Tarihte Bireyin Rolü Üzerine İki zıt Bakış
Artıgerçek
İngiltereli yazar John Gray’ın Kuklanın Ruhu-İnsan Özgürlüğüne Kısa Bir Bakış (Çev: Dürrin Tunç, YKY, 2020) kitabını okurken aşağıya alacağım satırlar dikkatimi çekti:
“1918 Ağustosu’nda Lenin’e sıktığı üç mermiden ikisini isabet ettiren sosyalist devrimci Fanya Kaplan, eğer suikastında başarılı olsaydı, Rusya’da şiddet belki birkaç yıl daha hüküm sürerdi ama Sovyet devleti ayakta kalamayabilirdi ve Lenin’in inşa ettiği ölüm makinesi Stalin tarafından çok daha büyük ölçekte kullanılamazdı. 1940 Mayıs’ında İngiltere’de kararlı bir lider beklenmedik biçimde iktidara gelmeseydi Avrupa büyük bir olasılıkla, kuşaklar boyu değilse de onlarca yıl Nazi hâkimiyetinde kalacaktı.” (s. 66)
“Tarihte bireyin rolü” Fransız Devrimi’nden bu yana, 200 yılı aşkın bir zamandır tartışılmaktadır. Yukardaki satırlar, tarihte bireyin rolüne büyük ağırlık veren görüşün tekrarıdır.
Ben tam tersi kutupta yer alıyorum. Tarihte bireyin rolünün önemli olduğunu düşünmekle birlikte, şu ya da bu liderin tarihin seyrini, toplumların izleyeceği rotayı belirleyemeyeceği, belirleyici olanın toplumsal gelişmeler olduğunu düşünüyorum. Yukarıda verilen örnekleri ele alalım.
Eğer Fanya Kaplan’ın suikastı başarılı olsaydı ve Lenin 1924’te değil de 1918’de ölseydi Sovyet toplumunun akış yönü değişmezdi. Sadece Stalin, 1917’de inşa edilen baskı çarkının başına daha erken bir aşamada geçerdi ya da 1918 yılında Stalin’in 1924 yılında olduğu kadar güçlenmediğini düşünsek bile, Bolşevikler içinde Stalin’den daha güçlü bir lider iktidara gelir ve aşağı yukarı Stalin’in izlediği çizgiyi izlerdi. 1917 Devrimi’nden hemen sonra Sovyet emekçilerinin (işçiler-askerler-köylüler-entelijansiya) büyük devrimini bastırarak ülkeye hâkim olan ilerlemeci Sovyet bürokrasisi açısından hızlı sanayileşme bir zorunluluktu, bu sanayileşmenin “ilkel sermaye birikimi” ise esas olarak Rus mujik sınıfından sağlanacaktı. Bunun için de zorla kolektifleştirme yoluyla köylülerin topraklarına el konması ve köylülüğün, diğer siyasi mahkûm kitlesiyle birlikte köle-işçi haline getirilmesi bürokrasi açısından izlenmesi gereken tek yoldu.
İngiltere meselesine geçelim. Sözü geçen “kararlı lider” Winston Churchill’dir. İngiltere’nin, Sovyetler Birliği ile ittifak yapmış Nazilerin saldırısı altında olduğu koşullarda, Chamberlain’ın savaş öncesindeki, Nazileri yatıştırma siyasetinin hiçbir geçerliliği kalmamıştı. Nazilere karşı direnmek ölüm kalım meselesi haline gelmişti. Direnme politikası ister istemez kendi liderini ortaya çıkardı: Churchill. Kısaca söyleyecek olursak, Churchill İngiltere’nin başına geçtiği için İngiltere direnmiş değildir; İngiltere direnmeye karar verdiği için direnmeden yana olan Churchill İngiltere’nin başına geçmiştir.
Bu idealist tarihsel bakışa Türkiye’nin tarihinde de bol bol rastlarız. İdealist tarihsel bakışa göre, Türkiye Atatürk gibi “büyük bir lideri” ortaya çıkartmış ve bu “büyük lider” Türkiye’nin bağımsızlığını sağlamakla kalmamış, modern Türk devletini kurmuş ve büyük bir modernleşme atılımını başlatmıştır.
