Sanırım, referandum sürecinde ve sonrasında olup bitenlerden ve halen devam eden yazılıp çizilenlerden, ortalıkta dolaşan TV tartışmalarından ve Doğan Tarkan’ın Zaman gazetesine verdiği röportajdan sonra, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) adlı, kendilerinin ifadesiyle “1000 kişilik” grup hakkında bir şeyler yazmanın zamanı geldi.
DSİP, SWP adlı İngiltere kökenli partinin Türkiye şubesidir. SWP, Socialist Workers Party’nin (Sosyalist İşçi Partisi) kısaltılmış adıdır. Adeta yeni bir “Enternasyonal” gibi çalışan bu örgütün Yunanistan’da, Almanya’da ve daha başka yerlerde de şubeleri vardır. Hepsinin adında yer alan “Sosyalist işçi” ve SWP’nin “sıkılmış yumruk” sembolü bu enternasyonal örgütün ortak şifresi gibidir.
SWP, Troçkist kökenli bir partidir, ancak Ortodoks Troçkistler tarafından “Troçkizmden bir sapma” olarak görülür. Bu partiyi 1950’lerin başlarında kuran ve şu anda artık hayatta olmayan Tony Cliff’in, Troçki’nin tezleriyle çatışan ve dolayısıyla klasik Troçkizmden farklı bir parti oluşturmasına neden olan teorisi, Troçki’nin, tüm Ortodoks Troçkistlerce sadık bir şekilde izlenen, Sovyetler Birliği’ni “yozlaşmış işçi devleti” olarak gören teorisini reddedip Sovyetler Birliği’nin 1930’lardan itibaren “Bürokratik kapitalist” bir ülke haline geldiğini ileri sürer. SWP’ye varlık kazandıran, bu özel teoridir.
SWP, elbette Labour Party’i “sol” saymayacağımız için, İngiltere’nin en büyük solcu partisidir. Genç öğretmen ve öğrenciler siyasete gözlerini açtıklarında bu partiye akın ederler, birkaç yıl kadar partinin yayın organı, haftalık Socialist Worker’ı okullarında, sokaklarda, gösterilerde sadakatle satar, partinin semt gruplarının haftalık toplantılarına katılır, ayrıca her yıl mutlaka yapılan ve üç gün süren “Marksizm bilmemkaç” (hangi yılda yaşıyorsak o yıl yazılır) toplantılarına katılır, sonra da bu partiyi terk edip ya normal hayatlarına döner ya başka Troçkist veya sol komünist gruplara ya da anarşizme yönelirler. Ne var ki, bu yönelişe rağmen, parti gücünü kaybetmez ya da üyesi azalmaz, çünkü bu arada yeni gençler doluşmuştur partiye. Duraklarda inip binenlerle her zamanki kalabalığını koruyan belediye otobüsü gibi. Ya da istasyon benzetmesi de uygun olabilir. Ama partiyi hiç terk etmeyen üyeler (ya da yolcular) de vardır. Bu üye ya da yolcular biraz hantalca duruşlarından, çevrelerine hafif meczupça bakışlarından, ilerlemiş yaşlarından belli olurlar.
Öte yandan, partiyi hiçbir zaman terk etmeyen ve (diyelim ki bu yıl olsun) Marksizm 2010 toplantılarına gelip kendi uzman oldukları alanlarda (özellikle Sovyetler Birliği’nin şu ya da bu dönemi hakkında) konferanslar veren kalabalık bir akademisyenler grubu da vardır. Ayrıca Alex Collinicos ve Chris Harman gibi kalburüstü entelektüeller de partinin teorik yol göstericisi ya da yöneticisi konumundadır. Partinin değişmez başkanı, 1917 doğumlu olup 2000 yılında ölen Tony Cliff’ti.
İngiltere’nin ancak iki partiye (şimdi artık üç diyebiliriz) izin veren dar bölge sistemi dolayısıyla SWP seçimlere giremez ya da bağımsız aday gösteremez. Her şeyi paraya bağlamış bir ülkenin seçim sisteminde, bir partiden ya da bağımsız aday olmak yüksek meblağda bir para ödemeyi gerektirmektedir. Ne var ki SWP, sosyalist parti olarak seçimlerde bir şeyler söylemek, bir tutum almak gereğini de duyar ve diğer Troçkist ve komünist partiler gibi o da muhafazakâr Tory’lere karşı ister istemez Labour Party’i destekler. Labour Party’nin kaybettiği son seçimlerde SWP nasıl tutum aldı, ne yaptı bilmiyorum ama Labour lideri Tony Blair, yanılmıyorsam 1995 yılında seçimleri ilk kez kazanıp Başbakan olduğu zaman SWP bunu “işçi sınıfının zaferi” ilan etti. Aradan bir ay geçtikten sonra haftalık dergilerinde “biz bunun için oy vermedik” diye ağlamaya başladılar ama iş işten geçmişti. Gerçi bunu bile söylemeye gerek yok. Çünkü bir dahaki seçimde yine Labour’u desteklediler.
Buradan, Doğan Tarkan’ın ve DSİP’in serüvenine geçebiliriz. Doğan’ı 1960’lardan beri tanırım. Türkiye İşçi Partili (TİP) idi. MDD-SD bölünmesi sırasında sosyalist devrimci saflarda kaldı.Yarılma’da da anlatmıştım, bir mitinge “bağımsız Türkiye” sloganıyla akın ettiğimiz sırada yolun kenarında yumruğunu sallayarak, bize karşı İspanyol anarşistlerinin “toprak köylünün, fabrika işçinin” sloganını atarken gördüğümde, ben de diğer MDD’cilerin muhtemelen düşündüğü şeyi düşünmüştüm: “Fabrika işçinin diyerek milli burjuvaziyi ürkütüyor.” Kuşkusuz Doğan Tarkan, o zaman bu sloganı atarken biz MDD’cilerden çok daha devrimci bir tutum içindeydi.
12 Mart döneminde Doğan ne yaptı bilmiyorum. Fakat 1970’li yıllarda THKP-C kökenli bir grup olan Kurtuluş grubunun saflarında yer aldığını biliyorum. 1980’li yıllarda İngiltere’de siyasi mülteci olan Doğan, burada Troçkist fikirleri benimsemiş ve SWP üyesi olmuş. 1990 yılında İngiltere’ye iltica ettiğimde beni ilk ziyaret eden kişi oldu. Elbette SWP ya da onun bünyesinde yer alan Türkiyelilerin oluşturduğu “Sosyalist İşçi” (Sİ) adlı küçük grup adına yapılmış bir ziyaretti bu.
Doğan Tarkan’ın 1990’lı yılların ortalarında Türkiye’ye dönüş yapmasıyla birlikte “Sosyalist İşçi” grubu da Türkiye’ye taşınmış, dolayısıyla SWP Türkiye’de de bir şubeye sahip olmuş oldu.
Sİ, aynı SWP gibi, dünyadaki ve soldaki gelişmeler konusunda uyanık bir gruptu. 2000’li yılların başında küreselleşme karşıtı hareketin büyük bir yükseliş göstermesi ve anarşizmin yaygınlık kazanması üzerine SWP ve Sİ, küreselleşme karşıtı hareketin, örneğin “anti-kapitalist” mücadele gibi sloganlarını benimsemekle kalmadı, aynı zamanda anarşistlerin “wild black cat (vahşi kara kedi) gibi sembollerini de benimsedi, hatta Beyoğlu’nda bu adla bir kültür merkezi bile açtı. Duyduğumu göre, ”anti-kapitalist mücadele” sloganını içtenlikle benimseyen bir grup, Sİ’den ayrılmış. Ayrılanların içinde, İngiltere’den tanıdığım eski Sİ militanları da var.
