Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Cengiz Çandar’ın Haritası!..

Cengiz Çandar, İdeolojik Biçimlenme, Portreler

Bu yazının başlığını, daha önce Halil ve Oral hakkında yazdığım yazılarda olduğu gibi, “ideolojik yol haritası” diye düşünmüştüm önce. Hem de böylece, eski arkadaşlarım hakkında bir seri oluşmuş olacaktı. Ne var ki, Cengiz’in “ideolojik” bir “yol”u olmadığını görerek bu başlığı koymaktan vazgeçtim. Sonra “yolsuzluk haritası” koyayım dedim başlığı, biraz da espri olsun diye. Ondan da “yolsuzluk”un yapacağı yanlış çağrışımlar dolayısıyla vazgeçtim. Böylece “ideoloji” ve “yol” çıkınca geriye sadece “harita” kaldı. Tabii ki, coğrafi değil, siyasi harita.

Cengiz Çandar’ı, 1967 yılının sonlarında, MDD’cilerin atağa geçtiği dönemde tanıdım. Ben 1967 yılında henüz MDD’ci değildim ama artık MDD’ci denen gençler gözüme çarpmaya başlamıştı. Örneğin, “Mihri’nin askerleri” denen, hep birlikte dolaşan, hep birlikte yiyip içen bir grup vardı. Ersen Olgaç’ı, Serpil Çelenk’i, Tuncer Yanar’ı, Fehmi Erbaş’ı ve Cengiz Çandar’ı hatırlıyorum bu gruptan. Henüz MDD’cilik gençlik içinde esas akım haline gelmediğinden, hatta TİP’liler tarafından tecrit edilmeye çalışıldığından bu sıkı Mihrici grup, tecrit edilmeye çalışılan bütün gruplarda olduğu gibi özel bir dayanışma ve dışa kapalılık ruh hali içindeydi.

1968 yazında, benim de içinde yer aldığım MDD yanlısı Doğu Perinçek yönetimi TİP yönetiminin baskısıyla devrildiğinde, iç odada TİP’lilere karşı direnenler arasında Cengiz de vardı. O yaz, Doğu’nun yönetimini deviren TİP yanlısı Zülküf Şahin yönetimini zor duruma düşürmek ve bu yönetimin “pasifistliğini” kanıtlamak için Amerika aleyhindeki eylemlerimizi arttırmıştık. Bir seferinde Dedeman oteli çevresinde bir Amerikalı askerin yolunu çevirmiştik bir grup FKF’li olarak. Çocuğun korkudan dili tutulmuştu. Onunla İngilizce konuşan Cengiz’di. Çocuğu dövmeye gönlümüz razı olmadı, Cengiz ona sıkı bir Vietnam savaşı aleyhtarı propaganda çekti.

Doğu Perinçek ve Vahap Erdoğdu tarafından 1968 Kasım ayında çıkarılan aylık Aydınlık Sosyalist Dergi’nin yazı kurulunda Cengiz’le birlikte yer aldık. Ben, Cengiz, Atıl Ant ve Münir Aktolga, yazı kuruluna gençlik hareketinin rüzgârını temsil etmemiz için alınmıştık.

MDD’nin gençlik hareketine hakim olduğu 1969 yılında Cengiz Çandar da SBF Talebe Cemiyeti Başkanı seçildi solcu SBF öğrencisinin oylarıyla. Fakat bu arada, 1969 yılının ortalarından itibaren MDD’ci harekette de kamplaşma başlamıştı. 1969 yılının 21 Mayıs’ında, o zamanki gençlik önderlerinin Mihri Belli’nin annesinin Demirtepe’deki evinde yaptıkları tartışmalı bir toplantının ardından, Kızılay Park’ında o gece Doğu Perinçek, Ömer Özerturgut, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar ve benim katıldığım alelusul ve kendiliğinden bir görüşmede, daha sonra TİİKP adını alacak illegal örgütlenme kararlaştırıldı.

