Yeni Baştan Düşünmek…
Toplumsal mücadele çeşitli toplumsal güçlerin akla hayale gelmeyecek hileler ve gizli taktikler uyguladığı karmakarışık bir süreçtir aynı zamanda. Özellikle toplumsal mücadelenin ve iktidar çekişmelerinin had safhaya ulaşıp içinden çıkılmaz bir kördüğüme dönüştüğü zamanlarda bu hile ve gizli taktiklerin arka planını ve mantığını anlamak iyice güçleşir.
2015 yılı, Türkiye açısından böyle karmaşık bir yıldı. Kimin neyi ne için yapmak istediğini çözümlemek iyice zorlaşmış bulunuyor. Bu yüzden, olup bitenleri anlamak için tekrar tekrar geriye dönüp, filmi yeniden seyretmekte ve ilk seyredişte göze çarpmayan ayrıntıları tespit etmeye çalışmakta fayda var.
2013 yılı, toplumsal mücadele açısından iyi, AKP diktatörlüğü açısından kötü bir yıldı. AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan, bundan iki yıl önce bilinen nedenlerle çok zor duruma düşmüştü. İktidar olanaklarından yararlanarak bu zor durumdan kurtulmayı başardı, hatta karşı saldırıya geçti. Toplumsal muhalefet bu saldırı karşısında gerilemedi, ancak daha ileri hamleler de gerçekleştiremedi.
Farklı bileşenlerden oluşan iki güç arasındaki güç dengesi, 2015 yılının Haziran ayında yapılacak seçimlerin sonuçları üzerine odaklandı. Toplumsal muhalefet, AKP’ye bir seçim mağlubiyeti yaşatmayı, AKP diktatörlüğü ise seçimlerden yine iktidar partisi olarak çıkıp Tayyip Erdoğan’ın en önemli hedefi haline gelmiş olan Başkanlık sistemine yürümeyi planlıyordu.
Tayyip Erdoğan, seçim başarısını iki ana nokta üzerinden planlamıştı: 1. Kürt meselesinde, barış sürecinin ilerlemesiyle güney doğuda Kürt oylarını kazanmak; 2. Barış sürecini, Kürt hareketine taviz veriyormuş gibi bir görüntüden kurtararak yürütmek, hatta gerekirse bu amaçla Kürt hareketini bir ölçüde hırpalamak, böylece Anadolu’daki muhafazakâr-milliyetçi oyları elden kaçırmamak.
Bu, son derece nazik, hassas dengeli bir politikaydı. Terazinin kefelerini dengede tutmak son derece güçtü. Hem Kürt kamuoyuna hoş görünmek, hem de Kürtlere taviz vermemek, hatta Kürt hareketini adım adım geriletmek gerekiyordu.
Bu denge politikasının zirve noktası Dolmabahçe mutabakatıydı. Dolmabahçe mutabakatıyla barış sürecinde önemli bir adım atılmış gibi görünüyordu. Ne var ki, bu türlü uzlaşma görüntüleri, aynı zamanda bir savaşın başlangıç noktası da olabilir. Nitekim öyle oldu. Dolmabahçe mutabakatına onay veren Tayyip Erdoğan, çok kısa sürede böyle bir anlaşma görüntüsünün Anadolu sağcılığının oy depolarında kayba yol açacağını gördü ve süreci en azından seçimlere kadar kitleme eğilimine girdi. Erdoğan’ın süreci kitleme eğilimini gören, Kürt hareketinin siyasi temsilcisi konumundaki HDP, AKP’ye karşı net bir mevzilenme içine girdi; buna ek olarak, HDP, seçimlerdeki başarısının veya barajı aşmasının, Türkiye’nin toplumsal muhalefetiyle aynı cephede yer almaktan geçtiğini gördü ve Selahattin Demirtaş, Kürt siyasi hareketi içindeki, ne olursa olsun AKP iktidarıyla iş görmekten yana olan kanada rağmen, tarihe geçen “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganını yükseltti. Kürt siyasi hareketinin kendisine cepheden tavır aldığını gören Tayyip Erdoğan, can havliyle masayı devirdi. AKP’nin hassas denge politikası başarısızlığa uğramıştı.
Buna karşılık, HDP’nin, AKP diktatörlüğüne karşı mevzilenme ve toplumsal muhalefet blokuyla birleşme, hatta bu blok içindeki en örgütlü bileşen olarak ona önderlik etme çizgisi başarıya ulaştı, 7 Haziran seçimlerinde yüzde on üç oy alarak 80 milletvekiliyle meclise girdi ve daha önemlisi, bu sonuç, AKP’nin 13 yıllık tek başına iktidarına son verdi.
Kürt hareketinin silahlı kanadı Kandil (Öcalan’ı da Kandil’le birlikte düşünmek gerekir) ve HDP içinde, Barzani’ye, dolayısıyla Tayyip Erdoğan’a yakın kanat (Leyla Zana, Sırrı Sakık vb.) bu gelişmeden memnun olmamıştı. Kürt hareketi içindeki bu iki kesim, barış süreci paradigmasını ne olursa olsun AKP iktidarıyla müzakere üzerine kurmuştu. Fakat bu iki kesim arasında da bazı farklılıklar vardı.
Barzanici kanattan farklı olarak Kandil, bir yandan HDP’nin siyasi başarısından yanaydı, öte yandan AKP’nin tek başına iktidarının devam etmesini istiyordu. Fakat nasıl bir koltuğa iki karpuz sığmazsa, bu iki politikanın birbiriyle bağdaşması mümkün değildi. Diğer yandan Kandil, Tayyip Erdoğan’ın seçimden önce içine girdiği müzakere masasını devirme tutumundan son derece rahatsızdı. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, seçim sonrasında silahlı mücadeleyi yeniden devreye sokarak AKP iktidarını yeniden müzakere masasına oturtmayı planlıyordu. Nitekim seçimlerden hemen önce bu planını açıkladı da. Kandil, hem HDP başarılı olsun, Kürtleri mecliste temsil etsin istiyordu, hem de AKP’nin tek başına iktidar olacağını umuyordu. Fakat HDP’nin başarısı demek AKP’nin tek başına iktidarının sonu demekti. Kandil’in hesapları açısından gerçekten güç bir durumdu.
7 Haziran seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidarının sona ermesi, hem Tayyip Erdoğan açısından ölümcül bir tehlike oluşturmuştu, hem de Kandil açısından müşkül bir durum yaratmıştı. Tayyip’in neden ölümcül bir tehlike içine düştüğünü açıklamaya gerek yok. Fakat Kandil’in içine düştüğü güç durum biraz açıklamaya ihtiyaç gösteriyor. Kandil müşkül bir duruma düşmüştü, çünkü, birincisi, müzakere süreci için yıllardır alıştığı muhatabını kaybetmişti; ikincisi, HDP’nin başarısı, Kandil’in (ve tabii Öcalan’ın) Kürt hareketinin esas temsilcisi konumunu tehlikeye sokmuştu.
Bu durumda Kandil, her ne pahasına olursa olsun tehlikeli bir oyuna girdi. Hem AKP’nin iktidarını kaybettiği bu zaaf anında silahlı mücadeleyi yükselterek geleceğin iktidarına (bu iktidar kim olursa olsun), “ben buradayım, benimle müzakere masasına oturmak zorundasın” diyecek, hem de Kürt hareketinin esas temsilcisinin HDP değil, PKK olduğunu gösterecekti.
Bu politika Tayyip Erdoğan’ın son derece işine yaradı elbette. Çünkü o da, seçimleri yenileme siyaseti izleyerek tam da böyle bir savaş siyasetini yürürlüğe koymayı düşünmüştü. Onun hesabı da, savaş yoluyla, kendisinden HDP’ye kaymış Kürt seçmenini korkutarak yeniden kendi saflarına çekmek ve keza aynı savaş siyasetiyle, MHP’ye kaptırdığı Anadolu’daki sağcı muhafazakâr oyları geri almaktı. Nitekim bu siyaset tuttu ve AKP 1 Kasım yenilenen seçimleriyle yeniden tek başına iktidar oldu.
Kandil’in, AKP’nin iktidarı yeniden tek başına almasına yarayan savaş siyasetini AKP ile doğrudan anlaşarak yürütüp yürütmediğini bilmiyoruz. Fakat Öcalan’ın bu süreçte mutlak bir tecrite alınması oldukça kuşku çekici. Anlaşmalı veya anlaşmasız, bu savaş siyasetinin sadece seçimlere yönelik olmadığı, 1 Kasım’dan sonraki süreçte net bir şekilde görüldü. Ben şahsen, bu savaş siyasetinin sadece seçime yönelik ayarlandığı düşüncesindeydim, yanıldığımı elbette kabul ediyorum.
Seçimden sonra Kandil, şu mantıksız ve hem şehir güçlerini hem de halkı eşitsiz bir savaşa süren ve ateşe atan (kendi gerilla güçlerini ise hiçbir şekilde savaşa sokmayan) hendek savaşı siyasetini hâlâ neden kör gözüm parmağına sürdürmektedir? Körcesine bir “yıkılmadık, ayaktayız” siyasetiyle izah edilebilir mi bu? Hiç sanmıyorum.
Kandil, bu savaşla birkaç şey amaçlıyor. Birincisi, HDP’nin 7 Haziran’dan önce başarıyla uyguladığı, Türkiye’deki toplumsal muhalefetle birleşme çizgisini geçersiz hale getirmek, etkisini kırmak ve yeniden kendine tabi hale getirmek; ikincisi, AKP iktidarını yeniden müzakere masasına oturmaya zorlamak; üçüncüsü, Kürt halkının görüşülecek tek temsilcisinin kendisi olduğunu göstermek.
Peki, AKP’nin seçimden sonra da savaş siyasetini yoğunlaştırarak devam ettirmesinin sebebi ne olabilir? Bence AKP, HDP tehlikesini 7 Haziran’da net bir şekilde gördü. Amaçlarından biri, aynı Kandil gibi, HDP’nin etkisini kırmak, hatta mümkünse bu partiyi ezmek. Dikkat edilirse, Efkan Ala başta olmak üzere bütün sözcüleri en başta HDP’yi hedef almaktadırlar. Diğer bir amaç, savaş yoluyla Kürtleri iyice yıldırmak ve kendisinin ortaya koyacağı “barış” şartlarını kabule zorlamak. AKP diktatörlüğü, yıldırma savaşı yoluyla Kürtleri, “lanet olsun, nasıl yapacaksanız öyle olsun” noktasına getirmeye çalışıyor. Bir işgal ordusunu şehirlerin içlerine sürüp binaları tanklarla ateşe tutmasının, çoluk çocuk, kadın demeden öldürmesinin başka hiçbir amacı olamaz.
Tabii bir nokta daha var. AKP diktatörlüğü yeni bir “barış süreci” başlatmaya hazırlanıyor. Kürt halkını iyice yıldırdığına inandığı noktada bunu ilan edecek. Ne var ki bu “barış süreci”nin partnerleri farklı olacak. Uydu Kürt partileri, uydu Kürt politikacıları, Barzaniciler, korucular vb. bu “sürecin” yeni Kürt muhatapları olarak ortaya çıkarılacak. Kandil’in umutsuz ve eşitsiz bir savaşı ateşe sürdüğü gençler yoluyla sürdürmeye çalışmasının bir nedeni bunu önlemeye çalışmak da olabilir. Yani, “biz buradayız, başkalarını muhatap alırsanız size rahat huzur yok” demek istiyor olabilir. Fakat unuttuğu nokta, patlayan her silahın AKP diktatörlüğünün Kürtleri yıldırma siyasetine hizmet ettiğidir.
Gün Zileli
18 Aralık 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Belki bir de uluslararası perspektifi eklemek gerekebilir. Ortadoğu’daki gelişmelerin Türkiye’nin politik gündemine hiç olmadığı kadar derin etkisi oldu. Savaşın yeniden başlamasını, müzakarenin durmasını, Suriye ve Irak’taki gelişmelerden ayrı düşünmek mümkün değil bence. Seçim sonuçları bile böyle… IŞİD Ankara’da katliam yapmasa iktidar yüzde 49 alabilir miydi?
Kürt sorununun barışçıl bir biçimde çözülmesini bizim kuşağımızın yapabileceği hamlelere bağlı, bir sonraki kuşak ki, bu bir eleştiri değil tebittir, ne yazık kı büyük bir öfke ve nefretle yetişiyor. Önümüzdeki günlerde bizi bekleyen sadece acı kan ve göz yaşı olacak. Kürtlere yönelik bu savaş ve yok etme siyasetine karşı Fırat’ın batısından hiç ses çıkmaması da utanç verici bir ayıp olarak tarihe kaydediliyor, sahi neredeyiz biz hani Gezi, hani Haziran hareketi.
Analiz çok doğru. Düşüncelerimi dile getirmişsiniz.
Lakin, Kürtleri samimi eleştirsek hemen faşist damgası yemekteyiz. Bu çok acı, çünkü bütün empati yolları kapatılıyor.
Iki soru veya eksik:
1. Aleviler, Zazalar, emanet oylar analizin neresinde?
2. Beraber yaşama şansımız varmı? Veya kaldı mı?
Yazıda ihlal edilen birçok nokta var elbette. Sadece ana noktaları ve güçleri aldım. Halklar her zaman beraber yaşar. Kürtler bizim tebamız olarak yaşar mı diye devlet düşünsün.
Fakat terörün toplumu felç ettiğini de unutmamak gerekir.
Işıd bir dış politika değil iç politika sorunu. Yani Işıd bir iç güç, içeride akp diktatörlüğünün vurucu gücü. Ben olaylarda dış faktörlerin fazla belirleyici olduğunu düşünmüyorum, çoğunluğun tersine.
Gün, analizlerine ben de katılıyorum ve ben o zaman bir yazımda kısaca değindiğim görüşümü yeniden paylaşmak istiyorum. Ki, belki aynısı değil ama benzer süreç yaşanabilir.
Bence 2013 Nevrozunda başlayan süreç PKK hareketince doğru yönetilemedi. O süreçte silahlı güçlerin yurt dışına çıkması ön görülmüştü. PKK, AKP hükümetinin sözlerini tutup tutmaması gözetilmeksizin güçlerini yurt dışına çıkarmalıydı. Çünkü Kürt halkı yeterince bilinçlenmiş silahlı güce gereksinim kalmamıştı. Başka bir deyişle; PKK işlevini tamamlamıştı Türkiye’de. Üstelik silahlı güçlere Rojava’da daha çok ihtiyaç vardı. HDP Demirtaş başkanlığında son derece başarılşıydı da. RTE’nin ve devletin yeniden başlattığı silahlı hamlesi PKK’nin terör estirdiği üzerine yürütüldü,yürürtülüyor. Silahlı güçler dışarı çıksalardı söz konusu gerekçe AKP ve devletin elinden alınmış olacaktı ve bugünkü yaşananlar kuvvetle muhtemel yaşanmayacaktı. HDP ise gerçekten ana muhalefet partisi noktasına yükselmeyi de başaracaktı. CHP ise boşlukta kalacak, ya kendisini gerçekten sosyal demokrasi çizgisi ile yeniden tahkim edecek ya da eriyip gidecekti. Tabii ki RTE başkanlık için geri çekilmeyecek başka hamleler yapacaktı ama bu günkü kadar asla başarılı olamayacaktı diye düşünüyorum. Ama tarih keşkelerle yürümüyor maalesef. Şayet yeniden görüşmeler başlar, barış süreci devam ettirilirse RTE’nin ilk şartı silahların bırakılması olacak. Olursa bence ikiletmeden silahlı güçler geri çekilmeli.
Gün uzayda yaşıyorsun,bu mesele senin ortaya koyduğun kurguya dayalı olsaydı dünyanın çoktan durmuş olması gerekirdi.denklem çözemiyorsun.
uzayda yaşamak böyle berbat bir dünyada yaşamaktan iyidir. Dünyanın durduğu da doğru.
Denklemi bir de sen çöz de görelim.
Demir abinin son yazisi hakkinda ne dusunuyorsun Gun abi?
http://demirden-kapilar.blogspot.co.uk/2015/12/strateji-baglamnda-hendek-siyaseti-nasl.html
Bu savaş kaos imha konseptinin sonucunda kuşatılan bütün kürdistan kentlerinde devletin güvenlik birimleri meşruiyetini tamamen yitireceğinden sonuç olarak bu kentler ve genel olarak kürdistanın kamu güvenlik ve asyişinden devlet çekilecek bu boşluğun ve diğer zorunlu hayatın dayatığı ihtiyaçları giderecek kent halkının rızasını alabilen kurumlar üretip öz yönetim yada halkın kendi kendini yönetmesinin yeni bir modeli inşa edileceği ihtimal dahilindedir.İşte egemen efendileri aslında en çok korkutan halkın kendi kendini yönetmesini becermesidir çünkü halk bunu sorunsuz başarırsa yönetici efendiye ihtiyaç kalmayacaktır.Bu günün efendi hizmetkarı siyasi iktidar bu durumu yok ve imha edebilmek için meşru gayrı meşru bütün araçlar sistemden kopamamış yedek güçler hemen hepsini seferber edip bu itiraz ve isyanı bastırmak için ittifak ettiği eski vesayetçi millici ırkçı darbeci zinde güçlerle islami ırkçı otoriter faşist güçleri birleştirip asıl faşizmin ihtiyacı olan kitle desteğinide harekete geçirip iktidardan gideceğine iç savaş çıkaracak bütün hamleleri yapacağına eminim.Önemli olan burada toplumsal muhalefetin toplumsal ve politik dinamikleri ve kürt özgürlük hareketi ne yapabilecektir egemen sistemin hepimize sıçrattığı zehri öksürmeyi becerip sistemden kopuşu ve onun alternatifinin nüveleri olacak bütün yerellerde kentlerde halkın doğrudan kamusal egemenlik alanlarını bizzat halkın doğrudan demokratik katılım ve kararları ile kendiliğinden işleyen alternatif kurumlar inşa edip başka bir hayatın mümkün olduğunun pratiklerini gerçekleştirebilecekmi? asıl soru budur bu sorunun cevabi biriktirdiğimiz özgürlükçü toplumsal devrimci teorik pratik birikimlerimizi yerellerin kentlerin hayatın asıl devrimci dinamiği bizzat kent yaşayanı halka iktidarımızı devredebilecek seviyede kendi iktidarlarımızı olumlu tüketmeyi becerip beceremeyeceği ile ilgilidir.örgütlü özellikle katı merkezci hiyeyarşik örgütlenmelerin iktidarını olumlu tüketemeyip var olan demokratik birikimleride yok ettiğini hatırlayınca aslında toplumsal muhalefetin işinin çok zor olduğu açıktır.Bütün olumsuzluklara rağmen toplumsal olanın pratik mücadelede politik olana göre daha etkili kapsayıcı ve başarılı olduğuna inanıp toplumsal devrimin politiklerce çalınmasına engel olabildiğimiz ölçüde başarılı olabileceğimiz şimdiden görünür olmuştur.
Genelde doğru tespitler. Ancak Öcalan konusunda yanılıyor. Kandil’in çizgisi Öcalan’ın çizgisidir.
Bu şifreler ve takma adlar ardına sığınmayı anlayabilmiş değilim. Eskiden müzikhollerde asılı bir levha vardır: “Hariçten gazel belediyece memnudur” yazar. Biz kendi imzamızla yazabiliyor ve görüşlerimizin arkasında duruyoruz. Hayali Küçük Ali’lere de aynısını öneririm. İsimsiz yazılan her görüşü tebessümle ve dudak bükerek küçümsüyorum.
HDP YENİDEN YAPILANMA KONFERANSLARINA KOCAELİ YEREL SUNUŞ
Geç de olsa ilk defa HDP yerel dinamiklerden beslenerek yapısal sorunlarına yeni çözümler üreterek giderek bürokratlaşma ve dar kadro partisine oturan örgüt ve çalışma tarzını olumlu tüketme çabası olarak konferans çalışması başlatması olumlu olmuştur.Sistemin alternatifi Toplumsal muhalefetin Politik Partisi olma iddiasındaki HDP nin bütün yetmezlik ve sorunlarına rağmen siyasi hayatımızda düzene alternatif ilk defa politik bir seçenek olabilmesi siyaseten DEVRİM olduğunu HDP den önceki durumumuzu hatırlayınca daha iyi anlıyoruz.Geldiğimiz olumlu yerin bilincinde olup yapısal sorunlarımıza yeni çözümler yerelden bizzat hayatın yaşanıp siyasetin üretildiği pratiklerden üretebilirsek HDP olması gereken zemine oturup öncelikle üyelerin,program,yerel dinamiklerin,etik demokratik değerlerin,evrensel özgürlükçü devrimci birikimlerin ve geleceğin iktidar partisi yapabilmemiz mümkündür.Bunun birinci koşulu bütün pratiklerimizin oturduğu yukardan aşağıya en devrimci öncü anlayışına oturan kadro partisi geleneksel tarzımızı kırıp dökmeden olumlu tüketip yüzleşebilmemizden geçeceği çok açıktır.Kendi iktidarıyla yüzleşemeyip olumlu tüketemeyenlerin iktidar güç hegemonyanın sorunlu olduğunu sorunsuz güç ve iktidarın asıl sahibi halkın seçmenin kendisinde olduğunu bilmeyen anlayışların bunları yapamayacağı giderek daha katı merkezi örgüt anlayışı ile var olan demokratik işleyişleri de engelleyip yerelden yani halktan beslenmeyi engelleyeceği bilinmekte dir.Açıkça tek cümle ile bütün pratikler aslında ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini göstermiştir.Kendi örgütünü kendiliğinden işleyen kişilerin grupların iyi yada kötü niyetine bağlı olmayan kurumlar kurallar işleyişlerle doğrudan demokratik işleyişlerin kurumsallaştığı başarı siyaset pratiği ile yönetemeyenlerin gelecekte de halkıda demokratik işleyişlerle yönetemeyeceği gerçeğinden kabül görüp başarması mümkün değildir.
Böyle bir perspektif beklerken genelgede yapısal sorunlarımızı açığa çıkarması ve geleceğin alternatif başarı siyasetinin kural kurum ve işleyişlerinin yerelden üretilmesini teşvik yerine konferansların işleyiş ve perspektifini nicel ve nitelik olarak daraltan bildik eski anlayışla merkezci kontrolcü endişeli dille bilinenlerin tekrarı yerllerde kabül görmeyip asıl yapısal sorunlarımıza odaklanıp yeni yaratıcı çözüm ve önerilerle alternatif başarı siyasetinin katkıları açığa çıkacağından eminim.
İlk önce yaptığımız iş olan Demokratik Siyasetin tek cümle ile tanımını yapmalıyız.Siyaseti nasıl algıladığımız parti programı gibi temel metinlerde tanımlanmalı.HDK 2012 Mayıs genel kuruluna Kocaeli raporuylu bir cümlede verdiğimiz tanımın en uygun tanım olduğunda ısrarcıyız.
