Faşizm Gerçekleşirken…

 

Burjuva demokrasileriyle faşizm arasındaki temel fark parlamentonun varlığı değildir. Evet, parlamento veya buna benzer bir organ (örneğin ABD’de Kongre) burjuva demokrasisinin temel yasama ve yönetim kurumudur ama parlamentolu tek parti rejimleri ve faşizmler de vardır.

Burada kritik nokta, ekonomik iktidarın (yani burjuvazinin doğrudan iktidarının) politik iktidarı mı denetlediği, yoksa politik iktidarın ekonomik iktidarı mı hegemonyası altına aldığıdır. Burjuvazi, politik iktidarı ekonomik iktidarıyla denetliyorsa asla tek bir partinin koşulsuz iktidarına izin vermez. Çünkü kapitalizm esasen krizlerle yaşayan bir sistemdir ve dolayısıyla krizlerin iktidar partisini yıpratması kaçınılmazdır. Burjuvazi, sistemi, yıpranan partinin, yerini yedekte bekleyen muhalefet partisine (ya da partilerine) bırakmasına göre ayarlamıştır. Burjuva demokrasilerinde, parlamentoda mutlak çoğunluğu ele geçiren bir iktidar partisi bile, bu çoğunluğuna dayanarak istediği gibi at koşturamaz. Burjuva demokrasisinin çeşitli kurumları buna izin vermeyecek şekilde düzenlenmiştir. Diyelim ki, iktidar partisinin iktidarı tekeline alma hırsı bu kurumları da işlemez hale getirmiş olsun. O zaman devreye, burjuvazinin ekonomik gücü girer. Burjuvazi, “raydan çıkan” iktidar partisini ekonomik gücü aracılığıyla yola getirir.

Türkiye burjuvazisi, hiçbir zaman politik iktidarı kesin bir şekilde denetleyecek bir ekonomik güce ulaşamadı, bu yüzden Türkiye’nin parlamenter rejimi hiçbir zaman, burjuva demokrasisi seviyesine ulaşamadı. Bu yüzden, kriz anlarında iktidar değişimleri, darbeler yoluyla sağlandı. Ne var ki bugün, siyasi iktidarın orduyu tam olarak denetimi altına almasıyla bu alternatif de ortadan kalkmış bulunuyor. Öte yandan, iktidar partisi, ekonomik iktidar alanında da güçlü dayanaklara sahip. İşte bu durum, Türkiye’de yeni tür bir faşizmin yolunu açmış bulunuyor.

Yani şu: 1. Burjuvazi ekonomik bakımdan, siyasi iktidarı denetleyecek kadar güçlü değil; 2. Siyasi iktidar, parlamentodaki mutlak çoğunluğuyla, iktidarını mutlaklaştıracak güce sahip, muhalefet sadece bir süs durumunda; 3. Ordu tamamen siyasi iktidarın denetimi altına alınmış bulunuyor; 4. Toplumsal muhalefet bir alternatif yaratacak güçte ve potansiyelde gözükmüyor.

O halde parlamentolu tek parti diktatörlüğü gerçekleşmiş demektir. Gerçi, her türlü parlamentolu tek parti diktatörlüğü, faşizm anlamına gelmeyebilir. Bu tür, faşizmi andıran ama doğrudan faşizm denemeyecek Bonapartist rejim örnekleri de vardır.

Bu noktada, AKP’nin parlamentolu tek parti iktidarının, bugün Türkiye’de hızla faşist bir diktatörlüğe yöneldiğini, hatta içinde yaşadığımız sürecin faşizmin gerçekleşmekte olduğuna işaret ettiğini ileri süreceğim.

Bunun göstergeleri nelerdir?

Birincisi, yargı alanındaki uygulamalar faşizmin göstergelerinden biridir. Olağanüstü yetkili mahkemeler ve savcılar esasen polisin denetimi altındadır. Burjuva demokrasisinin önemli kurumlarından olan yargı bağımsızlığı tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bugün polis, kimi isterse, savcılar ve yargıçlar aracılığıyla tutuklatabilme yetkisine sahip bir konuma gelmiştir. Faşist polis devletinin tipik özelliğidir bu. Ek olarak, gizli tanık rezaleti, hukuk denen şeyi tamamen ortadan kaldırmış bulunmaktadır. Son “poşu” yargılanmasında görüldüğü gibi, insanlar gizli tanıkların ifadeleriyle yıllarca hapse mahkûm edilebilmektedir. Hitler faşizminde bile görülmemiş bir rezalettir bu.

İkincisi, AKP iktidarı, parlamentodaki mutlak çoğunluğuna dayanarak her türlü yasal düzenlemeyi rahatlıkla yapabilmektedir. Parlamentoyu denetleyecek “Anayasa Mahkemesi” gibi kurumlar da, AKP’nin düzenlemeleriyle iktidarın denetimi altına alınmış bulunmaktadır. Son olarak hazırlanan belediyeler yasasıyla oluşturulan “Büyük Şehir Belediyeleri” aracılığıyla belediyelerin zaten kısıtlı özerklikleri de tam bir merkeziyetçilikle ortadan kaldırılmaktadır.

Üçüncüsü, Uludere katliamı üzerine Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın son açıklamaları, faşizmin gerçekleşmekte olduğunun en belirgin örneğidir. Açıklamalardan, siyasi iktidarın, silahlı güçlerine, insanların imhası konusunda tam ve sınırsız bir yetki verdiği ayan beyan ortaya çıkmıştır. “Araştırılmaktadır”, “Yargı karar verecektir” lafları tam bir oyalamacadır. Araştırılacak ya da karar verilecek bir şey yoktur. Uludere’deki insanlarımızın, iktidarın yetki verdiği silahlı kuvvetlerin üst düzey görevlilerinin düğmeye basmasıyla imha edildiklerini Başbakan da, İçişleri Bakanı da başından beri bilmekteydi. Kimin düğmeye bastığını da bilmekteydiler ve zaten katliam, onların verdiği yetkiyle işlenmiş bulunmaktadır. İktidar mensupları, suçlarını örtbas etmek için bir “günah keçisi” bulmaya bile zahmet etmemişlerdir. İçişleri Bakanı zaten bunu dünkü beyanatıyla beliğ bir şekilde açıklamış bulunmaktadır: Öldürülenler “PKK’nın işbirlikçisiydi” ve “özür dilenecek bir şey” yoktu.

Dördüncüsü, basın ve söz özgürlüğü tamamen göstermelik hale getirilmiştir. Muhalif gazetecilerin, iktidarın baskısıyla işlerinden atılmalarından, bir akademide ders veren Büşra Ersanlı’nın örgüt üyeliğinden yargılanmasından söz etmiyorum bile. Halihazır “basın özgürlüğü” tamamen göstermeliktir ve bir oyalamacadan ibarettir. İktidarın basın ve medya üzerinde siyasi baskı ya da yasal baskı uygulamasına bile gerek yoktur. Tek başına ekonomik önlemler bile basının ve medyanın sadece “muhalefet ediyormuş gibi” yapmasına yetmektedir. Medya baronları, faşizmin denetimi altına alınmıştır.

Beşincisi, siyasi iktidarın ekonomik iktidarı vergi ve kredi kanallarıyla denetlemesi ileri boyutlara varmıştır. Ufak tefek itirazlarda bulunur gibi görünen TUSİAD, gördüğümüz gibi, son zamanlarda sesini kesmiştir.

Altıncısı, toplumsal muhalefet üzerindeki baskı giderek arttırılmaktadır. Hakları için sokağa dökülen insanları bekleyen, ağır polis barikatları, göz yaşı bombaları ve biber gazıdır. Bu durum, önümüzdeki süreçte daha da ağırlaşacaktır.