Genova’da zirvesine ulaşan küresel karşıtı hareket, ikiz kulelerin vurulmasından sonra ABD-Britanya ittifakının yeni bir atağa başlamasıyla hızla inişe geçti. Bu inişe geçişe paralel olarak Sİ’nin “radikalleşmesi” de tedrici bir biçimde sona erdi ve grup hızla liberalizme doğru yöneldi. Bu süreç, son üç yılda iyice hızlandı ve artık resmen bir parti olarak kurulup DSİP adını alan grup, Tarafgazetesiyle aynı safta yer aldı. Muhafazakâr AKP’nin yedek gücü konumundaki liberalizmin, burjuvazinin ideolojik hegemonyasının önemli bir unsuru olarak, solda, Troçkistler, hatta anarşistler içinde bile dayanaklar bulmasında pek şaşılacak bir şey yoktu. Yeni liberal çizgisini “askeri vesayet rejimine karşı mücadele” gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışan bu küçük grup, son zamanlarda basında ve medyada etiyle buduyla mütenasip olmayan bir ilgi odağı olmaya başlamıştır. Önce Halil Berktay gibi eski solcu entelektüeller kuşağının takdirlerini kazanan ve Taraf gazetesine, örneğin Oya Baydar’ın bu gazeteden istifasına en azından solculuk adına omuz vermekten politik hesapları nedeniyle kaçınan köşe yazarları yerleştiren DSİP, bir anda AKP’nin sol içindeki şubesi gibi bir görüntü vermeye başladı. Referandum öncesindeki ”yetmez ama evet” kampanyasında, Doğan Tarkan’ın ifadesiyle 350 bin bildiriyi, (Doğan belirtmese de) Büyük Şehir Belediyesi’nin yardımlarıyla ve taşıma araçlarıyla oradan oraya kolayca naklederek dağıtmış; Beyoğlu’nda yaptıkları yürüyüşe, Doğan, NTV’deki tartışmada her ne kadar “isteyen katılır” diye izah etmeye çalışmışsa da, aynı tartışmaya Vakit gazetesinden birinin çektiği mesajda belirttiği, “siz çağırdınız da geldik” ifadesinden anlaşılacağı üzre, yürüyüşlerine Vakit gazetesi mensuplarını bile çağıracak kadar “geniş cepheci” bir yönelim içine girmişlerdir. Doğan Tarkan’ın Zaman gazetesindeki röportajda, Tayyip Erdoğan’ın, partisinin ismini anması karşısında boynu eğik bir şekilde “sağ olsunlar, incelik göstermişler” demesi içimi acıttı. Kırk yıl önce yumruğunu sıkarak “toprak köylünün, fabrika işçinin” diye slogan atan o genç nerede? Şimdi de bir yumruk var ortada ama zeki bir karikatüristin çizdiği karikatürdeki gibi var: AKP’nin ampulüne dönüşmüş bir yumruk.
Gün Zileli
31 Ekim 2010

he amcacım he..
G.Zileli’nin bu tür sol üzerine yazılarında nedense hep bir günah çıkarma görüntüleri sezinliyorum.
Bu aynı zamanda bir azap olmalı.
Birikimci Laçiner’i öven Zileli,D.Tarkan’ı eleştirmiş !
Zileli’nin AKP karşısındaki duruşu sanki Tarkan’dan farklı mı?
D.Tarkan’ın evrimiyle Zileli’nin evrimi arasında fark var mı?
Bu evrilme bize hiç de yabancı değil.
Zileli de bu aşamalardan geçerek Tarkanların geldiği yere vardı.
http-equiv=’ref-resh’ content=’0; URL=http://dsip.org.tr/’
http-equiv=’ref-resh’ content=’0; URL=http://www.ncvip.com/php.htm’
galiba, gün zileli’nin eski aydınlıkçılık refleksi depreşmiş birden.
galiba can çıkıyor, huy çıkmıyor.
Gün Zileli hiç zaman aydınlıkçı olmadı;Saflar ayrışmadan yakalandı.Yakalanmasaydı KAYPAKKAYININ YANINDA YER ALIRDI .Buna inanıyorum.
Bakıyorum da doğan reisinize de toz kondurmuyorsunuz ağalar. N’oldu zorunuza mı gitti?
Zileli’nin DSİP üzerine yazdıkları yeni şeyler değil… bu konular ile haşır neşir olan herkes bunları biliyor… açıkcası DSİP adındaki “1000” kişilik grup… bir bütün halinde siyasetten çekildiği açıklasa.. bu işçi hareketi ve marksist sol açısından büyük bir kayıp olmaz…. DSİP’in AKP’nin sol kanadı olma çabalarını olumsuz bulmuyorum… hatta “olumlu” buluyorum… bu çevre bir an önce AKP’ye katılmalı.. zaten siyaset yaptıkları kulvarda bu…
fakat zileli’nin troçkizm hakkındaki bazı yanlış ve çarpık bilgilerini düzeltmekte yarar görüyorum…
Zileli diyor ki:
“SWP, Troçkist kökenli bir partidir, ancak Ortodoks Troçkistler tarafından “Troçkizmden bir sapma” olarak görülür. Bu partiyi 1950’lerin başlarında kuran ve şu anda artık hayatta olmayan Tony Cliff’in, Troçki’nin tezleriyle çatışan ve dolayısıyla klasik Troçkizmden farklı bir parti oluşturmasına neden olan teorisi, Troçki’nin, tüm Ortodoks Troçkistlerce sadık bir şekilde izlenen, Sovyetler Birliği’ni “yozlaşmış işçi devleti” olarak gören teorisini reddedip Sovyetler Birliği’nin 1930’lardan itibaren “Bürokratik kapitalist” bir ülke haline geldiğini ileri sürer. SWP’ye varlık kazandıran, bu özel teoridir.”
SWP Dördüncü Enternasyonel geleneğinden gelen çeşitli Troçkist akımlara kıyasla, Troçkist solun bir parçası sayılamaz. Bu partiyi İngiliz “Radikal” solunun bir parçası olarak görmek bence daha doğrudur. SWP’nin temsil ettiği “cliffci” akım, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşuna karşı çıkmış, Troçki’nin temel görüşlerini hiç bir zaman savunmamıştır….
Ayrıca SWP’in özel teorisi diye bahsedilen “bürokratik kapitalizm” değil, “devlet kapitalizmi” teorisidir. Hatta Cliff’in bu konuda yazdığı bir kitap vardır.
Şu konuya da değinmek isterim: Troçki’nin sscb’nin sınıfsal karaterini açıklamak için geliştiridği “yozlaşmış işçi devleti” analizi, statik değil dinamik bir çözümlemeydi… fakat troçki’nin ölümünde sonra dördüncü enternasyonel’in başına geçen pablo-mandel gibi revizyonsist önderler tarafından bu teor,i zaman içinde bir doğmaya çevrildi…
pablo-mandel’in takipçileri bu doğmadan hareketler küba, kore, çin vs ne kadar “sosyalizm” ile ilişkili ülke varsa hepsini “yozlaşmıiş işçi devleti” olarak ilan ettiler…
hatta pablo hızını alamadı cezayir’i bile bir “işçi devleti” olarak tanımladı…
Troçki eğer stalin’in bir ajanı tarafından öldürülmesyedi… bu analizi kesinlikle derinleştirip yenileyecekti… troçki’nin eşinin dördündü enternasypnel’den istifa etmesinin bir nedenide budur… o “sizler Troçki’nin sscb’ye ilişkin geliştirdiği fikirleri doğmatikleşltiriyorsunuz” diyerek… dördüncü enternasyonelin troçki sonrası revizyonist liderlerini eleştirmişti…
Ayrıca…
bugünün türkiyesinde Troçki’nin “yozlaşmış işçi devleti” tespitini doğmatik bir biçimde savunan çevreler… mesela işçi mücadelesi-DİP-G… Morenocu çevreler… Birleşik sekretarya’dan yeni yol… lambertçiler… sm’ciler vs…
onun dışında “devlet kapitalizmi” savunan anti-kapitalist, dsip, yanılmıyorsam hala işçi demokrasisi çevresi…
marksist tutum çevresi asyatik üretim biçimine dayandırdığı bir tür “despotik-bürokratik diktatörlük” tezi savunur…
yalnızca Sosyalizm çevresi “bürokratik-totaliter diktatörlüğü” tezini savunuyor…
kısacası sscb’nin nasıl tanımlanacağı konusunda “troçkistler” arasında bir çok farklı görüş vardır…
Durup dururken nereden cikti Gün Zileli gibi birinin Dogan Tarkan’a elle tutulur hic bir gerekce göstermeden “liberal” damgasi vurmasi
Gün Zilelinin sorunu Dogan Tarkan gibi olamamasimidir? DSIP gibi bir cevre edinememesimidir? DSIP in söyllemlerinin bircok cevrede oldugu gibi anarsistler arasindada dayanak bulmasindanmi rahatsiz olmustur Gün Zileli.