1970 yılında MDD hareketi bölündü. Aydınlık Sosyalist Dergi yazı kurulunun benim de içinde bulunduğum çoğunluğu ayrılıp Proleter Devrimci Aydınlık dergisini çıkartmaya başladı. Bu çoğunluğun içinde Cengiz Çandar da vardı. Gerçi yazı kurulunda çoğunluk olmak genelde çoğunluk olmak anlamına gelmiyordu. PDA’cılar bu bölünmenin azınlık kanadını oluşturuyorlardı aslında. Bu azınlık psikolojisi bizde, itibarlı ve sert solcu bir ideoloji arayışına yol açtı ve bölünmeden birkaç ay sonra Maoculuğu benimsedik. Cengiz de hepimiz gibi ateşli bir Maocu olmuştu doğal olarak. Ne var ki, dil bilmesine rağmen Cengiz, Halil Berktay ve Şahin Alpay gibi, bizi Maocu literatürle “aydınlatmak” konusunda o zaman çok büyük bir performans göstermemişti diye hatırlıyorum. Çünkü Cengiz, işin teorik faslındansa “caka”sıyla daha çok ilgiliydi. “Caka”sı derken şunu söylemek istiyorum: Onun için önemli olan, Maoculuğun göz alıcılığının bize de bulaşması ve bizi de olabildiğince parlak göstermesiydi. Bu yüzden daha çok Mao’nun başının etrafından yayılan “güneş ışıklarıyla” ilgileniyordu.

Bu, iktidarın parlaklığıydı. O sırada Mao, dünyanın en kalabalık nüfuslu ülkesinin en zirvedeki tartışılmaz lideriydi, dolayısıyla, Çin elçiliğinden size aktarılan o Mao rozetlerinde Mao’nun başından çevreye sarı güneş ışıklarının yayılıp göz kamaştırması çok doğaldı. Fakat bir süre sonra Cengiz’in gözlerinin bu güç ve iktidar ışıklarıyla hepimizden fazla kamaştığını, adeta ışığa koşan kelebekler gibi bu iktidar ışıklarına kanat çırptığını fark etmekte gecikmedim. Cengiz, sadece Mao’nun başındaki iktidar ışıklarıyla ilgilenmekle kalmıyordu, ÇKP parti hiyerarşisinde yer alan 2. adam, 3. adam ve 4. adamın başındaki ışık huzmelerini saymaya da büyük önem veriyordu. Yazı kurulu toplantılarında vb. bizi de içine kattığı ufak tartışmalar hep bu konuda olurdu. Acaba Mao’nun halefi, 2. adam Lin Biao’dan sonraki 3. adam kimdi? Çu enlay 3. adam mıydı, yoksa bu görünüşten ibaret miydi, geri planda başka 3. adamlar pusuda beklemekte miydi? vb.

Daha sonra 12 Mart geldi. Aranmaya başladık ve hepimiz bir yerlere savrulduk. O zamanki parti yönetimi (yani fiiliyette Doğu) yazı kurulu üyelikleri dolayısıyla aranmaya başlayan ve aslında ülke içinde hiçbir işe yaramayacaklarını, hatta başa bela olacaklarını düşündüğü Şahin Alpay ve Cengiz Çandar gibi bazı arkadaşları “eğitim” adı altında Filistin kamplarına göndererek başından savmaya kalkmış. 1972 yılında ortaya çıkan İbrahim Kaypakkaya bölünmesinin ve onu takiben TİİKP’nin ülke içinde ağır darbe yemesinin ardından kamptaki TİİKP’li grup arasında büyük bir bunalım ortaya çıkmış. Bu bunalım, bölünme ve karşılıklı suçlama ortamında aklını kaçıranlar bile olmuş.

Cengiz Çandar, bu bölünme ve kriz ortamında parti ile olan bağlarını gevşetmiş, hatta kopartmış ama orada bulunduğu sırada Filistin hareketinin üst düzey yöneticileriyle yakın bağlar geliştirmekten de geri kalmamış. Öyle ya, Yaser Arafat ve diğer Filistin liderlerinin kafalarından Mao’nunki kadar parlak sarı ışıklar yayılmıyor olsa da onların da kendilerine göre bir iktidar alanları vardı ve iktidar alanlarına düşkün olduğu eni konu belli olan Cengiz bu alanlara doğru kanat çırpmaya başlamıştı bile. Böylece Cengiz, 1974 affından sonra Türkiye’ye döndüğünde artık bir “Ortadoğu uzmanı”ydı. Hem de “Yaser’e dedim ki” diye konuşan cinsinden.

