Oraya Gitme Venezüela!
Dünyanın en yanlış görüşü nedir diye sorsanız, iç savaşın devrime yol açacağını sanan naif ve dogmatik solcu görüşüdür derim. Romantik “partizan” şarkıları aslında Devrim’in cenaze marşından başka bir şey değildir.
Elimizde iki büyük tarihi örnek var. Venezüela’ya geçmeden önce bunların üzerinde kısaca durmak zorundayım.
1917 Devrimi, ancien rejime, yani Çarlığa son verdi. Ardından ikili bir iktidar kuruldu: Geçici Hükümet ve Sovyet. Devrimi Sovyet temsil ediyordu. Ne var ki, süreç içinde Sovyet de ikiye bölündü. Eğer bu bölünme uzlaşmaz bir bölünme haline gelmeseydi İç Savaş da çıkmaz ve Devrim kendi yolunda gürül gürül akmaya devam ederdi. Kısaca söyleyecek olursak, İç Savaşı esas körükleyen Sovyet’teki bu onulmaz bölünmeydi. Eğer Bolşevikler, tek başlarına iktidar olabilmek için ılımlı sosyalistleri, yani Menşevikleri ve SR’leri “tarihin çöplüğüne” göndermeye kalkmasalardı, Beyazlar ayaklanamaz, ayaklansalar bile Sovyet’in birleşik gücüyle bastırılırlar ve İç Savaş çıkmazdı. İç Savaş, Devrim’in yenilgisine ve on yıl sonraki Stalinist rejime yol açtı.
1936 İspanya Devrimi, ancien rejime, yani Krallığa son verdi. Ardından Cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyetin içindeki bütün güçler (liberal burjuvazi de dahil) Devrim’in güçleriydi aslında. Ne var ki, Cumhuriyet ikiye bölündü. Eğer bu bölünme uzlaşmaz bir bölünme haline gelmeseydi, Franko darbe yapmaya kalkışamaz, kalkışsa bile birleşik Cumhuriyet güçleri tarafından bastırılır ve Devrim kendi yolunda akmaya devam ederdi. İç Savayı körükleyen, Cumhuriyet güçleri içindeki onulmaz bölünmeydi. Eğer Stalinist Komünist Parti, Sağ Sosyal Demokratlarla el ele vererek Anarşistleri ve Devrimci Marksistleri (POUM) bastırmaya kalkmasaydı, Cumhuriyet güçleri, Franko faşistleri ve falanjistler tarafından yenilmez ve İspanya’da faşist bir rejim kurulamazdı. Yani burada da her şeyin başlangıcı, devrimci güçler içindeki bölünme ve bu bölünmenin körüklediği İç Savaş’tır. İç Savaş her yerde ve her koşulda Devrimi boğan baş faktördür. Çünkü halkın bölündüğü ve kendi içinde çatıştığı her yerde her zaman karşıdevrim hâkim olur.
Venezüela’da, geçtiğimiz yıllarda bir devrimci durum yaşandı. Halkın desteğini alan Chavez, eski emperyalist işbirlikçisi düzene son verdi ve ardından da düzenden halka da pay veren popülist bir rejim kurdu. Ne var ki, 1950’lerde Arjantin’deki Peron popülist rejiminde görüldüğü gibi, popülist rejimler bir yandan halka pay verirken, bir yandan da onun özgürlüklerini gasp ederler. Venezüela’da da böyle oldu. Chavez’in kurduğu ve onun ölümünden sonra Maduro tarafından yürütülen rejim, halka ekonomik alanda verdiklerinin karşılığı olarak, kendi tekelci iktidarı uğruna onu bir polis rejiminin baskısı altına aldı. Bunun üzerine halk içinde bir bölünme meydana geldi: Özgürlükçü halk muhalefeti ve anti-emperyalist “halk iktidarı”. Bugün yaşanan, bu bölünmenin somut tezahürleridir. Bir yerde halk bölünmüşse ve neredeyse bir iç savaş durumu doğmuşsa, orada devrimden de, özgürlükten de, bağımsızlıktan da hayır gelmez.
Bu iç savaş durumunun taraflarına bakalım. Maduro polis rejimine karşı çıkan ve özgürlük isteyen halk muhalefeti haklıdır. Ne var ki bu muhalefet, emperyalizmle arasına bir sınır çizmekten acizdir (aynı, Bolşevik iktidarın baskılarına karşı çıkan muhalefetin Beyazlarla ve emperyalist müdahaleyle arasına sınır çizemediği gibi) ve bu da karşı tarafın anti-emperyalist ve popülist iddialarına güç vermektedir. Özgürlüklerin, “ben yaptım, oldu” türü yapay Hükümet kurma iddialarıyla ve emperyalistlerin desteğiyle kazanıldığı nerede görülmüştür!
Öte yandan, Maduro rejimi ve onu destekleyen halk kesimleri, kör gözüm parmağına emperyalist müdahaleleri karşı çıkarken haklıdır. Ne var ki, Maduro ve rejimi, emperyalizme karşı çıkarken devlet baskısına ve özgürlüklerin bastırılmasına yönelerek aslında tüm haklılığını berhava etmektedir (aynı, muhalefeti zor yoluyla bastıran Bolşeviklerin, bu tutumlarıyla Devrimi katledip, Beyazların ve emperyalist-kapitalistlerin ekmeğine yağ sürdüğü gibi).
Bizim solcularımız, olaya böyle bakmak yerine, otomatik anti-emperyalizmleriyle hiç tereddüt etmeden Madura baskı rejiminin yanında yer alıyorlar. Aslında bu, onların, yarın öbür gün, aynı anti-emperyalizm adına, “Madura kardeşinin” “dik durması”nı tavsiye eden Tayyip Erdogan’ın da yanında yer alacaklarını, onun “sol”daki destek gücü haline geleceklerini, hatta gelmekte olduklarını gösteriyor.
