Dağlı’yı Uğurlarken (2008-2017)
Dağlı, Kınalıada’ya geldiğimiz 2011 yılı ortalarında ilk tanıdığımız köpeklerden biriydi. Yavruları vardı. Bizim aşağı tarafımızdaki Poyrazlı Köşk’ün bahçesine sığınmıştı yavrularıyla birlikte. Sonra bir üst sokağa taşındı ya da birileri tarafından yavrular oraya götürüldü. Kısa süre sonra bir belediye aracı gelip yavruları aldığı gibi çekip gitti. O sırada adada çok yeniydik. Aptal aptal seyrettim olanları. “Nereye götürüyorsunuz çocukları?” bile diyemedim. Yalnızca daha sonradan tanıyacağım, iyi insanlardan oluşan bir Ermeni ailenin camlara çıkıp “öldürmeye mi götürüyorsunuz onları?” diye bar bar bağırdığını hatırlıyorum. Devlet görevlileri bir canlıyı böyle apar topar nereye götürür ki?
Daha sonra Dağlı ile arkadaş olduk. Bizim Keje’nin adadaki en iyi arkadaşıydı. Birlikte ada turlarına çıkardık. Bizi yürüyüşe davet etmek için bütün vücudunu gitmemiz gereken yöne doğru atarak “haydi gidelim” demek isterdi. Onu ne zaman görsem, 1920-30’lardaki Alman komünistlerin selamıyla “Redfront” derdim sertçe ve elimi uzatırdım. O da “Redfront” dermiş gibi elini uzatırdı her seferinde. Hayvanlarda yaşam sevinci olmadığını sananlar ne kadar yanılırlar! Kınalıada’nın dağlık bölgesinde, sık çalılardan oluşan makilikte üçümüzün başına gelenleri Benim Kahraman Köpeklerim adlı kitabımda anlatmıştım. Çok onurlu, akıllı, kendini idare etmesini bilen bir köpekti Dağlı. Kimseye yılışmaz ama yabanilik de yapmazdı. Başına gelen olaylardan sonra, sanırım ömrünün son yıllarında insanlara karşı biraz daha ihtiyatlı ve uzak olmaya başladı.
Sophia Loren gibi güzel ve anlamlı gözleri olan Dağlı, önceleri bizim evden çıkmazdı. Yeniden hamile kaldı ve 2011 yılının Aralık’ında, çok soğuk ve yağışlı bir günde doğurdu. Hem de on yavru birden. Bizim apartmanın altındaki yağmur gelmeyen bir duvarın önüne koyduğumuz yorganın üstünde bakmaya başladı yavrularına. Çok iyi bir anneydi. Bir gün kar fırtınası çıktı. Bir de baktık, ne dağlı var ortalıkta, ne de yavrular. Sonradan bulduk yerlerini. Yorganı koyduğumuz yere çok rüzgâr ve kar vuruyordu. Korunmak için daha güvenlikli ve sıcak bir yer yapmıştı yavruları ve kendisi için. Yandaki boş arsaya, çam ağaçlarından birinin altını tünel kazmış ve yavrularını oraya yerleştirmişti; onları orada emzirdi iki ay boyunca.
Bir futbol takımı oluşturacak sayıdaki yavrularının hepsi de yaşadı o zor kış günlerine rağmen. Beşini ilan yoluyla çeşitli yerlere verdik. Dördü ada dışından alındı. Co adlı bir oğlu şu anda adanın aşağılarında yaşıyor ve bakılıyor. Diğer iki kızından Elif bizim evde, Sürmeli ise yarı bizde, yarı evin önünde. Karin arkadaki bahçede, kulübede kalıyor. Marika, iki sokak yukardaki, arkadaşların koruması altında bulunan köpek-kedi havzasında yaşıyor. Leo’ya ise Poyrazlı Köşkün orada, akrabası olan iki köpekle birlikte sokakta bakılıyor.
Dağlı, bizim evden çıkmazdı dedim ya, onu kısırlaştırma görevlilerine teslim ettiğim günden beri eve adımını atmaz oldu. Ceren’e olan sevgisi bile aldığı kararı bozmasına neden olmadı. Galiba insanlarla ilgili yaşadığı hayal kırıklıklarından biriydi bu: “Onlara fazla güvenme.” Bu kadarla kalsa yine iyi. O günden sonra benimle konuşmadı da. Ortak yürüyüşlerde bile uzaktan uzaktan izledi. Elimi değdirecek kadar bile yanına yaklaşmama izin vermedi. Haklıydı, ne diyeyim!
Yaşlanan annelerin çoğu gibi, çeşitli yerlerde bulunan kızlarının yanında kalmaya başladı. Kâh bizim yan bahçede kızı Sürmeli ve eski sevgilisi Dost ile, kâh Kedi-Köpek havzası dediğim yerde, kızı Marika ile birlikte Işıl’ın bahçesinde kalıyordu.
Hastalığının ilk belirtisi benim gözüme çarptı. Bir gün birlikte yaptığımız bir yürüyüşümüzde arka ayaklarının birbirine dolandığını ve yuvarlanacak gibi olduğunu saptadım. Birkaç gün izledik. Yürüyüşünü ve sendeleyişini videoya aldık. Çeşitli tedaviler ve ilaçlar uygulandı. Düzelir gibi oldu, fakat bir süre sonra yürüyemediğini duydum. Onu, hayvan hastanesine gitmek üzere motorla Bostancı tarafına ben bıraktım. Bakım masraflarını hayvan gönüllülerinden Elvan, Jülide, Evren, Empati Derneği üstlenmişti.
Dağlı’yı alacak araba henüz gelmemişti. Bekledik. Dağlı yürüyemiyordu ama çok sakindi. Dahası, ilk kez ayak bastığı şehrin görüntülerini, gelip geçen insan kalabalığını büyük bir ilgiyle izliyordu: “Demek böyle bir dünya da varmış!”
İyileşti, artık yürüyor dendi. Sevindik. Onu hoplaya zıplaya, en azından çocuklarının bir kısmının babası olan Dost karşılamış. Fakat kısa süre sonra kötü haber geldi. Dağlı yine yürüyemiyordu. Arkadaşlar onu yeniden naklettirdi karşıya. Bu sefer Fatoş’la Ersan uğurlamış onu. Çok üzgündüler.
Son bir ayda biri ada dışında olmak üzere dört kedi, bir köpek kaybetmiştik. Bu sabah gelen Dağlı’nın ölüm haberi son bir darbe oldu. Onu bizim evin arkasındaki bahçeye gömdük bugün öğleyin. Burada doğdu, burada doğurdu, burada acı çekti, burada karnını doyurdu, burada neşelendi, burada havladı ve burada gömüldü! Kulağındaki, ömrü boyunca taşıdığı belediye plakası, onun tüm sokak köpekleri adına gururla taşıdığı madalyasıydı aslında.
G.Z
14 Haziran 2017
Gün bey sonuna kadar okudum çok dugulandım kaleminize yüreğinize sağlık
sağolun.