bulunmaz firsat.
Bu arada, umarim valideniz sag ve salimdir. Kuzey Irak’a tasindiginizda, ek bir bonus olarak, ana diliniz Lazca, baba diliniz de Kurtce olabilir.
Bu firsati kacirmayin derim ben.
hangi “ulvi” amaçla yapılırsa yapılsın her türlü ihbarı ahlâksızca bulurum.
İhbarcılığa karşı olmak RTE/AKP’yi ABD, NATO, AB ya da Rusya gibi büyük abilere [hatta bazen İran, Mısır, İsrail gibi küçük abilere] “ihbar” ederek onlardan yardım istemekle çelişmez mi peki?
Veya Esad’ın Türkiye’yi “ihbar” ederek onların yardımını almasıyla?
Yukarıda verdiğim örneklere BM’yi de ekleyebiliriz. Şu haberi görünce aklıma geldi:
Dışişleri Bakanlığı’ndan BM’ye tepki
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, BM Yüksek Komiseri Zeyd’in darbeye teşebbüs edenleri kınamak yerine ‘sempati duymadığını’ ifade etmekle yetinmesine tepki gösterdi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad El Hüseyin’in, Türkiye’deki darbe girişimine yönelik açıklamalarına ilişkin, “Yüksek Komiser Zeyd’in kanlı darbeye teşebbüs eden teröristleri kınamak yerine ‘sempati duymadığını’ ifade etmekle yetinmesi evrensel insan haklarının koruyucusu konumundaki bir BM yetkilisi açısından en hafif ifadeyle talihsiz bir beyandır.” değerlendirmesinde bulundu.
Bilgiç, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Hüseyin’in Türkiye’ye ilişkin Reuters’e verdiği mülakat hakkındaki bir soruya yazılı açıklamayla yanıt verdi.
Yüksek Komiser Hüseyin’in, 10 Ağustos’ta verdiği mülakatta, Türkiye’de 15 Temmuz’da Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) darbe girişimine ilişkin dile getirdiği hususların esefle karşılandığını belirten Bilgiç, şunları kaydetti:
“Yüksek Komiser Zeyd’in kanlı darbeye teşebbüs eden teröristleri kınamak yerine ‘sempati duymadığını’ ifade etmekle yetinmesi evrensel insan haklarının koruyucusu konumundaki bir BM yetkilisi açısından en hafif ifadeyle talihsiz bir beyandır. Yüksek Komiser Zeyd’in BM ile insan hakları alanında sıkı işbirliği içindeki bir ülkeye, belli çevrelerin iddialarına ve varsayımlara dayanan suçlamalarda bulunması ve bunu ‘intikam hevesi gibi’ benzetmelerle nitelendirmesi hiçbir şekilde kabul edilemez nitelik taşımakta olup, BM kurucu ilkeleri ve değerleriyle bağdaşmadığı da açıktır.”
Türkiye’de vuku bulan kanlı terörist darbe girişiminin ardından alınan tüm tedbirlerde temel hak ve özgürlüklerin, hukuk devleti ilkelerinin ve uluslararası yükümlülüklerin gözetildiğinin herkesin malumu olduğunu kaydeden Bilgiç, Hüseyin’e Türkiye’yi ziyaret etmesi için çeşitli kereler yinelenen davetin baki olduğunu ifade etti.
Bilgiç, Türkiye’nin uluslararası camianın sorumlu bir üyesi olarak, BM ile yapıcı diyaloğa dayalı kapsamlı işbirliğini her zaman olduğu gibi sürdüreceğini belirtti.
http://www.hurriyet.com.tr/disisleri-bakanligindan-bmye-tepki-40192085
Yalnız 45 no’ya katılmakla beraber bir yerde itirazım var, unutmadan ekleyeyim.
Osmanlı-Bizans devletleri büyük oranda devşirmelerden, yabancı milletlerden yöneticilere ve askerlere dayandığı için Osmanlı’yı “Türk”, Bizans’ı “Rum” saymak da çok doğru olmasa gerek.
Osmanlı’da bu sürecin başlangıcı kuruluş dönemine değin uzanır üstelik. Yukarıdaki linkte de buna dikkat çekmiş:
Devlet yönetiminde aslen Türk olmayan unsurlardan yararlanma eğilimi, genel kanının aksine, Fatih’le başlamış değildir. Osman Gazi’nin yakın mücadele arkadaşı olan Köse Mihal, Bilecik yakınında bir kalenin tekfuru (derebeyi) iken ihtida etmiş bir Bizans soylusudur. Onun soyundan gelen Mihaloğulları Rumeli fethine katılmış, karşılığında kendilerine Bulgaristan’da geniş araziler ve akıncılık payesi verilmiştir. Ailenin çeşitli kolları halen İstanbul ve Amasya’da yaşamaktadır. Rumeli fatihi Evrenos Paşa da aslen bir Bizans soylusudur (kimi kaynaklara göre Bizans’ın son Bursa valisi iken Osmanlı tarafına geçmiştir). Evrenosoğulları yüzyıllarca Vardar Yenice’sinde toprak ve mansıp sahibi olduktan sonra, 19.cu yüzyılın milliyetçilik keşmekeşinde yurtlarını terkedip muhacir olarak Türkiye’ye dönmek zorunda kalmışlardır.
Burada bireylerin tutumu üzerinde duruyoruz. etik de zaten bireyle ilgili bir durumdur. Büyük güçler (ya da canavarlar) arasındaki ilişkiler sadece reelpolitik alanıyla ilgilidir.
Bu konudaki tutumumu soruyorsanız (bunun ihbarla bir ilgisi yoktur) söyleyeyim: ABD ve Avrupa’nın AKP iktidarı üzerindeki demokrasi baskısını olumlu bulurum.
“Osmanlı-Bizans devletleri büyük oranda devşirmelerden, yabancı milletlerden yöneticilere ve askerlere dayandığı için Osmanlı’yı ‘Türk’, Bizans’ı ‘Rum’ saymak da çok doğru olmasa gerek.”
Benim de bu tasnife itirazim olacak.
Istihdam edilen kisilerin etnisitesi tayin edici degildir.
Bilhassa imparatorluklarda, ismi veren kurucu unsurun etrafinda bir araya gelmis olan turlu cesitli etnisiteler gorulur.
Yine de, Osmanli’nin ‘Turk’ sayilip sayilmamasi konusunda, baska cok sayidaki kaynagin yanisira, suna da atifta bulunabiliriz:
https://en.wikipedia.org/wiki/Loukas_Notaras
“I would rather see a Turkish turban in the midst of the City (i.e., Constantinople) than the Latin mitre.”
veya (Turkcesi)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Lukas_Notaras
“Konstantinopolis’te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim”
[Ipucu: Osmanli Devleti’nin tebasinin kusandigi sariktan bahsediliyor ve ‘Turk’ diyerek atifta bulunuluyor.]