Henüz Yayınlanmamış, 1917 Devrimi üzerine yazdığım kitabımda belirttiğim gibi, Devrim ve halk bir kez daha “hakikat yarılması”nın kurbanı oluyor. Oysa “hakikat yarılmasını” hakikatin bütünlüğüne dönüştürmek mümkündür!
Emperyalist müdahaleye karşıyız.
Özgürlük düşmanlarına karşıyız.
Halkın bölünüp kendi içinde bir iç savaşa tutuşmasına sonuna kadar karşıyız.
Emperyalist-kapitalizme ve diktatörlere karşı bir araya gelen tüm halkın özgürlükçü ve bağımsızlıkçı devriminden yanayız.
İmkânsız mı?
Gerçekçi olmaya ve imkânsızı, yani yarılmamış hakikati istemeye devam edeceğiz!
Gün Zileli
28 Ocak 2019
Bir de şu var: Sosyalist jargona hakim olmayan, mesela siyasi ufku Gezi’ye katılmaktan ibaret bir genç, solun Maduro’yu cansiperane desteklemesine bakıp, “Demek ki, bunların kafasında Muduro’nunki gibi bir düzen var” demez mi mi? Hal böyleyken solun kitlelerden kopmasına şaşırmalı mıyız?
Antropomorfizmler
“Atatürk’ün tarihi şahsiyeti, özellikle tek parti döneminde dayatmacı bir zihniyetle topluma yeni din olarak sunulan Kemalizmden ayrılmalı, Atatürk antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.”
Ahmet Yaşar Ocak
Türkler, Türkiye ve İslam: Yaklaşım, Yöntem ve Yorum Denemeleri
– Osmanlı padişahlarının tarihi şahsiyetleri, özellikle AKP döneminde dayatmacı bir zihniyetle topluma yeni din olarak sunulan Neo-Osmanlıcılıktan ayrılmalı, Osmanlı antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.
– Lenin’in tarihi şahsiyeti, özellikle Stalin döneminde dayatmacı bir zihniyetle Sovyet toplumuna yeni din olarak sunulan Leninizmden ayrılmalı, Lenin antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.
– Ali’nin tarihi şahsiyeti, özellikle Şah İsmail döneminde dayatmacı bir zihniyetle İran toplumuna yeni din olarak sunulan Şiilikten ayrılmalı, Ali antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.
– İsa’nın tarihi şahsiyeti, özellikle Konstantinus ve Theodosius dönemlerinde dayatmacı bir zihniyetle Roma toplumuna yeni din olarak sunulan Hıristiyanlıktan ayrılmalı, İsa antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.
– Roma tanrılarının tarihi şahsiyetleri, özellikle Dönek Julianus döneminde dayatmacı bir zihniyetle Roma toplumuna ikinci kez din olarak sunulan Roma paganizminden ayrılmalı, Roma tanrıları antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.
Ve son olarak;
– Devrimciliğin, Anti-Kapitalizmin, Anti-Emperyalizmin ve Anarşizmin tarihi şahsiyetleri, hiçbir zaman dayatmacı bir zihniyetle topluma yeni din olarak sunulmamalı ve antropomorfizm konusu olmamalıdır.
İspanya’ya dair çizdiğiniz resmi gerçeklere uygun bulmuyorum. Liberal burjuvazi Cumhuriyet’ten yana taraftı ama asla devrimci değildi. Cumhuriyetçi kamptaki CNT ve POUM nezdinde ifade bulan devrimci eğilimi bastırmak konusunda haklı olarak faturayı Stalinistler ve “Sağ Sosyal Demokratlar”a (bunlar, liberal burjuvaziden farklı bir kesim midir?) kesiyorsunuz ama bunların çizgisi zaten tam da Cumhuriyet’in korunması fakat sosyal devrimin frenlenmesi yani “liberal burjuvazi”nin programı idi. Moskova da bu hattı (Halk Cephesi) salık veriyordu. İç savaş ise Cumhuriyetçiler içindeki bölünme üzerinden değil (en azından son günlere kadar) Cumhuriyetçiler ile Milliyetçiler (Faşistler) arasındaki bölünme üzerinden patlak verdi.
Cumhuriyetçi kampa devrimci eğilim hakim olsaydı iç savaşta zafer gelir miydi sorusu ise belirsizdir, çünkü bu sefer de Sovyet askeri desteği olmayacaktı (yaşanan senaryoda bu desteğin zehirli bir destek olduğu bir gerçek olmakla birlikte).