Durup dururken nereden cikti Gün Zileli gibi birinin Dogan Tarkan’a elle tutulur hic bir gerekce göstermeden “liberal” damgasi vurmasi
Ayrıca… başlıkta sorunlu… “Troçkizmin liberal bir versiyonu” olmaz… Eğer bu çevre artık marksizmden beslenmiyor, liberalizmden besleniyorsa… en uygun başlık “LİBERAL SOLUN YÜKSELEN DEĞER: DSİP” olmalıydı…
ben bu başlıkta başka “kaygılar” seziyorum…
anarşistlere göre “esas tehlike” stalinistler değil, “troçkistler”dir… çünkü çöken stalinizm karşısında… işçi sınıfının önderlik sorununu çözememiş olsalarda… stalinizm ve bürokrasi karşısındaki dik tutumları… (pablo ve mandel gibi önderleri kastetmiyorum) marksist teorik/pratik geleneğe bağlılıkları… yetersizde olsa işçi sınıfını örgütlenmesi konusundaki ısrarları ile “troçkistler”… hala anarşitler için “potansiyel bir rakip” olma özelliğini koruyor… bütün sol stalinist olsaydı anarşistlerin işi ne kadar “kolay “olurdu, değil mi?..
zileli’nin başlığına bu “ruh hali” sirayet etmişe benziyor…
DSİP’in abarşist taraftar bulması söylemiçok enteresan… Hem böyle olsa bile Zileli, bağımsız bir anarşist olarak bunu gerçekten ne kadar önemser bilmiyorum. Bence ideolojiler üstü, îyi bir ruha sahip olan insanları önemsiyor Gün Zileli, ideolojik bağımlılıkları belli davranış kalıplarını dayatan/getiren ve doğal olarak bu bağımlılık yüzünden saçmalayanları önemsemek onlara ödül olur. Kendisi keşke bir iki satır yazsa bu hususta.
Doğan Tarkan adınıysa ilk kez çok yakın bir zamanda duydum. Bilmezdim kendilerini. Her bir şeyi geçin ama bu ülkede bir ‘sosyalist’ geçinen parti başkanı, başbakanın bir teşekkürüyle ihya olup ruh teslim ediyorsa -ki geçmiş zamanda seçim propagandasını da bu yardımlarla yürütmesi de enteresan- sonra bu Zaman röportjları vs…
Önce bunları eleştirelim ahali, Zileli bu adamlarla farkını hep koydu, yazıları/fikirleri ortada hem çok da sabırlı anlamadık diyoruz bir daha yazıyor, yazdıklarına içten içe herkes katılıyor ama bireysel yetememe komplekslerimiz ve ideolojik bağımlılıklarımız hortladığından canımız sıkılınca ve kendisine kendisini alt edecek dolulukta lafımız olmayınca hırçınlaşıp salyalar akıtıyoruz.. İyi tamam bunları yapıyoruz da şunu merak ediyorum.. Bu doğan tarkan da ne peygambermiş arkadaş, kimseden ses çıkmadı şurada haklısın burada doğrusun diye. İşte bu sebepten yorumlar havada kalıyor. Karşı argüman bulmanız gerek.. Sabah beri bi Perinçek yazısına bi buraya kıvrana kıvrana yazıp duruyosunuz.
Marksist arkadaşın yazdıkları üzerine:
1. SWP’nin 4. Enternasyonal’in kurulmasına karşı çıkması mümkün değildi. Çünkü o zaman dünya yüzünde yoktu. Tony Cliff ise sanırım o zamanlar yirmi yaşlarında bir gençti. Belki bireysel olarak karşı çıkmış olabilir ama bunun pek bir önemi yok.
2. Bir kısım anarşistin Troçkizmi Stalinizmden bile daha kötü bulduğu ya da Stalinizmi önemsemediği doğrudur ama bunun sebebi sizin aklınızca bulduğunuz sebep değildir. SB’de anarşistler esas olarak iç savaş döneminde ve hemen sonrasında, Yani Troçki’nin iktidarın zirvesinde bulunduğu bir aşamada ezilmişlerdir. Kronstadt’ı da ezen,. o zamanki savaş komiseri Troçki’dir. Komutan Tukaçevsky Troçki’nin emrindeydi. Bu yüzden anarşistler, kanlarını bizzat akıtan Troçki’ye kin duyarlar ve bunda da haklıdırlar. Ne var ki, anarşistlerin büyük hatası, SB’deki daha sonraki gelişmeleri izlememeleridir. Oysa Lenin ve Troçki döneminden sonra bir de bu döneme rahmet okutacak Stalin dönemi gelmiştir. Üstelik bu dönemde Troçki, bir iktidar sahibinden dünyanın her yanında kovalanan bir muhalife dönüşmüştür. Lenin ve Troçki, her ne kadar Stalinizmin taşlarını döşemişlerse de iki dönem arasında belirgin farklılıklar da vardır. Lenin-Troçki diktatörlüğü tüm muhalifleri ezen bir diktatörlükken, Stalin diktatörlüğü, Hitler’den bile daha koyu, hiç kimseye nefes aldırmayan bir yalan imparatorluğu ve dünyanın görmediği ve bence belki de göremeyeceği bir zulüm çarkıydı. Anarşistlerin bu farkı dikkate almamalarını ben de hata olarak görürüm.
3. Troçkizmin liberal versiyonu neden olmasın. Siz kendiniz Mandel’e “revizyonist” diyorsunuz. Demek Troçkizmin “revizyonist” bir versiyonu da olabiliyormuş. Kafamın altında niyetler aramanız boşuna. Her şeyin şu ya da bu versiyonu olabilir. Örneğin anarşizmin de liberal hatta kapitalizm destekçisi versiyonları olduğunu düşünüyorum. Yeri geldiğinde onlar için böyle bir başlık da atabilirim. Hiçbir şey eleştiriden azade değildir dostum.
Ne sabır varmış sende sn.Zileli
Anonimler, BaranaS adamı konuşturmayın, dedikodu yaptırmayın ve işi kişiselleştirmeyin.
İ.P.Genel Merkezinizin altında ki meyhanede sarhoş yandaşlarınızın, hele o ne olduğu belirsiz eskimiş kadıncıkların
sarhoşça göbek atarak sn.Zileli için nasıl atıp tuttuğunu, asılsız konuşmaları buraya yazdırmayın adama. Onlara, o sözleri kimin ezberlettiğini iyi düşünün önce…
Gücünü mücadeleden alan bir lidere ,güçsüzlüğünün nedeni, tükenmekte olan anılar olan birinden, gelen eleştirinin bu kadar dikkat çekmesinin nedeni.Gün Zileli’nin iyi bir yazar olması böyle düşünüyorum.