Ayrica, bir de su vardir konunun:
‘Irk’ kavraminin (o gunku degil de) bugunku anlamindan yola cikarak, “Osmanlı’yı ‘Türk’, Bizans’ı ‘Rum’ say”MAmak da bir tur ‘irkcilik’ sayilmamali midir sorusu da mesrudur.
Sayın zileli yukarda Necip yalaması anadili lazca moğti laz olan birine kürdistana iltica ette baba dilin kürtçe olsun diye küfreden … (admin) yorumu yorum bizim kaç yorumumuz küfür diye yayımlanmadı???
Sitede yukarda sıralı anonim aynı kişi hdp kürt düşmanı özgürlükçü hainmiş yok yurdışına gitmiş arkadaşlarını satmış bilmeden tanımadan pontusmuş … (admin) sen polismisin muhbirmisi
Hepsi yanlış artvinde rizede moğti lazları duymadınmı???? … (admin) kazim koyuncu pontusmu????kaldiki Pontus olanlar senden aşağımı … (admin) ırkçı şöven faşist sen kimsin ülen biz adam gibi videomuzuda adımızıda gizlemeden yayımladık sen bilmeden eski ezberinle kime hakaret ediyorsun faşist (admin)
senin neren solcu seningibi olacaksam solcu değilim!!!! (admin) ezilen ulusun hakkını hukukunu dilini kimliğini inkar edip aşağılayan solcu gördünüzmü faşist yalaka
İnsan olabilsen bunca yıldır zülme uğrayan halkı bir gram saygın olurdu.
Bunca zülüm eziyetin altında senin gibi (admin) bile hakkı hukuku için ağır bedeller ödeyen bir halka bu aşağılamaları ancak senin gibi faşistler yapar siz insan bile olamazsınız
Zileli adminden araştır yukarda 38 den 50 ye kadar anonim yorumu kimmiş??
Zileli sana sormuş özgürlükçünün kültürel alt yapısını araştırmanı istemiş üst öncü kültürlü faşist anonim iyisi sen onu araştır benim ismim sitede var o kimmiş bilelim???
Sitede bunlar polis ihbarcı mit it ler türedi ırkçılık yapıyorlar dikkat et zileli????
Necip efendi benim yorumlarımda yaşadığım kentten kendimle ilgili videolar açıktır ismim bilinen isimdir merak ettiysen ana dilimi görüşürüz öğrenirsin!
Sana öyle bir baba dili yaparımki hiç unutamazsın (admin) ???????bu topraklarda binlerce yıl geçmişi olan LAZ kolkida günümüzde moğti dili konuşan lazlar a hakaret edemzsin ölmüşlerimizi anamazsın????dilini düzelt dilinden olursun??????
O açıdan bakarsak elbette öyle ama ogünkü anlayışla bugünkü arasında pek fark olduğu söylenemez. Yani Türk=Müslüman, Rum=Ortodoks anlayışı TC ve Yunanistan ulus-devletlerinde devam ediyor. Vatandaşlık ve nüfus mübadeleleri buna göre belirlenmişti. Örneğin, kökenleri tartışmalı olsa da anadilleri Türkçe olan Ortodoks Karamanlılar, aynı şekilde anadilleri Rumca olan, en azından kısmen Rum kökenli olan Müslümanlar da mübadeleye dahil edildi. Hatta Ermenice konuşan Ortodoksların Rum sayılıp Yunanistan’a gönderildiğini okumuştum.
“O açıdan bakarsak elbette öyle ama ogünkü anlayışla bugünkü arasında pek fark olduğu söylenemez.”
Fark, hem var hem de yok.
O devirlerde, insanlar (cogunlukla) inanclari cinsinden (biraz da konustuklari dil cinsinden) tasnif ediliyordular.
Simdilerde ise, ‘etnisite’ kavrami ‘irk’ bazinda tanimlaniyor.
‘Tanimlaniyor’ diyorum; ama, dikkatle bakinca, ortada ‘tanim’ filan yok; cunku, ‘irk’ dedigimiz sey cok daha muglak bir kavram.
Bu da, bizi, sisyaet ve sosyolojideki ‘moda’lara getirir. Hic alakasi olmayan, ayaklari yere basmayan, uyduruk oldugu asikar olan kavramlar uzerinden ‘bilimsel’ gakguklar ederler.
“Yani Türk=Müslüman, Rum=Ortodoks anlayışı TC ve Yunanistan ulus-devletlerinde devam ediyor. Vatandaşlık ve nüfus mübadeleleri buna göre belirlenmişti.”
Dogru. Ve, bu yuzden de –sizin de isaret ettiginiz uzere– kimbilir ne kadar adaletsiz uygulamalara yol acildi.
O konu oyle de, bir de su tarafi var: Mubadele surecinde, aslinda, kimin tam olarak kimlerden oldugundan maada, kimler kimleri (potansiyel ya da gercek) ‘dusman’ saydigina isaret ediyor.
Taraflar, (potansiyel ya da gercek) ‘dusman’ saydiklarindan kurtulmaga calismsitir.
Tek teselli, bu ‘kurtulmak’ isini katletmek yoluyla yapmayislaridir.
[Bu yorumu daha once gonderdim. ‘503 Service Unavailable’ dedi. Mukerrer olabilir.]
“benim yorumlarımda yaşadığım kentten kendimle ilgili videolar açıktır ismim bilinen isimdir merak ettiysen ana dilimi görüşürüz öğrenirsin!”
Antropolog olsaydim, ilginc bir ‘specimen’ olarak alakami –belki– cekebilirdiniz; ama, degilim.
Dolayisi ile, sizi, hic –ama, hic– merak etmiyorum.
Ayrica, ana dilinizin ne oldugunu da soylediniz zaten; eger butun ilgincliginizin o oldugunu dusunuyorsaniz, o da bitti.
“bu topraklarda binlerce yıl geçmişi olan LAZ kolkida günümüzde moğti dili konuşan lazlar a hakaret edemzsin ölmüşlerimizi anamazsın????”
Butun Lazlarin sizinle gurur duyuyor olduklarini dusunMEmemiz icin bazi sebepler var gibi geliyor bana.
Ote yandan, ölmus Lazlara yonelik kategorik anlamda ve tahkir edici bir sey soylemedim; cok olsa, benim soylediklerim, sizi, –benim tahmin etmedigim bir sebeple– gocundurmus olabilir. Bilemem.