Chavez’in ve özellikle Maduro’nun 2015’ten sonra artan otoriter yönelimleri oldu ama bunlar devlet kurumlarının düzenlenişine dair; yargı bağımsızlığı, katılım düşüklüğü nedeniyle meşruluğu tartışmalı paralel meclis, plebisit kullanımı gibi konularda. “Polis devleti” ifadesi ağır kaçıyor. Örneğin basın ve ifade özgürlüğü çok ciddi bir baskı altında değil, bu açıdan TR’den daha az kötü. Sokak muhalefetine yönelik polis şiddeti elbette arzuladığımız bir tablo değil, fakat muhalefet de şiddet kullanıyor ve ölenlerin bir kaydadeğer bir kısmının faili muhalefet. Bu açıdan da mesela Gezi isyanının sicili tertemizdir, Venezüela muhalefetinden çok farklıdır. “Özgürlük isteyen halk muhalefeti” Venezüela’da muhalefetin egemen karakterini değil, muhalefet içinde azınlık bir kısmı tarifliyor. İsyanın yakıtı özgürlük meselesinden ziyade ekonomik çöküntüden doğan memnuniyetsizlik. Popülist yeniden dağıtıma tepki duyan orta-üst kesimler başından beri rejime düşmandı, hükümete tepki ekonomik kriz ile iyice alevlendi ve rejimi destekleyen kesimlerde de pasifizasyona/memnuniyetsizliğe yol açtı. Velhasıl, darbe ve dış müdahale arayışındaki bu muhalefet liderliği ve ana eğilimi açısından hayırlı bir muhalefet değil, uzlaşmaya niyetli de değil. Maduro da otoriter yöntemlerle iktidara yapışmak peşinde, dolayısıyla bir tür umutsuz vakaya dönüşmek yolunda ilerliyor işler ne yazık ki. Şu tabloda bir dış arabulucu eşliğinde rejim ile muhalefetin belli sınırlarda uzlaşması ve yeni seçimler yapılması sanıyorum bir çıkış fırsatı sunabilir, ama iki taraf da çok uzak buna. İki taraf da sertleşmeye eğilimli. Rejimin meşruluğu çok zayıfladı, muhalefet de çok kötü bir muhalefet.
TR solunun Maduro sempatisi üzerinden RTE’ye yedekleneceği endişesini ise yersiz buluyorum. O kadar şuursuz olamaz TR solu, Vatan Partisi vb. zaten kökünden sapkın eğilimleri solun parçası saymıyorum.
Hakikat yarılması tespiti ve hakikat bütünlüğünü “Emperyalist-kapitalizme ve diktatörlere karşı bir araya gelen tüm halkın özgürlükçü ve bağımsızlıkçı devrimi”nde arama fikrine ise tamamen katılıyorum. Çok güzel ifade etmişsiniz.
Bu da Esad rejiminin “paralel devlet yapılanması” mı? Yoksa “psikolojik savaş” için imal edilmiş haberler mi?
Aşırı şüpheciliğe gerek yok kanımca. Eğer “Küçük Amerika” gibi dünyanın en katı üniter devleti bile 15 Temmuz’da karpuz gibi ikiye ayrılabilmişse neden aynısı “Küçük TC”de de olmasın?
Hele de uzun süren yıkıcı bir iç savaşın olduğu ve rejim muhaliflerinin 12 Eylül öncesi soldan bile daha çok bölündüğü bir ortamda. PYD veya Kürtleri saymıyoruz bile.
–
Rus ve İran destekli güçler arasında çatışma
Suriye’de Beşşar Esed rejimi saflarında savaşan Rus ve İran destekli iki grup arasında çatışmalar yaşanıyor.
Suriye’de Beşşar Esed rejimi için savaşan Rusya ve İran destekli gruplar arasında çatışma çıktı.
AA muhabirinin güvenilir kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Esed rejimine bağlı ve Rusya destekli “Kaplan Güçlerinin 5. Birliği” ile Beşşar Esed’in kardeşi Mahir Esed komutasında ve İran destekli “4. Fırka” arasında çatışmalar sürüyor.
Çatışmalar, Hama ilinin kuzeybatı kırsalındaki Şatha, Bredic, Haydarayye, İnnab köylerinde yaşanıyor. İki grubun bölgedeki Skeylbiyye, Araştırma Merkezi ve El Ibır isimli geçiş noktalarına askeri sevkiyatları sürüyor.
Yerel kaynaklar çatışmaları, İran’ın bölgedeki etkisini azaltmaya yönelik bir girişim olarak nitelendiriyor.
Çatışmalarda çok sayıda ölen ve yaralanan olduğu öğrenildi.
Özgür Suriye Ordusu bileşenlerinden Ulusal Özgürleştirme Cephesi çatısı altındaki Nasır Ordusu’nun sözcüsü Muhammed Raşit de AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Şiddetli çatışmalarda zaman zaman ağır silahlar kullanılıyor. Çatışmalar, askeri muhaliflerin kontrolündeki köylere de sirayet ediyor. Rejim aynı zamanda bu çatışmaları gizlemek için sivil yerleşimlere top ve tank atışları düzenliyor.” dedi.
Beşşar Esed rejimi, uzun süredir Suriye’de muhaliflere karşı operasyonlarını kendi ordusu vasıtasıyla değil, esas olarak İran destekli yabancı terörist güçlerle yürütüyor. Bu gruplar halihazırda en yoğun olarak İdlib, Şam, Humus, Deyrizor kırsalı ve özellikle Lübnan sınırında konuşlu bulunuyor.
Rusya ise rejimin kara güçlerine eğitim ve danışmanlık desteği veriyor. Humus’un Tedmur ilçesini (Palmira) terör örgütü DEAŞ’tan temizleme operasyonunda aktif rol alan Rusya destekli kara güçleri, Dera ve Doğu Guta’da güvenliği sağlıyor.
Böylesi duyarlı ve aklı başında bir yorumla karşılaştığıma gerçekten sevindim. Yorumunuzda katıldığım ve katılmadığım noktalara ilişkin günün ilerleyen saatlerinde bir şeyler yazacağım. Çok teşekkür ederim.