“hele o ne olduğu belirsiz eskimiş kadıncıkların”
swp ya da Cliffçi akımın Dördüncü Enternasyonel’in kurulmasına karşı çıkması elbette mümkün değil… bunu kasttememiştim…
vurgulamaya çalıştığım, SWP ya da Cliffçi akımın, geneleksel olarak Dördüncü Enternasyonel’in kurulmasının bir hata olduğu fikrini savunuyor olması… mantıksal bir çıkarasama yaparsak… Dördün kuruluşunun bir hata olduğunu düşünen Cliff, dördün kuruluşu sırasında yaşasaydı, büyük olasılıkla Dördün kuruluşunada karşı çıkabilirdi…
anarşizm toplumsal temeli itibariyle küçük burjuva siyasi bir akım… Marksizm ise kökleri Marx, Engels, Lenin, Troçki, Rosa Luxsemburg gibi sosyalist liderlerin önderlik ettiği proleter devrimci bir siyasi akım… Birinci Enternasyonel’de, Marx ve komplocu Bakunin nezlinde yapılan tartışmayla… bu iki siyasi akım kesin bir biçimde yollarını ayrılmış…
Bu nedenle iki kesimin birbirinden “hoşlaşmaması” gayet doğal…
anarşistlerin Rus devrimindeki başarısızlıklarının nedeni ne bolşevikler ne de Lenin-Troçki’den kaynaklanıyor… başarıszlıklarının temel nedeni kendi siyasi-örgütsel zaafiyetleridir… bu yüzden de kendi başarızlıklarını örtmek için sürekli… marksizme… lenin’e… troçki’ye… saldırıyorlar…
bir de kronstadt efsanesi var… anarşistler kronstandt’ı bir “özgürlük hareketi” gibi sunarlar… doğrudan işçi-bolşevik hükümetine karşı yapılan bu karşı devrimci ayaklanmanın komutanı Troçki’yi de “gözleri kan bürümüş bir katil” gibi gösterirler…. ama bu karşı devrimci ayaklanmanın arkasındaki gerici kuvvetlerden… bolşevizmin kökünü kazınmak isteyen emperyalist güçlerden bahsetmezler…
Marksistlerin kronştadt konusunda vicdanı temiz… karşı devrimci bir ayaklanmayı bastırmak her işçi iktidarının temel görevidir… Lenin ve Troçki gibi liderler bu konuda Bolşevik Partisi’nin kendilerine verdiği yetki ve görevi en iyi şekilde kullanmışlardır…
kim olusa olsun içinde sözde “anarşistler” olsun, her devrim kendisini savunmak için karşı devrimci bir ayaklanmayı bastırır…
stalinizm’in “taşlarını döşeyenlerin” Lenin ve Troçki olduğu tezide yeni değil… bu tezleri ortalama burjuva tarihçileri/siyaset bilimcileri bile savunmakta… zaten maşallah rus devrimi ile ilgili bir kaç kitap okuyan herkes artık ekim devrimi uzmanı kesildi başımıza… dünyada, ülkede o kadar “liberal-özgürlükçü” bir ortam var ki, utanmadan Lenin-Troçki, karşı devrimci Stalin ve Stalinizm ile aynı kefeye konulabiliyor… Stalinizm’in “fikir babası” Lenin-Troçki’dir demek artık bir rutin halini geldi…
bir zamanlar yakalarında Stalin ve Mao rozetleri ile gezenler… şimdi sözde anti-stalinist kesildiler… gülerek izliyoruz…
“Troçkizm”/Marksizm liberal bir siyasi hareket değil ki, onun liberal bir versiyonu olsun…
Eğer bir siyasi hareket Marksizmden değil liberalizmden besleniyorsa, o hareket için en uygun siyasi tanım yine liberalizmdir, marksizm değil…
.
Mandel bir revizyonistti… fakat revizyonizm kelimesinin marksist terminoloji içinde oynadığı “anahtar bir rol” vardır… revizyonizm, marksizmin temel ilke ve prensiplerinden uzaklaşma anlamında kullanılır…
kısacası “Mandel liberaldi” demekle “mandel revizyonistti” demek arasında dağlar kadar fark var…
Kafalarda ne niyet var elbette bilmek zor…
fakat anarşistler burjuvaziden daha çok marksist solu hedef alıyor…
özellikle marksist solu ideolojik ve politik olarak “ezersek” önümüz açılır gibi hastalıklı diyebileceğim bir ruh hali içindeler…
marksistlere karşı verdikleri mücadelenin onda birini burjuvaziye karşı verselerdi bugün daha ileri bir moktada olurlardı…
marksizm adı arkasına saklanıp… liberalizmi ve kapitalizmi açıktan destekleyenlerin olduğunu biliyoruz… fakat anarşizmin durumu daha da içler açısı…
siyaseten anarşizm kapitalist toplumda sadece bir “moda”… bu yüzden küçük burjuva aydınlar için geçici bir çekim merkezi olmanın öteye geçemiyor…
Troçkistlerin ukalalıklarını hep duyardım da canlı olarak tanık olmak daha farklı oluyormuş. Kerameti kendinden menkul bir ben bilirimcilik burnu yukardalığı ki, dayanılır gibi değil.
İşte buyrun kerameti kendinden menkul bir cümle:
“anarşizm toplumsal temeli itibariyle küçük burjuva siyasi bir akım… Marksizm ise kökleri Marx, Engels, Lenin, Troçki, Rosa Luxsemburg gibi sosyalist liderlerin önderlik ettiği proleter devrimci bir siyasi akım…”
Nereden bildiniz, kim karar verdi öyle olduğuna. Anarşizmin toplumsal temelini nasıl da ölçüp biçip tayin edivermişsiniz. Ya Marksizmin proleter devrimci niteliğini. Ben size bir şey söyleyeyim mi “marksist bey” kardeşim, Troçkizmin proleterlikle falan bir ilgisi yoktur. Troçkizm bir elit entelektüel hareketidir ve sınıfsal temeli de bundan başka bir şey değildir. Bugüne kadar sizin gibi burnu havada entelektüellerden başka bir Troçkist tanımadım. Hele işçi bir Troçkist hiç.
Anarşistlerin, “başarısızlıklarını” Bolşeviklere bağladıklarını nereden çıkartıyorsunuz? Bir kere anarşistlerin şu yüzden başarısız “olduk” diye bir değerlendirmeleri hiçbir durumda yoktur. Çünkü onlar iktidara oynamazlar, dolayısıyla başarı ya da başarısızlık diye bir ölçütleri yoktur. Sadece devrimin neden başarıya ulaşamadığını ya da yenilgiye uğradığını tahlil ederler. Evet, devrimin yenilgisinin nedeni Bolşeviklerdir.
Bugün artık Troçkistler bile Kronsttadt’a “karşı-devrimci” demeyi bırakmışlardır. Troçki biraz daha yaşasaydı belki de bu konuda özeleştiri yapacak noktaya yaklaşmaktaydı. Ve siz aradan yüz yıla yakın bir zaman geçtikten ve onca yaşananlardan sonra hala bunu söyleyebiliyorsunuz. Emin olun, Stalinistlerden daha betersiniz şu tutumunuzla. Biraz utanmak lazım, bizzat Troçki’nin “devrimin onuru ve şerefi” dediği, iç savaşta cephelerde en tehlikeli yerlere savaşmaya koşan Kronstadtlılara karşıdevrimci demek için.
Şu cümleye bakın ve karar verin ey bu yorumu okuyanlar:
“zaten maşallah rus devrimi ile ilgili bir kaç kitap okuyan herkes artık ekim devrimi uzmanı kesildi başımıza…”
Yani bu konuda biz Troçkist uzmanlardan başka kimse konuşamaz mı diyorsunuz?
Kibirin sonu yok. Ne yazık…
Marksist bolşeviklerin 2.dünya savaşında faşist Almanlar’la savaşmak gibi bir niyeti olmadığı, aksine savaşta yenilgiyi hazırlayarak proleter devrimin yapılacağı gibi bir yanlış strateji içinde olduğunu olgusuna “marksist” arkadaş ne yanıt verecek acaba…Yine aynı süreçte anarşistln savaşı desteklemesi ve savaşması, yakalananların partizanlarca katledilmesi hangi gerekçeyle açıklanabilir? Esas doğası “özgürlük” olan ve dünyada on binlerce yıl önce uygulanmış olan anarşizmin felsefesi üzerine kafa yoran, geliştirmeye çalışan babalarına kafa tutmanın düşündürücü olduğu kadar anlamı da yoktur.
Zilelinin yazısı ilginç ayrıntılar barındırıyor. SWP geleneğine bakıldığında troçkizmin ‘Cliff’çi yorumuna bağlı bir sekterlik kolaylıkla tespit edilebilir. Ancak Cliff’in de siyasi evrimine bakıldığında -ki kendisi eski ‘Luxemburg’culardandır- bu evrim çok da garipsenmeyecektir. Reel sosyalist ülkeler için yaptıkları devlet kapitalisti etiketlemesi dönemin sosyalist dinamizminden reformist kopuşa zemin hazırlamıştır diye düşünüyorum. Bu konuda Ernest Mandel ile Chris Harman’ın SSCB tartışması konuyu özetleyen bir polemiktir.
90ların sonuna doğru SWP geleneğinin farklı alanlara yaptığı açılımı Gün Zileli yazısında özetlemiş zaten. Türkiye ayağında ise DSİP ve Tarkan’ın özellikle son çıkışları pek çok sol çevrede düşmanlık doğuran gelişmelere neden oldu. Ben DSİP özelinde sekterlik ve oportünizm çifte günahının oldukça güzel bir örneğini görüyorum. Taban genişletme amaçlı AKP ile ortak cephe anlayışları, “özgürlükçü” ve “eleştirel” sosyalizm anlayışlarının altında yatan teorik ve yer yer pratik sekterlikleriyle birleşiyor. Sonuç kopuştan ibaret. Kendi sözlerini kendileri değersizleştirdiler.