“dilini düzelt dilinden olursun??????”
Daha once, yaptiginizin lumpenlik oldugunu soylemistim.
Belli ki, abartmis, iltifat etmisim.
Geri aliyorum.
Daha uygun ve buraya da yazilabilcek bir sifat icin biraz dusunmem lazim.
yorumumda sakıncalı bulunup (admin) geçen yerlere isteyen kendi sinkafı ile doldurup yorumlayabilir ki o sinkaflar sitede son dönemde zuhur eden devlet-iktidar-efendi güzellemesi yapıp kendini bir mok sananlara az bile
54 ve 58 no’daki anonimim, sanırım benim de önceki bir yorumum gelmemiş ama önemli değil. Sadece 45’e katıldığımı söyleyip bir linkten alıntı yapmıştım.
“çürük tahta çivi tutmaz”
söylediğiniz öyle gerçek bir söz ki insanın diyecek hiçbir şeyi kalmıyor
saygılar abime
“Sorun, ‘ceza olmazsa suçun nasıl önleneceği’ değil, yüzyıllar boyu cezanın suçu önleyemediğidir.”
Belki… Ama yine de adalet duygumuza hitap eden bir yanı yok mu cezanın? Öyle insanlar var ki ceza almayacağını bilse sürekli en aşağılık suçları işlemekten geri kalmazlar. Bunları engellemek ve caydırmak için cezalandırmak gerekmez mi? Aksi takdirde nasıl bir önlem düşünüyorsunuz? Mağdurların adalet ve güven duygusunu nasıl korumayı öneriyorsunuz?
“Tanrı korkusu” da benzer bir gerekçeyle savunulur. “Tanrı korkuu” olmasa insanların suça yöneleceği iddia edilir. Ne var ki”Tanrı korkusu” suçu engellemez, tersine suçun temelini oluşturur. Bugün mağdurların adalet ve güven duygusu var mıdır? Bence yoktur, hiç yoktur. Her türlü cezaya rağmen. Öyle olsa, şeriatın en ağır kısasa kısas ceza mantığının uygulandığı ülkelerde mağdurların adalet ve güven duygusu tatmin olurdu. Sonuç olarak. bu işin çaresi ceza değil, gerçek adalettir. Gerçek adalet sosyal eşitlikle sağlanır. Dolayısıyla suç işleyenlerin de mağdurların da sayısı bu sayede azalır. İntikam yerine gerçek adalet böyle gerçekleşir. intikam duygusu ilkel bir duygudur ve erdemi ortadan kaldırır. Her şeye rağmen elbette tatmin olmamış mağdurlar yine olacaktır. intikamcı bir şiddet toplumu mu daha iyidir, yoksa bazı mağdurların adalet duygusunun yeterince tatmin edilemediği barışçı bir toplum mu?
Elbette sizin dediğiniz daha iyidir. Ama bunun hayata geçirilmesi biraz ütopik kalıyor. Üstelik siz de belirtmişsiniz; “Gerçek adalet sosyal eşitlikle sağlanır. Dolayısıyla suç işleyenlerin de mağdurların da sayısı bu sayede azalır.” diye. Yani tamamen ortadan kalkmayacağını, ama azalacağını söylemişsiniz.
Üstelik biz sosyal eşitliğin sağlanamadığı, tam aksine, sosyal uçurumun giderek belirginleştiği bugünki koşullardan söz ediyoruz.
Bugünki koşullarda ceza yine de olmamalı mı? Gelecekte ceza, tıpkı ilkel komünal toplumlarda olduğu gibi kendi toplumundan tecrit edilmesi şeklinde naif ve insancıl biçimlerde olabilir belki. Ama bugünki toplumda ceza ortadan kalkamaz. Kalkarsa toplum dağılır ve kaosa sürüklenir.
Materyalist, mevcut maddî koşulların belirleyiciliğini gören ve uygulayan kişidir. Bugün gerekliyse kalmak zorundadır.
Hakaretlerden arındırarak mesajınızı yeniden gönderin. Admin.
“Ama bunun hayata geçirilmesi biraz ütopik kalıyor.”
‘Anarsizm’in utopik olmayan bir hali (turu/sekli) mumkun degil ki.
Yani, pratik anlamda mumkun degil; cunku, Anarsizmin tek degismezi ‘otoriteye karsitlik’tir.
Bu yuzden de, iki Anarsist yanyana gel(ebil)se bile, birkac adim sonrasinda yollarinin ayrilmasi mukadderdir.
Rivayet olunur ki, Anarsist toplum –eger oyle bir mahluktan bahsedilebilirse– insanligin ‘avci-toplayici’ evrelerinde kisa bir zaman araliginda gorulmus; bir daha da gorulmemistir.
Fakat, hey gidi gunler; ne gunlerdi o gunler 😉
Bildiğim kadarıyla “anarşist toplum” diye bir şey yoktur ve olmayacaktır da. İnsanlığın geçmişinde devletsiz toplumlar vardı. Gelecekte ise, muhtemelen yine devletsiz, özyönetimli toplumlar olacaktır. “Ütopik” kavramı olmayacak anlamında kullanılıyorsa anarşizm gerçekleşmeyecek bir şey değildir. Eşitlik ve özgürlüğün gerçekleştiği yerde anarşizm gerçekleşmiş demektir.
sözünü ettiğiniz dönem hiç de kısa değildir.
“sözünü ettiğiniz dönem hiç de kısa değildir.”
Donem yeterince uzundu tabii ki. Fakat, Anarsizm, heyhat, kisa surmustur.
Isin ilginc tarafi, ‘Anarsizm’in insanlik tarihinin taa baslarinda ve kisa bir zaman icin uygulanabilmis oldugunu kabul etmek, Anarsistleri en iflah olmaz murteciler olarak nitelendirmemizi zorunlu kilar.
özküfürlükçü -pardon özgürlükçü
Biraz sakinleş, sinirlerine hakim ol. Hiçbir şey için bu kadar sinirlenmeye değmez.
Eğer bu yorumumu sakin bir şekilde yanıtlayabilirsen yanıldığımı kabul edip senden özür dileyeceğim, söz.
Ben de birçok yerde kendisiyle ters düşsem de Necip’in bu sakinliği takdire şayan. Görüşlerine karşı olsak bile bu konuda onu örnek alabiliriz.
ne hakareti ülen ordakı asıl hakaret necip efendinin ana dili baba dili hakaretidir admin yoksa sitenin adminini necipemi devrettiniz????
