Demir Küçükaydın/Faizin Yükselişi Erdoğan’ın Düşüşü
İkinci Dünya Savaşı Sonrası’nda Türkiye’nin tarihine bakanlar, büyük devalüasyonlar ile büyük politik değişiklikler, hatta darbeler arasında bir ilişki bulunduğunu görmezden gelemezler.
1958 devalüasyonunu 27 Mayıs Darbesi ve Menderes’in düşüşü; 1970 devalüasyonunu 12 Mart Darbesi ve Demirel’in düşüşü; 1977, 1978, 1979 devalüasyonlarına aynı zamanda hükümet buhranları ve değişiklikleri izler.
1980 yılındaki meşhur 24 Ocak Kararları’nı ve % 32 devalüasyonu, 12 Eylül darbesi izledi.
Bundan sonra günlük kur ayarlamaları biçiminde damla damla veya kronik bir devalüasyon politikası izlendi. Buna rağmen bir türlü kapatılamayan dış ticaret açığı nedeniyle 1994 yılında tekrar bir devalüasyon oldu, 1997 yılında “post modern darbe” ile Çiller hükümeti düştü.
En son 22 Şubat 2001 yılındaki devalüasyon ve Derviş’in paketini, eski partilerin neredeyse hepsini tasfiye eden ve AKP’yi iktidara taşıyan büyük değişiklik izledi.
Eski Devalüasyonlar ne ise, bugünkü faiz yükseltilmesi de aynısıdır.
*
Bilindiği gibi her şeyin başı üretim ve emek üretkenliğidir.
Kapitalist ve ulusal devletlerce kaplanmış bugünkü gibi bir dünyada, ya Kuzey Kore gibi tam bir otarşi içinde kalırsınız ya da dünya pazarına açılmak zorundasınızdır.
Dünya pazarına girince, üretiminiz az ve emek üretkenliğiniz düşükse, mallarınız dünya pazarında ve bizzat iç pazarınızda diğer ülkelerin mallarıyla rekabet edemezler.
Bu açığı yeni borçlarla kapatabilirsiniz ama bunun da bir sonu vardır. Bu durumda borçları ödeyemez hale gelince, paranızın diğer paralar karşısındaki değerini düşürerek, yani yabancı parası olana, bana gel, benden al; aynı parayı vererek daha çok mal alırsın diyerek aslında para politikası aracılığıyla, emek üretkenliğindeki geriliğin yarattığı sorunları daha da fakirleşerek; aynı para karşılığı daha çok emek vererek, kapatmaya çalışabilirsiniz.
Ama bunun da sayılamayacak yan sorunları vardır. Örneğin, döviz fiyatı yükseldiğinden ithal malların fiyatları da yükseleceği için, emekçilerin hayat seviyesi geriler. Memnuniyetsizlikler ve direnişler artar. Bu durumda onları bastırmak için şiddet arttırılır; daha sert yasalar çıkartılır; sahte düşmanlar (“dış mihraklar” vs.) yaratılır; ama bütün bunlar daha fazla ve radikal direnişlere yol açar. Dengeler değişir, hükümet ve rejim buhranları olur vs., vs..
Şimdi de sorun eski devalüasyonlarla aynıdır: dış ticaret açığı ve bunun nasıl kapatılacağı. Bir zamanlar devalüasyon yapılıp Türk parasına olan talep yükseltilirken, şimdi bu faiz artırımıyla yapılmaktadır. Yani bu faiz yükselişi, eski devalüasyonların benzeri olduğu; muhtemel sonuçları da benzer olacağı için, bu faiz yükselişi muhtemelen Erdoğan’ın düşüşünün başlangıcıdır.
Erdoğan elindeki fırsatı geçen on yılda kaçırdı. Dünyada ucuza bol para varken, hemen hemen hiçbir iktidarın eline geçmemiş uygun koşullarda iktidar olmuşken; hem dış ticaret açığını azaltacak; emek üretkenliğini ve üretimi arttıracak hem de ezilen sınıfların hayat seviyelerinde belli bir yükselme sağlayacak politikalar uygulayabilirdi.
Ancak dövizler iddialı ve gösterişli inşaatlarda suni bir refah yaratılarak; ürettiğinden fazlasını tüketerek; bunların ihaleleri partizanca dağıtılarak ve bu burjuvazinin bu arpalıklar üzerinden desteği ile iktidar pekiştirilerek bugüne kadar gelindi.