Yazıyı bitirirken kişisel bir özeleşti yapmamın da gerekli olduğunu düşünüyorum. 1990’ların ikinci yarısında ve 2000’lerin başlarında, dinsel motiflerle ortaya çıkan ve daha sonra AKP olarak teşekkül eden siyasi akım karşısında gereken uyanıklığı göstermediğimi düşünüyorum. O sıralar kendisi de “vesayet rejimi”nin altında muhalif bir konum sergileyen bu akıma karşı en uyanık tutumu alan, esasen Kemalist ve seküler eğilimlerinden kaynaklanan güdülerle en kararlı mücadeleye veren eğilim, bugün “ulusalcı” olarak adlandırdığımız kesimdi. Bu kesimin devletçi eğilimleriyle mücadele ederken, yükselen AKP’nin ilerde bir faşizmi yürürlüğe koyacağını öngöremediğimi ve ona karşı fazlasıyla hayırhah bir tutum takındığımı, bugün baktığım zaman net bir şekilde görebiliyorum.

Hatanın üstünü örtmenin ya da mazeretler uydurmanın alemi yok. Ayrıca o gün bu tehlikeye karşı kim (hangi güdülerle olursa olsun) dikkat çekmişse, onun hakkını vermek de, devrimci bir sorumluluğun gereğidir.

 

Gün Zileli

24 Mayıs 2012

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

41 Comments

  1. Yani kisaca aslinda Turkiye de burjuvazi demokrattir, elinde biraz daha para olsaydi fasizmi degil demokrasiyi desteklerdi, ama napsin parasi yetmiyor, diyorsun.

    Elinde yeteri kadar parasi yok, derken, bu durumda burjuvazinin biraz daha para kazanip tum ekonomiyi eline gecirmesi icin ugrasmak gerekmez mi? Grev yapmak ucret artisi istemek, is guvenligi talep etmek yaninda kooperatif kurmak komunler halinde yasamak da burjuvazinin kar alanlarini daraltir. o zaman da sendikalara grevlere komunlere karsi cikmak gerekmez mi? Yani fasizme karsi mucadele seysinden,

    Taraf gibi gazeteler sana niye is vermez anlamis degilim. Burjuvaziye senden daha iyi destek yazilarini yazabilen cok az yazar vardir. Senin mesela Halil Berktaydan neyin eksik? Seni Birgun gazetesine muhtac ediyorlar!

  2. “Ahmet ” bey,

    Bir yazı ancak bu kadar kıçından okunabilir. Gün’ü hiç sevmeyebilirsin ama “burjuvazi demokrattır” demiyor bu yazıda.
    Ayrıca, AKP’ye fazlaca prim cerdiği için öz-eleştiri yapıyor.
    El insaf!

  3. siyasi iktidarın ekonomik iktidarı vergi ve kredi kanallarıyla denetlemesi ileri boyutlara varmıştır says:

    Gün Zileli’nin ihanet cümlesi, sosyaliste bak. Akin Evren sen de mi Gün gibi Tüsiadçi oldun? Zaten sizin gibiler sosyalist iseler 74 milyon sosyalizm karsiti olur, sizin solla , sosyalizmle, demokrasiyle, insanlikla uzaktan yakindan ilginiz yok, tüm bu kavramlar için verilen mücadelelerin hedefisiniz.

  4. Ahmet Bey yazıyı okumadan eleştirmişsiniz sanırım.

  5. Yazı açık, AKP’ye karşı yazılan ya da yazarmış gibi yapılan herşey iyi değildir, bu yazıda açıkça Tüsiad kuyrukçuluğu var. Daha ne olsun? Halil Berktay ile paralellik bunu getirdi.

  6. Cagri ve Akin Evren arkadaslara,

    Sizin yaziyi neresinden okudugunuzu bilmiyorum ama ( aslinda biliyorum eer birini tanri derecesinde gozunuzde buyutur ve her dedigini tartismasiz kabul ederseniz, o ne yazarsa yazsin siz gormek istediginizi gorursunuz.) ama Gun de sanirim sizin anlama zorlugunuzun farkinda ve ayni seyi gozunuze sokmak icin tekrar tekrar yazmis.

    “Türkiye burjuvazisi, hiçbir zaman politik iktidarı kesin bir şekilde denetleyecek bir ekonomik güce ulaşamadı, bu yüzden Türkiye’nin parlamenter rejimi hiçbir zaman, burjuva demokrasisi seviyesine ulaşamadı”

    Ama gun belki almazsiniz diye tekrar tekrar bu durumu vurguluyor.

    “Burada kritik nokta, ekonomik iktidarın (yani burjuvazinin doğrudan iktidarının) politik iktidarı mı denetlediği, yoksa politik iktidarın ekonomik iktidarı mı hegemonyası altına aldığıdır. Burjuvazi, politik iktidarı ekonomik iktidarıyla denetliyorsa asla tek bir partinin koşulsuz iktidarına izin vermez.”

    “Türkiye burjuvazisi, hiçbir zaman politik iktidarı kesin bir şekilde denetleyecek bir ekonomik güce ulaşamadı, bu yüzden Türkiye’nin parlamenter rejimi hiçbir zaman, burjuva demokrasisi seviyesine ulaşamadı”

  7. Ahmet bey, burjuvazi diye tutturmuşsunuz. İşçi ve emekçi olmak demokratik olmayı gerektirmiyor. Ülkenin önemli bir çoğunluğunu oluşturan MHP’li, BBP’li, HEPAR’lı emekçilerden bize ne?

  8. Yazıyı yazarken hiç böyle anlaşılacağını düşünmemiştim. Esasen Ahmet gibi, burjuva demokrasisini olumlu bir şey sananları, hayranlık duyanları hesaba katmam gerekirdi. O zaman tekrar vurgulayayım: Ben burjuva demokrasisini arzulanan, hedeflenecek bir şey olarak görmüyorum. Dünyada var olan burjuva demokrasilerinin yıkılıp yerine doğrudan demokrasiyi temel alan komünal toplumların kurulmasının çok iyi olacağını dtüşünüyorum. Türkiye’de de burjuva demokrasisi arzulanan bir şey olmamalıdır. Şimdi oldu mu ahmet kardeşim. Bu durumda burjuvazinin zenginleşmesine, grev falan yaparak ekonomik gücünün sarsılmasına ilişkin söylediklerin tamamen boşa gitmiş oldu. En azından bana atfedilmiş biçimiyle. Ama seni bilmiyorum tabii. Burjuva demokrasisi uğruna böyle şeyler önereceksen hata etmiş olursun:)

  9. Bu yazıya gösterilen tepkiler düşünce içerikli olmaktan çok inanç kaynaklı.İnançlarınızla insanları yargılıyorsunuz.Yazarını okuduktan ve fikirlerini öğrendikten sonra tekrar bu yazıyı okusanız diyorum.