Kamufle edilmiş küfürler içeren mesajlar yayınlanmıyor. Admin.
“ana dili baba dili hakaretidir”
Kalbi HDP icin carpan birisinin Kurtlere yonelik bu denli onyargili olmasi hem ziyadesiyle beklenmedik hem de uzucu.
Ben, sizin, Kuzey Irak’a avdetinizde, Kurtler sizi sahiplenirler, sizi evlatlik edinirler anlaminda ‘baba dili’ demistim.
Simdi biraz daha dusununce, yanlis etmis oldugumu goruyorum.
Kuzey Irak, zor gunler yasiyor. Bir yolunu bulup yaralarinin sarilmasi, hizli bir sekilde kalkinmasi gerekiyor.
Yani, pozitif katkisi olacak turden kaliteli adamlara ihtiyaci var.
O bakimdan, sizin gitmenizi onerisim yanlis oldu.
Siz gitmeyin.
“Eşitlik ve özgürlüğün…”
Bu iki kelime arasında “özgürlük”, eyvallah, şahsınızla hemfikirim.
Fakat “eşitlik”te biraz (aslında; epey) maraz var gibi gözüküyor.
“Özgürlük” kelimesini tek başına kullanmak niçin kimsenin işine gelmiyor?
Örneğin,
Özgürlükçü-demokrasi…
Özgürlükçü-laik (secular) toplum…
Özgürlükçü-muhafazakârlık… (Artık, neyi/neleri muhafaza edip, neyi/neleri özgür sayıyorlarsa??? Cevap veremeyip, bön bön bakarlar herhâlde…)
Özgürlükçü-anarşizm…
Özgürlükçü-komünalizm…
Çoğaltabiliriz bu eklemlileri.
Eşitlik çok, hem de haddinden çok, genel bir tabir değil mi?
Demek ki, bir “eşik” veya “eşikler” var ki, diğerlerini buna (bunlara) eşitlemeye uğraşmak/hayal etmek gibi bir düşünüş var. Peki, nerede kalıyor o zaman “özgürlük”?
“Eşitlik” gibi, hudutlarını kestirmek epey meşakkatli bir kelimeyi sık sık kullanmak yerine, “adil”, “hakkaniyetli” gibi lâfı daha gediğine oturtan kelimeleri kullansak daha iyi yapmış olmaz mıyız?
Örneğin, “insanlar”ı baz alırsak. Bütün bu insanları birbirine eşitlemek gibi, yel değirmenleri üzerine üzerine koşmaktansa, insanlara “adil”ce, “hakkaniyet”le yaklaşıyor olmak daya iyi değil mi, “liyakat”a önem versek olmaz mı?
“Tanrı korkusu” da benzer bir gerekçeyle savunulur. “Tanrı korkuu” olmasa insanların suça yöneleceği iddia edilir. Ne var ki”Tanrı korkusu” suçu engellemez, tersine suçun temelini oluşturur. Bugün mağdurların adalet ve güven duygusu var mıdır? Bence yoktur, hiç yoktur. Her türlü cezaya rağmen. Öyle olsa, şeriatın en ağır kısasa kısas ceza mantığının uygulandığı ülkelerde mağdurların adalet ve güven duygusu tatmin olurdu. Sonuç olarak. bu işin çaresi ceza değil, gerçek adalettir. Gerçek adalet sosyal eşitlikle sağlanır. Dolayısıyla suç işleyenlerin de mağdurların da sayısı bu sayede azalır. İntikam yerine gerçek adalet böyle gerçekleşir. intikam duygusu ilkel bir duygudur ve erdemi ortadan kaldırır. Her şeye rağmen elbette tatmin olmamış mağdurlar yine olacaktır. intikamcı bir şiddet toplumu mu daha iyidir, yoksa bazı mağdurların adalet duygusunun yeterince tatmin edilemediği barışçı bir toplum mu?
Cevabınıza katılmamak mümkün değil Gün bey. “Tanrı korkusu” ile sözünüze başlamanız yerinde bir başlangıç olmuş. Tıpkı, hayatta devasa bir “Superman” endüstrisinin olup, Superman’ın bizzat kendisinin bir hayal ürünü olmasından mülhem: Çizgi romanları var, oyuncakları var, TV dizileri var, kıyafetleri, t-shirt’leri var, filmleri var, …, ama Superman diye bir şey yok.
“Tanrı” denen şey de aynı Superman endüstrisi gibi kendi endüstrisine sahip: “Kutsal” kitapları var, “kutsal” peygamberleri var, ibadet mekânları var, binyıllara yayılan “dinler arası / dinlerin körüklediği savaşlar” var, mezhepler var, ritüeller var, …, ama “Tanrı”nın bizzat kendisi yok.
Neyse…
Meramıma geleyim:
“Gerçek adalet” ve “sosyal eşitlik” tabirlerinizin etrafına yazmışsınız onlarca kelimenizi. Sözümün özü: Sırf bu tabirleri yazmış olmak için uzatmışsınız, yine de havada kalmış tabirleriniz.
Ne demek istediğinizi, tabirlerinizle nelere işaret etmek istediklerinizi daha açık yazar mısınız? Bir önceki sorumda, “eşitlik” hususunda da belirttiğim üzere, haddinden çok genel tabirler bunlar. İlk okuyuşta, görüşte, duyuşta içi dolu gibi gözüküyor tabirlerinizin, ama sonra, saman alevi gibi sönüyor.
ne kamuflaş küfürü sansürün dik alası!!!!!
Zileli görsün yorumu?????
Necipi örnek alabilirsin kılavuzu karga olanın burnu moktan çıkmaz!!!!
İyisimi siteyi Necipe devredin zaten admin sansürünü o yapıyor bu şekilde direk efendiye yanaştığınızı gizlemiş kamufle etmiş olursunuz aynı aydınlıkçılar gibi şimdilik Necipgillerle işi yürütün işler olgunlaşınca diktatör egemen efendinin hizmetine girersiniz.HDP kadar kafanıza taş düşsün!!!!
HDP nin çeyreği anarşizm sizde yok!!!!
Anarşizmi kirletmeyin yanından geçemezsiniz?????
Necip ırkçı faşist efendi yalakası benim kalitem yetersiz çok düşük iyisimi en önde en yüksek kibir kalite sende olduğuna göre ihtiyaç duyulan yerlere sen gidebilirsin tabiki efendin izin verirse aslında senin ipini efendin illaki bir yere bağlamış olması gerek sen ipi koparıp bu sitede kaliteni düşürüyorsun?????
