Kıtalar Kayarken… (Fatih Altaylı’nın “Teketek” Programındaki Doğu Perinçek ve Yusuf Kaplan’ın Konuşmaları Üzerine Bir Değerlendirme)
Dün gece Haber Türk’teki, Fatih Altaylı’nın “Teketek” programında konuşmacı olarak yer alan, sırasıyla VP Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Yusuf Kaplan’ı biraz gergin buldum. Hatta kimyalarının bile bir miktar bozulmuş olduğunu söylemek mümkün. Gerçi deneyimli bir politikacı olan Doğu Perinçek, bu gerilimini “kararlılık” ve “netlik” gösterileriyle örtmeye çalıştı ama gerilim, yaşadığı toplumsal ve politik zeminin kaçınılmaz istikrarsızlığı nedeniyle ister istemez su yüzüne çıkıyordu. Yusuf Kaplan ise, bu gerilimi, konuyu daha felsefi alanlara kaydırmaya çalışarak gizleme çabasındaydı. Fatih Altaylı, bunu görerek, bu minderin kenarına kaçma girişimlerine birkaç kere müdahale etmek zorunda kaldı.
Doğada da, toplumda da hiçbir şey durduğu yerde durmaz. Her şey hareket halindedir. Yeryüzü kabuğu sürekli hareket halindedir ve bu kabuk tabakaları, gözle görülemeyecek bir şekilde kayıp yer değiştirir. Koca kıtalar birbirine yaklaşır ya da uzaklaşır; yeni su yolları oluşur ya da kapanır. Elbette bu yer değiştirmeler yüzyılları alır. Toplumsal yer değiştirmeler ise daha kısa zaman dilimlerinde gerçekleşir; siyasal yer değiştirmeler ise iyice kısa zaman dilimlerinde.
Doğu Perinçek ve Yusuf Kaplan’ın gerilimleri, bu politik ve toplumsal yer değiştirmeleri fark etmelerinden ya da sezinlemelerinden ve bağdaştırılması zor çelişik durumları yeni gelişmeler içinde bağdaştırma çabasından kaynaklanıyormuş gibi geldi bana.
Büyük toplumsal yer değiştirme ve kaymanın en önemlisi aşağı yukarı son yirmi yıldır yaşanan ve bugün de devam etmekte olan bir süreçtir. Yüz yıl öncesinden alalım.
Ekim 1917 devriminden sonraki süreçte belirleyici olan sınıf mücadelesiydi. 1930’larda faşizm olgusu sınıf mücadelesini bir miktar bulandırdı. Sınıfa karşı sınıf ezberi faşizm olgusu tarafından bir ölçüde bozuldu. Çünkü düşman sınıfların önemli bir kısmı faşizme karşı şu ya da bu ölçüde tavır almış, öte yandan işçi sınıfının ve alt sınıfların bir kısmı da faşizmi desteklemişti.
1950’den sonraki süreçte sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadele de sınıf mücadelesinde ya da sınıfa karşı sınıf paradigmasında önemli bir bulanıklığa yol açtı. Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki egemen ve sömürücü sınıfların önemli bir bölümü anti-emperyalist ve anti-sömürgeci safta yer alırken, özellikle Batı’daki işçi sınıfının bir bölümü de (solcularımız bunu pek kabul etmek istemezler ama) yaşadıkları kapitalist ülkelerin emperyalist ve sömürgeci politikalarını açıktan ya da üstü örtülü olarak destekledi.
Anti-emperyalist paradigmanın özellikle bizim gibi ülkelerde belirleyici olduğu 1960’lı ve 1970’li yıllarda din (İslam) gerçekten de emperyalist-kapitalist ülkelerin kitle temeli vazifesini yerine getirdi. Anti-emperyalist kitle hareketlerine karşı dindar ve muhafazakâr kitleler karşıt bir güç olarak kullanıldı, zaman zaman bindirilmiş kıtalar halinde anti-emperyalist gençlerin üzerine sürüldüler, paramiliter faşist güçler de bu dindar kitlenin içinden derlendi. Tabii burada da sınıf mücadelesinin bir kere daha bulandığını görüyoruz. Çünkü anti-emperyalist gençler çoğunlukla seküler kültüre sahip orta sınıflardan, İslamcı reaksiyonerler ise ezilen alt sınıflardan, işçi ve köylülerden geliyordu.
Amerikan emperyalizmi, İslamcı reaksiyonu dünya çapında Sovyetler Birliği’ne (özellikle Sovyetler Birliği’nin 1980 yılındaki Afganistan işgalinden sonra) ve diğer seküler ve emperyalizmle çelişkisi olan ülkelere ve kesimlere karşı kullandı. Dünya çapında kapitalist sömürü mekanizmalarını sürdürebilmek için parlamenter sistemlere ağırlık verdiği 2000’li yıllarda ise “ılımlı İslam” diye bir şey icat ederek, özellikle Ortadoğu ülkelerinde “daha uygar görünümlü” İslamcı akımları devreye soktu. Fetullah Gülen projesi bu yönelimle kendine geniş bir alan bulmuştur.
Ne var ki, önce Afganistan, sonra da Irak’ta ABD ve batının açıktan işgalci bir güç olarak ortaya çıkması ve özellikle 2004 yılında giriştiği işgal hareketiyle toplumun dokusunu altüst etmesi, Amerikan emperyalizmi ve Avrupa ile İslam kitlelerini karşı karşıya getirdi. Yer kabuğu bir kere daha kaymış ve bir zamanlar emperyalizmin destekçisi olan İslam, kapitalizm ve emperyalizm karşıtı bir reaksiyona dönüşmüştü. Özellikle Sünni kitlelerde bu son derece belirgindi. IŞID durup dururken ortaya çıkmadı.
Bu durum, özellikle 2010’lu yıllarda bir yer kaymasını getirdi kaçınılmaz olarak. Radikal İslamcılığın anti-Amerikancılığa ve genelde Batı düşmanlığına kaydığı ölçüde, ABD ve Batı da, temelinde zaten var olan seküler ve demokratik değerlere doğru eğilim göstermeye başladı. Dahası, İslamcılıkla doğaçtan gelen kültürel bir uyuşmazlık içinde olan geçmişin anti-emperyalist ve sol güçleri, savundukları laisizmle eski anti-emperyalizmleri arasında sıkışmaya başladılar. Eski anti-emperyalizmlerinde diretseler IŞID gibi reaksiyon güçlerle yan yana düşmelerinin kaçınılmaz olduğunu görüyor ya da seziyorlardı. Diğer yandan laisizmi güçlü bir şekilde savunmanın da onları Batı ile yan yana getirdiğinin farkındaydılar. Kemalistler bu dilemmayı hamasete, eski anılara, Atatürk kültüne sığınarak atlatmaya çalıştı. Sol ise her zamanki gibi bu dilemmayı sessizce geçiştirerek. Bugün solcular, YPG’nin ABD’nin desteğinde IŞID’ın elindeki kasabaları almasına sevinirken (ben de seviniyorum) eski anti-emperyalizmlerini nereye koydukları konusunda tek kelime etmemeyi tercih ediyorlar. Oysa solculuk aynı zamanda cesaret işidir. Bir paradigma değişmişse bunu, seni izleyen insanlara izah etmek zorundasın.
Yeniden Doğu Perinçek’le, Yusuf Kaplan’a dönelim.
Doğu Perinçek’te gözlemlediklerim şunlar: Bizatihi yaşamakta olduğu anti-emperyalizm/laiklik dilemmasını atlatabilmek için laiklik vurgusunu görece azaltmış, bu azaltmayı, biraz da içi boşaltılmış ya da sadece “güçlü devlet” imajının idolü haline getirilmiş Atatürk vurgusuyla gidermeye çalışıyor. Sokaktaki tekbirci kalabalıkları anti-emperyalizm adına desteklediği sürece (ki söylediği doğrudur. Tekbirci kalabalıklar, 1960’ların tersine, gerçekten anti-Amerikan ve Batı düşmanıdır) laiklik vurgusunu azaltmak, hatta giderek köşe bucak saklamak zorunda olduğunu o da biliyor.
Diğer yandan, Doğu Perinçek’i, çaktırmamaya çalışıyor ama, ordu konusunda çok üzgün gördüm. Sen “güçlü milli devlet ve laisizm” adına 30 yıl boyunca bütün yatırımını orduya yap, ondan sonra da ordu kalksın, “Amerikancı” ve “Fetullahçı” olduğu ileri sürülen bir darbe yapsın. Bunun, çok değer verilen ve büyük emek sarf edilerek yetiştirilen bir futbolcunun çıktığı ilk maçta kendi kalesine gol atmasının yarattığı hüsrandan farkı var mıdır? Zaten Doğu Perinçek de, dürüstçe, Fetullahçıların, seküler yapısı ve gelenekleri güçlü olan orduda bu kadar güçlü olduklarını tahmin etmediğini hüzünlü bir ifadeyle ortaya koydu. Gerçi bu, Doğu’nun AKP iktidarına iyice yanlamış olan bakış açısının ürünüdür. Bence de seküler gelenekleri güçlü olan ordunun “Fetullahçı” bir darbe yapması şaşırtıcıdır. Evet ama, şaşırmadan önce, şaşırmaya yol açan bakış açısının gözden geçirilmesi gerekmiyor mu? Darbe girişiminin salt Fetullahçılarla yapıldığı, AKP’nin uydurduğu bir peri masalıdır.
Fakat Doğu Perinçek’in ordu ile ilgili üzüntüsü bu kadarla kalmamaktadır. O, ordunun AKP iktidarı tarafından bilfiil tasfiye edilmesinden ve bir sınır muhafızı derekesine indirilmesinden de son derece rahatsızdır. Elbette bu rahatsızlık, “emperyalizme direnecek ordu” masalına inanmasından da ileri geliyor ama bence işin esası, ordu tasfiye edilirse “güçlü devletin” halkı hangi araçla ezeceği endişesidir. Kendisi için tasarladığı gelecek iktidarda ordu onun en güçlü sopası olacaktır halka karşı. Bu yüzden AKP’nin yönelimini doğru bulmuyor. Evet ama AKP sopayı halkın başından eksik etmeyecektir ki. Ordu sopası madem kullanışsızdır artık kendisi açısından, o zaman onun yerine polis sopasını koyar. Hem de aynı Hitler’in Gestapo’yla yaptığı gibi, MİT’in görevini dış casuslukla kısıtlayıp bütün istihbaratı, ordu kadar ağır silahlarla silahlanmış, Gestapo türü bir polis gücünün tekelinde toplayarak. Doğu da bunun farkında olmalı ki, “ordu(muz)” dediği her yerde “polis(imiz)” de demektedir artık.
Doğu Perinçek’in geriliminin daha derinliklerinde AKP ile çiçeği burnunda ittifakın daha bugünden çatırdamakta olduğunu da görmesi yatıyor bence. Gerçi RTE ile Putin arasında irtibat “kurduğu” (Cavit Çağlar programa bir mesaj gönderip bu “başarıyı” VP’ne bırakmak niyetinde olmadığını gösterse de) ve Türkiye’nin “pek yakında” Suriye politikasını değiştireceğine ilişkin bir iyimserliği olsa da, bu çatırtıyı duymamak mümkün değildir. Çünkü AKP İslamcı sokak güçlerinin desteğinde gerçekten Batıya karşı bir konumlanma içine girmektedir ama bu, hiçbir zaman kendi alt-emperyalist yayılma güdülerini bir yana koyacağı anlamına gelmez. Nitekim, Yusuf Kaplan’ın programdaki konuşması bu konuda epeyce veri sunmuştur.
Doğu bahsini bitirirken, konuşmasında olumlu ve ne zamandan beri ilk kez aklı başında bulduğum birkaç saptamasına da burada değineyim:
“Madem içinde Fetullahçılar barınıyor diye Kuleli’yi kapatıyorsunuz, o zaman AKP’yi de kapatın” demesi, gerçekten de eski bir futbolcuya yakışır şık bir voleydi.
İkincisi, Fetullahçı okulların kapatılması yerine bunların devlet okulları haline getirilmesi ve atanmayı bekleyen 150 bin öğretmen adayının bu okullara sevk edilmesi önerisi de akla uygundu.
Sanırım kendisi de bu işin bir cadı avına dönüşmesinin farkındaydı ki, toplum içindeki “yakalayın bu da Fetullahçı” histerisine dikkat çekti. Sanırım Ergenekon döneminde yaşadıklarıyla bir benzerlik kurmuş olmalı.
Yusuf Kaplan’a gelecek olursak. Kendisiyle ilk kez karşılaştım. Pek iyi bir konuşmacı değil. Söylediklerini izlemekte insan zorluk çekiyor. Yine de bütün dikkatimle dinlemeye ve anlamaya çalıştım. Sıkı bir RTE taraftarı ya da hatta belki danışmanı olduğu anlaşılıyor. Kendisinin de belirttiği gibi İslamcı. Fakat daha vahimi, yayılmacı İslamcı, Abdülhamitçi ve Osmanlıcı. Yani Osmanlı’nın yayılmacı politikalarının çağdaş bir versiyonunu özlüyor. Bu Osmanlı yayılmacılığı ideallerini gören Doğu Perinçek, ittifakın geleceği konusunda endişelenmekte haklı. RTE şu anda geçici manevralar yapıyor. Rusya’yla uzlaşma siyaseti budur. Fakat İslamcı ve Osmanlıcı yayılmacı hayallerinden asla vazgeçmiş değil.
Yusuf Kaplan’ın geriliminin en büyük nedeni ise bence medyada Fetullah’a ve Fetullahçılara karşı yürütülen histerik kampanyanın dönüp dolaşıp tüm cemaatleri ve hatta İslamı vurduğunu görmesi. Bu kampanyanın AKP iktidarından çok seküler kültürel eğilimlere, laikliğe, din karşıtlarına yarayacağını düşünmesi. Haksız da değil doğrusu. Cadı avına kibrit ve odun taşıyan histerik bir kampanya medyada sürüyor, ben de bu kanaatteyim ama bu kampanyanın aynı zamanda İslami ritüellere büyük darbe vurduğu ve laisizmi yükselttiği de bir gerçek. Bu depremin altında Fetullah Gülenciler’den çok bugün İslamcılığa sırt dayayarak kılıç sallayan AKP iktidarın kalacağını görmüş Yusuf Kaplan. Tabii ki öyle, bir yılan gibi deri değiştirmekte pek marifetli olan Fetullah Gülen hareketi, İslamcı derisini çoktan bırakmış, hatta öyle icap ettiği için (Batı’nın talepleri doğrultusunda) sekülarizm derisiyle kendini çoktan yenilemiş bulunuyor.
Sonuç olarak, hâlâ bırakılan eski deriyi göstererek AKP’yle ittifak kurmaya çalışan VP ve onun gibi bir kısım ulusalcı hayal görüyor. Bugün laisizmin, sekülarizmin en büyük düşmanı AKP iktidarıdır. Bugün laisizmi gerçekten savunan, AKP iktidarını hedef almak zorundadır. AKP ile, “güçlü devlet” (yani açık diktatörlük), ordunun tasfiye edilip yerine Gestapo tipi bir polis gücü kurma, tekbirci kalabalıkları halk olarak kutsamak ve Osmanlı yayılmacılığı temelinde ittifak kurabilirsiniz ancak. Bu durumda da, bir zamanlar “elveda proletarya” dendiği gibi “elveda laiklik” demek zorundasınız. Ben bugün, eskiden devlet dini olarak gördüğüm laisizme, yer kaymalarıyla meydana gelen değişiklikler sonucu, nasıl “merhaba laiklik!” diyorsam.
Gün Zileli
17 Ağustos 2016
Yazinin bir yerinde Yusuf Kaplan yerine Yusuf Aslan demissiniz
Uyarı için teşekkürler. Düzeltildi. Aslan’la kaplan’ı, mercimekle bezelyeyi nedense hep karıştırırım 🙁
Benim takip edebildiğim kadarıyla, Perincek birbirinin tam zıddı politikaları aynı şekilde savunabilen bir kişiliktir, buna benzer dünyadada insanlar partiler vs vardır.anti amerikan yada amekikanın yanında olmayı teorisinde yanlışlamak mümkün değildir.politikası konjoktüre göre değişir. özünde halk düşmanıdır.ordunun, mit in ne kadar halk düşmanı politikasıyla uyum içinde olabilir,kanlı katil faşistlerlede kolkola girebilir,bazen cez alandırılır,sen kim oluyorsun denmiştir, biz yaparız denmiştir.HEYBELİADA
Perinçek programda ısrarla, altını birkaç kez çizerek 15 Temmuz’un TSK’nın girişimi değil, bir cuntanın işi olduğunu, Fetocu çete tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Feto’nun CIA’nın yönlendirmesiyle böyle bir darbeye Eylül’de kalkışacağı konusunda duyumları olduğunu belirtti. Yani Ordu ile Cuntayı program boyunca önemle ayırdı. Zileli ise Ordu darbe yaptığı için Perinçek’in son üzgün olduğunu, zor durumda kaldığını söylüyor. Ayrıca Perinçek’in AKP’yle ittifakının çatırdadığı kanısında Zileli. Oysa programın yarıya yakınında Perinçek AKP’yi eleştirdi, suçladı, uyardı, hatta “madem öyle AKP de kapatılsın” dedi. Üstelik bunları senelerdir aynen söylüyor. Hala ne ittifakından bahsediyorsunuz?
Elinizi vicdanınıza koyun, Perinçek’e söylemediği şeyleri söylettirmek, açıkça anlattığı şeylerden bu türlü çarpık yorumlara varmakla ne amaçlıyorsunuz? Bu sitedeki yazılarınızın yarısı Perinçek ve Aydınlıkçılarla ilgili ama çarpıtmaya doyamıyorsunuz. 20 sene Aydınlıkçılarla birlikte olmuşsunuz ama 25 senedir de onlara düşmansınız. Stalin ve Perinçek’ten başka yazacak başka malzemeniz yok mu sizin?
Yok 🙂
o zaman 27 Mayıs da bir TSK girişimi değil, bir cuntanın işiydi. Başarılı olamayınca “cunta”, başarılı olunca TSK…
“Başarılı olamayınca “cunta”, başarılı olunca TSK…”
ŞOFÖR MAHALLİ
Kaderin cilvesine bakın ki, 12 Eylül’ün baş darbecisinin kankası Mehmet Barlas, bugün aslan yürekli bir darbe karşıtı. Mehmet Barlas her zaman şoför mahallinde oturmaya meraklı olduğu için bu bana garip gelmiyor. Bu yüzden de bir başka haneye bile talimat veriyor!
Kıssadan Hisse: Mehmet Barlas darbecinin başarılısını sever, darbeyi plan(!) düzeyinde bırakanlardan hiç mi hiç hoşlanmaz. Darbe(ci) adaylarına duyurulur.
Mehmet Barlas hazretlerinin talimatı üzerine
Hürriyet – Özdemir İnce
http://www.hurriyet.com.tr/mehmet-barlas-hazretlerinin-talimati-uzerine-13657160
Gerçekten aydınlık geçmişinizi olumlu tüketmeyi becerememişsiniz sayın Zileli.
Onun için bizim gözümüzde özgürlükçü anarşist değil millici anarşist gözüküyorsunuz.
Ne bu be zırt pırt aydınlık perinçek Vp lafı geçince zıplıyorsun ayıp ayıp bu hayattaki cümrü ne bunların allah aşkına bunların milyonda birlerle ölçüldüğü toplumsal hayatta sen olmayanı yeniden üretme çabasındasın!!!!
Başka konumu bulamadın!!!
Bak toplumsal devrimcilere özgürlükçü devrimcilere neler yapılıyor ülke kolonyalist vali belediye başkanı atama kararları almış 100 önceki sömürgecilik yayılmacılık bir halkı red inkar imha siyaseti kurumlaştırılıp tartıştığımızda eksikliğini konuştuğumuz faşizmin kitle tabanının oluşturulmaya başlandığı oteriterlik ve hegemonyanın zirve yaptığı bu günlerde sen neyle meşgulsün çok üzüldük????
Yazacaklarım Zileli’nin yazısından çok genel bir Doğu Perinçek analizi olacak ama, kısmen de olsa kapsıyor diye düşünüyorum:
Doğu Perinçek’in sorunu ayarsızlığındandır, Ona, CIA ajanı denmesi de, MİT ajanı denmesi de, hatta Alman istihbaratına çalışıyor denmesi de, diğer sol tarafından düşman ilan edilmesi de, etki alanın çok altında oy alması da, yıllarca beraber mücadele ettiği bazı arkadaşları tarafından bile nefretle anılmasının sebebi ayarsız oluşudur. Hatta bu arkadaşlarının bir kısmının tam zıddı düşüncelerle tanışması da onun ayarsızlığındandır.
Sağcı bir aileden geldiği için, devrimci olmak için ayarsız olmuştur, 68 kuşağının lideri olarak kalmak için ayarsız olmuştur. Kendi dışındaki solun yanlış yolda olduğunu kanıtlamak için ayarsız olmuştur. 12 Eylül öncesi diğer solun baskısından kurtulduğu için mahkemelerde ayarsız olmuştur. 80 sonrası yeniden sola kendini kabul ettirip liderliğini almak için ayarsız olmuştur. 88 sonrası Kürt hareketine verdiği destek ayarsız olduğu için, düşmanlığı da o derece ayarsızlaşmıştır. 68’lerde Kemalizm’e diktatörlük dediği için ayarsızca, 90’larda Atatürkçü olmak için o derece ayarsızlaşmıştır. 90’larda din düşmanlığını (Aydınlık’ın yayınları), şimdilerde ayarsızca yandaş olmaktadır. Ordu konusu, CHP konusu, diğer bazı kuruluşlar ve kişiler hakkında da olumlu ya da olumlu ama hep ayarsız konuşmuştur. Geçmişte Tayyip düşmanlığı da, şimdilerde verdiği destek de yine aynı özelliğindendir.
O nedenle Doğu Perinçek’e güvenilmez, her türlü kirlenmiş kimlik yapıştırılır ve oy alamaz. Bu ayarsızlık devrimcilikle açıklanacak bir şey değildir, denge sorunudur.
Tüm bunlar siyasetle uğraştığı için, güç olmak için, lider olmak için, iktidar olmak için yapmıştır. Eğer bu amaçları olmasaydı, çok başarılı bir bilim insanı, gazeteci, hukukçu olabilirdi. Ve alanında otorite olup güç dengelerini çok daha fazla etkilerdi. Hatta kendi dünya görüşüne (artık her neyse, sosyalist, Kemalist, Maocu, Türkçü, Milliyetçi) çok daha fazla katkı sunardı.
Düşüncelerimi olabildiğince tarafsız ve mantıklı yazmaya çalıştığımı da ilave ediyorum.
https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/reform-mu-devrim-mi/1200168363367524
http://apoletlimedya.blogspot.com.tr/2016/08/medyann-islemedigi-baz-konular-mesela_15.html
Çünkü Doğu Perinçek, ülkedeki siyasi çelişkilerin tamamına yakınının vücut bulmuş ve ana akım medya sayesinde herkesçe görünebilen hali. Sayesinde analiz yapmak kolaylaşıyor. O yüzden ben bu yazıyı da kısa, öz ve anlaşılır, sonuç olarak başarılı buldum.
hic isim kullanmadim, bundan sonra kendimi desifre Edip hep fetö imzasi kullanacagim..
darbe girisimi sonrasinin kaybedenleri, kemalistler ulusalcilar, kaybetmekle degil intikal ettiler, hdp, bizde darbeye karsiydik niye bizi cagirmadiniz muhalefetine HDP nin ozendigi bati solu bile ossurra ossura guler, Bu gun Zileliye,: Demirtas denen sevimli liberal cocuk, Bir gun gazetesinin muhabirini ezerkenki karakterinden ibarettir. baska bisey degil
Abdullah Ocalanin Turkiye soluna faydasini olmadigini kim soylediki,
eskiden ayrimlar ayrilar ayrimlar vardi, ayaklanmaci isci sinifcilar, maoistler, mahirci yeni generasyon halk savascilari, doktorcular, kurtulusculular, yasal particiler illegalciler, hepsini HDP ye toplamadimi Adam topladiii. bu bir basaridir. yukarida adi gecenlerin hepsi anti emperyalist anti amerikan degilmiydi,… evet oyleydi, rojavada amerikan bayragi amerikan ozel kuvvetleri ile birlikte MLSPB denen orgutu BLACK WATER denen CIA orgutu ile savastirdimi? .. savastirdi. Bilimumum Kaykaypakaayacilarin genlerindeki milliyetciligi BLACK VAtere ile savastirmi, ? savastirdi, Bublari demagojik olarak Kullanan Perincegi Adam ettimi? etti, Abdullah Ocalan bu cografyada Tayyip erdogandan daha kullanislidir..
Darbe sebebiyle Aydinlik, Oda tv abc tv lerine birden repetisyon yaptim, tanrim, akp ve fetoyu dinci tekkelir ozendirecek teoriler, korkunc olan su komplo teorilerinin babaliri da bunlar, ve hepsi kemapist. ve biz biliyoruz ki Mustafa kemal augustus compteyi pek sever, biri bana Soner Yalcinin ,Kdir Misirliogluoglundan farkini aciklasin.
darbe, fetö , Kemalist ulusalcilar bir gun Darbe ile ilgili olarak Davn Brown u Turkiyeye davet ederlerse sasmam, sosyal Politik hareketleri mafyatik iliskileri iliskilere ingindirmekte, oda tv, aydinlik(bkin aydinlik bu konuda seytanca imtina eder) Soner Yalcin ve Yalcin Kucuk un verecegi hesap vardir, billhassa Yalcin Kucugun verecegi iyi bir hesap vardir. ornegin, biz solda kanun koyduk: dogu perincegi sevenden Adam cikmaz, ihlal ettin.
geleleim feto darbesine,… feto darbesinin AKP Tayyip sevmeyen subaylar darbesi olmadigina , dair hala hic bir kanit yok. uyduruk goebels vari(neredeyse fethullahi kahramanlastiracaklar) iskence altinda agzi burnu dagiltilmis genaraller, gizli taniklar, ve tasfiye edilenler. hal Boyle olunca, eger amac kemalizm ve ulusalcilarin tasfiyesine karsi cikmak ise,
oda tv ve aydinlik ve soner yalcin Kadar seytani rol oynayan baska bir kahbe bizansli yoktur,… oh Zileli sen anladin ne diyeyim daha… Yakinda Dawn Brown Oda tv de yazacakmis, evinizde 1 dolar off oy off ki off
bak Mustafa Gazi Kemal bak… senin taraftarlarin , Augistus Compte Ile degil
Uyan uyan Gazi Kemal, senin taraftarlarin , seni August Compmte ile degil, bir takim isim bilimler harf bilimleri ile Savunan Soner Yalcin larin. oda tv lerin var
Uyan uyan Gazi Kemal, senin taraftarlarin , seni August Compmte ile degil,Pozitivism ile degil… bir takim isim bilimler harf bilimleri ile Savunan Soner Yalcin larin…..vs lerin var oda tv lerin var.. iste simdi seni oyle bir gomdulerki….artik hic …..
deniyorki boylemi olur aciklayayim..
dunyanin hic bir yerinde darbe girisiminin ne oldugunu bilmeden kafadan bu paralelin isi abi diyen baska bir darbeye muhattap yoktur.(Adam korkusunu soyledi, herkes yuttu)
darbeye karsi olmak, oglumu olduren adamin kimligine bakmam…
dunyanin hic bir yeninde akp tayyip Kadar degisken ve kokteyl dusmani olan baska baska iktidar yoktur.
dunyanin hic bir yerinde akp tayyip diktatoryasindasina destek veren CHP MHP HDP gibi partiler yoktur
dunyanin hic bir yerinde bizde darbeye karsiydik ama bizi cagirmadigi sola aslinda biz muhalifiz diye yutturmaya kalkan ve bir donem Gun Zileliye yediren en sol parti yoktur.