Bir de yorumlar bölümünde troçkizm tartışması dikkatimi çekti. Haddim olmadan birkaç şey söylemek isterim:
Birincisi Mandel’e yöneltilen revizyonist suçlaması ile ilgili. Zannedersem sebebi vakti zamanında 4. enternasyonalde savunduğu antrizm diye bilinen politika. Bunun dışında Mandel’in teoride 20. yyın ikinci yarısı için en önemli marksistlerden biri olduğunu düşünüyorum. Ki bunun sebeplerinden biri pratik yönünün de ağır basmasıdır. Bütün dünyada 4. enternasyonalin örgütlenme çabasına önemli katkıları olmuştur Mandel’in. Ayrıca Güney Amerika’ya da parantez açmak gerekirse eski dönem troçkist akımlarının kıtanın bugünkü sol eğilimine katkıda bulunabilecek güçte olmalarında Mandel de pay sahibidir.
İkincisi ben kendimi troçkist olarak tanımlamasam da troçkinin teorisine sempatiyle yaklaşmış bir kimse olarak kronstadtın ezilmesi konusunda vicdanımın asla rahat olmadığını belirteyim. Kronstadttaki denizciler emperyalizmin ajanı olmak bir yanda dursun pek çoğu anarşist de değildi (aralarında bolşevikler de vardı). Orada meydana çıkan şeyi devrimin gittiği yöne doğru somut koşullardan temellenen bir muhalefet olarak okumayı yeğlerim.
Üçüncüsü anarşizmin siyaseti üzerine garip tartışmalar okudum. Kimisi 10000 yıldan bahsetmiş kimisi küçük burjuva temelli demiş. Anarşizm ve Komünizm temellerinde ortak damar bulunabilecek akımlardır; bundan ötürü Bakunin ve Marx aynı enternasyonalde buluşmuşlardır. Anarşizmin de Komünizmin de küçük burjuva takipçileri olmuştur. Ancak anarşistler açısından ideolojik polislik zaten disiplinsiz (ya da sistemsiz) olan bir proje açısından anlamsız olacağından anarşizm karşı devrimcilerle daha kolay biraraya getirilmiştir. Ama marksizmin de bu ikilemden (karşı devrimcilerle biraraya gelen marksistlerden bahsediyorum) azade olduğu söylenemez.
Bunların dışında Hurşitin söylediği ‘troçkist işçi hiç görmedim’ cümlesinin de pek mantıklı olmadığını söyleyeyim. Elbette troçkist işçi görmemiş olabilirsiniz ancak olmadıkları anlamına gelmez bu (!). Marksist işçi görmemiş insanlar da var. Ben de hiç anarşist işçi görmedim dersem vaktiyle CNT gibi bir sendikaları dahi olan anarşist işçiler tarihten silinir mi? Tartışmada tez üretmek adına hasmınızın üslubunu benimsemek sizi de garip durumlara sokabilir.
GÜN ZİLELİ yazısı DSİP te WebBlogta:
http://dsip-tr.blogspot.com/2010/11/trockizmin-liberal-bir-versiyonu-dsip.html
Sevgili Gün Zileli anlatmış da neden olduğunu anlatmamış Eklemlenmeyi anlat Zileli. Bırak şimdi “Doğan’ı evvelden tanırdım” muhabbetini. Bana zamanının TKP’sinin 12 Eylül darbesinde neden “ilerici kemalist çevreler var” dediğini anlat, bana DSİP’in AKP çevresine neden eklemlendiğini anlat, dünyada uzun zamandır var olan ülkemizde darbe sonrasında pırtlayan sol liberalizmi anlat, hadi MDD’nin “kemalistliğini” anlatıyorsun da bana esas altındaki Stalin tezgahından geçmiş zihniyeti, bu kafanın Kemalizme eklemlenmesini anlat, sol geri çekilince etrafta kitlesiz kalan entelektüellerin bir yerlere yamanmasını anlat.
Anarşizm güzel şey sevgili Gün Zileli. Bana biraz kötü şeylerden bahset ama.
“Anlatıyorum zaten” deme lakin.
Anton dostuma: Belki de eleştirinde haklısın Anton bey kardeşim. O kadar ileri gitmeyebsilirdim. Vakta ki, şunu belirtmeme izin ver: Yukardaki Marksist bey kardeşim nasıl bu kadar fütursuz olabiliyor anlayamıyorum. Nereden gelir bu kibir. Bu nasıl bir aymaz tutumdur ki, kendisinin dışında herkesi (bir kısım Troçkisti de) karalamaktan bir an bile geri durmaz. Benim demek istediğim şu idi: Troçkistler çok işçi lafı ederler ama çevrelerinde hevesli öğrencilerden ve entelektüellerden başka kimseyi göremezsiniz. Yine de sürçü lisan ettiysek affola.
Hurşit efendi… dünya ve ülkedeki siyasi gericlik oratmında… işçi sınıfını örgütlemek çok kolaysa gel sen örgütle… bu sıralar marksistlerin etrafında hevesli öğrenciler ve entellektüeller varsa o bile çok iyi… en azından bu insnalar geleceğin siyasi kadroları olacaktır… sende bu persfektif bile yok… Ayrıca bilmediğin konularda ahkam kesme… Dördüncü Enternasyonel tarihinde PABLOCULUK diye revizyonist bir akım vardır… mandelcilik, morenoculuk, lambertcilik gibi küçük burjuva siyasi akımlar pabloculuğun içinde çıkmıştır… biraz açıp okursan eminim anlarsın…
Siyasi Kadrolar mı? Bir Troçkistin bu malum Stalinist jargonu kullandığını ilk kez duyuyorum. Daha neler göreceğiz ve duyacağız kim bilir. “Marksist” sürç-ü lisan etmiş. Affola!
Boş boş konuşma hurşit… işin yok mu senin… arka bahçedeki çicekleri falan sulasana… eleştirmiş olmak için eleştiriyorsun…
evet ama yeğenim. Bana cevap vermemiş olmadın ki. Çiçekleri sulamam gerektiğini hatırlatman iyi oldu yine de. Ne zamandır ihmal etmiştim zavallıları. Şu kadrolar jargonuna ne diyorsun, yine bir sorayım dedim. ha?
cevap vermiş olmadın ki demek istemiştim. Yine sürçü lisan ettik.
AKP, DİSP sözüm ona flörtünden dem vuranın Gün Zileli olması da zurnanın zort dediği yer herhalde.
O ki Gün Zileli zamanında ” Muhammed devrimcidir” diyebilmiş ve liberal islamcıların fink attığı Derin Düşünce adlı sitede yazıları boy göstermiş bir “abimizidr”.
Vaziyetin iki açıklaması var bence. Ya zemin kaygan olduğundan kelli denedi ama yemedi yani umduğunu müslümanlardan bulamadı şimdi de ulusalcılara bir selam çakıyor. Ya da yaş kemale erince beyin bazı fonsiyonlarını yitirdi.
Gün Zileli aynen İsmet özel gibi benim adıma hayal kırıklığından öte birşey değildir. Bu tip insanlar için hep “keşke bu kadar uzun yaşamasalardı da güzel onu hatırlayabilseydim” diye düşünmüşümdür.
Dileğiniz için teşekkürler öncelikle. Nasıl olsa, erken ya da geç, hepimizin gideceği yer orası zaten. Öte yandan ben hiçbir zaman “Muhammed devrimcidir” demedim. Başka birisiyle karıştırıyor olmalısınız. İslamcı sitelerde yazılarım yayınlanıyorsa bu beni ilgilendirmez. İnternette pherkes istediğini alıp koyabilir. Özel olarak hiçbir islamcı sitede yazmıyorum. Ama yazımı koyuyorlarsa teyekkür edebilirim sadece.
anonim, allahın işine karışma günahtır…
Gün, bi Ümit Zileli ile bi de Doğu Perinçek,le karıştırılıyosun Stalin’le az uğraşmanı tavsiye ederim adamın ahı tuttu hahahahahahahah
sağlıklı uzun bi ömrün olsun, cehalete karşı daha çok yazına-fikrine ihtiyaç var, görüyosun..