Virgilius’un “Aeneid” destanında tanrıça Juno, “Flectere si nequeosuperos, Acherontamovebo” diye, yani mealen, “eğer cennetin ya da tanrıların kararını değiştiremezsem ben de Acheron’u, yani cehennemi ayağa kaldırırım”, diye seslenir. (“Acheron”, ölüler diyarını, yaşayanlar diyarından ayıran nehirdir.)
Tarih, tanrıların, daha doğrusu hâkim sınıfların bir kanadının iktidar mücadelesinde yeryüzünün lanetlilerini sokağa döktüğü örneklerle doludur.
Mülk sahibi sınıfların bir fraksiyonu, bazen öyle sıkışır ki, geniş kitleleri kendi mücadelesinde seferber etmek durumunda kalır. Muarızlarını defetmek adına alt sınıfları, kimi taviz ya da vaatlerle ayaklandırır, sokağı kendi yanında ve belirleyiciliğinde iktidar mücadelesine katar.
Ancak “Acheron”, egemenler için riskli bir karttır. Kitleler bir kez siyasal mücadelenin merkezinde yer aldıktan sonra evlinin evine köylünün köyüne gönderilmesi kolay olmayabilir. Muktedirlerin işini gördükten sonra aşağıdakilerin sahnede kalmakta ısrar etmesi ve “yukarıdakilerin” kontrolünden çıkması gibi bir tehlike söz konusudur. Bu ihtimal dolayısıyla egemenler açısından cehennemde lanetlenmiş olanları ayağa kaldırmak ancak “son çare” olarak gündeme gelebilecek tehlikeli bir kozdur. Engels’in zamanın Fransız liberallerini eleştirirken “flectere si nequeosuperos, Acherontamovebo onların işi değil… Onlar proleter Acheron’dan deli gibi korkuyorlar”, demesi bundandır.
Askeri darbe teşebbüsü karşısında Erdoğan, “Acheron”u, yani kitleleri, bir nevi “son çare” olarak sokağa çağırdı.
Mesele sadece darbenin geri püskürtülmesi değildi.
Başarısız darbenin tetiklediği devlet içi tasfiye ve temizlik harekâtının yol açacağı “kurumsuzlaşma” ve büyük karmaşanın sokakla telafi edilmesi asıl gayeydi. Böylece sokak, devlet kurumlarındaki kırılganlığın bir ikâmesi olarak devreye sokuldu. Amaçlanan, yenik askeri darbeyi bir “kendi kendine darbenin” mazereti kılmanın, yani devletin kurumsal mimarisini baştan aşağı yeniden yapılandırmanın “yukarıda” yaratacağı sarsıntıları “aşağıda” soğurmak, tasfiyelere, sokakta yapılan plebisitler aracılığıyla meşruiyet halesi sağlamaktı.
Sokak harekete geçmişken, onu, muktedirlerin yolundan çıkartacak soldan bir müdahaleyse neredeyse imkânsızdı.
Son bir yılda iktidarın ardı ardına vurduğu darbeler, toplumsal muhalefeti darmadağın etmişti. Ancak “tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zarurî neticesi bu”, deyip geçmemeli. Çünkü vahim olan, solun ekseriyetinin, 15 Temmuz’dan sonraki bu sokak seferberliğini bir faşist tedhiş hareketi olarak değerlendirerek darbe sonrasındaki ilk günlerde adeta kolektif bir panik atak geçirmesiydi. 2001 yılındaki esnaf eylemlerini andırır bir havaydı bu. O zamanın solundaki “ne olacağına bugün bu haliyle sokak karar verecekse, bu karar faşizmin bir ortalaması olacak” tespitleri, Kabakçı Mustafa ve Patrona Halil isyanı anıştırmaları, bugünün yeni “Roma yürüyüşü” ya da 31 Mart olayı benzetmelerinde yankı buldu.
Koşullar çok farklı elbette; ancak o zamandan bugüne solun, kendi dar etki alanı dışında harekete geçen kitleler karşısında ilk tepkisinin “kara kalabalıklar” korkusu olması düşündürücü. Üstelik de neoliberal kapitalizm devrinin proletaryası 19. yüzyıl başının “kara kalabalıklarına” gerçekten benzemeye başlamışken. Yanlış anlama olmasın diye yinelemeli: “Parti-devlet aygıtı”nca önü açılan bu kitle hareketinin politik mahiyetini değiştirmek kolay iş değildi. Hâkim slogan ve semboller, demokrasinin sokaktakilerin önemli bölümünce bir “şefçi-çoğunlukçu hâkim parti rejimi” olarak anlaşılması, “faşizan” denebilecek unsurların varlığı vs. ciddi engellerdi. Ancak solun genelinde bu engellerin aşılması gereğine dair bir niyet beyanının dahi olmayışı, tersine “ilk refleks”in dehşet olması ciddi bir sorun.
Sorunu sorularla açalım:
Çelişkili bir bilinçle ve yanlış bir liderlik altında sokağa çıkan kitlelerin çarpıtılmış da olsa kendi mücadele deneyimlerine bigane kalmak, zor da olsa, küçük de olsa deneyimlerle ilişkilenmeyi dert etmemek, AKP’nin muhafazakâr popülizminin dayattığı kültürel bariyerler ardında kalmayı kabullenmek anlamına gelmiyor mu?
Tıkıldığımız “mahallenin” sınırlarını aşmak konusunda inisiyatif göstermemek, sınıfsal muhtevası muğlak bir “ilericilik-gericilik dikotomisi”ne teslim olmak anlamına gelmiyor mu?
Türkiye bir Venezuela ya da Yunanistan değil, yani mevcut siyasal kutuplaşmanın açık bir sınıf içeriği yok. “Erdoğanizm”, nasıl birlik olması gerekenleri (emekçileri) bölüyor, ayrı olması gerekenleri (emekçileri ve sermaye) birleştiriyorsa, sade suya tirit, Erdoğan karşıtlığı da ister istemez aynısını yapıyor. Böylece “Gezi” gibi muazzam bir toplumsal kabarışı dahi tecrit eden, onu belli bir “mahalleye” ister-istemez sıkıştıran saflaşma kalıcılaşıyor.
Sonuçta, solun ona dayatılan sınırları aşmaya dönük hamlelerden (“objektif” olduğu kadar “subjektif” nedenlerle de) uzak olması, sağ popülizm varyantlarının rahatça at koşturabileceği bir boşluk anlamına geliyor. Erdoğan kitle hareketini rahatlıkla kontrol ediyor, popüler sınıfları, otantik temsilcisi ve yegâne sözcüsü olduğunu iddia ettiği kurgusal bir milletin, “aziz milletinin” çatısı altında birleştiriyor. Ona semboller, ritüeller, düşmanlar, uğruna mücadele edilecek hedefler, mitler sunuyor. “Dahili ve harici bedhahlara” dair süreklileşmiş tehdit algısı ve buna uyarlı teyakkuz hali, bu popülist çağrıyı diri tutuyor. Böylece “vox populi”, yani halkın, “milletin” sesi, “vox Erdoğan”, Erdoğan’ın sesi halini alıyor.