ÇÖZMEYİP AĞIR BEDELLER ÖDEDİĞİMİZ SORUNLARIN SORUNU YAŞAYAN HALKIN İRADESİ BELİRLEYİCİLİĞİNDE ÇÖZÜMÜ VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN YÖNETİLMESİ Başarı siyasetinin tek cümlede tanımı olarak programa girmesini tartışmaya sunuyoruz.Zaten şu anda konuştuğumuz yapısal sorunları bu tanıma yaptığımız işlerin ne kadar uyduğunu irdelediğimizde daha iyi anlayacağız.Başarı hedefleyen partinin ilk yapacağı iş yaptığı işi siyaseti tanımlamak olmalıdır.Bu verimli tanımın oturduğu iki kriter vardır biri halkın seçmenin iradesini temel alan DEMOKRATİKLİK ikincisi ise ağır bedeller ödediğimiz yapısal sorunlarımıza kilitlenme anlayışı dır ki bu iki kriter başarı siyaset teori ve pratiğinin temel anlayışıdır buna oturmayan siyaset pratiklerinin başarması mümkün değildir.
HDK-HDP sürecinde toplumsal muhalefetin örgütünün inşasında sistemin mağdurlarını temel alıp birlikte iş yapma yeteneklerini geliştirip bu geniş toplumsal muhalefet dinamiğinden TOPLUMSAL MUHALEFETİN POLİTİK PARTİSİ (HDP) ni inşa etmeye çalışmıştık içinde toplumsal yerel politik bütün kimlik inanç çevre cinsiyet sitemin mağduru dinamikleri barındırdiğini biliriz.Bunların sadece biri yada bir kaçının örgütüne dönüşmemiz daralma riskini engellemek için partiyi de HDP nedire cevap bulmalıyız 2. Önemli önerimiz HDP nedirin cevabı TOPLUMSAL MUHALEFETİN POLİTİK PARTİSİ dir tek cevabı olmalıdır.Bu önerimizin nedeni genellikle eski devrimci ağırlıklı sosyalist gelenek ve bileşenlerin programlarında sosyalist parti yazması HDP ye taşınıp HDP yi daraltma ihtimalini ortadan kaldırmak için temel metinlere bu şekilde tek cümlede HDP nedir in cevabı olmalıdır.
3.Temel önerimiz geleneksel çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışı tümüyle sorunlu ve ihtiyaca cevap olmayan tarzı tümden değiştirmek yerine alternatif başarı siyasetinin teori ve pratiği örneklerine oturan yeni tarzı öneriyoruz.HDP de temel özne parti üyesi olmalıdır.Bileşen partiler HDK da bileşen olabilir ama HDP de bileşen parti temsiliyetine son verip temel temsiliyet parti üyeliği ile olmalı ve üyenin hukuğu özne olduğu kendini bütün yaratıcılığı ile gerçekleştirmesinin önünü açacak yeni bir hukuk tanımlanmalıdır.Şu anda HDP nin oturduğu anlayış ve refleksler kadro partisi olduğundan bütün süreçler 200-300 kişilik bir birini tanıyan dar kadro ile yönetilmesinin nedeni budur.Kadro partisine oturan anlayışla geldiğimiz yer bu kadardır bundan ileri gidemeyiz dikkat edersek kadro partileri genellikle kendi kadrolarını yönetimlere temsile taşır bunu yapabilmek için yerinde doğrudan demokrasiyi ve siyasetin merkezi değil yerel aktivite olduğunu unutan bir yönetim tarzımız olması bundandır.Bu işleyişin tam tersi bütün çalışmalar ilgili alanın yerelin yada yerellerin toplamı genelin bütün dinamiklerine üye temel hukuku ile açık katılımcı doğrudan demokratik işleyişlerle üretilecek geçici süreç yönetim programlarını üretmek üretilen bu programı uygulayacakları aşağıdan yukarıya demokratik işleyişlerle seçip yönetimler oluşturmak işleyişiyle olabilmelidir.Son dönemde basında da tartışılan HDP parti meclisini yönetimleri vekilleri delegeleri kim seçti??sorusuna yanıt verememek bu sorunlu örgüt ve kadro partisine oturan çalışma tarzından kaynaklı olup bununla yüzleşip olumlu tüketmeden başarmamız mümkün değildir.
Tam bu noktada yeniye dair alternatif başarı siyaseti teori ve pratiğinin yeni çalışma tarzının kurumlarına ve işleyişlerine ilişkin önerimiz olacak ironiktir HDK2012 mayıs genel kuruluna sunulan Kocaeli metninde de vermiştik ya okuyan olmadı ya da okunduysa en devrimci öncülerce dikkate alınmadı metni verirken eleştiri beklediğimizi söyleyip yazdık geri dönüş metne eleştiri de almadık.Önerimiz HDK-HDP bütün örgüt birimleri yerlelden genele hepsi için uygulanması gereken nerde HDP varsa ilk yapmamız gereken kurumlardır.Eski emek hukuk komisyonları yerine bütün birimlerde olması gereken kurumlar olarak…
1-Bilgi toplama Envanter Komisyonu
Bütün bilgilerin güncellenip arşivlendiği en yeni teknolojide mutfağın ve bütün katılımcıların hizmetine sunulduğu partini birikim ve hafızasını oluşturan çalışma grubu.
2-Program proje mutfak komisyonu
Yukardaki biriktirilen bilgilerle ilgili yerel ve genelin süreç yönetim programlarını özgün projeleri üreten fikir seviyesindeki çalışmaları bütünlüklü proje program seviyesine yükselten mutfak komisyonu.
3-Tanıtım organizasyon basın yayın ajitasyon komisyonu
Parti programı ve çalışmalarının organizasyonu tanıtımı iletişimi ajitasyonu yerel genel saha ve bütün çalışmaların yapıldığı çalışma grubu.
4-Ölçme değerlendirme komisyonu
Uygulanan süreç yönetim programlarının hedeflerine ulaşıp ulaşmadığını belirli zaman aralığında yapıp yapamadıklarımızı ölçüp değerlendirip yetmezlik ve eksiklerimizi açığa çıkarıp bulunduğumuz yeri anlayıp görünür geleceği önümüze koyan çalışma grubu.
Basit gibi görünen bu önerilerimiz bütün birimlerde temel alınıp uygulanması yaşadığımız hayatın pratiğini kavramamız giderek bu hayatı değiştirip dönüştürmenin programlarına ulaşıp bunları nasıl ve kimlerle gerçekleştirebileceğimiz yeni ve dinamik örgütlere bizi taşıyıp en çok ihtiyacımız olan halkımızın gelecek beklentilerini bizzat halkımızla birlikte gerçekleştirmenin yeni olanaklarını bize sunabilen model olabileceği umudundayız.
HDP merkezi mutfağının bizce ilk yapması gereken bütün yerellerin önüne süreli iş olarak önümüzdeki 5-10 yılı kapsayan kendi yerel süreç yönetim programlarını üretmeleri işi koymalıdır.Bu yerel programların toplamından genel parti Süreç Yönetim Programına aşağıdan yukarıya ulaşmalıdır.Üretilen Büyük insanlık programı en iyisi olsa bile sorunludur merkezde yazılmıştır en mükemmel merkezi program bile bizzat sorunu yaşayan halkın cümlesinden tarzından beslenemedikçe yetersizdir aşağıdan gelen yerellerin dinamizmini pratiğini ve çözümlerini taşıyan dan beslenen en kötü program bile yukardan yapılandan daha verimli başarılı sonuçlar üretir.
Bu metni okuyanlardan tek isteğim yukarda bir cümlede yaptığım alternatif başarı siyaset tanımına yaptığımız işlerin ne kadar uyup uymadığını kontrol edersek aslında başarı siyaseti diye ne yaptığımızda açığa çıkar.Merkezi mutfağın bu metne eleştirilerini öğrenmek isteriz ama şimdiye kadar verdiğimiz siyasi katkı metinlerine uygulananları hatırlayınca umutsuz olduğumu söylemeliyim.Tek umudum kendi pratiklerimizle el yordamı ile ulaştığımız başarı siyaseti pratiğini Haziran seçimlerinde bir miktar kendi pratimde ilçelerimizde uygulamaya çalıştık bu çalışmalara katılan yerel ilçe örgütlerimizin yönetici ve aktivistleri bildik edilgen siyaset pratiği ile benim önerdiğim başarı siyaset pratiği farkını halktaki ilgi ve etkisini fark etmemeleri mümkün değil düşüncesiyle çalışmalarda ilçelerin aktivistlerinden faydalanırsa daha verimli konferans sonuçları alınacağı düşüncesindeyim.Bu yeni pratiğin başarısıda bizden kaynaklı olmadığını dürüstçe söylemeliyim bu önerilerin hepsi tek cümlede gizli olan siyaset tanımındaki temel alınan sorunu yaşayan halkımızdan öğrendiklerimizdir.Bizim yaptığımız sadece eski ezberimizi tüketip halkımızdan öğrendiğimizi pratikleştirmek olmuştur umarım halkımızın HDP den neyi isteyip neyi istemediğini kedisinden öğrenmeyi tercih ederiz.Hala bizden istenenin ne olduğunu zaten en iyi biz biliyoruz diyeceksek bu çalışmalarında beklenen sonuçları vermeyeceği açıktır.Kocaeli HDK-HDP bütün pratiklerinde bulunmuş özgürlükçü toplumsal devrimci olmaya çalışan Toplumsal Ekolojik Kömünalist HDP üyesi olarak bunca bedelle bu günlere gelen HDP nin sistemin mağduru gariban halkımızın biricik seçeneği tek alternatifinin başarması dileklerimizle konferans çalışmalarını selamlıyorum. Aralık 2015 KOCAELİ SİNAN ODABAŞ
akın evren bey.. benim; bir kalifiye fikrim yok; burayı takip ederek kalifiye arkadaşlardan öğreniyoruz. ben duvar örene çamur, taş taşıyorum. barikat kurana malzeme taşıyorum. taş atılması gereken yere bir taş da ben atıyorum. ayıp mı yapıyorum?
Gün,sen ve Demir abide bunama işaretleri var,haberiniz olsun önlemini alın şimdiden
Tamam. Alayım.
sayin zileli’nin yazisi su cümle ile basliyor: “Toplumsal mücadele çeşitli toplumsal güçlerin akla hayale gelmeyecek hileler ve gizli taktikler uyguladığı karmakarışık bir süreçtir aynı zamanda.”
“toplumsal mücedelenin” tanimi bu derece yanlis ve sacma olunca, bu bakis acisisi ile yapilan analiz de ayni sekilde yanlis ve sacma oluyor. mesela türkiyede toplumsal mücedenin aktörleri kimlerdir: PKK, DHKP-C gibi silahli illegal örgütlerden tutalim, devlete hakim olmak ve toplumu yönetmek icin kiran kirana mücedele eden AKP (islamci fraksiyon), CHP-ordu (kemalist fraksiyon) gibi burjuva partileri vs…sözkonusu bu partilerin ve onlarin legal kitle örgütlerinin amaclarini acikca belirten parti programlari var mi? var. gün zileli de dahil olmak üzere, isteyen herkes bu parti programlarina bakabilir mi? evet. bunun disinda bu partileri yöneten siyasi liderler, erdogan, kilicdaroglu, öcalan, demirtas vs., temsil ettikleri toplumsal hareketin görüslerini, hedeflerini, taleplerini kamuoyunda acikca belirtiyorlar mi? evet. sayin zilei de dahil olmak üzere, herkes isterse sözkonusu bu liderlerin demeclerini kamuoyundan takip edebilir mi? evet. vs. vs.
islamci fraksiyonu temsil eden AKP ve erdogan parti olarak nasil bir devlet ve nasil bir toplum modeli hedeflediklerini hergün acikca belirtmiyorlar mi? örnek 1: erdogan baskanlik modelinin ne oldugunu, böyle bir yönetim modeline neden gerek oldugunu tekrar tekrar acikca söylemiyor mu? örnek 2: kürt ulusal hareketinin liderleri carsaf carsaf demeclerle düzenli olarak taleplerini dile getirmiyorlar mi?
“toplumsal mücadele” adi üstünde herseyden önce taraftar kazanma, insanlari ikna etme mücadelesidir. amaclarini, hedeflerini, argümanlarini acikca belirtmeyen bir siyasi olusum taraftar kazanabilir mi? ben buraya neden yorum yaziyorum: düsüncelerimi belirtmek icin. peki ben simdi düsüncelerimi burda acikca belirmezsem, karnimdan konusursam, “gizli taktik ve hilelere” basvurursam yorumumu okuyan insanlar beni anlayabilir mi?
sayin zileli gibi göz önünde olan biteni dogru yöntemlerle analiz edip anlamak yerine, toplumsal mücadelelerde hayali “gizli taktik ve hile” arayanlara sunu da hatirlatayim. internet caginda yasiyoruz, hicbir sey gizli kalmiyor. devletlerin “gizli” yazismalarindan tutalim, siyasi liderlerin özel konusmalari, hatta yatak odasina kadar dinleniyor, kayit altina aliniyor, cogu zaman herkesin ulasabilecegi sekilde internete de koyuluyor. “wikileaks” denilen internet hareketi yüzbinlerce “gizli” belge yayinladi, merakli olanlar bakabilir. fakat gercek su ki: dogru yöntemlerle analiz yapmayi becerebilenlerin “wikileaks”in gizli belgelerine ihtiyaci olmaz.
1-) T.C.de basindan itibaren iki fraksiyon devleti ve doplumu yönetmek cekismektedir. kemalistler (CHP-ordu): toplum modeli olarak laik, ekonimide devletci. islamcilar: toplum modeli olarak muhafazakar-dindar, ekonomide liberal. AKP, terakkiperver cumhuriyet firkasi ile baslayip menderes, erbakan-özal geleneginin devamidir. son birkac secimde görüldügü gibi kemalistlerin kitle tabani secimler ile iktidara gelmek icin yeterli degildir, AKP orduyada kismen ayar verdigi icin darbeci ordunun acik destegi olmadan kemalistlerin-CHP’nin bundan sonra tek basina iktidar olmasi bir hayal. CHP ya kemalist ilkeleri revizyondan gecirecek, o durumda cizgi olarak AKP ile farki belirsizlesecek yada CHP ancak MHP, HDP gibi partilerin destegi ile hükümet olabilir. erdogan’in, baskanlik sistemini kisisel hirsi icin, yok efendim diktatörlük yapmak icin istedigini iddia edenler siyaseti sahsilestirmek gibi bos-beles bir is ile mesguller. erdogan, baskanlik sistemi ile neyi hedefliyor: T.C.’yi kapitalist devletler yarisinda ikinci ligden birinci lige cikarmak. bunu kendiside zaten acikca belirtiyor.
2-) T.C.’yi bölgesel bir güc konumuna getirmek isteyen erdogan, bu hedef icin devlete ayak bagi olan kürt sorununu bir sekilde cözmek icin adi üstünde “cözüm” sürecini baslatti. erdogan, kürt hareketinin kürtlere su anda taninan kültürel haklarla yetinmesini istiyor, bunu kaldirac olarak kullanip daha fazla otonomi isteme konusunda kürt hareketini acikca ikaz ediyor. cözüm sürecinin sonucsuz kalmasi güney kürdistan, ondan da daha cok suriye ve rojavada ki gelismelerle alakalidir. birincisi, cözüm süreci basladiktan sonra rojava da otonomi haklari elde eden kürt hareketinin T.C. ile pazarlikta eli güclenmis, bundan dolayi “yasal güvence olmadan gerillayi sinir disina cekmeyiz” gibi talep citasini yükseltmistir. ikincisi, bir yandan kuzey de kürt hareketi ile cözüm pazarliklari yapan AKP hükümetinin, diger yandan esad rejimini devirmek ve rojavali kürtlerin otonomi elde etmesini engellemek icin cihadci örgütlere lojistik destek sunmasi cözüm sürecini asil bitiren sebeplerdir. (isid’in kobani kusatmasini ve AKP’nin buna destegini hatirlayalim). sayin zileli, gördügünüz gibi olan biteni anlamak o kadar zor olmadigi gibi, ortada “gizli taktik ve hile” falan da yok, hersey gözler önünde cereyan ediyor.
evet marksistargüman her şey çok açık senin akp iktidarı yandaşlığın gibi çok açık olup biten bu kadar basit olduğuna göre seni birinci lige çıkarmak isteyenlerin peşine takılır hidayete erersin perinçek gibi
AKP’yi savunmak için Marks’tan bile yardım istemek. İşe bak sen.
Biz sadece söylenene değil, yapılana ve uygulamaya bakarız. AKP’nin neyi amaçladığı, ülkeyi tümüyle bir sömürge ve kapitalist patronların uşağı haline getirmeye çalıştığı ortada. Görünen köy kılavuz istemez. Yapılanlar ortada. Sen bu politikalarla bırak kapitalizmde birinci lige çıkmayı büyük ihtimalle küme düşüp ülkeyi Afganistan, Pakistan’a benzer bir hale getirirsin ki öyle de olacak. Merak etmeyin az kaldı.
Tabi her şeyin en iyisini en mükemmelini AKP’li olanlar bildikleri için bu söylenenler onlara zırvalık, saçma ve uydurma olarak geliyordur. Bu yüzden onlara sözler, uygulamalar vb. her şey boş gelecektir. Aslında her dakika yaşananlar onların yanıldığını gösterir nitelikte ama bunlara ne anlatılsa boş.
anarsistligi bilmem ama marxistligin ölcülerinden biri de devleti ve toplumu yönetmek icin rekabet eden fraksiyonlardan birini digerine savunmak, yani taraf olma ahmakligina düsmemektir. ben, solculuk adina islamcilara karsi kemalist askeri laik diktayi savunan CHP solcularindan degilim. benim davam global kapitalist düzenle. T.C. de sözkonusu bu sistemin bilesenlerinden biridir. T.C.’yi AKP mi CHP mi yönetmis, benim icin farketmiyor.
Çok keskin görünüyor ama aslında akp yanlısı bir yorum.
sevgili özgürlükçü,
“siyaset” yapmadan bana açıklar mısın? İnan, insanî bir merak ile soruyorum. Kendimce bulduğum yanıtlar var. GZ’nin yorumları, analizleri ortada. Bu analizler beni ikna ediyor.. ama.. doğrulamak ya da karşıt düşünceler duymak istiyorum..
Soru şu..
PKK neden RTE’nin savaş isteğine bu denli balıklama daldı?
Onun istediği zaman ve şiddette olmasını istediği savaş arzusunu hemen, tam da seçim öncesi yerine getiriverdi. Ekmeğine yağ, reçel, bal sürüverdi..?
Ceylanpınar’da o iki polisin suikast tarzı öldürülmesini PKK’nın üstlendiğini Fırat haber ajansı yazıverdi.. Sonra reddedilse de, atı alan üsküdarı geçtikten sonra… Çok alçakça oyunlar var.. Sonra kıytırık “özyönetim açıklamaları..” Gelin, saldırın, halkı katledin dercesine.. Sonra da Batı neden susuyor retoriği.. Öğreneceğiz elbet.. Alçakça oyunlar oynanıyor.. Ve bu oyunlarda Kürt tarafından katılan oyuncular var…
**
En başında HDP’ye güvenmediğimi, çünkü iki dudak arasında olduğunu yazmıştım. (Sonra tümü ile HDP projesini sevmiştim.. Yoksa İlk yazdığım gibi sezgilerimde haklı mı çıktım.. yoksa aldatıldık mı? )
Bugün Kürdistan’da yapılan insanlık suçları karşısında Batı “sessiz” diye yazan, aşağılayanlar var..
Bu doğrudur ama PKK’nın RTE’nin dümen suyuna uyuverip, savaşa büyük hevesle dalıvermesi, HDP’nin Batıdaki sempatizanlarını şaşkınlığa sürüklemesi “normal” değil mi?
***
Bu soruların yanıtını bilmeyebilirsin.. Ama aramak zorunda değil miyiz?
Sezgisel olarak yazıyorum.. Çok örgüt insanların kendisini bir köpek sadakati ile izlemesini bekler..
PKK bir savaş, HDP ise bir Barış projesi ise neden PKK 30 yıllık savaş projesinin meyvesini tam da HDP ile toplamaya başlamışken ne oldu da yeniden savaş istedi…
Makyavel, haince, pis işler dönüyor…
İnsanları salak, koyun, kişiliksiz sanarak politika üretenlerin bugün Kürt halkının yaşadıklarında payı, kabahati yok mu?
**
Böyle düşünüyorum.. Yanıtlarsan eğer, lütfen “retorik” yapma..
Doğrudan, bodoslama yaz.. Ya da bir şey söyleme..
saygılarımla…
aklıma gelen korkunç bir soru daha var…
PKK, RTE’nin savaş arzusunu bu denli kolayca yanıtlamasa, “oyuna gelmeseydi”, Ankara Katliamı olur muydu?
Savaş Psikolojisi yerleştirilemeseydi..
*
Savaş ilan etmiş ama düşman yok!
Ne acıklı; Bay Makyavel savaş ilan ediyor ama ortada düşman yok!
Ne acıklı değil mi?
*
Adam OrtaDoğuda savaşa girmek istiyor ama “hop” diyorlar; “sen oynamayacaksın”…
Hem de elinde topu ile gelmiş eski futbolcuyu, o elindeki topla, sahanın bir kenarında ezik-büzük oturuyorlar..
*
Bak, emperyaller nasıl da sahanın kenarında adamı melül, melül baktırıyor..
ama PKK hemen, neden “hadi gel oynayalım” deyiverdi..
*
Çok ama çok alçakça işler dönüyor!
*
Milliyetçi akıl, özünde kendi halkına da düşmandır! Yaşadığımız bu mu?
15 no’lu yorum “AKP türkiyeyi kapitlist devletler yarisinda birinci lige cikarmak orda kalsin küme düsürecek” anlaminda birsey yazmis. AKP’ye böyle bir elestiri su anlama gelir: “AKP türkiyeyi keske birinci lige cikarsa ama nerde…”
sayin zileli’nin notuna cevap anlaminda kapitalizmin marxist elestirisi nasil olmali, ona bir örnek vereyim:
almanya da su anda ki merkel hükümetinden önce sosyal demokrat schröder, yesiller partisi ile koalisyon hükümeti kurmustu. schröder döneminde sosyal haklari budayan, calisanlarin pozisyonunu patronlar karsisinda iyice zayiflatan -ücretlerin düsürülmesi, taseron iscilik vs.- meshur hartz yasalari cikarilmisti. alman devleti ve alman kapitalistleri bu yasalarin da yardimiyla finans krizinden galip olarak ciktiler. nitekim almanya bugün kapitalist-emperyalist AB klübünün tartismasiz lideri durumunda. sonuc: bir devletin ve o devletin sermaye sinifinin kapitalist devletler rekabetinde birinci lige oynamasi, calisanlar, siradan halk icin talih-sans degildir. cünkü bir devletin birinci ligde oynamasi icin gerekli olan siyasi-askeri-ekonomik güce erismesi ancak halki, yani “human kapitali-insan malzemesini” verimli bir sekilde sömürmesi-kullanmasi sayesinde olabilir. demek ki “alman devleti ve sermayesi schröder hükümetinin politikalari sayesinde finans krizinden galip cikti” demek nasil ki alman sosyal demokratlarina övgü degilse, “AKP türk devletini bölgesel bir güc haline getirmeyi amacliyor” demekte AKP’ye övgü degildir. benim yazdiklarimi “övgü” olarak algilayanlar su acidan radar’a yakalanmis durumdalar: sayin zileli de dahil, bu arkadaslar kendilerini vatandasi olduklari T.C. devleti ile özdestiriyorlar -benim devletim-, bu arkadaslar kendilerini türk milleti ile özdestiriyorlar -biz türkler (ulusalcilik-milliyetcilik ideolojisi), benim vatanim, ulusal ekonomimiz, ulusal cikarlarimiz vs. vs. miz, miz, miz, radar’a yakalandiniz!