Cengiz’i 1970’li yıllarda izlemem mümkün olmadı. Ama 1980’li yıllarda uzaktan da olsa (zaten yakından izlemek mümkün değildi artık onu) izleyebildim. Cengiz, hem Ortadoğu’dan Amerika’ya uzanan bir süreçte tam bir “dış politika uzmanı” olmuş, hem de “Yaser’e dedim ki” repertuvarını, “Bill’e dedim ki”, “Ronald bana dedi ki”, “Margaret’le bir seferinde” noktalarına kadar genişletmişti. İnsan bu kadar uzmanlaşınca iktidar odaklarının dışında kalması mümkün değildir, katiyen değildir. Kaldı ki, Cengiz’in iktidar odaklarının dışında kalmak gibi bir isteği ya da direnci de yoktu. Tam tersine.

Cengiz, bir “dış politika uzmanı” olarak 1980 sonrasında Turgut Özal’ın ve ANAP’ın dış politika danışmanı oldu ve devlet adamları repertuvarını genişletmeye “Turgut’a söyledimdi” biçiminde devam etti. Tuhaf bir beyin yapım vardır, sözcükleri birbirine karıştırır, her seferinde birinin yerine bir başkasını kullanır ve bu yüzden beni tuhaf bulan bakışların hedefi olurum. Örneğin ıspanakla pırasayı, bezelyeyle mercimeği, Serhat’la Serkan’ı daima karıştırırım. En çok karıştırdığım şeylerden biri de “uzman”la “azman”dır. Yukarda “uzman” derken “azman” dememek için azami dikkat gösterdim ve sanırım başardım. Beynimdeki bu karışıklığın bazı gerçekçi temelleri olup olmadığını bilemiyorum tabii ki.

Daha sonra Cengiz, gazeteciliğe intisap edip uzmanlığını bu alanda da sürdürdü. 1990’lı yıllarda bir gün gazeteci yeğenim Ümit Zileli’ye rastladığında beni sormuş, “amcan ne yapıyor” diye. Ümit de, “anarşist oldu” demiş. Cengiz’in cevabı şöyle: “Hâlâ mı?” Fıkra gibi değil mi, fıkralar da gerçeklerden kaynaklanır zaten.

Cengiz’in yazılarının çoğu dış politika ve “dünya ahvali” alanındadır. Cengiz’in uzmanlık dünyası siyaset azmanları diyebileceğimiz yöneticiler çöplüğünün unsurlarıyla doludur. Onun için önemli olan, dünyayı yöneten en tepedekilerdir. Onlar ne düşünüyor, ne yapıyor, hatta özel hayatları bile bu merakın dışında değildir. Onun yaşamında da, beyninde de normal hayatlarını yaşayan, bin bir günlük dertle boğuşan insanlara yer yoktur. Onlar, büyük liderlerin yönettiği kalabalıklardır. Dünyanın nasıl bir gidişat izleyeceğine o liderler karar verir. Cengiz’in de görevi bu belirleyici unsurların eğilimlerini tespit edip aktarmaktan ibarettir.

Bu yazıda Cengiz’i Amerikancılıkla vb. suçlayacağımı umanları hayal kırıklığına uğrattığımın farkındayım. Oysa Cengiz’in Amerikancılığı sadece en büyük olana tapmasından kaynaklanır, yarın dünya iktidarı diyelim ki Çin’e ya da Rusya’ya geçsin hemen onların en yakınında (zaten bugünden de pek uzaklarında değildir) yer alacaktır. Cengiz sadece ve sadece iktidarcı ve “büyük adamcı”dır. Küçük bir ruha sahip olanların onulmaz hastalığı.

Gün Zileli

20 Eylül 2010

16 Comments

  1. Mrs. Dalloway

    Bu adamlarla ilgili yazılarını okuyunca sanıyorum ki tüm hayatları bundan kelli değişecek, “tövbekar” olacaklar… Gerçekten çok mu hayalciyiz?

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1019117&Date=20.09.2010&CategoryID=40

    Hedef tahtasına birilerini koyup atış yapmak istemem, gerçi o hedefler çok da dert etmiyor bizi ama şu fotodaki evde yaşıyor Çandar, kurgulanmış ve de resim için kitapçıdan metrelerce alınmışlık hissi veren… Son derece paralılık kokan evler.. O evlerden çıkan yazılara inanmam ben.