Faizlerdeki son yükseliş, kısa zamanda tüketicilerin hayat seviyelerinde bir düşüş olarak kendisini gösterecektir. Bu seçimlere çok az bir süre kalmış olmasına rağmen, birkaç puanın gitmesi; yüzde ellilerin altına düşülmesi demektir. Ayrıca buna muhtemelen bir durgunluk, talepte düşme vs. de eşlik edecektir. Bu da memnuniyetsizlikleri besleyen ek bir etki yapar.
Kaldı ki, bütün bunlara rağmen ihtiyaç olan döviz yine de bulunamayabilir ve Dolar ve Euro’nun yükselişi devam edebilir. Çünkü yakın zamanda ABD’nin dolara talebi yükseltmek için, faizleri yavaş yavaş yükseltmesi bekleniyor. Öte yandan, Türkiye gibi diğer ülkeler de benzer faiz yükseltmelerine gideceği için; gelişmeler kısa zamanda bu faiz yükseltimini olmamışa çevirebilir; beklenen sonuçlar ve döviz girişleri sağlanamayabilir.
Bunlar ise daha hızlı bir düşüş anlamına gelir Erdoğan için.
Elbet bu ekonomik eğilimlerin etkisi hemen bugünden yarına görülmez ama karşı durulamaz etkileri bir süre sonra görülür.
Erdoğan’ın kişiliği ve ufuk darlığı epeydir, burjuvazi için de bir yük olmaya başlamıştı.
Sırasıyla burjuvazinin seküler ve bir kısım İslamcı (“Fethullahçılar”) kesimleri desteklerini çektiler.
Buna rağmen Erdoğan’ın arkasında hala, ihaleleri paylaştırdığı bir burjuva kesimi ile son on yılda ekonomik durumunda iyi kötü belli bir iyileştirmeler yaşamış işçi sınıfı ve yoksul kesimler duruyor; bu da ona “evinde zorla tuttuğu” yüzde ellinin desteğini sağlıyordu.
Şimdi bu desteğin gün görmüş kar gibi erimesi başlayacaktır.
Erdoğan’a burjuvazi hala şu imkânı sunmaya çalışıyor en sancısız çözüm olarak: bugünkü yetkilerle Cumhurbaşkanlığına çekil; bir kenarda durmaya başla; sana ikram ve itibarda kusur etmeyelim; ama geminin dümenini Gül’e veya benzeri birine teslim et.
Ancak ihtiraslı, birikimsiz ve çapsız ve aynı zamanda böyle bir güç ve yetkilerin tadına varıp bunlardan sarhoş olmuş bir Erdoğan’ın bu teklifi görmesi, anlaması ve kabul etmesi çok şüphelidir.
O kendi yarattığı dünyada tüm gerçeklik duygusunu yitirerek konumunu savunmaya devam edecektir ve muhtemelen, etrafında kimsenin kalmadığını gördüğü gün ise, bu şoku kaldıramayıp bir krizle ölebilir veya intihar edebilir.
Çok trajik bir son bekliyor gibi görünüyor Erdoğan’ı.
Şekspir trajedileri, ihtirasların nasıl bir alın yazısına dönüştüğünü anlatırlar.
Erdoğan ekonominin yasalarını “faiz lobisi” gibi komplo teorileriyle açıklamaya kalkarak, komplo teorilerini kendini gerçekleştiren kehanetlere dönüştürmüştü.
Son faiz yükseltmesi, bir zamanlar “faiz lobisi”ni suçlayan Erdoğan’ın, “faiz lobisi”ne zaferi kendi elleriyle sunuşu veya tersinden ifadeyle yenilgisinin itirafı ve aynı zamanda kendini gerçekleştirmiş bir kehanet olarak da görülebilir.
Bir zamanlar iktidara kefeni giyerek geldiğinden söz ediyordu.
Sınıfların ve onların temsilcisi bireylerin ilişkilerini düzenleyen toplumsal yasaları kendine karşı bir komplo olarak gördüğü için, bu kefene ilişkin sözleri de bir kendini gerçekleştiren kehanete dönüşebilir.
Yani iktidardan da bir kefen içinde gidebilir.
Ama hala önünde Cumhurbaşkanlığı forslu bir arabada Çankaya’da bir ikram, itibar ve emeklilik şansı var.
Bu burjuvazi için en kolay ve en az sancılı çözümdür hala.