“AK Parti Otoriterizmine karşı çıkıp, CHP Kemalist otoriterliğini, PKK totaliterliğini savunmak, demokrat olmakla, demokratlıkla bağdaşır bir tutum değildir.
Ya da CHP Kemalistliğine ve PKK Totaliterizmine karşı çıkıp, AK Parti otoriterliğine çanak tutmak ve savunmak, demokratlık değildir ve demokrat olmakla bağdaşmaz.
Demokratlık, demokrat olan kişiye, bütün otoriterlik, totaliterlik, diktatörlük biçimlerine standartsız ve kayıtsız şartsız karşı çıkmayı gerektirir.
Yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün ulusların devleti olacak federal demokratik bir yapıya kavuşması, demokrasinin rejim olarak Türkistan ve Kürdistan’da yapılanması olanaklı olmaz.
Bu olmadığı zaman da, çatışmalar kaçınılmaz olarak devam eder. Eğer egemenlik ve iktidar iki otoriter ve totaliter güç arasında paylaşılsa bile, bu sefer de o iki farklı egemenlik alanlarında çatışmalar, savaşlar, belki de iç savaşlar kaçınılmaz olur.”
(İbrahim GÜÇLÜ – “Demokrat”, “Demokratlık”, “Demokrasi”, “Çifte Standartlılık”…)
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/ibrahim-guclu/2332-demokrat-demokratlik-demokrasi-cifte-standartlilik
Yazılarınızı kısa bir süre önce takip etmeye başladım. Dogmatik olmayan, yaşamı ve mücadeleyi, doğruları olduğu gibi görüp, iyiliğin gelişmesine çaba gösterenleri görmek güzel. Bu aşağıdaki yazıyı 15 Aralık’ta yazdım.
GEZİ’CİLER NEREDE? NEREDE BU TÜRKİYELİ SOLCULAR?
Hepsi sorulabilecek sorular:
Gezi sırasında Kürt’ler neredeydi? Neden yeterince destek vermediler?
Şimdi Türk’ler nerede? Ya da Gezi’ciler nerede?
Gezi’deki solcular ne zaman ayağa kalkacak? Ne zaman Kürt’lerin yanında olacak?
Berkin çocuk da Kürt illerinde ölenler çocuk değil mi?
Türk solcular nerede?
Evet bu soruların hepsini tek tek sakince veya öfkeyle sorabiliriz. Fakat bu soruların özünde Türkiye gerçekliklerini algımla ve anlamada eksiklikler barındırdıklarınıda söyleyebiliriz. Bunun derin analizlerini yapmak yerine sorulan soruların işlevinin ne olduğuna ya da neye hizmet ettiğine bakmak belki de daha çok yararlı olabilir.
Ne kadar doğal olarak akla gelse de her iki taraftan, hatta üç-dört taraftan, yukarıdaki soruları bu şekilde sormanın kimseye bir yararı yok. Bu soruları sormak sadece birlikte olmaları, birlikte düşünmeleri gereken ya da birlikte olmaya, birlikte düşünmeye başlamaları gereken kişileri, grupları birbirinden ayırmaya, anlaşmazlığın, anlaşamama durumunun daha da fazla derinleşmesine neden oluyor.
Varolan gerçeklik Türkiye’de genel sol hareketin, muhalefetin çok ama çok güçsüz olduğu ve on yıllardır Kürt’lerin çektiği zulüme gözlerini kapatıp, ağızlarını açmayıp, kulaklarını tıkayanların bu durumu bu süreçte değiştirmelerinin çok kolay olmadığıdır.
PKK bölücülüğü, ülkenin milli beraberlik ve bütünlüğüne saldırı adı altında şekillenmiş tarihsel anlamda milletin kanına girmiş bir şovenizmin, ülkedeki muhalefetin ana ayağının Kemalist solculuktan beslendiği, onun yanında azınlık devrimci solcuların ve ona destek verenlerin dogmatik önderliklerinin ufuksuzluğunun yanında pratiğinin devamlı bir devlet şiddeti ile bastırıldığı bir yerde, Kürt halkının çektiği acılara otamatik bir anlayış gösterilmesini beklemek ne acıdır ki doğru değil. Bu durum Türkiye kesiminin bu anlayışı gösterme olgunluğuna, bilincine erişememiş olmasından, tarihsel şovenist, İslamcı anlayışın çarpık ama gücünü aslında köksüzlükten alan “kök” salmış durumundan ve aynı zamanda bu duruma paralel olarak muhalefet partilerinin ve sol grupların birbirleri ile yarışan dogmatik vasıfsızlıklarından kaynaklanıyor diyebiliriz.
Bu durumun farkında olan Kürt Halkının haklarını temsil edenlerin çok olgun ve anlayışlı bir siyaset, pratik yürütmesi gerekiyordu. Özellikle Cumhurbaşkanlığı ve Haziran seçimi öncesinde HDP’nin “Türkiye’lileşme” ve Barış politikası ülkenin batısı ile yakınlaşma durumu çok ama çok önemliydi. Çünkü bu durum yukarıda bahsettiğim yılların önyargılarını yerle bir ediyordu, daha doğrusu etmeye başlamıştı. Çok umutluyduk çünkü özellikle Selahattin Demirtaş ile HDP çok doğru şeyler yapıyordu. Fakat Demirtaş ve HDP ne kadar çok doğru yaptıysa Kürt halkının en büyük temsilcisi PKK’nin Kasım seçimi öncesi başlayan ve devam eden yanlış pratiği o kadar çok problemler ve sorunlar yaşanmasına, elde edilen kazanımların teker teker elden gitmesine neden oldu, oluyor.
Bugün Kürt halkına, Kürt kentlerine topyekun bir savaş açılmış durumda. AKP başkanlık seçimini düşünerek, PKK’nin yanlış pratiğinden de çok iyi yaralanarak Batı’da İslamcı ve milliyetçileri, doğuda savaştan bıkmışları, aynı zamanda muhafazakar, İslamcı Kürt’leri çıkarları doğrultusunda “anlaşılır şekilde” halen ve daha çok yanına çekmeyi çalışıyor ve bunu “kurdun dişine kan deydi korkun” diye yazılamalar yaparak kan, irin kusarak yakın geleceğini düşünerek, psikopatça yapıyor. Bu savaş politikalarından o kadar eminler ki bir yandan Tahir Elçi’yi güpe-gündüz katledip, şehirlere, mahallelere tankla, top, tüfekle girebiliyor, aynı zamanda batıdaki gazetecileri tutuklayıp, TV’leri kapatıp, devrimcileri evlerini basıp katledip, gösterilere katılanları bombalayıp, tüm muhalefet güçlerine gözdağı verebiliyor.
Ne yazık ki bunda başarılı oluyor ve olmaya da devam edecek gibi görünüyor. İşçi sınıfı örgütlenmesinin yokları oynadığı yerde ve yakın zamanda (hatta uzun erimde) bunun değişmeyeceğini görerek, yine de bu zulümü ancak halkların, ezilenlerin haklı mücadelesi durdurabilir derken bu haklı mücadelenin haklarına erişebilmesi için, kurdun dişine kan deydi korkun diyen psikopatlara karşı mücadeleye, mücadelelere önderlik, öncülük edenlerin eylem biçimlerini çok doğru seçerek erişilebilineceğini hatırlamak gerekiyor. Çok zor ama PKK’nin son aylardaki eylemlerine son vermesi, en başta HDP ve CHP’nin tüm muhalefet güçlerini bir araya getirebilecek Barış, laiklik, Cumhuriyet demokrasi birlikteliği kurması, kurabilmesi onlara geri adım attırabilir. Yoksa o nerede? Bunlar niye böyle? ardından Türk’ün Türk’ten, Kürd’ün Kürtten başka dostu yoktura evrilen, savaş çığlıkları atıp, içi dolu olmayan devrim laflarının sadece savaştan beslenenlere yararı var.
“ülkenin milli beraberlik ve bütünlüğüne saldırı adı altında” söylemini neden kullandınız anlayamadım. Bu, egemen Türk milliyetçiliğinin söylemidir. Bunun dışında genelde katılıyorum yazdıklarınıza.
Pek açık olmamış sanırım ben de orada egemen Türk milliyetçi söyleminin, onun kitleler üzerindeki etkisinin altını çizmeye çalıştım,
ogürsel’e yanit:
“alcakca oyunlar dönüyor” gibi söylemleri neden kullaniyorsun, cünkü olan biteni anlayamiyorsun. sen de siyastte sayin zileli gibi “gizli taktik ve hileler” ariyorsun. simdi hem sana hem de yorumcu”anonim” gibi demokrat sifatini-etiketini bir deger olarak görenlere bir cevap yazayim.
real sosyalistlerin “uluslarin kendi kaderini tayin hakki” yanlisina düsmeden “ulusal sorunu” marxist bakis acisi ile analiz edeyim.
milliyetcilik-ulusalcilik ideolojisi tabiati geregi “ayrilikci-bölücüdür.” bugün türkiyede ana dili türkce olmayan ama devlete-sisteme entegre olmus -asimilasyon-, kendini “türk” olarak adlandiran etnik köken olarak söylersem milyonlarca kürt, arap, cerkes, laz vs. var. buna karsilik “kürt ulusal hareketi” ne demektir? özetle: “biz etnik köken olarak ayri bir millet-ulus oldugumuza inaniyoruz, ondan dolayi ayri devlet kurma hakkimiz sakli kalmak sartiyla en azindan otonomi-kültürel haklar talep ediyoruz” demektir. günümüz modern ulus-devletleri eskiden “proletarya” denilen ve sistemi tehdit eden baldiri ciklak fakir fukarayi yasal haklar ile donatarak -oy hakki vs.- sisteme entegre etmistir. diger bir örnek, burjuva devlet, gelismis kapitalist devletleri göz önünde bulundurarak söylersek, kadinlar alehinde olan cinsiyet ayrimci politikalari da yeni yasalarla ortadan kaldirmistir. escinsellerin yasal haklara kavusmasi da ayni hikaye. simdi burda dikkat: ulus-millet ideolojisine dayali talepler demokrasi ile, yasal demokratik cercevede cözülemezler. mesela, T.C. devleti, kürt ulusal hareketine yasal haklar tanidikca, kürt ulusalciliginin sönmek orda kalsin, kürtlerin en azindan bir kisminda “ulus-millet” düsüncesini daha da güclendirecegini her devlet gibi biliyor. bundan dolayidir ki erdogan: “kürtlere kültürel haklarini verdik, fazlasi devleti-milleti böler” diyor. burjuva siyasetcilerinin bu söylemlerini “takiye” olarak görenler yaniliyorlar. sözkonusu ulusal talepler ise istisnasiz her devlet bölünme korkusu yasar. neden? cünkü adi üstünde günümüz modern devletleri ulus-millet ideolojisi temelinde kurulmuslardir. bundan dolayi “biz ayri bir milletiz, otonomi haklarimizi isteriz” talebi burjuva devletin temeline dinamit koymak gibi birseydir. T.C.’nin kurulusundan beri milli güvenlik siyasetinde tehdit olarak görülen “bölücülük” kürt isyanlari ile alakalidir. “irtica” tehditi ise kemalist devletin yine kurulus asamasinda ki hilafetin kaldirilmasi, batili anlamda laikligin benimsenmesi ile alakalidir.
iki ulusal ideolojinin -kürt-türk- tabiatlari geregi neden uyusamayacaklarini acikladiktan sonra, ogürsel’in kafasini mesgul eden soruya gelelim. PKK uzun yillardir kürtlerin otonomi haklari icin mücadele yürütüyor. devlet, kürtlere yasal haklar tanirsak “cin siseden cikar” bir daha da siseye geri koyamayiz korkusu yasarken, öcalan ve PKK yöneticileri de bir an önce en azindan legal olarak siyaset yapacak kadar yasal hak talep ediyorlar. HDP’nin haziran secimlerinden basari ile cikmasinin kürt ulusal hareketine getirisi ne oldu? hic birsey. devlet ellem etti kullem etti, yeni secimlere gitmeye karar verdi. PKK’li yöneticiler marxist degiller ama benim yukarda ki “ulusal mesele demokratik cerceve de, serbest secimlerle vs. cözülemez” tezimin pratikte gecerliligini gördüler ve bundan dolayi B planini -özerklik-özyönetim ilanlarini- devreye koydular. özerklik ilanlarinin altyapisini PKK zaten önceden hazirlamisti. devletin PKK’nin bu B planina yaniti bir devletten beklenecegi gibi siddet oldu. dikkat edilirse devlet özyönetim ilan edilen yerlerde belediye baskanini degil, belediye es baskanlarini tutukluyor. yani bu esbaskanlik kürt hareketinin bir nevi “paralel devlet” yapilanmasi oluyor. T.C.’nin operasyonlarindan ben bunu anliyorum. türkiye de olan biteni bu sekilde anlamaya calismak yerine yok efendim masayi kim devirdi, yok efendim PKK o polisleri niye öldürdü, yok falan olmasaydi filan olmazdi. arkadaslar toplumsal meseleleri böyle yanlis-sacma yöntemlerle tartismaktan bikmadiniz mi?
Keşke onu yapsa demiyorum, söylediğim şu : AKP’nin hedeflediği amaçları, kapitalist devletler arasında birinci lige çıkmayı gerçekleştiremeyeceğini söylüyorum.
Gerçi burada birinci ligde olmak ne demek onu da açıklamak gerekir. Kapitalist devletler arasında birinci ligde olmak demek dünya kaynaklarını ve diğer ülkeleri en çok sömüren ülke olmak demektir. Aynı zamanda bu ülkelerin bir kısmı kendi işçi sınıfını da vahşi biçimde sömürmektedir. Yani kısaca kapitalist sistemde birinci ligde olmak çok da övünülecek bir şey değil. Kapitalizmi desteklemediğim için buna övgüler düzecek ve keşke birinci ligde olsak diyecek değilim.
AKP ise ülkeyi emperyalist büyük ülkelerin (ABD vb.) neredeyse tümüyle sömürgesi durumuna getirdiği için Türkiye’nin birinci ligde olması diye bir şey olamaz. Bu sömürge ve küresel patronlara uşak olmayı devam ederse gidilecek olan yer bellidir.
evet ben de öyle tahmin ettim ama iyi ifade etmediğinden sen bu görüşü savunmuşsun gibi oluyor.
23’e..
yaptığınız açıklamalar kimseye yeni bir şey söylemiyor. Hiç bir sorumu yanıtlamıyor. Bu “marksist analiz” denilen şey bu denli basmakalıp olmak zorunda mı?
*
şu saçmalık yazılıyorsa..”HDP’nin haziran secimlerinden basari ile cikmasinin kürt ulusal hareketine getirisi ne oldu? hic birsey”
7 haziran’dan 22 temmuza.. Ne getiri bekleniyordu 45 günde..
*
Lütfen siz “Marksist” analiz yapmayın…
sevgili ö.gürsel uzun cevabımı bağlantı azizliği ile kaybedince kısa açıklamayla yetineceksin.bu satırları pkk li olmayıp toplumsal ekolojik kömünalist olmaya çalışan özgürlükçü HDP li olarak bildiklerimle yazıyorum.Öncelikle can alıcı soruların değerli yalnız bir miktar hepimiz gibi egemen hegemonik sistemin zehrinin zihnini bulandırdığı izlenimi aldım verimli olması için önce bu konuyla ilgili öğrendiklerimizi bir an yok sayıp unutalım.aslında çözüm süreci süresinde bile kürdistanda gençler siyasiler sürekli sudan bahanelerle tutuklandığını hatta yüzlercesine bir örnek hatırlayacaksın mahalle kenarında oynayan 10 yaşın altında çocuklar polise zafer işareti yaptığı için hedef alınıp öldürülmüştü hatta silah ve mermi değişik diye başbakan polis böyle silah kullanmaz diyerek pkk yapmış demişti görüntüler ortaya çıkınca av tüfeği ile polisin öldürdüğü anlaşolmıştı bu bir örnek ki bütün pratikler aynı aslında devlet-iktidar çözüm sürecinide konjoktürel nedenlerle yapıyormuş gibi yapıp altan alta pkk ile ilişkilerden daha önemli bilgilere ulaşıp komple imha ve yok etmek için kullandığı görüşlerini tekrar etmiştim bu kanıtlandı bütün amacı pkk yi fiziken imha edebilmek olan devletin kürt politikasının çözüm programı siyasi çözüm değil tamamen silahlı örgütü imha üstüne kurulu olduğu anlaşıldı. kronoliji hatırlarsak bölgede sürekli, tutuklama öldürme devam ederken HDP ve kürt siyaseti temsilcileri bu mevcut yasaların bile uygulanmayıp yapılan haksız hukuksuzluğu yerelin kaymakam valisine anlatıp çözüm aradıklarında aldıkları cevabı hatırlarız ya muhatap bile alınmamak yada bizi aşar merkezi uygulama denince ilgili yerel dinamikler biz bu devletin vatandaşı sanıyorduk madem değiliz siz bu sorunları yok sayıp bizide yok sayarsanız bizde sizi yok sayıp kendi çözümümüzü uygularız anlayışı ile fazla kalabalık olmayan açıklamalarla öz yönetim ilanları yapıldı bu ilanlar demokratik özerklikle hdp metinlerinede giren insanlığın biriktirdiği halkın demokratik siyasetin yerinde doğrudan demokratik kural ve kurumlarla kendi kendini yönetmeye çalışmasından başka bir şey değildir aslında ilan edilmez inşa edilir fakat pratik red ve inkarın imhanın dayattığı zorunlulukla açıklanan öz yönetim ilanı militarist veya şiddet içermeyen demokratik hakkın gel devlet beni öldür olarak algılanıp saldırıyı meşrulaştırmak bırak devrimciliği liberalizm bile buna itiraz eder bu günü buna bağlayıp faturayı kürt siyasetine kesmek paris barikatlarından geziye devrimci birikimlerden öğrenip kentlerde katledilmelerini engellemek için gençlerin açtığı hendek barikatı saldır aracı görüp uçak helikopter tanktop olmadık araçlarla devletin yaptığı katliami meşrulaştırmak her halde bizim işimiz olamaz.pkk nin balıklama savaş konseptine atladığı tezinde ””’şurda yapılan katliam ve saldırıya şurdaki eylemle cevap verdik””tarzı eylemleri dışarda brakırsak pkk genel olarak savunma çizgisinde kaldığını dürüstçe söylemeliyiz.hatta Ceylanpınar için bile hdp nin meclis araştırma istemesi bütün katliamların kimlerin hangi işleviyle olduğunun açığa çıkması girişimine pkk itiraz etmedi tam tersine kendi sorumluluğundakiler dahil hakikat komisyonu bağımsız araştırma isteyen taraf olşdu şimdi bile hendeklşerde pkk li yok pkkli kıyafeti donanımıyla tıpkı asker gibi gerilla pkk envanterinde adıyla kayıtlıdır bu gün halen şehirlerde pkk yok devletin kimlerle savaştığını biliyorsunuz bizim kuşağın bile kontrol edemeyeceği gezi kuşağı kürt gençleri pkk halen savunma çizgisinde olduğu açıklamalardada anlaşılıyor şu anda eski zemin Dolmabahçe mutabakatına müzakereye dönelimi kimin isteyip kimin sonuna kadar imha istediği ortada sanırım hatta hazır seçimide kazanınca tümden fiziki olarak pkk yi imha etmek için tc tarihinin en kapsamlı kandil bombalamasında bölgedeki kürt sivil köylerininde yaptığı zengele katliamını hatırlarız hiç bir şey yapamasak savaşan tarafları dilinden anlarız hangisi halklar arasında nifak sokup savaşı iç savaşı derinleştirmek istiyorsa savaşta buna uygun dil ve uygulama yapar hiç pkk nin yaralıya esirine(elinde 20 cıvarı asker polis olduğu söyleniyor)ettiği muamele bile kin nefret oluşturma aracına çevirmede devletin infazları işkencesi cenazeye yaralıya kadın gerillalara yaptığını hatırlayınca yukardaki anlamlı soruların arkasındaki anlamlı görüşte bir miktar devletin zihnimizde yarattığı zehrin izlerini görmemek imkansız oluyor.sevgili ö.gürsel bu yaptığım inanın ”siyaset”’değil değil pkk yi HDP yi bile yukardaki konferans metni ile açık demokratik süreçlerde en ağır eleştirebilip yetmezlik yanlış ve eksiklerini olumlu tüketmesine katkı vermeye çalışan biriyim bu konuda tabiki kürt özgürlük hareketinin eksikleri olacaktır olmuştur ama bu hareket birlikte yaşamamızın en kararlı savunucusu olduğunu unutmayalım yakında bu harekete içerden ihanet yaptın diyen milici itirazla ayrılıkçı damarın çıktığını görürsek şaşırmayın pkk nin de işi çok zor bu iklimde bölgede insan hakları örgütü seviyesinde işlev görürken bizim gözümüzde bu seviyede itibarsızlaştırılması ironidir.
bu önemli mesele bu gün yaşadığımız açık imha savaşı pratiğinin içinde yaşayıp etkilendiğimiz maddi şartlarda çok sağlıklı anlayabilip açıklamak çok güçlendiğini sanıyorum.Neden dersen ö.gürsel site pratiğinizdeki sorunlarımıza olumlu yaklaşımınıza rağmen egemen sistemin devasa hegemonik ilişkileri ve etkileşiminin kaçınılmaz etkilemesiyle sizi bile daha önce netleştiğiniz konularda bile kuşkuya düşürmesi son konsepte devlet-iktidarın neleri değiştirip başarabildiğinede enteresan örnektir.Sitede ilgiyle izlediğim kadim boynuzlaşmadaki metaforla biraz birlikte benimde sizinde etkilenip bir miktar zehirlendiğimiz sistemin hegemonik zehrini ÖKSÜRMEYE ihtiyacımız olacak belkide öksürebildikçe daha sağlıklı düşünce ve pratiklerimiz olabilecektir.yukarda HDP konferanslarına ilişkin katkıyla ilgili sizin ve zilelinin görüşünü merak ediyorum katkıya ihtiyacımız var sadece içerden yetmezliklerimiz görünür yapıp olumlu tüketmemiz mümkün değil dışardan cıvardan katkılara eleştirilere ihtiyaç olduğu ortada.Yaşadığımız bu travmaları aşabilmemizin demokratik siyaset dışında yol olduğunu sanmıyorum hal böyle olunca bu konudaki en uygun araç olan HDP nin yeniden yapılanması önem arzedebilir selamlar.