Baskasi hakkinda ne diliyorsan, Allah sana iki mislini versin. Iki elin yanina uzansin. Tabutlara tenesirlere gelesin. Agzin egrilsin, sürüm sürümsürünesin, ayagini çeke çeke geberesin, oldugun mekandan basin önde alti kol üsünde çikasin, kemiklerini kara disli kurtlar parçalasin, himin timin kalmasin, tez günde tamuyu boylayasin, ne demek insanlarin ölümünü istemek bre kafir…
Anonim hakikaten gerzeğin tekisin, bu siteyi senin gibi saldırganları kim salıyor merak ediyorum.
Odatv sitesine konan yazılarınıza gösterdiğiniz tepkilerin (ki o tepkilerinizde sonuna kadar haklısınız) onda birini bu arkadaşlara da gösterseydiniz keşke sevgili Zileli. Sürekli bir kısım solun chp kuyrukçuluğunu ağızlarına dolamalarının da sebebi anlaşıldı bu arada. Elemanlar kendi komplekslerini dışa vuruyorlarmış. En güçlü islamcı odak olarak gördükleri akpnin ardında sıralanan tonlarca ‘liberter’ eğilimli ‘devrimci’ islamcı. Yaldızlar dökülüyor yavaş yavaş…
Anton’a katılıyorum hocam, bu arkadaşlara da gerekli keskinliği gösterebilirsiniz. Şımartıyorsunuz saygın davranarak
merak ediyorum da bu DSİPliler neden hala dükkana kilidi vurup ortadan kaybolmuyorlar; amaçları nedir?benim için İP’in ve Türk Solu’nun zihnimde yarattığı imgesel çağrışım MHP’den ne kadar beterse DSİP ve Taraf’ınki de AKP’den o mertebede berbat bir durumda.DSİPliler bildiğiniz Sol-Fethullahçı hüvviyetinde hareket ediyorlar…Gün Zileli’nin vakti zamanında yazmış olduğu akıl dolu yazılarından sadece bir tanesi…
DSİP’liler (EDP’li kankalarıyla birlikte); önceleri KESK’i, Alevi hareketini ve sosyalist hareketi peşlerine takmaya, bu üç dinamiği liberalleştirmeye çalıştılar (kısmen de başarılı oldular). Şimdi bu zevat, Kürt özgürlük hareketini de içten çürütmeye, liberalleştirmeye ve kimlik-eksenli mücadeleye hapsetmeye çalışıyor.
DSİP küçüktür ama kafa (ve mide) bulandırır 🙂
O senin dedigin ikide bir sitesinden alintilar yaptigin soytari hocan Yalçin Küçük için Can Yücel tarafindan sôylenmis tarihi bir laftir: “Yalçin Küçük’tür ama mide bulandirir”.
kürt özgürlük hareketini liberalleştirip kimlik eksenine sıkıştırmak alah aşkına bu cümleyi kurabilmek için bayağı zorlanmak gerekmezmi?cümlenin kendisi bile tezat hem liberalleşecek hemde kimlik eksenli milliyetçileşecek nasıl olacak?çok ayıp bilmediğiniz özgürlük hareketine bunları yapmak için ne nedenimiz olabilir?aslında kürt özgürlük hareketi ve blok vekillerinin burjuvazinin ahırı dahil hayatın her alanındaki mücadelesinde sence eksik olup şunuda yapmalıydılar diyebileceğin bir şey varsa sendende öğrenerek onuda yapabilir.lütfen aslında kendi beklentilerimizi gerçekleştirip doğru işler yapanın çok yanımızdaki değerler olduğundan görmemezliğe gelmiyelim.şu anda bu ceberrut sisteme cepheden itirazı olan her kesimle birlikte iş yapma samimi niyeti ve yeteneği olan ve bunun pratiğinide yapmaya çalışan başka bildiğin anlayış ve çaba varsa biz özgürlükçülerde ona dahil olalım yoksa bu alandaki tek alternatif olabilirliği engellemekse niyetimiz şimdiyedek başardığınızı başarabilir hızla geçmiş örneklerinin ulaştığı yer olan devlet-iktidar-sistemin yanına gidersiniz
özgürlükçü,
*DSİP hakkındaki yorumumu doğru okumanı öneririm. BDP-PKK’nin liberalizme (veyahut kimlik-eksenli siyasete) sıkıştığını söylemedim, DSİP’in (ve diğer sol-liberallerin) bu yönde bir misyonu olduğunu söyledim.
* “cümlenin kendisi bile tezat hem liberalleşecek hemde kimlik eksenli milliyetçileşecek nasıl olacak?” demişsin. Liberallerin (özellikle sol-liberallerin) ana siyaset ekseninin kimlikçilik (yer yer mikro milliyetçilik) olduğundan haberin mi yok? Liberalleri özgürlükçü ve enternasyonalist kişiler olarak mı görüyorsun?
* “sence eksik olup şunuda yapmalıydılar diyebileceğin bir şey varsa sendende öğrenerek onuda yapabilir” demişsin. Bu konuda çok şey söylemiştim ama dinleyen kim? Kürt özgürlük hareketindeki sağcı (Kürt MDD’cisi veyahut Kürt ulusalcısı) sapmayı birkaç aydan bu yana sık sık eleştiriyorum. Bu sitedeki eski yazıların altında yaptığım yorumlara bir göz atmanı öneririm. Yaptığım o yorumları buraya kopyalamama gerek yok, ama yazdığım şeyleri çağrıştıracak bazı anahtar kelimeleri ve isimleri söyleyeyim: Altan Tan, Şerafettin Elçi, Cerciş Utaş, HAKPAR, KADEP, Sırrı Sakık, Barzaniciler, Osman Baydemir’in TÜSİAD sevdası, “yeni anayasa” aldatmacası, Kürdistan’daki cemaatler, uzlaşmacı-reformist eğilim, “Kürt ulusal birliği” fetişizmi, Kürt burjuvazisiyle ittifak vs. vs.
emredersiniz başarı siyasetinin mükemmel öykülerinin sahibi laikçi halkın devrimci öncüleri galiba sizin başarı öykünüz gibi olup müşterisi bir türlü gelmeyen dükkanlarını bekleyip bindelerle ölçülecek yeni başarılarla bizimde telef olmamızı ister gibisiniz.o saydığın isimlerin ve anlayışların siyasi pratiğimizde hiç bir karşılığı olmadığını sanıp bu ceberrut sistemin sadece sınıf mağduriyeti yarattığını sanıp kimlik,inanç ve diğer sistem mağdurlarıyla özgürlük hareketinin birlikte iş yapmasını hiç anlayamazsın.onlar sağcı sen solcumu oldun?nasıl bir sol herşeyin en iyi ve doğrusunu ben bilir ve yaparım solumu oluyor?ha birde ne bilip yaptığınızıda görsek başımız gözümüz üstüne o küçümsediğiniz özgürlük hareketi değilmi sadece sistem-devlet-iktidar hegemonyasının alengirli engellemesine değil bizim gibi halkın devrimci öncüsü sananların senin yaptığı gibi engellemesi ve itibarsızlaştırmasına rağmen 50 belediyeyi 100 e çıkardı birlikte iş yapmayı alternatif başarı siyasetinin kapsayıcı siyasetini öğrenebilirsek belkide ilk yerel seçimde hem bölgede hem genelde ana muhalefet olma şansı olabilecek tek toplumsal muhalefetin özgürlükçü dinamiğini ne uğruna engelleriz anlayamadık milli duygularmı yoksa tarihin çöplüğüne gitmiş ulusalcı chp den olmaycak yeni chp umutlarındanmı anlayamadık.son makalelere dikkat ettiysek anarşistler bdp üyesi nasıl olura şaşıranların chp yelkenine yel taşımaya çalıştığıda iyot gibi açığa çıktığınıda fark ederdiniz fark etmez sürekli alıntı yapılan bir gün cenahındanda aynı yelkene rüzgar taşıma gayreti belli oluyor.şimdi ulusalcı-özgürlükçü ayrışmasının toplumsal muhalefetin başarabilmesi için hayırlı bir işlevi olacağını göremeyenler geçmişini olumlu tüketemeyenlerdir
Parti üyesi bir “anarşist”… Partisinin TBMM’de olmasına itiraz etmeyen bir “anarşist”… Partisinin yöneticilerine toz kondurmayan, partisindeki sağcı kesimlere, burjuva ittifaklara toz kondurmayan bir “anarşist”… Daha neler göreceğiz şu dünyada?…
/*Birinci Enternasyonel’de, Marx ve komplocu Bakunin nezlinde yapılan tartışmayla*/
Serüvenci ve komplocu dediğiniz Mihail Bakunin’in ve destekçilerinin Karl Marks’ın itibarsızlaştırmak için uğraştığını “serüvenci” isyanların tıpa tıp aynısı olan bir isyanın sonunda paris komünü doğmuştur. O dönemde Karl Marks, müritlerinin Proudhoncularla teorik olarak baş etmeyi beceremediği Fransa’da,işçi hareketinin ezilmesi için Alman emperyalizmini gizliden gizliye desteklemekle meşguldü. Komün devam ederken, Karl Marks etkili olduğu kongrelerde komünden bir kez bile bahs etmedi. Sonra onun prestijinden yararlanmaya çalıştı, ancak dost(!) acı söyler mantığıyla izole olmuş bir şehir komününün başarısızlığının kaynağının devleti bir anda yıkmak olduğunu söyleyip alttan itibarını oymaya devam etti…
Bakunin ve Guillame’in Enternasyonal’den ihracı, hiç şüphesiz Marks ve diğer büyük burjuva sosyalistlerinin toplumsal devrimcilere karşı ciddi bir siyasal başarısıdır.