  2. gramscian

    ideolojik yol haritasi yazilarini zevkle okuyorum. analitik boyutlari oldugu yatsinamaz. ancak hemen hepsi agzimda nahos bi tat birakiyor nedense. sanirim bu yazilarin sitenizin de mottosu olan “üçük beyinler kişileri, orta beyinler olayları, büyük beyinler fikirleri tartışır.” ifadesi ile celismeye basladigini goruyorum. Bu kisel anlalizleri daha ideoljik boyutta yapmanin mumkunu yok mu? Althusser’i tartisirken de karisini bogazlayan herif diye mi baslayalim konusmaya? Bu yazida da Candar’in iktidar etrafina olma egiliminden cok oteye gecemiyoruz. Belli ki dogru, ama bu bize ne kazandirir, cok emin degilim… Ozellikle de bu bolumu idiolojik bicimlenme olarak kategorize ettiginizi dusununce….

  3. Anonim

    Özellikle C.Çandar ve O.Çalışlar’ın yazılarından anladığım tek şey iktidarı iktidar dilinden anlatmayı meslek haline getiren bir eski solcu kuşağı üyeleri oldukları. Sanırım eskiden popüler çocuk olmaları solcu olmalarına bağlıydı, şimdi ise liberal olmalarına bağlı olduğu için liberal olmuşlar. Bunların birçoğunun eski Mao’cu olması da çok manidar. H.Berktay’dan hiç bahsetmiyorum. Ne halkları var bunların, ne empatileri… Padişahım çok yaşa diye bağırıp duruyorlar…

  4. gramscian

    Oral Calislar yaziniza da benzer bir hatirlatma yapilmis, sonradan gordum…

  5. ertan

    Gün Zileli’ye şunu sormak isterim. Açık yüreklilikle cevaplamalıdır. Oral, Cengiz ve Halil gibi eski Aydınlıkçıların geldikleri yer açısından Doğu’nun hala cezaevlerinde zaman geçiriyor oluşunun bir anlamı var mıdır? Cengiz’in serüveni bir villaya çıkarken Doğu Silivri’ye çıktı. Neredeyse 3 yıldır cezaevinde adam. Bu Doğu Perinçek’in hala “bu düzenin adamı” olmadığını kanıtlamaz mı? Doğu Perinçek son 10 yıldan fazlasını Genelkurmay’ın yanında geçirerek harcadı. Bunda şüphe yok. Şüphesiz aynı zamanda “bu düzenin adamı”. Fakat akıbetinin diğerlerinden farklı olmasının bir alameti olmalı.

  6. Gün Zileli

    Ertan, Doğu Perinçek cezaevinde olduğundan ve ulusalcılar şu anda yenik durumda göründüğünden onlar üzerine fazla yorum yapmak istemiyorum. Yenik takıma gol atmaktan ya da boş kaleye şut çekmekten hoşlanmam. Ayrıca içerde bulunmalarına da, “Ergenekon isteriği” liberallerden farklı olarak karşıyım. “Düzenin adamı” tartışması bir hayli karmaşık. Olay şudur: Her iki taraf da egemen kesimlerden şuna ya da buna dayanarak iktidara oynadı. Bir kesim (ulusalcılar) şu anda kaybetmiş görünüyor. Ama dünya ve ülke şartları elverseydi kazanabilirlerdi de. O zaman Silivri’de (belki de öbür dünyada) diğer kesim olacaktı. Ulusalcılar iktidara geçip Cengizleri vb. içeri attıklarında Cengiz gibileri düzenin adamı olmaktan çıkacaklar mıydı? Elbette Doğu Perinçek şu anda yürürlükte olan “düzen”in (yani AKP’nin yürüttüğü düzenin) adamı değildir ama Doğu Perinçek ya da ulusalcılar, bu düzenin temel kurumlarından iktidar talep ettikleri ve “cumhuriyet yasaları uygulansın” dedikleri sürece, temelde bu kanlı sistemin bir parçası olarak anılmaktan kurtulamayacaklardır. Bu, düzenin iki kesimi arasındaki bir mücadeledir. Düzenin adamı olmamak için düzenin tüm kurumlarından (parlamentodan da ordudan da) uzak olmak zorunludur.

  7. düzenin faşisti

    perinçek, veli küçük tutuklandıktan sonra düzenlediği basın toplantısında dergiye haber getiren ordudaki gizli kaynağının veli küçük olduğunu beyan etmişti. bu arkadaşların, ordu içinde bir klikle işbirliği yapmayı kendi ideolojilerine referansla teorik olarak izah etmeleri mümkün. ama bu klik “veli küçük” düzeyinde bir klikse insan ya JITEM’i de “milli güçler” arasında sayacak ya da doğu perinçek’in devrimci değil, devlet içerisindeki en geri, faşist, kontgerillacı kanadın adamı olduğunu kabul edecek. Doğu perinçek’e kulak verip veli küçük’ü savunur musunuz?

