Yeni Açıklamalar Işığında, Bir Kere Daha, 7 Haziran 2015 Seçimlerinden Sonra Olanlar
1 Kasım 2015 seçimlerinin hemen ertesi günü 2 Kasım 2015’te aşağıda okuyacağınız yazıyı yazmıştım. AKP’nin taktiklerini özetlerken taktiklerinden birinin “Koalisyon görüşmelerini” oyalamak olduğunu söylemiştim. Bu doğru olmakla birlikte, İçişleri Bakanı’nın birkaç gün önce Haber Türk’te ve bu sabah Davutoğlu’nun FoxTV’de yaptıkları açıklamalar ışığında AKP’de o zaman bu oyalama işleminin içinde birbiriyle mücadele halinde iki taraf olduğunu saptamalar gerekir. İçişleri Bakanı ve Davutoğlu kendileri açısından o günleri anlatırken şu gerçeğe ışık tutmuşlardır: 7 Haziran’dan sonra yeni bir hükümet kurma görevi verilen Davutoğlu’nun CHP ile gerçekten koalisyon kurmaya çabaladığı, fakat Tayyip Erdoğan’ın desteğindeki İçişleri Bakanı’nın ve AKP’nin, bir terör programı uygulandıktan sonra seçimlerin yenilenmesini planlayan kesiminin bu çabaya taş koyduğu anlaşılmaktadır. Demek ki, AKP o günlerde “oyalama taktiğini” yekpare olarak değil, CHP ile gerçekten koalisyon hükümeti kurmak isteyen Davutoğlu’nun ayağına çelme takan Tayyip Erdoğan yönetimindeki sertlik yanlısı kesim aracılığıyla yürürlüğe koymuştur. Bu, Türkiye tarihinde eşi görülmemiş, kanlı bir politika mühendisliğidir.
Aşağıya 2 Kasım 2015 tarihli yazımın büyük bir kısmını yeniden alıyor ve dikkat çekmek istediğim yerlerin altını çiziyorum.
G. Z.
AKP, 7 Haziran 2015 seçimleriyle hayatının en büyük başarısızlığını yaşamış ve on üç yıldır sürdürdüğü tek başına iktidarı kaybetmişti.
Bunun üzerine Tayyip Erdoğan bir strateji tespit etti. Bu stratejiye göre; 1. Ne yapıp ne edip meclis başkanlığı ele geçirilip meclisin çalışması kitlenecek; 2. Meclis kitlenmişken, koalisyon görüşmeleri yapılıyor görüntüsü verilerek zaman kazanılacak ve herhangi bir koalisyon hükümetinin kurulması önlenecek, böylece seçim yenilenecek (Yukarda belirttiğim gibi, bu oyalama taktiği son tahlilde doğru olmakla birlikte, Davutoğlu kanadının koalisyon çabasının gerçek olduğu ama bizatihi diğer kanat tarafından engellendiği bugün artık ortaya çıkmıştır); 3. Seçimlerin yenilenmesi ortamında, PKK ile savaş başlatılarak milliyetçi histeri ve korku ortamı egemen kılınacak; böylece bir yandan MHP’nin tabanındaki Türk-İslam milliyetçi oylar AKP’ye çekilecek; diğer yandan, Kürdistan’daki, yeniden başlayan savaştan ürken (“HDP’ye oy verirseniz böyle olur işte!”; “Koşullar düzelirse çözüm süreci yeniden başlar”) HDP’ye kaptırılmış muhafazakâr Kürt-İslam oyları geri alınacaktı.
Üç aşamalı bu strateji adım adım uygulandı ve başarılı oldu. AKP, mecliste yeniden tek başına iktidar olacak çoğunluğu ele geçirip 7 Haziran kâbusundan kurtuldu.
Yukarıda belirtilen 1. ve 2. Maddelerin uygulanmasında AKP’nin en büyük yardımcısı MHP oldu. MHP, HDP takıntısı nedeniyle AKP’nin Meclis başkanlığını ele geçirmesini sağladı. Keza HDP takıntısı nedeniyle muhalefetin bir koalisyon hükümeti oluşturmasını bilfiil engelledi. Elbette CHP ve HDP de tutumlarıyla bir ölçüde ona yardımcı oldular bu konuda. CHP, üçlü bir koalisyon oluşturma yönünde fazla istekli görünmedi ve inisiyatif almadı. Bunun yerine, AKP ile koalisyon oyununa girdi ve AKP’nin oyalama taktiği çok açık olduğu halde (Tabii o zaman AKP içindeki iki kesimin, Davutoğlu ve Tayyip Erdoğan kesimlerinin çekişmesini bilmiyorduk), sırf kamuoyuna ılımlı görüntü vermek adına bu oyalama oyununa katıldı, kamuoyunu da koalisyon görüşmeleri konusunda bilgisiz bıraktı.
HDP, meclis içi taktiklerde oldukça yetersiz olduğunu ortaya koydu. Örneğin, AKP adayına karşı MHP’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemek son derece mantıki bir taktik olduğu halde bu konuda hiçbir inisiyatif ortaya koymadı, CHP’yi bu yolda teşvik eden bir atılganlık göstermedi ve olayları pasif bir şekilde izledi. Bu koşullarda AKP meclis başkanlığını ele geçirdi. Yeniden seçimin yolu açıldı. Bu, sonun başlangıcıydı.