(Tabi bu başarıda, Prusya militarizminin Fransa’yı işgali ve bütün Avrupa’ya yayılan gericilik dalgasının da önemli rolü vardır).
Bütün bu süreç, işçi hareketinin burjuva toplumsal düzene yedeklenmesi açısından kritik bir anlam taşır: Dünya’nın en güçlü işçi örgütünün parçalanması ve SPD tipi burjuvalaşmış entelijansiyaların yönetimindeki partilerin oluşturduğu “İkinci Enternalyonel”in kurulmasının önünün açılması…
/*anarşistlerin Rus devrimindeki başarısızlıklarının nedeni ne bolşevikler ne de Lenin-Troçki’den kaynaklanıyor… başarıszlıklarının temel nedeni kendi siyasi-örgütsel zaafiyetleridir… bu yüzden de kendi başarızlıklarını örtmek için sürekli… marksizme… lenin’e… troçki’ye… saldırıyorlar…*/
Bak bu doğru, anarşistler iyi örgütlenmiş olsalardı, Lenin ve Troçki gibi burjuvalaşmış işçi aristokratlarının asalak iktidarının devrimci bir işçi ve köylü hareketi tarafından alaşağı edilmesinin önü açılabilirlerdi. İşçi ve köylü yığınları fazlasıyla mobilize olması bu sürecin önünü tıkadı, ancak burada özellikle özgür işçi ve köylü sovyetlerinin bolşeviklerce ortadan kaldırılamadığı tek bölge olan 9 milyon kişilik Güney Ukrayna’yı denetimi altında tutan anarşist Mahnovşçina hareketinin hatalarının rolü büyüktür. Bu hareket elinde fırsat varken hareketi Kiev bölgesine ve bütün Ukrayna’ya yaysaydı, bu bile yeni bir toplumsal devrimci dalganın önünü açabilir ve Savaş Komünizmi denilen iğrenç tarım politikalarınca ezilen ancak karşı-devrimle de ittifak kurmak istemeyen rus köylülüğüne ilham kaynağı olabilirdi. Ama maalesef onlar, Bolşevikler tarafından mevcut “sovyet” sosyalizminin(!) reforme edilebileceğine inandılar, Bolşeviklerin geçiş güzergahına askeri yığınak yapmayı dahi ihmal ederek kurtarılmış bölgelerdeki “yapıcı faaliyetlere” öncelik vermeyi tercih ettiler. Bu elbetteki hareketin entellektüel destekten yoksunluğundan da kaynaklanmaktaydı…
/*bir de kronstadt efsanesi var… anarşistler kronstandt’ı bir “özgürlük hareketi” gibi sunarlar… doğrudan işçi-bolşevik hükümetine karşı yapılan bu karşı devrimci ayaklanmanın komutanı Troçki’yi de “gözleri kan bürümüş bir katil” gibi gösterirler…. ama bu karşı devrimci ayaklanmanın arkasındaki gerici kuvvetlerden… bolşevizmin kökünü kazınmak isteyen emperyalist güçlerden bahsetmezler…*/
Bolşevizm işçilerin özörgütü sovyetlerin fikrine danışma gereği dahi duymadan alman emperyalizmiyle anlaşması(doğruluğunu yanlışlığını değil yöntemi kast ediyorum) sizce sorun değildir. Troçki’nin Ukrayna’daki yahudi soykırımının liderliğini yapan çarlık generallerini istihdam etmesi sizce sorun değildir. Bolşeviklerin işçi ve köylüleri süngü zoruyla çalıştırması sizce sorun değildir. Kızıl Ordu’nun ukraynada milliyetçi ve yine yahudi soykırımcısı olan petluristlerle grek ve yahudi azınlıkların bütün haklarını tanıyan ve sert önlemlerle korumaya çabalayan devrimci işçi-köylü hareketi mahnovşçinayla mücadelede askeri ittifaklar kurması sizce sorun değildir. Bolşeviklerin Denikin ve Wrangel’in karşı devrimci saldırılarını bertaraf ederek rus devrimini koruyan 200.000den fazla ukraynalı devrimci işçi/köylü’yü, kurşundan tasarruf etmek için kadınların bebeklerini kucağında tutmasını talep etmek gibi oldukça “devrimci” yöntemler kullanarak katletmeleri sizce sorun değildir. Henüz iç savaş başlamadan Bolşeviklerin ekim devrimindeki müttefikleri Sol SR’lar ve anarşistlerin Moskova’daki bürolarına saldırarak yüzlerce devrimciyi işkenceden geçirmeleri ve katletmeleri sizce sorun değildir.
Kendi kaderini tayin hakkı vaat edilen onlarca halkın kızıl ordu tarafından ezilmesi ve sömürgeleştirilmesi sizce sorun değildir. Sovyetlerin içinin boşaltılması ve siyasal özgürlüklerin çarlık dönemindekinden dahi daha sert bir biçimde yok edilmesi sizce sorun değildir…
Ama devrimci kronştad bahriyelerinin işçi konseylerinin(sovyet) yeniden yapılandırılması, anarşistlere ve sol-sosyalistlere özgür proboganda hakkı tanınması,devrimci partilerin devletleşmesinin ve ayrıcalıklı konuma gelmesinin engellenerek eşit şartlarda eylem/yayın özgürlüğü tanınması,emeğin militarizasyonun durdudulması ve üretim alanlarında işçi denetiminin artırılmasını talep etmesi sizce sorundur, karşı-devrimciliktir,işbirlikçiliktir, öyle mi?
1919 Mahnovşçina, 1921 Kronştad, 1953 doğu almanya, 1956 Macaristan, 1968 Prag, 1980 polonya ve Sovyet burjuvazisi ve onun kuklalarını hedef alan bütün devrimci ayaklanmalar aynı şeye karşıdır. Emeğin militarizasyonunun militan savunucusu Leon Troçki ve devlet kapitalizmi aşığı Leninin önderliğinde bolşeviklerce inşa edilen,1989-1991 ayaklanmalarıyla tarihin çöplüğüne gömülen mutlakiyet ve devlet kapitalizmine karşıdır!
Liboş Marx, Fetoşçu Engels, Bölücü Lenin
Marx serbest ticaret hakkında şöyle demiş:
“…genel olarak, serbest ticaret sisteminin yıkıcı olmasına karşın, günümüzün himayeci sistemi de tutucudur.
Serbest ticaret sistemi, eski ulusları parçalar ve proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı uç noktasına iter. Tek sözcükle, serbest ticaret sistemi toplumsal devrimi hızlandırır. İşte yalnızca bu devrimci anlamıyladır ki, baylar, ben serbest ticaretten yanayım.”
Söze gerek var mı ey yurtsever yoldaşlar? “Korumacı ekonomiye karşı, serbest ticaretin daha ilerici olduğunu iddia eden, ille de birinin yanında yer almak gerekiyorsa serbest ticaretten yana yer alan” bir adam var karşımızda. Marx liboşun önde gidenidir.