Türkiye gibi katı merkeziyetçi devletlerde bütün iktidarlar otoriter olmak zorundadır. AKP bu açıdan bir ilk değildir. Türkiye tarihinde bütün iktidarlar böyleydi – darbeler ve kısa ömürlü koalisyon hükümetleri hariç.
AKP’den önce DP, CHP, İttihatçılar, Abdülhamit hep kendilerinden öncekilerin devamı ve mirasçısıdır.
Merkeziyetçi devlet kökten değiştirilmediği sürece devletin başının değişmesi de bir şey değiştirmez. Abdülhamit’in devrilmesi devleti değiştirmeye yetmediği gibi sadece Erdoğan’ın devrilmesi de yeterli değildir.
ogürsel’e yanit 2
yaptigim analiz gürsel arkadasi tatmin etmemis, cünkü bu arkadasimiz bir yargic edasiyla alcakca isler ceviren “suclu-lar” ariyor.
siyasi partiler-örgütler belli cikar ve hedefler dogrultusunda bir araya gelmis insanlari temsil ederler. PKK de ulusal bir örgüt olarak kendi gücüne ve uluslararasi konjonktüre bagli olarak politika yapiyor; elinde ki kozlara göre talep citasini bazen düsürüyor yada yükseltiyor. T.C. ile PKK’nin dönem dönem yaptiklari cözüme dönük pazarliklarda iki tarafin ortak noktalarda bulusamasinin ideolojik sebebini ulusalci hareketlerin yada ulus devletlerin özü geregi “ayrilikci-bölücü-ayristirici” olduklarini yukarda belirtmistim. PKK-T.C. özgülünde ise durum söyle: PKK’nin cözümden anladigi ile T.C.’nin anladigi ayni seyler degil, bir baska degisle ayri seyler. her iki tarafta taleplerini, beklentilerini acikca hergün belirtiyor, burda ayrintiya girmeye gerek yok. ortada uzlasmaz cikar catismasi var. böyle catismalarin sonucunu taraflarin askeri-ekonomik-toplumsal-uluslararasi destegi-gücü belirler. bu, PKK-T.C. iliskisi icinde gecerlidir. burda marxist analizi begenmeyen bircok yorumcu ve zileli söyle seyler yaziyorlar: su taraf sunu yapmasaydi diger tarafta onu yapmazdi. yani halamin seyi olsaydi amcam olurdu hesabi.
yanıtın için teşekkür ederim..
sandığın gibi değil; acı çekiyorum.. Tarafım nettir…
Ben Kürt mazlumlardan yanayım..
*
Bu işte bir iş var! AKP-PKK, PKK-HDP ilişkilerinde bir tuhaflık var! Hatta şuna emin değilim; şu anda savaşanlar, kentlerde barikatlarda ölenler PKK’lı mı? Sanki savaşmayı bilmeyen çocuklar; yalnızca ölüyorlar!
Kendilerini öyle sanabilirler! Yoksa eski kurtlar, kadim PKK yapısını böylece mi sağlama mı alıyor?
Beynimdeki kurt bu yanıtlarınla tatmin olmuyor..
Kısa ve net yazacağım;
Suruç katliamı sonrası gelişmeler “doğal” değil! PKK bu savaşı 30 yıldır yapan bir örgüt. Sen ki 1 Kasım seçimlerinden olağanüstü umutluydun; haksız da değildin; ama buna engel olan zaman, zaman tek taraflı yıllarca ateşkes ilan eden PKK’nın “acilci” savaşseverliğiydi… HDP “Barış” diyordu; PKK onu aşağıladı! Hem de başarılı çıkılmış seçimden daha da başarılı olma olasılığı olan tekrar seçime 3 ay varken..
*
Bu arada Kürt Siyasal hareketinin önderliğine ait kapışmalar.. Sinsi ittifaklar,,
Bunları bilmiyoruz.. Bilemeyiz..
Ama basit bir gerçek var ve 30 yıllık örgüt bunu yemez; düşmanın istediği zamanda, istediği koşullarda savaş daveti kabul edilmez.. Ama ettiler!
Yukarıdaki yorumumda geçen bu tespiti Nişanyan Yanlış Cumhuriyet kitabında çok önceden yapmış:
“Türkiye’de siyasi görüş ve örgütlerin ancak devletle bütünleşmiş bir milli siyasete uyum sağlayabildikleri ölçüde meşru olacakları düşüncesi, Tek Parti rejimiyle birlikte kökleşmiştir. 1950’den sonra nisbi özgürlüğe kavuşan siyasi parti, basın ve derneklerin işlevi hiçbir zaman resmi görüşün tehlikeli egemenliğini kırmak olarak algılanmamış; aksine, bu kurumlar, Tek Parti devrinin yeterli sağlamlıkta kurmayı başaramadığı ulusal konsensusu sağlamanın yeni birer aracı olarak görülmüşlerdir.
Bu koşullarda, 1950’den sonra Türkiye’de kitle tahakkümüne dayalı yeni bir totaliter iktidarın ortaya çıkmamış olmasını, açıklaması güç bir talih eseri olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu talihin sonsuza dek süreceğine inanmak, aşırı bir iyimserlik olabilir.”
İlave edeyim, ben bu konuda iyimser olduğum için yukarıdaki son cümleye katılmıyorum. Zoraki sistemler çökmeye mahkumdur. Bununla ilgili bir yazıdan;
*
Adına “kapitalist sistem” denilen, şu an dünyadaki mevcut sistem, binlerce yıllık bir evrimsel süreçten geçerek, bugünkü şeklini almıştır. Ve sürekli bir hareketlilik içerisindedir. Zamana, şartlara, beklentilere, ihtiyaçlara ve teknolojik ve bilimsel gelişmelere bağlı olarak, olumlu veya olumsuz, sürekli değişime uğruyor. Ne 200 yıl önceki kapitalist sistem ile 100 önceki kapitalist sistem aynıydı, ne de 100 yıl önceki kapitalist sistem ile bugünkü kapitalist sistem aynıdır. Günümüzde de, dünyanın her tarafında, farklı farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor.
Bugünkü mevcut sistem, binlerce yıllık ticari, kültürel, siyasi, askeri, dini, felsefi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin “pozitif” ya da “negatif” bir ürünüdür.
Zoraki sistemler yürümez, tutmaz, uzun vadeli olamazlar. Ne kapitalist sistemin zoraki biçimleri uzun vadeli olabilirler, ne de insanlara zorla dayatılan yepyeni sistemler.
Sosyalizm 70 yıllık varlığını, ancak diktatörlüklerle sürdürebildi. Ve diktatörlüklerin bilinen sonu: önce hızlı bir çıkış yaparlar, bir süre sonra zayıflamaya başlarlar, gittikçe güç ve kontrol yitirirler ve gün gelir, yok olup giderler. Sosyalist devletlerde de olan buydu.
Marksist sınıfsal analizler yalnızca bir şabloncu yaklaşım değildir. örneğin L. Bonaparte’ın on sekiz Brumaire’sinde, sıkışmış tarihsel anın analizi yapılır. Şu anda da gereksinim bu incelikte bir çözümlemedir…
bir kaç cümle yazayım…
“Fransa’nın toplam dehasının tek bir bireyin kurnaz aptallığıyla heder edilişi. Genel oy hakkı aracılığıyla dile gelen kitlenin çıkarlarının yıllanmış düşmanlarında kendine uygun bir sözcü arayan ulusun genel iradesinin sonunda bir korsanın bencilliğinde tecelli edişi.”
Girişte de olay toparlanır.. açıkça ifade etmediği şaşkınlığı ise.. “kendi çıkarları peşinde koştuğu için sınıf çıkarlarını gözetmekten aciz kalan burjuvazinin yarattığı boşluğu bir “tufeylinin” bir “sahtekarın” halkın oylarıyla seçilerek doldurmasıdır..”
*
Gün Zileli’nin kimi yazıları iktidar tutkunu örgütler ve şefliğine ait süreçleri gösterir.
Ve RTE de aslında iktidarı ele geçirmiş bir şef’ten daha fazlası değildir.
Modern Devlet yapısı umuru da değildir…
Kuşkusuz PKK’nın da bu tür şeyler en azından şimdilik umuru değildir…
*
Yüz yıl sonra yapılabilecek yorumları bugün yapmaya kalkışmak, en hafif tabirle bir düşünce tembelliğidir.
Bugün sol-sosyalizmin “sefilliğinin” de belki ilk nedeni budur…
aklınıza gelen korkunç soru olan ankara katliamına neden olmak yönüyle kürt özgürlük hareketini bununla şu veya bu nedenle ilişkilendirme sorusu aklıma melih gökçek mezevengini getirdi hatırlarsak tv tv gezip kasım seçiminden önce bütün haber kanallarında çok ciddi bir eda ile ankara katliamını pkk nin yaptığını kanıtlamış oldu kendince dikkat edersek son seçimin akp için ihtiyacı karşılamasından sonra ankara katliamının sorumlusu diye 1.elden başbakan işid açıklaması yaptıktan sonra melih götçek mezevenginden başbakan yanılıyor ben katliamın sorumlusu pkk yi ıspatladım demesini bekleyenler galiba daha çok bekleyecek en azından yeni bir seçimde melih götlek mezevengi algı oluşturma işlevi için start alır sanırım neden bunlar ö.gürselin önemli sorularından sonra aklıma geliyor doğrusu bende anlayamadım demekki bir işlevi olmuş
“aklınıza gelen korkunç soru olan ankara katliamına neden olmak yönüyle kürt özgürlük hareketini bununla şu veya bu nedenle ilişkilendirme sorusu aklıma melih gökçek mezevengini getirdi…” yazmışsın…
*
Bu “çağrışım” çok üzücü. sanırım ben bu sebeple hiç bir zaman siyasetçi olamayacağım; siyasetçi zihin,düşünce uyarıcı akıl yürütmelerle “gerçeği” arama yolunda yazılmış uyarıcı örneklemeler üzerinden analiz yapmak yerine kendini doğrulayacak yan çağrışımları önemser…
*
Demek istediğim şu..
İnsanlar ya da örgütler yanlış bir iş yaptıklarında süreç içinde kendilerinin de kahrolacağı, beklenmedik trajedilerle karşılaşır.. İstemediği, ummadığı ama sonuçta çok dolaylı da olsa “suç ortağı” olabileceği facialara yol açabilir..
“kelebek etkisi…”
Yanlıştan doğru yapılmaz anlamında…
*
Belki de fazla “ince” düşünüyorum ve muhatabımı da yanlış seçmişim..
Bu sebeple özür dilerim…
sevgili ö.gürsel cevaplarımda ne kendimi ne pkk ve hdp yi doğrulama çabam olmadı biraz Türkçe yazın ve dilbilgisi sorunumdan alıntıladığınız melih götçek metaforunun sizle ne ilgisi olabilir? benle ilgili o günlerin bir sabahında kahveyi açtım ilgili ilgisiz sıradan insanlar bile melih gökçek ankara katliamını pkk nin yaptığını tv lerde kanıtladı diye hdp li olduğumu bilen sıradan insanlar bana bu cümleyi kurdu demekki bir işlevi olmuş seninde inandığın sarayın savaş planına pkk uydu diyorsun biraz daha ileri gidersen sarayın dediği gibi savaşı pkk başlattıda diyebilirdinki bu algıyı oluşturmak için neler yapıldığını biliyorsun ya bilmediklerimiz??? sarayın savaşına balıklama atlayan bütün süreçlerin bağımsız incelenip araştırılıp çıplak gerçeği bulalım dermi???burdaki metafora kendimide dahil edip sistemin hegemonik kasırgası bizim zihinlerimizide zehirliyor dedim seni üzecek alınmana neden olacak cümlem varsa özür dilerim siyasette yapmadım iktidarcılığa gelince ayıp olmuyormu öz yönetim demokratik özerklik hiç iktidarcı anlayışların savunacağı program olabilirmi???? yoksa pkk hdp hattını neden iktidarcı değilsiniz en iyi başkanlığı biz yaparız demediği için mi daha baştan sistemin egemenlerin dediği gibi yargılıyoruz çok ayıp oluyor site tarihi bu konuda rezaletle doludur nihayet zilelide bile muazzam bir özgürleşme kürt özgürlük hareketi ve HDP hakkında yalan yanlış baştan mahküm eden anlayışı terk edip çok daha objektif eleştiriler alırken ankara katliamının dolayımlı etkileyeni olmakla suçlanmak çok üzücü olmuştur ve asıl can yakan kayıplarımızın nerdeyse tamamı HDK-HDP militan aktivistleri olması aslında ankara katliamı ile HDK-HDP ye fizi imha konseptinin yılgınlık ve travma yaratma genel stratejik planın kurbanları ve hedefini bu anlama gelecek eleştiri üzücüdür.bu cümleler siyaset değildir bu satırların yazarı siyasetide iyi bilir ve yapar üstelik bildik edilgen siyaset değil geleceğin alternatif başarı siyaseti teori pratiği uzmanlarından biri olduğumuz söylenir varsa bildiğiniz yukardaki konferans sunuşuna eleştiriniz öğrenebilirsek katkı olurdu selamlar saygılar.
sosyalizm pratiğiyle kaybetmiştir sefilleri oynama dışında yapabileceği başarı öyküsü kalmamıştır.insanlık tarihi sürekli akan nehir gibidir ve sürekli toplumsal devrimler tarihidir şimdiye kadar olmadığı gibi insanlık toplumsal devrimleri aynı suda iki kez yıkanıldığına tanık olmamıştır.yani gelecek sosyalizm olmayacaktır Toplumsal ekolojik kömünalizm olacaktır Bookchinin düşman kardeşler Marksizm anarşizm ortaklaşmasının yeni teori ve pratikleri ancak kapitalizm ve liberalizmin alternatifinin pratiğini inşa edcektir etmeyede başlamıştır.ne tanrı ne efendiden bütün iktidarlar tükensine bu gün insanlığın yönü bu yöndedir
bence PKK bir “Kürt Özgürlük Hareketi” değil, Kürt Ulusal Kurtuluş hareketidir… Yöntemi dışında, özünde haklı bir isyandır… (HDP ve söylemini ayrı tutuyorum!)
1920’li yılların TC’sinin de bir “Türk Özgürlük Hareketi” olmadığı gibi….
**
Sanırım tarihsel olarak bu bölge (tüm Türkiye gibi..) bir “özgürlük hareketi” için henüz “11 yaşında bir çocuk” olgunluğu içinde..
Aşırı iyimserlik, onulmaz, yeniden ayağa kalkılamaz siyasî mücadelelere sürükler insanları; kabul etmeliyiz… (1980 sonrası sosyalist siyasal hareketin felç halini anımsayalım!)
Bizim “ömrü müddetimiz” bu denli aşırı iyimserlikler beklentisi içeremez…
Bu topraklarda “özgür” toplumların olabilmesi için “burnunun kanlı sürtünmesi” ile yaşanılacak görünebilir en az 20-30 yıl geçmek zorunda! Bu 20-30 yılın da gülünç sayılacak denli iyimser ve kısa süre olduğunu da eklemeliyim…
Yine yazacağım.. Burada bir yorumcu ifade etmişti; “Kürt halkından ulusal uyanışı çıkart, geride iç anadolunun insanı kalır.”
Herkes hesabını buna göre yapsın; öncelikle ( saygı ve sevgi duyduğum) Kürt Özgürlükçü siyasetine inananlar..
ogürsel’e cevap 3
ben sana toplumsal olaylara temelden yanlis baktigini anlatmaya calisiyorum, sen hala “cevaplar” aramaktasin. ben sana ulusal meseleler parlamento ile cözülemez diyorum sen hala HDP’nin milletvekili sayisindan, secimlerden bahsediyorsun. catismalarin devam ettigi il-ilcelere devlet, demirtas da dahil HDP’lileri sokmadi bile. bu ne anlama geliyor, hic düsündün mü? sen ve sayin zileli demokrasi idealistleri olarak hala parlamentodan, secimlerden bahsediyorsunuz. senin ve sayin zileli’nin idealize ettiginiz demokrasi denen seyin bir devletin kendi koydugu yasalar oldugunu, yasayi koyan devletin istedigi zaman bu yasalari degistirebilecegini, askiya alabilecegini anlamak istemiyorsunuz. erdogan haziran secimlerinden önce “verecegimizi verdik, daha fazlasi devleti-milleti böler” diye mitinglerde defalarca dile getirmedi mi? bu ne demektir: “sen parlametoya 80 degil 800 milletvekilide göndersen su anda ki kültürel haklardan daha fazlasini sana tanimam.” bunu farkinda olan PKK yöneticileri de B planini (özyönetim-özerklik) uygulamaya koymak icin uygun bir an beklediler. cünkü hem devlet ve hem PKK kamuoyunda cözüm sürecini bozan taraf olarak görülmek istenmiyorlardi. catismalar basladiktan sonra PKK yöneticilerinin biktirircasina “masayi biz devirmedik, catismalari biz baslatmadik” demelerinin sebebi budur.
sana baska bir örnek ile anlatmaya calisayim. soma da kömür ocaginda 301 isci öldü. ben sana bu tür “kazalarin” kapitalizmin prensibi olan kar-kazanc icin üretim, azami kar icin asgari masraf, bundan dolayi is güvenliginin bir kapitalist isletme icin mümkün mertebe kacinilmasi gereken “extra” masraf oldugunu vs. anlatmaya calisiyorum. sen ayrintilarla ugrasiyorsun, ayrintilarda boguluyorsun: müfetisler islerini iyi yaptilar mi, isciler acaba firma sahibinin kisisel kar hirsina mi kurban gittiler, hükümette AKP degilde acaba CHP olsaydi yine bu kaza olur muydu falan fistik…
“HDP bir risk alarak seçimlere parti olarak girdi. Haziran seçimlerinde siyasi manzarayı, olasılıkları etkileyen bir başarı elde etti.
Bu başarı AKP’nin elinden tek başına hükümet kurma gücünü aldı. Ülke bir anda nefes aldı. Özgürlük, değişim, umut rüzgârı esti birkaç hafta. Ancak düzenin iki partisi CHP ve MHP bu durumu değerlendirmediler. AKP’nin totaliter aklı HDP’yi ihanetle suçladı. Biz olmazsak kaos olur söylemi başladı. PKK liderliği, anlaşılmaz bir biçimde HDP’nin başarısını küçümsedi, yararlanacak yerde, rüzgârını kesecek demeçler verdi.” (Ergin Yıldızoğlu. 24.12.2015)
Yeniden yazıyorum. “PKK liderliği, anlaşılmaz bir biçimde…”
Ben de bu anlaşılmazlığı kurcalıyorum…
*
“.yani gelecek sosyalizm olmayacaktır Toplumsal ekolojik kömünalizm olacaktır “ Bu bana da “makul” geliyor. En azından bu yolda mücadele etmek bana da gerçekçi görünüyor.
*
Parlamenter Demokrasi konusunda farklı düşünmüyoruz. Ama parlamentoda güçlenmek savaşın şiddetini azaltabilir; ölen insanların sayısını da.. her bir insan önemsiz mi? Zayıf tarafa güçlenmek, taraftarını artırmak için zaman kazandırabilir. Karşı tarafın meşruiyetini geriletebilir. Ve seçimlere katılan Kürt Hareketi ve oylarını 7 haziranda tam da ikiye katlamışken, halkını arkasına aldığını görmüşken.. “parlamentoculuk” oyunları keyifle oynanırken.. şimdi “….sen ve sayin zileli demokrasi idealistleri olarak hala parlamentodan, secimlerden bahsediyorsunuz….” Demek bence tutarsızlık.
(Sonra pardon, Dolmabahçe’de yapılan görüşmeciler parlamentonun iktidar partisi değil miydi? Bu taktik doğruydu.. Ve bozmak için 1 Kasım sonrası beklenmeliydi.. )
Savaş aynı zamanda bir meşruiyet sorunudur. Bu meşruiyeti insanların vicdanlarında, algılarında kazanmak için sistemin çevirdiği dolaplara bakalım. Basın üzerindeki sansüre. Ona bu meşruiyeti veren “düşmanın” taktiklerine.. diyorum..
*
“bunu farkinda olan PKK yöneticileri de B planini (özyönetim-özerklik) uygulamaya koymak icin uygun bir an beklediler.”
Uygun an seçimden bir buçuk ay sonra; 1 Kasım seçiminden 3 ay önce olamaz.. İnsanları o denli akılsız sayamazsınız.
****
Son söz..
Şimdi Doğuda insanlara zulmediliyor. İnsanlık suçu işleniyor. Doğrudur. Suruç, Ankara Katliamı yapanlar her şeyi yapar! Ama PKK Stalinist bir örgüttür. Ve masum değildir.Mazlum olmak, yaptığın her şeyi haklı çıkartmaz. Zalimler de geçmişin mazlumlarıydı!
PKK, HDP üzerinden “arınmak” yerine HDP’yi PKK’lılaştırmak istedi. HDP’lileri de kendi arkasında hizaya dizmeye çalıştı. Oluyor da. Görülüyor da!
Şimdi Batı neden Doğu’da olanlara duyarsız! Bu duyarsızlık her zaman vardı ama.. PKK’nın “anlaşılmaz” taktikleri de bu duyarsızlığa “meşruiyet” kazandırdı; işte ben de bu sebeple yazdım tüm bunları; bu duyarsızlığa meşruiyet kazandıran; HDP’nin yerini de silahla almaya kalkışan örgüt aklı, Kürt Halkı için “akıllıca” işler yapmadı; kendi için yapmış olabilir ama!
*
Bence PKK özgürlükçü bir hareket değil; “genleri” uygun değil; insanları köleleştirmeye yatkın bir “Bolşevik” bir hareket. Gün gelecek kendi halkına da acımasızca davranacak; Stalin gibi..