Meksikada merkezi bir parti vardir yari cumhuriyetci, onlar bile CHP ye bes basar
eger onlarin kendi anladigi halde ideal bir sol vardi, yada olmali ise ve engellendi ydi ise,
eger ortadogudaki dusununen kafalarin beyninin sulandirilmasi onemli ise
dogu perincek, soner yalcin,yalcin kucuk.merdan yanardag.
yatacak yerleri yoktur….yoktur.
binlercesi var bunlar gibi, ne yivrancsinizmis yilisalcilar…
http://www.abcgazetesi.com/cumhuriyeti-laikleri-tehdit-eden-akpli-yazar-da-fetocu-cikti-25627h.htm
la meger akp eyiymis ya laaaaoooo:)
Hüloouuusulaaal loooo
ulusalci kesimde hülooooog:)
bumudur
budur
ulusalciligi laikligi, mevzu kürtleri doven bir iktidara kapaklanmak olan milliyetci ulusalci laik ler var bu ulkede., hdp bile bu baglamda elestri getirmiyor ilgincnc..
abi kurtleri dov asiri solu dov ,yalariz seni akp tayyip.. davay davay nereye kadar davay..
Kemalist pozitivist oda tv nin basliklari kitap reklmlari, samizdat, ne gizler ne gizler, onuclerin sirri, beslerin gizli gecesi, oy anam oy seyin seylerini ne Kadar sey oldugunu hic Boyle gormusmuydunuz, seftalinin bilinmeyen sirlari, aslinda yengec burcu oyle degilde soyleydi, 11 harfi ile feto seymi demek istediydi, 1951 e 5 tertimp tsk mensubu olan bir piyade er dediki, aslinda feto yu ilk ben kesfettim, sagimi solumu anlayamadimi soyleyen o tegmen fetöcuydu , kimse inanmadi takim cavusuma dediydim:)
fuat avni sustu.
sira sari Suat mavrada:)
son sizintilar.
RTE: oglum erittinmi benim evdeki seyi..
BE: baba babaaacim neyi eritcegim babacigim
…….
bir miktar vakit sonra
RTE:oglum erritinmi o benim paralari?
BE: analadamadi ben oni babacigi
…………….
Darbesel cizirtilar……Frekans karisiklarisi
RTE: ya hala eritemedinmi oglum?
KK(kemal kilicdarin seyisi ve bilimum ulusalcilar) :efenim demokrasiler ve darbe seysine karsi cikmak adina tabiiki eritiriz, bizim eritemedigimiz seymi var, olmadi, arta kalani seye veririz Sayin Devlet Bahceli ye. o zaten adi Devlet, Devlet neler eritmezki
RTE:???? ohs… iggh
RTE: oyhs rabbim verdikce veriyo:) Ulan Putin de bunlar salak gibimidirki. du bi deniyim:
http://odatv.com/laikligi-dayatan-bedelini-agir-oder-1708161200.html
“tekfirci kalabalıklar”, kötü ve yanlış bir söz. darbeye direnişi tarihe şimdiden mal olmuş bir halkın erdemli direnişini aşağılıyor. bu söz tıpkı, “gezi’deki çapulcular” gibi algıda seçip ötekileştirici, önyargılı, elitist ve laikist bir dil.
kendi toplumuna yabancı solcumsuların, sözcümsülerin dili. bunlar camilerden okunan, halkı darbeye karşı direnişe çağıran selaları da “cihad çağrısı” olarak adlandırıp aşağıladılar. bunlar solcu değil, sözcü. sözcü’den solcu olmaz.
kendi halkını, onun değerlerini, dinini, kültürünü bilmeden solcu olunmaz.
gezi’ye “halk ayaklanması” deyip, 15 temmuz’a “tekbirci kalabalıklar” demek, bizim fikir fakiri ülkemizdeki solun karakteristik özelliğinin ürünü. kendini dev aynasında göster ve edebîleştirip yücelterek yansıt; öteki gördüğünü ise yok say, inkar et, görmezden gel ve bunlar olmuyorsa da ötekileştir, düşmanlaştır…
sizin bu dilin dışına çıkmış olmanızı beklerdim. oysa siz, gittikçe bu dilin içine daha fazla giriyorsunuz.
“Bugün solcular, YPG’nin ABD’nin desteğinde IŞID’ın elindeki kasabaları almasına sevinirken (ben de seviniyorum) eski anti-emperyalizmlerini nereye koydukları konusunda tek kelime etmemeyi tercih ediyorlar.”
Solculari bir yana birakip sorayim: Sevince ortak oldugunuzu anliyorum da, bunun eski ‘anti-emperyalizm’lerinizle nasil bagdastirdiginizi merak ediyorum.
Ozellikle de, ‘kultur emperyalizmi’nin de ’emperyalizm’in (onemli) bir bileseni oldugunu dikkate alirsak, “Kültür Savaşları…” [ http://www.gunzileli.com/2016/08/01/kultur-savaslari/ ] baslikli yazinizda oncelediginiz ve ‘seküler kültür’ dediginiz seyin Bati’dan getirilmis (‘gelmis’ degil, ‘temel kanunlar’ marifetiyle, tepeden inme ‘getirilmis’) zorlamalara dayandiginin farkinda mi degilsiniz, yoksa iltima gecmek ihtiyacini mi hissediyorsunuz?
Daha dogrusu, bir taraftan ‘anti-emperyalizm’ demek, diger taraftan da bu tur seyleri gormezden gelmek, temel bir celiski degil midir?
Yazıda da belirttiğim gibi, bugün anti-emperyalist paradigmayı yanlış buluyorum. Bu paradigmayı izlersek varacağı yer VP’nin vardığı yeir, RTE’nin yanıdır.
“bugün anti-emperyalist paradigmayı yanlış buluyorum.”
Bu, bence, onemli bir degisiklik.
Yenilginin kabulu anlamima mi geliyor? Yoksa, sirf VP’nin veya RTE’nin oldugu yerde olmamak arzusu mu?
Kisacasi, nicin (artik) yanlis buldugunuzu anlattiginiz bir yaziniz varsa, linkini verebilir misiniz.
Bu yazıya mündemiç. Yani yazının içinde izah ediliyor. Bir de “Takıntılar” başlıklı bir yazı var sitede. Ona da bakmanızı öneririm.
avrasyacılık
65 yıldır nato’nun ileri karakolu olan bir ülke için hayalden öteye gitmez.
elin batılısı 65 yıldır sana yatırım yapıyor ve seni durduk yere başka bir klasmana yedirir mi?
ha yedirir gönüllü şekilde ama arkasında ukrayna, libya , ırak ve suriye gibi bir ülke bırakarak.
http://eksisozluk.com/entry/62330747
22’ye..
Bu demokrasi mücadelesi değil, iktidar savaşıydı.
Fetö ve RTE’ciler arasında.
Her koşulda demokrasinin ortaya çıkmayacağı artık kanıtlandı.
Haziran seçimi % 40. Patlayan bombalar. Ağır basın sansürü. % 50.Ve Seçilmiş bir hükümet! Demokrasi var mı? Yok.
ABD destekli Fetö darbeciliği. Demokrasi için mi? Hayır. Aralarındaki ülkeyi yağmalama, hükmetme kavgası.
“Halk” demokrasi için mi sokağa çıktı. Hayır; seçtiği iktidarı korumak için.
Hem darbecilerden, hem baskıcı RTE’den yana olmamak suç mu?
Aptallaştırılmış bir ülkede aptalca seçenekler arasında aptal seçimler mi isteniyor?
Halkmış! Tarihin bu evresinde bu ülkede “Halk” yok! Kürt düşmanlığı ile herşeyden korkan, aklını, vicdanını yitirmiş yığınlar var ve ben de bu halktan yana değilim.
Bach, hem kilise muzigi yapmis, hem Bati’dan, onu da mi dinlemeyelim? Protesto edip dinlemez isek, anti-emperyalist racona uyumlu hareket etmis mi oluyoruz Necip?
Coca-Cola, ABD mali. Icmeyelim, protesto etmek icin kanalizasyona mi dokelim Necip?
Yoksa sen, ‘Bati’nin, ahlakimizi, milliligimizi bozmayacak seylerini ithal edelim, gerisine tukaka diyelim’cilerden birine pek benzemiyorsun ama…
“Bach, hem kilise muzigi yapmis, hem Bati’dan, onu da mi dinlemeyelim? Protesto edip dinlemez isek, anti-emperyalist racona uyumlu hareket etmis mi oluyoruz?
Coca-Cola, ABD mali. Icmeyelim, protesto etmek icin kanalizasyona mi dokelim?”
Ben, oldum olasi, ideolojilerin/felsefelerin dogrudan dogruya bireysel baglama indirgenmesini yadirgadim, rahatsiz oldum. Hala daha oyleyim.
Sunu demek istiyorum: Sizin (ya da baskalarinin) bireysel tercihine karismak, ne benimdir, ne de baskalarinin..
Ister Bach dinlersiniz, ister Wagner; isterse de Mussorgsky (ben pek severim).. buna da kimse maydanoz olamaz.
Ama, asil sorun surada yatiyor: Siz, Bach dinlersiniz diye, ben de Mussorgsky dinlerim diye, baskalarina bir tur ustunluk taslayamayiz, taslaMAmaliyiz.
Daha da genelleyecek olursam, siz ya da ben, Bati (ya da Kuzey) menseli kultur ogelerini begeniyoruz diye (aralarindan begendiklerimiz var diye) toplumun geri kalanina bunlari dayatmamaliyiz, onlara (bizim bireysel tercihlerimiz cok matahmis bir seymis gibi) tepeden bakmamaliyiz.
Bir de, tabii ki, madem bizim boyle tercihlerimiz olabiliyor; baskalarinin neden olamasin sorusu da var.
Ben bu soruya bugune kadar hep “cunku ben onu sevmiyorum, dolayisi ile gerek yok” turunden ‘topuzumun hakki icun’ anlaminda Jakoben cevaplar duydum.
“Yoksa sen, ‘Bati’nin, ahlakimizi, milliligimizi bozmayacak seylerini ithal edelim, gerisine tukaka diyelim’cilerden birine pek benzemiyorsun ama…”
Hayir, tabii ki degilim.
Ama, su var:
Ben artik, bana, Bati’nin ‘iyi’yi temsil ettigini soyleyen ya da ima edenlerin ya ne hakkinda konustugunu bilmedigini ya da iflah olmaz derecede doktrine oldugunu dusunur oldum.
Necip, hatirlarsan, Haziran basinda, Radiohead nam muzisyenler toplulugunun yeni albumunu, Ramazan icinde, alkollu icki esliginde dinleyen, G.Koreli bir insanin sahibi -kiralamisti- oldugu Istanbul’daki bir mekani, bir kisim muhafazakar duygulari kuvvetli vatandasimiz ziyaret etmis, racon kesmis, Ramazan ayinda nasil davranilMAmasi gerektigi ile ilgili, oldukca medeni, oldukca ahlaki, oldukca yerli, ve oldukca milli tavirlarda bulunmuslar idi.
Sen bunlari gorme, duyma, hasir alti etmeye devam et istersen.
Haa.. bu arada, ‘bana tek ornekle gelip, Bati’nin bircok fonksiyonunun guzel ulkemizde dayatildigina dair argumanimi curutemezsiniz,’ meraminin arkasina saklanma sakin, yakismaz senin gibi birine.
Zileli’ye ‘celiskili’ diyebilirsin, unutma, senin de farkin yok.
“Sen bunlari gorme, duyma, hasir alti etmeye devam et istersen.”
Iyi de, olayi baslatan adamin gazetelerde/Internette {mealen} “Kac senedir burada oturuyorum. Yan sokagim da barlar sokagi. Icki icenlerle sorunum olsaydi, oradan baslamaz miydim?” deyisini okumadik mi?
Bu tur kamuoyu yonlendirmelerini ‘Batili hayat tarzi meftunlari’ndan o kadar cok duydum ki, artik samimiyetlerine inanmiyorum –gozlerimle gorursem belki.
Alkollu iceceklerin satisini kisitlayan karar ciktiginda, neler dediklerini hatirlamiyor muyuz?
Yok ‘Seriat gelecek’mis, yok ‘Batidan hepten koptuk’mus..
Ben de bunlari duydukca kis kis guluyordum: Cunku, ‘Bati’ denen o utopyada, bizdekinden cok daha fazla kisitlidir alkol satisi. Sebebi de ziyadesiyle basittir: Potansiyel asayis problemi anlamina gelir; o yuzden kisitlarlar.
Ama, bizde oyle degildir –cok marifetmis gibi– alkollu icki icmek ‘cagdas’ligin ilk sarti gibi algilanir/pazarlanir.
[Bunu, artik diyabet yuzunden pek icemeyen; ama, gecmiste balik gibi alkol tuketen birisi (ben) soyluyor.]
Bu arada, benim celiskili olmadigimi size ne dusundurttu, bilmiyorum. Coktur.
Necip, laflarini kalabaliklastirarak konudan siyrilmaya ugrassan da olmuyor, kusra bakma, siritiriyor.
Burada; alkollu iceceklerin vucuda yararlarini/zararlarini, muasir medeniyetin zirvesi oldugu sanilan Bati’ya ulasma yolunda bir mihenk tasini temsil edip/etmediklerini, kanuni/yasal tanzimlerin ayrintisini konusmuyorum senle. Kalabaliklastirma hususunda mahirsin.
Sivas ‘katliami’na kadar, ve hatta daha evvel referanslara gidelim mi?
Bach, Sivas katliamini ogrense idi, veya Radiohead’in yeni albumunu dinleme merasimi esnasinda yasananlari ogrense idi; ‘ben kendimi itikadi saglam Hristiyan bir bestekar olarak addetsem de, Islam’in ozunde boyle tahammulsuzlukler olduguna kani degilim, muhtemelen birkac muhafazakar, mutedeyyin gecinen capulcunun talihsiz eylemleridir bunlar,’ der miydi; yasamadigi icin bilemeyiz, fakat, Bach’tan geriye kalanlara bakip tahlil yaptigimizda; derdi, kahrolabilirdi de.
Bahsi gecen adamin gazetelerde/Internette verdigi demeclerin mesrulugunu, ‘etikligini’ %100 kucaklayacak birine pek benzemiyorsun Necip.
Haziran basindaki o gece, G.Koreli insanin mekanina nasil girdiklerini, hal ve tavirlarini, hepimiz gorduk, neler soylediklerini hepimiz duyduk:
Pek de, ‘hosgoru dini Islam’dan izler tasimiyordu.
Mekana, cok ovundukleri ‘hosgoru’ ile de girip, konusabilirler, ‘diyalog kurabilirlerdi’; yapmadilar. Maganda style tercih ettiler.
Necip, kendine gel, sen DE celiskilisin, laf kalabalikligini ortu niyetine kullanmamani tavsiye ederim.
arsivliktir,https://www.youtube.com/watch?v=MY9HX3spsag
temel soyle demis, : insanlar 3 e ayrilir, sayi saymayi bilenler ve bilmeyenler,..
itiraz edilmis
temel uce ayrilir dedin ama iki secenek saydin.
‘???
turkiyede akp tayyip aleyhtarlari uce ayrilir.
darbecilerin fetocu olduguna inananlar, ve darbecilerin cia ci olduguna inananlr.
sonra temel sey demis:) turkiyede poltikik salaklar uce ayrilir. onu sonra anlatcam-:)))tuyo: seloyu Demokrat sanan salaklar , Birgun muhabirine davranisina ragmene ve digerleri ilk ikisi;))
ilkinci salaka gun zileliyi ornek gosterebiliriz, selo nun ne mal oldugunu bile bile, salaga saf a yatan aldatilmis kendini akilli sanan salaklar, ikincisi direk hdp yi bir iddia ettigi gibi bir parti oldugunu sanan ozgurlukcu, offf yoruldum….:)
“laflarini kalabaliklastirarak konudan siyrilmaya ugrassan da olmuyor, kusra bakma, siritiriyor.”
Estagfurullah; kusur ne demek. Oyle diyorsaniz/dusunuyorsaniz, oyledir muhakkak.
Ayrica, fena mi oluyor; size de elestirecek bir seyler cikiyor.
“Burada; alkollu iceceklerin vucuda yararlarini/zararlarini, muasir medeniyetin zirvesi oldugu sanilan Bati’ya ulasma yolunda bir mihenk tasini temsil edip/etmediklerini, kanuni/yasal tanzimlerin ayrintisini konusmuyorum senle.”
E. Bir karar verin ama. Neyi konusuyorsunuz?
‘Muasir medeniyet seviyesi’ndeki utopyamizdan ornekler almagi da astik mi; ‘post-muasir medeniyet seviyesi’ne mi gectik de benim haberim olmadi?
“Sivas ‘katliami’na kadar, ve hatta daha evvel referanslara gidelim mi?”
Daha evveline? Firka vu Naci’ye kadar mi?
Irkcilik versus ummetcilik uzerine mukayeseli ve dahi cok verimli tartismalar mi yapacagiz?
“[..] yasamadigi icin bilemeyiz [..]”
Aynen oyle.
“fakat, Bach’tan geriye kalanlara bakip tahlil yaptigimizda; derdi, kahrolabilirdi de.”
Belki.
Ya da tersi de olabilirdi –insan, belli olmuyor.
“Bahsi gecen adamin gazetelerde/Internette verdigi demeclerin mesrulugunu, ‘etikligini’ %100 kucaklayacak birine pek benzemiyorsun”
Her iki taraf hakkinda da ayni kanallarda bilgi edindigimi dikkate alirsak; oteki taraftan daha az mi mesrudur?
Niye?
“Haziran basindaki o gece, G.Koreli insanin mekanina nasil girdiklerini, hal ve tavirlarini, hepimiz gorduk, neler soylediklerini hepimiz duyduk:”
Ben orada degildim. Olayin detaylarina sahit/vakif degilim. Siz orada idiyseniz, sahitliginizi (digerlerinin yanina) not edebilirim. Ama, benim adima kanaat serdetmegi size birakamam.
Benim hatirladigim soyle: Alkol servisi yapmak ruhsati olmadigi halde, isyerinin sahibi –isguzarlik edip– hem alkol servisi yapmis, hem de yuksek sesle (disari tasan) muzik yayini. Icerdekiler de, kadehlerini alip disari cikmislar. Cakirkeyf miydiler, sarhos mu; bilemem. Ama, isyeri sahibi bunlarin hicbirine izin veya imkan vermemaliydi.
Bunun bunlar boyleyken, yani yapilan sey aslinda ‘ozgurluk’ kilifinda magandalik iken, itiraz eden (orada yasayan) birilerini mi suclu/kabahatli bulacagimi bekliyorsunuz?
“Pek de, ‘hosgoru dini Islam’dan izler tasimiyordu.”
Eeee.. bu mudur? Butun diyeceginiz, baglayacaginiz anafikir bu muydu?
Bunun tipik (ve, kulturel ustunluk adaina, hayli uzun zamandir yasadigimiz) dayatmacilik oldugunun da farkinda degilsiniz tabii ki: Birileri izin/ruhsat veya tedbir almadan kafasina estigi gibi yapsin, baskalarinin rahatini/huzurunu kacirsin; rahatsiz/magdur olanlar da hukuk araciligiyla bunu gidermege calissin (yani, olme essegim olme).
Yok. Oyle degil. No more the nice guy. Ben de olsam yumrugu yapistirirdim.
“Mekana, cok ovundukleri ‘hosgoru’ ile de girip, konusabilirler, ‘diyalog kurabilirlerdi’; yapmadilar. Maganda style tercih ettiler.”
Ayip etmisler. Bir daha rastlarsam, agizlarina biber surecegime emin olabilirsiniz.
Hatta, daha da oteye gidecek, gorur gormez onlari ‘citizen’s arrest’ eyleyip size getirecegim. Siz, yeterince hosgorulu olmadiklarina hukum verirseniz, el birligi ile onlari Islamdan tard edecegiz. Olur mu?
Bahsi gecen olayda, ‘hosgorulu maganda’larimizin nasil tavir takindiklarini idrak edebilmek icin video linklerini asagiya yazdim:
https://www.youtube.com/watch?v=FD9eS14SYXY
https://www.youtube.com/watch?v=3jR4eZ9iVkc
Saniye 27, 28’de basliyor:
1.32’de:
‘Cik lan disari, cik lan, a*ina koydum simdi…’
‘Ebenizi… s*kerim lan sizin…’
‘Kapatin lan burayi itoglu itler, Ramazan ayinda utanmiyor musunuz lan…’
‘Serefsizler, s*ktir git lan, s*ktir git…’
1.58’de ‘hosgorulu maganda’mizdan nukteler:
‘Oldururum seni haa, seni oldururum haa…’
2.48’de nukteler devam ediyor:
‘Sizi var ya, iceride yakarim ha.. p*c kurulari…’
‘Hadi bi daha g*tu yiyen varsa, icki icsin de goreyim hadi…’
‘Ramazan ayinda, pezevenkler…’
‘Saygi duyacaksin lan…’
Baslayalim:
Yine, donuyoruz dolasiyoruz, kurkcu dukkanina, yani, laf kalabalikligini ortu niyetine kullanma mahirligine variyoruz Necip.
-E. Bir karar verin ama. Neyi konusuyorsunuz?- Senin laf kalabalikligina isaret/ispat etmek için yazmis idim o satirları. Bulanikliga da egilim gosteren birisin ki, -Neyi konusuyorsunuz?- sorusu ile carpitmaya kadar yuruyebiliyorsun. Sana, bosuna, ‘laf kalabalikligini ortu niyetine kullanmada mahirsin,’ demedim.
-Birileri izin/ruhsat veya tedbir almadan kafasina estigi gibi yapsin, baskalarinin rahatini/huzurunu kacirsin; rahatsiz/magdur olanlar da hukuk araciligiyla bunu gidermege calissin (yani, olme essegim olme).- Bir ustte, ‘bulanikliga da egilim gosteren birisin,’ yazmis idim ya, bir ispat daha cikti: ‘…kafasina estigi gibi yapsin…’cilar ve ‘…hukuk araciligiyla bunu gidermege calissin…’cilar. Acayim:
Bahsi gecen mekanda, alkollu icecek satma/sattirma, icme/icirme ruhsatini ‘devlet baba’dan almadiklari icin, bizzat sahsim senden ozur diliyor Necip. Akil etmedikleri/edemedikleri icin ozru ben gondereyim gondermesine de, mekan isletmecisi/isletmecileri ruhsat almis olsaydilar, muhitte ikamet edenler, bu kez; ‘haa.. tamam o zaman, madem devlet baba alkollu icecek meselesinde cevaz vermis, biz de maganda style degil, hosgorulu yaklasalim sizlere,’ derler miydi, emin olmayi cok istesem de olamiyorum.
Haziran basindaki o gece yasanan olayi, ‘hatirinda kaldigi kadari’ ile, photographic/eidetic memory kivaminda izah etmissin etmesine de, hatirinda kaldigini zannettiklerin dogru degil: Ses, mekandan disari cikip, iftar sonrasi huzurlu ve epey mayismis yurdum insanlarinin halet-i ruhiyelerini rahatsiz edecek kadar yuksek, stadium concert sound system kivaminda degildi, mekanda merasim yapanlarin cakirkeyflik derecesinin, o muhitte ikamet eden mutedeyyin ve ‘hosgorulu’ vatandaslarimizin sabir/dayaniklilik esigini gecip/gecmediklerine dair elimizde data yok. Ki boyle bir esik olup/olmadigi bilinemeyebilir de. Sonucta: Trafikte polis tarafindan yapilan promil testi neticesine gore, driving-under-the-influence kancasi takabilme mueyyidesi, bir merasimdeki cakirkeyflik derecesini tespit etmek ugruna referans olarak da kullanilamayacagina gore, data’ya ulasmak daha da mesakkatli hale geliyor. Islam dini de dahil olmak uzre, butun dinlerdeki ‘hosgoru esikleri’ni belirleyen otoritelerin de, promil seviyelerinin de var oldugunu sanmiyorum. [Hatta, yine Islam’dan yuruyecek olur isek, ‘Ey iman edenler! Sarhosken ne dediginizi bilene kadar namaza yaklasmayin,’ Nisa suresi 43. ayetini; ‘alkollu icecek icmekle sarhos olunmus ise, bu durumda namaz kilinmaz. Sarhos, ancak, alkolu asiri icmek, vucuda zerketmek ile olunur, bunun etkisi de bunyeden bunyeye farklilik gosterebilir. Diger turlerdeki sarhosluklariniz var ise namaz kilabilirsiniz,’ fetvasi ile sinirli tutacak kadar Islam’in kurallarindan haberleri oldugunu sananlar da var, bilirsin sen de ‘kural bukuculeri’ Necip.] Bach’in ne soyleyip/soylemeyecegini kestiremiyorduk ya, mantigi oradan kur.
Pre-Current-Post kategorilesmesini de yazip, senin gibi kalabaliklastirma yapmam Necip, kusra bakma. Ne yazmistim dikkat et: ‘Muasir medeniyetin zirvesi oldugu sanilan Bati’ya…’ Konu acilmisken kisaca deyineyim: Medeniyet degil, medeniyetLER vardir. Hangi medeniyetin, hangisinden ustun/denk/alcak olduguna kafa yormak abesle istigaldir. Su ‘medeniyet’ hususunda, philosopher-kings/queens ve turevlerinin kafasindan cikanlara ayiracak vaktim de pek yok, ve tahmin ediyorum; senin de yok.
‘Firka-i naciye’ veyahut ‘guruh-i naci’ye kadar gidebilir, cesit cesit mukayeseler de yapabiliriz elbet, fakat, elimizde var olduguna kanaat getirdigimiz referanslarin guvenilirligini nihai olarak belirleyemeyecegimize gore, ‘verimli tartismalar’ yapabilecegmizi pek sanmiyorum. Elimizde, ‘somut’, ‘yasanmis’ referanslar ise -ne yazik ki- bol bol mevcut: Sivas ‘katliami’ bunlardan bir tanesi, ve referanslarinin teyit edilmesine ulasilabilirligi daha makul gozuktugu icin, bunu sectim.
Butun laf kalabaliklarinin ve bulaniklastirma hamlelerinin arasinda, dananin kuyrugu, ‘Ben de olsam yumrugu yapistirirdim.’ ifadenle koptu gitti zaten Necip. Anlasilon o ki, Pope Francis’i ornek aliyorsun. Hatirlarsan, Charlie Hebdo saldirisindan sonra, turlu turlu kanaat onderleri ile roportajlar yaparlar iken, ‘Pope Francis’e de bir ugrayalim’, demisler, ‘soralim bakalim, neler diyecek’. Pope Francis de soyle deyivermis, ‘Anneme kufur eden yumrugu da beklemeli,’ [http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/01/150115_papa_anneme_kufredene_yumruk].
‘Din’ ile ‘anne’yi bir tutmak, daha cok non-Abrahamic kategoride olanlarda mevcuttur. Tanri’yi/Allah’i personification minvalde izah etmek, Abrahamic dinlerde de mevcut olmakla beraber, epey limitlidir, ve dillendirilMEmesine ozen gosterilir.
Non-Abrahamic kategoriye sokulan Hinduism’e inananlarin cogu, ‘inek’i -ve benzeri/akraba turleri- ‘anne’ yerine kor, onlarin itikadina gore bir beis yoktur. Fakat, Pope Francis gibi, teolojik muhteviyati kuvvetli oldugu goruntusu veren, ve kanaat oneri de olan bir zat-i muhteremin, Charlie Hebdo saldirisi neticesinde, ‘magdur olma potansiyeli yuksek olan Islama inananlari’ kollama niyeti ile, ‘din’ ve ‘anne’ denkligi kurup, ‘yumruk atmayi’ orneklem olarak secmesi; pek de isabetli bir teolojik analiz ve ‘magdur olma potansiyelleri yuksek olanlari kollama manevrasi/diplomasisi’ yaptigi sonucunu ortaya cikarmiyor.