  10. iktidarın büyük ölçüde kurumsallaşmış faşist uygulamalarından hareketle(ki eksiği olabilir bilmediğimiz başka faşist örneklerde olabilir)darbecilerde telef oldu imdat ne yapalım yazısı olmuş.hayatın dışına düştükçe pratik yaşananlardan uzaklaştıkça giderek daha fazla enseyi karartan zileli egemen ideolojinin eski efendilerine mesaj verip rollerini oynamalarını isteyen görüntü veriyor.ne yapsın toplumsal muhalefeti kendi gibi yukardan gazel okuyanları zannedince özgürlükçü toplumsal muhalefetin(sisteme itiraz eden kimlik,sınıf,inanç,cinsiyet,çevre,engelli mağdurlarının)sesinide geldiği yeride göremiyor zileli.epeydir demiştim körle yatınca şaşi kalkmak kaçınılmaz oluyor.parlamentodan sokaklara sistemin ceberrut iktidarlarına mecbur ve mahküm değiliz artık bir SEÇENEĞİMİZ var HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ var diye yükselen sesleri duymamasıda çok normal.yinede zileli gibi yukardan olup biteni takip eden birinin yunanistan örneğindeki gibi özgürlükçü devrimci sol organizasyonun geldiği yeri fark edip HDK nüve tohumunun tuttuğunu görebilmesini bekleyip bu seviyede enseyi karartmamasını beklemek çıtayı fazla yüksek tutmakmı oldu.zilelinin faşist iktidarları yenmeye aklı kesmesede aklı kesenleri görmemeye çalışması ironidir?eski yanlışlarıyla olumlu yüzleşmeler yapabilen zileliden eski hatalarını tekrarı değil iyot gibi açıkta olan toplumsal muhalefet dinamiklerine güvenmeyi beklememiz bizim hatamız olabilirmi?

  11. Egemen siniflar içlerine düstüleri bunalim derinlestikce kendilerini gizleyen maskeleri bir yana atip fasizme gitmekteler, esasen bu onlarin yikilislarini daha da yakinlastirmakta , hergün derinlesen bunalim onlari daha da saldirgan kilmaktave onlarin daha da saldirganlasarak fasist diktatörüge zatan eskiden de gitmis olmakla birlikte daha da açik olarak gitmeleri halklarin sanli mücadelesini daha da siddetlendirmekte, ve daha, daha da yükselen mücadeleler içinde isçi sinifi ve emekçi halkinmücadelesi devrimin sanli bayragini daha da yukseklere kaldirmakta ve bizim için de önemli olmayan burjuva demokrasisinin yerini
    fasizmin almasini yine de vurgulamayi bir görev bilmekle
    beraber geelecek parlaktir, yol aydinliktir, Gün yoldas yolumuzu aydinlatiyor, bizimki bina okuyor, dönüp dönüp yine okuyor, aslinda hiçbir anlami olmayan bu saçmaliklarla 50 yildir binlerce samimi devrimci genci darbecilerin kucagina gönderen fraksiyon liderleri Kadiköy vapurunda jilet, elma soyma aleti, kalem satan isportacilar gibi ayni laflari tekrarlamaktan bikmiyor, isçi sinifimiz proleter devrimci mücadelede, gerek emperyalizmin, gerekse kapitalizmin ve özelllikle her türlü gericiligin alçakça saldirilarini alt ederek revizyonizmin son analizde kapitalizmin bir oyunu oldugu ve ilk analizde de daha baska baska görünümlerde ortaya çikmis olup, Avrupa’nin en birinci ve en yüksek teknolojiye sahip olan anarsist ve komünist ve asil öz hakiki devrimci , proleter ve savasçi ve mücadeleci ve de özverili ve de en son trendlere uygun olarak vicdanli ve en dürüst ve de ve de özelestiri yapmayi bilen liderlerinizi taniyin, onlari sevin, onlarin sevgi, daha fazla sevgi, ihtimam isteklerini karsilayin, ve bu gün sizlere sayin yolcular öyle bir ürün sunmaktayim ki, Hitler rejiminin en azgin Gestapo iskencelerinden kaçarak devrimin kalesi sandigi isçi sinifinin yüce devleti olarak gördügü sayin yolcular Stalin’in ülkesinde alçak diktatörler tarafindan tutuklanip oradan da kaçarak Ispanya Iç Savasindan geçmis,Poum ve diger mücadele örgütleri ve
    de CNT içinde bulunmus olan ve de iste böyle bir
    mücadele, sayin yolcular, iste böyle bir ürün sizlere, bunlari bilerek ve bir kapidan Troçkist girip diger kapidan anarsist çikarak karsiniza gelmis bulunuyorum ve lütfen beni çok hassasiyetle dinlemenizi rica ediyorum abiler, ablalar bu gördügünüz ürün diktatörlüge, kapitalizme, marksizme, Stalinizme, Akepeye, ulusalciliga,
    pek icap etmez ama emperyalizme, arap baharina, sonbaharina, devrime, karsi devrime, bas agrisina, dis agrisina, kadinlarin muayyen zamanlardaki hastaliklarina iyi gelir, var mi isteyen….evet, evet oradan bir abi , buyrun, arkada , var mi isteyen, haydi top atan anarsistin mallari bunlar, aaal, aaal , gel yoldas gel…Gel saflaraaa, gel saflaraaa, parti bayragi altina, Gün Ziiiileli bunu da bilip, yoldaslarina katilsanaaaa…

  12. Anti-faşizm ile Ne Yapabiliriz?

    Tilki çok şey bilir.
    Kirpi ise tek bir şey, ama o da muazzamdır.
    Archilochus

    Faşizm F harfi ile başlayan altı harfli bir sözcüktür. İnsanlar, gerçekliği kısmen saklarken onları kişisel düşüncelerden ya da karar verme zorunluluğundan kurtaran sözcüklerle oynamayı sever. Simge bizim yerimize hareket eder, bize bir bayrak ve bir bahane verir.

    Ve simgenin önüne bir anti- koyduğumuz zaman, bu yalnızca bizi tiksindiren bir şeye karşı çıkma meselesi değildir. Diğer tarafta olduğumuz ve görevimizi yaptığımız için güvende hissederiz. O anti-ye başvurmuş olmak vicdanımızı temizler, bizi iyi korunan ve pek sık ziyaret edilen bir alana kapatır.
    Bu arada olaylar sürer gider. Seneler geçer, güç ilişkileri de öyle. Eski patronların yerini yenileri alır, trajik iktidar tabutu bir elden sonrakine geçirilir. Geçen senenin faşistleri demokratik oyuna ayak uydurmuş, bayraklarını ve gamalı haçlarını birkaç deliye devretmişlerdir. Neden olmasın ki? İktidar adamları böyle davranır. Muhabbet sürer, sürer, siyasi realizm ebedidir. Ama siyasetten pek az anlayan, hatta hiç anlamayan bizler utanç içinde kendi kendimize, bir zamanlar kararlılıkla savaştığımız o kara gömlekli, sopalı faşistlerin ne olup da sahneden kaybolduğunu sormaktayız. Böylece, kafasız tavuklar gibi, hazır bekleyen öfkemizi üzerine salıvereceğimiz yeni bir günah keçisi aramaktayız ve bu arada çevremizdeki her şey gittikçe incelikli, gittikçe yumuşak olmakta ve iktidar diyaloğa girmemiz için bize çağrıda bulunmakta: Ama lütfen öne çıkın, ne diyecekseniz deyin, sorun değil! Unutmayın, demokratik düzende yaşıyoruz; herkesin dilediği her şeyi söyleme hakkı var. Başkaları dinler, katılır ya da katılmaz, sonra çoğunluk oyunu kararlaştırır. Çoğunluk kazanır ve azınlık katılmama hakkı ile yaşamaya devam eder. Her şey taraf tutma diyalektiği içinde kaldığı sürece.

    Faşizm meselesini sözcüklere indirgeyecek olursak, her şeyin yalnızca bir oyun olduğunu itiraf etmek zorunda kalırız. Belki bir düş: Mussolini, dürüst bir adam, büyük bir politikacı. Hatalar yaptı. Ama kim yapmadı ki? Sonra kontrolden çıktı. İhanete uğradı. Hepimiz ihanete uğradık. Faşist mitoloji? Orada bırak! Geçmişin bu tür andaçlarını düşünmenin anlamı yok.