Sonunda haklı çıktığımı düşünüyorum; M. Kemal’in TKP’si gibi, PKK’nın da bir HDP’si varmış! “Bir varmış, bir yokmuş…”
benim politik ilgim deniz gezmisin yakalandi o kamera cekimitir
m.ali birand in 12mart belgeselinden.
o zaman itibari ille türkiye solu yakinlik kurdum ve 22sene gecti aradan demem gerekiyor ki bizler bir türlü kendimizi
marjinalikten kurtulamatik…..
tabii bizler toplumun disina itiltik 12 eylül darbesi ille fikir insanlarimiz ya cezaevinde veyda yurt disinda kaldi ama bu kadar radikalesmeye gitmemelidik.bence buda bir stradejidi devletin ve abd bizleri halka hain olarak göstermek icin.bizler kendimizi halka tekrar inandirmamiz gerekiyor bu gündelik hayatda baslar demek istedim ki daha yumusak bir dil ile halka yaklasmak gerekiyor….öyle bir toplum güzel dil ile yumusayan bir yapisi var.bence biz kendi isteklerimizi söylemeliyiz,baris kardeslik sevgi ve asktan yani bugünün türkiyesinden uzak olan degerler…..akp yaptini artik herkes biliyor savas…..buna inanmis kesim var elbette ama ben umutu yidirmiyorum ki insanlar barisa hayir diyence.neredeyse cogu insan sunu diyor:bize alternativ gösterdin……gercek bir halk muhalefeti!bir karizmatik insan halkin seve bilece biri bunun olmasi icin bir partimiz olmasi lazim.ödp basaramadi bhh bir umut bence birlesen bir sol partiye gerek var,hdp o alana tutamaz cünkü öcalan endeksli chp konusmaya degmez……bu partinin adi kisa ve öz olmazi gerek ve bütün solun yelpazesini kapsiyan bir ad.sol parti…….benim fikrim bu.yok akp böyle yapmis veyda pkk bizi baglamaz bizler bikmadan barisdan söylemeliyiz.savas devam ediyor…cocuklar gencler ölüme gidiyior bizler idelojik farkliklari birakmaliyiz,sol parti güzel bir isim….ne dersiniz arkadaslar???
Gün Abi
Gezi başarısız mı oldu?
Çok özlüyorum o günleri!
Hiç de değil. Büyük bir devrimci isyandı ve bugün de örnektir.
kahraman’a soru:
senin solculugunla chp solculugu arasinda ben bir fark göremiyorum. chp de arayip da bulamadigin nedir; önce onu yaz bilelim. sonra ödp, emep, komünist parti vb. legal sosyalist partilerin neyini begenmiyorsun ki, yeni sol parti kurmak istiyorsun? kendine karizmatik lider ariyorsun, ben beni güdecek yakisikli bir lider, sürüyü güdecek karizmatik bir coban aramiyorum.
@marxist argüman
kendini sol veya sosyaldemokrat adlandiran partiler örnek olarak gösterdim hdp ve chp böyle idaalari var,ben chp den
hic bir beklentim yok öyle bir olguda yok bende.chp kemalist
devleti kuran ve onun koruycusudur daha fazla detaila inmek gerekmiyor…..hdp kürt ulusal harektin bir partisidir.bu iki parti
icinde sosyalistleri barindiriyor ama daha ileri gitmesi mümkün degil,yeni bir parti isteyesim halkin öyle bir arzusu oldundan kaynakliyor.su an mevcut partiler seneler buyunca politik alandalar sonuc ortadada……bence sen halki iyi okumayiyorsun! halki sürü olarak görmek ille bir marxist bir ayip yapiyorsun.ben kendimi özgürlükcü sol a ait görüyorum buda senin icin zaten kabul edilecek bir anlayis degil…..marjinaliye takilip gitiyorsun…..kendinisi türkiye toplumundan farkli göryürsunuz ama ben hic bir fark göremiyorum……ben senden daha iyi solcuyum!bunu türkiyede yasadi ve yasiyor…..solcu,sosyalist,komünist,devrimci ve sosyaldemokratlari bir parti capinda toparlayacak bir partinin adi sol partidir bence.yapilmaza sonuc ortada,hem deniz gezmis ve mahir cayan yakisliki ve karizmatik idi….selamlar.
barikatlarda pkk yok sivil sempatizan kürt gençler var doğrudur bu konsepte aynı sertlik ve şiddette pkk gerillaları şehirlere inip cevap verse günlük haberlerde 20-40 özel harekat-asker pkk li şu çatışmada öldü haberleri geçmişteki gibi olsa bu gün bu saatten sonra bölünme kaçınılmazlaşıp batıda da iç savaş görüntüleri ihtimal dahilindedir pkk nin bağımsız kürdistan programı olmadığı için HDP projesine kürt siyasetinin sadık kalması ve strtatejik nedenlerle saldırı pozisyonunda değil savunma çizgisi ile barış siyasetinin taşıyıcısı olma pozisyonunu yitirmek istemediğini biliyoruz.Hatta bu pozisyon ve tavrı ile bağımsız devlet istemediğinden başta kürt burjuvazisi orta sınıf ve millici ulusalcılarından ağır eleştiriler alması(nasname) diğer yandanda ö.gürsel gibi soldan akp-pkk-hdp hatta emperyaliz ilişkileri imasıyla suçlanması ironidir hangisi doğru aslında hiç biri HDP sadece kürt siyaseti değildir tabiki bütün toplumsal politik dinamikler bir birinden etkileni,r ve etkilerler hatta egemen hegemonik sistemden bile mücadele etmene rağmen etkilenmemek mümkün değildir ama yinede HDP ilk defa bereketli topraklarda sistemden kopuşun en uç örneği olmaya çalışıp bağımsız politik siyaset üretmeye çalışan en özgürlükçü yapıdır demokratiklik konusunda genel devrimci birikimlerin sancısını çeksede pratik hayat yaşanan pratik mücadele HDP yi sistemin mağduru halkla buluşturdukça demokratikleşeceği halkın kendisinden beklentileri ile buluştukça yeni kurumlar demokratik kendiliğinden işleyen işleyişlere kavuşacağı ihtimal dahilindedir.HDP den öncesini hatırlayınca sorunlu siyasi hayatımızda DEVRİM olduğunu görmemek mümkün değildir pkk nin hdp si yerine bütün toplumsal politik silahlı siyasi bütün muhalefet dinamiklerini mıknatıs gibi kendine çekip devasa bir toplumsal muhalefet bloğu yaratmaya başladığı şimdiden görünen HDP yi son krizi ,ile pkk nin hdp si diyerek reel görünür somut gerçeği örtemez geleceği ise hiç anlayamayız hatırlayalım 1-2 yıl önceki zileli ve ö.gürselin pkk kürt siyaseti HDK-HDP hakkındaki yargı ve analizlerine bakalım gelişen pratiğe bakalım sürecin nereye evrildiğini zileli ve ö.gürselinmi özgürlükçününmü haklı çıktığını görelim bu günde aynısı olacak henüz zileli ö.gürsel gibi kesin cümleleri yok bence HDP bu yapısal krizi aşacak daha büyük hedeflerde geleceğin alternatif başarı siyaseti teori ve pratiklerinin başarı öykülerini yaratacaktır.
HDP, Demirtaş söylemini tarihin bu evresinde bu topraklar için bir umut, “gerçekçi” bir siyaset olarak gördüm.
Harcanmamalı diye düşündüm. Dilerim harcanmaz (ama sanırım harcandı bile) Harcamaya çalışanlara karşı uyanan “duygular” bence “doğaldır.”
Yazık ki, siyasî iktidar “oyunlarına” fazla dalmış yapılar temel insan gereksinimlerini unuturlar.
Şimdilik PKK’nın 22 Temmuzdan sonraki “taktiğini” en azından “anlaşılmaz” bularak kapatalım; duygusuzca “Kürtler nasıl olsa ölecekti; o halk nasıl olsa saldırıya uğrayacaktı” diyerek yutkunalım…
(Not; Kürtlerin, Kürt siyasetinin emperyalizmle ilişkisini artık eleştirmeyeceğim! “Koskoca” İran, Türkiye vd.nin emperyalizmle ilişkileri ortadayken.. kimsesiz bir halkın, siyasî hareketlerin bu “taktikleri” ne kadar acımasızca eleştirilebilir? Sonra Türklerin, Arapların arasında yüzlerce yıldır kurban edilmiş Kürtlerin bu bataklık coğrafyada; boğulmamak için nice “yılana”, kuru dallara tutunmasının ilk suçlusu da egemen halklar değil mi?
Yazık ki, “ulusal kurtuluşu” teorik olarak yanlış görsem de, bu zaman ve koşullarda Kürtler, sanki eklemlenebilecekleri teori ve pratiği güçlü bir sosyalist bir siyasal yapı var da, ondan mı kaçmışlar?
***
İkinci bir konu…
Yakından izlemiyorum; anımsatmak istedim. Belki de PKK için artık tüm bölge Kürtlerinin temsili; Barzani tarafından etkisizleştirilmeme daha önemli hale gelmiş olabilir mi? ABD ve Rusya’nın dahil olduğu Ortadoğu satrancı öne geçmiş olabilir mi? Bu satrançta elde edilecek kazanımlar ile Türkiye’de kazanım iç içe geçmiş olabilir mi? Hatta bu yüzden mi Devlet, Kürt halkına sanki toptan savaş ilan etti? Hadi uyduralım; PKK bu “istihbarat” üzerine mi pervasızca savaşa daldı; “kaçarsa”, bölgede kendine ait algı zarar görür diye mi düşündü?
Artık mesele HDP değildi; devlet zaten buna izin vermeyecekti; bölgesinde, Ortadoğuda güçlenecek Kürt Askeri gücü hepsinin önüne mi geçti; emperyalizmin “güvenilir” müttefiki olarak “Büyük Kürdistan” daha gerçekçi bir siyaset olarak mı görülmeye başlandı..
*
Bunlar benim uydurmam.. Yakından izlemiyorum.. Kimse kızmasın; tüm söylediklerimi hemen geri alırım; sohbet tadında konuşalım lütfen; “fikir jimnastiği” olsun yalnızca…
http://marksist.net/marksist-tutum/ulkenin-batisinda-da-infazlar-artiyor.htm
gürsel’in 46. nolu yazisina yorum:
ulusal bir hareketin hedefi nedir: dünyada mevcut 200 küsür ulus-devletler gibi bir devlet kurmak, bu hedef mümkün degilse simdilik otonomi haklari ile yetinmek. ne gecmiste ne de simdi ulusal hareketler anti-emperyalist degildi. ulusal hareketlere “anti-emperyalizm” misyonu real sosyalistler yada sen yada sayin zileli gibi idealistler tarafindan biciliyor. gecmiste vietnam benzeri ulusal hareketlerin “anti-emperyalistligi” iki kutuplu dünyada sosyalist blokun ulusal hareketleri sosyalizmin müttefigi olarak görüp desteklemesi sebebiyleydi. ulusal hareketler özü-tabiati geregi anti-emperyalist olamazlar. barzani de bütün ulusalcilar gibi, mesela kemalistler gibi bir ulus-devlet kurmak istiyor. tabii ki devlet kuran her ulusal liderin hayali amerika, almanya, rusya, cin gibi büyük devletlerin seviyesine gelmek, birinci lig de oynamak; “muassir medeniyet seviyesine” ulasmak. barzani’nin bunun icin atatürk de dahil tüm ulusal liderleri kendisi icin örnek olarak görmesi anlasilir degil mi? devlet kurmak demek, mevcut sinirlari, “status quo”u degistirmek demektir. günümüz dünyasinda amerika’dan, beyaz saray’dan izin-lisans almadan yeni bir devlet kurmak mümkün mü? eger dünyanin siyasi-iktisadi düzenini taniyorsan mümkün olmadigini bilmen lazim. simdi bu tespiti yaptiktan sonra ulusal bir harekete neden anti-emperyalist degil diye elestiri yapmanin ne kadar absurd-sacma oldugu ortaya cikmaz mi? PKK ve öcalan’in “biz ulus-devlete karsiyiz” iddiasi neden gercekci degildir? PKK’nin ulusal bir davasi yoksa neden kendini feshetmiyor? öcalan ne zaman “devlet gerekmez” demeye basladi: yakalandiktan sonra. öcalan yakalandiginda T.C. karsisinda siyasi kapitülasyon ilan etti. öcalan’in, “yenildik, teslim oluyoruz” anlamina gelen kapitülasyonunu taraftarlarina kabul ettirmek, devlet’ten de bu “hizmet” karsiliginda en azindan kendi konumu icin bazi tavizler koparmak icin ideolojik bir kilifa ihtiyaci vardi. anarsizmin devleti red eden teorisi öcalan’in kapitülasyonuna uygun ideolojik kilif sunuyordu. diger yandan öcalan, ulus-devletlerin kurdugu avrupa birlige bakarak ulus-devletin tarihe karistigini, demokrasi ile ulusal sorunlarin cözülebilecegine gercekten inanmistir. iste öcalan’in ulusal bir ideoloji ile uyusmasi mümkün olmayan, PKK gibi ulusal bir hareket icin sonradan yapistirilmis bir yama gibi duran “demokratik-ekolojik-komünal” fikir dönüsümünün hikayesi budur. simdi sunu iddia etmek yanlis olmaz: öcalan ve PKK kendisine uymayan bu yamayi yavas yavas bir kenara birakip, uluslararasi konjonktürün kürt ulusalcilarina sundugu uygun kosullarinda etkisi ile tekrar “normal” bir ulusal hareket gibi davranmaya basladilar. sen simdi bunun neyini elestiriyorsun?
halkin durumu diyorsan, halk bir devlet icinde ulusal hareket icinde malzeme-manevra kütlesinden baska birsey degildir. yeri gelirse halk-taban, devlet ve ulusal haraket icin ölürde öldürürde. yani halka bicilen rol budur. sen bunu yanlis buluyorsan o zaman elestiriyi yüzeye degil temele yap, kazmayi temele vur. temel sudur: ulusalcilik-milliyetcilik ideolojisi. bu ideolojinin bir sonra ki asamasi ise irkcilik-fasistliktir
48’e..
akıl yürütmeniz bana da uygun…
sorun şu; bu halk önündeki bir yılı, 5 ya da 20 yılı nasıl yaşamalı?
Önünde anarşizan, özgürlükçü sosyalist bir destek-ümit de yok; buna yatkın toplumsal-kültürel tabanı da…
*
Bizim en büyük sorunumuz, genel doğrularımız insanların önünü aydınlatmıyor; onlara önündeki 24 saati atlatacak çeyrek ekmek vermiyor!
Evet.. uluslaşma sürecinin “kaderi” bu!
Ama sanırım 185 devlet içinde “ulus devleti” en çok hak etmiş toplum sıralamasında Kürt’ler kaçıncı olur..
*
Ulus devlet bir kabilecilik.. Ortak dil.. ortak kültür.. Karmaşık “tinsel” arzular..
*
Son tahlilde.. öyle istiyorlarsa.. öyle olsun..
*
Bu bir “sevda”.. insanı kahreden, rezil eden, mahcup edecek arzu..
Yaşamak zorunda.. o rezilliği.. o tutkuyu.. “yangın” bu noktada…
*
Kürtler sonunda “yeni” bir hayata doğru yol alıyor…
Yazık ki, azgın emperyalizm ve sömürü koşullarında Kürt halkı için hiç iyimser değilim; bu nedenle Türkiyelileşmenin, Doğu’dan “uzaklaşmanın” Kürt halkı için de iyi olacağını düşünüyordum.. ama.. süreç ve Türkiye’li faşistler de onları Doğuya sürüklüyor…
Suyun yüzeyinde kalmak için çırpınıyorlar!
En büyük suç, Türk milliyetçiliği, Ermenilerin dolaylı katliamını bile üstü örtük savunan Türkiye faşizmine aittir..
*
Yazık ki, bu faşizmi geriletecek sol-sosyalist rüzgar oldurulamadı.. 50 yıldır..
hoşçakalın…
gürsel’e yanit:
önce cumhuriyet döneminde cikarilan ve 2006 yilinda yenilen iskan kanunundan bir alinti:
MADDE 4 – (1) Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancılar ile Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı bulunup da sınır dışı edilenler ve güvenlik bakımından Türkiye’ye gelmeleri uygun görülmeyenler göçmen olarak kabul edilmezler.
bu alintiyi neden yaptim: sunu ispat etmek icin: fransiz devrimi ile beraber tarih sahnesine cikan ulus-devlet, diger deyisle demokratik burjuva devlet özü-tabiati geregi irkcidir-soycudur; insanlari yerli-yabanci diye ayiklar. fasizmin fideligi demokratik ulus-devlettir. fransa, almanya, amerika gibi en gelismis demokrasilerde de fasist partiler, akimlar en az türkiye kadar güclüdür. demokratik ulus-devletin varligina bir elestirin yoksa, fasizme karsi mücadele don kisotluktan baska birsey degildir. senin yazdiklarida cok “eliter” bir dil hakim. türkiye ve kürdistanda yasayan insanlar nasil yasayacaklarini sana, bana sormuyorlar. sanki o insanlarin kaderi senin elindeymis yada sanki devrimcilik-solculuk insanlarin kaderine hükmetmekmis gibi konusuyorsun. hangisi oldugu farketmez, siyasi partilere destek veren insanlar aktiv katilimci oluyorlar, senin düsündügün gibi “kurban-magdur” degiller. elestireceksen bu insanlarin ulusculuk, dincilik gibi ideolojilere destek vermelerini elestir. real sosyalistlerin ve burjuva devletin “halk” denilen kitleyi idealize ettikleri gibi sen de halki idealize ediyorsun. kürt, türk, alman farketmez, halk, aralarinda hicbir celiski olmayan, sinifsiz kaynasmis bir kütle degildir. sinifli kapitalist toplum bastan sona celiskiler üzerine kurulmus bir toplumdur. senin “kürt halki” dedigin insanlar icinde zengini var, fakiri var, devlet ile calisan korucusu var, PKK’ye destek vereni var, “ben kürt falan degilim” diyeni var, bati illerinde sisteme-devlete entegre olmusu var, ateisti, marxisti var, dincisi-fasisti var vs.
senin “keske kürt hareketi türkiyelilesseydi” demen halki düsündügünden mi yaksa T.C.’nin bölünmesi midir senin kaygin? “kürtler yönünü batiya cevirirse iyi doguya cevirirse kötü” gibi seyler yazmissin. senin ve sayin zilelinin yazdiklarindan kemalist ideolojiyi ve “muasir medeniyeti” nasil idealize ettiginiz belli oluyor. sizin CHP solculugundan farkiniz nedir?
”fikir jimnastiği”’ sohbet tadında konuşalım dediğin bölgede özellikle kürt hareketlerinden PKK ve pkk gibi gelecek tahayülü programatiği olan hareketin ulusalcı millici Barzani tarzı hareketlere ideolojik üstünlük sağlayacağı bunun giderek pratik sonuçları şimdiden görünür olup PKK nin Toplumsal Ekolojik Kömünalizm anlayışı sadece türkiye ve suriye kürdistanında değil ırak ve iran kürdistanındada gelecekte asıl belirleyici politik dinamik olacağını bizden önce egemen emperyallerin fark etmesi normaldir.Günümüz hegemonik ilikilerde yerel dinamiklerle özellikle belirleyici güçlü yerel dinamikle olumlu ilişki dışardaki güçler için nerdeyse zorunluluk halini almıştır.PYD nin bu sıra abd ve rusya nın ilgisini çekmesi hatta iki süper gücünde kendi safına çekmek için elinden geleni yapması bile ideolojik alt yapısı genel dünya tahlilleriyle geleceği görünür yapan seviyede politik program üretip yaşadığı hayatı değiştirip dönüştürme yetenekleri kazanan PYD büyük ölçüde Öcalan etkisinde bu başarılı çizgiyi bildiklerimizin aksine her iki süper güçten azmami kendi programı için istifade edip yinede uzun vadede kendi özgür bağımsız programını gerçekleştirebileceği ihtimal dahilindedir.Ö.Gürselin fikir cimnastiğiyle fark ettiği kritik bölgenin pratikte hem politik hemde fiziki örgütsel direniş gücü en yüksek organizasyon PKK ve cıvarında olduğunu anlamamak türkiye solu devrimcilerine nasip olduğu gibi bir miktar tc hükümetide aynı hataya düşmüştür.Ağızlarından düşürmedikleri Osmanlının bağdata şama mısıra mekkeye yani bütün ortadoğuya kürtlerle itifak etmeden giremediğini bu ittifakı başarınca bütün bu kapıların açıldığını kendi atalarından öğrenebilselerdi belkide bu gün yaşadığımız bu seviyedeki kirli savaşın yerine Barzaniyle olan ilişkidende verimli türkiye kürdistan ilişkileriyle kadim kürt sorununu çözüp çözmeyip ağır bedeller ödediğimiz sorunların çözümünde çok önemli bir pratik gerçekleştirmiş olurduk.Evet galiba ciddi tartışmalardan fikir cimnastiği daha verimli haklısın ö.gürsel kürt siyasetinin geldiği yer bölgede henüz kavrayamadığımız seviyede belirleyen hatta sanılanın aksine sadece görünür fiziki güçle ölçülmeyecek seviyede görünmeyen Başarı siyaseti teori ve pratığının eseridir
50’ye…
ortada işçi sınıfı bilincine sahip kitleler yok.
İşçi sınıfı ideolojisi de yok!
İşçi sınıfı partisi de yok!
*
Yalnızca Kürt olduğu için aşağılanan insanlar var. Milyonlarca insan haklı ya da haksız, ulusal haklar talebinde bulunuyor. Tarihsel olarak “ulusçuluk” geri bir ideoloji olsa bile, “yenisi” doğmuş değil! “Yeni” olan Stalinist Sosyalizmse, bu konuya girmeyelim.
*
Benim derdim bölünmek değil; Kürtlerin böylece Ortadoğuda emperyalizme mahkum edilmesi… Ortadoğu jandarmalığına koşulması. Etnik köken olarak bir türk ve batıda yaşayan insan olarak Gerici doğu ile aramızda Kürtlerin “tampon” olması aslında sevindirici bir şey! Ama olaya böyle bakmak istemiyorum; “aynı mahallenin” çocukları, insanları ile bakma naifliği ile yazdım o cümleleri…
Ve Müslüman Araplardan yakın zamanda (100 yıl!) iyi bir şey beklemiyorum! O coğrafyada Arap’ları “ehlileştirmek” amaçlı kullanılacakları sezgisi ile yazdım..
özgürlükçü, iyimserliğine bayılıyorum…
“Toplumsal Ekolojik Kömünalizm anlayışı” uzun vadede bana da bir çıkış olarak “gerçekçi” görünüyor…
Ama… ama.. Kürt coğrafyasında kısa vadede (en az 30 yıl) bu bana imkansız görünüyor…
1.si, o kadar çok düşman var ki..
2.si.. Kürt halkının “teknik-düşünsel-kültürel” yapısı gereği..,
***
Üzgünüm.. “içimdeki ses “konjonktürel, tarihsel, toplumsal, koşullar gereği, Büyük Kürdistan kurulacak ve despotik bir yönetim altında Kürtler, Emperyalizm’in bölgedeki jandarması olacak… Türkiyelileşmeye izin vermediler… Bunun için olmalı!
Alçakça işler derken bunu kastediyordum..
Elbetteki yanılmak, salakça kehanetler yapmış olmak isterim.. isterdim…
Bu önlenebilir mi? Türkiye Faşizmi sayesinde önlenemez görünüyor..