-Bunun bunlar boyleyken, yani yapilan sey aslinda ‘ozgurluk’ kilifinda magandalik iken, itiraz eden (orada yasayan) birilerini mi suclu/kabahatli bulacagimi bekliyorsunuz?- Bir album dinleme merasimini, alkollu icecek icerek, disariya cok ses vermeden, ve sarhos olup ortaligi yikmadan yapan bir kitleyi, ‘ozgurluk’ kilifinda magandalik, olarak niteleyip, oruc tutmayı sadece ama sadece ‘yeMEmek, icMEmek’ anlayip, kufur etMEme orucunu unutup, hiddetlenMEme orucunu unutup, ‘maganda’ gibi racon kesme heveslilerini, ‘itiraz eden (orada yasayan) birileri’ olarak nitelemen, tanimlama yaparken duyargalarinda problem oldugunun gostergesidir Necip.
Bu ‘yumruk atma’lar birlese birlese, ISID’e personel recruit etme yoluna tas dosuyor sonra; ‘yumruklarinla beraber tekmelerin de iyiyse, bu senin icin bir ‘asset’tir, seni diger -hosgorulu- adaylardan daha nadide kilar’. Kafa kesmeler, canli bomba patlamalari, sahil guzergahinda kamyonla insanlari ezmeler [https://en.wikipedia.org/wiki/2016_Nice_attack], alisveris merkezlerinde bicakli saldirilar…baslayinca da, ‘gercek Islam bu degil!’ diye bagirmaktan ses tellerimiz hasar goruyor. Hakli iken, haksiz duruma dusmek, boyle de bir sey olsa gerek.
Sivas ‘katliami’ni yapanlar -tirnak icinde de okudugun uzre Necip- ‘katliam’ yaptilar. Aman dikkat et: ‘Yumruk atmalar’ birlesip pekisirse, vahsete evrilebiliyor. Bunun ‘olasilik hesabini’ iyi/saglam yapmak lazim. Ismet Inonu, ‘sizi ben de kurtaramam,’ demisti ya, Pope Francis de seni -ve senin gibileri- kurtaramaz Necip. [Idami hatirlatmak babinda degil, ‘yumruk atmalar’ sonucunda ulasilabilecek ‘vahset’ ani sana da -ve senin gibilere de- denk gelebilir babinda yazdim bunu. Yoksa, idama karsiyim.]
Sadece yumruk atmakla yetinip, otesine gecmeyip, kendini kontrol edebilecek kadar ‘hosgorulu’ birine benziyorsun, ‘biber surmeyi’ de dusunebilip, level atlamak sana pek yakismaz Necip. Yukarıda linkini yazdigim videoda da izledigin uzre, ‘hosgorulu magandalar’in agizlarina biber surmekle onlari yola sokabilecegini, ‘menzil’e ulastirabilecegini sanmiyorum, ki onlarin ‘hosgorulu olmak’ gibi bir derdi olduğunu da sanmiyorum.
Citizen’s arrest usulu ile vigilantelik taslamana da gerek yok Necip.
Kimseyi, herhangi bir itikadi muesseseden tard edip/etmeme hususunda sahsimi yetkili gormemeyi gecip, boyle taraklarda hic bezim olmadigini da belirteyim.
Merak etmeye de devam edeyim, su ‘peygamber sabri’ dedikleri, nerelere gitti acep, var olduğunu kabul eder isek, hic mi kalmadi…
Şu vali bir küçük RTE. TC zihniyetinin bir özeti. Necip, buna birşey diyecekmisiniz peki?
Burada şehitlerin öz geçmişlerinin okunmasının ardından konuşan Bitlis Valisi Ahmet Çınar, acılarının çok büyük olduğunu belirterek, şehitlerin yakınlarına ve silah arkadaşlarına Allah’tan sabır diledi.Kahraman Türk ordusunun mensuplarının aynen ataları gibi aynı ruh ve cesaretle canlarını feda ettiğini bildiren Çınar, şöyle konuştu: “Cenab-ı Allah’ın ‘onlarla dost olmayın’ dediği emperyalist egemenler, yüzlerine taktıkları sempatik insan maskesiyle hukuku infial ederek dünyada mafyalık yapıyor. Bunu yüz yılardır yapıyorlar. ‘Dünyaya demokrasi götürüyoruz’ diyerek her yeri cehenneme çevirdiler. Bugün de görüyoruz. Demokrasi götürüyoruz diye Irak’ı, kendi halindeki Suriye’yi ve oradaki mazlum insanların ve çocukları dahi ayırmadan evlerinin üzerine bombalar atarak yurtlarından söküp attılar. Yemen, Libya, Mısır ve Filistin öyle. Dolayısıyla nereye gittilerse cehenneme çevirdiler. Türkiyeyi kontrol altına almak, gelişimini ve büyümesinden korkarak her türlü oyunu bölgemizde oynuyorlar. İtaat etmediğimiz ve kontrolden çıktığımız için bunu yapıyorlar. Dolayısıyla Cenab-ı Allah’ın da bir hesabı var. Türkiye, saldırdıkça daha da büyüyen ve devleşen bir devlet. Bütün dünya alem mazlumlarının duasını alan bir devlet. Unuttukları bir şey vardı, köklerimizdi.”
‘ADAM ÖLDÜRMEK KOLAY, ADAM OLMAK ZORDUR’
FETÖ’nün, milletin masum ve zeki çocuklarını kandırarak terörist yaparak milletin başına bela ettiğini vurgulayan Çınar, komünist, inançsız ve münafık terör örgütü PKK’nın ise Kürtlerin çocuklarını kandırarak, önlerine şeytani hayaller kurarak, düşmanın uşaklığını yaparak o çocukları kandırdığını ve ölümlerine sebep olduğunu söyledi. Hukuk ölçüsünde bundan sonra hiçbir şeyin eksisi gibi olmayacağını ve her şeyin daha da güzel olacağını belirten Çınar, teröristlere lojistik destek verenler ve propaganda desteği yapan bazı şerefsiz muhtarların, meymenetsiz ve şerefsiz imam ile öğretmenlerin ve köylülerin hukuk ölçüsünde hesabını vereceklerini ve karşılığını göreceklerini ifade etti.
Çınar, şöyle devam etti:”(Terör örgütü üyeleri) Etek giyip lojmanlara roket atan, bombalamaktan başka bir kilo bile domates üretmeden insanların ve ülkemizin hayatını mahvederek geberip gidiyorlar. Her şey ortada. Dolayısıyla bunların öfkesi Türkiye’nin güçlenmesiyle bu egemenlerin taşeronları üzerimize salmasıyla, hırçınlaşarak, kudurarak ve delirerek Van’da, Elazığ’da ve bir başka yerde eylemlerini güya çoğalttılar. Adam öldürmek kolay, adam olmak zordur. Adam ve yiğitler gibi vatan için ölmek şehit olmaktır. Önemli olan budur. Bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve yaralılarımıza acil şifa diliyorum. Bu acıları bir daha yaşamak istemiyoruz. Fakat bu acıları yaşamaya, vatanı ve bayrağı için ölmeye hazır olan gençlerimiz var olduğu müddetçe, bütün bu egemenlerin hevesleri kursağında kalacak ve kalmaya başlamıştır. Telaşları da bundandır.”
http://www.milliyet.com.tr/elazig-da-sehitler-icin-toren-gundem-2297695/
http://marksist.net/kerem-dagli/bir-kandirilma-hikayesi-fethullahcilar-ve-akp.htm
Linkteki yazıda olayı iyi özetlemiş;
Öyle bir tablo çiziliyor ki, insanın aklına şu soru geliyor: “Madem Fethullahçılar devletin neredeyse her kademesine yerleşmişler ve uluslararası alanda bu denli güçlüler, nasıl oluyor da yıllardır Erdoğan’ı devirmede hep bu denli başarısız oluyorlar?” İşin aslı, ne Fethullah Gülen hareketi abartıldığı denli güçlü ve etkilidir, ne de şimdilerde dillendirilen “kandırıldık” edebiyatı gerçeği yansıtmaktadır. Üstelik şimdiye kadarki tüm iktidarlar Fethullahçıların ya önünü açmış ya da onların devlet içindeki kadrolaşmasını görmezden gelmişlerdir. Darbenin tek sorumlusunun Fethullahçılar olarak ilan edilmesi de, medyada yürüyen tartışmalar da, tüm kötülüklerin sorumlusu olarak “FETÖ” öcüsünün ilan edilmesinin de temel sebeplerinden birisi gerçeklerin üzerini örtme çabasıdır. İktidar, geçmişte bizzat kendisi Fethullahçılarla işbirliği yaparak devlet içindeki kadrolaşmalarında onların önünü açtığı halde, şimdi “kandırıldık, özür dileriz” diyerek ve ülkede kötü giden her şeyi, her türlü olumsuzluğu Fethullahçılara bağlayarak, “cadı avı” tarzında tasfiye hareketlerine girişmektedir. Kandırıldık edebiyatıyla bir kez daha mağdur rolüne soyunulmakta ve asıl işçi-emekçi halk kandırılmaktadır.
Yazıdan şu kısımlar da önemli;
“Peki, Gülen ile AKP’nin arası ne zaman ve neden açılmaya başlamıştır? Ortaklığın yahut ittifakın sona ermesini MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın yargılanma girişimi, 17-25 Aralık süreci, dershane krizi vb. gibi sonuçlara bağlamak doğru değildir. Bu olayların hepsi de işin nedeni değil sonucudurlar. Temel sebep, 2010’dan itibaren, ABD ve İsrail’le ilişkilerde yaşanan gerilimler ve Kürt sorununa ilişkin başlatılan süreçle daha belirgin hale gelen iktidar kavgasıdır. AKP’nin dış politika alanında daha “bağımsız” –ki bu da ABD’den bağımsızlık anlamına gelmektedir– politikalar izlemeye başlaması ve Ergenekon davaları sürecinden itibaren de iktidarı tümden ele geçirme noktasında artık kendini yeterli siyasi güçte görmeye başlamasıdır.”
“İktidarı fethetme açısından önündeki en büyük engel olarak gördüğü orduyu belli ölçüde bertaraf ettiğini düşünen AKP, sıra elde edilen zaferin ve ganimetlerin paylaşılmasına geldiğinde Gülencilerle anlaşmazlığa düşmüştür. Asıl kırılma noktası bunlardır. Yani AKP Ortadoğu’da yürüyen emperyalist savaş konusunda, İsrail meselesinde vb. ABD’nin çizgisini zorlamaya başladığı anda, Gülen’le aralarındaki farklılıklar hızlı biçimde gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.”
“İşin aslı Gülen de bu ittifakın geçici olduğunun farkındaydı. Bunun en önemli işareti, kırılmanın iyice açığa çıktığı 2012’den çok daha önce yani henüz 2007 seçimlerinin öncesinde, Gülen’in, AKP’nin fazla güçlenmesini engellemek adına merkez sağda ikinci bir parti kurulması yönündeki çalışmalara destek vermesidir. Aynı dönemde Gülen’in, AKP’den istediği kadar milletvekili alamaması da sorun yaratmıştır. Bunu ilerleyen yıllarda Erdoğan’ın, üst düzey görevlerde bulunan bazı “Gülenci” bürokratların yerini değiştirmek istemesi takip etmiştir.”
“Kuşkusuz Cemaat’in izlediği bu taktiklerde ABD’nin yönlendirmesini ve rolünü de unutmamak gerekir. Çünkü Gülen hareketinin politik çizgisi, ABD dış siyasetiyle her zaman uyum içinde olmuştur. 2009’daki “one minute” çıkışından itibaren ABD’nin AKP’ye ve özellikle de Erdoğan’a bakışı değişmiştir. 2012’den sonrası ise ABD’nin Erdoğan’a karşı tavır aldığı (kimi zaman açıktan kimi zaman örtülü) ve dengelemeye çalıştığı bir süreç olmuştur. Dolayısıyla Gülen’in Erdoğan’la giriştiği iktidar mücadelesinde ABD, Gülen’in tarafını tutmuştur.”
“Bu noktada durup, bugün medyada yürüyen tartışmalarda ortaya atılan ve kafa karıştırabilen bazı soruları da cevaplayalım. İlk soru Cemaat’in ne olduğuna ilişkindir. İktidar “FETÖ” yani Fethullahçı Terör Örgütü diyerek kendi tanımını yapmıştır. Böylece gerçekte olup bitenin iki burjuva kesim arasındaki iktidar kapışması olduğunu gizlemeye çalışmaktadır. Cemaat’in ne olduğu buraya kadarki anlatımımızda zaten fazlasıyla ortaya konmuş bulunuyor. İkinci soru Cemaat’in amacının ne olduğuna dairdir. “Gülen devleti ele geçirmeye mi çalışıyor” vb. şekillerde ortaya konulan bu sorunun cevabı “evet”tir. Ama buradan Cemaat’e özel bir “evet” değil, tüm burjuva kesimleri kapsayan bir “evet” çıkarmak lazımdır. Doğaları gereği tüm burjuva güç odaklarının amacı ya iktidarı ele geçirmek ya da elinde tutmaktır. Zorunlu olmadıkça paylaşmayı da istemezler. AKP ile Gülen arasındaki kavganın iktidar kapışması olduğunu söylemekle aslında bu soruya da yanıt vermiş oluyoruz.”
“Bir diğer soru şudur: “Gülen hareketi ABD-CIA’nın maşası, Siyonistlerin veya gizli Hıristiyan tarikatlarının uzantısı mıdır?” Geçerken ifade etmek gerekir ki bunların hepsi de iktidar cenahından ortaya atılan manipülatif sorulardır, ama yanıtlamaya devam edelim. Gülen hareketinin ABD ve CIA ile ilişkisi malûmdur. Ama buradan, Cemaat’in bir “kukla” olduğu sonucunu da çıkartmamak gerekir. Neticede Türkiye burjuvazisinin bir kesiminden bahsediyoruz. Elbette farklı uluslararası aktörlerle ve emperyalist güçlerle her türden ilişki söz konusudur, tıpkı AKP veya onun temsil ettiği burjuva kesimin olduğu gibi… Cemaat’in özellikle dış politika alanındaki siyasi çizgisinin ABD’ninkiyle örtüşmesi, onun “kukla” olduğu anlamına gelmez. Kuşkusuz 15 Temmuzdan sonraki süreçte Gülen ciddi biçimde sıkışmıştır ve ABD’ye çok daha bağımlı hale gelmiştir ama “kukla, maşa” vb. gibi kolaycı yaklaşımlar gerçekliği derinliğiyle anlamayı zorlaştırır. Unutmayalım ki, AKP ve Erdoğan için de uzunca bir süre “ABD’nin taşeronu” yakıştırması yapılmıştı, ama AKP ne taşerondu ne de ABD’nin emperyalist planlarının tamamen dışındaydı.”
“Gülen hareketinin Siyonist veya Hıristiyan birtakım yapılarla ilişkisi ise özel bir konudur. Bu tarz ilişkilerin varlığı açıktır, ancak bu ilişkileri İslamcı hareketin klasik “anti-siyonist” söylemi üzerinden kavramaya çalışmak yanlıştır. Cemaat’in kuruluş ve gelişme sürecinde bu tarz yapılardan destek aldığı, işbirliği yaptığı söylenebilir ki bu da ABD’nin “ılımlı İslam” ya da “yeşil kuşak” projesinin bir parçasıdır. Gelinen noktada ise Cemaat artık uluslararası bir hareket niteliği kazanmış olduğundan, farklı yapılarla ya da devletlerle ilişkisini kendi siyasi çizgisi, hedefleri bağlamında ele almak gerekir. “
http://www.nasname.com/a/taseron-cetenin-hedefi-simdi-de-dogu-kurdistan
http://www.nasname.com/a/mollalarin-itleri-pdk-i-pesmergelerini-hedef-aliyor
http://www.nasname.com/a/tevgerden-kurdistan-kamuoyuna
Anonim 33 selo ile temel sana oofff mi yapti uuuffff mi yaptı bilemedim!!!
Ne yapmışlarsa fena halde acıtmış!!!!!!
Ha bu zalim dünyada yakınacak selo ile HDP yi bulduysan başka bir sorun göremiyorsan özgürlükçünün elinden senin için bir şey gelmez!!!
İyisimi sen asıl en öncü demokratlarını yalamaya devam et!!!!
sen yoluna biz yolumuza!!!!!
Zileli anarşizmin yeni versiyonu madalyalı Necip izledikçe nasıl mutlumusun madalya taktığına!!!!
Biz de kendimizi anarşist sanıyormuşuz!!!
Anarşistin hası Necip gibi olur bak sayesinde cemaati müslimi rahatsız eden alkoliklere gereken dersi veririz!!
Başka başka aykırılık yapıp Emma Goldman Gibi yaramazlık yapanlara da en önde demokrat anarşist Necip gereken dersi verir biraz dağınık kaos görüntüsü çizen anarşizmede milli tek ilkeli tekçi bir hiza istikamet getirir tiz zamanda!
Bunları yaptıkça efendisinin gözine girer de zilelininki şüpheli!!!!!
Boşuna el elden üstündür dememişler!
“video linklerini asagiya yazdim”
Bunlari daha once de gormustum.
Hikayenin basini gosteren yok. Bunu da, tabii ki, anlayisla karsiliyorum.
“Akil etmedikleri/edemedikleri icin ozru ben gondereyim gondermesine de, mekan isletmecisi/isletmecileri ruhsat almis olsaydilar, muhitte ikamet edenler, bu kez; ‘haa.. tamam o zaman, madem devlet baba alkollu icecek meselesinde cevaz vermis, biz de maganda style degil, hosgorulu yaklasalim sizlere,’ derler miydi, emin olmayi cok istesem de olamiyorum.”
Ama, sundan emin olabilirsiniz: Devlet baba, ruhsat vermek icin bazi sartlarin saglanmasini ister. Bu sartla saglanmadigi takdirde ruhsat vermez.
Dahasi, verirdi vermezdilerden onemlisi: Ruhsat yok; alinmamis.
Nesini tartisiyoruz?
“Ses, mekandan disari cikip, iftar sonrasi huzurlu ve epey mayismis yurdum insanlarinin halet-i ruhiyelerini rahatsiz edecek kadar yuksek, stadium concert sound system kivaminda degildi,”
Dedim ya, eldeki videolar hep dukkan sahibinin gsotermek isteyecegi kisimlar. Onlar da, haliyle, oncesini kapsamiyor.
“mekanda merasim yapanlarin cakirkeyflik derecesinin, o muhitte ikamet eden mutedeyyin ve ‘hosgorulu’ vatandaslarimizin sabir/dayaniklilik esigini gecip/gecmediklerine dair elimizde data yok.”
Eh, yoksa yoktur –degil mi?
“Islam dini de dahil olmak uzre, butun dinlerdeki ‘hosgoru esikleri’ni belirleyen otoritelerin de [..].”
Hosgoruyu neden illa ‘din’ ille ilintilendirmek ihtiyaci duydugunuzu merak etmege basladim.
Bir de, tabii ki, hosgoruyu neden karsimizdakilerden bekliyoruz hep?
Bir ticari bir isletmeden bahsediyoruz. Adam, dukkan sahibi, ticari amacli bir promosyon yapmak istemis.
Internet uzerinden herkesin kulaklikla/iPhone’la (ya da her ne ise) dinleyebilecegi bir seyi dinletmek icin birilerini cagirmis.
Dukkanin tamami 20m2 var yok (Internet’te resimleri var); ve yarisi da plak tezgahlarinin isgalinde. Yani, 5-6 kisiden fazlasi disari tasmak zorunda.
Bir de, tutmus alkol servisi yapmis.
Butun buraya kadar olan biten sanki normalmis, kabul edilebilirmis gibi, rahatsiz olan komsularin hosgorusuzlugunden bahsediyoruz; he mi?
“[Hatta, yine Islam’dan yuruyecek olur isek, [..] ]”
Siz, nereye isterseniz oraya yuruyebilirsiniz, tabii ki.
Ama, dinle hic alakasi olmayan ben de size sunu diyorum: Benzer bir sey benim basima da gelmis olsaydi (ben de orada yasayanlardan birisi olsaydim), ben de yumrugu yapistirirdim.
Cunku, yapilan, bal gibi, bir istismardir.
Ben, erken donem Hiristiyanlarindan degilim; istismara hosgoru ile karsilik vermemi beklemeyin benden. Birilerinin benim rahatimi/huzurumu kacirmasina izin vermem –hele de ticari amacli bir sey icin. Kimsenin boyle bir ozgurlugu yoktur.
Yazinin geri kalanini genis tasavvurunuzun yol actigi halusinasyonlardan kaynaklandigini dusundugum zenginligi ve dolayisi ile, konuyla alakasi olmasiyi hasebiyle cevapszi birakacagim ama suna degineyim:
“Kimseyi, herhangi bir itikadi muesseseden tard edip/etmeme hususunda sahsimi yetkili gormemeyi gecip, boyle taraklarda hic bezim olmadigini da belirteyim.”
Tard etme konusunda kendinizi mezun gormeyisiniz sasirtici; halbuki, her gordugunuzu bir sekilde Islama dahil etmek konusunda kendinizi pekala yeterli goruyor gibisiniz.
“Merak etmeye de devam edeyim, su ‘peygamber sabri’ dedikleri, nerelere gitti acep, var olduğunu kabul eder isek, hic mi kalmadi…”
Boyle bir iddiam oldugunu nerede yazdigimi gordugunuzu (ya da gorur gibi oldugunuzu) bilmiyorum.
Ote yandan, kendi ozgurlukleri konusunda asiri derecede bencil olanlara karsilik benim kendi ozgurluklerimi de savunmayacagimi herhangi bir sekilde ima ettigimi dusunuyorsaniz, beni cok yanlis anlamis oldugunuzu soylemem lazim.
“buna birşey diyecekmisiniz peki?”
Beni ‘Kainat Elestirmeni’ mertebesine yuceltmek olarak da yorumlanabilcek bu tur sorular gururumu oksamiyor degil 😉 fakat, diyabet denen illete ducar oldugumdan, nefsime mukayyet olmam gerekiyor.
Bahsettiginiz metni okumaga calistim; fakat, dayanamadim, ilk birkac satirda biraktim.
Spesifik olarak neresini uygunsuz bulduigunuzu yazarsaniz, ben polis/Mit filanim ya, yan burodaki arkadaslara iletir, bir fezleke duzenleterek o valiyi merkeze ldirabilirim. 😉
“Firka-i naciye’ veyahut ‘guruh-i naci’ye kadar gidebilir, cesit cesit mukayeseler de yapabiliriz elbet, fakat, elimizde var olduguna kanaat getirdigimiz referanslarin guvenilirligini nihai olarak belirleyemeyecegimize gore, ‘verimli tartismalar’ yapabilecegmizi pek sanmiyorum.”
Once sunu hemen duzelteyim. Evet, ‘Guruh vu Naci’ olacak idi (sevhen ‘Guruh’ yerine ‘Firka’ yazmisim) –ama, ‘Guruh-i Naci’ yanlis yazimdir, her ne kadar artik galat-i meshur haline gelmis olsa bile.
Inanclar sozkonusu oldugunda, eger inanc-ici bir tartisma yapmiyorsak, referanslarin guvenirligini bugunle (‘hal’ ile) sinirlandirMAmak (ilgili inanc sahiplerinin beyanlarini kabul etMEmek) icin anlamli bir sebep goremiyorum.
Baska bir deyisle, bugun, yasanan inanc icinde yer alan unsurlari verili kabul etmek bence makuldur.
İslamcı saldırganlığa bin dereden su getirmek.
“İslamcı saldırganlığa bin dereden su getirmek.”
Mentollu mu meyeveli mi sade mi?
Böyle şeyleri sululukla geçiştiremezsin arkadaş.
“Böyle şeyleri sululukla geçiştiremezsin arkadaş.”
Yok, tabii. Onun yerine, 16 milyondan fazla insanin yasadigi Istanbul’un bir mahallesinde birkac kisi arasinda olan biteni ulkenin geneline tesmil edip kin ve hinc kulturunu diri tutmak veya pekistirmek icin elimizden geleni yapmaliyiz.
Hikayenin basini gormus olup, senin anlayisla karsilayip/karsilamadigini ogrenmis olsaydik da; yasanan o vahim olay, tasvip edilebilir hudutlar icinde degil.
Iste, laf kalabaligi yapmak/bulaniklastirmaktaki mahirligine bir ispat daha:
—Dahasi, verirdi vermezdilerden onemlisi: Ruhsat yok; alinmamis.
Nesini tartisiyoruz?—
Su ‘ruhsat’ meselesine gelene kadar, ‘hosgoru’ meselesi gibi devasa bir husus var onumuzde. ‘Ev yaniyor, diye ikaz ediyoruz; sen, pirasalarin taze olup/olmadigini ogrenmekte israrci bir -konulari bulaniklastirmak- ustasisin,’ Necip
—Dedim ya, eldeki videolar hep dukkan sahibinin gsotermek isteyecegi kisimlar. Onlar da, haliyle, oncesini kapsamiyor.—
Istersen, ‘dememis ol’; yine farketmez.
Istersen, ‘[videonun/o gece yasananlarin] oncesini de kapsasin’; yine farketmez.
‘Dukkan sahibinin [kiracisi da olabilir; emin degilim] gostermek isteyecegi kisimlar,’ senin iddian. Tipik, ‘zan altinda birakmak’ taktigi uyguluyorsun.
Dukkan sahibinin/kiracisinin, videonun oncesini DE gostermek istedigi/isteyebilecegi olasiligi DA halen mevcut. Yani, Necip, ‘sadece benim’ olasiligimin %100 dogru olMAma olasiligi gibi, ‘sadece senin’ olasiliginin %100 dogru olMAma olasiligi DA var. Peki sonuc: Metnimin basinda yazdigim uzre; ‘Yasanan o vahim olay, tasvip edilebilir hudutlar icinde degil.’
Bir tane daha, laf kalabaligi yapmak/bulaniklastirmaktaki mahirligine ispatlar corap sokugu gibi:
—Hosgoruyu neden illa ‘din’ ille ilintilendirmek ihtiyaci duydugunuzu merak etmege basladim.
Bir de, tabii ki, hosgoruyu neden karsimizdakilerden bekliyoruz hep?
Bir ticari bir isletmeden bahsediyoruz. Adam, dukkan sahibi, ticari amacli bir promosyon yapmak istemis.
Internet uzerinden herkesin kulaklikla/iPhone’la (ya da her ne ise) dinleyebilecegi bir seyi dinletmek icin birilerini cagirmis.
Dukkanin tamami 20m2 var yok (Internet’te resimleri var); ve yarisi da plak tezgahlarinin isgalinde. Yani, 5-6 kisiden fazlasi disari tasmak zorunda.
Bir de, tutmus alkol servisi yapmis.
Butun buraya kadar olan biten sanki normalmis, kabul edilebilirmis gibi, rahatsiz olan komsularin hosgorusuzlugunden bahsediyoruz; he mi?—
Necip; ‘ev yaniyor, diye ikaz ediyoruz; sen, pirasalarin taze olup/olmadigini ogrenmekte israrci bir -konulari bulaniklastirmak- ustasisin.’
—Eh, yoksa yoktur –degil mi?—
Degil.