Erdoğan’ın, halkın kendi kendini örgütleme ve eyleyebilme kudretini çalan, çarpıtan, onu kendi karşıtına dönüştüren bu kurgusal milletine çomak sokabilmenin yoluysa demokrasiyi liberal demokratik düzenin yasal ve kurumsal çerçevesinin hâkim kılınmasından geçmiyor.
Yani, mevcut haliyle parlamenter nizamın savunusu, kuvvetler ayrılığı vurguları, “demokrasinin farklı düşüncelere saygı” anlamına geldiği argümanları çare değil.
Sosyalist sol, siyaseti, ezilenlerin kendi kaderlerine egemen olma mücadelesinin bir parçası olarak inşa edebildiği oranda demokrasiyi bir kitlesel talep haline getirebilir. Bunun için sol, demokrasiye, 19. yüzyılın başının liberallerinin verdiği pejoratif anlamı (elbette tersinden) yeniden verebilmeli. Buna göre demokrasi, bir nevi “halkın diktatörlüğü” ya da “halk despotizmidir”.
Halkın kendi iradesini, toplumu yönetme misyonunu taşıdığı öne sürülen üst sınıfların iradesine zorla dayatmasıdır. Aşağıdakilerin kendi kaderlerine egemen olacak, kendi çıkar ve istemlerini yukarıdakilere dayatacak şekilde siyasal, toplumsal ve kültürel olarak güçlenmeleridir.
Geçmiş on yılların liberal konsensüsü tüm dünyada dağılır, küresel “Weimar Cumhuriyeti” çözülürken, darbelerin de diktaların da panzehiri, liberal-parlamenter demokrasi savunusu değil, ancak şu yukarıdaki anlamda “halkın despotizmi” olabilir. Ezilenlerin sınıfsızlaştırılmış, muhayyel bir “aziz millet” kalıbına tıkılarak güçsüzleştirilmesine, araçsallaştırılmasına karşı durabilmenin tek yolu bu. Zira darbeleri de diktaları da mümkün hale getiren, ezilenleri bir sınıf olarak davranamaz, eyleyemez kılan mevcut toplumsal-sınıfsal güç dengeleri. O dengeler, alttakiler lehine değişmedikçe aynı yerde debelenmeye devam edeceğiz.
Daha sade bir dille:
“Liberal-demokrasi savunusu”ndan kopmak, dayatılmış kültürel bariyerleri, “mahalle” sınırlarını aşmaya dönük her fırsattan istifade etmek, sınıfsal içeriği muğlak kültürel blokları değil, sınıf tarafgirliğini esas almak gerek. Bunun için de solu temellerinden yeniden kurmak.
Bugün olmayacak, yarın olmayacak, hemen olmayacak, kolay hiç olmayacak. Ancak daha fazla vakit kaybetmemek, yola düşmek gerek…
Foti Benlisoy
14 Ağustos
“Başlangıç” dergi
“Tankların önüne seçkinler yatmadı”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, darbe girişiminde bulunanlara yürütülen soruşturma ile ilgili açıklama yaptı: “Türkiye bir hukuk devletidir ve böyle kalmaya devam edecektir. Darbecilere karşı mücadele ilk andan itibaren hukuk devleti sınırları içinde yürütülmüştür. Soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar tamamen hukuk kuralları içinde yürütülmüştür ve yürütülmeye devam edilmektedir.” [Böyle kaba yalancılara söylenen bir laf vardır; at yalanı – gerisini biliyorsunuz]
Erdoğan ayrıca, “Türkiye’nin yıllarca yalanla, hamasetle, boş sözle ülkesine sahip çıktığını söyleyenlerin istismarına maruz kaldığını görüyoruz. 15 Temmuz gecesi bunların hiç biri ortada yoktu. Tankların karşısına dikilenler bu seçkinler değil ülkenin ortalama vatandaşıydı” dedi. [Ortalama vatandaş dediği Türk-İslamcı güruhun demokrasiyi ezme açısından o tanklardan ne farkı var? “Seçkin” diye küçümsediği kişilerin bir kısmı onlardan kat kat demokrat değil mi? Yanlış anlaşılmasın diye bir kısmı dedim yoksa bazı seçkinlerin -örneğin Yozdil- o güruhtan farkı yok]
http://www.hurriyet.com.tr/erdogandan-darbecilerle-ilgili-aciklama-40196525
“Putin Rusya’dır: Putin olmazsa Rusya olmaz.” Kremlin sözcüsü Volodin, Kırım’ın ilhakının, Rusların başkanlarıyla olan ilişkisini nasıl değiştirdiğini böyle ortaya koyuyor.
Gerçekten de Kırım “zaferinin” Putin’in gündelik siyasetin üzerine çıkıp adeta “ulusun babası” haline gelmesine neden olduğu söylenebilir. Rusya radikal solundan Budraitskis, bu durumu ironiyle özetliyor: “Ruslar, liberal veya milliyetçi olabilirler, iktisadi müdahaleciliği veya serbest pazarı destekleyebilirler, hattâ hükümeti sevmeyebilirler. Fakat, Putin’e muhalif olmak, Rusya’nın kendisine muhalif olmaktır. Putin-Kırım-Rusya bağlantısı her türlü ihtilafın üzerindedir. Aynı fikirde olmayanlar en basit ifadeyle siyasal yelpazenin dışında kalmışlar, Putin’in deyimiyle ‘hainler’ olmuşlardır.”
Erdoğan, kendisini, Putin misali “milletin babası” haline getirecek bir “Kırım”a bir türlü sahip olamadı. Emevi Camii’nde namaz, nasip olmadı. Dışarıda kazanılamayan zaferin içeride gerçekleşmesi mukaddermiş. Darbe girişiminin (üstelik sokakta) püskürtülmesiyle Erdoğan, “başkomutan” sıfatını kazanmış oldu. O artık Putin gibi, “milletine” hiçbir aracı kuruma başvurmaksızın doğrudan hitap ediyor. “Yenik darbe”, bir “kendi kendine darbe” (self-coup) halini alarak, fiili olağanüstü halin, olağanlaştıran yeni bir siyasi mimarinin mazereti oluyor. Bilindiği gibi “kendi kendine darbe”, yasal yollarla iktidara gelmiş bir hükümet ya da liderin parlamentoyu işlevsiz, anayasal çerçeveyi geçersiz kılarak olağanüstü güçler elde etme girişimi anlamına geliyor.