Önce “devrimci” kavramı üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Devrimciyi dar ve geniş anlamlarıyla kullanmak mümkün. Bu görece bir şeydir. Herkes birbirine göre daha devrimci ya da daha az devrimci olabilir. Hatta bazı tutumlarıyla devrimin iyice uzağına düşebilir ya da çok yakınlaşabilir. Hatta öyle ki, devrimle karşıdevrim arasında bazı durumlarda kesin çizgiler çekilemeyebilir. Somut devrimci durumlarda somut pratikte olay iyice karmaşık bir hal alır. Devrimin akışı içinde, devrimden yana olmayan bir güç devrimden yana, devrimci bir güç ise karşıdevrimin yanında pozisyon alabilir. Ben Liberal burjuvazinin o günün ispanya’sında “devrimci saflarda” olduğunu söylerken, o keskin bölünmede karşıdevrimin safında olmadığını söylemek istemiştim. O keskin bölünmede, cumhuriyetin safında yer alan bütün güçler devrimin safındaydı: Anarşistler, Devrimci Marksistler (Poum), Komünistler, Sosyal Demokratlar, liberal burjuvazi vb. hepsi, o anda devrimci saflardaydı. Ama bu, “devrimci saflarda” devrimci olmayan eğilimler, devrime zararlı davranışlar, hatta karşıdevrimci tutumlar olmadığını göstermez. Bir nehir düşünün. Bir yere doğru akıp gidiyor, onun içinde her şey var aynı yönde sürüklenen. Molozlar da var, süprüntüler de var vb. Evet ama hepsi sonuçta aynı yönde ilerliyor
Sovyet Devrimi’ni alacak olursak. Orada da Sovyette farklı eğilimler, güçler vardı. Menşeviklerin ve SR’lerin tutumu, özellikle 1917’nin ilk 6 ayında gerçekten de karşıdevrimi hizmet ediyordu. Ne var ki, Blşeviklerin bu güçleri karşıdevrimci ilan etmesi büyük bir hataydı. Siz devrimi tek bir gücün tekeline alırsanız, aslında o zaman karşıdevrime hizmet edersiniz.
Bu konudaki anlayışları değiştirmek gerekir. Devam edeceğim.
siz “Liberal burjuvazi Cumhuriyet’ten yana taraftı ama asla devrimci değildi” demişsiniz.
ben “Cumhuriyetin içindeki bütün güçler (liberal burjuvazi de dahil) Devrim’in güçleriydi aslında” demişim. Bir güze “devrimci” demekle, “devrimin gücü” demek arasında büyük bir fark vardır. Birincisinde sübjektif irade söz konusudur. İkincisinde ise objektif konumlanış. O günkü liberal burjuvaziyi devrimin güçleri içinde görmezseniz bu,. onları Franko faşistleriyle aynı cephede gördüğünüz anlamına gelir
devam edeceğim diğer konularla
İç Savaş meselesine gelince: “İç savaş ise Cumhuriyetçiler içindeki bölünme üzerinden değil (en azından son günlere kadar) Cumhuriyetçiler ile Milliyetçiler (Faşistler) arasındaki bölünme üzerinden patlak verdi.” diyorsunuz. Evet ama SB’de de iç savaş görünürde Çarlık taraftarlarıyla Sovyet taraftarları arasındaki bir savaştı. Ama aslında bu iç savaşı körükleyen ve devrimin yenilgisine yol açar, Sovyet içindeki güçlerin (Bolşevik/Menşevik-Sr bölünmesi) bölünmeydi. Yani gerçek ve görünmeyen iç savaş bu güçler içinde olduğundan görünen iç savaşta devrim yenildi. İspanya’da da elbette iç savaş cumhuriyetçilerlerle faşistler arasındaydı. Ama cumhuriyietçiler içinde bir iç savaş daha vardı. Anarşist-Poum/komünist-sağ sosyal demokrat savaşı. Bu geri plandaki iç savaş, ön plandaki iç savaşın çıkmasının ve dahası cumhuriyetçilerin yenilgisiyle bitmesin nbaş müsebbidir.
Venezüela konusundaki eleştiri ve uyarılarınızda haklı olabilirsiniz, bunları dikkate alacağım.
Türkiye solunun “şuuursuz” olup olmadığına gelince. Bunu zaman gösterecek ama ben hiç iyimser değilim doğrusu. Bugüne kadar Türkiye solu küfür ede ede her konuda VP’nin arkasından gitmiştir. İlk örneğini TKP verdi. Sırada DİP var. Ulusallcılık yolu ne yazık ki sola oldukça açık.
hepsi bu kadar. Keşke her zaman böyle güzel tartıymalar cereyan etse burada.
Şantajcılar
“Ülkemiz binlerce yıllık tarihi olan halkların ve dillerin ülkesi. Ve bu ülke kanlı bir boğazlaşmayı kışkırtan ırkçıların, halkların kardeşliğinden değil düşmanlığından medet umanların yıllar süren vurdumduymazlığı sonucunda uçurumun dibine gelmiş durumda.
Buna bir de Emperyalizmin bölgesel hesaplarını eklediğimizde tablo iyice karanlıklaşıyor.
Kürt sorununu yok sayınca yok olacağını zannedenler, Kürt sorununu Kürtleri yeni bir Türk-İslam imparatorluğunun uç beyliği haline getirerek çözeceğini sananlar, “Kürt sorununu çözerim ama Osmanlı Anayasası’na destek verirlerse” diye şantaj yapanlar…”
https://www.sosyalistforum3.com/showthread.php?t=48170
Diktatörlüklerin ülkeleri binlerce yıllık tarihi olan halkların ve dillerin ülkesi. Ve bu ülkeler kanlı bir boğazlaşmayı kışkırtan ırkçıların, halkların kardeşliğinden değil düşmanlığından medet umanların yıllar süren vurdumduymazlığı sonucunda uçurumun dibine gelmiş durumda.
Buna bir de Emperyalizmin bölgesel hesaplarını eklediğimizde tablo iyice karanlıklaşıyor.