Acayim:
Necip, bir nebze umut sahibi olmak icin yine bir nebze iyimser olmaya karar verdim. Yukaridaki metnimin sonunda yazdigim, ‘onlarin -hosgorulu olmak- gibi bir derdi oldugunu da sanmiyorum.’ ifademi yumusatarak:
Din/dindarlik/dincilik ve benzerleri ile temasi olmayan biri [ve tahmin ediyorum; ‘bircoklari’] olarak diyorum ki [diyoruz ki]; ‘gercek Islam bu degil!’ diye bagirip ses tellerimi[zi]n hasar gormemesi icin, sen ve senin gibilerin [35 no’lu metnimin girizgahinda hatirlattigim videodaki ‘maganda’larin da] ‘hosgorulu olmak yolunda gayret sarfetmenizi’ ummak, beklemek, istemek; benim [bizlerin] hakki. Senin dindar olup/olmaman hususunu haric tutarak, dini hassasiyetleri yuksek [oldugunu iddia eden] arkadaslarina, ‘agizlarina biber surmek’ turu yollara asla tevessul etmeden, soyle; hosgorulu olmayi denerler ise, onlara; ‘dinden cikiyorsunuz!’, ‘-the nice guy- style kisilere donusuyorsunuz!’, ‘afaroz ederiz sizleri!’ yollu tevaturler eden kisilere tenezzul etmesinler.
Sen, herhalde, hosgorulu olup/olmamak uzerine sorular soran benim gibi kisiler ile, sahislarin/kitlelerin itikadi duzeyleri uzerine ahkamlar kesen, statu yukseltmek/dusurmek, ve afaroz etmekle mukellef olduklarini zannedenleri [ve ‘zannettirilenleri’] birbirine karistirip, corba ettin; ulemanin mensubu da degilim, kardinaller council’inin mensubu da degilim, turevlerinin mensubu da degilim. Hicbir itikadi organizasyonun ve/veya itikatsizlik organizasyonunun mensubu olMAmam; ‘bir muzisyenler toplulugunun kayit ettiği albumu, alkollu icecek icerek, dinleyenlerin merasimine; nicin -Ramazan ayi icinde olmak- basgerekce gosterilerek, maganda style yaklasiliyor, hosgoru ile yaklasilmiyor?’ sorusunu sormama engel teskil etmemektedir.
[1] —Birilerinin benim rahatimi/huzurumu kacirmasina izin vermem –hele de ticari amacli bir sey icin. Kimsenin boyle bir ozgurlugu yoktur.—
[2] —Ote yandan, kendi ozgurlukleri konusunda asiri derecede bencil olanlara karsilik benim kendi ozgurluklerimi de savunmayacagimi herhangi bir sekilde ima ettigimi dusunuyorsaniz, beni cok yanlis anlamis oldugunuzu soylemem lazim.—
Tanimlamalar yapar iken, duyargalarinda problemler oldugunu, 35 no’lu metnimde ifade etmis idim. ‘Ozgurlugume mudahale ediyorlar benim!’ ifaden ile ‘hosgorulu olmayi denemeye ugrasmak’i birbirine karistiriyorsun.
Ister, erken donem Hristiyanlardan ol,
Ister, ashab-i kehf mensuplarindan ol,
Ister, Luther donemi kesislerinden ol,
Ister, ahir zaman sahabelerinden ol,
Ister, Japon/Shinto tapinaklarinda cile cikaran, murit arayan, ‘kannushi’lerden ol,
Ister, Adiyaman dergahlarinda seyh taklitcilerinden ol,
İster, hicbir sey olma;
Hosgorulu olmayı sen de deneyebilirsin. Basarabilirsin, istersen.
Senin bu ‘hosgorusu problematik’ ve ‘yumruk atmaya meyilli’ mizacin sebebiyle, hosgorusu problematik ve yumruk atmaya meyilli olMAyan mutedeyyin ahbaplarimin magdur olma potansiyellerinin yukselmesini istemiyorum. Evet, buradaki ‘olasilik’ cok ciddi Necip. ‘Bodrum kiyisindaki Aylan Kurdi’ ve/veya ‘ambulanstaki Umran Daknes’ fotograf kareleri ile [‘sozde’ muasir medeniyetler, ve ‘Bati’ da dahil] duygu somurusu yapanlar arasinda bile; magdur olma potansiyeli olanlar yukseliyor. Olan yine Aylan’lara, olan yine Umran’lara oluyor. Album dinleme merasimindeki ‘hosgorulu magandalar’ da, tavirlari ile; magdur olma potansiyeli olanlari daha da yukseltiyorlar, ‘gercek Islam bu degil!’ bagirmalarimizi istismar ediyorlar. Sen, ‘yumruk patlatirim,’ diyerek, sen de istismar ediyorsun. Son kez tekrar edeyim, buradaki ‘olasilik’ cok ciddi.
Ve Necip,
35 no’lu metnimde yazdigim su ikazi; kasitli olarak atliyorsun, laf kalabaligi yapmak/bulaniklastirmak mahirligin ile gecistirebilecegini zannediyorsun:
=
-Bunun bunlar boyleyken, yani yapilan sey aslinda ‘ozgurluk’ kilifinda magandalik iken, itiraz eden (orada yasayan) birilerini mi suclu/kabahatli bulacagimi bekliyorsunuz?- Bir album dinleme merasimini, alkollu icecek icerek, disariya cok ses vermeden, ve sarhos olup ortaligi yikmadan yapan bir kitleyi, ‘ozgurluk’ kilifinda magandalik, olarak niteleyip, oruc tutmayı sadece ama sadece ‘yeMEmek, icMEmek’ anlayip, kufur etMEme orucunu unutup, hiddetlenMEme orucunu unutup, ‘maganda’ gibi racon kesme heveslilerini, ‘itiraz eden (orada yasayan) birileri’ olarak nitelemen, tanimlama yaparken duyargalarinda problem oldugunun gostergesidir Necip.
=
—Inanclar sozkonusu oldugunda, eger inanc-ici bir tartisma yapmiyorsak, referanslarin guvenirligini bugunle (‘hal’ ile) sinirlandirMAmak (ilgili inanc sahiplerinin beyanlarini kabul etMEmek) icin anlamli bir sebep goremiyorum.
Baska bir deyisle, bugun, yasanan inanc icinde yer alan unsurlari verili kabul etmek bence makuldur.—
‘Ben de olsam yumrugu yapistirirdim.’ ifadesini [muhtemeldir ki, ‘eylemini’ de] hosgorulu olmak hudutlari icinde kabul eden bir zat-i muhterem ile, ‘firka-i naciye’ veyahut ‘guruh-i naci’ ve benzeri hususlari muzakere etmeyi tercih etmem.
Sahsimin, bir ust paragrafta bahsi gecen basliklarda muzakere etmeyi tercih edip/etmemesinden daha muhim olan husus; sen ve senin gibilerin, ‘ozgurluk’ kavrami ile ‘hosgorulu olmak’ eylemi arasindaki dengeleri kurmak icin gayret gostermeye baslamanizdir. Yardim isterseniz, asla elimizin tersi ile geri cevirmem, cevirmeyiz…
Onemli Hatirlatma:
Bahsi gecen olayda;
https://www.youtube.com/watch?v=FD9eS14SYXY
yasananlar:
Muzik dinlenirken acilan sesin alcakliginin/yuksekliginin, muhitte ikamet edenlerin rahatsiz olma esiklerine ulasip/ulasmadigi, sebebi ile degil;
‘Ramazan ayi icinde, nicin alkollu icecek iciliyor?! Icmeyeceksiniz ulan!’ magandaligi ile ilgilidir.
‘Alkollu icecek satma/sattirma, icme/icirme ruhsati’nin varligini/yoklugunu israrla sorgulamak; olayi bulaniklastirmaktir, ‘magandaligin vahameti’ni dusuk gosterme cabasindan baska bir sey degildir.
Kültür-sanat (yani müzik, resim, heykel, roman -veya genel olarak nesir, tiyatro, dolayısıyla sinema) aslında tamamen Batı’nın ürünüdür desek yanlış söylemeyiz. Antik Yunan/Roma’dan Rönesans Avrupasına, oradan günümüz ABD’sine uzanan bir devamlılık sözkonusu.
Doğu’da ise bu dalların bazıları hiç yoktu, bazıları da olmalarına rağmen gelişme olanağı bulamadılar. Batı’dan ithal edildikleri için de -kısa bir dönem hariç- günümüzde bile kökleşip gelişmeleri mümkün olmadı. Dikkat ettiyseniz son birkaç yıldır Türkiye bu alanda da duraklıyor, tükenme noktasına geliyor.
Yukarıdaki yorumumda söylediklerimle ilgili bir de şöyle birşey var:
kemalist eğitim sistemi
milyonlarca öğrenciye flüt çaldırmaya ve zorla resim yaptırmaya çalışır.
http://eksisozluk.com/entry/36357673
Yalnız eğitimdeki bu sorunların asıl kaynağı Kemalizm’den ziyade -başka her alanda olduğu gibi- üniter, katı merkeziyetçi yapıdır. Bu yapı tabanla uyuşmadığında sorunlara neden oluyor.
Batı’nın gelişmişliğinin nedenlerinden biri de bunun tersine ademimerkeziyetçi, federal yapı olsa gerek.
Mesela “birkaç” kişinin Ali İsmail Kormaz’ı Eskişehir’in bir mahallesinde sopalarla dövüp öldürdükleri bir olayı “ülkenin bütününe teşmil edip” “kin ve hınç kültününü diri tutmak için elimizden geleni” yaptığımız gibi, değil mi?
—Yok, tabii. Onun yerine, 16 milyondan fazla insanin yasadigi Istanbul’un bir mahallesinde birkac kisi arasinda olan biteni ulkenin geneline tesmil edip kin ve hinc kulturunu diri tutmak veya pekistirmek icin elimizden geleni yapmaliyiz.—
Berkin Elvan’in annesi Gulsum Elvan’i, mikrofonla konusma yaptigi masanin/kursunun onundeki kitlelere yuhalatip; sahsina/partisine daha cok oy devsirmek planlari yapan RTE nam kisinin bu tavrini, ‘uzerinde durulmayasica, kucuk bir istisna yuhalatma’ olarak kabul edip, ulkenin geneline tesmil etMEyip kin ve hinc kulturu pekistirMEmeliyiz, mi diyecegiz?! [Ustelik, RTE; ‘hosgoru timsali, kem soz soylemeME timsali, olmuslerin/vefat etmislerin/olulerin arkasindan konusmaMA timsali Islam’a mensup bir musluman olmakla ovunc duydugunu her firsatta yineleyen bir zati-muhterem iken.]
Ozgecan Aslan’in katledilisini de, ‘erkeklerin tahakkumculugu’ hususunda; ‘uzerinde durulmayasica, kucuk bir istisna katliam’ olarak kabul edip, ulkenin [ve ‘dunyanin’] geneline tesmil etMEyip kin ve hinc kulturu pekistirMEmeliyiz, mi diyecegiz?!
Orneklemlerin hatali Necip.
Ve hatta, ‘olasilik hesaplarini’ surekli [belki de kasitli olarak] yanlis kurup; laf kalabalikligi/bulaniklastirmasi mahirligini pekistiriyorsun.
Pes…
Hazin…
Yazik…
Umran Daknes’in agabeyi Ali Daknes [Daqneesh, 10 yasinda], bombalama sonucu aldigi yaralar sonucu, hastanedeyken hayatini kaybetti:
http://www.huffingtonpost.com/entry/brother-of-omran-daqneesh-dies-from-injuries_us_57b8a963e4b0b51733a3cfe2?utm_hp_ref=world
“Su ‘ruhsat’ meselesine gelene kadar, ‘hosgoru’ meselesi gibi devasa bir husus var onumuzde.”
Hayir, konu ‘ruhsat vs hosgoru’ degil –oradan baslamadik.
Hem baslangic noktamiz ve hem de tartistigimiz kapsam ‘ozgurluk vs hosgoru’ –en azindan, sizin benimle konuya dahil oldugumuz nokta burasiydi.
Benim baktigim yerden, idealinde oyle oldugunu iddia etsek bile, pratikte ne ozgurlukler, ne de hosgoru ‘sonsuz’ denebilecek sinir(sizlik)lara sahip olabilir.
Yani, pratikte, ozgurluklerin sinirlari olmak zorunda; ve vardir da.
Buna karsilik, ya da ayni sekilde, hosgorunun de sonsuz olmasini beklemek de anlamli degil. [Hatta, ‘hosgoru’ beklemenin kendisi de anlamli degil; buna asagida biraz daha deginecegim.]
Bu arada, ‘sonsuz’un pratikte ne anlama geldigini de konusmak lazim.
Benim bulabildigim en isabetli tarif su:
Taraflardan birisinin istedigi anda istedigi herhangi bir tur ozgurlukten istifade edebilmesi (yani, rastgele zaman, mekan ve tur) demek, ozgurluklerin ‘sonsuz’ olmasi anlamina gelir.
Ben, pratik hayatta bunun imkansiz oldugunu dusunuyorum.
Simdi, donelim, (nereden ve nicin ciktiysa) ‘hosgoru’ konusuna:
‘Hosgoru’ dedigimiz seyi eger karsi taraftan bekliyorsak, ki oyle oldugu anlasiliyor; biz karsi tarafa –ona hic sormadan– ‘erdemli olmak’ yukumlulugu getiriyoruz.
Oyle bir ‘erdemli olmak’ ki, bizim istedigimiz anda, istedigimiz tur ve genislikte kullanacagimiz, herhangi bir ozgurlugumuzu kabul etmesi mecburiyeti/zarureti anlamini tasiyor.
Buradaki (hadi, ‘tahakkumculugu’ demeyeyim) ‘uyanikligi’ gormemek icin (bence) ya zeka sorunlu olmak, ya da kendi bencilliginin baskalarinin tamamina ustun oldugunu sanmak gerekir.
Her iki olasilik da, bence, hastalikli bir analiz yetenegine isaret ediyor. Bu yuzden de, bunlari ciddiye almiyorum.
Devam ediyorum.
Ozgurluklerin sinirlari vardir ve yerine, zamanina, turune ve yogunluguna gore degisir.
Once bunu idrak etmek gerekir.
Pratik bir ornek vermek gerekirse: Moda Deniz Klubunde, hafta ici ve bir adet olursa, bir defaligina hasema ile denize giren birisine kimse pek bir laf etmeyebilir. Ama, haftasonu, her haftasonu, yuzlerce kisinin hasema ile denize girmek icin kapiya dayanmasi, bayagi buyuk bir cingarin cikmasi demektir.
‘Hosgoru’ denen sey nedense kimsenin aklina bile gelmez boyle zamanlarda.
[Halbuki, ozgurluk, isteyenin istedigi sekilde giyin(meye)erek denize girmesini de kapsar.]
[Sunu da duyar gibi oluyorum: “Efem, orasi ozel mulkiyettir, istedikleri kurallari uygulayabilirler”… Yok. O bos/gecersiz bir argumandir. Cunku, Kiyi Kanununa aykiri bir gasp sozkonusudur. Yani, bastan kanunsuz bir engel ile uye olmayan herkesin ozgurlukleri gaspedilmistir. Ama, mutegallibe tarafindan gaspedildigi icin goz yumulmaktadir.]
Simdi… Bilmem farkina vardiniz mi; ama, benim baktigim yerden, ‘hosgoru’ kelimesi (ozgurlukler baglaminda) ici bos bir kavramdir.
Zimni (ortulu) anlami sudur: Karsi tarafa dayatmalarda bulunmak, ve bu dayatma(lar) basarili olamiyorsa (istenen sonuclari vermiyorsa), karsi tarafi demonize etmek (iblislestirmek) [ve, kendi hakliligini kendi kafasinda pekistirmek].
O yuzden, gel olursa, su ‘hosgoru’ lakirdisini bu tartismanin disina cikaralim –cunku, dogasi geregi, mutekabiliyet icermiyor.
“‘Ev yaniyor’ diye ikaz ediyoruz; sen, pirasalarin taze olup/olmadigini ogrenmekte israrci”
Yok. ‘Ev yaniyor’ filan degil.
‘Ev yaniyor’ diye konumlandirmak istediginiz sey, esasinda, belli bir tarafin indi (‘on-demand’) ozgurluk kullanimi talebininin sinirlarina (‘o kadar da genis olamaz’ anlaminda) baska bir tarafin kisitlayici yaklasiminin verdigi rahatsizliktir.
Ve, ‘Cokomilk sendromu’ misali, nedense konuyu getirip getirip ‘din’ baglamina indirgemegi tercih ediyorsunuz.
Kabul etmeliyim ki, bunu yapmanin belli bir propoganda degeri yok degil.
Vardir da, benim acimdan yok.
Yok, cunku, ‘din’ dedigimiz sey –inandigini soyleyen insanlar icin bile– bir tur ‘microcode’ degil.
Yani, bir tur gevsek/muglak rehber belki, ama insanlarin anlik/gunluk hayatlarini micro-manage eden (bilgisayar anlaminda) bir program filan degil.
O yuzden, konuyu ‘din’e indirgemek, ve bunu da gercekten onemli bir parametreymis gibi surekli dile getirmek anlamli degil.
Size daha ilginc diyebilecegim bir sey soyleyeyim:
Vaktiyle, dindarlarin (kendine Musluman diyenlerin) yogun oldugu forumlardan birisinde su iki soruyu sormustum.
1) Musluman olmak icin temel sart nedir? [Cevabi: Kelime-i sahadet getirmek.]
2) Dinden cikan bir insan, max kac defa Kelime-i sahadet getirerek tekrar dine donebilir? [Cevabi: Boyle bir limit yok.]
Bilmem, siz de, buradaki ‘loop-hole’u (ya da, bir anlamda, sinirsiz ozgurlugu) gorebiliyor musunuz?
Islam’a aykiri bir sey yapacaksaniz, once dinden cikabilir; yapacaginiz seyi yaptiktan sonra da tekrar (Kelime-i sahadet getirerek) tekrar dine donebilirsiniz.
Bu kadar basit.
‘Din’ dedigimiz seyin baglayiciliginin ne denli az oldugu bu kadar asikarken, tutup her seyi ‘din’le irtibatlandirmanin anlamsiz oldugunu hala daha goremiyor musunuz?
Dahasi, ‘dinim bana boyle emretti’ diyenlerin de, bunu bir ortu olarak kullandiklari asikar degil mi?
Bence asikar.
Dolayisi ile, din parametresini cok fazla onemsemek yerine, dogrudan dogruya bireye bakmak gerektigini dusunuyorum.
“Sahsimin, bir ust paragrafta bahsi gecen basliklarda muzakere etmeyi tercih edip/etmemesinden daha muhim olan husus; sen ve senin gibilerin, ‘ozgurluk’ kavrami ile ‘hosgorulu olmak’ eylemi arasindaki dengeleri kurmak icin gayret gostermeye baslamanizdir. Yardim isterseniz, asla elimizin tersi ile geri cevirmem, cevirmeyiz…”
‘Dengeleri kurmak’..
Evet, de (yukarida da anlatmaga calistigim uzere), neden bir tarafa ‘ozgurluk’ diger tarafa da hep ‘hosgorulu olmak’ dusuyor?
Yani, erdemli olmagi neden karsi taraftan bekliyorsunuz?
Dahasi, diyelim ki, karsi taraf ‘hosgoru’lu davrandi; bunu takdir etmek yerine, “n’olacak canim, o odevini yerine getirdi sadece” gozuyle bakip citayi surekli (ve tek tarafli) yukseltmek ne kadar anlamlidir?
Sunu akilda tutmak faydali olabilir: It takes two to tango.
“[Ustelik, RTE; ‘hosgoru timsali, kem soz soylemeME timsali, olmuslerin/vefat etmislerin/olulerin arkasindan konusmaMA timsali Islam’a mensup bir musluman olmakla ovunc duydugunu her firsatta yineleyen bir zati-muhterem iken.]”
Verdiginiz orneklere itirazim var.
Itirazim da surada: Politize edilmis, edilmege tesne ornekler veriyorsunuz; ve bunlari da belli bir kesimden seciyorsunuz.
Bu ozgurlugunuz var tabii ki. Ama, verdiginiz orneklerin yanlis kisimlarina degindigim takdirde beni onlari (o kesimi, kisiyi) savunur edebilirsiniz.
Bu tuzagin farkindayim.
Yine de, sunu soyleyeyim:
Yukaridaki orneklerinizin bu tartismaya pozitif bir katkisi yok malesef.
Sundan dolayi yok: Taraflar, kendi acilarindan uygun bulduklari ozgurluklerini kullanmis, oteki taraf da baska ozgurluklerini kullanmis.
Siz, anladigim kadariyla, bu taraflardan birisinin kullandigi ozgurluklerin uygun (kabul edilmeli, kabul edilebilir) oldugunu, digerinin de olmadigini dusunuyorsunuz.
Bana da, teyid/red seceneklerinden birisini secmegi dayataiyorsunuz.
Diyelim ki, teyid ettim: Yani, “Haklisiniz” dedim.
RTE’nin ‘hosgoru timsali’ olduguna da; Islam’da ‘hosgoru’nun oldugununa da “yalan” dedik.
Sonra ne?
[Bu arada, tabii ki, sizin ne kadar ‘hosgoru’ sahibi oldugunuz sorusu havada/cevapsiz kaliyor; o ayri.]
“Ozgecan Aslan’in katledilisini de, ‘erkeklerin tahakkumculugu’ hususunda; ‘uzerinde durulmayasica, kucuk bir istisna katliam’ olarak kabul edip, ulkenin [ve ‘dunyanin’] geneline tesmil etMEyip kin ve hinc kulturu pekistirMEmeliyiz, mi diyecegiz?!”
Bu verdiginiz ornek ise bambaska bir acayiplik..
[Bu arada, ‘katliam’ birden fazla kisinin oldurulmesidir. ‘katl-i am’ yani ‘kitlesel katl’. Gecelim.]
Sapigin/caninin birisinin isledigi fiile taraf cikabilecek birisi olarak mi dusunuyorsunuz beni –ya da toplumun geri kalanini?
Dahasi, bu konuda ne gibi tedbirlerin alinmasini onerirsiniz?
Herkesi muayene edip, potansiyel ‘sapik’lari imha mi edelim?
Erkekleri, potansiyel suclu sayip, prangaya mi vuralim?
Yoksa, potansiyel magdur/maktul olmak ihtimallerini goz onune alarak, kizlari evde hapis mi edelim?
Kisacasi, ‘activism’inizin hedefi nedir?
“Orneklemlerin hatali”
Sizinkilerin mukemmel oldugunu dusundugunuzu mu cikarmaliyim bundan?
Ne kadar mukemmel (ise yarar) ornekler oldugu bu kadar ortadayken.
“Ve hatta, ‘olasilik hesaplarini’ surekli [belki de kasitli olarak] yanlis kurup; laf kalabalikligi/bulaniklastirmasi mahirligini pekistiriyorsun.”
Bu tur “surekli [belki de kasitli olarak] yanlis kur”mak ve/ya “laf kalabalikligi/bulaniklastirmasi mahirligini pekistir”mek tekeli bana ait degil –yukarida degindigim uzere.
dersim’de öldürülen ali ismail korkmaz sayısı
riyakarlıgı bir yaşam felsefesi, hayat tarzı olarak gören bazen şiş bazen kebap, bazen faşist bazen de marksist olabilen yurdumun sevgi kelebeklerinin pek bilmedikleri sayıdır.
evet evet, 13 bin kişi öldürülmüş. tam 13 bin tane ali ismail korkmaz öldürülmüş, orantısız güçle, belki acı çekerek..
suçları sabit..
devlete isyan..
süngülü silahlarla isyan eden onbinler, karşılıgında adı havaalanına verilen bir kadının kullandıgı uçaktan atılan bombalar.. orantısız güç desek hafif kalır cümle anlamını yitirir.
peki haklı mıdır isyan edenlerin üstüne çoluk çocuk demeden bombalar yagdıran iktidar. kendince haklıdır hatta bugün bile o zamanın iktidarını destekleyenler bile yapılanları devletin bekası için meşru görmektedir.
peki bu canlılar bugün ne yapmaktadırlar, marjinalleri gerçek sosyalistleri tenzih ederek söylüyorum sevgi pıtırcıgı gibi gözüküp şu an ki iktidara karşı bir eylem içinde bulunmuş gence methiyeler düzmektedirler.. (yanlış anlaşılma olacaktır hatta kasten çarpıtılacaktır, bazı insanlar ölen insanlara degilde öldüren iktidara bakıyor oysa biraz insan insaf, dürüstlük bekliyor insan. )
…
ali ismail korkmaz’ın ne suçu vardı?
ya da öldürülen dersimli bebegin?
çok mu alakasız yoksa var mı bir alakası. ben riyakarlık yapmayıp ölenler için aglıyorum, üzülüyorum, iktidarı eleştiriyorum, yaptıgına yanlıştır diyorum. ya digerleri dersimi eleştirmeyip ali ismail korkmaz’ın ölümünü eleştirmek nasıl bir riyakarlıktır.
http://eksisozluk.com/dersimde-oldurulen-ali-ismail-korkmaz-sayisi–4242148
Burada dikkat çekilen ulusalcı/Kemalist (böyle olmayan sol kesimi kastetmiyorum, ki onlar azınlıkta kalıyor) Gezicilerin/iktidar muhaliflerinin riyakarlığına ne demeli?
Bunlar Dersim katliamına karşı olsalar bile (ki bazıları açıkça, bazıları üstü kapalı -dönemin şartları filan- savunuyor ya da mazeret üretiyor) bunun baş sorumlusu olan şahsı ulu önder olarak benimsemiyor mu? Ne de olsa sözkonusu şahıs ülkeyi “çağdaş uygarlık seviyesi”ne çıkarmış, Türk kadınını özgürleştirmiş (şimdiki “gerici” iktidar bu yoldan geri dönmüyor mu?) vs. Bunların yanında Dersim’in lafı mı olur?
http://www.nasname.com/a/belgeler-stratejik-ortakliklar-isiginda-rojavada-neler-oluyor
ESAD REJİMİ HASEKE’DE YPG’YE NEDEN SALDIRDI ?
Editör
Çok güçlendiği, Suriye’de 4 yıldır kaybettiği kontrolü eline almaya başladığı ve sıra otoritesini bu bölgelere de yaymaya geldiği için mi?
Hayır.. Hayır hiç de öyle değil…
Rejim güçleri Rusya’nın sahaya inip aktif hava ve lojistik destek vermesine rağmen bir yıldır önemli bir başarı gösterebilmiş değil. Adeta yerlerinde sayıyorlar. Daha geçen hafta El Nusra’nın giriştiği saldırıda büyük kayba uğradılar. Halep’de ellerindeki bölge de kuşatma altına girdi.
Diğer alanlarda da yerine çakılmış durumda. Öyle ise Haseki’de YPG’ye saldırarak kendine karşı yeni bir cephe daha açmasının mantığı ne?
Üstelik sivillere yöneldiği bombalamalar nedeniyle; IŞID tehlikesi karşısında biraz olsun unutulmaya başlayan imajı yeniden canlanıyor…
Bunun nedenini Türkiye-Rusya görüşmelerinde, Suriye rejimi ile TC arasında yeniden bir uzlaşmanın olabilmesinin YPG’nin feda edilmesi şartına bağlanmasında görebiliriz.
Bence rejim TC’nin Nusra vd gibi Cihatçı işbirlikçilerine desteğini çekmesi (gevşetmesi veya vazgeçmesi vb. ne dersek diyelim) karşılığında, PYD ile Haseki’de çatışmaya girerek TÜRKİYE’ye mesaj veriyor olmalı. Yoksa kendisine pratik bir yarar getireceği yok diye düşünüyorum.Haseke, Suriye’deki yıkımdan çok fazla yara almaran ayakta kalabilen kentlerdin biri. Anlaşmazlıkların görüşme ve uzlaşma ile çözülebileceği yerlerden biri. Çatışmaları buralara sızratmanın kendi ayağına kurşun sıkmaktan farkı yok.
Bu mesaj da şu olabilir; “Şu anda gücüm yok ama ben Kuzey’deki bu oluşuma karşıyım ve eğer rahatlarsam onların tepesine bineceğim, siz merak etmeyin!”
