Hukuk ve Adalet!

Hukukla adaletin aynı şey olduğu konusunda yaygın bir yanlış kanı vardır. Oysa adalet canlıların, bireylerin bilinci ve vicdanıyla, hukuk ise devletlerin ve iktidarların çıkarlarıyla belirlenir. Bu yüzden de bu ikisi, bırakın aynı şey olmayı, birbirinin tam zıddıdır.

Tarih boyunca devletlerin ya da iktidardakilerin, kendi hukuklarına dayanarak (son zamanlarda hukukla kanun arasında yapılan ayrıma da inanmadığımı belirteyim) yürüttükleri soruşturmalar, açtıkları davalar, yaptıkları yargılamalar ve verdikleri kararlar, sonuç olarak iktidarların istekleri doğrultusunda imal edilmişlerdir. Yargılanan mağdurlara karşı ileri sürülen iddialardan bazıları gerçeklere tekabül etse bile yargılamaların adil olduğu ileri sürülemez. Çünkü siyasette adalet değil, güç geçerlidir. Bugünkü iktidara göre “suçlu” olabilirsiniz ama yarın iktidara geldiğinizde kahraman olacaksınız ve sizi yargılayanlar “suçlu” konumuna düşecek. İktidarın ve onun ayrılmaz bir parçası olan hukukun göreceliğinin değişmez yasası budur.

XIV. Lui’nin yargılanması sırasında kendisine yöneltilen suçlamaların gerçeklikte hiçbir hükmü yoktu. İktidar sahipleri kralın kafasını uçurmaya karar vermişlerdi ve hukuk da bunun gereğini yapmıştı. Daha sonra, Jakoben diktatörlüğün, Hebertistleri, Danton’u vb. asarken ileri sürdükleri hukuksal kanıtlar da bir hiçten ibaretti. Andrzej Wajda’nın Danton filminde çizilen savcı tipi, gerçeğin sanatsal ve özlü bir ifadesidir. Tüylü şapkasıyla ortalıklarda “adaletin” tecessüm etmiş hali olarak dolaşan savcı, aslında sadece kendisine iktidardan verilen emirleri yerine getirmekteydi. Emir başka türlü verilseydi savcı ve hukuku ona göre işleyecekti.

1960’lı yıllarda bizi yakalayan polisler, nezaretteki sohbetlerimiz sırasında şöyle derlerdi: “Biz emir kuluyuz. Siz iktidara gelin size hizmet edelim. Şunu yakala deyin onu yakalayalım.” Doğruydu söyledikleri. Buna hukuku, savcıları, hatta yargıçları da katmak o kadar yanlış olmayacaktır. Üstelik dünyanın her yerinde temelde böyledir bu.

1917’de iktidara gelen Bolşeviklerin hukuku da önceki ve sonraki örneklerden farklı değildi. Polis, o an Parti’nin başındaki kliğin aleyhinde olduğunu düşündüğü parti içi ve dışı muhalifleri topluyor, bilinen polisiye yöntemlerle sorguluyor, böylece ortaya bir “suç” çıkarıyor, sonra da “suçlu”lar rejimin hukukuna göre yargılanıp yığınlar halinde ölüme gönderiliyordu. Ne yani, Sovyet rejiminin de kendine göre bir hukuku yok muydu? Birçok insan yargılanmadan, daha Çeka, GPU ve NKVD zindanlarındayken katledilmişlerdi ama birçoğu da itiraflarda bulunmak zorunda bırakıldıkları mahkemelerde yargılanıp rejimin hukukuna uygun olarak ölüme gönderilmişlerdi.

Şeyh Sait ve arkadaşlarının, Seyit Rıza ve yoldaşlarının, İzmir suikastı sanıklarının hakkında ölüm kararı veren İstiklal Mahkemeleri de tek parti rejiminin hukukuna göre hareket ediyordu. Bu hukuka göre, rejime şu veya bu şekilde muhalefet edenler “suç”luydular ve icaplarına bakılmalıydı. Onların rejimin muhalifi olmaları idam edilmeleri için yeterli delili oluşturuyordu zaten. Kanıtlanacak fazla bir şey yoktu.

Adnan Menderes suçlu muydu? Ne yapmıştı Adnan Menderes? Tüm hükümet başkanları gibi baskı tedbirleri uygulamış, bu yönde emirler vermişti. Eğer Adnan Menderes suçluysa, aşağı yukarı dünyadaki tüm devlet ve hükümet başkanlarının şu ya da bu ölçüde suçlu olduğunu saptamak gerekirdi. Ama sorun bu değildi. Silahlı baskı aygıtlarının başına geçenler, kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için, devirdikleri hükümeti suçlu ilân etmek zorundaydılar. Hukukları da bunun hizmetindeydi.

Ya Deniz Gezmiş ve arkadaşları? Ali Elverdi mahkemesi, o günün 12 Mart hukukuna göre hareket etmiş ve Deniz’lerle birlikte, insanların vicdanında yaşayan adalet duygusu da idam sehpasına yollanmıştı. Artık 12 Eylül hukuku konusunda bir şey söylemeye bile gerek yok.

Bugün de hükümetin savcıları bir takım soruşturmalar yürütüyor, yargıçlar hukuka göre kararlar veriyorlar. Bu hukuk, elbette iktidardakilerin çıkarlarına uygun olarak davranacak ve hükümetin hedef gösterdiklerinin üzerine yürüyecektir. Ben şahsen devlet ve hükümet mekanizmaları aracılığıyla yapılacak hiçbir hukuki işlemin, “tarafsız”, “objektif” ya da adil olacağına inanmam. Şu anda bir taraf, rakibi gördüğü tarafın üzerine yürümektedir devletin hukukunu kullanarak. Yarın koşullar değişsin, diğer taraf aynı hukuku kullanarak şimdi iktidarda olanların üzerine yürüyecektir.

Bu güncel hukuksal tepişmenin dışında büyük çoğunluk. Ama ne yazık ki, sadece bu çoğunluğun azınlığı devlet ve hükümet operasyonlarına uzaktan ve inanmazlıkla bakar.

İşin gerçeği şu: İnsanlığın ufkunda gerçek adalet, devlet hukuku battığı zaman doğacaktır. Ama insanlık hukukun karanlığını uzunca bir dönem yaşamak zorunda galiba.

Burjuvazinin, tek tek burjuva bireyleri kendi devleti karşısında güvenceye almak için geliştirdiği insan hakları hukuku ise, devlet hukukundan bir ölçüde farklılıklar taşımaktadır ama sanırım bu başka bir yazının konusudur.

Gün Zileli
26 Mart 2008

Hakkında Gün Zileli

Okunası

İran-Türkiye “Fay Hattı”

Artıgerçek Sarsıntılı toplumsal gelişme ve değişimlerle yeryüzündeki sarsıntılı değişimler arasında bir benzerlik olduğu düşünülebilir. İkisi …