Diktatörlük sorununu yok sayınca yok olacağını zannedenler, diktatörlük sorununu diktatörlüklerin ülkelerini yeni bir emperyalist imparatorluğun uç beyliği haline getirerek çözeceğini sananlar, “Diktatörlük sorununu çözerim ama emperyalist müdahaleye destek verirlerse” diye şantaj yapanlar…
Küçük beyinler sadece diktatörlüklerle
(Chavez/Maduro, Hafız/Beşar, RTE, Kaddafi, Saddam, Taliban, Humeyni, Şah, “Our Boy” Kenan, Kemal, Kim-İl vb)
orta beyinler sadece emperyalist müdahaleyle
(ABD/AB/NATO, İtilaf devletlerinin işgali vb)
büyük beyinler her ikisiyle de mücadele ederler.
Esad ve Maduro
İki bağımsız devlet…
İki “Başkan”…
Biri komşumuz Suriye:
Başkan Esad.
Öteki Güney Amerika Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti:
Başkan Maduro.
Biri tipik bir Ortadoğu laik Tek Adam Rejimi.
Öteki demokrasi deneyimini askıya alan tipik bir Latin Amerika Tek Adam Rejimi.
Biri, ufak tefek anlaşmazlıkların dışında, zaten önemli bir bağımsızlık ve demokrasi savaşı vermemiş.
Öteki hem bağımsızlık hem de demokrasi savaşı vermiş ve sonradan zorla Tek Adam Rejimine dönmüş.
***
Her ikisi de Amerika Birleşik Devletleri’nin ülkelerine müdahalesini yaşıyor; ama Türkiye’deki siyasal iktidarın benzer özellikler taşıyan bu iki olaya karşı tutum ve davranışı taban tabana zıt:
Erdoğan/AKP iktidarı, ABD ile birlikte Suriye’nin iç işlerine karışıyor, Başkan Esad’a karşı tavır alıyor; orada fiilen savaşıyor…
Aynı iktidar, ABD’nin Venezuela’nın iç işlerine karışmasına “Seçilmiş Başkana karşı” “Emperyalist müdahale” olarak karşı çıkıyor!
İYİ Parti’nin liderlerinden Prof. Ümit Özdağ, @umitozdag adresli hesabından attığı tweet ile bu konudaki çelişkiye dikkat çekiyor:
“AKP sözcüsü Ömer Çelik Venezuela konusunda ‘Hiçbir ülke bir başka ülkeye başkan atayamaz’ demiş. Çok haklı olduğunu düşünüyorum.
Peki Ömer bey siz neden Suriye’de Esad yerine başkan atamaya çalışıyor, Suriye ordusu yerine milli ordu adıyla ordu kuruyorsunuz?”
***
Erdoğan/AKP iktidarının değişken dış politikasına dikkat çekenlerin son esprisi şu:
“ ‘Kanka Esad’ bir süre sonra ‘Hain Esad’ olmuştu. Dileriz ‘Maduro’ da bir süre sonra ‘Madara’ olmaz!”
Emre Kongar
29 Ocak 2019 Salı
Cumhuriyet
Berlin 1933: Ne Hitler’i gördü ne de yazabildiler!
20’inci yüzyılın en kanlı diktatörü Adolf Hitler döneminde başkent Berlin’de 200 yabancı gazeteci çalışıyordu. Ancak bunlar Hitler’e karşı kör davrandı. Olayları ne görebildi ne de yazabildiler. Fransız gazeteci Daniel Schneidermann bu durumu araştırdı ve Berlin 1933 adlı kitabında nedenlerini yazdı…
FRANSIZ gazeteci Daniel Schneidermann, Hitler iktidarı döneminde Berlin’de görev yapan yabancı basın mensuplarının o dönemde kaleme aldıkları haberleri araştırdı. Schneidermann araştırma sonuçlarını da Fransızca kaleme aldığı ‘Berlin 1933’ adlı kitabında yayınladı. Kitabını Berlin’de tanıtan Schneidermann, Alman basınının Hitler döneminde yoğun baskı, sansür ve kontrol altında olduğunu, ancak bu baskıdan uzak olan yabancı basının Hitler’in kanlı planlarını görüp yazmadığına dikkati çekti. Ağırlıklı olarak İngiliz, Amerikan ve Fransız basınında Hitler ve Nazi Almanyası üzerine haber ve yorumları inceleyen Schneidermann, “1933’te Hitler iktidara geldiğinde, Berlin’de 200 yabancı gazeteci kayıtlıydı. Bunlar Hitler konusunda son derece kör davrandı. Hitler’in iktidara geleceğini göremediler. Sonra da olup bitenleri yazamadılar” dedi.
AMERİKAN BASINI DERİN DÜŞ KIRIKLIĞI
Hitler iktidara gelince, binlerce Yahudi mültecinin gemilerle Amerika’ya gittiğini, ancak gemilerin Amerika’ya alınmayıp açık denizde tutulduğunu anlatan Schneidermann, “Bu trajik olayı Amerikan basının o zaman manşetlerden duyurmuş olması gerektiğini “Bırakın bu insanları içeri” diye mutlaka başlık atmışları gerektiğini düşündüm. Ancak olayın gazetelerin iç sayfalarında yorumsuz bir haber olarak yer aldığını görünce derin düş kırıklığına uğradım” dedi. Schneidermann, yabancı gazeteciler Hitler’i niçin göremedi sorusunu ise şöyle yanıtlıyor: “Yabancı basına sansür yoktu. Ama propaganda bakanı Göbbels yabancı basını çok yakından takip ediyordu. Eleştirel yazanların akreditasyonları uzatılmıyordu. Sınırdışı edilenler vardı. Birçok gazeteci de Hitler’e yakın olmak istiyor, onun barış getireceğine inanıyordu. Bazılarının haber ve yazıları ise memleketlerindeki yazıişleri tarafından sansüre uğruyordu.”
http://www.hurriyet.com.tr/avrupa/berlin-1933-ne-hitleri-gordu-ne-de-yazabildiler-41098684
Cogu dogru tespit edilmis gun zileli tarafindan, ne yazik ki bizim solcular da bunu Göre bilse. Madoro ne devrimcidir ne solcu sadece duzenin opurtunist bir populisti,gercek bir solcu olsa Türkiye in mecvut iktidarini desteklemesdi. Türkiye de Hersey bitmis….. Solcu bile gorevini yapamiyor.