TC’nin bu mesajdan -kalıcılığı, sahiciliği bir yana- gayet memnun olacağı açıktır. Peki Rejim kaç yıldır sessiz bir uzlaşma içinde kalmaya çalıştığı YPG ile çatışmaya girerek TC’den beklediği karşılığı alabilecek mi?
Benim cevabım, elbetteki hayır. olacak.
Aslında TC’ye hiçbir biçimde güvenilemeyeceğini herhalde en acı biçimde yaşaya güçlerin başında Esad rejimi geliyor olmalı. Öyle ise neden böyle bir beklenti içine giriyorlar.
Zor durumda bir umuttur…
TC, Rusya ile ilişkileri kurtarmak adına eğer Suriye’deki eski müttefiklerini “satacaksa”, bu da Suriye rejimini örneğin çok sıkışık olduğu Halepte biraz olsun rahatlatsa “neden olmasın! diye düşünülebilir.
ABD ve Rusya’nın tavrına gelince; Rejimle de çatışmaya girmesi PYD’nin gücünü geriletmez, ABD ittifakını bozmaz, güçlendirir. Rusya ise YPG’nin Kuzeydeki koridoru tamamlayan güç olarak belirleyici hale gelmesini istemeyebilir.Bu nedenle YPG’ye bir kontür çekilmesini isteyebilir.
ABD ve Rusya’nın bu çatışma karşısındaki uzun vadeli tavrı merak konusu.
Gelawej
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/editor/2554-esad-rejimi-haseke-de-ypg-ye-neden-saldirdi
Bir Ayıp: Baroların Kaçaksaray Ziyareti
Garbis Altınoğlu
20 Ağustos 2016
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu 17 Ağustos’ta 79 baro başkanıyla birlikte Kaçaksaray’da Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ı ziyaret etti. Feyzioğlu burada yaptığı konuşmada 15-16 Temmuz darbe girişimini bir işgal girişimi olarak değerlendirdi ve “Zatı âliniz, bu işgal girişiminin püskürtülmesinde liderlik görevi yapmıştır. Sizin ve Başbakan’ın açıklamalarını dinlediğimizde yüreğimiz ferahladı. Bu girişimin püskürtüleceğine inancımız arttı” (“Baro Beştepe’de… ‘Edepsiz’ tartışmasından övgüye”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2016) dedi. Basında yer alan bilgilere göre, 9 baro başkanı ise bu davete katılmadı. Bunlar; Türkiye’nin üye sayısı en büyük baroları olan İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana barolarının yanısıra Kürt illerinden Ağrı ve Dersim’in baro başkanları ile Antalya, Artvin ve Kayseri baro başkanları.
Bu ziyaret hakkında söylenebilecek çok şey var. Her şeyden önce, yaşadığımız günlerin ve yılların Cumhuriyet tarihinde, 1920’lerin ikinci yarısının İstiklal Mahkemeleri döneminden bu yana burjuva hukunun en yaygın ve sistemli bir biçimde çiğnendiği yasatanımazlığın neredeyse norm haline geldiği ve keyfi yönetim tarzının doruğa çıktığı bir dönem olduğunun altı çizilmeli. En azından teorik olarak, görevi varolan hukuku ve insan haklarını savunmak olan avukat örgütlerinin, bu hukuku hiçe sayan, hatta bunu açıkça söylemekten kaçınmayan ve cumhurbaşkanlığı makamına yasadışı yollardan çıkmış olan bir kişiyi ziyareti etmeleri dünya hukuk ve siyaset tarihine geçmeye aday bir skandaldır. Burada kısa bir bellek tazelemesi yapalım:
a) Erdoğan henüz başbakan olduğu dönemde Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin, Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde, daha sonra Kaçaksaray olarak adlandırılan devasa binanın inşasının yasalara aykırı olduğuna ilişkin kararı üzerine, “Güçleri yetiyorsa yıksınlar, hukuksuz hiçbir şeyimiz yok” (“Başbakan Erdoğan, gücünüz yetiyorsa yıkın”, http://www.netgazete.com, 5 Mart 2014) demişti.
b) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rize’de sivil toplum kuruluşlarıyla buluşmasında yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti:
“İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir.” (“Türkiye’nin yönetim sistemi fiilen değişti”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 2015)
c) Erdoğan cumhurbaşkanı olmasından sonra 26 Ocak 2016’da, kaymakamlara hitaben yaptığı bir konuşmada şöyle diyecekti:
“Statükonun gardiyanlığını yapan bir bürokrasi, ülkeye sadece patinaj yaptırır. Sizden ricam bu. Mevzuat şöyledir, böyledir. Yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir tarafa, siz zihinsel inkılabınızı devreye sokun ‘Ben bunu bu şekilde yaparım’ deyin ve yapın” (“Erdoğan’dan kaymakamlara ‘hukuksuzluk’ çağrısı: Koyun mevzuatı bir tarafa.”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2016)
d) Erdoğan, Anayasa Mahkemesinin, Suriye’deki teröristlere MİT aracılığıyla gönderilen silahlarla ilgili haberi nedeniyle tutuklanmış Can Dündar ile Erdem Gül’ü tahliye edilmesi yolundaki kararına karşı ise şöyle demişti:
“Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim, bunu da çok açık net söyleyeyim ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum.” (“Cumhurbaşkanı Erdoğan: ‘Karara Uymuyorum, Saygı da Duymuyorum”, Hürriyet, 28 Şubat 2016)
Bu örnekler; başbakan sıfatıyla cumhurbaşmanlığı kampanyasına katılarak yasaları çiğneyen, üniversite mezunu olduğu çok kuşkulu olan ve bu nedenle, oturmakta olduğu makama yasadışı bir biçimde gelmiş olduğunu söyleyebileceğimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın keyfi ve gerici yönetim tarzının ve halk deyişiyle “hem suçlu, hem güçlü” konumunun en çarpıcı örneklerinden sadece bir kaçı. 15-16 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan başarısız askeri darbe girişiminden sonra bu örneklerin daha da arttığını görüyoruz. Aralarında Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin, akademisyenlerin, gazetecilerin, işadamlarının, subayların, polislerin ve diğer kamu görevlilerinin de bulunduğu binlerce ya da onbinlerce insan, varlığı tarafsız ve bağımsız bir yargı tarafından saptanmamış olan bir terör örgütünün, yani FETÖ (=Fethullah Gülen Terör Örgütü) üyesi ya da yandaşı oldukları gerekçesiyle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ve işlerinden atılıyor; 15 Temmuz’dan önce başlatılan ve Gülen yanlısı medya kuruluşlarını ve şirketleri hedef alan kayyum atama ve el koyma/ gasp eylemlerinin Kürdistan’daki belediyeleri de hedef alma niyetleri açıkça dile getiriliyor, OHAL adı altında edimsel olarak bir sıkıyönetim ilan ediliyor ve zaten yıllardır AKP’nin oyuncağı konumunda bulunan parlamentonun yasama yetkisi neredeyse resmen elinden alınıyor, yani ülke bu kurumu biçimsel olarak da devredışı bırakan Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetiliyor, karakollarda ve cezaevlerinde kötü davranış ve işkence uygulaması yaygınlaştırılıyor, büyük bölümü zaten iktidarın denetimi altına alınmış olan yazılı ve görsel basın üzerindeki baskı daha da ağırlaştırılıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15-16 Temmuz darbe girişimi öncesinde olduğu gibi yetkilerini sistemli olarak aşıyor ve edimsel olarak bir başkan ve diktatör gibi davranıyor vb. Böyle bir ortamda, yargı ve savunma hakkı üzerindeki baskıların kaldırılması ya da en azından hafifletilmesi, avukatları ve savunma hakkını hedef alan -davalara ilişkin gizlilik kararları gibi- adımların geri alınması, giderek daha da daralan son derece kısıtlı burjuva-demokratik hak ve özgürlükleri savunması, bu hak ve özgürlüklerin daha da genişletilmesi için seslerini yükseltmeleri gereken baroların çoğunun bunu yapmak yerine, kendisini her türlü ahlak normundan arındırmış olan bu üçüncü sınıf diktatöre saygılarını sunmak için Kaçaksaraya koşuşmaları gerçekten de mide bulandırıcı. Hukuğa soyut ve formel bir saygı besliyor olsalardı baroların çoktandır Erdoğan ve ortaklarının açık ve çıplak hukuksuzluk ve yasatanımazlığına karşı tavır almaları gerekirdi.
Aynı Feyzioğlu’nun çok değil, darbe girişiminden sadece 1 gün önce, yani 14 Temmuz’da Türkiye Barolar Birliği adına yaptığı açıklamada şunları söylemiş olması Türkiye aydınlarının belkemiksizliğini ve güce tapma eğilimini ve bu bayın haykıran tutarsızlığını yeterince çıplak bir biçimde sergiliyor:
“Bütün uyarılarımıza rağmen TBMM, Yargıtay ve Danıştay üyelerini toplu olarak azleden kanunu kabul etmiştir. Bu kanunla, yasama organı, yargı organını fiilen kendine bağlamıştır…
“Açıkça ve bir kez daha söylüyoruz, bundan sonra sıra Anayasa Mahkemesi üyelerinin azledilmesine gelmiştir…
“Maalesef Cumhurbaşkanı anayasayı ihlal ederek fiilen başbakanlık da yapmaktadır. Partisiyle bağını koparmamıştır. Tam aksine gerek partisi gerek kendisi, partinin liderliğinin Cumhurbaşkanında olduğunu her vesileyle dile getirmektedir. Şu halde, huzuruna gelmiş bireylere hangi siyasi düşüncede olursa olsun eşit davranmak zorunda olan hakimlerin, Cumhurbaşkanı’nın toplu davetine katılmaları, herhangi bir siyasi partinin genel başkanının davetine katılmalarıyla eşdeğerde olacaktır. Hatta iktidar partisinin liderinin davetine katılmanın, kamuoyunda ‘lidere itaat’ olarak anlaşılacağı kuşkusuzdur.”
‘Lidere itaat’ noktasına kadar “ilerleyen” Feyzioğlu gibilerinin böyle davranması ve Erdoğan’a biat etmesi bir yere kadar anlaşılabilir; ama 79 baro başkanının bu uşağın yanında yer alması ve İslami-faşist liderin ayağına giderek ona olan bağlılıklarını deklare etmeleri Türkiye’de ne -burjuva-demokratik ölçütler çerçevesinde- doğru dürüst savcı ve yargıç ve ne de avukat olduğunu gösteriyor. Bu koşullarda yargı mesleğinin namusunu sadece, görece az sayıda avukata ve daha da az sayıda savcı ve yargıca borçluyuz.
Bir yanlış anlama olmaması için şunu belirtmem gerek: Tutarlı devrimciler ve enternasyonalistler, gerici Türk burjuva devlet aygıtının, üzerini yarım yamalak örten ve çok da etkili ve inandırıcı olmayan meşruiyet ve hukuksallık şalının tümüyle bir yana atılmasından ve kendini sergilemekte hayli başarılı olan bu devletin terörist niteliğinin apaçık bir biçimde ortaya çıkmasından hiçbir rahatsızlık duymazlar. Dahası onlar, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin çıplak gerici-faşist diktatörlüğünün yerini, daha az gerici bir rejime bırakması için değil, bir işçi-emekçi Sovyet iktidarı için savaşım verirler. Ama bu onların; bugün başını Erdoğan kliğinin çektiği Türk-İslam gericiliğinin; Kürt halkı başta gelmek üzere halka, ilerici aydınlara, gençlere, kadınlara, siyasal tutsaklara, demokratik mevzilere ve kısıtlı burjuva-demokratik hak ve özgürlüklere yönelik saldırıları önemsememeleri/ umursamamaları, bu saldırılar karşısında sessiz kalabilecekleri ve kalmaları gerektiği anlamına gelmez asla. Evet, tutarlı devrimciler ve enternasyonalistler, burjuva yasalarına karşıdırlar; ama bu onların, Erdoğan gibilerinin keyfi ve despotik yönetiminden yana olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla onların yasatanımazlığıyla Erdoğan kliği ve siyasal İslam’ın yasatanımazlığı arasında hiçbir benzerlik yoktur ve olamaz. Öte yandan evet, tutarlı devrimciler ve enternasyonalistler, üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı ve sosyalist kamulaştırmadan yanadırlar. Ama bu onların; Erdoğan kliğinin, Gülen hareketi gibi rakipleri ve düşmanlarının özel mülkleri ve zenginliklerine devlet zoruyla ve mafya babası yöntemleriyle el koymalarını onayabilecekleri anlamına gelmez. 100 yıllık, daha doğrusu -el koyma uygulamasını kaldıran ve özel mülkiyet hakkını tanıyan 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun esas alacak olursak- 177 yıllık parantezi kapayan Erdoğan ve ortakları Osmanlı sultanlarının; sadrazamların, vezirlerin, defterdarların vb. kellelerini vurdurup mal ve zenginliklerine el koyduğu çağa geri dönmek istiyorlar.
Sözünü ettiğim ziyaretin bir başka dikkat çekici yanı da şudur: Ağrı barosu dışındaki Kürt illeri baroları da bu ziyarete katılmış ve dolayısıyla bir biçimde Feyzioğlu’nun konumunu paylaştıklarını ilan etmişlerdir. Türkiye Barolar Birliği’nin, Feyzioğlu’nun ağzından Erdoğan’ın -bu yazının başında alıntıladığım- bugünkü duruma ilişkin değerlendirme ve yaklaşımını onaması ve desteklemesi, siyasal İslam’la sağ Kemalistler arasında, bir yandan Gülen hareketine ve bir yandan da Kürt halkı başta gelmek üzere Türkiye halklarına karşı kurulan bağlaşmayı onaması ve desteklemesi anlamına gelmektedir. Peki o zaman şu soruyu sormamız gerekiyor: İslamcı-Kemalist gerici bağlaşmasının bir kez daha ilan edildiği bir ortamda Kürt avukatlarının ve onların barolarının ne işi var? Onların bu gerici ve halk-düşmanı bağlaşmanın içinde ya da yanında yer almalarının savunulacak bir yanı olabilir mi?
Elbette ben, işçi sınıfının ve halkların düşmanlarıyla asla ve hiçbir koşul altında görüşme olmaması gerektiğini ileri sürmüyorum. Böylesi bir duruşu savunmak “sol çocukluk” olurdu. Dost ve düşmanların stratejik konumlarının doğru ve ilkeli bir tarzda saptanması, bu konuda bir kafakarışıklığı yaşanmaması ve düşmana ilişkin içi boş yanılsamalara düşülmemesi kaydı ve koşuluyla, böylesi görüşmeler ve hatta taktiksel uzlaşmalar pekala yapılabilir. Ancak bunun olmazsa olmaz önkoşulu düşmanın bize bazı ödünler vermesi ve en azından saldırgan tutumundan bir ölçüde de olsa geri adım atmasıdır. Ancak bugün Türk burjuva devleti böyle bir “yumuşama” sergilemekten çok uzaktır; Erdoğan ve ortakları -şimdilik- esas dikkatlerini Gülen hareketine çevirmiş olsalar da, Kürt halkı da içinde olmak üzere Türkiye ve Ortadoğu halklarına karşı azgın düşmanlık çizgilerini sürdürmektedirler. Erdoğan kliğinin, son aylarda işlediği cinayetler ve yaptığı/ yaptırdığı kıyımlardan ötürü hiçbir pişmanlık belirtisi göstermediğini ve bundan böyle de aynı çizgiyi izleyeceğinin belirtilerinin yerli yerinde durduğunu biliyor ve görüyoruz. Erdoğan ve ortakları; 15-16 Temmuz darbe girişiminin ardından Kürt halkının ve onun siyasal temsilcilerinin dıştalanması ve düşmanlaştırılması politikalarında herhangi bir değişiklik yapmadılar. Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla sokaklara çıkan AKP yanlısı güruhların 16 Temmuz’da Malatya, Osmaniye ve İskenderun’da HDP binalarına saldırmaları, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Öcalan’ın ve diğer mahpusların her türlü ziyaretçi, yazılı haberleşme ve telefon görüşmeleri haklarının OHAL süresince yasaklanması, “milli mutabakat”tan söz eden Erdoğan kliğinin 25 Temmuz’da CHP ve MHP liderleriyle Kaçaksaray’da yaptığı görüşmeye ve 7 Ağustos’ta İstanbul Yenikapı’da düzenlediği sahte demokrasi mitingine HDP’ni çağırmaması, darbe girişimi sonrası DBP yöneticilerinin tutuklanmasına devam edilmesi, Türk burjuva devletinin Suriye’ye olduğu gibi Suriye Kürdistanı’na yönelik saldırıları gerçekleştiren İslami terör çetelerine desteğini sürdürmesi, Haziran 2016’da gündeme getirilen HDP’li belediyelerin bulunduğu il ve ilçelere kayyum atama kararının, yapılan itiraz ve eleştirilere rağmen geri çekilmemesi, dokunulmazlıklarının kaldırılması tehdidinin HDP milletvekillerinin kafalarının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmaya devam edilmesi, 16 Ağustos’ta Özgür Gündem’in kapatılması ve 20 çalışanının tutuklanması, 20 Ağustos’ta Urfa Ağırceza ve Asliye Mahkemelerinin HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve HDP milletvekilleri Dilek Öcalan, İbrahim Ayhan ve Altan Tan hakkında hazırlanan iddianameleri kabul etmeleri vb. Kürdistan politikasında herhangi bir olumlu değişiklik olmayacağının belirtileri sayılabilir.
Diyarbakır Barosu 18 Ağustos’ta, yani 79 baro başkanının Feyzioğlu’nun önderliğinde Tayyip Erdoğan’ı ziyaretinden bir gün sonra, bölgedeki diğer barolarla birlikte bir açıklama yaptı. Bu açıklamada; PKK’nın son günlerde yaptığı silahlı eylemler oldukça ağır bir dille eleştirildikten sonra belediyelere kayyum atanmasının yolunu açan düzenleme, kitlesel anlamda mağduriyetlere sebebiyet veren davaların yeniden görülmesi doğrultusunda herhangi bir adım atılmamış olması ve basın, gazeteciler ve yazarlar üzerinde artan baskılar ve bu bağlamda Özgür Gündem gazetesinin kapatılması eleştiriliyordu. Tam metni Diyarbakır Barosu’nun sitesinde yer alan açıklama şöyle noktalanıyordu:
“Biz aşağıda imzası bulunan Doğu ve Güneydoğu Bölge Baroları olarak, darbe karşıtlığında somutlaşan toplumsal barış iklimini zedeleyen her türlü şiddet eyleminden, siyaset alanını, yargısal güvenceyi ve düşünce ifade özgürlüğünü sınırlayan her türlü yaklaşımdan ve düzenlemeden vazgeçilmesi çağrısını yineliyoruz.” (“Yaşam Hakkına, Barış Ümidine ve Geleceğimize Kasteden Saldırıları Açıkça ve Şiddetle Kınıyor, Artık Yeter Diyoruz!”)
Bölge barolarının PKK’nın silahlı eylemlerini kınamalarını, onamasak da anlayabiliriz. Ortak açıklamada yer alan diğer üç husus hakkında da söylenecek fazla bir şey yok. Ancak bu açıklamada, bir gün öncesinde Kaçaksaray’da 79 baro başkanının katılımıyla yapılan ve Ağrı Barosu dışında bölge barolarının da yer aldığı toplantıdan tek sözcükle bile bahsedilmemesi tuhaf. Açıklamanın, hiç de önemsiz olmayan bu konuda sessiz kalmasının nedeninin, adıgeçen baroların bu toplantıya katılmalarını Kürt halkının siyasal bakımdan duyarlı katmanlarına anlatmakta zorluk çekeceklerini hissetmelerinden kaynaklandığını tahmin edebiliriz.
Bu koşullarda; Diyarbakır Barosu başta gelmek üzere Kürt illerinin baro başkanlarının, Feyzioğlu’nun kuyruğuna takılarak Kaçaksaray’daki diktatör bozuntusunu ziyaret etmeleri ciddi bir hata olarak değerlendirilmeli ve eleştirilmelidir. Özellikle, bir önceki başkanı Tahir Elçi, çok büyük olasılıkla Erdoğan kliği ile Türk Kontrgerillasının işbirliğiyle öldürülmüş olan Diyarbakır Barosu yöneticilerinin, bu konuda açılan soruşturmada hiçbir ilerleme sağlanmadığını ve bu cinayetin üstünün örtüldüğünü bildikleri hesaba katıldığında. Zaten Diyarbakır Barosu Başkanvekili Ahmet Özmen, 24 Haziran 2016’da yaptığı bir açıklamada, bu tarihten 209 gün önce öldürülen Baro Başkanı Tahir Elçi’nin soruşturma dosyasında fiili bir gizlilik uygulandığını ve soruşturma savcısının çoğu kez görüşme taleplerini geri çevirdiğini söylemişti. (Bkz. “Diyarbakır Barosu: Tahir Elçi Soruşturması Savcısı Görüşme Taleplerimizi Geri Çeviriyor”, Haberler.com, 24 Haziran 2016) Soruşturma savcısının bu engellemeyi kendi inisiyatifiyle yapmadığını ve konuya ilişkin direktifi kimden aldığını bilmek için bir siyaset dehası olmak gerekmiyor.
Bence Diyarbakır Barosu; Tahir Elçi cinayeti ve bu cinayetin üzerinin örtülmesi yolundaki çabaları, Kürdistan il ve ilçelerinde sokağa çıkma yasaklarının yürürlükte olduğu hafta ve aylarda gerçekleştirilen kıyımları, 15 Temmuz 2016 sonrası yaşama geçirilen yasaklar ve saldırıları ve Erdoğan kliğinin bu insanlık suçlarını vb. sadece Gülen hareketine bağlı subay ve polislerin sırtına yıkarak kendini aklama çabalarını reddetmeli ve bu toplantıya katılmamalıydı. Böyle bir durumda, büyük olasılıkla, diğer bölge baroları da Diyarbakır Barosu’nun bu tutumunu onayacak ve destekleyeceklerdi. Böylesi cesur ve doğru bir tutum, başını Feyzioğlu’nun çektiği Türkiye barolarının çoğunluğunun teslimiyetçi tutumunu çırılçıplak gözler önüne serecek ve en azından Kürdistan baroları tarihe bir utanç vesilesi olarak geçecek olan bu ziyarete ortak olmamış olacaklardı.
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/garbis-altinoglu/2553-bir-ayip-barolarin-kacaksaray-ziyareti
necip efendi,
sayin zileli’nin bundan önceki yazisinin altinda “fraksiyon” kavrami ile ilgili yazdiklarin eksik. “fraksiyon” sözcügünün senin yazdigin matematiksel anlamida dahil birden cok anlami var. sende cahil cesareti oldugunu daha önce yazmistim. “fraksiyon” kelimesi siyasi literatürde cok kullanilan bir kelimedir; senin simdiye kadar duymamis olman siyasal olaylara ne kadar yabanci yasadigini gösteriyor. almanca dilinde “fraksiyon” kelimesi mesela söyle kullanilir: “kemalist fraksiyon, islamci fraksiyon veya parlamentoda ki chp fraksiyonu (grubu) vs… senin yazdigin gibi “faksiyon” kelimesi de siyasi literatürde mevcuttur fakat pek kullanilmaz.
Sitedeki işleviyle Necipgiller ve bilumum ırkçı millici tekçi şöven kürt ve HDP düşmanının ve tv lerde gün boyu sabaha kadar tekrarlanıp şeytanlaştırılıp düşman ilan edilen PYD-PKK nezninde kürtlere bu yapılan şeytanlaştırmalardan sonra düğününde bile çoluk çocuk katledilmelerinde bu zevatın hiçmi sorumluluğu yok!!!!!!
Bunu bu sitede yapan mezevenk insan düşmanı rezil utanmazların düğünde kendini patlatanlardan dahamı az sorumluluğu var!!!!
Akşama kadar sürekli tv lerde İŞİD-pyd aynıdır diyenlerin pyd nin birleşmiş milletleri ve uluslararası demokratik hukuğu tanıdığını işid in kendinden başka bir şeyi tanımadığını bilmesine rağmen sırf mazlum bir halka düşmanlık ve ırkçılık yapmak için kendine solcu anarşist deyip bu koroya katılanların düğünleri kan gölüne çevirip kelle kesenlerden çok farklı bir işlev ve hizmetlerimi var!!!!
Alayınıza aganigi!!!!!!!
Cenazelerin toprağa verilmesini sansürleyip efendiye yapılan hakareti gizleyen medyanın alayına aganigi!!!!!
Sesi soluğu çıkmayan çok duyarlı tekçi milli madalyalı site anarşisti Necibede aganigi!!!!!!!
önce sayin zileli’nin yazisindan alinti:
“Fakat Doğu Perinçek’in ordu ile ilgili üzüntüsü bu kadarla kalmamaktadır. O, ordunun AKP iktidarı tarafından bilfiil tasfiye edilmesinden ve bir sınır muhafızı derekesine indirilmesinden de son derece rahatsızdır. Elbette bu rahatsızlık, “emperyalizme direnecek ordu” masalına inanmasından da ileri geliyor ama bence işin esası, ordu tasfiye edilirse “güçlü devletin” halkı hangi araçla ezeceği endişesidir. Kendisi için tasarladığı gelecek iktidarda ordu onun en güçlü sopası olacaktır halka karşı. Bu yüzden AKP’nin yönelimini doğru bulmuyor.”
yanlis tespitler, neden?
1-) T.C. de dahil günümüz modern ulus devletleri halki zor ve siddet ile yönetme ihtiyaci duymazlar, cünkü “halk”, devleti, kendi devleti olarak görür, sahiplenir; devletin gerekliligine/varligina ikna olmustur. serbest secimler, devletin halka olan güveninin kanitidir; halkin “yanlis” tercih yapmayacagina devletin ikna oldugunun kanitidir. “gezi protestolari” gibi hareketleri devlet ve kapitalist ekonomi karsiti gibi görmeye te$ne sosyalistler/anar$istler gezi protestocularinin taleplerine baksinlar; o taleplerde devlet karsiti tek bir $ey bulamazlar. gezi protestoculari da en az AKP taraftarlari kadar devletleri T.C.’ye bagli/sadik vatandaslardir, asil talepleri kemalist laik devlet programinin/reson’unun degistirilmemesidir.
2-) perincek gibi ulusalci/milliyetci/vatanseverlerin “güclü devlet” taleplerinin asil nedeni, devleti, ulus’un siyasi, askeri ve ekonomik gücünün araci ve garantörü olarak görmelerindendir. yani ulusal ideoloji, devleti ulusa karsit olarak görmez, tam tersine devlet ile ulusu bir ve bütün olarak görür: devletin milletiyle bölünmez bütünlügü.