Bundan sonra AKP, genel planının en önemli üçüncü aşamasına geçti ve MİT’in Suruç’ta bombayı patlatmasıyla üçüncü perde açılmış oldu. Bir savaş en az iki silahlı taraf arasında yürütülür. Eğer PKK Suruç bombalamasıyla ilan edilen savaşı kabul etmeseydi savaş olmazdı. Tam tersine PKK, Suruç’un hemen ardından bu savaş planını açık edip savaşı kabul etmediğini ilan etseydi, AKP’nin planı suya düşer ve savaş provokasyonu kabak gibi açığa çıkardı. Ne var ki, bana soracak olursanız, her şey önceden ayarlanmıştı. Yani bu danışıklı dövüş konusunda önceden PKK ile anlaşmaya varılmıştı. Muhtemelen işin içinde İmralı da vardı. Kandil, Öcalan’ın talimatları doğrultusunda (bence aracılığı MİT yapıyordu) savaş düzenine geçirilmişti. Ve çok ilginçtir ki, Suruç patlamasından bir gün sonra Ceylanpınar’da iki polisin uykularında öldürülmesiyle savaş çağrısına yanıt verilmiş oldu. Evet, PKK savaşı kabul ediyordu. Gerçi cinayeti işleyenler kendilerini “Apocu fedailer” türünden MİT’in fabrikasyon isimlerine çok benzer bir isimle tanıtmışlardı ama cinayet, PKK’ye bağlı yayın organlarınca benimsenerek sunuldu. Cinayetin işleniş biçimine tepki büyük olunca Kandil bu sefer, “biz yapmadık” açıklaması yaptı ama eylemi de doğrudan doğruya kınamadı. Dolayısıyla Ceylanpınar cinayeti PKK’nin üstüne kaldı. Zaten takip eden günlerde, belli ki önceden hazırlanmış eylemler ve çok sayıda asker ve polis ölümü haberi ardı ardına gelmeye başladı. Hiç sanmıyorum ki sonuçlarını düşünmemiş olsun, PKK, bile bile lades diyor ve AKP’nin son derece işine yarayan bir savaşı kör gözüm parmağına sürdürüyordu. Peki, PKK bunu neden yapıyordu? Ne üzerine bir anlaşmaya varmıştı? Muhtemelen, AKP’nin tek başına iktidarı almasından sonra masanın yeniden kurulması üzerine bir anlaşmaydı bu.
Bu savaşın en güç duruma soktuğu parti HDP idi. HDP’nin Kandil’in eylemleriyle arasına çok net bir çizgi çizmesi gerekiyordu. HDP, bunu Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarıyla ve kınamalarıyla kısmen yaptı ama yeterli olmadı. Dolayısıyla, PKK’nın AKP diktatörlüğü ile el ele sürdürdüğü bu kirli savaşın vebali, büyük propaganda araçları tarafından yönlendirilen kamuoyu açısından kısmen HDP’nin sırtında kaldı. Buna rağmen HDP’nin barajın altında kalmaması başarı olarak görülmelidir.
Bu noktada, HDP’yi destekleyen solun, sol örgütlerin ve aydınların sorumluluğuna da kısaca değinmek isterim. Sözünü ettiğim bu unsurlar, yürütülen savaş karşısında adeta abondone oldular ve PKK’nin eylemlerine karşı hiçbir uyarıda, hiçbir eleştiride bulunmadılar, Selahattin Demirtaş’ın eleştirilerinin çok çok gerisinde kaldılar. Dolayısıyla solcu ve aydın olma görevlerini ne yazık ki yerine getirmediler. Bunu yapmış olsalardı muhtemelen önceden angaje bir savaşı durduramazlardı ama HDP’nin savaşa karşı daha cesur bir tutum almasını, hatta PKK’nin durumu yeniden değerlendirmesini zorlayabilirlerdi. Barış Bloku vb. hepsi sorumludur.
AKP-PKK danışıklı savaşı meyvelerini, bütün hormonlu yiyeceklerde olduğu gibi çok uzun olmayan bir sürede verdi ve AKP, planladığı gibi, Türkiye’nin genelindeki Türk-İslamcı MHP oylarının önemli bir kısmını ve Kürdistan’daki, 7 Haziran’da HDP’ye kaptırdığı Kürt-muhafazakâr oylarının neredeyse tamamını devşirerek kendisinin bile beklemediği ölçüde bir seçim zaferi sağlamış oldu.
MİT’in Suruç’ta bombayı patlatması diye değerlendirme yapıyorsunuz ve başınıza hiçbir şey gelmiyor. Ne şafak baskını ne ifadeye çağrılma. Sizin için sevindirici ama eften püften sebeplerden hayatları karartılan muhalifler için şaşırtıcı. Onlar kendini kurtarır, olan sana olur lafındaki onlardansınız sanki.
Özgürlük gereği yorumunuzu buraya koyuyorum ama benim için böyle bir değerlendirme yaptığınıza üzüldüm. Ben o “kendini kurtaranlardan” değilim, üzülmenize gerek yok. Biraz daha araştırmacı ve hakkaniyetli olmanızı öneririm.