“Eğer Bolşevikler, tek başlarına iktidar olabilmek için ılımlı sosyalistleri, yani Menşevikleri ve SR’leri “tarihin çöplüğüne” göndermeye kalkmasalardı,…”
SR – Rusça: “Sotsialistov-revolyutsionerov”
“Sosyalist devrimciler” mi demek?
Evet.
https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/2018-dunya-devriminin-ucuncu-dalgasinin-yeniden-yukselis-yili
kim il sungcu düşünce derneği
“kim il sungcu düşünce, hemen yerden kaldırın. düşene gülmeyin” sloganlarıdır.
https://eksisozluk.com/entry/39386000
ulu önder kim il-sung
“kim il sung aleyhine işlenen suçlar hakkında kanun” kapsamında bu şahsın manevi hatırasına hakaret etmek yasayla men edilmiştir.
https://eksisozluk.com/entry/16836943
Venezüela’daki basın özgürlüğü durumu son yıllarda kötüleşmiş.
https://en.wikipedia.org/wiki/Press_Freedom_Index
Sınır Tanımayan Gazeteciler’in endeksine göre Venezüela basın özgürlüğünde 143. sırada. 157. sıradaki Türkiye’ye pek uzak değil. Özellikle 2015’te meclis çoğunluğunu muhalefet kazandıktan sonra durum kötüleşmiş gibi gözüküyor.
Muhalefetin elindeki meclisin kararıyla kendini devlet başkanı ilan eden Guaido, ispanyolca wikipedia’da devlet başkanı olarak gözüküyor.
https://es.wikipedia.org/wiki/Juan_Guaidó
Bu son kriz üzerine Venezüela’da Wikipedia da Türkiye gibi engellendi. Yine de TR gibi yıllardır engelli kalacak mı yoksa bu geçici bir durum mu belli değil.
Venezüela’da özellikle popüler özel televizyon kanallarının çoğu muhalefete yakın diye biliyorum (Türkiye’deki neredeyse total yandaşlığın aksine) fakat bu konuda da son yıllarda erozyon yaşanmış. Önemli TV kanalı Globovision’un hisselerinin bir kısmını devlet satın almış ve muhalif çizgisi yumuşamış. Bu muhalefet medyasının 2002’de açıkça Chavez karşıtı darbeyi desteklediğini hatırlatayım.
Ayrıca son ekonomik kriz nedeniyle çok sayıda gazete kapanmış.
Konuşmalar, sosyal medya paylaşımları, yazılar vs. nedeniyle bizdeki gibi sürekli gözaltı, tutuklama, yargılama oluyor mu tam bulamadım.
Gazetecileri Koruma Komitesi’nin 2018 raporuna göre TR’de 68, Venezüela’da 3 hapiste gazeteci var.
https://cpj.org/data/imprisoned/2018/
Görebildiğim kadarıyla özetle kötü bir durum var fakat tam bir cendere hali oluşmuş değil, TR’den daha az kötü ama giderek TR’ye benzemeye başlayan bir durum. TR’de hem ekonomik hem yargı yoluyla yüksek düzeyde bir kuşatma var, Venezüela’da ekonomik açıdan orta düzeyde, yargı açısından düşük düzeyde problem.
Bizimkilerin bile aklına gelmemiş bir şey:
Ukrayna’da skandal teklif: Halk yalan makinesinden geçirilsin
Ukrayna Askeri Başsavcısı Anatoliy Matios, Rusya yanlısı ayrılıkçılarla bağlantılı olan kişileri tespit etmek için, tüm halkın yalan makinesinden geçirilmesini teklif etti.
Ukrayna’nın Askeri Başsavcısı Anatoliy Matios, 112 televizyon kanalında katıldığı yayında, ülkenin doğusunda tek taraflı bağımsızlık ilan eden Rusya yanlısı Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetleri ile bağlantılı olan kişilerin saptanması amacıyla sıradan vatandaşların yalan makinesinden geçirilmesinin gündemde olduğunu söyledi.
Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko’nun, ‘işgal edilen bölgelerde’ zorunlu olarak yaşayan vatandaşlarla, ayrılıkçılara destek olan kişilerin ayırt edilmesi için talimat verdiğini belirten Başsavcı, “Ukraynalıların yalan makinesinden geçirilmesini ve milislerin yardakçılarının ortaya çıkarılmasını sağlayacak özel bir program geliştirildi” dedi.
Odesa kentinde bu konuda çalışma yürütüldüğünü belirten Matios, “Bugün tüm devlet için büyük bir sırrı açıklıyorum. Odesa’da büyük bir bilim merkezinde, tüm bilgisayarlarda yalan makinesi gibi çalışabilen bir program geliştirildi. Kişi, belirli bir algoritmayla sorulara tepki veriyor ve bu cevaplara göre kişinin doğruyu söyleyip söylemediği belirleniyor. Bunun için bir bilgisayar ve her insanın 30 dakikasını ayırması gerekiyor. Tüm halkı yalan makinesinden geçirmemiz gerekecek. Çünkü insanlar komşularını ihbar eder, gücenir ve intikam almak ister, Ukrayna’nın gerçeği bu” diye konuştu.
Ukrayna’da 2015 yılından bu yana bürokratlar ve güvenlik güçleri işe alınırken yalan makinesinden geçirilebiliyor. Ancak yasalara göre vatandaşlar, bu uygulamaya tabi tutulmayı reddetme hakkına sahip.