    Hukukçu değilim ama uzun yıllardır organize suçlarda “veli küçük grubu” adı altında izlenen bir çeteyle işbirliği yapan kişinin, sedat peker, drej ali, gibi isimlerle birlikte yargılanması kadar doğal bir şey yok.

  8. ertan

    12 Eylül sürüyor… Hedefte sol var!

    Sosyalist Demokrasi Partisi’nin (SDP) merkez yöneticileri ile üyeleri, Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) çalışanları, Bilim ve Gelecek ve RED gibi dergilerin yazar ve sorumluları Devrimci Karargah adı altında gözaltına alındı. Daha önce de aynı operasyon kapsamında yine söz konusu örgütle ilgisi olmayan devrimciler aylarca tutuklu kalmıştı. Birbirleri ve elbette Devrimci Karargah ile herhangi bir örgütsel bağı olmayan farklı çevrelerden solcuların bir torba operasyon eliyle sudan delil ve ifadelerle toplanması yeni 12 Eylül düzeninin tipik uygulamalarından biri olacak gibi gözükmektedir.

    AKP referandum zaferi ile birlikte inşa etmekte olduğu korku imparatorluğunu tüm topluma nüfuz edecek şekilde genişletmekte azimli davranacaktır. Neo-liberal gerici düzen karşısında halkı uyaran sol etkisi ne kadar kısıtlı olursa olsun söz konusu imparatorluğun tahammül edemeyeceği bir tehlikedir.

    2007 genel seçimleri ile kazandığı zaferin ardından Ergenekon operasyonu ile kendisine muhalif türlü ulusalcıyı bir torbada toplayarak tutuklatan iktidar şimdi aynı yöntemi kullanarak farklı bir hedefe yöneliyor. Bu kez hedefte sol var!

    Sol AKP’den önce ve son sekiz yıllık AKP iktidarı döneminde hedef tahtasındaki yerini hiç kaybetmemiş, her türlü baskı ve keyfi tutuklamaya maruz kalmıştı. Anlaşılan o ki yeni dönemde eskiden imal edilmek zorunda kalınan delillere de ihtiyaç duymayacak yeni bir mekanizma kurulmuş ve buna “Devrimci Karargah operasyonu” adı verilmiştir. Bu yeni düzende hukuk; yine aynı yerinde, iktidarın pratiğinin hemen arkasındadır.

    Birbiri ile selamlaşan, çay içen, konuşan herkes yeri ve zamanı geldiğinde bu torbaya bir şekilde dahil edilebilir. Örneğin SDP bir siyasi parti olmasına rağmen Genel Başkanı ve yardımcıları başka bir silahlı örgüt kapsamında tutuklanabilir. Buna SDP ile çeşitli görüşmeler yapan TÖP yöneticileri de eklenir. Yetmez; altı yıldır yayınlanan bir bilim dergisi olan Bilim ve Gelecek’in yönetici ve emekçisi Baha Okar da dahil edilir. O da yetmez; yine başka bir çevre olan RED yazarı Hakan Soytemiz de eklenir. Sonra başka başka kurumlar bünyesinde çalışan bu insanların aslında bambaşka bir silahlı örgüte mensup oldukları yalanına inanmamız beklenir. Solda durduğunu iddia eden bazı çevreler AKP anayasasına yüzü kızarmadan “evet” dedikleri için devlet televizyonu ve hükümet medyası tarafından günlerce parlatılır, Başbakan’dan teşekkür alırken AKP tezgahına gelmeyenler özel tim baskınları ile Emniyet’e alınmaktadır.

    Bir hukuk skandalı olan bu operasyon dahilinde gözaltına alınan tüm devrimciler bir an önce serbest bırakılmalıdır. Solun AKP ve onun temsil ettiği neo-liberal gerici düzene, günümüz faşizmine karşı verdiği mücadele tüm baskılara rağmen her koşulda sürecektir. Bu ülkenin tarihi boyunca halka her dönem gerçekleri anlatan bir solu oldu. Şimdi bu tarihin Tayyip Erdoğanların saltanatında silinmesini umanlar daha çok bekleyecekler.