Tamamen tersi. İtilaf devletleri, İstanbul’u, Osmanlı devletine kendi koşullarını daha rahat dayatabilmek için geçici olarak işgal etmişti. Sevr Anlaşmasıyla kendi koşullarını dayattıktan ve Yunan ordusunun İzmir ve Ege’yi işgalini destekledikten sonra İstanbul’u yerel bir güce bırakıp zaten çekileceklerdi. Aslında bu proje budalacaydı. Çünkü Yunan ordusunun İzmir ve Ege’de kalıcı olması bir hayalden ibaretti. Buralardaki Rum nüfusu Yunan işgalini kalıcı hale getirmek için yeterli değildi. Bu durumda Atatürk’ün ya da bir başkasının otoritesini tanıyan Osmanlı kalıntısı sivil ve asker güçlerin bir milli kurtuluş cephesinde toplanması kaçınılmazdı. Bu toparlamayı yapan lider olarak Atatürk sivrildi. Eğer Atatürk, “Yurttaşlık Bilgisi” kitaplarında anlatılan efsanede olduğu gibi, göğsündeki cep saati sayesinde kurtulmayıp cephede ölmüş olsaydı, bu ihtiyacı diğer Osmanlı paşalarından biri ya da birkaçı kaçınılmaz olarak karşılayacaktı.
Türkiye, modernleşme çizgisine daha Osmanlı İmparatorluğu zamanında, 18. yüzyıldan itibaren girmişti. Atatürk’ün yaptığı, iyice olgunlaşmış bu modernleşmeyi, Osmanlı devletini cumhuriyet adıyla yeniden ayağa kaldırmanın avantajından da yararlanarak hızlandırmaktan ibaretti. Atatürk olmasa da, bir başka lider aşağı yukarı bu veya buna benzer bir modernleşme çizgisi izleyecekti.
Dolayısıyla, bağımsızlığı ve modernleşmeyi sağlayan Atatürk değil, Atatürk’ü ortaya çıkaran, bağımsız devlet ve modernleşme ihtiyacıydı.
Bir başka örnek olarak, Çin’de 1970’lere kadar Mao gibi bir liderin hüküm sürmesi, Çin’in ekonomik ilerleme için ihtiyaç duyduğu, kapitalist pazara kapalı, emek-yoğun, otarşik ekonomik siyasetlere denk düşer. Daha sonrasında Deng Siao Ping gibi bir liderin yükselmesi ve Çin’e hâkim olması ise, Çin’in ucuz emek sömürüsü yoluyla kapitalist pazara dâhil olma siyasetine.
Tarihin idealist yorumu ile materyalist yorumu, aşağı yukarı her tarihi olayda iki zıt bakış açısı olarak kendini gösterir.
Gün Zileli
19 Aralık 2021
Sevgili Hocam.
M.Kemal konusunda bence yanılıyorsunuz.
Birlikte yola çıktığı dört arkadaş, R.Orbay, RBele, Kazım K. ve AFCebesoy, meşrutiyetçiydi. Sultancı ve Hilafetçi.
Ve Sultan dan son ana dek ümidini kesmeyen İsmet İ ve Fevzi Çakmak memur ruhlu ve yine Saltanatçı.
Bu yanı ile MKemal belki tarihsel süreci değiştirdi.
İkincisi… İngiliz sömürgesi olarak 2. Dünya savaşına da mutlaka katılacak bir bağımlı bir yönetim yapısı kurulacaktı. Tarih kısa vadede (50-100 yıl) oldukça değişik akacakti.
Cumhuriyet de sonuç olarak kolektif sultanlıktır. Kısacası Ulus devlet de dünya kapitalist sistemine bağımlıydı.
Sayın Zileli,
Amacım, “Tarihte bireyin rolü üzerine iki zıt bakış” düşüncesine zıt bir bakış getirmek değil. Kısacası, sözü geçen idealist yorum/ materyalist yorum düalizmin varlığına inanmıyorum.
Ön Söz
Günümüzde tüm dünya, eski deyişle burjuva, şimdi ise daha uygun bir adla tanımlanan orta sınıf oldu. Batı, tüm dünyayı yeniledi ve kendine benzer yaptı.
Eğer kelime oyunu yaparsam, Avrupa burjuvaları idealist idi. Dünyayı idealizmle elinde tutanlardan kurtarmak istediler ve akılları sıra başardılar. Haydi, inşallah diyelim. Orta sınıfların geleneksel anlamda bir misyonu bile yok. Marks’ı taklit edeyim: materyal, orta sınıfların afyonu. Kendimi taklit edeyim: ne çalışırsa o doğru veya Amerika-Avrupa-Çin diliyle doğru/yanlış kıstası alış-veriş /ticarettir.