(Ve PKK neden Temmuz’da savaşa balıklama daldı? Yine oraya geldik…)
http://t24.com.tr/haber/cemil-bayik-silahli-mucadeleye-son-vermek-icin-hicbir-neden-yok-turkiyedeki-ic-savas-agirlasacak,322005
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/454598/Resmi_aciklamanin_h_l__yapilmadigi_Sabiha_Gokcen_Havalimani_saldirisi_ustlenildi.html
http://marksist.net/diger-yazarlar/dtk-ozyonetimlerle-ilgili-siyasi-cozum-deklarasyonu.htm
Özyönetim/özerklik, merkeziyetçilik-adem-i merkeziyetçilik konularıyla ilgili olarak aşağıda yazılanlar da dikkate değer bence;
Bizans ve islâm devletleri örneğine uygun biçimde, Selçuklular, Anadolu’da kentlere dayalı bir devlet kurarlar. Kent, idarî, kültürel ve ekonomik merkezdir. Batı Avrupa’dan farklı olarak, gerek Bizans feodalleri ve gerekse Selçuklu arazi sâhipleri kentlerde otururlar. Ne var ki, Bizans feodalleri, pek az uğradıkları Anadolu’daki büyük çiftliklerinden sağladıkları rant gelirlerini, Istanbul’da harcarlarken, Selçuklu ileri gelenleri, gelirlerini Anadolu kentlerinde harcarlar*. Bu, Anadolu kentlerinde yöresel talebi genişletir. Talep artışı ve devletin avantajlı koşullarda hıristiyan çiftçi iskânı, tarımı canlandırır.
* Atatürk’ün Istanbul’u bırakıp Anadolu’nun ortasında bir başkent seçmesinin Anadolu’nun kalkınması açısından böyle bir anlamı vardır. Atatürk döneminin planlı kalkınma anlayışından vazgeçilmeseydi, Anadolu kalkınması bu seçimin doğruluğunu kanıtlayacaktı.
–
Selçukluların son dönemlerinde, âhiler, önemli bir örgüt olarak ortaya çıkar. Resmen siyasal iktidara sâhip değillerse de, iktidarın çözüldüğü dönemlerde, kentlerin, eşrafı ürküten ve zaman zaman karışıklıklar çıkartan egemen gücü durumuna gelirler. Âhiler, deyim uygun düşmemekle birlikte, yaşadıkları kentle sınırlı bir yurtseverliği temsil ederler. Bu nedenle kentlerde aşırı doğrudan yönetime yönelen Mogollara da, kent yaşamını tehdit eden Türkmen’e de* karşı çıkarlar. Mogol ve Selçuklu yönetiminin çökmesiyle, âhiler, birçok Anadolu kentinde yönetimi ele alırlar.
* Karamanlılar 1312’de Konya’yı alınca âhi kırımı yaparlar.
–
Selçuklu ve Mogol yönetiminin çöküşünden sonra, Sıvas-Kayseri merkezli Eretna ve onun devamı olan Kadı Burhaneddin devletleri, Anadolu Selçuklu Devleti’nin mirasçısı olurlar*.
* Konya’yı ele geçirdiler diye, Karamanoğulları, Selçuklu Devleti’nin mirasçısı olarak görülmek istenir. Fakat Karamanlılar, Güneydeki dağlık ve ormanlık bölgeye ve bozkıra dayalı bir göçebe aşiretler federasyonu olarak kalırlar. Federasyonun siyasal ağırlık taşıyan Mogol ve Türkmen oymakları, çevreyi yakıp yıkan yağma geleneklerini sürdürürler. Eski önemini yitiren Konya, beylikte biraz eğreti kalır. Unutmamak gerekir ki, Konya gibi, Sıvas ve Kayseri de Selçuklu başkentleridir.
(Doğan Avcıoğlu – Türklerin Tarihi Beşinci Kitap s. 2044/2045-2060-2183)
“Konya’daki nüfus daha çok burasının başkent oluşu dolayısıyla toplanmıştı. Bu özelliği ortadan kalktıktan sonra nüfusu da gerilemişti. Bu sebeple XIV. yüzyıl başlarında, Ö. L. Barkan’ın hesaplarına göre ancak 6 127 kişi oturuyordu. Zira bu dönemde Anadolu’da canlılık batıya kaymıştı. (Bursa, 34 930).” (Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, s. 147.)
gürsel’e ve anonim’e cevap:
-ortada emekcileri aydinlatacak ideoloji, parti vs. yoksa burdan “yoksa öyleyse birsey yapmaya da gerek yok” gibi bir sonuc mu cikar yoksa “madem yok o zaman yaratmak icin cabalamak lazim” diye bir sonuc mu cikar? sen o “milli” duygularini bir kenara birakmazsan böyle bir caba icine de giremezsin zaten. cünkü sinifsal bir mücadele-ajitasyon ister istemez seni türk burjuvazisi ve türk devleti ile karsi karsiya getirecek. senin gibi milli görüse sahip insanlar bunun yerine milli burjuvazi ve ulus-devlet ile beraber don kisot gibi hayali-soyut bir “emperyalizme” karsi mücedeleyi tercih ediyorlar.
-“toplumsal ekolojik komünalizm” gibi illüzyonlar öcalan yada öcalan’in okudugu anarsistlerin kapitalist ekonomi ve yasalarini tanimadiklarinin kanitidir.
-senin solculugun soyut bir “anti-emperyalizm” söylemine dayaniyor. senin sürekli olarak kürtlerin gelecekte emperyalistlerle iliskilerine dair spekülasyon yapman, ulusalci bir türk solcusu oldugunu gösteriyor. ulusalcilikla fasistlik arasinda bir adimlik mesafe oldugunu dogu perincek grubuna bakarak anlayabilirsin. bu yanlis bakis acisini düzeltmezsen solugu dogu perincek’in yaninda alirsin, benden uyarmasi. günümüz emperyalizmini, dünyanin siyasi-ikdisadi düzenini, amerikan dünya düzenini anlamadigin belli. sayin zileli emperyalizm üzerine bir yazi yazarsa sizin bu “carpik” emperyalizm anlayisinizi teshir etmek icin bana firsat sunmus olur.
-anonim kardes, sen sürekli olarak tarih ile mesgulsün. kürt hareketinin özyönetim-özerklik talebinin selcuklu ile bilmem osmanli ile alakasi nedir? siyasi-ikdisadi uygulamalar, teoriler, talepler alici-müsteri bulsun, mesrulassin diye ideolojik bir paket halinde piyasaya sürülür. T.C., devlet programini, anayasasini yazarken selcuklular, “osmanlilar devleti-toplumu nasil yönetmisler” diye maziye bakmiyor, günümüz dünyasina göre yaziyor. dikkat edersen karadeniz, akdeniz, ege, ic anadolu da yasayan insanlarin özerklik diye bir talebi yok, kürtlerin böyle bir talebi var. burdan bu durumun kürt ulusal meselesi ile alakali oldugunu rahatlikla anlayabilirsin. kürt hareketinin NATO devleti T.C.’den toprak koparacak gücü yok. sadece kürtler icin hak talebinde bulunduklari zaman da “bölücü” damgasi yiyip marjinalize edilme tehlikesi mevcut. bundan dolayi kürt hareketi otonomi taleplerini devlete kabul ettirmek, bu taleplere kamuoyu ve T.C. üzerinde etkili olan amerika ve avrupa nezdinde mesruluk-haklilik kazandirmak icin tüm türkiyeyi kapsayacak yerel yönetim talepleri olarak sunuyor. T.C.’yi yöneten politikacilar bu durumun tabii ki farkindalar.
marxist argüman’a
demişsin ki
-anonim kardes, sen sürekli olarak tarih ile mesgulsün. kürt hareketinin özyönetim-özerklik talebinin selcuklu ile bilmem osmanli ile alakasi nedir? siyasi-ikdisadi uygulamalar, teoriler, talepler alici-müsteri bulsun, mesrulassin diye ideolojik bir paket halinde piyasaya sürülür. T.C., devlet programini, anayasasini yazarken selcuklular, “osmanlilar devleti-toplumu nasil yönetmisler” diye maziye bakmiyor, günümüz dünyasina göre yaziyor.
Tarih sadece tarih değildir, günümüzü etkilemeye devam eder. Bugün dünün devamıdır.
Sizin gibi bugünün insanının çoğunun algısı son 200 yılın ötesine çıkamıyor. Anayasa, siyasi partiler, işçi sınıfı-burjuvazi, kapitalizm, sol-sağ gibi kavramlarla düşünmeye, bunları sorgulamamaya alışmışsınız. Bunlar ezeli ve ebediymiş gibi düşünüyorsunuz. Bu bir idealizmdir.
sır vereyim.. 16-17 yaşlarımda Aydınlıkçıydım. Oradan geliyorum…
**
karşılıklı tartışmada farklı düşünceler ortaya çıktığında şu “Faşist” sözcüğü ne de kurtarıcı ama; hatta ilk diyen de kendini hemen iyi hissediyor sanırım..
Burada “tarihsel süreçleri” kestirmeye çalışan bir sohbette bulunuyoruz. Ve yine tarihsel bir insafı yitirmeden…
Hala çok adamın Sosyalist sandığı Stalin de bir emperyalist “vizyon” içinde siyaset yapıyordu.
Kürdistanda işçi sınıfı yok ama onlara “işçi sınıfı ideolojisi” üzerinden siyaset mi öneriyorsunuz…
*
Bu şabloncu, ezberci yazılamalar son 50 yıldır yapılır ve gelinen “sol sefalet” de ortada..
“Yeni bir türkü” dinleyelim artık…
*
16-20 yaşlarımda okuduğum bu düz-mantık “analizlere “artık değer veremiyorum…
Bence İzmir, Trakya, Muğla da özerklik isteyebilir. Biraz propaganda ile İstanbul da isteyebilir…
kendini solcu diyen ve evrensel degerlere inaniyorsa enternasyonal ise
bana göre uzun vadede bir bagimsiz birlesik bir kürdistan
ön görmesi gerekir.
ben kürd toplumunu bir hegemonik yapida olmadini görüyorum
bunun tarihsel assimilasyon poltikasi ve feodal yapin elbette büyük katkisi var en önemlisi bir birlesik kürdistan yaratmak icin bir altyapi yok.bunlar bana göre 30-50 yil sonra mümkün olabilir gibi geliyor.zaten gidisat bunu gösteriyor büyük devletler bir kürdistan kurulmasina cok sicak bakiyor,kürt toplumun altyapisini kendisi cözmesi gerekir.o yüzden pkk ve hdp özerklik istiyor ilk basda,benim kisisel görüsüm biresik bir kürdistan kendini zor tuta bilir cünkü cografyanin degisik kültülere sahip ve bence can alici bir nokta din anlayisi a.tan nasil bir toplum politkasi gerceklestirecek???bunlari bizler cözemeyiz cünkü hep kürtlere karsi bir politka olarak alkinalir ve alkinaliyor……ya benimlesin veya karsi…..tanidik geliyor!!! bizlerin güclü bir partisi yok dengeleri degiscek bir güc zaten yok o yüzden bizim kalan68kusagi kendini kürt ulusal kurtulus harektine buluyor ne faydasi var bilmiyorum…..bence güclü bir sol parti ancak bir yol acar kürt halkina bizler böyle dogmatik tartismalardan kurtulmadikca kendimise zarar veriyoruz.ölen bütün cocuk ve genclere topraklari bol olsun.
gürsel’in 60 nolu yorumuna cevap:
-özerklik isteme-istememe meselesinin propaganda ile alakasi nedir? kürt ulusal hareketinin “özerklik-özyönetim” dedigi esasen kültürel-ulusal-ekonomik taleplerdir. ulusal talep-hak karin doyurmaz, kürdistanli yoksullarin ekonomik durumunda köklü bir degisiklik yaratmaz. fakat diger yandan anadili kürtce olup, asimile olmaya direnip “türk” kimligine alternatif “kürt” kimligi olusturmaya calisan insanlarin egeli, akdenizli, karedenizli, trakyali insanlardan söyle bir farki var: kendini “kürt” olarak gören insanlarin ana dili ile okuma yazma imkani var mi ? hayir. HDP’li kürtler kendi imkanlari ile özel kürtce okul actilar, devlet okulun kapisina kilit vurmadi mi? bu gercekler göz önünde dururken, sen sanki “özerklik” talebi propaganda ile yaratilan suni-yapay bir gündemmis gibi konusuyorsun. kapitalist dünyanin siyasi-ekonomik düzeni ulusal devletler üzerine kurulu, kemalistlerin T.C.’sine itirazin yok, apocularin, barzanicilerin kürdistan devletine neden “emperyalizm” bahanesi ile set cekmeye calisiyorsun? amerkan emperyalizmden izin-onay almadan kurulmus tek bir devlet ismi bana söyleyebilir misin? istersen sana ve sayin zileli’ye ermeni, süryani, pontus, rum soykirimlari üzerine kurulu T.C. ve türkcülerin hikayesini anlatayim.
gürsel ve kahraman’a cevap:
-kendisine marxist, anarsist, sosyalist, komünist vs. diyen insanlarin isi kürdistan’in gelecegi hakkinda hava durumu tahmini gibi tahminler yapmak olmamali. ulusalcilar-milliyetciler kendi islerini yapiyorlar, bizde kendi isimize bakalim.
-bu stalin takintisi da neyin nesi oluyor? burjuva demokratlari-ideologlari kapitalizmin alternatifinin olmadigini -tarihin sonu tezlerini hatirlayalim- propaganda ediyorlar, bu propagandanin bir parcasida sürekli stalin’i hatirlatmak. emperyalist-kapitalist cephenin bu tarz propagandasinin aynisi bu sitede anarsizm adina yapiliyor. real sosyalistleri bende elestiriyorum, fakat sayin zileli ile gürsel’in stalin elestirileri ile burjuva ideologlarin elestirisi arasinda ben bir fark göremiyorum.
-bugün atalari enver-talat-cemal-m. kemal pasalarin izinde gurula yürüyen dogu perincek’e “fasist” demek küfür mü oluyor, perincek grubunun politikasi irkci-milliyetci-fasist bir politika degil midir? gürsel, stalin’in yanlislari-günahlari senin milli-milliyetci görüslerini mesrulastirir mi? sayin zileli yorumlarimi yayinladigi müddetce böyle yanlislari burda teshir etmeye devam edecem, haberiniz olsun.
-kapitalist devletleri yöneten politikacilar ve kapitalistler bile sosyal piyasa ekonomisini “elestirirken”, kendisine solcu diyen gürsel gibi insanlar kapitalizmde elestirecek birsey bulamiyorlar. sayin zileli kapitalist sömürü iliskileri üzerine bir yazi yazsin, kapitalizm nasil elestirilir, bu konuda zorlanan arkadaslara yardimci olayim.
-gürsel gibi kapitalist sömürüye söyleyecek lafi olmayan, kapitalizmin sömürü iliskileri ile barismis insanlar “siniflardan” bahsetmemek icin her türlü bahaneye basvuruyorlar. kapitalist sömürü sadece sanayide mi oluyor; büroda, tarlada, findikta, pamukta karin tokluguna calistirilan insanlar sömürülmüyor mu? türkiye ve kürdistan da dahil, global kapitalist dünyada bir tarafta biriktikce biriken kapitalist zenginlik, diger tarafta buna paralel artikca artan yoksulluk, sefalet, savaslar, silahlanma, mülteciler, kapitalist üretimin kirlettigi cevre ve atmosfer vs. gürsel, sen bu manzarada elestirecek birsey bulamiyor musun? stalin’in 100 yil yaptigi hatalarin bu manzara ile alakasi nedir? gecmise, maziye takilip kalmak, nostaljik takilmak yeni moda solculuk mu oluyor?
63..
mevzuyu dikkatli okumuyorsun. Kürtler’in bu talebi yerden-göğe haklıdır. Burada sorun yok..
Ben Federal bir 2. Türkiye Cumhuriyetinin de mümkün olduğunu söylüyorum. Kültürel temelli bir Federal Cumhuriyet’in dil ve dinsel kültürel çokluğuna izin veren siyasal yapıdan söz ediyorum.
Adıyaman, Yozgat, Elazığ “kültürünün”, İzmir, Antalya, Trakya üzerinde kurduğu vesayetten kurtulmasının aracı olarak…
Merkezî İktidar tahakkümünün parçalanmasının genel anlamda özgürlükleri artıracağını varsayarak…
@marxist argüman
stalini elestirmek ve kinamak beni bir burjuva yapmaz bunlar
sadece burjuvanin sözü degil.stalin katliamlari neredeyse bütün ciddi ve parlementer sistemde olan sol partiler kiniyor.
dogmatik bakarsa insanlar marxisizme bence buda utöpya gecmez ,parlemter sisteme inanilmiyorsa fazla söze gerek kalmaz cünkü bir halk muhalefeti bu sartlarda baska dogmaz.ben türkiyede yasamiyorum ama cok gelmislim var türkiye toplumu bir marjinal toplum sadece idelojik degil gündelik hayatindada öyle.yüzeyselliyi gecmiyor cogu zamanda konusmalar ve duygu dünyasi bir anlayis zayifligi var.mantik ve rasyonalist davranis cogu zaman geride kaliyor kisabilirsin bana ama ben uzanmadan hep sunu söylemek istiyorum:birlesin! birakin yok burjuvayi ve dogmatik tartismalari zaman aleyhimize isliyor!!!gezi isyani cok bir degisimi getirti getirecek bunu iyi kavrayan bir parti ilerde basariya olasacaktir,o genclerin öyle dogmatik idelojik kavga ille ugrasma niyeti yok…..bana kalirsada gerekmez.dünyamizda baris cok deger ve önem kazanmis bütün baris gücleri bu savas ve yok etme politikasina karsi mücadele veren gücler beraber calismasi gerek.
Karşıdevrimin gönüllü maşası: http://t24.com.tr/haber/dogu-perincek-hdpyi-kapatmak-icin-butun-unsurlar-var,322242
bazen maşa, bazen koçbaşı, bazen kraldan fazla kralcısı… ne diyeyim.
gürsel’in 65 nolu yorumuna cevap:
-senin yakin zamanda T.C. basbakani olma planlarin varsa, git “bölücü” kürtlere söyle “ayrilmaya falan gerek yok, yakinda sizin haklarinizi ben verecem.” fakat T.C.’ye basbakan olma planlarin yoksa burda sanki devlet adina karar verme yetkin varmis gibi konusma. T.C.’nin fedaral olup olmayacagina devleti yöneten politikacilar karar veriyor. senin “teorik olarak federal bir T.C. mümkündür” demenin fikir cimnastiginden öte bir kiymeti olmadigini farkinda degil misin?
-T.C.’nin kurulusundan 2002 yilina kadar devleti ve toplumu laik dikta ile yöneten kemalist ordu kürtlerin neden ulusal-kürltürel haklarini vermedi? hatta bildigim kadari ile ordu AKP’nin “türklük” cimentosu devletin-milletin bütünlügünü saglamada yetersiz, “müslümanlik” cimentosu kullanalim anlamina gelen”cözüm” sürecine bile karsi cikmisti. T.C.’yi kuran kemalist kadro ve su anda devleti yöneteni islamci fraksiyon senin düsündügün “federal T.C.” alternatifini akil edemiyorlar mi saniyorsun? burjuva politikacilarina akil satacagina “devleti yöneten politikacilar neden federal bir sistemi tartismak bile islemiyorlar” diye kafa yorsan en azindan olup biteni dogru bir sekilde anlarsin.
-iki fenomeni bilincli olarak aynilastiriyorsun: ben “türk-sunni” kimligini esas alip, bu cercevenin disinda kalan, “türk-sunni” olmayan diger insanlari gerekirse siddet ile asimile ederek, devlete entegre edip, “homojen-steril” bir toplum yaratmaya calisan devlet politikasindan bahsediyorum, sen yozgat-mentalitesi ile trakya-ege’nin kini karsi karsiya geririyorsun. 2002 yilina kadar kaymagi kemalistler yediler, islamcilar “simdi sira bizde” dediler. zonguldakta, somada kömür cikaran madenciler acisindan, kisacasi emekciler acisindan birsey degismedigini gördük, görüyoruz. islamcilarin devleti ele gecirmesi bu kadar zoruna gidiyorsa git CHP’ye üye ol calis.
Demokrasi Mücadelesinin ve/veya HDP’nin Sorunları (1) Radikal, Kapsamlı ve Sistematik Olma Gereği ve Sorunu
Gerek nesnel çıkarları, gerek doğrudan veya dolaylı ifade edilmiş eğilimleri ve politik talepleriyle, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de demokratik güçler nüfusun hiç de küçümsenemeyecek bir niceliğini, daha doğrusu büyük çoğunluğunu temsil ederler.
Ne var ki bu nesnel çıkarlar, eğilimler, doğrudan ifade edildiğinde bile yeterince radikal, yeterince kapsamlı ve yeterince sistematik olmadıkları için; yani demokrasiyi tutarlı olarak sonuna kadar savunmadıkları için, politik mücadele arenasında adeta buharlaşırlar, yok olurlar, ifadelerini ve temsilcilerini bulamazlar.
Ve daha da kötüsü, nesnel olarak çıkarları ortak olmasına rağmen, bu demokratik güçler yeterince radikal, kapsamlı ve sistematik olmadıkları için, sadece yok olmazlar, bir eksiye dönüşürler; birbirlerinin gücünü nötralize ederek, Türkiye’nin gerçek egemeni Askeri Bürokratik Oligarşinin egemenliğini sürdürebilmesinin bir aracı olmaktan öteye gidemezler.
Demokratik çıkarlar ve eğilimler ile bunların politik eşdeğerinin olmaması ve hatta politik ifadesini bulduğu ölçüde bunların birbirinin gücünü nötralize edici bir işlev görmesinin temel nedeni: bu öznelerin demokrasiyi yeterince radikal, kapsamlı ve sistematik olarak programlaştırmamaları ve savunmamalarıdır.
*
Bir hastalığı yok etmek için onun nedenlerine inmek ve o nedenleri ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için de öncelikle o nedenlerin ortaya çıkarılması gerekir.
Biz diyoruz ki, demokrasi güçlerinin zayıflığının en önemli nedenlerinden biri: onların yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli demokrat olmamalarıdır.
Yani sorunu yeterince “Anti kapitalist”, “emekten yana” olmamakta; “Sosyal Cumhuriyet”, “Anti emperyalizm”, “İşçi Sınıfı” vs., vs. deyip dememekte değil; yeterince demokrat olmamakta görüyoruz.
Ayrıca sosyalistler içinden ve açısından konuştuğumuzda, tam da sorunu sözümona “Sosyalist”, “Sınıfçı”, “Emekten Yana” koymanın sorun olduğunu; yani yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli demokrat olmaktan kaçışın, bu gerici eğilimin, kendisini sosyalizm, işçicilik, anti-emperyalizm, anti-kapitalizm biçiminde ifade ettiğini söylüyoruz.
Şimdi bir iki örnekle, demokraside radikal, kapsamlı ve sistemli olmamanın nasıl demokrasi mücadelesine karşı çalıştığını görelim.