Ukrayna Devlet İstatistik Servisi verilerine göre, 1 Aralık 2018 itibarıyla ülke nüfusu 42 milyon 177 bin kişi. Bu rakama ülkenin doğusundaki Donetsk ve Lugansk illerinin Kiev’in kontrolünde olmayan bölgeleri ile Kırım’ın verileri dahil değil.
Venezuela ve Türkiye’nin “Patlama Noktaları”
“5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 299 maddesinin 1. fıkrası “Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyor. Kanunun bu maddesini bilmesi gereken bir vatandaş, aklından geçse de yutkunur ve sözünü yutar. Anladığım kadarıyla, vatandaşlara karşı açılan davalar, hukukun “hakaret” saymadığı eleştiri cümlelerinden kaynaklanıyor. Savcılar ve yargıçlar sineğin yağını çıkartırcasına eleştiri cümlelerini eğip büküyorlar. Bu çok tehlikeli bir davranış. Öyle bir davranış ki Cumhurbaşkanı’nı da töhmet altında bırakır: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Cumhurbaşkanı’nından öylesine sıdkı sıyrılmış ki içlerini döküp hapse girmeyi, para cezası ödemeyi göze alıyorlar anlamına gelir.”
Patlama noktası, Özdemir İnce, Cumhuriyet, 15 Ocak 2019 Salı
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1201414/Patlama_noktasi.html
Uzun zamandır takip etmediğim sitede özgürlükçü perspektifle yazılmış olumlu yazı olmuş.Bizdeki katı merkezci otoriter ortodoks ”en devrimci öncü” anlayışını olumlu tüketememiş devrimci geleneklerin ders alması gereken nitelikte yazı olmuş umarım faydası dokunur.
“Özgürlükçü HDP Hareketi” Fiyaskosu Ve Özgürlükçü Gerçeği
(Kayyumlar, tutuklamalar ve “Rojava”dan çekilen müttefiklerin yüzüstü bırakmasıyla çöken bir hareketin fiyaskosu)
“Kürt Özgürlük Hareketi”nin tarihi şahsiyeti, özellikle HDP döneminde dayatmacı bir zihniyetle devrimcilere yeni din olarak sunulan “Özgürlükçü”lükten ayrılmalı, “Kürt Özgürlük Hareketi” antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.
http://marksist.net/ilkay-meric/venezuelada-kriz-ve-maduroyu-devirme-operasyonu
http://marksist.net/elif-cagli/tehlikenin-ortasinda
http://marksist.net/oktay-baran/kibris-ve-dogu-akdenizde-paylasim-kavgasi-kizisiyor
https://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/venezuela-ve-turkiye-ayni-mucadele-mi
Fiyasko çöken özgürlükçü HDP hareketi değil. sanırım çökenin senin örümcek bağlamış zihnindeki beklentiler olmasından fesatlanmışsın.Rojowayı sen dert etme İŞİD’i yenenler senin efendine yenilmez onlar kendini savunmasını bilir.youtupta Rojowa kömününün belgeselleri var bi zahmet izlersen inşa edilenin ne olduğunu öğrenirsin.Bize gelince HDP yerel seçim için alternatif başarı siyasetinin yeni bir hamlesini yapmıştır şimdi anlaşılmasa da ilerde anlaşılacağından eminim bir hamle yaptık ilerde ”yol,su,elektrik ve okul olarak geri döneceğinden eminim”’
Gün abi,
Babamla çatışıyorum.
Bu kötü bir şey mi?
duruma bağlı.
İç savaş ve devrim.
1917 ve 1936 devrimlerinde iç savaş ve uluslar arası savaşların etkilerini ayıklama zor. Birinci Dünya Savaşında Avrupa ülkelerinin bitkin düşmesi; İkinci Dünya Savaşında, değişik nedenlerden de olsa, Almanya ve Sovyet yardımları, 1917 ve 1936 devrimlerin gidişatında rol oynayan basit örnekler.
Diğer benzeri devrimler de var. Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Doğu Avrupa Ülkelerindeki devrimler, Yunanistan kısır hamlesi.
Devrim tanımında da basit noksanlıklar var.
Gün Zileli ve 3 MS, devrimi, geçici ve kısa da olsa, emperyalist-kapitalizme ve diktatörlere karşı bir araya gelen tüm halkın özgürlükçü ve bağımsızlıkçı hareketi veya girişimi olarak tanımlamışlar.
ʻʻBaşarılı olsa da olmasa daˮ koşul yantümcesini eklemekte yarar var.
ʻʻEşitlikçiˮ unutulmuş.
Devrim tanımında toplumun temel kurumlarını yeniden yapılandırma amacı da eksik.
Bunlar basit de olsa, ʻhakikat yarılmasıʼ veya ʻhakikat yarılmasıʼ örtüsü altında gerçek dünyayı değişik yönlendirmelere neden olabiliyorlar.
Venezuela’da “Colectivos” olarak bilinen hükümet destekçisi motorize grupları “terörist ve paramiliter” güçler olarak tanımlayan Guaido, bu grubun silahlı olduğunu ve başka türlü adlandırılamayacağını savundu.
Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza’nın hafta içi gerçekleştirdiği Suriye ziyaretini de eleştiren Guaido, “Suriye gibi soykırımcılarla bir araya gelerek bizi korkutabileceklerini sanıyorlar.” dedi.
ARREAZA’NIN SURİYE’DEKİ İFADELERİ
Dışişleri Bakanı Arreaza hafta içi Suriye’yi ziyaret etmiş ve burada rejim lideri Beşşar Esed ve rejimin Dışişleri Bakanı Velid Muallim ile bir araya gelmişti.