Demir Küçükaydın
29 Ocak 2014 Çarşamba
Ne güzel bir yazı… Net, kıvırtmadan, “taşın altına elini sokan”, somut, analitik bir değerlendirme…
*
Bu adamdan görece “ucuz” kurtaracağız galiba! Bir an için Tayyip’in Suriye hayallerinin tuttuğunu düşünelim… İran’ın ABD tarafından “destabilizasyon” programı ve kuşatma politikasının sürdüğünü… Mursi’nin daha “akıllı” olduğunu….
Tayyip tipik acımasız, milyonlarca insanı gözünü kırpmadan ölüme sürükleyebilecek bir “mayaya” sahipken…
Alt emperyal hayallerin ve burada yaşayan milyonlarca insanın “kahrolma” sürecinin direkten döndüğü söylenebilir… Bu “kifayetsiz muhterisin” sonunun ibretlik olma dileği bir yana politik olarak nasıl gerçekleşebileceğine de kafa yormak keyifli bir uğraş olmalı… Olsun!
“Büyük” politik analizlerin canı cehenneme! Bu “büyük politik analizler” çoğu kez insanın acısını, çilesini unutan “Tanrısal” bir duygusuzluk hali içinde yazılıyor… bu analizi yapan sanki bu dünyada yaşamıyor da, “göklerden” aşağıya doğru, “insan” denilen böcekgillerin belgesel filmlerini seslendiriyor… Böylece insanın kendine de ait yabancılaşması sağlanıyor; bu yöntemle insana-tabiata-hayata ait asıl gerçekliğin, gündelik gerçekliğin anlaşılmazlığı sağlanıyor… Sıradan insanlara Politika denilen şey ile gündelik öğünlerinde ne yenileceğinin, sevgilisiyle şarap içip içemeyeceğinin, işsiz kalıp kalmayacağının, komşu halktan bir genci katledip katletmeyeceğinin, çocuğunun geleceği için kaygı duyup duymayacağının belirlendiği görünmez kılınıyor…
*
Sosyalizm diye yırtınan, “insan mutluluğunu” sağlamak adına sosyalizm diye haykıranlara bir zaman sonra bakıyorsun ki, en acımasız, en “manyak” işkencecilere, katillere dönüşmüş… Tarihte olmuş bitmiş katliamlar için gözyaşlarını tutamayan, yeni katliamcıların suç ortağı olmakta duraksamıyor; kendi katliamcılarını savunmak adına çırpınıyor… Yaptıklarına da daha sonra “politika” diyorlar..
Mısır’da öldürülmüş genç kız için ağlayan, yanı başında sopayla darp edilerek öldürülmüş delikanlıyı umursamıyor… Gaz odasında boğulmuş yüz binlerce çocuğu insan yerine koymayan, kendi “dininden” öldürülmüş çocuklar için, diğer dinin insanlarından doğmuş bebeler için katliam planları yapıyor; uyguluyor da!
Dili, dini, ırkı, cinsiyeti her ne olursa olsun bir insanın-insanlığın acısını samimiyet ve diyalektik bir akıl içinde azaltma çabası göstermeyen her siyasetin, her insanın, her analizin canı cehenneme!
Yüzde elliyi diğerinin üstüne salmaya kalkışmış, “kendi” yüzde ellisini sadakasının köleleri, kul’ları gören bir zihniyetin ibretlik bir sonunun gerçekleşmesinin, “burada” yaşayan insanlar olarak “hayrımıza” olacağına inanıyorum… (Hayatın bilinemezlerinin çok fazla olduğu, tabiatın ve toplumsal süreçlerin diyalektik ilişkilerini uzun erimde kestirme güçlüğü veya imkansızlığı bağlamında “hayırlı olma” dileğini “bilgece” bularak “hayrımıza olacak” gibi “dinsel” tınılı da olsa bir dileği bu şekilde ifade etmek beni rahatsız etmiyor… Bir ateist olarak “dinsel dünyanın” da kendine özgü bilgeliğinden öğreneceklerimiz olduğuna inanıyorum…)
Tayyip ve AKP’nin kahrolması iyidir! (Bu ülkede Tayyip’ler bitmez diyene… Haklısın derim… Olsun!) Sonrası sonra!
http://ekonomi.milliyet.com.tr/faiz-artisi-efsane-bir-ilac-/ekonomi/ydetay/1828851/default.htm
http://ekonomi.milliyet.com.tr/ayse-teyzem-i-doviz-kuru-mu-faiz/ekonomi/ydetay/1829325/default.htm
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/32803-dogu-perincek-akp-chp-mhpnin-son-careleri-altin-vurus.html
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/tunc-sipahi/secimlere-giderken-ekonomi-tuketim-talebi-duserken-89895
AKP Devleti’nin ayaklanma korkusu
Seyfi Cengiz
Gezi Parkı olaylarından bu yana AKP iktidarı kendini emniyette hissetmiyor.