    Hitler, diye anlatıyor Klauss Mann, eski bir siyasi realizm teorisyeni olan Gerhart Hauptmannın zihniyetini istihzayla betimleyerek, son analizde sevgili dostlarım!… nesnel olmaya çalışalım hayır, izin verirseniz ben olayım bir içki daha alır mıydınız? Bu şampanya gerçekten olağanüstü insan Hitler, demek istediğim aslına bakarsanız şampanya da kesinlikle olağanüstü bir evrim Alman gençliği yaklaşık yedi milyon oy Yahudi dostlarıma sık sık söylediğim gibi bu Almanlar inanılmaz bir ulus gerçekten gizemli kozmik itkiler Goethe dinamiğin destanı temel direnilemez eğilimler

    Hayır, küçük görevler düzeyinde değil. Bir kadeh iyi şarap eşliğinde farklılıklar puslanır ve her şey bir görüş meselesine dönüşür. Çünkü ve önemli olan budur, fark yoktur, faşizm ile anti-faşizm arasında yoktur, iktidar isteyenler ile ona karşı mücadele edenler, onu reddedenler arasında vardır. Ama bu farkların temeli hangi seviyede bulunabilir?

    Tarihsel analize başvurarak mı? Sanmıyorum. Tarihçiler iktidarın hizmetindeki en faydalı ahmak kategorisidir. Çok şey bildiklerini sanırlar, ama belgeleri ne kadar hararetle incelerlerse, bildikleri tek şey o kadar şu olur: inkâr edilmez bir biçimde olan bitene dalalet eden belgeler, olayın rasyonelliği içinde tutsak edilmiş bireysel irade. Doğru ile gerçeğin eş değeri. Başka herhangi bir şeyin olası olduğunu düşünmek yalnızca edebi bir eğlencedir. Tarihçi en ufak zekâ pırıltısına sahip olsa, hemen felsefe alanına geçer, kendisini ortak ıstırap ve o tür şeylere boğar. Başarıların hikâyeleri, masal cüceleri ve büyülü şatoları. Bu arada çevremizdeki dünya iktidar sahiplerinin ve iktidarın bir belge ile fırınlanmış patates arasındaki farkı bilemeyen gözden geçirilmiş kitap kültürünün eline geçer. İnsan iradesi özgür olsa, der Tolstoy Savaş ve Barışta, tüm tarih bir dizi tesadüfî olaydan oluşurdu eğer bunun yerine insan eylemlerini düzenleyen tek bir kanun varsa özgür irade var olamaz, çünkü insanın iradesi o kanunlara tabii olmalıdır.

    Gerçek şudur ki, tarihçiler faydalıdır, özellikle de bize teselli unsurları, bahaneler ve psikolojik koltuk değnekleri sağladıkları için. 1871deki Komüncüler ne kadar da cesurdular! Pere Lachaise duvarında cesur adamlar gibi öldüler! Ve okuyucu heyecanlanır ve gerektiğinde, komüncülerin bir sonraki duvarında ölmeye hazırlanır. Sosyal güçlerin bizi kahramanlar gibi ölme durumuna getirmesini beklemek gündelik yaşamda bize yardımcı olur, ta ki bu durum gerçekleşmeden ölümün eşiğine gelene dek. Tarihsel eğilimlerin hepsi o kadar kesin değildir. On yıl aşağı, on yıl yukarı, bu fırsatı kaçırabiliriz ve bir bakarız ellerimiz boş.

    Bir tarihçinin embesilliğini ölçmek istiyorsanız, geçmiş değil, olmakta olanları muhakeme etmesini isteyin. Tam bir zihin açıcı olacaktır!

    Hayır, tarihsel analiz değil. Belki politik ya da politik-felsefi tartışma, son senelerde okumaya alıştığımız türden. Faşizm bir an bir şey, bir sonrakinde bambaşka bir şey. Bu analizleri yapma tekniği birazdan anlatılmaktadır. Hegelci, aynı anda hem iddia etme, hem karşı çıkma mekanizmasını ele alın (silah eleştirisinin bir eleştiri silahı haline gelmesine benzer bir şey) ve o anda aklınıza gelen herhangi bir konuda açık bir doğrulama gibi görünen bir şey çıkarın. Otobüse yetişmek için koştuktan sonra, sürücünün sizi görmesine rağmen durmak yerine hızlandığını farkettiğinizde hissettiğiniz hayal kırıklığına benzer bir duygudur.

    Eh, bu durumda gösterebiliriz ki ve sanırım Adorno yapmıştır bunu, kesin olarak belirsiz bilinçsiz bir kızgınlıktır bir türlü kavrayamadığımız, bizden kaçan bir yaşamın sebep olduğu kızgınlık- ve bu kızgınlık kabarır, sürücüyü öldürmek istememize sebep olur. Hegelci mantığın gizemleri böyledir işte! Böylece, faşizm gittikçe daha az küçük görülebilir olur. Çünkü içimizde hayvani içgüdülerimizin karanlık bir köşesinde gizlenerek nabzımızı hızlandırır. İçimizde, bilmediğimiz bir faşist gizlidir ve işte bu potansiyel faşist adına tüm diğerlerini haklı çıkarırız. Aşırılıkçıları değil elbette! Onca kişi gerçekten öldü mü? Cidden, yanlış anlaşılmış bir adalet fikri adına büyük saygıya layık insanlar Faurissonun saçmalığını dolaşıma çıkardılar. Hayır, bu yola koyulmamak daha iyi.

    Bilgi az bulunurken ve sahip olduğumuz birkaç fikir de fırtınalı bir denizde dans eder görünürken, sözcükler konusunda bizden daha zeki olanlarca icat edilmiş hikâyelere kurban gitmek kolaydır. Böyle bir ihtimalden kaçınmak için Marxistler, başkalarının zincirlerini güzelce programlayabilen kişiler olduklarından (özellikle de güttükleri proleterlerinkini), faşizm eşittir cop olduğunu savundular. Karşı tarafta, Gentile gibi filozoflar bile, irade ile işleyen copun aynı zamanda etik bir yöntem olduğunu, Devlet ile birey arasında gelecekte bir ortak yaşam yarattığını, bireysel eylemin o üstün birlik içinde kolektif hale geldiğini öne sürmüştür. Burada Marksistler ile faşistlerin nasıl aynı ideolojik kökenden geldiğini görürüz ve buna, ardından gelen her tür pratik sonuç ve konsantrasyon kampları da dahildir. Ama devam edelim. Hayır, faşizm yalnızca cop değildir, yalnızca pound, Celine, Mishima ya da Cioran bile değildir. o unsurlardan, bireysel olarak ele alınan biri ya da diğeri değildir, hepsi birdendir. Tüm diğerlerine, hatta zaman zaman Devlete karşı kendi kişisel mücadelesini seçen yalıtılmış bireyin isyanı da değildir ve tüm isyankârlara, hatta huzursuz tiplere karşı duyduğumuz insanı duygudaşlığı bile çekebilir.

    İktidar için, tarih boyunca zaman zaman diktatörlükler altında var olmuş olan kaba faşizm artık pratik bir siyasi proje değildir. Yeni idari güç biçimleri ile birlikte yeni araçlar belirmektedir. Bu yüzden bırakalım da tarihçiler diledikleri kadar geviş getirsinler. Faşizmin, siyasi bir hakaret ya da suçlama olarak bile modası geçmiştir. Bir sözcük iktidar sahibi olanlar tarafından küçük düşürücü olarak kullanılmaya başlandığında, biz ondan faydalanamayız ve bu sözcük ve ilgili kavram bizi tiksindirdiğinden, onu ve diğerini tarihin tüm diğer dehşetleri ile birlikte tavanarasına kaldırıp unutmak daha iyi olacaktır.