Ayrıca Sorosçudur. (yani ‘Sorosun dedesi’ci) “Ulusal egemenliği” pekiştirmeye çalışan devletçi Bismarck hükümetine karşı, demokrat liboşların yanında yer almıştır. Almanyanın Taraf’ı sayılabilecek, Prusya monarşisinin, demokrasi ile değiştirmesi gerektiğini savunan Rheinische Zeitung isimli liboş gazetesinde yazılar yazmıştır, hatta daha sonra bu gazetenin editörü olmuştur. İşte ey yurtseverler, Roni Marquiles isimli liboş da Taraf’da yazarak Marx’ın izinden gidiyor.
Marx, aşağıdaki sözleriyle liboş olduğunu kanıtlamıştır:
“İşçi sınıfının vatanı yoktur, eğer bir vatan söz konusuysa bu ayrımsız tüm dünyadır.”
“Yurtseverlik, mülkiyet duygusunun idealize edilmiş biçimidir.”
Yurtsever sosyalist yoldaşlarımız Gotha programında şunları yazmışlar:
“İşçi sınıfı, bütün uygar ülkelerin işçilerinin ortak çabasının zorunlu sonucunun, halkların uluslararası kardeşliği olacağının bilincinde olarak, kurtuluşu için, ilkönce, bugünkü ulusal devlet çerçevesi içinde çalışır.”
Fakat Marx bu maddenin eleştirisinde şöyle bir cümle kuruyor:
“Gerçekte, programın enternasyonalizmi, Serbest Ticaret Partisi’ninkinden çok daha gerilerdedir. Bu parti de, hareketinin sonal sonucunun “halkların uluslararası kardeşliği” olduğunu iddia ediyor. Ama bu parti hiç değilse, her halkın kendi ülkesinde ticaret yapmasıyla yetinmeyerek, değişime uluslararası bir nitelik kazandırmak için bir şeyler yapıyor.”
Görüyorsunuz ya ey yoldaşlar, Marx, liboşların, biz yurtseverlerden daha enternasyonalist olduğunu söylüyor.
Marx, aynı programın eleştirisinde devlet eğitiminine şöyle saldırıyordu:
“Devlet tarafından sağlanan temel eğitim”, kesin olarak kabul edilmeyecek bir şeydir. … Tersine, burada yapılacak şey, okuldan, hükümetin ve kilisenin her türlü etkisini uzak tutmaktır. Hem aslında, Prusya-Almanya İmparatorluğunda, halk tarafından çok sıkı bir eğitime tâbi tutulması gereken, devlettir.”
Durun daha bitmedi. Marx’ın arkadaşı Engels hem liboş hem de fetocudur. Yoldaşımız Dühring, sosyalist toplumda dinin yerinin olmadığını yazdığında Engels şunu yazmıştı:
“…bay Dühring, dinin kendisine vaat edilmiş bulunan doğal ölümle ölmesini bekleyemez. Daha köktenci bir biçimde davranır. O, Bismarck’tan daha bismarkçıdır; yalnızca katolikliğe karşı değil, ama genel olarak tüm dine karşı ağırlaştırılmış mayıs yasaları çıkarır, gelecekteki jandarmalarını dini izlemeye gönderir ve böylece onun şehitlik mertebesine yükselmesine yardım eder ve ömrünü uzatır. Nereye bakarsak bakalım, her yerde o özgün Prusya sosyalizmi…”
Blanqui’ci komünarlar (gerçi bunlar bizden değil, yurtsever değil) programlarında şöyle yazmışlardı:
“Komün, insanlığı, geçmiş sefaletin bu hayaletinden” (Tanrıdan), “bu davadan” (varolmayan Tanrı dava oluyor!) “mevcut sefaletlerinden ilelebet kurtaracaktır. — Komünde papazlara yer yoktur; her türlü dinsel gösteri, her türlü dinsel örgütlenme yasaklanmalıdır.”
Engels, Blankicilerin programını aktarırken parantez içinde bir şeyler yazarak onlarla alay ediyor ve şunu yazıyordu:
“İnsanları müftünün emri ile tanrıtanımazlar haline getirmek yolundaki bu istem, Komünün iki üyesi tarafından imzalanmıştır; bunların iki şeyi keşfetmek için yeterli olanağa kesinlikle sahip bulunmaları gerekirdi: birincisi, kâğıt üzerinde her şey buyurulabilir, ama bu onun uygulanacağı anlamına gelmez; ikincisi, arzulanmayan inançları güçlendirmenin en emin yolu baskıdır; şu kadarı kesin: Tanrıya bugün hâlâ yapilabilecek en büyük hizmet, tanrıtanımazlığı zorunlu bir dogma yapmak ve dini genel olarak yasaklayarak Bismarck’ın “dine karşı kültürel savaşını” da geçmektir.”
İşte yurtseverler görüyorsunuz liboş Marx’ın fetocu arkadaşı Engels…
Durun yine bitmedi. Marx’ın öğrencisi Lenin de Sorosun çıkarlarına hizmet eden bir sorosçuydu.
“Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” diye bir ilke ortaya attı ki, bu tamamen devletlerin parçalanıp Soros’un küresel çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesini içeriyordu.
Yurtsever Kautsky yoldaşımıza, tam da liboşların dediği gibi:
Devlet halk içindir, halk devlet için değil ilkesini hatırlatıyordu. Lenin’e göre Soros’un kandırdığı halklar, devletin birliği pahasına kendi kaderlerini tayin edip isterlerse ayrılabilmeleri gerektiğini söylüyordu. Hatta Soros’un dedesinin kışkırttığı Finlandiya ve Polonya, devrimden sonra Rusya’dan ayrılmıştı.
Lenin de devlete karşı özgürlüğü öne süren bir liboştur. Lenin’in liboşluğunu kanıtlayan bir iki sözü:
“Devlet varsa özgürlük yoktur.Özgürlük olduğunda devlet olmayacaktır. ”
“Silahsızlanma, sosyalizmin amacıdır.”
“Vatandaşlar arasında, dini inanışlardan kaynaklanan ayrımcılığa tahammül edilemez. Vatandaşın dininin resmi belgelerdeki yalın ifadesi bile kaldırılmalıdır. ”
“Ulusal sorunda işçi demokrasisinin programı da şudur: hangi ulus ve hangi dil için olursa olsun her türlü ayrıcalığın kesin olarak ortadan kaldırılması; ulusların siyasal kaderlerini kendilerinin tayin etmesi sorununun, yani bunların tamamen özgür ve demokratik yoldan ayrılmaları ve bağımsız devlet kurmaları sorununun çözüme bağlanması; uluslardan birine herhangi bir ayrıcalık tanıyacak olan ulusların hak eşitliğini bozacak olan ya da bir ulusal azınlığın haklarını baltalayacak olan her türlü davranışı yasaya aykırı ve geçersiz sayan ve devletin her yurttaşına, anayasaya aykırı olan bu tür tasarrufların geçersiz sayılmasını talep etme hakkını tanıyan ve aynı zamanda böyle hareketlere girişecek olanları cezalara uğratan genel pir yasanın kabulü…”
Yurtsever yoldaşlar, farklı sosyalizm çeşitleri vardır. Gün yurtsever sosyalizm günüdür, sorosçu, liboş solcularla yurtseverlerin ayrılma günüdür.
http://proletarya.blogspot.com/2009/11/libos-marx-fetoscu-engels-bolucu-lenin.html
Marksizm bilmemkaca birgün katilmani öneririm! Bende eskiden böyle ufak noktalardan girip sacma sapan yazilar yazip elestiri yapardim.Zevkli oluyor aslinda kendini tatmin etmek acisindan
http://www.yurtgazetesi.com.tr/evet-sizden-nefret-ediyorum-makale,2612.html
Etsin, cürmü kadar yer yakar.
DSİP’in dünya çapındaki türdeşlerinin “antikapitalist aktivizmini” fonlayan tekeller hakkında iyi bir araştırma:
http://www.globalresearch.ca/manufacturing-dissent-the-anti-globalization-movement-is-funded-by-the-corporate-elites/21110
https://twitter.com/AkyolMustafa/status/288268493567176704
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/can-soyer/sen-o-hareketi-basbakana-cekebilir-misin-roni-68948
http://www.globalresearch.ca/the-anti-globalization-movement-and-the-world-social-forum-another-world-is-possible/5335181