Hep bir darbe ve/veya ayaklanma korkusu ile yaşıyor.
Her türlü kitlesel çıkışı “darbe” girişimi ve “ihanet” olarak tanımlayarak karşı tedbirler geliştiriyor.
Hükümetin ayaklanma ve bölünme korkusu 7-8 Ekim Kobani eylemlerinden sonra katlandı.
Son kanun teklifi (Yargı Paketi) bir panik halinin işareti.
Bu paketin amacı bütün muhalefeti, sokakları ve meydanları kontrol altına almak, ayaklanma ve bağımsızlık girişimlerini daha başlamadan veya büyümeden önce kırmaktır.
“Çözüm Süreci” de bunu amaçlıyordu zaten.
Ortadoğu’da hem küresel hem bölgesel güçlerin karıştığı çok taraflı ve çok aşamalı bir yeniden paylaşım (güç ve iktidar) savaşı yaşanırken, bu savaşın baş kışkırtıcıları arasında yer alan Türkiye gibi ülkelerde iç barışın hüküm sürmesi beklenemez.
Savaş ve ayaklanma konuları Türkiye’nin gündemine oturmuştur.
Özellikle bundan böyle başarılı bir halk ayaklanmasının koşulları üzerinde yoğunlaşmak gerekir diye düşünüyorum.
Bu ayaklanmanın şiarlarından biri Kürt bağımsızlığı, Dersim (Kırmanciye) ve Zaza otonomisi, daha genel bir ifadeyle azınlıkların kurtuluşu olmak zorundadır.
Başarı için işçilerin bu ayaklanmaya kendi partileriyle mümkün en örgütlü şekilde katılması gerekir.
Sosyalistlerin acil görevi kendi mücadelelerini işçi hareketi ile birleştirmek, devrimci bir işçi partisi inşa etmektir.
http://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/akp-devletinin-ayaklanma-korkusu/815887601795604
Merkez Bankası Faizleri
Mehmet Şevket Eygi
ÂHİR zamanda şu iki şey çoğalacak, ortalığı istila edecekmiş. Birincisi zina… İkincisi yüksek acayip fıtrata aykırı şeytanî binalar… Bunların yanında bir üçüncü müzmin bela daha var: Riba…
Bendeniz bir Müslüman olarak üçünden de nefret ediyorum. Nefret etmek, karşı olmak, kötülemek zorundayım.
Son zamanlarda ortalık Merkez Bankası faizleri dedikodularından polemiklerinden yıkılıyor. Yok yüksekmiş, yok alçakmış… Faizin yükseği de alçağı da hep daima alçaktır.
Bütün cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye faizle ve enflasyonla soyulup soğana çevrilmiştir.
Bir liranın bir milyon lira olduğu günleri hatırlayanlarımız çoktur. İşte o yüksek ve müzmin enflasyonla memleketi, halkı, devleti soydular, talan ve duman ettilerdi.
Faizle, enflasyonla, para spekülasyonlarıyla bir trilyon dolar vurmuş olduklarını söylesem abartmış olmam.
Bendeniz maliye=finans uzmanı değilim. Lakin faizin bütün dinlerde lanetlenmiş bir günah, bela, kötülük olduğunu iyi bilirim.
Allah ticareti helal kılmıştır, ribayı ise haram. Bunu bilmeyene iyi Müslüman demem.
Bu devirde ribadan=faizden kurtulmak mümkün müdür? Faize bulaşmazsanız bir dereceye kadar kurtulabilirsiniz ama yüzde yüz kurtulamazsınız. Cebinizdeki paraların üzerinde faizli Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yazıyor.
Faiz o kadar yaygın hale geldi ki, soluduğumuz havada, içtiğimiz suda, her yerde faizin tozu, bulaşığı, kiri, uğursuzluğu vardır.
Kur’anda ribacılar için “Onlar Allaha ve Resulüne (Salat ve selam olsun ona) savaş açmışlardır” buyrulmaktadır.