    Sözcüğü ve kavramı unutun, ama onun altında gizli olanı değil. Kendimizi eyleme hazır etmek için bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Faşist avına çıkmak bugün hoş bir spor olabilir, ama gerçekliğin daha derin bir analizinden kaçınmaya, gittikçe daha derin bir analizinden kaçınmaya, gittikçe daha karmaşıklaşan ve çözülmesi güçleşen o yoğun güç entrikalarının arkasına bakmaktan kaçınmaya dair bilinçsiz arzuyu temsil ediyor olabilir.

    Antifaşizmi anlayabilirim. Ben de antifaşistim, ama benim sebeplerim, kendilerini bu şekilde tanımlayan geçmişte duyduğum, bugün de duymaya devam ettiğim pek çok kişinin sebepleri ile aynı değildir. Çok kişi için faşizm, yirmi sene önce, İspanya, Portekiz, Yunanistan, Şili, vesairede güç sahibi olduğunda savaşılması gereken bir şeydi. Bu ülkelerde yeni demokratik rejimler başa geçtiği zaman, bunca hararetli muhalifin antifaşizmi kendi kendini söndürdü. İşte o zaman mücadeledeki eski yoldaşlarımın antifaşizminin benimkinden farklı olduğunu fark ettim. Benim için hiçbir şey değişmemişti. Yunanistan, İspanya, Portekiz sömürgelerinde yaptıklarımız demokratik Devlet başa geçtikten ve eski faşizmin geçmiş başarılarını miras aldıktan sonra da sürdürülebilirdi. Ama buna herkes katılmıyordu. Maceralarını, tanıdıkları trajedileri, faşistler tarafından öldürülen onca kişiyi, şiddeti ve başka her şeyi anlatan eski yoldaşları dinlemeyi bilmek gereklidir. Ama demiş yine Tolstoy, tarihi olaylarda rol oynayan birey onların önemini aslında asla anlamaz. Anlamaya çalışırsa verimsiz bir unsur olur. O deneyimleri yaşamayan, dolayısıyla yarım yüzyıl sonra kendilerini bu tür duyguların tutsağı olarak bulmayan kişilerin artık var olması için sebep bulunmayan, aslında arkasına saklanacak basit bir duman perdesinden başka bir şey olmayan açıklamaları ödünç almasını anlamıyorum.

    Ben antifaşistim! diye yüzünüze fırlatıyorlar bir savaş bildirisi gibi, ya sen?

    Bu tür durumlarda düşünmeden verdiğim yanıt hayır, ben antifaşist değilim, çünkü sen, Scelba, Andreotti ve Cossiga gibi mafyöz tipleri hükümete getiren İtalyan demokrasisinin sıcaklığında otururken ben o ülkelerdeki faşistlerle savaşmaya gittim. Ben antifaşist değilim, çünkü ben komedi dizisi faşizminin yerini alan demokrasiye karşı savaşmaya devam ettim. Faşizm gittikçe daha güncel baskılama yöntemleri kullanıyor ve bu yüzden, böyle ifade etmeme izin verirsen, kendinden önceki faşistlerden de faşist. Ben antifaşist değilim, çünkü ben hala bugün iktidarı elinde bulunduranları teşhis etmeye çalışıyorum ve etiketler ve simgelerce gözlerimin bağlanmasına izin vermiyorum, ama bu arada sen Kahrolsun Faşizm! pankartlarının arkasında saklanarak sokaklara çıkmanı haklı göstermek için kendine antifaşist demeye devam ediyorsun. Elbette, direniş zamanında sekiz yaşından büyük olsaydım belki ben de gençlik anılarıma ve eski tutkularıma garkolurdum ve aklım bu kadar başımda olmazdı. Ama sanmıyorum. Çünkü insan gerçekleri dikkatle incelerse, siyasi formasyonların karmaşık ve anonim yığını içinde bile uyum göstermeyenler, onun ötesine geçenler, devam edenler ve ateşkesin çok ötesine taşıyanlar vardı! Mücadele, ölüm kalım mücadelesi yalnızca geçmiş ve bugünün faşistlerine karşı, kara gömleklilere karşı değildir, aynı zamanda ve temel olarak, hoşgörülü, tahammülkar demokrasi kılığına bürünmüş olsa bile, bize zulmeden iktidara ve bunu mümkün kılan tüm destek unsurlarına karşıdır.

    Tamam o zaman, baştan da söyleyebilirdin! diyebilir karşımdaki, sen de antifaşistsin.

    Peki başka nasıl olabilirdi ki? Sen bir anarşistsin, demek ki antifaşistsin! Kılı kırk yararak yorma bizi.

    Ama ben ayrımlar yapmanın faydalı olduğunu düşünüyorum. Ben faşistlerden hiç hoşlanmadım, sonuç olarak bir proje olarak faşizmden de hoşlanmadım. Başka sebeplerden dolayı (ama dikkatle evirilip çevrilirse hepsi aynı çıkan sebepler), demokratik, liberal, cumhuriyetçi, Gaulcü, emekçi, marxist, komünist, sosyalist ya da başka herhangi türden projeleri de hiç sevmedim. Onlara anarşist olmamla değil farklı, dolayısıyla anarşist olmamla karşı çıktım. Öncelikle bireyselliğimle, hayata dair kendi kişisel anlayışımla, başka birininkiyle değil ve dolayısıyla onu yaşamamla, hissetmemle, duygularımla, arayışımla, keşfetmemle, tecrübe etmemle ve aşık olmamla. Bu, bana ait dünyaya ancak bana cazip gelen insanların girmesine izin veriyorum; kalanını nazikçe ya da başka şekillerde uzak tutuyorum.

    Savunmuyorum, saldırıyorum. Ben pasifist değilim ve olaylar güvenlik seviyesinin ötesine gidene kadar beklemiyorum. Yaşam tarzıma karşı potansiyel tehlike oluşturanlara karşı bile harekete geçiyorum ve hayat tarzımın bir parçası da başkalarına ihtiyaç, başkalarını arzulama metafizik varlıklar olarak değil, açıkça tanımlanmış başkaları olarak, benim yaşam ve var olma tarzımla benzerlik taşıyan kişiler olarak ve bu benzerlik durağan, belirlenmiş bir şey değil. Değişen, büyümeye ve genişlemeye devam eden, daha başka insanlar ve fikirler ortaya koyan, bir muazzam ve muhtelif ilişkiler ağı ören bir şey, ama asıl sabitin her zaman, tüm varyasyonları ve evrimi ile benim yaşama ve varlık tarzım olduğu bir şey.

    İnsan alemini her anlamda enine boyuna dolaştım ve henüz bilgi, çeşitlilik, tutku, düş susuzluğumu giderebileceğim bir yer bulamadım. Aşka aşık bir aşığım. Gördüğüm her yerde, muazzam potansiyel beceriksizlik tarafından ezilmesine izin veriyor ve sadakat ve teslimiyet güneşi altında zayıf bir kapasite çiçekleniyor. Ama farklı olana açılan geliştiği, içine işlenmesine izin verme ve diğerinden korkulmadığı, ama insanın kendi sınırlarının ve yeteneklerinin ve dolayısıyla başkalarının sınırlarının ve yeteneklerinin- farkına vardığı noktaya gelinme açıklığı geliştiği sürece benzerlik mümkündür; bağımlı, insani yaklaşımın ötesinde ortak, sürekli bir girişim mümkündür. Bütün bunlardan ne kadar uzaklaşırsak, benzerlikler zayıflar ve sonunda yok olur ve böylece kendimizi dışarıda buluruz, duygularını madalya gibi takanlar, kaslarını gerenler ve büyüleyici görünmek için güçleri yeten her şeyi yapanlar ve bunun ötesinde, gücün damgası, mekanları ve adamları, zorlama canlılık, sahte putperestlik, ısısız ateş, monolog, gevezelik, şamata, kullanılabilir, tartılabilen ve ölçülebilen her şey.