Darbenin ardından gündeme gelen ve devam edeceğe benzeyen hükümet yönlendirmeli kitle seferberliğini de bu “kendi kendine darbe” bağlamında düşünmek gerek.
Mobilizasyonun amacı, “muhalifleri” linç etmek değil. Son bir yılda “muhalefet” zaten iktidarın baskı politikalarıyla sokaktan silinmişti. Dolayısıyla bugün, iktidar açısından muhalefeti sokaktan “süpürecek” faşist bir kitle hareketine lüzum yok. Kimi taciz ve saldırılar olsa da, 15 Temmuz itibariyle sokaklarda, meydanlarda başlayan bu kitle seferberliğinin iktidar açısından başka bir işlevi olduğu açık. Amaç, devlet, içerisinde çok keskin bir tasfiye harekâtına girişir, devletin kurumsal mimarisini şefçi bir doğrultuda dönüştürürken bunun yaratacağı huzursuzluk ve sarsıntıları sokaktan gelen gürültüyle bastırmak. Bu, “kendi kendine darbenin” ve tasfiyelerin “yukarıda” yaratacağı karmaşa ve tepkileri “aşağıda” soğurmak. “Temizliğe”, adeta her gün sokakta yapılan plebisitler aracılığıyla ideolojik-politik bir meşruiyet halesi sağlamak.
Spyros Sofos, bu kitle seferberliğini, Yugoslavya’da Miloşeviç’in, parti ve bürokraside kendi lehine radikal bir “temizlik” harekâtını gerçekleştirmek amacıyla 1980’lerin sonunda “antibürokratik devrim” etiketiyle kışkırttığı kitle gösterilerine benzetiyor. Bu devasa kitle seferberlikleri, Miloşeviç’in anayasal kısıtları es geçen bir otoriteyle donatan fiili plebisitler rolünü oynamıştı. Benzer biçimde, Erdoğan’ı anayasal çerçevenin üzerinde bir güç ve meşruiyetle donatan bonapartist-plebisiter yönü ağır basan bir kitle seferberliğiyle karşı karşıyayız. Yani tabir caizse “askeri” değil, “siyasi-ideolojik yönü baskın” bir kitle hareketiyle.
Yani “sokak hareketi”nin her türlü itiraza karşı bir paramiliter güç olarak devreye sokulacağı kaygısı “an itibariyle” gerçekçi değil. Hattâ bu kaygı, sol kamuoyunda iyiden iyiye yerleşen, şu, “burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” halet-i ruhiyesiyle birleşince, tam bir demoralizasyona sebep oluyor. Haklı kaygıları ifrata vardırıp, darbe karşıtı sokak hareketini bir “İslamofaşist kalkışma saymak”, solu içe kapatan, “alanlarını” korumaktan başka hiçbir siyasal hamle geliştiremeyen bir apolitizme sürüklüyor. Olası taciz ve saldırılar karşısında korunmak önemli olsa da, bununla sınırlı bir politik tutum, mevcut dağınıklığını daha da pekiştirmekten öte bir sonuç yaratmıyor sol için.
Erdoğan’ın kitle hareketini bir tür “sopa” olarak kullanmak istediğine şüphe yok. Ancak bu, bütün siyasal alana hiza verip onu kendisi etrafında yeniden şekillendirecek ideolojik-politik bir “sopa”.
Türkiye tarihinde ilk defa bir sokak seferberliği bir darbenin yenilmesinde belirleyici rol oynadı. Erdoğan bu “ilk”in “başkomutanı” sıfatıyla ve onun yarattığı meşruiyete yaslanarak siyasal alanın tamamına ayar verebilecek bir konum edinmek, kendi etrafında “yeni bir milli mutabakat” yaratmak istiyor. Böyle yapmadığı takdirde, devlet içindeki “kıpırdanmaların” devam edeceğini biliyor. Sokak, tam da devlet kurumlarındaki mevcut kırılganlığın bir ikâmesi olarak devreye sokuluyor.
“Sokağın” bu işlevine “politik” yanıtlar geliştirilmesi gereği bundan kaynaklanıyor.
Bu bağlamda sol, (karşısında olduğunu açıkça ifade ettiği) darbeye karşı sokakta aktif tutum geliştiremedi.
15 Temmuz gecesi bu yönde kısıtlı dahi olsa bir varlık gösterilebilmiş olsaydı, bugün, daha “aksiyoner” bir konumda olunabilirdi.
Solun, 20 Temmuz 2015’deki Suruç katliamıyla başlayan Türkiye’nin şu “en uzun yılında” yediği darbelerin ürünü olan “politik ve moral dağınıklık”, böyle bir mobilizasyona, ani yön değişikliğine geçit vermeyen en ciddi faktördü şüphesiz. Tanklara karşı insanların sokağa çıkması, ama bunu bazı “yanlış” slogan ve semboller, en önemlisi de antidemokratik bir liderlikle gerçekleştiriyor olmaları arasındaki paradoks da soldaki ataleti pekiştiren bir diğer nedendi.
Ancak darbenin püskürtülmesinin hemen ardından da mevcut çelişkili konjonktüre uyarlı bir dille geliştirilebilecek siyasal hamleler ortaya konamadı sol tarafından.
Bir yanda sokakta geriletilmiş bir askeri darbe girişimi, diğer yandansa “demokrasiyi” büyük ölçüde otoriter-çoğunlukçu bir hâkim parti rejimi olarak anlayan bir kitle seferberliğinin; bir yanda parti-hükümet kanalıyla “yukarıdan aşağı” örgütlenen ve bir “kendi kendine darbe” sürecine koşulan, diğer yandansa “aşağıdan” ve plebyen karakteristiklere de sahip bir sokak hareketliliğinin oluşturduğu çelişkili bütünlük karşısında paralize olundu.
“Darbenin yeni bir baskı dalgasının mazereti kılınması” gibi tehlikelere dikkat çekildi ama bizatihi bu çelişkili sürecin doğasından kaynaklı kimi (elbet cılız) müdahale potansiyelleri üzerine neredeyse hiç durulmadı.
Böylece ne kadar demagojik biçimde kullanılsa da, mevcut “demokrasi” vurgusunu, hâkim iklimi bir ölçüde tersine çevirecek şekilde kullanmaya, onun içini somut taleplerle doldurmaya soyunacak hamleler mümkün olmadı.