    22 Eylül 2010

    YARINLAR

    http://www.yarinlar.net/gundem/12-eylul-suruyor–hedefte-sol-var.html

  9. ertan

    RED dergisi çalışanı Hakan Soytemiz gözaltında http://www.yarinlar.net/turkiye-haberleri/red-dergisi-calisani-hakan-soytemiz-gozaltinda.html

    Bilim ve Gelecek çalışanı Baha Okar gözaltında http://www.yarinlar.net/turkiye-haberleri/bilim-ve-gelecek-calisani-gozaltinda.html

    12 Eylül sürüyor: SDP ve TÖP’e operasyon http://www.yarinlar.net/turkiye-haberleri/12-eylul-suruyor-sdp-ve-tope-operasyon.html

  10. can alıcı

    hayatı okuyoruz sayenizde

  11. Firelei

    ‘Bir şey, tek bir şey tüm yıkıma rağmen ayakta durur: İnsanın insanla karşılaşması… Gün oldu, bir yabancının bize bakışıyla bize göz kırpmasıyla uçurumun kıyısından döndük..’
    Ceaser Pavese

    Gün’ün yazıları/varlığı bana hep umut ve cesaret verir. İnsanların var olma sebepleri vardır. Sanırım onunki de bu… Hayatı okuyoruz sayesinde, kesinlikle.

  12. olgun

    Sayın Zileli;Doğrusunu isterseniz ben bile bu kıt aklımla kiSayın Çandar’okudukalrımdan biliyorum,nasıl oluyorda uzman kesilmiş olduğuan gerçekten şaşırıyorum.Değişim şüphesiz evrene anlam veren olgulardandır.Ama bu bir evrimdir ve bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir evrim olmaz gibime geliyor…

  13. Anonim

    Tüm mesele içtenlik meselesi, içtenliğini yitirdin mi, kimliğini de yitirirsin. Bu, şu, o hiç farketmez. İsimleri geçen kişiler “kendilerine güvenli bir yol ” seçmişlerdir. Bu, yeni kimlikler edindikleri anlamına gelir. Darda kalınca başka kimlikler de edinirler. Kişisel seçimdir, bilinmesinde yarar vardır. O kadar. Beynini kullan, kendi dünyanı kur. İşte o zaman özgürsün !..

  14. Zikrimce

    http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=1023289&Yazar=CENGİZ ÇANDAR&Date=12.10.2010&CategoryID=97

    Çandar’ın yazısının tamamını okuyamadım. Zileli, yukarıdaki Çandar yazınız ne kadar az, ne kadar anlayışlı ve düzgün… Bu günkü radikalde iktidara olan tutkusu, yalakalığı ve ‘vicdan’ adına Günay’a Kaplanoğlu’na teşekkürü var. Çandar gibileri yüzünden VİCDAN kelimesine gıcık olmaya başladım…

    Diyecek çok söz var da.., gerçekten çok sıkıldım Akp yalakalarından da, iktidar aşığı eski solculardan da.. onları eleştirmekten de. Bitmiyolar. Mantar gibi günden güne bitiyolar. Kaplanoğlu zincirin şimdilik, son halkası. Bir Yusuf’tur gidiyor, nereye?

    İnsanın en korkuncu, kendini kandırabilendir. Tiksiniyorum arka planda ne nanelerin döndüğünü o iğrenç çıkar-iş ilişkileri neticesinde senden benden çok iyi bilip de tarafını böyle bu şekilde ortaya koyanlardan.

  15. Ne solcular tanidim aslinda yoktular

    İşte 10 Temmuz 1997 tarihinde Hürriyet yazarı Enis Berberoğlu’nun köşesinden yazdığı o yazı.

    Tevfik Diker Avcı’ya soruyor

    Enis BERBEROĞLU – Hürriyet

    ANAP Manisa Milletvekili Tevfik Diker, Susurluk skandalının ilk gününden itibaren polisteki karanlık ilişkilerin peşine düştü. Hanefi Avcı’nın kontrol ettiği itirafçıları, kayıp silahları araştırdı, eski İçişleri Bakanı Meral Akşener’i zincirleme soru önergeleri ile terletti.

    Diker, önceki gece Show TV’de yayınlanan ve Hanefi Avcı’nın konuk olduğu 32’inci Gün programına telefonla katılmak, soru yöneltmek istedi. Ancak mümkün olmadı. Diker bunun üzerine program yöneticisi Mehmet Ali Birand’a, eğer programa bağlanabilseydi Avcı’ya yönelteceği soruları faksladı.