    Benim kaçınmak istediğim bu işte. Benim antifaşizmim bu.

    Alfredo M. Bonanno
    1994

    Çeviri: N. Ç.

  13. Türkiye, tek başına bir gezegen devleti olsaydı… söylenenlere belki itiraz etmek gerekmezdi. Dünyanın günümüzdeki gerçeği, küreselleşme ise, küreselleşme emperyalizmin bu günkü dayatmasının adı ise… yazılanlar boşlukta asılı kalıyor.

    Bu tespitin yanlış olduğu öne sürülüyorsa, o zaman Türkiye’nin küreselleşmedeki yerine, AKP’nin sırtını dayadığı küresel güçlere, hatta emperyalizme ilişkin verilere de (hiç olmazsa, bunların uydurma ya da günümüzde geçerli ve değerli olmayan yargılardan ibaret bulunduğu iddiasına dayanmak gerekir.

    Bu yönüyle, ne yazık ki; bu makaledeki görüşler, boş laftan ibaret görünüyor.

  14. AKP diğer sağ partiler gibi “milli gurur” ile hareket eden, TC yi Osmanlının mirasçısı bir ulus olarak yüceltmenin peşinde olan bir parti olduğunu düşünüyorum. TC yi (Osmanlıyı) yücelten politikaların uygulanmasını sağlamak için tıpkı Osmanlı padişahı gibi karar alan, otoriter bir başbakan-başkan çıkartan bir parti bu. Tebasını tek tek bireyler olarak görmemekle birlikte genel huzur, refah ve asayiş önemsenmekte. Burjuvazi elbette var ancak eski burjuvaların yerini yeni alan yeni bir burjuvazi bu. Beraber yürüdüğü bu yollarda hükümetle arası gayet iyi bir burjuvazi.

    Bu hükümetten, devletten ne çıkar?

    En iyi ihtimalle güçlü, diğer emperyalist devletlerin hesaba kattığı emperyalist bir devlet çıkar.

    En kötü ihtimalle fiziki veya ekonomik savaş sonucu yenilerek sömürgeleşmiş bir devlet çıkar.

    Faşizm girilen bu yolda hükümet için elzem bir anlayış. Sol muhalefet bu kadar zayıf ve dağınıkken tek rakipleri olan ulusalcıları bertaraf etmek yeterliydi.

    Ulusalcılar emperyalist anlayıştaki bu yönetimden farklı olarak antiemperyalist, ekonomik olarak kendisine yeten seküler bir devlet arzuluyorlar.

  15. AKP nin din faktörünü “dindar-muhafazakar” insan olmak anlamnda değil ortadoğuda emperyalist amaçlarına hizmet edecek şekilde siyasi maksatlarla kullandığını düşünüyorum.

  16. ‘Polis Masası’ terimi, 14 no’lu arkadaşı anlatmak için hafif kalıyor artık. Ben ona bundan sonra ‘Engizisyon Masası’ diyeceğim… Duyurulur!

  17. Sen Mehmet Baransu musun, yoksa bütün şakirdler aynı fabrikada mı üretiliyor? Yoksa aynı şubeden misiniz?

  18. “Onlari zamaninda angaje eden istihbarat görevlileri simdi AKP’ye çalismakta, eyvah ki ne eyvah, tüm bu fraksiyon agalarinin kayitlari, teskilatta çekilmis fotolari, konusmalari, eylem raporlari, iliskileri hepsi desifre olacak”. Ellerinde bavullarla yeniden endam-ı arz etme zamanın yani. İtirafçılar da dünden hazır zaten: her cinsten ve boyuttan sol-liberaller…

  19. Amerika yetmişli yıllarda Filipin tipi demokrasi ihraç ederdi, bugün ise Türkiye tipi demokrasi ihraç etmeye başlayacaktır. Ortadoğuda yaşananlar, biraz da buna işaret etmektedir…

  20. eğer, “polisler de senin siteni evleri bilip yerleşirler”se doğru yoldasın demektir. yoksa bu kadar uğraşmazlardı.

  21. Bu siteye yollanan düzeysiz ya da iftira niteliğindeki bütün yorumlar kaldırılmıştır ve bundan sonra da kaldırılacaktır. Bu sitede sadece gerçek anlamda fikir tartışması yapan yorumlara izin verilecektir.

  22. Gün Bey “Devrimi Yeniden Düşünmek” isimli kitabınızı yeni bitirdim.

    Anlamadığım şeyleri şöyle sıralamak isterim. Ki hakikaten anlamakta zorluk çektim.

    *Gerek Marx’ın gerekse Lenin’in ve diğer kimi önderlerin fikirlerinin içinde barınan eksiklikleri tek kelime ile çok iyi analiz etmişsiniz. Bu hususta epey ufkumu açtığınızı itiraf etmek istiyorum. Beyninize sağlık. Aynı zamanda Fikret Başkaya’nın da.

    Lakin kimi konuları öyle bir ele almışsınız ki yani okuduğum kişinin siz olduğunuzu bilmesem yahu kim bu yeni yetme diyeceğim. Özellikle “Aşağıdan Çalışan Giyotin” isimli çalışmanızda Küba devrimini ve Che Guevara’yı öyle bir ele almışsınız ki tek kelime ile şaşırdım kaldım. Yani adamın üzerindeki kahramanlık halesini çekeyim derken herifi tam manasıyla sadist amaçsız bir katile çevirmişsiniz. Yıllarınızı devrimci mücadeleye hasretmiş bir insandan, ki bugün hala anarşizm cemaatine fikir üreten biri olarak böylesine yorumları okumak çok tuhaf. Aynı düşünme yöntemini ele aldığınız her toplumsal olayda dile getirmeniz ve bu olağan üstü koşullarda hümanizm naraları atmanızı hiç anlayamadım. İspanyol iç savaşında anarşistlerin gerçekleştirdiği öldürme olaylarını bile maalesef diyerek sanki siz yapmışsınız gibi okuyucularınızdan özür dilemeniz ise biraz komiğime gitti. Ben olsam şöyle yapardım yakınmalarınız ise şikayetçi olduğunuz masalsı anlatımların hala ne kadar etkisinde olduğunuzun kanıtı gibi. Lafı biraz uzattıysam kusuruma bakmayın. Sizi okumaktan büyük keyif alan birisi olarak yukarıdaki cümleleri kuruyorum.

    Üretici güçler teorisini reddederken (Ki çok haklı sebepleriniz var. Ve işte bu yorumlarınız da gerçek bir fikir insanı olarak karşımıza çıkıyorsunuz) Kapitalizmin üretici güçlerini ilelebet geliştirecekmiş gibi bir iddiayı sanki çaktırmadan beyinlerimize nakşediyorsunuz gibi me geldi. Hani burada biraz tarihin sonu geldi, mücadele falan hak getire herkes evine nasihatları vermenize çok az kalmış.

    Sosyalizmin salt kalkınmacı yönünü teşhir etmeniz on numara. Lakin insanların maddi yaşamlarında ciddi değişimler yaratmadan istediğiniz kadar sosyalizm ilahileri söyleyin kimseyi uzun müddet yanınızda tutamazsınız. Bugün kapitalizmin geldiği noktada veya yarattığı insan tiplemesinde keşfettiğimiz gerçek gün gibi ortada. İnsanlar ekonomik canlılardır. Biraz manevi çok az ülküseldirler. Marx’ın fikirlerinin oluştuğu çağda çalışan insanların içinde bulunduğu sefalati görmek için “İngiltere de İşçi Sınıfının Durumu” isimli eseri baştan okumamıza gerek yok sanırım. Böyle bir ortamda kalkınmanın ön planda olmasından daha normal ne olabilir acaba? Ki sosyalizmin kalkınma söylemine sahip çıkmasında ne gibi kötülükler var? Bu husustaki eleştirilerinize katılıyorum. Amma buradan hareket ederek toptan kalkınma yöntemlerini terk etmek şahsıma çok mantıklı gelmedi.