*
Örneğin, askeri bürokratik oligarşinin egemenliğine; bu egemenliğin dayanağı ve sonucu olan; haklara değil; yardıma ve göz yummaya dayanan baskıcı sisteme; ve bunun zengin ve yoksul farklarının büyümesi ve dolayısıyla da toplumsal çürüme biçiminde özetlenebilecek sonuçlarına karşı, yüzde doksanıyla yoksulların eşitlikçi ve demokratik eğilimlerini yansıtan İslamcı Hareket, bu talep ve özlemlerini, yeterince radikal ve kapsamlı demokratik bir talepler manzumasi olarak ortaya koymadığı veya koyamadığı için, örneğin sadece giyim özgürlüğüyle sınırlandığından, yani diyanetin lağvı, imam hatiplerin kapatılması, din derslerinin kaldırılması gibi, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan taleplerle birleştirmediği için, şehir orta sınıflarını, Alevileri, Ateistleri ve diğer dinlerden olanları korkutmakta, onları Askeri Bürokratik Oligarşinin kucağına itmektedir.
Benzer şekilde, İslamcı harekete yöneliş, bilinçsiz de olsa ulusun bir dille, bir soyla tanımlanmasına karşı sağlıklı ve demokratik bir tepkiyi yansıtır ve bu gerici ulusçuluğun kanlı sonuçlarından duyulan bir korkuyu ifade eder. Ama bu korku ve gerici ulusçuluğa karşı demokratik olarak tanımlanabilecek eğilim, ulusun her hangi bir dille, dinle, etniyle, soyla, tarihle, tanımlanmasına karşı kapsamlı ve radikal bir demokratik talebe dönüşmediği için, bu sefer bizzat kendisi, Kürt Özgürlük Hareketinin demokratik özlemleri karşısında, ulusu Türklükle ve bir tür resmi Sünni İslamla tanımlayan Askeri Bürokratik Oligarşinin bir yedeği durumuna düşer.
Böylece İslamcı hareket, nesnel olarak, özünde bu Askeri Bürokratik Oligarşinin egemenliğine ve onun egemenliğinin toplumsal sonuçlarına bir tepkinin ifadesiyken; politik olarak, Askeri Bürokratik Oligarşinin Kürt hareketine karşı doğrudan yedeği olmakla kalmaz; o karşı olduğu Askeri ve Bürokratik oligarşinin, şehir orta sınıflarını ve Alevileri korkutup kendi yedeğinde tutmasının ve bizzat İslamcı Harekete karşı bir denge olarak oynamasının bir aracı olur.
*
Aynı sorun Alevi hareketinde (ve yaşamtarzı nedeniyle kendini baskı altında hisseden “laikler”de de) görülmektedir.
Alevilerin de bir bölümü, taleplerini gerçek bir laiklik yönünde (diyanetin kaldırılması, din derslerinin kaldırılması vs.) en ileri düzeyde formüle ettikleri noktada bile, bunu tüm kapsamı ve radikalliği ile savunamamakta, örneğin insanların istedikleri gibi giyinebilmesi özgürlüğünü savunmak bir yana, bunun karşısında Askeri Bürokratik Oligarşi’nin yasaklarının yedeği ve destekçisi durumuna düşmektedirler.
Yine büyük çoğunluğuyla Aleviler, Devletin bir dininin olmamasını, dinin tamamen özel bir şey olmasını savunduklarında, bu istemlerini Türklüğün de özel olmasına, yani bir dil, din, tarih, soy ile tanımlanmış bir ulusçuluğun da tıpkı din gibi, özele, inanca ilişkin olmasına, daha da somut olarak, ulusun Türklükle tanımlanmasına karşı demokratik bir talebe doğru genişletememektedirler.
Tam da böyle oldukları için, kendileri Kürt hareketi karşısında devletin yedeği durumuna düşmektedirler.
Yani Alevi Hareketi yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli olmadığı için kendileri de birer demokratik tepkinin ifadesi olan İslamcı Hareket ve Kürt Hareketinin karşısında konumlanmış olmakta veya onları karşıya itmektedir.
*
Sanılanın aksine Kürt hareketinin de durumu farklı değildir. Onlar da son duruşmada demokratik özlemlerin ifadesi olan en örgütlü ve bilinçli hareket olmalarına rağmen, bunu yeterince radikal bir demokrasi çerçevesinde ifade edememektedirler. Örneğin, Alevilerin içinde görülen, Diyanetin Alevileri Tanıması talebi ile eşdeğer bir talepten öteye gidemeyip, devletin Kürtlüğü de tanımasını istemektedirler.
Elbet gerek Aleviliğin, gerek Kürtlüğün tanınması gibi talepler, sosyolojik olarak, demokratik özlemleri ve eğilimleri ifade ederler ama politik olarak özünde demokratik değildirler, gericidirler.
Devletin Alevileri tanıması demokratik değil, bu gerici sistemi esneten, onun ömrünü uzatan, toplumsal tabanını genişleten ve demokratik muhalefeti bölen bir taleptir. Demokratik talep: dinin tümüyle kişinin özel sorunu olması, devletin buradan el ayak çekmesidir.
Aynı şekilde demokratik talep, Kürtlüğün de tanınması (bugünlerdeki deyimiyle “statü”) değil, Türklüğün de aynen Kürtlük gibi özele ilişkin olması, ulusun tanımından dile, dine, soya, tarihe ilişkin tüm belirlemelerin kaldırıldığı Demokratik bir Cumhuriyet talebidir. Yani Türklüğün statüsünün de ortadan kaldırılmasıdır.
Yani Kürt hareketi de, söylem düzeyinde nisbeten daha demokratik ve radikal görünse ve bu eğilimler daha güçlü bir biçimde ifadesini bulsa da, yeterince radikal ve demokratik olamadığı için, Türkleri ve onun demokratik kesimlerini kazanamamaktadır. Aynı şekilde yeterince kapsamlı olmadığı için (Alevilerin, laiklerin ve İslamcıların talepleri) onların sempatisini ve güvenini kazanamamaktadır.
*
Burada sadece üçü (İslamcılar, Aleviler-Laikler, Kürtler) belirtilen bu öznelerin, aralarındaki ilişkiler, gierekli değişiklikler yapıldığında (mutatis mutandis) işçilerden, sosyalistlere, şehir orta sınıflarına, kadınlara kadar tüm diğer özneler için de geçerlidir.
Bunu örneğin işçilere de aynen aktarmak mümkündür. İşçiler özünde demokratik istemler olan sendikalaşama özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü istediklerinde; sınf işçilere ilişkin ücret artışı vs. gibi talepler için mücadele ettiklerinde, sırf kendileriyle sınırlı kaldıkları için; demokratik eğilim ve özlemlerini yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli talpler haline getiremedikleri için, diğer demokratik eğilimli hareket ve öznelerden tecrit olmakta. Toplumda bir hiç mertebesine düşmektedirler.
Hatta işçilerin bu ekonomik veya sınıfla sınırlanmış talepleri bizzat demokratikleşme özlemlerinin karşısına, onların bir alternatifi imiş gibi çıkmakta ve çıkarılmaktadır.
*
O halde, demokratik eğilim ve özlemlerin radikal, olarak tanımlanması ile bunların diğer öznelerin demokratik özlemlerini de kapsayacak bir manzume halinde, yani kapsamlı ve sistemli, ifadesi ve bunlar için mücadele, demokratik eğilim ve güçlerin politik olarak bir karşlığının da ortaya çıkması ve Türkiye’de gerçekten demokratik dönüşümler başarılabilmesinin, Askeri bürokratik oligarşinin egemenliğine son verilebilmesinin ön koşuludur.
*
Türkiye’de ekonomik iktidar burjuvazinin elindedir ama politik iktidar askeri bürokratik oligarşinin.
Bu oligarşi, egemenliğini sadece burjuvazinin korkaklığı sayesinde değil; aynı zamanda nesnel olarak demokratik eğilim ve çıkarlara sahip güçlerin yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli demokratlar olamamaları nedeniyle onları birbirine karşı kullanarak, Bonapartist bir şekilde (bunları birbirine karşı kullanarak ve bu dengeler üzerinde) egemenliğini sürdürebilmektedir.
Bu nedenle, sırf bu birbirine karşı kullanılan güçlerin birbirlerine karşı kullanılamaz olması bile, askeri bürokratik oligarşinin bütün hareket alanını sınırlar ve onun tecridine dolayısıyla gücünü yitirmesine yol açar.
Bu nedenle radikal, kapsamlı ve sistemli bir demokratik program ve bunun bütün öznelerce, güçlerce benimsenmesi, hayati önemdedir.
*
Bu hareket ve öznelerin her birinin içinde elbette radikal ve sistematik olarak demokratik eğilimleri ifade edenler bulunmaktadır. Ancak bunların her biri o hareketin dünyası içinde kaldığı ve o dili kullandığı sürece azınlıkta kalmaktadırlar. Halbuki tek tek her bir öznenin içinde azınlıkta ve güçsüz olan bu tutarlı ve radikal demokratlar, bir araya geldiğinde en büyük ve etkili güç haline gelebilir.
O halde, ilk yapılacak iş kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: her öznenin, her hareketin içindeki radikal, kapsamlı ve sistematik olarak demokrasi programını savunanlar bir araya gelmeli; güçsüzlüklerini bu şekilde aşmanın yollarını aramalıdırlar.
Yani Aleviler içinde, Diyanetin Alevileri tanıması, okullarda din ve Ahlak derslerinde Aleviliğin de okutulması gibi gerici taleplere karşı çıkıp, gerçek bir laikliği, yani diyanetin lağvını, din derslerinin kaldırılmasını, imam hatiplerin kapatılmasını isteyenler; ayrıca bu radikal demokratik talepleri sırf Alevilikle sınırlı tutmayıp; bunları kapsamlı ve sistemli hale getirdiklerinde, yani aynı şekilde devletin tüm kişisel alandan, inanç alanından elini eteğini çekmesini isteyen, örneğin insanların giyimlerine karışılmasına da karşı çıktıklarında; benzer şekilde, ulusun da Türklükle tanımlanmasına karşı çıkıp, Türklüğün, Kürtlüğün veya başka kültürel özelliklerin de tıpkı inanç veya din gibi kişilerin özel sorunu olmasını savunduklarında, diğer özneler için de benzerlerini savunanlarla bir araya gelebilirler ve gelme gereğiyle karşılaşırlar.
Benzer şekilde, zengin ve yoksul farkları ve bu farkların ortaya çıkardığı çöküşe, kapitalizmin her şeyi çıkar ve paraya bağlayışına, Bürokratik oligarşinin keyfiliğine ve anti demokratik karakterine; ulusun bir dille, bir dille tanımlanmasının gericiliğine ve darlığına tepki duyan ve bu tepkisini politik İslam biçiminde ifade edenler, bu demokratik özlemlerini yeterince radikal, kapsamlı ve sistematik olarak ifade ettiklerinde; yani, bütün inançların haklarını savunduklarında; Sünni İslam’ın imtiyazlarına son verilmesini istediklerinde; ulusun tanımından her türlü dil, din, tarih, soy belirlemesinin kaldırılmasını istediklerinde, hem diğerleriyle bir araya gelme olanağı ortaya çıkar hem bunun gereği.
Aynı durum Kürt hareketi için de söylenebilir. Kürt Hareketi de, Alevileri diyanetin tanıması talebi benzeri, Kürtlüğün de tanınması için değil; Türklüğün de tanınmaması için mücadele ettiğinde; ulusun Türklükle veya başka bir dil, din, tarih, soy etni ile tanımlanmasına karşı çıktığında, yani yeterince radikal olduğunda ve bu radikalliğini örneğin din alanına da yaydığında, yani diyanetin kaldırılması gibi giyim kuşama da karışılmamasını savunduğunda, hem diğerleriyle bir araya gelebilir hem de gelme gereğiyle karşılaşabilir.
Sosyalistler ve işçi hareketi de, sadece örneğin işçilerin ücretleri veya sendika özgürlük ve haklarıyla kendini sınırlamayıp, bu hedeflerini, tam fikir ve örgütlenme özgürlüğü alanına yayıp radikalleştirdiğinde, ama bununla da yetinmeyip, demokrasiyi tüm kapsamıyla savunduğunda, yani gerçek bir laikliği ve bir dille, bir dinle, bir tarihle tanımlanmamış, herkese ana dilinde eğitim hakkını savunan demokratik bir ulusçuluğu savunduğunda, hem diğer öznelerle bir araya gelme ihtiyacı duyabilir; hem de gelebilir.
Bütün bunların olabilmesi için, bu hareketlerin her birinin içinde, bu radikal, kapsamlı ve sistematik olarak demokrasiyi savunanların bunu savunmayanlara karşı ciddi bir ideolojik ve politik mücadele vermesi gerekmektedir.
Yani Kürt Hareketi; Alevi Hareketi; İsamcı Hareket; İşçi Hareketi; Kadın Hareketi; Ekoloji Hareketleri içinde programatik ve stratejik bölünmeler yaşamalıdırlar. Bu bölünmeler, o hareketlerin özgül sorunlarında böyle radikal, kapsamlı ve sistemli demokratik bir programı savunmayanlarla somut hedefler üzerinden iş ve güç birliği yapmayı dışlamaz.
Ama tam bu mücadeleyi verebilmek ve bu mücadelede başarıya ulaşabilmek için de, diğer özneler içinde kendisine benzer konumda olanlarla güçlerini birleştirmek zorundadır.
O halde demokrasi güçlerinin zayıflığına son vermenin ilk adımı, her özenin içinden radikal, kapsamlı ve sistematik bir demokrasi programını savunanların bir araya gelerek güçlerini birleştirebilecekleri ve ortak ideolojik ve politik mücadele verbilecekleri, bizzat bu birlikte eylemleriyle dediklerinin doğruluğunu kanıtlayabilecekleri bir ortak organlar yaratmalıdırlar.
HDP, bu eğilimlerin toplandığı bir siyasi biçim olduğunda Türkiye’yi yerinden oynatabilir.
Tüm öznelerin radikal, kapsamlı ve sistemli bir demokrasi programını savunanları bir araya gelip siyasi bir program ve hareket yarattıklarında, Türkiye’deki demokratik eğilimler ve güçler gerçek politik karşılıklarını bulabilirler.
Ama bu yol sanıldığı kadar kolay değildir ve “ayrı diller” gibi bir sorunu bulunmaktadır.
“Ayrı Diller” ne demektir, nasıl bir sorundur ve nasıl aşılabilir?
Bunu da gelecek yazıda ele alalım.
Demir Küçükaydın
29 Aralık 2015 Salı
http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2015/12/demokrasi-mucadelesinin-veveya-hdpnin.html
68…
o “marksist” lafını silmekle başla…
“T.C.’nin fedaral olup olmayacagina devleti yöneten politikacilar karar veriyor.” Zaten sorun da bu… Gün gelir onların hepsi çöpe atılır..
*
ben bugünden yarına yapılacak işten söz etmiyorum.. Şu çok açık. 1. TC öldü. 2. si nasıl olmalı?
*
bir kuşak düşünür, sonraki yapar! “Düşünüyoruz!”
*
Tarihin “daralmış zamanlarında”, ideolojik-kültürel savaş, derindeki ekonomik sınıfsal çelişkileri kitleler algısında bulandırır, örter. Yaşadığımız böyle bir dönem.. o Soma’lılar kime oy verdi? Ezberlenmiş şablonlarla düşündüğünüz için suçlamak, aşağılamak zorunda kalıyorsunuz..
*
Siz bu ülkede yaşamıyorsunuz galiba..Bu “somutlamayı” anlamamanız tuhaf. “Adıyaman, Yozgat, Elazığ “kültürü” ile Türk-Sünni kültürü anlatılır.
— Sizin gibi süreçleri mekanik yorumlayanlar son 40 yılda sol-sosyalizme milim yol aldırmadı.. zarar verdi.
“zonguldakta, somada kömür cikaran madenciler acisindan, kisacasi emekciler acisindan birsey degismedigini gördük, görüyoruz.” Asıl görmesi gerekenler görmüyorsa neye yarar! Senin “gerçeğin” hayatın değişmesine (o dönem için) zerre katkı vermiyorsa; bu gerçeğin gerisindeki “daha küçük” ama dönemsel olarak önemli gerçeği göremediğin içindir! Yalnızca çıplak gözle ve “tek bir açıdan” bakarak gördüklerin üzerinden çözümleme yapmanın kupkuru lafları ile tartışıyorsunuz… o zaman bu iletişim de tıkanır…
Gün,
HDP’yi ama özellikle Selahattin Demirtaş’ı elimine etmek için muazzam bir kampanya yürütülüyor!
7 Haziran’a kadar esen rüzgar, nasıl bu kadar çabuk dönebiliyor!
Demirtaş’ın çizgisine destek verdiğini zannettiklerimiz bile, AKP’den azar işitince, Demirtaş’a ‘sana küstüm’ deme basiretsizliğini sergileyebiliyor!
AKP-PKK savaş koalisyonu sadece 1 Kasım seçimlerini AKP’ye kazandırmak için değil, aynı zamanda HDP’yi ortadan kaldırmak için de kurulmuş bir koalisyon mu?
2 ay geçecek seçim sonuclarının üzerinden ama savaş koalisyonu tam gaz devam ediyor! HDP’ye laf çakmak prim yaptığı için mi bütün bunlar?
HDP’nin bu kadar kolay, göz göre göre harcanıp kaybolmasına nasıl engel olabiliriz?
Valla onu ben de bilmiyorum. Bu partiyi fena sıkıştırdılar köşeye. Hiçbir yerden destek yok. Bu arada HDP hatalı bir şekilde, kurutuluŞU pkk’NİN DAYATTIĞI mevzilerde görür gibi şu anda. Bütün gücümüzle savunmalıyız HDP’yi. Doğu Perunçek’i görüyorsunuz. Kapatılmasını bile talep ediyor.
Demokrasi Mücadelesinin ve/veya HDP’nin Sorunları (2) – Ayrı Diller Sorunu (Babil Kulesi, Çin Yazısı, Piktogramlar )
Kutsal kitapta anlatılan insanların birbirinin dilini anlayamamaları ile ilgili Babil Kulesi öyküsü, aslında sanıldığından çok daha doğru olarak gerçeği aktarır.
1960’larda, Türkiye’de Sol ve Demokratik muhalefetin dili ortaktı. Ne kadar farklı programları savunsalar da aynı dil ve kavramlar içinde yapıyorlardı bunu. Dolayısıyla herkes her söyleneni anlıyordu. Sol hareket, tıpkı Babil kulesini yaparak göğe erişmeye çalışan hükümdar gibi, neredeyse güneşi feth edecekmiş gibi görünüyordu.
Ne var ki 1975’lerden sonra sol harekette diller farklılaştı. Program ve stratejiler artık aynı dille değil, farklı dillerle ifade edilmeye başlandı. Kimse birbirinin dilini anlamaz oldu. Belki aynı şeyleri söylüyorlar, aynı programları savunuyorlardı; ama bunu her hareketin, her fraksiyonun, kendi özel dili ve varsayımları içinde, ancak o jargonu çok iyi bilenlerin anlayabileceği bir dille yapıyorlardı.
Bu eğilim bir kere ortaya çıkınca, bir süre sonra kendini üretir ve besler oldu. Çünkü artık genç kuşaklar, rtık ülke çapındaki bir geniş sosyal hareketin diliyle değil; bu birbirinden ayrılmış dillerin, farklı sol grup ve örgütlerin kendi varsayımlarının dünyası içinde politize oluyorlar örgütleniyorlardı. Yeni kuşaklar, belli bir hareketin-örgütün aracılığıyla politik veya örgütsel ilk tecrübelerini edinirken farkına bile varmadan sadece bu özel dili öğreniyorlar, dünyaya kapanıyorlardı. Bu bütün örgütlerin ve örgütlü yapıların işine de geliyordu. Çünkü tıpkı bir ulusal devletler veya Hindistan’daki kastlar gibi, kendini üreten bir mekanizma ortaya çıkmış, o hareket veya örgütün sürekliliği garantilenmiş oluyordu.
Ancak bu aynı zamanda, o örgüt ve “hareket”lerin kendi etrafını bir kistle sarmalaması; gerçeklikle bağlarının kopması anlamına da geliyordu. Dolayısıyla taşlaşma ve fosilleşme de başlamış oluyordu.
Bu gün solun ve sosyalistlerin neden birleşemediği konusunu tartışmak isteyenlerin üzerinden atladığı ve problematize etmediği en büyük problem budur. Çünkü, her grubun, her eğilimin, her örgütün kendi özel dili vardır ve diğer dilleri merak eden, öğrenmek isteyen ve okuyan bulunmamaktadır. Hatta ortada ortak bir konuşma dili yerine geçebilecek bu dillerin yanı sıra, ortaçağ Latincsi veya İslam uygarlığının Farsça ve Arapçası gibi olsun bir “Lingua France” bile yoktur.
Marksist klasiklerin dilinin en azından bu “Lingua France” olması beklenebilirdi. Ama o farklı diller, o dili konuşanları öyle şekillendirmişlerdir ki, artık kimse Marksist klasiklerin dilini de anlamamakta ve konuşamamaktadır.
Aslında solda ilk yapılması gereken şey bu farklı diller sorununu problematize etmek ve bunun çözüm yollarını aramaktır. Birleşmek için bile değil, içinde bulundukları bu kastlaşma, taşlaşma ve gerçeklikle bağlarını yitirme durumundan kurtulabilmeleri için gereklidir bu her şeyden önce. Ancak durumlarının bilincinde olmadıklarından, bu durumdan çıkma gibi bir sorunları da yoktur. Böylece çember kendi üstüne kapanmaktadır. Kastlaştığı için kazslaştığını görememekte; kastlaştığını göremediği için de kastlaşmadan kurtulma gibi bir sonunu bulunmamaktadır.
Ancak bu sol ya da sosyalist dünya, Türkiye gözönüne alındığında küçücük bir dünyadır. Aynı sorun Türkiye ölçüsünde çok daha büyük çapta ve çok daha derin olarak vardır.
1970’lere kadar, iyi kötü demokratik özlemler ve hedefler, kendini esas olarak solun, kısmen aydınlanmadan miras kalmış dili içinde ifade ederdi. O dilin sanki bir tekeli vardı.
Ama uzun bir süredir, demokratik özlemler kendini artık sadece solun farklı dilleri içinde ifade etmiyor.
1980’lerden sonra, bu özlemler önce 12 Eylül’ün, sonra da Duvar’ın çökmesi sonucu, solun ortadan yok olmasına bağlı olarak, yeni kanallar ve diller ortaya çıktı. Yeni sosyal Hareketler ile birlikte yenileri de eklendi. Böylece İslamcıların, Alevilerin, Kadınların, Kürtlerin vs. kendi dilleri de oluştu. Bizzat bu diller içinde de ikinci diller oluştular.
Böylece solda minyatür ölçülerde görülen dilsel bölünme, tüm muhalefet ölçüsünde ve çok daha derin ve uzak köklerden kaynaklanan diller içinde katmerlendi.