    Tevfik Diker’in bize de yolladığı sorularını aynen yayınlıyoruz.

    * * *

    1. Hanefi Avcı,DiyarbakırEmniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü görevini yürütürken PKK itirafçılarını sık sık cezaevinden çıkararak operasyonlara götürmedi mi?

    2. Bu itirafçılar arasında bulunan Ağrı doğumlu Ferhat kod adlı Mustafa Deniz’e ‘hayatı tehlike altındadır’ gerekçesi ile 9 mm. Browning marka L-27507 seri nolu silahı vermedi mi?

    3. Altında Hanefi Avcı’nın imzası ve mührü bulunan bu belgenin, bu belgeye dayanılarak verilen silahın, devletin herhangi bir envanterinde bulunmadığı ve şu anda nerede olduğunun bilinmediği dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener tarafından da doğrulanmamış mıdır?

    4. Hanefi Avcı’nın programınızda da iddia ettiği bazı Silahlı Kuvvetler mensuplarının devlet içinde çete oluşturdukları konusundaki iddiaları, Jandarma Genel Komutanlığı makamları tarafından araştırılmadı mı? Hatta Avcı’nın bu gerçek dışı ithamlarına maruz kalan ben ve TBMM’de benimle birlikte çalışan danışmanım Serdar Öztürk, bu konu ile ilgili olarak Manisa İl Jandarma Alay Komutanlığı’nda sorgulanmadı mı?

    5. Aynı konuda yapılan soruşturmanın sonuçlanmasının ardından Jandarma Genel Komutanlığı, Hanefi Avcı’nın gerçek dışı suçlamalar yöneltmesiyle ilgili İçişleri Bakanlığı’ndan soruşturma yapmasını istemedi mi? Bu soruşturma halen sürmüyor mu?

    6. Hanefi Avcı, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü iken yanına aldığı, PKK içinde Ali Hoca olarak bilinen Ali Ozansoy’a daha sonra ilgili kimlik değiştirme kanununa dayanarak yeni bir kimlik edindirmedi mi? Yeni kimlikli Ali Ozansoy halen Avcı’nın himayesinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı emrinde uzman olarak çalışmıyor mu?

    7. PKK itirafçısı Mustafa Deniz de daha önce birlikte çalıştığı Binbaşı Cem Ersever ve Neval Boz ile birlikte Ankara çıkışında ölü olarak bulunduğunda, Ali Ozansoy gibi Hanefi Avcı himayesinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda uzman olarak çalışmıyor muydu?

    8. 32. Gün programında telefon dinlemenin mümkün olmadığını, bunun için ancak mahkeme kararı gerektiğini belirten Hanefi Avcı, kendi imzasıyla Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderdiği ihbar mektubunda bazı GSM telefonlarının numaralarını ve isimlerini verirken bu bilgileri nereden alıp da verdi? Eğer böyle bir dinleme yok idiyse, bu numaraları nasıl tespit etti?

    9. Hanefi Avcı, İstanbul’da bombalı suikasta uğrayan Matild Manukyan ile birlikteyken ve daha önce Özer Çiller’in İstanbul Bankası Genel Müdürü iken özel kuryeliğini yapan Mehmet Urhan’ın ölümüyle sonuçlanan olay sırasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü görevinde değil miydi?

    10. Hanefi Avcı, İstanbul’da bir gazetecinin ölümü ile sonuçlanan Özgür Gündem’in bombalanması olayında da İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü değil miydi? Benim dönemimde faili meçhul olay yoktur, derken bu olayları yok mu saymaktadır?

    11. Hanefi Avcı, 32. Gün programında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda son günlerde kamuoyunda tartışılan ‘‘Köstebek” olayı ile ilgili adı geçen Mahmut ve Mehmet isimli şahısların bulunmadığını söylemiştir. Hanefi Avcı, kendi dairesinde Şube Müdürü olarak görev yapmakta olan Mahmut Karaaslan ve Mehmet Tomruk’u tanımamakta mıdır?

    * * *

    Hanefi Avcı dilerse bu soruları yeniden TV ekranına çıkarak yanıtlar. İsterse bu köşenin sınırları içinde yanıt hakkını kullanır.

    Ama Avcı lütfen, yanıt için poliste patlak verecek yeni bir skandalı beklemesin. Görevi gereği edindiği bilgileri politik rakiplerini susturmak, polis üzerindeki baskıyı hafifletmek için kullanmasın.POSTMEDYA

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