Arreza ziyareti sırasında yaptığı açıklamada “Suriye savaşının terörizmle mücadele konusunda dünya halklarına örnek olduğunu” öne sürmüş ve Venezuela’nın “Suriye’nin direniş tecrübesinden alacağı dersler” bulunduğunu iddia etmişti.
https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/venezuelada-karanlik-provokasyonu
“Venezuela’da sözde muhalif, Amerikancı Juan Guaidó’nun Ocak ayında kendini geçici devlet başkanı ilan etmesiyle başlayan, ülkenin meşru hükümetini devirerek yerine kukla bir hükümet kurma çabaları devam ediyor. ABD bir yandan Venezuela’yı ekonomik ve politik olarak abluka altına alırken, geçtiğimiz ay ülkedeki krizi derinleştiren gelişmeler oldu.
…
Bu süreçte emperyalizmin kuklası darbeciler, geçtiğimiz ay sınırda başarısızlıkla sonuçlanan insani yardım provokasyonunun ve Latin Amerika ülkelerini Amerika’nın müdahalesine ikna edememelerinin ardından gelen elektrik kesintilerini bir fırsata çevirmek için ellerinden geleni yaptı.
…
Nitekim Amerikan emperyalizmi, halkın çoğunluğunu arkasına alamayan, provokasyonları başarılı olmayan Guaidó’nun kendi kuklası olacak hükümetini kurabilmek için Maduro’yu devirme çabalarına elinden gelen desteği sunuyor.”
DİP’in yazısındaki bu cümleleri şu şekilde değiştirelim isterseniz:
Türkiye’de sözde muhalif, (çeşitli yazılarımızda “Amerikan muhalefeti” olarak adlandırdığımız) Amerikancı Millet İttifakı adayının 31 Mart yerel seçimlerinin hemen ardından kendini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ilan etmesiyle başlayan, ülkenin meşru hükümetini devirerek yerine kukla bir hükümet kurma çabaları devam ediyor. ABD bir yandan Türkiye’yi ekonomik ve politik olarak abluka altına alırken, son yıllarda ülkedeki krizi derinleştiren gelişmeler oldu.
…
15 Temmuz sürecinde emperyalizmin kuklası darbeciler, AKP iktidarından memnuniyetsizliği bir fırsata çevirmek için ellerinden geleni yaptı.
…
Nitekim Amerikan emperyalizmi, halkın çoğunluğunu arkasına alamayan, provokasyonları başarılı olmayan Gezi eylemcilerinin kendi kuklası olacak hükümetini kurabilmek için Erdoğan’ı devirme çabalarına elinden gelen desteği sunmuştu.
Karşılıklı terör örgütü ilan ettiler!
ABD Başkanı Donald Trump’ın İran Devrim Muhafızları’nın yabancı terör örgütleri listesine alındığını duyurmasının ardından İran’dan karşı hamle geldi. İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi, ABD Merkez Kuvvetlerini (CENTCOM) terör örgütleri listesine aldı. Öte yandan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran Devrim Muhafızları’na yönelik kararından dolayı Trump’a teşekkür etti.
Suudi Arabistan’dan ABD’nin İran kararına destek
Suudi Arabistan, ABD’nin İran Devrim Muhafızlarını terör listesine alma kararına desteğini açıkladı.
Suudi Arabistan resmi haber ajansı SPA’nın haberine göre, Dışişleri Bakanlığı tarafından, ABD’nin İran Devrim Muhafızlarını terör listesine almasına ilişkin açıklama yapıldı.
Söz konusu kararı “terörle mücadelede pratik ve ciddi bir adım” olarak nitelendirilen açıklamada, ABD’nin bu kararıyla Suudi Arabistan’ın uluslararası topluma yaptığı “İran destekli terörizmi tanıma” çağrısının karşılık bulduğu ifade edildi.
Açıklamada, uluslararası toplum küresel barış ve güvenliği zedeleyen İran Devrim Muhafızlarına karşı durmaya davet edildi.
ABD İRAN DEVRİM MUHAFIZLARINI TERÖR LİSTESİNE ALDI
ABD Başkanı Donald Trump, dün İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun ABD’nin yabancı terör örgütleri listesine eklendiğini duyurmuştu.
Beyaz Saray’dan Trump adına yapılan yazılı açıklamada, “Devrim Muhafızları Ordusu, İran hükümetinin küresel terörizm kampanyasını yönlendirme ve uygulama konusundaki ana aracıdır.” ifadelerine yer vermişti.
İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi de ABD’nin Devrim Muhafızları Ordusunu yabancı terör örgütleri listesine dahil etmesine karşılık, ABD Merkez Kuvvetlerini (CENTCOM) terör örgütleri listesine aldığını açıklamıştı.
“Dünyanın en yanlış görüşü nedir diye sorsanız, iç savaşın devrime yol açacağını sanan naif ve dogmatik solcu görüşüdür derim.”
Hmm. Demek bir iç savaş olan “Fetret Dönemi”nin karışıklıklarının yarattığı otorite boşluğundan yararlanarak bir halk isyanı örgütleyebilen Bedreddin’ler, Börklüce’ler, ya da 16. yüzyıl başındaki taht kavgalarıyla eşzamanlı ortaya çıkan Alevi-Türkmen isyanları bu yüzden başarısız olmuş.
Tıpkı Suriye’deki iç savaş sayesinde iktidardaki Baas rejimi, muhalefetteki siyasal İslamcılar ve radikal İslamcı terörist çetelerin birbirleriyle uğraşmalarını fırsat bilerek Rojava’da özerk yönetimler kurmaya kalkışabilen devrimciler gibi.
Açıkladığınız için teşekkürler.