Bu bağlam içinde, Fransız Devrimi ile simgeleştirilen modernleşmede asıl işi becerenler, J. S. Scott’ın dediği gibi, dünyaya Devlet Gibi Bakanlar. Fransız Devrimi ile taklitçileri, bakışı değil, bakanları değiştirdi.
Son marifetlerini göz önüne alırsam değişik adlar da verebiliriz: “Dünya’ya Dijital Bakanlar”, “Dünya’ya Algoritmik Bakanlar”, “Dünya’ya, Dünya’yı Terk etmeye Hazırlananlar gibi Bakanlar”, “Dünya’ya Medya Yıldızı Olmaya Can Atma Gözüyle Bakanlar”, vs. vs.vs.
Bir de eski düzeni yeniden devreye sokma var. Mesela, zengin ülkelerdeki doğa mühendisleri ve doğa kurtarıcısı medya yıldızlarına göre, yukarıda atılan bilimsel havalarla yel değirmenleri dönecek, bir yandan kuşlar ve böcekler ölecek, diğer yandan civarda oturanların kafası ve uykusu kaçacak ama çevre sever zengin ülke vatandaşlar eski tüketiciliğine devam edebilecek, zaten önemli olan da o. Taşıtlar petrol yerine elektrikle yürüyecek. Nükleer enerji santrallerinde asla kaza olmayacak, gereken ender materyaller, yerel kodoş politikacılar sayesinde, fakir ülkelerde çıkarılacak ve oralardaki hava kirliliği BM, medya ve bilim adam-karılarına araştırma işleri yaratacak.
Bulunduğum şehir nüfusu 200 bin, tükettiği 200 milyona rahat yeter ve her köşede solcular gibi iklim değişme ve gezegeni kurtarma militanları halkı uyarmakta.
Bir de eski/yeni Dünyaya Zekâ-Beyin Gözüyle Bakanlar var. Biyolojik insanın en yüksek Zekâ Düzeyi (IQ) 260. MATERYALİST Yapay Zekâlı insanın zekâ düzeyi 5,000. Zekâ sevdalılarının coşkunluk ve heyecanını tahmin edersiniz.
Galiba, herkes Batılı ama zengin Batılılar daha da Batılı!
Orta Söz
Sayın Zileli’nin iki temel alıntısı ilgimi çekti.
“toplumların izleyeceği rotayı belirleyemeyeceğini düşünüyorum.”
“Tarihin idealist yorumu ile materyalist yorumu, aşağı yukarı her tarihi olayda iki zıt bakış açısı olarak kendini gösterir.”
Tekrar edeyim, amacım eleştiri değil, hatta yaratılan bağlam ve kabullenen varsayımlarla varılan düşünceye katılıyorum. Bence ikicilik bir kafa ürünü, dolayısıyla bir ide.
Çok sevdiğim bir yazar çok daha güzel söyler: “gök kuşağında bir renk nerede biter, diğeri nerede başlar?” Çok sevdiğim bir şair daha farklı söyler: “Cennetle Cehennemin Evliliği”. Yani önemli olan karşıtlık değil, özdeşlik. İyi/Kötü ayırt edilemez. Beni şaşırtan ve hala anlamadığım bu ayırt edilmezliği derinden görenlerin ayırt etmesi ve hatta İyi tarafında yer alması. Bu iki yazar ve benzeri muhteşem insanlara hayranım.
Kendim eklersem, anlamak için yaratılan epistemolojik farkları gerçekten var gibi görmeye şeyleştirme denir. Ben fetişleştirme derim. Zamanımıza daha da kötüsü egemen oldu: bilgi = enformasyon = veri birikimi.
Her neyse, yazıdaki toplumlar ve rotayı değiştiren adaylar çok kısıtlı zaman süresi içinde incelenmiş. Hepsi devletli toplumlar.
Bu hemen bende büyük bir kuşku yarattı. Konuyu uzatmamak için son derece basitleştireceğim, özür dilerim.
Tüm dünya artık eski adıyla burjuva, yeni ve daha doğru adıyla orta sınıf oldu. “Dünyaya Alış-Veriş Gözüyle Bakan” burjuvaların bir ideali vardı: “Dünyayı Günah-Cennet-Cehennem” idealist korkusu ve beraberindeki “Dünyayı Vur-Kır Savaşçılar” (şövalyeler veya kovboylar) materyalist zorbalık korkusu ile görenlerin elinden alma. Orta sınıfların materyalist amacı TEK (tek tanrılı dinlerin en büyüğü): ALIŞ-VERİŞ. Ama idealleri (ideolojileri, mitolojileri) çok. İlerleme; İlerleme Motoru Bilim-Teknoloji; Mutlu Olmak; Doğa’ya, Doğa Kaynakları Gözüyle Bakmak; İnsana, İnsan Kaynakları Gözüyle Bakmak” vs. vs. vs.