3-) sayin zileli, devleti bir zor/baski araci olarak hakli olarak elestiriken, halki ise “mazlum/ezilen” rolünde savunuyor, yani sosyalist ve anarsistlerin klasik yanlisini tekrar ediyor: halki idealize etmek. “halk/volk” idealistlerinin görmek istemedikleri gercek nedir: devleti yasatan, devlete güc veren tamda “halk/volk” denilen o kitlelerdir. yani devlet, halktan bagimsiz, halka ragmen yasayan bir güc falan degildir.
duz ribelarreli Adam eden Adam lar ilber ortayli gibi adamlardiur,, bernard levini nin asikliginda olanan hacam ne Kadar rezil edilebilinir, karsisinda haliul berktay olugundan sevmistik… bumudur budur::: IUlber iortayli efsanesi nitmistir, eyi mi olmustur hec eyi olmamistir halil berktaya gin dohgmustur, murat yardakci, ve diegher (… admin) yapacagi sey odur….
ilber ortayli iki dakika sussa turkiye devrimi olur, herifin geninde kazak kenleri var:)
Tarihcilik onemli birseydir, ilber ortayli egemen sinifin bir tarihcisidir, ama ona ragmen iyi bir tarihcidir,denebilirdi, ama artik denemz,, yada zeki ultra zeki bir adamdir diyelim, tanrim, insan yillarin bilgi ve birikimini, murat her iktidara yardakci, fatih altayiya vs vs ettirrirmi, iste o yuzden, yalcin kucuk, (…admin) tekidir, ama bizim (…dir. admin).. birakiniz Ilber ortayliyi tepe teoteye biraksindlar Uygun yere biraksinlar… Ilber Ortay li uzre fikrim budur, tarih okumayan solcuya safak attirir ama (…admin) tekidir:)
hah eski aydinlikci gun zileli soyle bir sonuc cikarmasin; halil derktay , tarihcidir, halil berktay tarihci ise eyer ben atol muhandisim,,, ilber ortayli ile , ve halil berktayin karsilastirmasi soyle olabilir, ilber ortayli sagci bir tarihcidir, Halil Berktay hicbisey olamamais ne sagci ne solcu bir Adam museveddesedir.9
yanlis soru, handgisini tercih ederdin, hoca , niye tercih edeceksin, allahin adi ile OKU bunlar sahtekarlar:)
ilber ortayli hicte iddia etttigi gibi durust arastiralarina Dayan miyan bir tarihcidir, fasisttir , hatta hertürlü iktidara uyan bir adamdir, halil berktay bir neoliberal liberaldir hepsi bu, ben ilberden faydalanirim, halile bakmam bile, dostoyevsky ile orhan pamuk karsilastirmak gibi bisey:)) yusuf cemal eyi ama bu sirada degilmi sagligi felan:) gezi ayaklanmasi sirasinda hepimizi isci sinifinin oz fabrikalarina gonderen o dangalak:) umaarim eyidir.:)(buna iölkokul mensevikligi bile demezlerdi eskiden , dogustan odlek sol derlerdi ama, neyse ,, isci sinifina gitmeli hoca:)))
duy beni Yussssssuffff Cemal, hep ondan oluyo bu, isci sinifina gitmiyolarrrrrrrrrrrr:):)))
Tanri yusuf Cemali, ozgurlukcunun nefret ettigi oncu orgutlerin korumasindan ayri olarak herhangi bir isci sinifinin ortasina düsürsün, kim devrimci eyleme girismis, kim kitaptan sisci sinifi Okumus görelim:)
gun zileli. paxxa romana, paxa ottomana notumu dikkatere almamis, halbusem iyi yazilar cikardi, darbe deemesi tayyip akp denemesiydddi ve sizin hepinizi dolandilaar diye yazacagim, ama oda tv abc tv ye bakiyorum, tanrim bende fetocuymusum haberinm yok,
en Ileri gidenleri ODA TV VE ABC tv ama, kanit olarak Nostradamus zaten demisti derlerse sasmam, budur bilimsellikleri, ODA TV ; ABC tvnin yazarini cizerini n Cubbelli hocadan,Kadir Misirlioglundan ayiramacyacagimiz yerdeyiz, ne guzel, bunlar aydin, ben ilkkul mezunuyuyum, tayyip cumhurbaskanini:)… e dogaaaaal:)
Haziran temmuz darbe girisimi, anti tayyip(darbecilerin icinde akpliler olabilir) anti akp darbe girisimidir, , yenilmis bir 1960 mayis girisimidir, ksnitladigi sudur, 1960 cilar yenilseydi , halleri nice olurdu, .. faydali tarafi, ulusalcilar bitmistir, , oda tv aydinlik chp vs…% uzun bir bosluk olacaktir , ve ozgurlukcunun deginin aksine oncunun ortaya Dogru duzgun cikmasina …. hdp APO harici, turkiyede APO hdp solculugu yapanin sonu, suriyede black water ile usaa olmustur, o isi PKK HDP bitirdi artik, turkiye solulunun anti emperyalizmi HDP PKK PYD SURIYE de bitmistir, o , cesetlerden bisey cikmaz:)
Turkiye solunun uc buyuk akimi, thko,thkpc, tkp.ml kendisini, anti amerikanciliktan aqyirmazken, APO hdp pkk pyd cizgisine girmistir, utanc vericidir, black water ile, iskencecilerle gerillacilik oynamaktadirlar, aynisini <perincek de soyluyor, dan baska kendilerini aklayamazlar:)))
marxizmin baslayicisi ni bile Guldüren Yusuf Cemal arkadas, sanirim, kendini Trockist olarak konuslandiriyor, markist olmak, trockist olmak bir sure mensevik(trockist) olmak sonra en baba bolsevik olmak, Dunyanin her tarafinda, meydanlara, ve caddelere, halk akar ve ayaklanirken( yenilginin sebebini, isyeri komiteelerinin olmayisinda arayan solcu dandik solcudur)
abi duzenin, ozel olarak, akp duzeninin, genel olarak duzenin bozulmasina yolacacak, anti akp duzenini koruyacak, solcu, ulusalci, kendini solcu olarak satan, mitinglere davet edilmediginden dolayi duzenin mitingine davet edilmediginden dolayi, en duzen disi olmakla oy toplayan ne selolar bilirim, bilirim de susrarim:=
iyi solcu, saf cocuk ara sira kafasini karistiriyolar, kisiler lider olabilirmi o harekette, varsayalim oldu, onder apoya oylesine karsi cikan bir selomu, yoksa cin olmadan cemaat carpan , lazkiyede, kurtlere ne yakisir haa diyen selomu, peki bu seloyu bize sokusturmaa kalkan hangi zileli, zelo mu desek,:))
Suriyeye demokrasi getirmek, saddama karsi amerikalilarla barzaninin getirdigi demokrasimi? suriye zaten laik, rejim gucleri laik, ama pyd ittifaklari laikmi? demokrasi getirmek, pyd,
pyd, pkk ve birlesik devrimci bilmemne gucleri suriyede, karsi devrimci konumdadirlar..
biz lazkiyeye kurt iktidari degil , ozgurlukcu demokratik apoculugu getirmek istiyoruz diyen Demirtas, ya ben ozgurlukcu Esad i tercih ediyorsam, sen hangi isgalci gucun usagisin, ???Lazkiye benim , Lazkiye arap, diyarbakiri kurtardinda emperyalistlere yalaka olmak icin hasekeyemi gozu diktin,, utan utan, hadp ye oy ve mhpy oy ver akp ye oy ver chp ye oyver..kendi ulkesini kurtarmadan arabin Lazkiye sine goz dikenlerin ulkesi olmaz.
abd nin dincilerin suriyede son sanslari bitti sira kürtlerder..`
yillarini animsamiyorum, turkiyeden medet uman bir kerkürk türkmen ine anti emeperyalist ajitasyon cekiyordum.,
eni sonu bana sunu soyledi, abi Saddam eyi kot5u onemli degil amerikiyye brzani ile isi bitirmisti, biz turkmenler kucuktuk kimse takmadi,..
dedimki:
Amerika Kadiri mutlak degil, bak Venezeulla Amerikaya kafa tutuyor..
Cocugun cevabi suydu..
Abi Venezuellada Kürt yokturda ondandir..
sayin zileli’nin yazisindan alinti:
“Fakat daha vahimi, yayılmacı İslamcı, Abdülhamitçi ve Osmanlıcı. Yani Osmanlı’nın yayılmacı politikalarının çağdaş bir versiyonunu özlüyor. Bu Osmanlı yayılmacılığı ideallerini gören Doğu Perinçek, ittifakın geleceği konusunda endişelenmekte haklı. RTE şu anda geçici manevralar yapıyor. Rusya’yla uzlaşma siyaseti budur. Fakat İslamcı ve Osmanlıcı yayılmacı hayallerinden asla vazgeçmiş değil.”
sayin zileli’nin yazdiklarina bakilirsa T.C. devletinin ve AKP hükümetinin yayilmaci/emperyalist emellerinin/heveslerinin asil sebebi tayyip erdogan’in kisisel egilimleri ve AKP’lilerin osmanliyi kendilerine örnek almalari imis. yanlis, neden?
günümüz dünyasinda dünyaya en fazla yayilmis emperyalist devlet A.B.D.’dir. bunu nerden anliyoruz: amerika devletinin dünyanin en ücra köselerine kadar nüfus eden ticari sirketlerinin ve askeri üslerinin varligindan; devletlerarasi iliskilerde amerika’nin sözünün belirleyici olmasindan vs. amerika ayni zamanda dünyanin en gelismis demokrasisi olarak görülüyor ve kabul ediliyor, ki öyledirde. amerika’nin gecmisi osmanli gibi bir imparatorluga dayanmadigina göre, amerikanin emperyalist dünya hegemonyasini nasil aciklayacagiz?
cevap: günümüz modern ulus devletlerinin emperylist/yayilmaci egilim ve emellerinin bu devletlerin gecmisi ve liderlerin kisisel egilimleri ile alakasi yoktur. peki neyle alakalidir? bu devletlerin kapitalist devlet reson’u ile/kapitalist devlet programi ile alakalidir. nasil ki kapitalist bir isletme, kapitalist rekabette pazar payini korumak ya da arttirmak icin, veya iflas etmemek icin sürekli olarak sermayesini ve üretim verimliligini artirmak zorundaysa, ayni sey kapitalist devletler icinde gecerlidir. yani emperyalizm dedigimiz sey, bir devletin devletlerarasi kapitalist rekabette “kaybedenler” degilde, “kazananlar” grubuna dahil olmaya calismasindan baska bir sey degildir; kapitalist devletlerin rekabeti=ulusal ekonomilerin rekabetidir. bu yazdiklarima ikna olmayanlar, bu sitede yorum yazan kasarlanmis kapitalist demagog necip’e sorsunlar, kapitalist rekabeti o iyi bilir.
sonuc: T.C. devletinin kapitalist devlet programini es gecerek, devletlerarasi kiran kirana kapitalist rekabeti dikkate almadan, bir devletin yayilmaci/emperyalist emellerini, o devletin gecmisi ve liderlerin kisiligi/karakteriyle aciklamaya calismak yanlistir.
M. Argüman yine nedenlerle sonuçları birbirine karıştırmış. Bütün ideolojilerin, buna Marksizm ve bilumum sol dahil, camera obscura gibi gerçeği tersine çevirdiğinin bir örneği. Ve üzerinde yaşanılan coğrafyadan kopuk idealizmin.
Türkiye gibi doğu ülkelerinde devletçiliğin bu kadar güçlü olmasının nedeni ne devlet ne halk ne de onların ideolojileridir.
Devlet karşısında sermaye-tüccar-burjuva sınıflarının, daha doğrusu onları yaratan uluslarası ticaretin-sermaye akışının yeterince gelişmemiş olmasıdır.
Bunun da nedeni bu ticaretin-sermayenin 1500’lerden itibaren doğudan Avrupa’ya ve yeni kıtalara yayılması, yani ticaret yollarının ve uygarlığın merkezinin doğudan modern batıya kaymasıdır. [Eklemeye gerek yok, burada “batı” salt coğrafi anlamda kullanılmıyor; Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi modern dünyanın bir parçası olan ülkeler de buna dahildir.]
Bahsedilen olgunun doğu ülkelerinin iç yapısından kaynaklı nedenleri de var elbette. Ama bu nedenlerin çoğu Türkiye’den ziyade Ortadoğu -özellikle Arap yarımadası- ülkelerinde geçerlidir. Ekonomilerinin kendine yeterli/sürdürülebilir olmamasının temel nedeni doğal kaynaklarının kıtlığıdır. Bu nedenle ekonomileri günümüzde petrole dayalı -bir de hac gelirlerine. Geçmişte de fetihlere ve yarımada dışındaki müslüman devletlerin yatırımlarına bağlıydı. [Türkiye’deki turizm sektörü de böyledir. Dışarıdan turist geldiği sürece sürdürülebilir, bu nedenle kendine yeterli değildir. Rusya’yla gerginlik, Türkiye’deki şiddet ve istikrarsızlık gibi nedenlerle gelenlerin azalması sonucu turizmde yaşanan krizi gördük.]
“‘fraksiyon’ kelimesi siyasi literatürde cok kullanilan bir kelimedir;”
‘Bilirmis’ gibi konusmanin iyi bir ornegi bu.
“almanca dilinde ‘fraksiyon’ kelimesi mesela söyle kullanilir: ‘kemalist fraksiyon, islamci fraksiyon veya parlamentoda ki chp fraksiyonu (grubu) vs…”
Sallamayin lutfen. Alamanca biliyor olmak ihtimaliniz, bu dildeki kavramlari derinlemesine biliyor olmanizi garanti etmez. Bilgisizlik, konusabildiginiz dil sayisi ile aniden ortadan kalkmaz.
Kelime anlami itibariyle, tanim soyledir:
‘Fraction‘: Butunu (diger butun ozellikleri ile) temsil eden parca.
Yani, ornek verirsek, ’10 m3 su’yun 1/10’u esittir ‘1 m3 su’. Yani, yine ‘su’dan bahsediyoruz; sadece hacim degismis.
[ Kullanim sahalarina bakasaniz, hepsi ayni baglamdadir; ‘butunu temsil eden parca’.
Ingilizce:
https://en.wikipedia.org/wiki/Fraction
https://en.wikipedia.org/wiki/Political_faction
Illa Almanca olsun diyorsaniz, aradaki farki suradan okuyabilirsiniz.
https://de.wikipedia.org/wiki/Faktion
https://de.wikipedia.org/wiki/Fraktion_%28Politik%29
]
Siyasette kullanildiginda, mesela Meclis’teki gruplar icin, ‘partiyi temsil eden grup’lar anlamina gelir. Yani, parti politikasini birebir temsil etmek icin orada olan kesim anlamina gelir. Baska bir farklilik yoktur.
https://en.wikipedia.org/wiki/Parliamentary_group
‘Faction‘: Butunun ayni hedefe yonelik parcalari.
Ornek: 1,000 m2 arsanin ortaklari. Bu ortaklar, birer kisi olduklarindan, birbiri ile ayni olmak zorunda degildirler. Sadece ayni butunun (arsanin) ortaklaridir.
Bunun siyasetteki karsiligina ‘hizip’ veya ‘parti’ diyoruz.
Buna, yeni bir kelime olarak, ‘bilesen’ de diyebiliriz –‘ortak’ (ya da, eski dildeki ‘serik’) anlaminda.
“senin yazdigin gibi ‘faksiyon’ kelimesi de siyasi literatürde mevcuttur fakat pek kullanilmaz.”
Tabii, tabii..
Kara cahiller ‘sicaklik’ ve ‘isi’yi dayni sekilde kullaniyorlar diye, ikisini ayni sayacagiz, di mi?
Ikisinin arasinda daglar kadar fark vardir. Bu farki siradan insanlar bilmese de, ne dedigini bilmek iddiasinda olanlar bilmek zorundadir.
Hem 50+ senedir siyaset konusur olmak, hem de boylesine temel bir farki dahi bilmemek, evet, ciddi bir kusurdur.
d.perinceki artik sol yelpazeden uzak ve farkli bir ideloji kabul etmek gerek kendisi solu 2000yillarin ortalarindan birakmistir.
onun yarati parti simdiki haliyle bir nasyonal sosyalist bir hareketdir.
o yüzden simdlik posizyonu sasirtmiyor birlik devlet gibi sözler o yüzden bu partiye yakin ve opurtunist davraniyor.
sayin zileli bu konuda galiba biraz duygusal davraniyor yoksa d.perincek haber yapsak ne yazar……
simdilik bu “birlik ve beraberlik” strajedisinde chp de dahil ve konu demokratik muhalif güclerin icin aci ve büyük bir hayal kirikligidir.neden ve nicin bu türkcü-sünni ittifaka destek veriyor???
devleti kuran parti acaba devleti tamamen kaybedecek diye mi bu irkci-islamci cephe destek veriyor???
belkide “milli” olmak istiyorlardir ama hesap tutmayacaktir cünkü o kesim hic bir zaman chp kabullenmez.bu düsmanlik duygulari dahada cok artmistir sayin kilicdarogluna duyulur.
chp icinde gercek sol sayan secmen varsa var oldunu kabul ediyorum o zaman bu partiyi terk edin! artik solculuk uyunundan birsey cikmaz ordan tarih bunu cok gösteri türkiye halklarina.kendi irademizi koymaliyiz cesur ve umut dolu o olmaz diye veya baska bir alternatif yokmis diye insanlarimiz sanmasin! birakin chp merkez sag secmenine flört edip dursun bizler kendi isimize bakalim ve gercek bir demokratik güc dogduralim!care ve alternativ sizlersiniz kim bu düzen karsi duruyorsa ve “milli ” degilse oraya yönelin.
bu “milli” kavramlardan kurtulup artik dünya toplumlar ille yasamak istiyoruz,baris ve kardeslik icinde.
aman dikkat edelim 12 eylul oncesine donmeyelim, provakasyonlara gelmiyelim, sahte sol, yada gosistlerin oyunundan uzak duralim, aman haaaa
baris politikasindan sasmiyalim.
anakronikmiyim. bence degilim:)
http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/54240/sekerpare-ziver-039i-tanimak
ziveri tanimak
“Çeşitli mitolojik düşüncelere ve dinlere, ki buna Kemalizm de dahil, bağlı insanları anlamakta zorluk çekiyorum. Gerçek onları kısıtladığında masal anlatmaya başlıyorlar. Kemalistlerin ve dindarların ortak özelliği budur.”
http://www.hurriyet.com.tr/kulesi-ve-anit-mezari-olmayana-adam-mi-denir-14877943
Bu “mitolojik düşüncelere ve dinlere” solu da eklemeli.
Öte yandan böyle insanların anlaşılmayacak bir tarafı yok aslında. Bu şartlanmışlıkları içinde doğup büyüdükleri çevrenin/koşulların bir sonucu.
Demokrasi, Hak ve Özgürlükler, Özgür Gündemin Kapatılması, Çifte Standartlılık…
İbrahim Güçlü
Kürtler, Kürdistan’ın Kuzeyinde, bütün kolektif milli hak ve özgürlüklerinden; sosyal, siyasal, kültürel hak ve özgürlüklerinden yoksundurlar. Bu kolektif haklarını kazanmak; kendi kaderini, ülkesini yönetme, iktidar ve egemenlik hakkını kazanma yönünden tayin etmek için mücadele ediyor.
Bundan dolayı Kürtler, Türkiye’de herkesten daha fazla hak ve özgürlükler konusunda; hak ve özgürlüklerin teminat altında olduğu, halkın kendi kendisini yönetmekte olduğu demokrasi konusunda daha hassas ve daha duyarlı olmaları gerekir.
Kürtlerin bu duyarlılığı sadece dışarıya karşı değil, kendi içlerinde de olmalıdır.
PKK/HDP Yandaşı Olmayan Kürtlerin: Hak ve Özgürlüklere, Demokrasiye Bakışı…
PKK/HDP yandaşları dışındaki Kürtlerin Özgür Gündem’in kapatılması konusunda gösterdikleri tepki, onların kendi iç tutarlılıklarının, hak ve özgürlükler, hak ve özgürlükler sistemi demokrasi konusundaki tutarlılıklarıdır.
En genel anlamda anlaşılır ve doğru bir tutumdur. Ama Özgür Gündem’in yapısal özelliklerinden dolayı sorunlu bir durumdur.
PKK/HDP Dışındaki Kürtler, Kürtlerin milli hakları, sosyal, siyasal, kültürel hakları konusunda tutarlı ve kararlı mücadele içindeler. Demokrasi konusunda duyarlı haldedirler. Demokrasinin, Kürdistan’da bir siyasal sistem ve yaşam tarzı haline gelmesi için, çaba gösteriyorlar. Kürtlerin kendi iç ilişkilerinde hak ve özgürlüklerin, demokrasi ilkelerinin geçerli olmasını istiyorlar.
Bundan dolayı Kürtlerin iç işleyişinde, özellikle PKK’nın 40 yıldır Kürdistan’ın Kuzeyinde ve Kürdistan’ın bütün parçalarındaki hak ve özgürlük ihlallerine; PKK’nin Kürt yurtseverlerine ve Kürt halkının hayat hakkına yönelik canice, barbarca, vandalistçe eylemlerine de tutarlı bir şekilde karşı durmuşlar, eleştirmişlerdir. Eleştirmeye de devam ediyorlar.
Kürdistan’ın Güney Batısında Baas-PKK/PYD Totaliter Diktatörlüğünün halkımıza yaptığı zulme karşı çıkıyorlar. Özellikle de son günlerdeki uygulamaları çok tehlikeli görüp, karşı duruyorlar.
PKK’nın, Kürdistan’ın diğer parçalardaki hak ihlallerine, hukuk dışı uygulamalarına, işgalci, hegemonyacı, egemenlikçi emellerine karşı duruyorlar.
PKK’nın tek lider, tek ideoloji, tek parti diktatörlüğüne karşı demokrasiyi savunuyorlar. Demokrasinin Kürdistan’da siyasal bir sistem olarak yapılanmasını ve demokrasinin bir yaşam tarzı haline gelmesi için çaba gösteriyorlar.
PKK/HDP Yandaşlarının Özgürlükler ve Demokrasi Konusundaki Çifte Standartlılıkları…
Ne yazık ki, PKK/HDP yandaşları hak ve özgürlükler, demokrasi konusunda çifte standarta sahipler. Devlete karşı, hak ve özgürlükler, kendilerine yönelik uygulamalar konusunda sözde de olsa “duyarlı” olmalarına rağmen, Kürtlerin iç ilişkilerinde, ortak yaşamında hak ve özgürlükler konusunda hassasiyet ve duyarlılık göstermiyorlar.
Yandaşlar, PKK/HDP’nin genelde ve belediyelerde hak ve özgürlük ihlallerine ses çıkarmıyorlar. Demokrasi havariliği yapmalarına rağmen, KCK’deki katı Stalinist Diktatörlüğü, demokrasiyle alakası olmayan tek parti, tek lider, tek ideoloji sistemine karşı çıkmayı bir tarafa bırakalım, açıkça savunuyorlar.
Kürtlerin milli haklarının gaspı ve bağımsızlığı konusunda karşı duyarlılık göstermiyorlar. Kürt ulus devletine, özellikle de güncel olan Kürdistan’ın Güney Parçasındaki devletleşmeye şiddetle karşı çıkıyorlar.
Bu kesimin son günlerdeki tutumu, Özgür Gündem Gazetesi’nin yasaklanması ya da kapatılması sorununda bir kez daha kendisini gösterdi. Özgür Gündem’in kapatılmasından sonra feryatları koparmaya, hak ve özgürlükçülük konusunda başa oynamaya başladılar.
Oysa Özgür Gündem’den önce, birçok gazete, radyo ve televizyon kapatılmasına rağmen, hiçbir tepki göstermediler.
Bu tutumlarının tutarlılığı olmadığı ve çifte standartlılığı ifade ettiği için, inandırıcı olmuyorlar.
PKK/HDP yöneticileri ve yandaşlarının tutumu bu nedenle, hak ve özgürlükleri ve demokrasi savunma kapsamında ele alınacak bir durum değildir.
Kendi grup ve parti çıkarlarını, halkın milli hak ve özgürlükleri ve çıkarları üstünde tutarak savunmasıdır.
Genel ve Özgün olarak…
Milli hak ve özgürlüklerin kullanılması her milletin hakkıdır. Bu hakların gasp edilmesi ve ihlalleri halinde de, demokratların tutarlı bir şekilde karşı durması gerekir. Bulunduğumuz aşamada Kürtlerin milli hak ve özgürlükleri gasp edilmiş, ülkeleri sömürge-altı konumda ve ilhak durumdadır. Buna karşı durmak insani ve demokrat bir görevdir.
İfade, düşünce, örgütlenme ve basın yayın özgürlükleri, insanın vazgeçilmez hak ve özgürlükleridir. İnsanlar, bu hak ve özgürlükleri kendi başına (bireysel) kullanacakları gibi, kolektif çerçevede ve tarzda da kullanabilirler.
İnsanlar, bireysel ve kolektif anlamda bu haklarını kullanırken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Evrensel İnsan Hakları Beyannamesine göre hareket etmek durumundadır. Bu sözleşmelerde tek sınırlandırıcı kriter: Terör ve şiddet yoluyla düşüncelerini ifade etmeye ve benimsetmeye çalışmaktır.
Kesin olan bir şey var ki, şiddet ve teröre dayanan düşünce, düşünce değildir. İnsanlar, kendi düşüncelerini meşru vasıtalarla ifade ederler ya da etmek zorundadırlar. Şiddet ve terör yoluyla ifade edemezler. Eğer insanlar, düşünceleri şiddet ve terör yoluyla ifade etmeye kalkarlarsa, o zaman bu düşünce olmaktan çıkar.
Basın Yayın Özgürlüğünde de sınır, şiddet ve terörün propagandasını yapmamaktır.
Bu kapsamda, Özgür Gündem sorunlu bir yayın organıdır. Kendisini gözden geçirmesi gerekir.
Özgür Gündem Gazetesinin sorunluluğunu değerli Şilan Yaşar’ın yakın zamanda bu konuda yazdığı yazıya bırakıyorum.
“ Özgür Gündem Hendeği
Şilan Yaşar/ Dün Özgür Gündem’in, polis tarafından basıldığını, gazetecilerin ite kaka gözaltına alındığını görünce, 1990’lar bir film şeridi gibi bir anda gözümün önünden geçip gitti. Gerçekten çok hazin. Özgür Gündem 91-92’de kuruldu sanırım.
Yıllar geçiyor hep aynı senaryo sadece senaristler değişiyor.
Onlarca şehidi var. Duvarlar öldürülen gençlerin fotoğraf ve isimleriyle dolu.
Peki bu basın kurumu Kürtleri kırdırmaktan ve yalandan başka ne verdi?
Objektif olarak gözünüzde bir zuhur ettirin…
Maddi-manevi ne verdi? Somut olarak, 26 yılda elde olan ne vardır?
Aldıkları ve çaldıkları binlerce Kürt gencinin hayatı!
Kürtler’i fişleyip hedef haline getirmekten, Kürtler’i saçma sapan bir ideolojiye ve Türk soluna kurban etmekten başka hiç bir şey kazandırmadılar.
Tipik Doğu Perinçek mantığıyla Kürtleri, Türklerin biçimsiz solcularına peşkeş çektiler.
Perinçek kalemiyle yazılmış bini bir paradan iftira, yalan, Aydınlık dergisinin Kürdistan bayiisiydi.
Kürtlere karşı acımasız, üslupsuz, demokrasi kültüründen uzak, özgürlükten nasip almayan bir yayın organı.
Kapılarını çaldığımızda, İftira ve yalan haber yaptıkları halde, bize tekzip yayınlattıramazsınız diyen yöneticileri vardı.
Varlık nedenleri Kürt liderlerine ve kurumlarına hakaret etmekti.
Kürtlerin uğruna öldüğü ama Türklerin köşe yazarı, gazeteci, yayın yönetmeni olduğu bir organ.
Tüm köşe yazarları Türk, Türkçü ve Türkiyeci.
Perinçek ekolü üzerinden Kürtlerin başına musallat edildi.
Hasan Cemal, Ece Temel Kuran, Veysi Sarısözen’in başyazar olduğu bir gazetenin nesi Kürtlerin olabilir?
Koşturan ölen Kürtler, Sorumlu olanlar ve yazanlar Türkler.
Teşbihte hata olmaz derler.
Kölelere benzetiyorum bu durumu.
Köleler hiyerarşisi; Köle, köleleri yöneten için sadık köleler, bir de devlete bağlı çalışan köleler vardı.
Her biri kendisini diğerinden daha ayrıcalıklı görürdü.
Bu köleleri saymakla bitmez; Perinçek, Yalçın, Cemal -Özgür Gündem Hendeği- tellalları.