“IŞİD’ciler sokakta” söylemlerinin yarattığı ortam, güçler dengesini kısmen de olsa etkileyebilecek, darbeye karşı sokağa çıkanları değil, onların bir “kendi kendine darbe” girişimi için kullanılmalarını karşısına koyan birleşik girişimlerin önünü kesti. AKP tabanının ideolojikleştirilmiş sert çekirdeği haricindekilerin duyarlılıklarını hesaba katan (mesela cuntacı askerlerce öldürülenleri kendi omuzdaşı sayan), darbeye karşı ama demokrasiye de gerçekten taraf ve bu anlamda “kendi kendine darbe” sürecini (bkz. OHAL) de teşhir eden alternatif kanalların gücümüz nispetinde inşası zor ama gerçekten gerçekçi tek müdahale olanağıydı. Şimdilik yapamadık.
Kulağımıza küpe olması gereken, güçler dengesinde bir kırılma yaratan böyle kritik bir süreçte seyirci kalmakla yetinmiş olmamızdır.
Gün, “biz cemaate en baştan karşı çıktık” diye böbürlenecek değil, siyasal müdahale kapasitemizin cılızlığı karşısında hayıflanacak gündür.
Bu, bugün ortaya çıkmış bir sorun değildir.
Ancak, mevcut parçalanmışlık ve siyasal-stratejik tutulma hali devam ederse, bildiğimiz anlamda “sol”, Türkiye siyasal hayatında anlamlı bir referans noktası olmaktan bütünüyle çıkma riskiyle karşı karşıyadır. Tehlike budur.
Foti Benlisoy
24 Temmuz
“Evrensel” gazetesi
Eşitlikten insanların torna ve keserle ya da rende makinesiyle eşitlenmesini anlamıyorum. Burada eşitlik sosyal adalet anlamındadır.
Liyakatın öbür adı bürokrasi içinde yalakalık yaparak yükselmektir.
Ezberlikçi
Yine aynı ezberleri tekrarlıyorsun
“Özgürlük” neymiş?
–
Hurr Arapça “köle statüsünde olmayan kişi” ve ayrıca “soylu, seçkin, asil”. Farsça âzâd sözcüğünün tam karşılığı. Azad da esasen “soyu sopu olan” demektir, asilzadedeki zade ile aynı kökten. Köle olmayan, veya köleyken salınmış kişi için de bu kelime kullanılır. Sınıflı, hiyerarşik toplumlara özgü kavramlar bunlar.
Latince lîber aynı: 1. köle olmayan, azat, 2. evlat, ama özellikle meşru evlat, şecere sahibi kişi. Cermen dillerinde de, İngilizce free, Almanca frei, Holandaca vrij vb. en eski anlamları hem “bağ(ım)lı veya yükümlü olmayan, köle değil” hem de “soylu, asil”. Alman feodalitesinde asilzadeliğin ilk basamağı Freiherr olmak, soy sop sahibi beyefendi anlamında.
Hurriyyat Arapçada eskiden beri var, “köle olmama, yükümlülüğe tâbi olmama hali” anlamında, daha çok hukuki bir statü. Latince libertas gerçi bir felsefi ideal olarak eski filozoflarda geçer. Ama bunun bütün topluma yaygınlaştırılacak bir siyasi ülkü olarak görülmesi, 18. yüzyılın ikinci yarısı Avrupa’sının eseridir. Osmanlı’da hürriyyet 1830’lardan itibaren bu yeni anlamda epey kullanılmış. (Tanpınar’ın edebiyat tarihinde bu konu vardı, şimdi lazım olunca kitabı ara da bul!) Esas Namık Kemal’in Paris’te çıkardığı Hürriyet gazetesiyledir ki majör bir siyasi kavrama dönüşmüş.
Türkçe özgür, 1930’larda ‘sofra’da icat edilen kelimelerdendir. Ortaasya Türkçesinde “yiğit, soylu, güçlü” anlamına gelen gür’den sanırım “özü güçlü” gibi bir çağrışım yapmışlar. Gür’ün hür’e benzemesi de ekstra bonus olmuş.
Hürriyet – Sevan Nişanyan – Kelimebaz – Taraf
–
http://www.etimolojiturkce.com/kelime/hurriyet
Hürriyet
Fransızca liberté karşılığı olan siyasi anlamı Sadık Rıfat Paşa tarafından 1830’larda popülerleştirilmiştir.
http://www.etimolojiturkce.com/kelime/ahrar
Ahrar
~ Ar aḥrār [çoğ.] hürler < Ar ḥurr أحرار [#ḥrr] hür, azatlı → hür
Geç Osmanlı dönemi siyasi söyleminde "Liberaller" anlamında kullanılmıştır.
(özgürlükçü bir "liberal" mi yoksa?)
stalin 1953 de ölmedi mi, ihbarcılığa en son küfür edecek kimlerdir?
“HDP nin çeyreği anarşizm sizde yok!!!!”
HDP’de Anarsizm ariyor muyum; hayir.
Gevsek de olsa bir emir-komuta zinciri ozelligi gosteren hicbir yapi Anarsist sayilamaz –tanimi geregi bu boyledir.
HDP’nin ozgurlukcu oldugu soylenebilir de, kapsayici bir ozgurluk pesinde oldugunu soylemek kolay degil.
Birincisi, PKK baglantisi yuzunden, HDP’nin bizzat kendisi ancak belli bir yere kadar ozgurluk talebi olabilir.
Ikincisi, aksini iddia eden bazi retorikler mevcut olmakla birlikte, HDP de (PKK gibi) belli bir etnisiteyi onceliyor. Tek basina bu bir sorun.
Fakat, orada bitmiyor: Butun Kurtleri kapsamak, temsil etmek gibi bir yaklasim mevcut degil. Kendi sartnamelerine uyan Kurtlerden baska Kurtleri yok sayiyorlar.
Butun bunlari (ve baskalarini) alt alta yazdigim zaman, evet, HDP bir siyasi parti olabilir ve siyasi parti olmak hasebiyle politik yelpazede yer alabilir.
Fakat, bu, HDP’nin kendisi hakkindaki her iddiasinin dogru ya da mesru oldugu anlamina gelmiyor.
Sayın Necip, twitter hesabınız nedir?
Sizi takip etmek istiyorum.
“twitter hesabınız nedir?
Sizi takip etmek istiyorum.”
Buradan baska bir yerde yazmiyorum.
Yani, yerli ve milli takiliyorum. 🙂
Yanıt için teşekkürler sayın Necip,
buradan takip etmeye çalışırım ben de
Göçebe bir misafir olarak… 🙂