Sayın Zileli’nin toplum ve kişiler örneklerine bir bakalım. Başta Fransız Devrimi. Ardından gelenler de taklitçileri: Çin, Osmanlılar; Lenin, Mao, Stalin, Atatürk… Daha çok var (Güney Amerika’nın tümü, Japonya, Mısır, Kazakistan, devrimler öncesi Rusya gibi) ama kısa keseyim.
Burada hemen göze çarpan ve farkında bile olmadan çok yaygın olan sözcüklerle dünyayı istediğin gibi yapılaştırma dil kayması var. Eğer Osmanlılar Batı gibi olmak istediyse şimdiki demokratik ülkeler gibi seçimle ve aydınlanmış halkına sorarak mı karar verdi? Osmanlı sarayı ve mensupları ekabirler ile Osmanlı idaresi altında yaşayanlara Devlet Gözüyle bakılmış ve aynı olmuş.
Bu arada bir de aydınlanmış ülkelerde yaygın halka seçimlerle sormaya, demokrasi soytarılığına bakalım. Benim yaşadığım ülke doğrudan demokrasisi ile ünlü. Burada akla gelecek ve asla gelmeyecek konularda seçimler olur: çeşitli kişi özgürlükleri (kim kimle evlenebilir falan filan), şirket yönetim kurulu başkanlarının (CEO’ların) yılda kaç milyon daha kazanmaları özgürlüğü, vs. vs. vs. Aydın halk daha da aydınlanır, sayısız afişler asılır ve broşürler dağıtılır. Eminim bu aydınlatma masrafı en az 50-100 bin fakir ailelere yiyecek temin eder. Aydınlatılmış halk da özgürce ve daima demokrasiyi reddeder, istemez.
Bakın Sahlins tarihte demokrasinin entelektüel Big Bang ve Rönesans ebeliği ile doğduğu yerdeki demokrasi soytarılığı ile alay ettikten sonra benzeri maskara Amerika demokrasi için ne der:
“Kölelik tarihi bir yana, hayatları devlete bağlı askeri ve bürokratik kesimlerde çalışarak (modern kölelik ederek?) geçenler bir yana, aynı çelişkiler, günlük yaşamlarının büyük bir kısmı aile, okul, kapitalist iş yerleri gibi demokratik olmayan ortamlarda geçtiği halde günümüz Amerikalıları ” demokratik bir ortamda yaşadıklarına” seve seve inanırlar*. Amerikalılar bakın, Demokrasi çıplak! (Benden ek: Ama üzülmeyin, demokrasi her yerde çıplak! Hiç değilse çıplaklık demokratik!)”
* Alay etme sırası bende: Bu inanış idealist mi, materyalist mi? Bence zengin ülkelerdekiler için materyalist, fakir ülkelerden kaçanlar için idealist.
Sanırım, Osmanlılar-Japonya-Çin- Rusya ve benzeri ülkelerdeki binlerce antenleri güçlü yüksek zekalılar aslında tarihin materyalist yorumunu biliyorlardı ama şimdi denizlerde boğulmayı göze alanları da iyi tanıyorlardı, yani ancak ve ancak maddeyi harekete sokma idealizmi ile zenginliğe kavuşulacağını da iyi biliyorlardı. Meslekleri devrimcilik olanların mürit toplama çabaları buna güzel bir örnek.
İslam ve Batı’nın dünyaya egemen olması tarihine bakalım.
Trilyonlarca sayfa alacak dünya kompleksliğini buraya aktaracak değilim. Ama Allah bir mağarada evrenin tümünü Muhammed’e açı açıvermiş*. Buna inanan Araplar 50 yılda o zamanın hemen hemen bilinen dünyasını fethettiler. Batı kendilerinin süper bir ırk olduğuna inanarak tüm dünyaya egemen oldu.
* Galiba Muhammed zamanından önce doğmuş. Şimdi bir sürü yüksek zekalılar “Her Şey Teorisi” peşindeler ve bulunca Arşimet gibi politikacı- zengin-iş adamı-karısı-banka efendilerine koşarak müjdeleyecekler.