Sırrı, Ertuğrul, Figen ve Nursel on bir ilçenin yerle bir edilmesine neden olan hendeklerin tellaleridirler.
Kürtlerin sırtına binmiş olmalarına da enternasyonal dayanışma diyorlar.
Özgür Gündem hiçbir zaman Kürd halkının sesi olma niteliği kazanmadı. Zaten böyle bir derdi de olmadı.
Halklar ve halkların kardeşleri buna tepki versin ve dirensin çünkü onlar adına faaliyet yürüten bir gazeteydi.
Kürdlerin bir kesimini itibarsız kılmak yayın politikasının ana ekseniydi.
Hiç ama Kürtleri ve Kürdistan’ı olumlu göstermedi.
Eleştiriye ve okuyucu haklarına saygı duymasalar da yine de gazete kapatılmasına demokrasi ve basın özgürlüğünden dolayı karşıyım.
Muhabirlerinin hırpalanmasını da ayrıca Lanetle kınıyorum!”
*****
İşte Özgür Gündemin “ol hikâyesi”.
Amed, 20 Ağustos 2016
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/ibrahim-guclu/2557-demokrasi-hak-ve-ozgurlukler-ozgur-gundemin-kapatilmasi-cifte-standartlilik
DARBE VE DEMOKRASİ
Ali K Yıldırım
Darbe; zor ve şiddet içeren bir eylem olarak, gönüllülük esasına dayanan demokrasi ile zıt kutupta yer alır. Bu nedenle darbe diyince doğal olarak diktatörlük akla gelir.
Tabii darbeler ile darbeler arasında da fark vardır: Eşeğin çitmesi ile itin ısırması arasındaki darbe farkı yanında, dost kazığı da anılmaya değer bir yer tutar. Elbette büyük güçlerin darbesi daha büyük olur ve bu nedenle sonuçları itibarı ile yedi magnitud üzeri deprem etkisinde yıkım bırakması olağan durum sayılır.
İnsanlar darbe vurmaya yatkın bir varlık. Devletler de darbeler; esas olarak, zorun kudretine elindeki silahlar sayesinde sahip olan ordu veya ordu içindeki güçler tarafından yapılır. Darbe, meşruiyetini çoğunluk oyundan alan iktidara karşı olabileceği gibi, gayrimeşru bir iktidara karşı da gerçekleşebilir. Kendisi meşruiyet içermeyen darbe gibi bir eylemin iyi sonuçlara vesile olması herhalde nadir bir şey olsa gerek.
DARBELER TARİHİ
Türkiye’ye gelince buranın Latin Amerika’dan daha meşhur bir darbeler ülkesi olduğunu biliyoruz. Çok uzağa değil de Ankara da Büyük Millet Meclisi’nin açılışı günlerine gidecek olursak, bunun o güne dek meşru sayılan Istanbul hükümetine ve Meclisin’e karşı, o günün yasal bir meşruiyetine dayanmayan bir eylem neticesinde gerçekleştiğini görürüz. Yeni Meclis’in Mevcut durumda zaten var olan batılılaşma yönündeki adımları hızlandırıcı etkide bulunması bahsettiğimiz gerçekliği değiştirmiyor. Parti ile devletin özdeşleştiği, Ordunun nerede ise bütün devletin yerinde göründüğü koşullarda muktedirlerin kendilerine karşı darbe ihtiyacı tabiiki olmıyacaktır.
Sonrasını her on senede tekrarlanan darbeler ile biliyoruz. Peki darbe ihtiyacı nereden doğmakta? Çoğu darbenin başarılı olmasının ardındaki sır nedir?
DARBENİN KÜLTÜREL KÖKLERİ
Bir kere darbeciliğin kökenleri ile ilgili açık ve net bir fikire varılmadan bu anlayışı marijinalize etmek mümkün değildir. Çeşitli vesilelerle tekrarladığım üzere, Türkiye toplumunda dominant siyasal kültür İslam ve Türklük mirası üzerinde biçimlenmektedir. İslam diyince, özellikle bir rol model olarak Hz. Muhamed’in görüşleri ve pratiği İslami kesimlerde gıpta ile bakılan bir şey. Demokrasi güçler ayrılığı sayesinde otoriter yönetimleri engelleyen bir modeldir. Dinin devlete hakim olmasının önüne geçilmesi veya din vasıtasıyla otoriterliğe varan hakimiyette karşı batı da seküler model geliştirilmiştir.
Kendisi bir teolog olan Hz Muhammed, peygamberliği yanında aynı zaman da bir hükümdar, ordu komutanı, yargıç ve hakim. Bu rol modelden güçler ayrılığı değil, güçler birliği demek olan otoriterlik çıkar. Hz Muhamed henüz ölüm döşeğinde iken, halifeleri arasında başlayan kavga sonuçta üçünün “darbe” ile saf dışı edilmesi ile sonuçlanmıştır. İslamcılar’ın en övündüğü bu dönem işte böyle… Emevi ve Abbasiler konusunda öncekinin Kerbela, ötekinin Kürt Ebu Müslüm i Horasani’yi katletmesi anmaya değer darbeler cinsindendir. Dolayısıyla, o tarihlerde Arap ve sonraları İran etkisinde olan İslam’ın kendisinde var olmuyan bir durumdan, ne kadar sıkılırsa sıkılsın ne kadar demokrasi çıkacağı şüpheye şayan bir durumdur. Bunun için insanlığın demokratik mirasına yönelmek ve diğer insanlar ile kendimiz arasındaki önyargısal bariyerleri aşmak gerekmektedir
MİLLİYETÇİLİĞİN DARBE HİZMETİ
İşte bu nokta da milliyetçilik devreye giriyor. Türk milliyetçiliği hem İslam’ı ve hem de Türk ırkını referans alıyor. Orada da demokrasi açısından işlerin berbat olduğunu söylemeye gerek yok. Gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı sayısız darbelere sahne olmuştur. Bu konuda kardeş katilleri arasına en namlı padişahların bulunduğunu ve hatta Yavuz örneğinde olduğu gibi bunun babasını öldürttüğü de bilinmekte, ama geçmişe sahip çıkmak adına bunlar iyi birer yönetici modeli olarak sunulmaktadır. Bu bakımdan “dinci nesil “yetiştirme stratejisi darbeciliğin zeminini korumaktan başka bir şeye hizmet etmez, etmemiştir. Oysa olgulara dayanan bilim, gerçek yandaşlığı nedeni ile, ne Sultan’ı ve ne de kralı savunma misyonuna sahip olma gereği duyar. Batı’da da krallar var ve hatta Hitler örneğinde olduğu gibi bizdekinden daha azılı diktatörler de var, ama onlara kimse “Ecdad” diye sahip çıkmıyor, onların isimlerini her sokağa veya köprüye vermiyorlar.
KILIÇ KİMDE İSE İKTİDAR ONDA
Demekki Türkiye’de diktatörlük ideolojisini, referansları çoğunlukça benimsenen geniş bir sosyal zemini var. Bu zemin nedeni ile Adnan Mendres rotayı şaşırdı.Fakir fukaranın hakkını ” ne istedikten vermedik! Rabbim şahididir” diyerek cemaate verenlerin ahlaki meşruiyet üzerinde bina edilmiş olan adalet yolunda ilerlediğini söylüyemeyiz. Fetullah ve Öcalan’a gelince, her ikisinin de velayet veya hilafet anlayışı ile bütün yetkileri kendinde toplayan Hz Muhamed’in misyonuna özendiklerini anlamak için kahin olmaya gerek yok. Bu özlem herkesin kendi karekterinin meşrebine göre farklı trajedilere sebebiyet vermiştir. “Feto darbesinin” sonuca ulaşmaması sonrasında Erdoğan’ın elinde kalan kılıcın muarızlarına karşı aynı amaçlar için kullanılmadığını söyleyebilmek için henüz elimizde yeterince veri yok. 84 bin kamu çalışanının açığa alınması tersi bir trende işaret ediyor.
CEMAATİN İŞBİRLİKÇİLERİ
Kamuoyuna FETÖ darbesi olarak takdim edilen darbe girişiminin yolları, başta AKP olmak üzere önceki iktidarlar tarafından dizilmiştir. Cemaatin ekonomideki gücü gibi devletteki gücü de ahlaki meşruiyetten yoksun idi. Biz AKP’nin iktidarının bu “gayrimeşru cemaat” sayesinde mümkün olduğunu da biliyoruz. İki taraf uzun zaman simbiyoz halinde aynı ekonomik ve ideolojik kaynaklardan beslendiler, ikisinin de gıdası Türk İslam milliyetçiliğidir. Menbaası Cemaat ile aynı olan MHP bir yana, CHP’de bir dönem onunla iş tutmaya çalıştı. Seçimlerde PKK ile Cemaat arasında bir tür “dirsek teması” yaşanmış olması şaşırtıcı değil. Cematin gayrimeşruiyetini tartıştığımız zaman onun desteği ile oluşan kimi sonuçların meşruiyeti de doğal olarak gündeme geliyor. Son kırk senede cemaatin etkin bir siyasal aktör olduğunu düşünecek olursak, durumun nasıl berbat bir kirlilik hali olduğunu anlamış oluruz. Dolayısı ile sadece cemaatin değil, buna bulaşmış olanların da ahlaki meşruiyeti tartışılmayı gerektiriyor.
DARBELERDEN ARINMAK
Böyle bir tartışmanın ve arınmanın olmaz ise olmaz koşulu; düşünce ve tartışma özgürlüğü yanında, fikirleri yaymanın aracı olarak basın özgürlüğüne sahip olmaktan geçiyor. İşte bu sayede beğenilmeyen bir iktidarı değiştirerek arınma imkanları da hasıl olur. Rejimler yırtık ve döküklerini alternatif demokratik mekanizmaları devreye sokarak tamir ederler. Oysa devletin desteği ile ikinci adamın olmadığı Öcalanvari sistem Türkiye tarafında da yükselen Erdoğan kültü ile alternatifi olmayan sorunlu siyasal bir statükoyu kalıcı hale getirmiş oluyor. Kültü kalıcılaştırmak için ‘Erdoğan olmazsa Türkiye’nin parçalanacağı’ korkusu iktidar yanlısı basın tarafından bilinçli olarak pompalanıyor.
Darbe zor ile gayri meşru bir eyleme yeltenmek olduğuna göre, zor içeren diğer eylemler karşısındaki tutum ne olmalı? Örneğin seçimle gelmiş iktidarın kullandığı her zor meşru olarak görülebilirmi?
DEĞİŞİK DARBELER
Bu konuda PKK’nin gayri meşru hendekleri bahanesi ile, bizzat en baştakilerin onayı ile son derece orantısız bir zorun bütün bir Kürt halkına karşı devreye sokulduğu ve bunun sonucunda sekiz bin insanın öldürüldüğü, şehirlerin harabeye çevrildiğini, yüz binlerin göç ettiğini biliyoruz. AKP tarafından daha önceleri atılmış olumlu bazı adımların varlığı meşru iktidarın Kürt halkına karşı bu DARBE’sini haklı çıkaramaz.
Devlet içerisinde cemaatçi yapılanmaya gelince, onların; darbe öncesinden yapılan plan dahilinde sempatizanına varıncaya dek demokratikleşme proğramından yoksun bir perspektif ile, tümden tasfiye kapsamına alınmasınn doğru olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu. Erdoğan’ın ifade etmiş olduğu “inine girme, kökten temizleme” anlayışı pekala yine darbeci anlayışın tezahürlerinden biri olarak da okunabilir. Burada öç alma ve güç gösterisi yürürlüğe sokulmaktadır. Belli ki cemaatin öfkesinin bir nedeni de eski bir dost tarafından hançerlenmiş olmak duygusudur. Bu hissiyatın kimler tarafından, nasıl manipüle edildiği konusunda spekülasyonlar yapılabilir. Bu konuda ‘başka bir cemaatin sesi’ Yeni Şafak gazatesi zaten yeterince aktif. Halbuki darbe öncesi de gerekli olan, kapsamlı demokratik bir reformun bir parçası olarak, suçluların ayıklanması olmalı idi. Esas olan kişilerden ziyade bir geleneğin ve bir anlayışın tasviyesidir. Zor olan ve darbeleri yaşatan zemin de burada saklı.
Darbe girişimi sonrası işler cadı avına, öç almaya dönüştürüldü. Şu ya da bu düzeylerde cemaata bulaşmış (bazen de bulaşmamış) çok insan darbe ile hiç bir ilişkisi olmamasına rağmen ya göz altına alındı ya da işlerine son verildi. Oluşturulan mağduriyetler darbeye başka bir darbe ile karşılık verildiğini gösteriyor. Dolayısı ile darbeci zihniyetin girdabında henüz kurtulunmuş değil. Bu ara bombalı eylemler ile PKK de aynı darbeci anlayış ile devreye girdi.
Demek oluyor ki, darbe için, zorun tek seçenek olarak görüldüğü; yaygın sosyal, kültürel ve siyasal zemin var. Halkın bu sefer kendisine yakın iktidarı koruma saiki ile sahnede yer alması demokratik hassasiyetin arttığına delalet değildir. Eğer aynı güçler, aynı darbeyi dindar olmayan bir güce karşı yapmış olsalardı, başta mütedeyinler olmak üzere çoğu Türk milliyetçisini kendi darbelerinin şakşakçısı olarak görmek şaşırtıcı olmayacaktı. Yeni kapıdaki ruh hali bu konuda çok şey anlatmaya yetiyor. Bu kaygan zemini sonlandıracak başka bir pencere açmak sıradan insanın işi olamaz. Bu konuda öncelikli sorumluluk başta devlet ve hükümete düşüyor.
PANZEHİR: DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ
Türkiye’de demokrasi eksikliğinin en başta gelen sebebi KÜRD’ün iradesine gayri meşru şekilde el konulmasında, din ve inanç özgürlüğünün tersi olarak Aleviler’e Sünnülük dayatmasında yatıyor.
Darbecilik gayri meşru anlayış ve pratikte yatıyor. Bu gayri meşruiyetin değişik türevlerini tetikliyor.
Herkesin kendi kaderini özgürce ve akılca belirleyeceği şiddetten arınmış bir iklim öncelik olarak kendisini dayatıyor.
Kürt sorunun çözümü ise asgari olarak bir Kürdistan ( belki daha fazla) meclisinin oluşumunu gerekli kılıyor.
Sorunları çözme cesaretinden yoksun politikacılar, çokça gördüğümüz üzere, ters yöne doğru koşmaya devam ediyor.
Yeniden bir badanaj yapma riski hafife alınamaz…
20 Ağustos 2016
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/konuk-yazarlar/2556-darbe-ve-demokrasi
Ne komik:) Fetöcü darbe tespiti yapip darbeye karsi Erdoganin yaninda yer Alan ulusalcilar, kurunun yaninda yakilmaya calisilan Yas odunlari ayiklamaya basladi, geriye kuru odun (yani fetö cü General) kalmazsa tüm darbeciler anti Tayyip Anti Akp ci cikarsa ne yapcaklar merak ediyorum
, geriye Harb okullarindaki herkesce bilinen standart ,gayri insni egitim sartlarina dayanamiyan bir kac kisi, balyoz dan sonra yerlerine atananlara kizmis bir kac General .. cok komik seyler oluyor aslinda ama, biri oda tv ve abc gazetesinin duskunlugunu gorse.hele hele oda tv nin Nihat genc ine bi bakiniz ibret aliniz. meger herkes Tayyip ci imiste, Tayyip in onlari dinlememisnden yakiniyormus…. ne hos:)
Yukardaki yazı ve yorumlarda kürt ve türk kimliği ile ortak düşman HDP-PKK-Özgür gündem-PYD olup yalan yanlış hakaretlerle şeytanlaştıranların düğünde çoluk çocuk insanları katleden Barbar İŞİD te adres ve hedef gösterenler değilmidir???
Bu aşağılık cümleleri HDP-PKK-PYD-Özgür gündeme neden kurarsınız bunlar şeytandır haindir kafirdir anlamına gelen cümleleri kurduktan sonra bunlara yapılan saldırılara üzülmediğiniz hatta bizzat bu saldırılar ve imhanın yapılmasını hedefleyip bu cümleleri kurduğunuzu itiraf etmiş oldunuz…..iyi oluyor kimin yeri neresi kim devlet-iktidar-efendi yalaması kim masum mazlım gariban halkın yanında saflar netleşsin böylesi daha iyi
Amacı bu olup işi bu olanları anladık da kendine devrimci solcu anarşist deyip bu şeytanlaştırma hedef gösterme işine katılanları anlayamadık????????
Hikmet Fidan’ı, Kamer Özkan’ı, Ramazan Adıgüzel’i, Seyit Rıza’nın torunu Ali Rıza Polat’ı ve bunlar gibi daha pek çok kişiyi de IŞİD ve TC mi öldürdü?
Onları kimin öldürdüğünü biliyorsun. Bilmiyorsan da öğrenmiş oldun.
TC ve PKK’de ortak “tekçi” zihniyet:
Tek Parti = HDP / CHP (bugün AKP)
Tek Lider = Öcalan / M. Kemal (bugün RTE)
Tek İdeoloji = Apoculuk / Kemalizm (bugün Erdoğanizm)
Demokratik Özerklik mi, Kemalist Özerklik mi?
http://www.nasname.com/a/demokratik-ozerklik-mi–kemalist-ozerklik-mi
Büyük yazar Marcel Proust, “Albertine Kayıp” kitabında “aklın” önemine işaret eder; “gerçeği kavramak için en uygun, en güçlü araçtır akıl.”
Biz; aklı ve itibarıyla gerçeği kaybeden ülke olduk!
Bilinçdışı sezgicilikle hareket ediyoruz.
Önyargılarımızla hareket ediyoruz.
Etnik kimliklerimizle hareket ediyoruz.
Bu nedenle artık kimse kimsenin acısına ortak olmuyor.
Bu nedenle artık kimse kendi teröristini-kendi canlı bombasını kınamıyor.
Ölen kendi “etnik kimliğinden” olmayınca aldırmaz oluyor; kayıtsız kalıyor.
Bu, barbarların Orta Çağ’ıdır.
Ve kaç kez yazdım; ülke “teşhisi” konusunu; tekrar etmeye gerek var mı? Biliyorsunuz. Yaşıyorsunuz.
Evet. “Tedavi” konusunda ne yapacağımızı ivedilikle konuşma zamanı geldi. Görüyorsunuz; siyasal partiler, günlük tepkisel laf üretmek dışında “seçenek” ortaya koyamıyor!
Peki…
Bizler bu karanlık süreçten nasıl çıkacağız?
Önerim var. Öncelikle…
Ortak iyiliğin simgesi “yurttaş” kimliğini acilen tekrar ortaya çıkarmalıyız.
Bilmem ne tarikata…
Bilmem ne cemaate…
Bilmem ne mezhebe…
Bilmem ne örgüte-partiye…
Ya da bilmem ne etkin kökene aidiyeti değil; ülkesine-ulusuna bağlı yurttaşı tekrar oluşturmalıyız.
Toplumsal ilişkilerin merkezine -herkesin statüsü olan- yurttaş kimliğini koymalıyız.
Kaç parçaya bölünmüş ülkeyi -zenginliği ve yoksulluğu paylaşan- yurttaş kimliğine sarılarak bir arada tutabiliriz; toplumsal ilişkileri ancak böyle düzenleyebiliriz.
Yurttaş, her türlü Efendi’yi yok eder çünkü…
Bireyi özgürleştirir…
KÖKTENCİ PİYASA
Sadece bizde değil; dünyada da öyle: Dünya siyasi tarihi; en az gelişmiş ülkelerden, en gelişmiş ülkelere kadar etnik temelli çatışmalara sahne oluyor!
Bunun sebebi ne?
Sebep, küresel güçlerin ekonomik sistemi olan neoliberalizm/vahşi kapitalizmin daha çok kâr hırsı!
Bu politik iklim; siyasal örgütlenmelerden, siyasal taleplere kadar çok şeyi değiştirdi.
Örneğin… Bunlar, küreselleşme ve liberal söylemlerle birlikte yerel, bölgesel etnik grupların kültürel unsurlarını ön plana çıkararak; ulus devletin vatandaşlık anlayışını ciddi şekilde sarstı.
Yurttaş yerine bireyci zihniyeti inşa etti.
Çünkü…
Bu azgın piyasadan pay alamayan ve yoksullaşanlar ne yapacaktı? Doğal olanı ezilenlerin, bu kanlı pazara baş kaldırmasıydı.
Bu mücadeleyi yapmamaları için, ezilenlere sarılacakları etnisite seçeneği sunuldu.
İletişim teknolojileri kullanılarak “Beni ezen piyasa değil” düşüncesi hakim kılındı.
Ve böylece yoksullar; vahşi kapitalizmin pazarına karşı değil; kendi inancından-kimliğinden olmayan-öteki’ne karşı mücadeleye başladı!
İşte… Yaşadığımız budur. Örnekleri çok:
– AKP, IŞİD hakkındaki meclis araştırma önergelerini reddediyor.
– Demirtaş, canlı bomba Kürtleri hedef alınca sesini çıkarıyor.
– FETÖ, darbeye kalkışıyor.
– Nakşiler, Menzilciler devlet kadrolarına adam sokmak için yarışıyor.
Aynı kafalar, “Bizim imam hatipten terörist çıkmaz” diyor!
Oysa. Hepsi aynı kapıya çıkıyor.
Bu “kamplaşma anlayışı” ülkeyi bölüyor! Bakınız…
Bizi PKK bölemez.
Bizi FETÖ bölemez.
Bizi IŞİD bölemez.
Bizi ancak bu örgütleri büyüten, köktenci iktisadi sistem olan vahşi kapitalizm böler/bölüyor.
IŞİD ya da PKK… O canlı bombalar aslında vahşi kapitalizmin müridi-militanı idiler! Bu küreselci hakim ideolojinin sonucudur yaşadığımız etnik savaşlar.
Bu sürdürebilir ortak yaşam değildir.
HERKESİN HERKESLE SAVAŞI
Filozof Kant, ahlakı, her türlü çıkardan vazgeçme olarak tanımladı.
Çıkar değil ödev önemliydi. Ya da sorumluluk diyeyim.
Her yurttaş, -içinde bulunduğu grubun değil- yaşadığı toplumun çıkarını gözeterek adım atmalıydı. Doğruyu ve iyiyi bağdaştıran, insanileştirilmiş bir ilerleme ancak böyle mümkündü.
Oysa ülke aynasında ne görüyoruz:
Sünni Müslümanların partisi AKP…
Alevilerin partisi CHP…
Türk milliyetçilerinin partisi MHP…
Kürtlerin partisi-örgütü HDP-PKK…
Cemaatin yuvası FETÖ…
Aynada görülenleri sıralamayı sürdürebiliriz.
Cumhuriyet’in “çimentosu” yurttaş kimliği böyle yok ettirildi!
Hâlâ… “Üst akıl”ın; yok FETÖ’yü, yok PKK’yı ya da yok IŞİD’i kullandığını-yönettiğini söyleyenler bu oyuna nasıl getirildiklerinin farkında bile değil.
Evet, sizin farkınız nedir? Aynı ayrıştırmayı sürdürüyor musunuz?
Latince bir söz vardır:
“Bellum omnium contra omnes.” Yani…
“Herkesin herkesle savaşı” demek.
Kimlik siyaseti herkesi bu hale getirdi.
Ancak…
Umutsuzluğa kapılmaya gerek yok.
15 Temmuz darbesi en azından hepimizin hepimizle savaşmasına son verme umudunu ortaya çıkardı. Umarım bunu başarabiliriz.
Evet, bunun yolu yurttaşlığa dayalı toplumsallaşmaktan geçer.
Bu, devletin demokratikleşmesinin de önünü açar.
Yoksa…
Başa geleni çabuk öfkelenen tevekkülle karşılayarak…
Bunun kader-yazgı olduğunu söyleyerek…
Sorunlarımızı çözemeyiz.
Kendimizi kandırmayı bırakarak gerçekle barışmalıyız.
Gerçek, ancak ona boyun eğilerek bulunabilir.
Hepimiz -kültürel zenginliklerimizle- Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıyız.
Ve. Birbirimize muhtacız.
Aklımızı başımıza almazsak, bu gök kubbe başımıza çökecek.
Demedi demeyin…
Soner Yalçın, Sözcü, 23 Ağustos
demokratik güc birligi dogmaza olmaza bu ülkeyi cok daha karanlik ve kabus bekliyor bunu göremeyen ve kabulenmeyen
aci gercekleri görecektir.
hilafe ve mehdi gelmis!
osmanli geri dönuyor islam dünyasinin lideriz evet bizler icin hayalperestlik ve akil disi anlayis ama bir kesim insanlar acik veya kapali bunlara inaniyor.
büyük bir aydinlanma cabasi göstermek lazim bu gericiligi muslugunu kesmek zorundayiz.bhh bunu baslatmisti takip edemedim umarim yürüyordur,bir türkcü-islamci cephe olusmus durumda chp buna dahil mi bilmiyorum ama sol derhal uyanmazi ve toparlanmazi lazim.bu köhne sistemden bunalin insanlarimiz var onlara cesaret ve umut vermek gerekir korkamdan ve cesur bir sekilde.bizler bize fasistler sadirmazin diye bekliyorsak ve öyle hareket ediyorsak söylencek söz yok.ülkede gericilik ve fasizm tapan yapmistir sadece savaslari eksik kaliyor onuda ne zaman baslarlar bilemem ama yine 70yillarda oldu gibi bizler karsilarinda olacagiz!!!söyle bir kendinisi toparlayan dostlar böyle kabus günlerde yigitler gerek
“İlkel” Kürt milliyetçilerine kötü örnek olanlar Filistin’in devletleşmesini isteyenler değil mi?
Filistinlilerin dar görüşlü bağımsızlıkçılık yerine İsrail için toplumsal devrimi savunmaları, İsrail’in demokratikleştirilmesine çalışmaları gerekir. Filistin hareketi İsraillileşmelidir.
Son günlerde Türkiye, İran, Rusya arasında baş döndürücü bir diplomasi trafiği var. Erdoğan Putin görüşmesinin ardından, İran Dışişleri Bakanı Zarifi Türkiye’ye geldi. Masada görüşmeler devam ederken sahada PYD liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri Fırat’ın batısındaki Menbiç’i haftalar süren çatışmalardan sonra IŞİD’ten aldı. Dolayısıyla Türkiye’nin kırmızı çizgisi olarak açıkladığı PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesi fiilen gerçekleşti. Şimdi cevap bekleyen soru şu? PYD güçleri Batıya doğru ilerleyerek Türkiye’nin tüm güney hattını kapatacak şekilde Afrin kantonuna kadar uzanan 90 kilometrelik bölgeyi de alacak mı? Kasım 2015’te Yayladağı’nda Rus Su-24 uçağının düşürülmesinin pratik sonucu Türkiye dış politikada Batı’nın tercihlerinin seyircisi olma durumuna sıkışmıştı. Bu nedenle orta büyüklükte bir uluslararası aktörün dış politikasını yürütebilmek adına sahip olması gereken güç dengeleme imkânlarını yitirmiş Türkiye’nin, buna karşı yapacak hamlesi şimdiye kadar yoktu. Aslında, gerçekçi bir bakışla, Türkiye bu haliyle stratejik derinliğini neredeyse bütünüyle yitirmişti!
ANADOLU VE “ARAP ORTADOĞUSU” ARASINDA KÜRT KORİDORU MU?