    Üretici güçler mevzuna geri dönersek marx’ın toplumsal bir dönüşümün nedenleri olarak ele aldığı bu konuyu (Ki ilkel toplumdan feodalizme oradan buralara gelmemizi başka nasıl açıklayabiliriz?) 19. ve 20. yy bütün devrimlerine mal etmeniz ve bu ülkelerde sanıldığı gibi üretici güçlere bağlı olmadan devrimlere yol açtığı teziniz siyasi devrimleri açıklar yalnız kanımca toplumsal devrimleri açıklamaz. Bu devrimlerin hepsi kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada gerçekleşen devrimler olarak tarihteki yerlerini koruyorlar. Yani Marx’ın tarif etti üretici güçlerin gelişimi yorumu hala ucu açık bir şekilde karşımızda duruyor.

    Şimdilik bu kadar diyorum ve yeni çalışmalarınızda başarılar diliyorum sağlıcakla kalın.

  23. Gülbahar arkadaşım, eleştirilerin için teşekkürler. izin verirsen bir miktar yanlış anlaşıldığımı söylemek istiyorum. Ya da ben iyi anlatamamış olabilirim.
    Che Guevara’yı karalamak diye bir niyetim yoktu. Tam tersine, bir devrimci olarak kendisine büyük saygım vardır. Ne var ki, geçmişin deneylerini eleştirmekte net ve hatta keskin olmakta fayda var. Bugün sol çok savunmacı ve muhafazakâr bir konumda ve ne yazık ki, hatalardan ders çıkarmak yönünde bir eğilimi yok. Tersine, geçmiş efsanelere sırt dayayarak kısa vadeli güç toplama, gençleri bu yolla etkileme yolunu seçtikleri ortada. O zaman birilerinin bu durumu tersine çevirmek üzere kolları sıvaması ve lafını esirgememesi kaçınılmaz oluyor. Ben gereğinde Che Guevara’yı savundum da. Lüfen bu sitede bulunan, Emre Aköz’e karşı yazdığım “Hakem, Faul Var” yazısına bakınız: http://www.gunzileli.com/2011/03/15/hakem-faul-var/

    Kapitalizmle ilgili hiç de öyle bir düşüncem yok. Kafalarımızdaki paradigmayı değiştirmemiz gerekiyor. Kapitalizm üretici güçleri ne kadar hızlı geliştirirse o kadar hızlı yıkıma gidecektir. Bu yüzden şimdi mücadelenin tam zamanıdır. Çünkü kapitalizm yıkıldığında hazırlıksız olmamız halinde bir barbarlık durumuyla da karşı karşıya kalabiliriz. Bu yüzden, Costariadis’in, “Ya sosyalizm ya da barbarlık” sloganını anlamlı bulurum.

    İnsanlar ekonomik canlılardır kısaltmanızda biraz insanlar kapitalist tüketimin hayranıdır gibi bir anlam çıkıyor ama bu yanlış. Bakın bugün batıda artık tüketim çılgınlığının da korkunç bir bıkkınlık yarattığını görmek gerekir. Maddi koşullar derken ne anlıyoruz. Herkese rahat bir konut, herkese iyi beslenme, herkese iyi kültürel koşullar… Bunlar sağlandığı zaman insanların .büyük çoğunluğunun tüketim çılgınlığı peşinde koşacağını sanmıyorum. Bu çılgınlığı yaratan kapitalist piyasa mekanizmalarıdır. insanlar tüketim için kredi borçlarına mahkum olmaktan çok mu memnunlar sanki.

    Toplumsal devrim mevzuu… Bana kalırsa bugüne kadarki bütün devrimler, çok az toplumsal değişim şansı yaratabilmiş vce politik aşamada takılıp kalmış ya da gaspedilmiş devrimlerdir.

  24. İleri demokrasinin cezaevlerinde yatacak yer kalmadı!

    28 Mayıs 2012

    2000 yılında 40 bin olan tutuklu ve hükümlü sayısı AKP’nin 10 yıllık iktidarında 132 bini geçti. Cezaevleri kapasitesini aşan tutuklu ve hükümlü sayısı dolayısıyla 8 bin 76 kişi “kapasite fazlası” olarak kayıtlara geçti.

    Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı verilere göre, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı son 10 yılda üç katına çıkarak 132 bin 369’a ulaştı. 8 bin 76 kişinin “kapasite fazlası” olduğu cezaevlerindeki çocuk sayısı ise 2 bin 281’i buldu.

    10 yılda doluluk oranı yüzde 200 arttı
    Cumhuriyet gazetesinden İlhan Taşcı’nın haberine göre, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in gazetecilerle “imaj düzeltme” gezisi düzenlediği cezaevlerinde bulunan 8 bin 76 kişinin “yatacak” yerinin bile olmadığı anlaşıldı.

    Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı istatistiki raporda, son dönemde çocuk tutuklu ve hükümlülere yönelik cinsel taciz ile tecrit suçlamalarıyla gündeme gelen cezaevlerindeki yaşamın sayısal boyutu mercek altına alındı. Cezaevlerinde bulunanlar, 125 bin 270 erkek, 4 bin 818 kadın ve 2 bin 281 çocuk olmak üzere 132 bin 369’a ulaştı. Kamuoyunda “Rahşan affı” olarak bilinen düzenlemeyle 1999 yılı itibarıyla 70 bin kişilik kapasitesi dolan cezaevlerinin nüfusu 40 bine kadar düşmüştü. Ancak aradan geçen 10 yıl içerisinde cezaevlerindeki doluluk oranının yüzde 200 arttığı ortaya çıktı.

    30 günde 1752 kişi içeriye girdi
    Suç grupları yönünden cezaevindeki tutuklu ve hükümlülere bakıldığında, adli suçlardan 47 bin 487 kişi tutuklu, 72 bin 22 kişi de hükümlü olarak cezaevinde bulunuyor. 5 bin 124 kişi “terör” suçlamasıyla tutuklu bulunurken 3 bin 846 kişi de hükümlü olarak cezaevinde yatıyor.

    Çıkar amaçlı suç örgütü mensubu suçlamasıyla bin 672 kişinin tutuklu bulunduğu cezaevlerinde, 522 kişi de hükümlü olarak cezasını çekiyor. 499’u tutuklu, 1197’si de hükümlü olanlar ise kayıtlara “suç grubu bilinmeyenler” olarak geçti. Hükümlülerden toplam 16 bin 325 kişinin infazı açık cezaevlerinde yapılırken 116 bin 44 kişi ise kapalı cezaevlerinde kalıyor.

    Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün rakamlarına göre, geçen yıla göre cezaevindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 8 bin 453, yalnızca son bir ay içerisinde ise 1752 kişi arttı.

    Kapasite fazlası olan 8 bin 76 kişi var
    Tüm ceza infaz kurumlarında “kapasite fazlası” ise resmi kayıtlara 8 bin 76 olarak geçti. Açık ceza infaz kurumlarındaki kapasite fazlasının 1007, kapalı ceza infaz kurumlarındaki fazlanın ise 7 bin 69 olduğu kayıtlara geçti. Buna göre, tutuklu ve hükümlülerden 8 bin 76’sı cezaevlerinin kapasitesi dışında cezaevinde bulunuyor.