Faizciler peşinen kaybetmiş, yenilgiye uğramıştır.
Faiz lanetlidir.
Faizin iyisi kötüsü olmaz. Azı da çoğu da haramdır.
Faiz ile âbad olanın sonu berbat olur.
Faiz geliri kirlidir, temizlenmesi mümkün değildir. Faiz necistir, faize bulaşan necaset gayyasına düşmüş olur.
Hiçbir icazetli din hocası ribaya fetva ve ruhsat veremez. Çünkü riba Kur’anla, Sünnetle, icmâ ile haramdır.
Ribanın hemen yanında bir de şüpheli, ribaya benzer şeyler vardır ki, Müslüman onlardan da uzak durmalıdır.
Merkez Bankasıyla, faizlerle ilgili tartışmalara daima kötü gözle bakmaktayım. Azı da çoğu da batsın!..
Bu yazıyı kırk sene önce yazmış olsaydım, TCK 163’üncü maddesine muhalefetten ağır ceza mahkemesinde yargılanır, ağır hapse mahkum olurdum. Şimdi az buçuk hürriyet var yazabiliyorum. Komünist partisinin, Ateistler derneğinin kurulduğu, zinanın serbest olduğu bir ortamda bendeniz bir Müslüman olarak niçin faiz=riba aleyhinde yazamayacakmışım?
Birtakım bozuk reformcu ilahiyatçıların faize fetva ve ruhsat vermeleri büyük bir fitne ve fesattır. Hiçbir Müslüman onlara kanmamalı aldanmamalıdır, aksi takdirde dini imanı gider, ebedî saadetini yitirir.
Dünyada mekan, ahirette iman diyorlar. Faizli krediyle ev alanlar, imanlarını yitirmekten korkmuyorlar mı? Dünyadaki ev dünyada kalır, sonunda yıkılır gider, ahirette iman olmazsa ebedî saadet elden gider.
Şu adama bakınız: Bilemediniz altmış bin liralık otomobil işini görmeye yetecek ama kalkıyor, faizli krediyle iki yüz altmış bin liralık lüks bir oto alıyor. Onu kim uyaracak, ona kim nasihat edecektir? Diyanet’in, Müslüman halkı faiz konusunda uyarması gerekmez mi?
Belaların belası faiz konusunda Ümmet-i Muhammed’i yanıltanların başında şu Reşid Rıza denilen kişi vardır. Onun üstadı mason Abduh, onun hocası da masonlar masonu Afganîdir. Onların peşine düşen yanılır ve yanar.
Türkiye bir faiz tufanı içinde yüzüyor. Faiz beladır, azabtır, musibetlere ve felaketlere sebep olur.
Faiz yaygın ve yoğun… Zina suç olmaktan çıkartılmış… Dünkü deve çobanları bugün birbirlerine senin binan mı daha yüksek benim binam mı nispeti yapıyor… Müstehcen yayın lağımları patlamış, ortalık pislik içinde… Sonra birtakım Süslümanlar, durum çok parlak, Müslümanlık ilerliyor havalarında.
Bir İslam ülkesi faize, harama dayalı bir ekonomi ve finansla ilânihaye ayakta duramaz. Faizin sonu çöküştür.
Faiz azab getirir. Faiz dünyada rezillik ve rüsvaylık, âhirette ateştir.
Yüzde yüz kurtulamayız ama bari doğrudan doğruya ribadan uzak duralım, başımızı büyük belaya sokmayalım.
“Allah ticareti helal, ribayı haram kılmıştır” ayeti ve meali levha haline getirilmeli ve yüzbinlerce mekana, camilere asılmalıdır.
Tanzimat’tan sonra Müslümanları faiz belasından korumak için Karz-ı Hasen Sandıkları kuran büyük şeyh Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî hazretlerini şükran ve minnetle anıyorum.
Ey Müslümanlar!.. Riba çok büyük, çok belalı, çok korkunç, çok dehşetli bir münkerdir. Bununla mücadele etmemiz üzerimize vaciptir. Bu vazifeyi yerine getirmezsek sorumlu oluruz ve cezamızı çekeriz. Riba yangındır, yakar kül eder. Cenab-ı Hak bize selim akıl, vicdan, şuur, uyanıklık, şecaat nasip etsin.
http://www.haber53.com/merkez-bankasi-faizleri_m18682.html