Ankara’nın PYD’nin Batıya doğru ilerleyişine karşı yapabildiği tek şey top atışlarıyla karşılık vermekti. Rus savaş uçağını düşürmesinin ardından Türk savaş uçakları Kasım 2015’ten bu yana bırakın Suriye’ye yönelik operasyon düzenlemeyi, Suriye’de konuşlanmış son derece gelişmiş teknoloji ürünü Rus hava savunma sistemleri nedeniyle sınıra yaklaşamıyordu bile. Bunun farkında olan PYD, Türk topçusunun menzili dışında, sınırın 40 kilometre güneyinden Batıya doğru ilerledi. Bugün gelinen noktada eğer PYD ilerleyişine devam edip ilan edilmiş Kürt kantonlarını birleştirirse, İran sınırından başlayarak yaklaşık Türkiye’nin güneyindeki 1000 kilometrelik alan Kürtlerin eline geçecek. Bu Anadolu’nun neredeyse bin yıldır ilk defa Arap Ortadoğuyla tüm bağlantısının kopması ve yalıtılması anlamına gelecek. Tüm bu gelişmeler Ankara’da alarm zillerini çaldırmış olacak ki Haziran ayı içerisinde dış politikada Rusya ve İsrail ilişkilerinde tam bir u-dönüşü yaşandı. Kabaca bunların ilkini Rusya’nın sağlayabileceği denge unsurunu Türkiye’nin dış politikası için tekrar kullanılabilir kılmak, ikincisini ise Batı ile dengeleyici bir sinyal vermek olarak algılamak mümkün.
Esasen bu gelişmeler derhal siyasi söyleme de yansıdı. Bu yönde açıklamaların bir kaçını arka arkaya sıralayalım: Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD ve AB’yi kastederek “Suriye ile ilişkisi olmayan ülkelerle artık konuşmamamız lazım” dedi. Daha geçen yıl “Rusya’nın Suriye’de ne işi var” diyen Erdoğan, birkaç hafta önce “Suriye barış sürecinde Rusya en önemli oyuncu” diyordu. Elbette, tüm bunlara 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında yaşanan gelişmeleri de eklemek gerek. Darbe girişimini hemen öncesinde Suriye’deki üslerinden fark eden Rusların bunu Türkiye’ye haber verdiğine dair iddialar önce Ortadoğu basınına yansıdı. Sonra da İngiliz gazeteci Robert Fisk tarafından dile getirildi. Buna Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, darbe gecesi İran Dışişleri Bakanı Zarifi’nin kendisini 4-5 kez aradığı açıklamasını da ekleyelim. Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin Suriye’de, İran ve Rusya ile birlikte yeni bir arayışa girebileceğine işaret ediyor. Zaten Rusya Dışişleri Bakan yardımcısı Mihail Bogdanov “Rusya, İran ve Türkiye, Suriye konusunda üçlü görüşebilir” diyerek bu yakınlaşmanın olabileceğinin sinyallerini verdi.
Peki 5 yıldır devam eden Suriye iç savaşında karşıt tarafları destekleyen Rusya, İran ve Türkiye hangi konuda, ne görüşecek? Bunun cevabı Cerablus-Mare hattı ve Halep’de süren çatışmalarda yatıyor diyebiliriz. Türkiye geçtiğimiz dönemde, PYD’nin tüm güney sınırını kapatmasını engellemek için IŞİD’in elindeki Cerablus-Mare hattını ABD’nin de yeşil ışık yakmasıyla, desteklediği radikal unsurlar üzerinden kontrol etmeye kalkışmıştı. Ancak bu girişim Ankara açısından hüsranla sonuçlandı. Türkiye’nin desteklediği gruplar bırakın bu hattı el e geçirmeyi, ellerinde tuttukları bölgenin bir kısmını da kaybettiler. PYD’nin Menbiç’i alması sonrasında IŞİD’ın Cerablus’tan çekilmeye başladığı yönünde gelen haberler, bu şartlarda Türkiye’nin bölgede ortaya çıkan güç boşluğunu bizzat kendi silahlı kuvvetleriyle oraya girerek doldurmak isteyebileceğini akıllara getiriyor. Ancak, bu ihtimalin gerçekleşmesi için Ankara’nın Suriye hava sahasında kuş uçurtmayan Rusya’nın onayını alması gerek. Bunlar yaşanırken, Çavuşoğlu’nun apar topar Tahran’a gittiğini de hatırlatalım.
TAMPON BÖLGEYE, TAHRAN VE MOSKOVA NASIL BAKAR?
Peki Rusya ve İran, hatta Esad yönetimi Türkiye’nin Cerablus- Mare arasından girerek tampon bölge oluşturmasına nasıl bakar? Böyle bir pazarlığın gerçekleşebilmesi için Rusya açısından ana koşulun Suriye’nin en büyük kenti Halep’te Esad güçlerine karşı savaşan, ve Rusya’nın kategorik olarak terörist olarak nitelediği, gruplara Türkiye’nin desteğini kesmesi olduğunu söyleyebiliriz. Esad yönetimi Türkiye’nin muhaliflere verdiği desteği kesmesi halinde savaşı kazanacağını yıllardır söylüyor. Bu yaklaşımın Rusya tarafından da paylaşıldığının emareleri mevcut. Üstelik Türkiye’nin belli bir coğrafi derinlikte Cerablus’a girmesinin; Suriye’de sahada sıkışmayla karşı karşıya kalacak PYD’yi, Rusya ve İran ile yakınlaşmaya zorlayabileceğini de ekleyelim. Tampon bölge konusunda iki senaryo var. Bir tanesi Türkiye’nin 40 kilometre derinliğinde şu anda IŞİD’in elinde olan Al-Bab kasabasını da alarak PYD’nin elinde bulunan Kobane ve Afrin’in arasına girmesi. Bu Kürt koridorunu Türkiye’nin ikiye ayırması demek. Diğer ihtimalse Türkiye’nin sınırı boyunca uzanan Cerablus-Mare arasını kontrol etmesi ancak PYD’nin bunun güneyinden kantonları birleştirmesi. İkinci senaryonun gerçekleşmesi halinde bu cepten PYD’nin kontrolündeki güney yönüne doğru baskı yapılması ihtimali var.
KREMLİN’İN STRATEJİSİ: “KAFKASYA MODELİ”
Bu gelişmeleri izleyen Rusya’nın Ortadoğu’da giderek etkinliğini arttırırken, devletleşen ama devlet olarak tanınması ufukta görünmeyen PYD ile tıpkı Dağlık Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya ile olduğu gibi Moskova’nın hamiliğinde bir ilişki kurması mümkün. Unutulmaması gereken noktaysa Suriye’deki rejimi destekleyen Rusya’nın diplomatik kültüründe muhatapları ile “eşit” ilişkiler kurmak gibi bir alışkanlığının bulunmadığı. Gerçekçi, pragmatik ve fırstaçı bir çizgide ilerleyen Kremlin, Esad rejiminin Suriye’nin tamamını egemenliği altına almasının artık mümkün görünmediğinin farkında olmalı. Bu durumda parçalı bir siyasal coğrafyada, Kremlin’in çok iyi bildiği “böl ve yönet” politikalarına açık ve ancak Rusya’nın varlığıyla dengelenen, donmuş çatışma ve çakışan demografilerden malul, Kafkasyalaşmış bir Suriye Rusya için en çok tercih edilir gelecek senaryosu olabilir. Bu, kısa vadede olmasa da, yaşanacağı muhakkak olan Esad sonrası dönemi de içeren vadede, Rusya’nın bölge üzerinde kontrolünü Suriye’nin iç aktörleri açısından “külfetli bir gereklilik” haline getirecektir. Stratejik olarak böyle bir anlayış Rusya’nın bölgedeki varlığını üzerinden meşrulaştırabileceği ve sürüdürülebilir kılacağı bir mantık olarak değerlendirilebilir. Esad yönetiminin de bu antlaşmadan Halep’i geri alarak kazançlı kalkabileceğini söyleyebiliriz. Esad’a bağlı savaş uçaklarının beş yıldır ilk defa PYD kontrolündeki bir bölgeyi, Haseke’yi bu hafta bombaladığını da vurgulayalım.
CEVAP BEKLEYEN SORULAR
Halep’in rejim tarafından geri alındığı, Türkiye’nin Cerablus hattını kontrol ederek PYD’nin ilerleyişini durdurduğu, Rusya’nın da PYD üzerindeki kontrolünü artıracağı bir antlaşma mümkün mü? Suriye’ye yönelik bir askeri harekâta uzun dönemdir karşı çıkan TSK yönetimi, darbe sonrasında ortaya çıkan zaaf görüntüsünü ve imajı düzeltmek için bu defa buna olumlu yaklaşır mı? Darbe sonrası ortaya çıkan savaş uçağı pilotu eksikliğine karşı, TSK’dan ayrılan pilotların geri dönüşüne olanak sağlayacak OHAL kararnamesinin bu gelişmelerle bir ilgisi var mı? Tüm soruların cevapları yakın dönemde netleşecektir. Masada konuşulanın sahada ne kadar uygulanabileceği; Türkiye, İran ve Rusya arasında böyle bir antlaşma olursa bunun açık şekilde kaybedeni olacak S.Arabistan’ın buna nasıl tepki vereceği de cevap bekleyen diğer sorular?
JOE BIDEN, ANKAR YOLUNDA
Ancak şunu hatırlatmak gerekir ki böyle bir yakınlaşma Türkiye’nin NATO’dan çıkması türünden makro sonuçlara yol açmayacaktır. Aslında, Kürtler ve ABD arasındaki ilişkilerin tarihinin, ABD’nin onlarla işi bittiğinde Kürtlere arkasını döndüğü bir hayal kırıklıkları tarihi olarak da okunması mümkün. Bu durumda “iş”den kasıt elbette IŞİD ile sahada yürütülen mücadele. Kaldı ki ABD, PYD/ SDG güçlerinin ana konsantrasyonunun Rakka ve IŞİD odaklı sürdürülmesini önceliklendiriyor. Washington’un PYD’nin Kuzey Suriye’de kesintisiz bir “Kürt kemeri” oluşturulmasına yönelik çabalarının, ABD’nin Türkiye ile ilişkilerini daha da zehirleyerek yarattığı olumsuz dışsallıkların bedelini ödemek istemeyeceği düşünülebilir. Bu durumda Türkiye’nin Suriye’de şu anda PYD’nin elinde olan Münbiç ve Tel Rıfat arasındaki 90 kilometrelik bölgenin tam ortasından bulunan ve halen IŞİD’in elinde olan Al-Bab kasabasını alarak bu koridoru doldurması, ABD’nin başından karşı durmayacağı bir senaryo oluşturabilir. Kaldı ki bu Türkiye ile PYD’yi baş başa bırakacağı için Washington’u, belki de üzerine almak istemediği diplomatik yüklerden kurtaracak, Türkiye’nin hedef tahtasından bir nebze indirecektir. Hatta bu senaryoda ABD – Türkiye ilişkilerinde Suriye özelinde ve bölgesel çapta bir yakınlaşma söz konusu olabilir. En azından şimdilik. Aslında, tüm bunlar göz önüne alındığında ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın Türkiye ziyaretinde yukarıda çizdiğimiz çerçevenin merkezi önemde olacağı söylenebilir. Ankara’nın bugünkü koşullarda bu yaklaşımının Washington tarafından desteklenmesini sağlaması sürpriz olmaz. Daha uzun vadede ise Washington’un Türkiye’nin giriştiği bu yeni “otonom denge oyununu” not edeceğine şüphe yok.
STALİN VE “KAFKASYALAŞMAK” NE DEMEK?
Kafkasya dünyanın etnik olarak en karmaşık bölgelerinden. 1917 Devrimi sonrasında Kafkasya’yı egemenliğine katan Sovyetler Birliği’nin 1917-1924 tarihleri arasında Rus olmayan topluluklardan sorumlu Uluslar Halk Komiseri Josef Stalin’di. Gürcü kökenli olan ve Kafkasya’nın karmaşık etnik yapısını çok iyi bilen Stalin bölgede kurulan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Sovyet Cumhuriyetlerinin sınırlarının çizilmesine önemli rol oynadı. Stalin Abhazya, Acarya ve Nahcivan otonom bölgeleri, Dağlık Karabağ, Güney Osetya gibi bir çeşit otonom idari yapı olan oblastların kurulmasında da etkindi. Bunlara Kuzey Kafkasya’da Rusya Federasyonu içinde yer alan çok sayıda otonom birimi de ekleyebiliriz. Dahası başka cumhuriyetlerin sınırları içinde kalan ama diğer cumhuriyete bağlı eksklavlar da düşünüldüğünde Sovyet döneminde Kafkasya karmaşık bir jeopolitik zeminde yönetildi (Türkiye sınırından 42 kilometre uzakta Suriye içinde adeta bir cep gibi Türkiye toprağı Süleyman Şah türbesi son döneme kadar Türkiye’nin tek ekslavıydı). Uzun Sovyet döneminde İkinci Dünya Savaşında yaşanan zorunlu göçler dışarıda tutulursa, Druzhba Naradov (Halkların Kardeşliği) ilkesi çerçevesinde ve Moskova’nın kontrolünde sorunlar sistem içinde dengelenerek donduruldu. Ancak Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte etnik milliyetçilik rüzgârının bölgeyi sarması; otonom bölgeler ve oblastlar, cumhuriyetler arasında yaşanan kanlı çatışmalara yol açtı. Rusya Federasyonu bu karmaşık siyasi yapı ve sınırları 1991 sonrasında kendi çıkarları doğrultusunda kullandı. Rusya özellikle de Abhazya, Güney Osetya ve Dağlık Karabağ’da çok etkin bir konumda. Kısaca Sovyetler Birliği döneminde sorunlarına rağmen Kremlin’in tartışılmaz gücüyle dengelenmek suretiyle işleyen jeopolitik yapı, 1991 sonrasında dağıldı. Böylelikle Kafkasya; başta Rusya olmak üzere İran ve Türkiye gibi bölgesel güçler, ABD ve AB gibi küresel güçler ve enerji şirketlerinin etkinlik mücadelesine sahne oldu. Britanya İmparatorluğu’nun böl ve yönet politikasını andıran bu yapı Kafkasya’da bugün de devam etmektedir.
RUSYA VE İRAN YAKINLAŞMASI, “BÜYÜK RESİM”DE NE DEMEK?
İran Devriminin “ötekisi” kuşkusuz büyük şeytanı olarak nitelenen ABD’dir. Ancak, Devrim’in Rusya’ya (o günkü adıyla SSCB) karşı tavrı da oldukça olumsuzdur. Sonradan, ABD baskısı karşısında, “düşmanımın düşmanı dostumdur” kadim ilkesi çerçevesinde, nükleer dahil, bir çok konuda işbirliği yapmış olsalar da iki ülkenin “candan dostlar” olduğu söylenemez. Esasen Ağustos 1941’den Mayıs 1946’ya kadar Sovyetler’in fiilen İran topraklarının önemli bir bölümünü işgal altında tuttuğu ve bu deneyimin İran’ın tarihsel/siyasi hafızasındaki yeri unutulmamalı. İran’ın topraklarında yabancı asker barındırmak konusunda ne kadar olumsuz ve hassas bir ülke olduğu da buna eklenmeli. Hal böyleyken, İran’ın Hamedan’daki Şehit Nuje Hava Üssünü, kendi kamuoyuna konunun yansımaması için özellikle çaba harcayarak, Rusya’ya açması Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek potansiyelde bir gelişme. Rus Hava Kuvvetlerinin “uçak gemisi katili “ olarak bilinen ancak, son dönemde Suriye’de etkin biçimde kara hedeflerine yönelik kullandığı önemli varlıklarından Tupolev Tu-22M3 uçaklarının Hamedan’daki varlığı stratejik sonuçları bulunan bir konuşlandırma.
Durum, İran’ın mevcut konjonktürde Orta Doğu’daki dengelerin yeniden şekillenmesinde ABD’nin, daha önemlisi Suudi Arabistan liderliğindeki Sunni blokun tercihlerini boşa çıkarmayı stratejik öncelik kabul ettiğinin sinyali. İran’ın ABD’nin bölgeye ağırlık koymasını ve kendisine yönelik Suudi, hatta İsrail dış politikasını, yeni bir ittifak zinciri oluşturarak boşa çıkarmaya çalışıyor denebilir. Bu bağlamda Hamedan hamlesi İran’ın, sessiz, ancak oldukça ciddi adımlar atmaya hazır olduğunu gösteriyor. Çin’li askeri danışmanların Suriye rejiminin yanında boy göstermesi ile birlikte okunduğunda bu durum Arap Ortadoğu’sunun kuzeyinde yepyeni bir stratejik dengenin ortaya çıkabileceği anlamına gelebilir. Kaldı ki Tu 22M3 lerin operasyon menzili Rusya’ya Hamedan’dan Basra Körfezini ve, gündemin yükselen enerji havzası Doğu Akdeniz’i, kapsayan bir faaliyet alanı açıyor. Rusya’nın aynı kapasiteyi Suriye’deki üslerine taşıması durumunda, Akdeniz’de alan kontrolünü, muhtemelen Soğuk Savaş döneminde SSCB genel Kurmayı’nın en güzel rüyalarında hayal bile etmediği bir seviyeye ulaştırması mümkün. Bu durum Türkiye’nin NATO içerisindeki konumunu öne çıkarabilir.
Yrd. Doç. Dr. Behlül Özkan, Marmara Üniversitesi
Doç. Dr. Ahmet Kasım Han, Kadir Has Üniversitesi
BirGün, 23 Ağustos
“Filistinlilerin dar görüşlü bağımsızlıkçılık yerine İsrail için toplumsal devrimi savunmaları, İsrail’in demokratikleştirilmesine çalışmaları gerekir. Filistin hareketi İsraillileşmelidir.”
Bu mumkun degil.
Israil, irkci VE dinci bir devlettir –siyonizm bu demektir, yani hem ‘din’ hem de ‘irk’ bakimindan dislayici.. [Iran, mesela, sadece dincidir; irkci degildir.]
Zaman icinde Yahudilerin (yani, kendilerinin) azinliga dusecegi korkusu yuzunden, Filistinlilerin Israil vatandasi olmasini da kabul etmiyorlar.
Filistinlilerin, Israil vatandasi da olamadiklari icin, Israil’in dahili siyasetine katkida bulunmak sanslari da olmuyor haliyle.
Bu yuzden, Filistinlilere, kendi baslarinin caresine bakmaktan baska bir yol birakilmamis durumdadir.
Karakarga isimli derginin Ağustos sayısında Irmak Zileli, “Babamın Fotoğrafları” başlığıyla bir yazı yayınlamış.
https://pbs.twimg.com/media/CohTDacVMAAGBUo.jpg
https://pbs.twimg.com/media/CpklKnpWIAAaCUD.jpg
Konunun sizle ilgisi varsa anlatır mısınız bu hikayeyi?
Okumamıştım ama orada sözü edilen “baba” ben değilim. Yani o bir kurgu.
İkinci olgu, 15 Temmuz sonrası yargının içine düştüğü sürreel durumdur. Ülkede 14.000 civarında olan yargıç ve savcı kadrosunun resmi beyanlara göre dörtte biri, terör örgütü mensubu olmak, ya da en azından terör örgütü tarafından özel maksatla yerleştirilmiş olmak suçlamasıyla yakalanıp hapse atılmıştır. Bildiğim kadarıyla dünya ihtilaller ve darbeler tarihinde bu çapta bir yargı kırımının benzeri yoktur. Böyle bir alt üst oluşun hukuki sonuçlarının olmaması düşünülemez. Öyle anlaşılıyor ki son yıllarda Türkiye’de verilmiş olan yargı kararlarının dörtte biri teröristler tarafından, yahut en azından doğal hâkim ilkesine aykırı olarak atanmış, “hâkim ve savcı kılığına girmiş” suç örgütü mensupları tarafından verilmiştir.
Bu vahim durumun, medyada sık sık boy göstererek siyasi-askeri mağduriyet ağıtları yakan bir kesimin söylemlerinin aksine, çok dile düşmüş bir takım siyasi dosyaların yeniden açılmasıyla giderilemeyeceği kanısındayım. Mesele sadece Ergenekon-kumpas davaları değildir. En sıradan hırsızlık ve adam şişleme davalarında dahi, en azından, doğal hâkim ilkesi çiğnenmiştir. Falan kişi gerçekten o marketi soymuş olabilir veya olmayabilir. Ama bunun kararı, yargıç ve savcı cübbesi taşımaya yetkili olmayan kişiler tarafından verilemez. O kişilerin vermiş olduğu hüküm geçerli bir yargı kararı sayılamaz.
…
S. Nişanyan
T24
http://t24.com.tr/yazarlar/sevan-nisanyan/affedersiniz,15311
Acaba yukarıda alıntıladığım cümlelerinde S. Nişanyan gerçekten böyle mi düşünmüş yoksa iktidarın “FETÖ”yle ilgili çelişkisine ve yalanlarına dikkat çekmek için ironi mi yapmış? Eğer ilkiyse, bu burjuva demokrasisi veya “hukuk devleti”ne inanmak olduğu için yanlıştır. Bütün devletler egemen sınıfların tahakküm aracıdırlar ve bu sınıfların kendi içlerindeki iktidar mücadelelerinden azade değildirler.
http://www.aydinlik.com.tr/turkiye-abdulhamidte-birlesir-mi
http://www.aydinlik.com.tr/siz-inonunun-tirnagi-olamazsiniz
En sonunda Yavuz Alogan’ın da sabrı taşmış:
http://www.aydinlik.com.tr/ic-cephe-tartismasi
“Bu durum, özellikle 2010’lu yıllarda bir yer kaymasını getirdi kaçınılmaz olarak. Radikal İslamcılığın anti-Amerikancılığa ve genelde Batı düşmanlığına kaydığı ölçüde, ABD ve Batı da, temelinde zaten var olan seküler ve demokratik değerlere doğru eğilim göstermeye başladı. Dahası, İslamcılıkla doğaçtan gelen kültürel bir uyuşmazlık içinde olan geçmişin anti-emperyalist ve sol güçleri, savundukları laisizmle eski anti-emperyalizmleri arasında sıkışmaya başladılar. Eski anti-emperyalizmlerinde diretseler IŞID gibi reaksiyon güçlerle yan yana düşmelerinin kaçınılmaz olduğunu görüyor ya da seziyorlardı. Diğer yandan laisizmi güçlü bir şekilde savunmanın da onları Batı ile yan yana getirdiğinin farkındaydılar. Kemalistler bu dilemmayı hamasete, eski anılara, Atatürk kültüne sığınarak atlatmaya çalıştı. Sol ise her zamanki gibi bu dilemmayı sessizce geçiştirerek. Bugün solcular, YPG’nin ABD’nin desteğinde IŞID’ın elindeki kasabaları almasına sevinirken (ben de seviniyorum) eski anti-emperyalizmlerini nereye koydukları konusunda tek kelime etmemeyi tercih ediyorlar.”
Son cümlede söylediğiniz gibi solun büyük bölümü bu konuda sessiz. Fakat şu yazıya ne demeli?
https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/emperyalizmin-yan%C4%B1nda-saf-tutmak-utan%C3%A7-vericidir/1256940554356971
Emperyalizmin yanında saf tutmak utanç vericidir
Seyfi Cengiz
ABD öncülüğündeki koalisyonun IŞİD’e karşı Musul operasyonu başlamış bulunuyor.
IŞİD ve benzeri barbarizm biçimlerine karşı mücadelenin zorunluluğu tartışma götürmez.
Sorun IŞİD’e karşı mücadelede değil, bu mücadelenin stratejisinde, başını ABD’nin çektiği emperyalist blokun öncülüğü altında yürütülüyor olmasındadır.
ABD ve NATO’nun Ortadoğu siyasetinin, emperyalist terörün, emperyalist işgal ve müdahalelerin ürünü olan örgütlere karşı, emperyalistlerin yanında saf tutmak, emperyalizmin bölgedeki varlığını ve hegemonyasını tanımaktır; ona teslimiyettir.
Utanç verici bir duruştur bu.
İŞİD ve benzerlerinin varlığı, onlara karşı mücadelenin kaçınılmazlığı, emperyalizmin sancağı altında toplanmayı haklı çıkaramaz.
Bu strateji ve taktiklerle Musul IŞİD’den alınabilir, ama daha barbar versiyonlarının doğması önlenemez.
Solun geneli gibi Kürt hareketinin de bugün aynı konumda olduğunu eklemeliyiz. Örneğin aşağıdaki alıntı da bunu gösteriyor:
http://www.nasname.com/a/medya-ve-baskan-berzaniyi-anlamamak
İkincisi; “ABD Kürdleri kullanıyor mu” sorusuna Başkan Berzanî, ‘Sorunuz yanlıştır. ABD Kürtleri kullanmıyor. Biz kendimiz için savaşıyoruz, ABD için değil. Ancak ABD’ye ve yardım eden bütün ülkelere teşekkür ediyoruz” diyerek cevapladı. Kuşkusuz ki bu cevap, art niyetli soruya verilebilecek en net cevaptı; aynı zamanda egemen güçlerin ve taşeronlarının “Kürdler Amerika için savaşıyor” yalanlarına da/propagandalarına da net bir cevap ve yalanlama idi.
http://www.abcgazetesi.com/mecburiyetlere-fazla-guvenme-7411yy.htm
http://odatv.com/mhpli-ozcan-yenicerinden-ilginc-cikis-2311161200.html
ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı General Mike Flynn, Trump’ın Kürtlere büyük önem verdiğini ve önümüzdeki dönemde destek noktasında yeni gelişmeler kaydedileceğini söyledi. Fynn, gelecekte bir bağımsız Kürdistan devletinin kurulabileceğini söyledi.
Flynn, Trump’ın Kürdistan ve Peşmergeye dair görüşlerinin ne olduğuyla ilgili bir soru üzerine şunları söyledi: “Bu soru beni mutlu etti. Peşmerge en kahramanca mücadeleyi veren güçlerdendir.
Peşmergeyle birlikte yürüttüğüm çalışmalar, bana Peşmergenin, çok yetenekli bir yönetime ve önemli bir örgütlenme yapısına sahip olduğunu gösterdi. DAİŞ’in tamamen yok edilmesi için ABD’nin daha fazla yardımına ihtiyaçları var. Peşmerge genelde bütün Orta Doğu coğrafyasında özelde ise Irak’ta çok gururlu bir sorumluluğu yerine getiriyor. Peşmergenin, ABD tarafından daha fazla desteklendiğini görmeyi çok isterim. Aynı zamanda Kürdistan’ın da bölgedeki önemli konumu ve istikrarı sağlaması beni çok mutlu ediyor.”
“ORTA DOĞU YENİDEN ŞEKİLLENECEK”
Kurdistan TV’ye konuşan Flynn, “Bana göre Kürtler, bu güne kadar rastladığım en kahraman topluluklardandır” ifadesini kullandı. Kurulacak bağımsız Kürdistan devletine ABD ve koalisyon ülkelerinin destek vermesinin önemli olduğunu vurgulayan Flynn şöyle konuştu: “Bana göre yeni bir Orta Doğu şekillenecek ve Irak ile Suriye bütünlüğünü koruyamayıp dağılacak. Orta Doğu’da üç veya dört yeni devletin doğacağı kanaatindeyim ve gelecekte bir bağımsız Kürdistan’ı göreceğimizi söyleyebiliriz.” (23 Kasım 2016 Cumhuriyet)
—————-
Böylece bu ülke “aslî” , sınıfsal, demokratik toplumsal mücadeleler zeminine oturur mu?
“Ortadoğu benden sorulur” diyenlerin işinin bittiği bir ülke olur mu?
— Akıllıca olan; önleyemeyeceksen, nasıl yararlanırım.. Elbette bu yakada bu zeka ve cesaret yok…
Sonuçta .. Kürt isyanı bastırılamayacak.. Bu çok açık!
Batı’daki demokrat, sosyalist, Seküler taraf için bu bir şans olacak diye düşünürüm; öyle ya da böyle; önünde, sonunda…
Ay hadi inş: http://ilerihaber.org/icerik/abdli-analist-erdogan-perincek-arasindaki-olasi-savastan-yeni-bir-darbe-girisimi-cikabilir-63969.html