    Cezaevlerinde şubat ayına göre tutuklu sayısında 374 azalma, hükmen tutuklu sayısında 100 azalma olurken hükümlü sayısında 2 bin 226 artış yaşandı.

    (soL Haber)

  25. gün bey

    (Karanlıkta Fısıldaşanlar Stalin Rusya’sında Özel Yaşam. yky yayınları) isimli kitabı okuduysanız bizim için yorumlayabilir misiniz?

    iyi akşamlar.

  26. Evren
    Gun Buyuk bir ihtimalle bu tur kitaplari sever, cunki bunlar genelde yalan yazar. Karanlkta fisildasanlar anti sosyalist bazi kimselerin ya da onlarin akrabalarinin anilaridir ama Yazarin Kitabi Orlando Figes onlarin anlattiklarini bile carpitmis bu yuzden Rusya daki yayinevi bu kitabi basmayi reddetti. O kadar kotu idi ki kendisi de bir anti komunist olan ve bazi ABD baskanlarinin danismani olan Stephen Cohen ( Kendisi Bukharin in biyografisini yazmakla unludur, aslinda kendisi de bir cok yalani yazar ama demek ki Figes daha buyuk yalanci) Figes”i bir kac gun once karanlikta fisildasanlar kitabinda anilari carpitmakla sucladi. Orlando Figes ise gosterilen deliller karsisinda bunlari kabul etti ama sadece hata ve ceviri farki diye ekleyerek. Orlando Figes sovyet tarihi uzerine desinformasyon yapan bir dizi yalanci arastirmacidan birisidir.

    http://www.guardian.co.uk/books/2012/may/23/orlando-figes-translation-russia

  27. Evren arkadaşım, Orlando Figes’in Karanlıkta Fısıldaşanlar kitabını okudum. Çok güzel bir kitap. Stalin’in, “Kulak”ların tasfiyesi adı altında Rus köylülüğünü nasıl yok ettiğini, köle emeğinin kurbanı haline getindiğini; ayrıca 1930’larda halk üzerinde uygulanan korkunç diktatörlüğü, kişisel tanıklıklara ve anlatımlara dayanarak çok güzel ortaya koymaktadır. Kısaca söyleyebileceğim bu. ayrıca bu kitaptan yakınlardaki bir yazımda (Köylüler ve Yahudiler) söz ettim. Bu siteden bulabilirsiniz.

  28. Cunku mahkemeye devrimcileri suclayan bir MIT Raporunu delil olarak sundu ve bunu saklayacagini saniyor

  29. hakaret dolayısıyla kaldırılmıştır. Aynı mesaj hakaret ifade eden sözcük çıkartılarak yollanmalıdır.

  30. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, kürtaj tartışmalarının AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısında gündeme geldiği ve bir karar alındığı yönündeki iddiaların asılsız olduğunu bildirdi

    Çelik, yaptığı yazılı açıklamada, bugün bazı basın yayın organlarında, MYK toplantısı sırasında MYK’nın 17 erkek üyesinin kürtajı tartıştığı ve bu konuda bir karara vardıkları yönünde haberler yer aldığını hatırlattı.

    Çelik, açıklamasında, ”Bu konunun AK Parti MYK’sında müzakere edilip karar verilmesi bir yana, bu konu AK Parti MYK’sında gündeme bile gelmemiştir. Hal böyle olunca bazı basın yayın organlarında konuyla ilgili olarak yer verilen iddialar, tamamen asılsız ve mesnetsizdir. Bu konudaki haberler tümüyle yalandır” ifadesini kullandı.

  31. Hopa’nın 1. yılında yeni soruşturma
    30 Mayıs 2012

    Metin Lokumcu’nun Hopa’da katledilmesi üzerine Ankara’da gerçekleşen eylemle ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yeni bir soruşturma başlattı. Dosyada Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, dönemin KESK Genel Başkanı Döndü Taka Çınar ile KESK’in, KESK’e bağlı sendikaların ve Halkevleri’nin yöneticileri de bulunuyor

    AKP’nin Hopa hesabı, aradan geçen bir seneye karşın genişleyerek sürüyor. 31 Mayıs 2011’de Metin Lokumcu’nun Hopa’da polis saldırısı sonucu katledilmesini protesto etmek için Ankara’da AKP İl Başkanlığı’na yürüyen ve polis saldırısına maruz kalanlar hakkında yeni bir soruşturma başlatıldı. Ankara Emniyeti’nin eyleme katılan 50 kişi hakkında 20 Mart 2012 tarihli ek soruşturma yazısı üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 2012/825 numarasıyla yeni bir soruşturma yürütme kararı aldı.

    Dava toplumsal muhalefete
    Soruşturma dosyasında yer alan emniyet fezlekesi ile 50 kişinin “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” ettiği iddia edildi. Hakkında soruşturma başlatılanlar arasında toplumsal muhalefet bileşenlerinin yöneticileri ile Ankara Hopa davasının avukatları da yer aldı.

    Dosyadaki isimler şöyle: Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, dönemin KESK Genel Başkanı Döndü Taka Çınar, KESK MYK Üyesi Baki Çınar, SES MYK üyesi Aslıhan Han Öden, SES Ankara Şube Başkanı İbrahim Kara, dönemin KESK MYK üyesi Akman Şimşek, Eğitim-Sen Ankara 1 Nolu Şube Başkanı Doğan Kaya, Eğitim-Sen Ankara 5 Nolu Şube Başkanı Haydar Karayünlü, Eğitim-Sen Ankara 1 Nolu Şube Yöneticisi Olgun Eroğlu, Halkevleri MYK üyesi Serhad Savaş, Halkevleri GYK üyesi Nuri Günay, Candaş Türkyılmaz, Serkant Acar, Davut Kanmaz, Sıla Uzunpınar, Hamdi Can, Yener Çıracı, Ferhat Yaşar Arıkan, Egemen Budak, Özlem Dönmez, Neslihan Uyanık, Nihal Çarıkcı, Mustafa Eberliköse, Erkan Sümer, Nazım Alkaya, Özgür Bozdoğan, Ali Gölpunar, Mevlüt Çakmak, Haydar Tufan Taştan, Caner Çoban, Can Deliduman, Hüseyin Gevher, Hasan Basri Ekici, Özgüç Yalçın, Rıza Yalçın Koçak, Göze Altunöz, Yusuf Bahtiyar Özkan, Çeknaz Danışman, Mahmut Konuk, Baran Ayaz, Volkan Sevinç, Hakan Yılmaz, Cemil Cahit Selimoğlu, Leyla Can, Semih Turhan, İzzet Can Asarkaya, Mertcan Titiz, Av. Sevinç Hocaoğulları, Av. Çiğdem Tan ve Av. Deniz Özbilgin.

    İşkence yapana değil, görene dava
    Kamuoyunda bilinen adıyla “Ankara Hopa davası”nda iki farklı dava süreci var. İlk davada 23’ü 6 ay tutuklu kalmış olan 37 kişi, ikinci davada ise 48 kişi yargılanıyor. Soruşturmanın sonucunda dava açılması halinde Ankara Hopa olaylarından yargılananların sayısı 135’i bulacak.

    Hopa protestosunda yaklaşık bin kişiye biber gazlarıyla saldıran, gözaltına alınan onlarca kişiye işkence yapan ve Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın kalça kemiğinin kırılmasına sebep olan polisler hakkında ise aradan geçen bir seneye karşın herhangi bir işlem yapılmaması dikkat çekici.

    Sendika.Org

  32. Rejimin niteliği konusundaki tartışmalara, Foti Benlisoy’dan iki katkı yazısı. Mutlaka okunmalı:
    http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=46180
    http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=46204

  33. Gecikmeli de olsa ekleyeyim:
    http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=46439

Comments are closed.