Şu an milyarlarca şarlatanlar İnternette inandırıcı şarlatanlıkla milyarder olmakta. Paralelinde, bilimsel falan filan olanlar sadece geleneksel şarlatanlık yapmaktalar. Evrimsel psikoloji, Darwin, genome, DNA, genetik manipülasyon, başka gezegen bulmalar, yarattıkları plastiği bakterilere yedirmeler, böcek yemeler vs. vs. vs. En kötüsü bilimsellik masalıyla insanları tekrar uyutma çabaları. Fakat bu dolandırıcılık da demokrasi gibi (çoktan) çıplak! Geleneksel tanrılardan sonsuz daha güçlü materyalist tanrılar — Amazon, Google, Facebook, Twitter, TikTakTok ve binlerce diğer “startup”lar — halkların kafalarında ne materyal ideleri yaratmaktalar! Yazarken bile midem bulanıyor, en iyisi hasır altı etmek, iyimser olmak.
Bu materyal/ide ikiciliğine diğer bir örnek. Hastalıkların üçte biri gelir gider; üçte biri tıp yardımıyla halledilir; kalan üçte biri plasebo ile iyileşir. Daha kimse bu işin sırrına varmış değil, ama satıcıları milyarlarca. Reklamcılığın temelinde yatan bu inandırma dolandırıcılığı değil mi? Her neyse, dünyanın yarı nüfusu kadar parası olan 9-10 kişinin parası bile sahip olacağın para denizinde bir damla bile olmaz eğer bu plasebo işinin sırrına varırsan
Sayın Zileli, ben materyalist/idealist ayırımına inanmıyorum. Aynı zamanda, dünyanın hayallerle biçimlendirdiğine ve özellikle son 7-10 yıl içinde insanların bu hayaller dünyasının en çirkefi, en çirkini, en gaddarı, en nihilist ve anlamsız olanı , yani Kral/Kraliçe, diğer bir deyişle TEK olma, hayali içinde yaşamaya mecbur edildiklerine bütün varlığımla inanıyorum.
Anarşist olduğunuzdan şöyle ifade edeyim. Kropotkin canlıların evrimini “birlikte çaba ve girişim” olarak görür. Sözünü ettiğim çirkin dünya sözcüsü Darwin ise “herkes birbirine karşı Allah da herkese karşı” Kral/Kraliçe gözüyle görür.
Diğer bir konu daha var.
Siz, Sayın Zileli, düşüncenizle tam çakışmayan ama benzeri bir “tarih ekolü” var ve William McNeill ile başladı. Bence çok ilginç ve kendim benzeri hayaller kurarım. Verimli olabilecek spekülasyonlara (kurgulara) yol açıyor, yeni olasılıklar ufuğu açarak dogmatik düşünmeyi dizginliyor. Bence, İdealist/Materyalist ikiliğiyle benzer düşen tarafları olsa da, ekolün amacı başka.
İlk rastlayıp okuduğum makale beni etkiledi ama bütün aramama rağmen bulamadım. Yarı tam, yarı hatırladığım kadar uydurma ama özüne sadık kalarak olayı anlatayım.
Yıl MÖ. 700 civarı. Biçimsel benzetme yaparsam, idealist yorumun kişisi Yahudilerin tanrısı Yehova; materyalist yorumu canlandıran toplum ama halihazırda toplum ve Devlet, yanıt verdiğim yazınızda olduğu gibi, aynı sayılmakta. Zamanın Amerika’sı Asurlar, küçük ama mide bulandıran, Yehuda Krallığını kuşatır. Materyalistler veya gerçekçiler (çoğunluğu ayni şimdi gibi ekabirler ile doğa ve toplum mühendisi bilgeler) telaşa düşer. Bunlar duvar örer, Asurların içecekleri temiz suların rotalarını değiştirip askerleri (korona) virüslü sular içmeye zorunlu kılarlar vb. materyalist önlemler alırlar. İdealistler, tapınakta, Yehova’nın yardımcı olacağından emin, dua eder tespih çekerler. Bir süre sonra salgın veba başlar ve Asurlar çekilirler. Şimdi de günümüz ekabirleri diliyle anlatayım. O zamana egemen paradigma tanrılar arası rekabet (Çin, Rusya, AB, Amerika falan filanı düşünün). Amerika gibi (Çin, Rusya, AB de olabilir) her yerde hazır ve nazır devasa materyalist bir güce karşı, çoktan beri haraç ödemeyle paçayı kurtaran Yehuda Krallığın idealizmi zafer kazanır. Yahudilik sonsuz itibar da kazanır. Böylece, Hristiyanlık ve Müslümanlık adlı iki kız çocuk doğurup materyalist devrimci hayırsever burjuva -komünist-anarşist devrimcilere günah keçisi mirası bırakır.