Örneğin, Aydınlanmanın, Aydınlanma’nın mirasından doğan Marksizm’in, nisbeten Batı’nın liberalizminin dili içinde demokrasi az çok bir ortak kavram olabilir. Ama kendini ve eşitlikçi özlemlerini İslam’ın dili içinde bu kavramın yeri yoktur. Politik İslam içinde, Demokrasi özlemi, Aydınlanma’dan çok farklı bir geleneğin dili içinde, henüz yeryüzünde birey diye bir şeyin olmadığı koşullarda oluşmuş bir dilin içinden ifade edilmektedir. Burada Adelete dönüşmüş olarak ortaya çıkar.
Benzer durumlar Alevi hareketinde de görülebilir.
Sınıf mücadelesi sosyolojik bir olgudur. Yani sınıfsal çıkarlar ve eğilimler bir şekilde kendilerini ifade edecek kanallar bulurlar, yok edilemezler.
Buna bağlı olarak, aslında sınıf mücadelesi, bu çok özel diller içinde var olmaya devam eder. Bu farklı özel diller içinde aslında aynı sınıfsal eğilimleri dile getirenler; birbirlerinin dilini bilmediklerinden, birbirlerinden kopuk ve varlığından habersiz yaşamaktadırlar. Hatta o dillerin kotlarını bilmedikleri için, birbirlerine karşı durumlarda bulunmaktadırlar.
Örneğin ezilenlerin eğilim ve tepkilerinden kaynaklanan bir İslami radikalizm; pek ala aynı toplumsal eğilimi yansıtan bir sol radikalizm veya Alevi radikalizmiyle son derece zıt görünümler içinde hatta karşı cephelerde görünüyor olabilmektedir.
Aynı eğilimlerin ayrı diller içindeki ifadeleri, aynı zamanda bunların birbirine karşı oynanması ve kullanılmasını ve askeri bürokratik oligarşinin egemenliğini sürdürmesini kolaylaştırmaktadır.
*
Tabii bu noktada şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır.
Peki, böylesine birbiriyle dilleri farklılaşmış, birbirinin dilini bilmeyen ve anlamayan demokratik muhalefetin birbirini anlayabileceği bir ortak dil var mıdır? Veya var olabiir mi?
Bunun yolunu bize yine bizzat tarih ve bu gün yaşadığımız dünya göstermektedir.
Biliniyor, Çin’de aslında Orta Doğu veya Avrupa’dan hiç de daha az farklı olmayan bir sürü dil bulunmaktadır. Bu diller binlerce yıl önce, gerek devletlerin bugünkü gibi uzun geçmişlerinin olmaması; gerek Pazar ilişkilerinin sınırlılığı neeniyle muhtemelen çok daha büyük bir çeşitliliğe sahipti.
Binlerce yıl önce, bugünkü Çin’e adını veren ve Çin uygarlık alanında ilk birliği kuran Çin adlı hükümdar, piktogramlara dayanan bir yazıyla, bir merkezi devleti ve birliği kurup korumayı başardı.
Bu öylesine etkili oldu ki, Çin ulusçuluk çağında, her dile bir ulusal devletin oluştuğu bu çağda bile, ulusçuluğun bu dillere dayanan türüne şerbetli kaldı. Ulusal hareketler sadece farklı alfabe kullanan; yani aslında Çin uygarlık alanının daha dışında kalmış, Uygurlar vs. arasında görüldü.
Şekil yazısı, yani piktogramlara dayanan Çin yazısı, farklı dillerin aynı şekle bakarak, onu farklı adlandırsalar da, aynı şeyi anlamalarını sağlıyordu. Böylece birbirilerinin dilini anlamayanlar aynı şekiller aracılığıyla denileni anlayabiliyorlardı. Çin uygarlığı biraz da bu sayede binlerce yıl boyunca var olabildi, sürekliliğini kordu ve yine bu nedenle bir tek tanrı fikrine ihtiyaç duymadı. Piktogram yazı, tek bir tanrının göreceği birleştirici işlevi en azından bir devlet aygıtı için görebiliyordu.
İkinci bir örnek günümüden verilebilir. Benzeri bir gidiş bu gün gözlerimizin önünde gerçekleşiyor.
Globalleşme ile birlikte, giderek bir evrensel bir piktogram yazısı oluşuyor. Bu gün, özellikle yolcuların çok bulunduğu yolların düğüm noktalarında (Hava alanları, istasyonlar, garlar); yani her türlü farklı dil ve kültürden insanların yoğun olarak bulunduğu yerlerde, giderek artan oranda piktogramlar kullanılmaktadır. Örneğin bir adam ve kadın sembolünün kadın ve erkek tuvaleti anlamına geldiği; koşan bir insan sembolünün acil çıkış kapısı anlamına geldiği her dilden ve kültürden insanlarca kolayca kavranmaktadır.
Benzeri bilgisayarlarda da görülüyor. Başka bir dildeki bir Windows veya Linux programında, o dildeki emirleri bilmeden, artık evrenselleşmiş ikonları tıklayarak birçok emri yerine getirmek mümkündür.
Keza “smiley”lerin giderek yaygınlaşan ve artan kullanımında da benzeri bir eğilimi görmek mükündür.
Yani ortak şekillerden oluşan bir tür uluslar arası Çin yazısı gibi bir piktogram yazısı oluşmaktadır farklı diller konuşanların aynı şeyleri anladığı.
İşte demokratik farklı diller konuşan muhalefetin bir araya gelebilmesi ve mücadelesini birleştirbilmesi için benzeri bir “şey” gerekmektedir.
*
Bu işlevi politik bir bağlamda ne yerine getirebilir?
Bunu tamamern son derece somut eylem, teklif veya taleplerden oluşan bir program yerine getirebilir.
İlkeler değil; somut hedef, teklif ve talepler bu farklı diller konuşan tüm muhalefeti bir araya getirebilir.
Şöyle bir somut örnek verebiliriz. Örneğin devetin merkezi ve bürokratik devlet cihazının tasfiyesi gibi bir talebi, yani demokrasinin en temel şartını ele alalam.
Bunun böyle genel bir formülasyonu hiçbir şey ifade etmeyeceği gibi her biri kendi dili ve paradigması içinde tamamen farklı biçimde ifade edebilir.
Örneğin bu hedefi, sosyalist veya devrimci, “burjuva devlet cihazının parçalanması”, bir Müslüman “Hülüfayi Raşidin döneminin gerçek Müslümanlığına dönüş”; bir alevi “Aleviliğin ilkelerinin cumhuriyetin de ilkeleri haline gelmesi” olarak tanımlıyor olabilir. Bu farklı dillerle ifadelerde, bunların aslında bir ve aynı şeyi kast ettiklerini görmek bile mümkün olmaz.
Ama şöyle somut teklif ve hedefler olarak; hiç öyle genel ifadelere başvurmadan şöyle ifade edildiğini var sayalım.
Vali, kaymakam gibi merkezden atanan bütün mevkiler kaldırılacak.
Yönetim her düzeyde seçilmiş organlarda olacak.
Emniyet ve asayiş kuvvetleri bu seçilmiş yöneticilerin ve organların emrinde olacak
Memurların tayin, terfi, emeklilik ve seçiminde bağımsız memur sendikalarının tutukları siciller esas alınacak.
Asker Sivil adalet ikiliği kalkacak.
Bunlardan dili ne olursa olsun, herkes aynı şeyi anlar. Bu somut teklifler, kimseye hiçbir kaçamak veya farklı yorum ve kaytarma olanağı bırakmaz.
Herkes kendi dili içinde bunu farklı biçimlerde tanımlayabilir ama yapılacak işler hiç birinde değişmez. Somut yapılacak iş olarak hepsi bundan aynı şeyi anlarlar.
Bu nedenle, ilk yazıda değindiğimiz radikal, kapsamlı ve sistematik demokratik talepler son derce somut eylemleri ifade etmelidir.
Elbette eklektik de olmamalıdır. Yani zaten, eylemin mantığı gereği içerdiği koşulları ve eylemleri tekrarlamamalı ve çelişen şeyleri ard arda dizmemelidir. Yani örneğin bir yandan devletin dine hiçbir şekilde karışmamasını savunurken diğer yandan bu talebi tamamen anlamsızlaştıracak bir şekilde Cem Evlerinin tanınmasını istemek gibi.
Toparlarsak:
Somut talepler, dilleri farklı olan özneleri bir araya getirir.
Radikallik, kapsamlı ve sistemli talepler ise önceki yazıda görüldüğü gibi, farklı özneleri bir araya getirir.
HDP bu iki koşulu da yerine getiren bir programa sahip olmalıdır.
Somut talepleriyle farklı dilleri; radikalliği, kapsayıcılığı, sestematikliği ile farklı özneleri ve güçleri birleştirecek programsomut olarak ne olmalı?
Bunu dagelecek yazıda ele alalım.
Demir Küçükaydın
http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2015/12/demokrasi-mucadelesinin-veveya-hdpnin_30.html
Gün abi, Perinçek’in, HDP kapatılsın, yollu açıklamasını okuduktan sonra şöyle bir bilgiyle karşılaştım.
İbrahim Kaypakkaya’nın, Perinçek’i ve Mihri Belli’yi eleştiren şöyle bir yaklaşımı var mıydı hatırladığın kadarıyla:
(Haziran 1972
“Şafak Revizyonizmi İle Aramızdaki Ayrılıkların Kökeni Ve Gelişmesi TİİKP Revizyonizminin Genel Eleştirisi”)
(Garbin Altınoğlu’nun kaleminden)
Türkiye devrimci hareketinin radikal kanadının literatüründe, odağında TKP (M-L), THKP-C ve THKO’nun durduğu 1971 devrimci çıkışı, “50 yıllık revizyonizmden ve reformizmden kopuş” olarak nitelenir.
Bu, bir yönüyle doğrudur.
1971 devrimci çıkışı, 1920’lerin ikinci yarısından başlayarak Kemalizmin bir çeşit sol kanadı haline gelmiş olan ve devrimci iktidar perspektifinden yoksun olduğu için her zaman egemen sınıfların şu ya da bu kanadına yaslanmaya çalışmış ve “legale çıkmayı” kendi varoluşunun olmazsa olmaz koşulu olarak algılamış olan TKP’nin ve son çözümlemede onun varyantlarından başka bir şey olmayan TİP’nin ve başını Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Doğu Perinçek gibi isimlerin çektiği siyasal eğilimlerin temsil ettiği sağ oportünizme ve reformizme karşı duyulan güçlü devrimci tepkiyi dile getiriyordu.
http://www.teorivepolitika.net/index.php/kitaplar/item/210-bir-ibrahim-kaypakkaya-degerlendirmesi
https://www.marxists.org/turkce/kaypakkaya/kaypakkayasecmeyazilar.pdf
“her zaman egemen sınıfların şu ya da bu kanadına yaslanmaya çalışmış” kısmı sanırım günümüz Perinçek’ini de işaret ediyor?
PKK, HDP’Yİ OYUN DIŞINA İTERKEN
Demirtaş, Bölgesel Özerklik Talebi bildirisini, HDP’nin PKK tarafından oyun dışına atılmasının, hatta bitirilme noktasına getirilmesinin rahatsızlığını ve üzüntüsünü içinde hissederek okudu. Böyle olduğunu tahmin ediyorum.
İlk önce, HDP Eş Başkanı Sn. Selahattin Demirtaş, Moskova’ya gitti ve Rusya Dış İşleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüştü. “Ankara Rus savaş uçağını düşürerek hata yaptı” dedi.
Konuyla ilgili düşünürken şu soruyu sordum kendime: 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 7 Haziran Genel Seçimlerinde, sadece Kürt Sorununa çözümün ana aktörü değil, aynı zamanda da bir “Türkiye Partisi” olarak tanımlanan HDP’nin Eş Başkanı olarak Demirtaş, Moskova’ya gidip, “Ankara haksızdı” der miydi?
Moskova’da konuşan Demirtaş, bir Türkiye Partisi de olan HDP’nin Eş Başkanı olarak mı, yoksa PKK’nın elçisi olarak mı konuşmuştu?
Benim yanıtım net: Eğer Demirtaş, Moskova’ya HDP Eş Başkanı olarak gitseydi, bu sözleri söylemezdi, hatta Moskova’ya Lavrov ile görüşmeye gitmemeyi bile düşünürdü.
Moskova’da Demirtaş-Lavrov görüşmesi, 7 Haziran öncesi başlayarak giderek sorunlu hale gelen “PKK-HDP ilişkisi”nde, PKK’nın ipleri tamamiyle eline alması anlamına da geliyordu.
Moskova dönüşü, Demirtaş’ın açıklamalarının giderek PKK-KCK-Kandil ağırlıklı bir söylemi içerdiğini izledik.
HDP’nin PKK tarafından oyunun dışına itilmesi süreci hızlanmıştı.
İkinci, belki de son hamle, DTK Kongresi sonrası Demirtaş’ın “Bölgesel Özerklik Talebi”ni içeren bildiriyi kamuoyuna okuması geldi.
Soralım: Demirtaş, DTK Bölgesel Özerklik Bildirisini, HDP Eş Başkanı olarak mı okudu? Sanmıyorum.
Bir Türkiye Partisi de olan HDP’nin Eş Başkanı olarak Demirtaş, şiddeti siyasetin önüne koyan, şiddeti ön koşul yapan, silahlı öz yönetim isteyen bir Bildiriyi okumak ister miydi? Hiç sanmıyorum.
Demirtaş, Bölgesel Özerklik Talebi bildirisini, HDP’nin PKK tarafından oyun dışına atılmasının, hatta bitirilme noktasına getirilmesinin rahatsızlığını ve üzüntüsünü içinde hissederek okudu. Böyle olduğunu tahmin ediyorum.
7 Haziran akşamı HDP’nin seçim başarısından, ve bu başarı içindeki Türkiye Partisi olmak algısının öneminden rahatsız olan PKK, DTK Kongresinde, Bölgesel Özerklik Talebini Demirtaş’a okuturken, aynı zamanda, HDP üzerindeki hegemonyasını tümüyle inşa ediyor, ve, HDP’yi oyun dışına itiyordu.
7 Haziran’dan 27 Aralık’a uzanan süreçte, HDP’nin yükselişinden, Türkiye Partisi olmasından, ve Meclis’in “Üçüncü Büyük Partisi” olma konumuna gelmesinden, hızla zayıflatılışına, işlevsizleştirilişine ve sonunda oyunun dışına itilişine şahit olduk.
Bu süreçte, Demirtaş’da, HDP’de aslında direndi; “Çatışma bitsin” çağrıları yaptı; “Hendek Siyaseti”ne karşı çıktı.
Diyarbakır ve bölgedeki dostlarımla sıklıkla görüşürken, hep şunu duydum: Demirtaş, Kandil’e, PKK-HDP ilişkisindeki muğlaklıktan rahatsızlığını sürekli aktarıyordu; HDP’nin ve siyasetin önünün açılmasını istiyordu.
PKK’ysa, şiddeti siyasetin önüne koyuyordu; bu da, HDP’yi paralize ediyor, siyaseten önemini yitirmesine neden oluyordu.
1 Kasım seçimleri sonra artan şiddet ve PKK eylemleri, “PKK mı, HDP mi, hangi aktör ön planda olacak” sorusunun içerdiği muğlaklığı daha da arttırdı. PKK-HDP ilişkisindeki muğlaklık, Demirtaş ve HDP’yi çok zor durumda bırakmaya başladı.
Moskova ziyaretine kadar, muğlaklık sorunu yaşanmaya devam etti.
Moskova ziyareti ve arkasından DTK bildirisi, PKK-HDP ilişkisindeki muğlaklığın bitimi anlamına da geliyor.
PKK, “tek aktör benim” diyor; “HDP’nin siyasetteki varlığını” önemsemiyor.
PKK için artık önemli olan, başta Suriye ve Irak olmak üzere bölgedeki gelişmeler.
PKK, bölgesel öneminin çok arttığını düşünüyor; IŞİD’e karşı savaşın kilit aktörü benim düşüncesi temelinde hareket ediyor; Bölgesel Özerklik Talebi ile Suriye ve Irak’ın geleceğini ilişkilendiriyor.
PKK, gerek Amerika, gerek Rusya ile iyi ilişkilerinden karlı çıkacağını; bu ilişkilerden HDP’nin siyasetteki öneminden çok daha fazla artı değer elde edeceğini düşünüyor.
Bu, PKK için, çatışmanın ve silahın siyasetin ve müzakerenin önüne geçmesi demek.
PKK’nın bu düşüncesinde ve hesabında “büyük hata” yaptığını düşünüyorum.
HDP, hem Kürt sorununa çözüm, hem de Türkiye demokrasisi için çok önemli ve değerliydi.
HDP’nin oyunun dışına itilişi, “önemli bir değer”in de kaybedilmesi anlamına geliyor.
Demirtaş’ın, kendisinin ve HDP’nin bugün düştüğü durumdan çok rahatsız olduğunu tahmin ediyorum. Diyarbakır’da da konuştuğum çoğu kişi, rahatsızlığı teyit ediyor.
Bölgedeki Kürtler, dostlarımız, Türkiye Cumhuriyeti eşit vatandaşı olması gereken insanlarımız, bu süreçten ve çatışmadan büyük zarar görüyorlar, acı çekiyorlar.
Kürtler, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde, hem Kürt sorunun ana aktörü hem de Türkiye Partisi olma iddiasındaki HDP’ye ve Demirtaş’a büyük destek verdiler. Bu destekleri devam ediyor. Şiddet değil Siyaset, Çatışma değil Müzakere, Ölüm değil Yaşam istiyorlar.
Peki, bu gerçekler içinde, ne yapılmalı?
FUAT KEYMAN
30 ARALIK 2015
“Radikal” internet sitesi
hdp gezi isyanini en iyi anlayan parti idi ve o yüzden simdi ortdadan kaldirilmak isteniyor,cok acik ve nettir.
hersey yoluna birakilsaydi 12 eylülün getirdi türk islam sentezi
bir asama sonra bitecekti mhpnin tavri o anlam tasyiyor.
gezi isyani hürriyetilk ve esitciliye ana isyan sebebidir kendini
birey olarak toplumda görmek,bütün islamci ve milliyetci kesim bunu farkedi icin beraber gittiliyor akpnin savas programina.
aslen yürütülen savas bence bu gezinin getirdi farkli toplum anlayisi önlemek icin yapiliyor sayin demirtas bütün özgürlükcü insanarin umuduydu söylemlerile belki simdi pkk neden akp ille savasa evet dedi….size mi kalmis türkiyenin özgürlügü birakin gelin asil amaclarimiza calisin!!! ben öylr görüyorum ve hdp galiba pes etti,malesef kaybeden yine özgürlükcü insanlar oldu.hdp bence tekrar o havaya yakalayamas zaten birakilmiyor burada sadece akpnin degil pkk da büyük capa gösteriyor.yinede güzeldi hayatimda ilk defa dedim ki galiba bu toplum degisiyor…..tesekür ediyorum sayin demirtasa ama artik sol kendini toparlamasi gerek yoksa bizler burada veya baska köselerde yazariz yök söyle mis biz daha iyi biliriz sen susun ben böyleyim.sevgili yilmaz güney in duvar filminden bir kesitle bitireceyim,devrimciler hava almaya cikarilinca herkes birbirne birseyler anlatiyor duruyor kimse obur kisi dinlemyiyor…..sevgili y.güney bunu cok iyi teshis rtmis biz solculari.selamlar.
Kaypakkaya’nın saptamaları o zaman genelde doğruydu.
Ermenilere yapilani simdide kürtlere yapilmak isteniyor..
Kürtler her millet gibi kendi kendini yönetmek gibi en elementer,en hayati ,en basit hakini istiyorlar..
En basitce kürdistan olarak taninmak isteniyor. Cinde uygurlarin ismi var.Stalin dahi ermenistani,azarbeycan,vs.ulus olarak,ismen tanirken türkiye katledmistir..
Türkiye hala barbarligin merkezini oluturmaktadir..
TR.sadece kürtlere savasmiyor dünyaya karsi savasiyor..
Bu cezasiz kalmamali..
Garip sesizlik var dünyada.. Suriye cözümüyle birlikte kürt sorunu cözülmeli bu kriz bölgede..
sistemin ideolojisi liberalizmin bekçi köpeği keymanın PKK nin bitiremediği HDP yi bitirme yazıları anarşist siteye yakışmamıştır Demirtaş kimsenin oyuncağı değildir öz yönetim demokratik özerklik HDP nin pogramıdır halkın kendi kendini yönetmesinin programıdır bütün devletçi ve iktidarcıların bu programa ve HDP ye saldırmaları normaldir çünkü bu program reel iktidarı ve her türden iktidarı dağıtıp ilgili yerel halka iktidarı veren doğrudan demokrasi olduğu için iktidardakiler ve gelecekte iktidar hayali ile yanıp tutuşan ve sistemin ideolojisi liberallerin hedefindedir saldıranları bilirdikte kendine solcu sosyalist devrimci diyenlerinde ne kadar iktidarcı oldukları bilinmezdi turnusol öz yönetimdir göreceksiniz bütün iktidarcı hegemonyacılar öz yönetime saldıracak iktidarı dağıtıp tüketmek isteyen özgürlükçü toplumsal devrimciler ve sürekli değişen iktidarların zülmünü
yaşayan gariban halkımız öz yönetimi dişi tırnağı ile savunacaktır hayırlı olsun.
….CHP’nin stratejisi, kendine oy vermeyen geniş kitleleri kazanma hedefini zamana yayarak evvela yüzde 25’lik kitlesini militanlaştırmak, mobilize etmek olmalıdır.
CHP’siz anayasa
Gerçek milli iradenin 7 Haziran’da ortaya çıktığını, 1 Kasım seçimlerine ise anayasal düzene fiilen darbe yapan Erdoğan’ın marifetiyle antidemokratik bir ortamda gidildiği vurgulamak, AKP’yi yeni anayasa çalışmalarında MHP ile baş başa bırakmanın gerekçesini teşkil edecektir. CHP’nin hiçbir yerinde yer almadığı bir anayasa belki yapılabilir, ancak toplumsal meşruiyeti baştan sakatlanır, adeta ölü doğuma benzer…..
İstediğini yaptıracak güce ulaşamasa da istemediğini yaptırmamayı başaran bir CHP’nin Meclis’te daha hırçın davranması, özellikle yeni anayasa konusunda her türlü obstrüksiyon metoduna başvurması, sokağa daha çok çıkması, özellikle laik eğitim ve üniversitelere yapılan baskılar (bkz. ODTÜ) gibi konularda militan kampanyalar yürütmesi zorunlu görünüyor….
Bazen daha geniş kitlelere açılmanın yolu evvela kendi kitlenizi demir yumruk haline getirmekten geçer. Hedeflerinize her zaman ulaşamasanız bile en azından etkisizlikten kurtulursunuz. Kendine bile hayrı olmadığı görülen kimi güç odaklarının (İstanbul sermayesi yahut onun çıkarlarının sözcüsü olarak bilinen medya) uzlaştırmacı ve ılımlılaştırıcı yönlendirmeleri yerine partinin, öz potansiyeline dayanan bir siyaset gütmesi hiç kuşkusuz parti tabanı tarafından da heyecanla karşılanacaktır.(Cumhuriyet … BURAK COP