Oyun ve eğlence bir tarafa, yazımın özünün özünü iki biçimde ifade etmek istiyorum.
Birincisi, gözlerimin önündeki bir haber: “China fines top influencer $210m for tax evasion.”
Kız, kendi gibi genç ve güzel kızlara güzellik macunları ve güzel görünme, Atatürk diliyle, giysileri reklamı; moruklara ve seks açlığından deliye dönmüşlere de yüzde yüz MATERYAL, genç, sarışın mavi gözlü, Batılı-Çinli seks köleleri, özür dilerim, seks oyuncakları reklamı yaparak milyarder olmuş. Şimdi de diğer vergi kap kaç eden eski kulağı kesiklerden Çin devleti payını almak ister. Kız $210 milyon dolar ödeyecek kadar zengin. Üstelik Çin, kızın reklamcılığına karşı değil, kendi payını alma peşinde. Medya-Yüksek Zekalı toplum teknisyenleri diliyle “win-win situation”. Bu çeşit reklamcıların sayısı baş döndürücü kadar yüksek ama dünyada her dakika 11 kişi açlıktan ölmekte ve buna sadece 19’uncu yıldan kalma solcu-devrimciler ve zengin ülkelerin eğitim fabrikalarında üretilen sivil toplum örgütleri karşı gelmekte.
Modernlik yerleşeli benzeri çok oldu. İyi kalpli ev hanımları içkiye ve hatta sabahları işe giden işçilere bütün gün çalışma hızı veren kahveye karşı haçsız seferlere çıktılar.
İkincisi, “toplumların izleyeceği rotayı belirleyemeyeceğini düşünüyorum.” sözünün aklıma getirdiği safça sorular.
Peki, neden toplumlar kendi rotalarını belirlemekten acizler? Solcu-devrimciler değil mi bu acizlik idesine baş-vurup propaganda (beyin yıkması) ile açıklayanlar? Yoksa “bilinçlendirme” mantrasının modası geçti mi? Günümüzde milyonlarca Çinli güzel kıza benzer medya enayi avcıları var. Bunlar zengin ülkelerde parası bol oanlara materyaller, fakir ülkelerde parası bol olmak isteyenlere ideler satarak milyarder olmaktalar. Dünyanın en en iyi okullarında eğitim görmüş, bilimsel, ciddi entelektüel de medya yıldızı olmayla çok daha para kazanmayı çoktan öğrendiler ve yapmaktalar. Sattıkları da salt ideler, tek materyalliği kağıt üzerinde olmaları.
Peki, neden toplumlar bu eski adları şişko, yeni adları kral/kraliçe, imparat-or/imparat-ess, en son modada lider/lider-ess olan bu erkek/kadınların rotalarını değiştirip bir uçuruma sürüklemiyorlar? Belki yol gösterecek bir lider veya lider-ess bekliyorlar.
Son söz
Sayın Zileli’nin düşüncesine tamamıyla katılıyorum ama bir ufak farkla. Basitçe fikrim şu: Eğer insanları peşine takıp kaderlerini (rotalarını) çizenler materyal dünyayı ellerine geçirmeseler, kimse gevezeliklerine ve yalanlarına kulak asmaz bile. Hristiyanlık boşuna ilk yemek yemeyi insanın ilk günahı yapmadı. Cin gibi doğa mühendisi Darwin (cin gibi toplum mühendisi Marks da) toplumunun rotasına uyup bilimselleştirdi, laikleştirdi, zamani etti.
Kısacası, materyalist yorum olsun, ruhani idealist yorum olsun, tüm pislik karın doyurmasından çıkıyormuş. Ama gönüllü dalkavuk sonsuz yüksek zekalı bilim adam-karıları bir türlü şu soruyu soramıyorlar: Ulan, canlılar yemek yemese zaten canlılık olmaz, neden böyle boş konuşuyorsunuz?
Belki o yüzden dünyaya egemen ide her türlü canlıdan nefret etme. Ben, ha güler yüzle ha kan dolu gözle bunun alış-verişini yapanlardan nefret ediyorum: yaşamak için doğdum, kafamı bilgiyle doldurmak için değil.
İyi akşamlar.