Okuduğunu Anlamak, Doğru Aktarmak
Yazmak, diğer yaratımlar gibi özgürlüktür. Dolayısıyla, özgürlük nasıl sorumluluk gerektiriyorsa, yazmak da sorumluluk gerektirir. Okuruna yanlış bilgi veren yazar, böyle bir yazıyı gözünü kırpmadan yayımlayan editör, hastasını yanlış ilaçla zehirleyen doktor kadar (okuyucu, bu benzetmeyi mazur görsün, biliyorsunuz, teşbihte hata olmaz) sorumluluk altındadır. Aynı şekilde, doktor nasıl, bulgularını doğru anlamak ve aktarmak zorundaysa, yazar da okuduklarını doğru anlamak ve aktarmak zorundadır.
Bu girişten sonra konumuzu açalım.
Ümit Bayazoğlu’nun, Birgün gazetesinin 27 Nisan 2008, Pazar nüshasında, benim Havariler (1972-1983) (İletişim, 2002) kitabından da bol bol alıntı ve aktarmalarla (tuhaftır ki, yazar, sanki bunları kendisine bir sohbet esnasında anlatmışım gibi, hiçbir kaynak vermeden yapmıştır alıntı ve aktarmaları), “Perinçek’in Adamları Komünistken” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Neyi anlatmak için, ne amaçla yazıldığı, en azından yazının bu haftaki parçasında anlaşılmayan bu yazıda, Bayazoğlu, yukarda da belirttiğim gibi, hiçbir kaynak belirtmeden, üstelik bir girizgâhta da bulunmadan, uykusundan uyanır uyanmaz konuşmaya başlayan bunamış birisi gibi anlatıma orta yerinden girivermiş. Neyse, makalenin daha vahim hataları nedeniyle, bu tür uyumsuzlukları, ayrıca yazarın, yazısını dönüp bir kere daha okumadığı izlenimi veren (benden alıntılar da dahil) cümle düşüklüklerini, bol yazım ve hece hatalarını bir kenara bırakayım. Daha vahimi dediğim şey, Bayazoğlu’nun, okuduklarını anlamamış, yanlış anlamış, dolayısıyla yanlış aktarmış, dahası kafadan atmış ve okuyucuya yanlış bilgi vermiş olmasıdır. Bu yanlış aktarımı buraya aktarmak zorundayım:
„Aydınlıkçılar (TİİKP) Gün Zileli’nin temsilciliğinde; Mihri Belli’nin Türkiye Emekçi Partisi (TEP) ile temas kurmuşlardı. Zileli ile Mihri’cilerin temsilcisi ve 1960’lı yıllarda Deniz Gezmiş’in en yakın mücadele arkadaşı Mustafa Gürkan 10 Ocak 1975’te aralarındaki görüşmeleri ittifakla neticelendirmek üzere Aksaray’daki Aydınlık bürosunda buluşma kararı almışlardı. Ancak polis bu görüşmeyi önceden haber almış (!) ve Aydınlık bürosunda kurduğu ‚karakol‘ ile toplantıya silahlarıyla birlikte gelen militanları Zileli ve Gürkan başta olmak üzere teker teker gözaltına almıştı.”
Buraya, Havariler’den ilgili satırları aktarıyorum:
„Mihricilerin çıkarttığı Emekçi dergisinin bürosunda, Deniz Gezmiş’in 1960’lı yıllardaki en yakın mücadele arkadaşlarından Mustafa Gürkan’la dostça bir görüşme yaptık. ‘Anti-faşist cephe‘ kurulması noktasında ilke planında anlaştık. Ancak pratik ayrıntıların görüşülmesi gerekiyordu. Böyle bir görüşme için, Mustafa Gürkan’a, kendisini Aydınlık bürosunda konuk edebileceğimizi söyledim ve 10 Ocak 1975 günü, Aydınlık bürosunda buluşmak üzere ayrıldık.”
(…)
„10 Ocak günü, öğleden sonra, Mustafa Gürkan’la buluşmak üzere Aydınlık Bürosunun yolunu tuttum. Yanıma, laz yapısı 7.65’lik silahımı almayı da ihmal etmemiştim. Büronun kapısını çaldım. Kapı hafifçe aralandı, ama kapıyı açanı göremedim, kötü bir olayla karşılaşacağımı sezdiğim halde içeriye adımımı attım. İçerisi polis doluydu. Evet, bu bir polis baskınıydı ve dergi bürosuna ‚karakol‘ kurulmuştu. Arama sonucunda üstümden tabanca çıktığını görünce telaşlanıp, beni, sıralarda oturan kırk elli kişilik topluluktan ayrı bir yerde, kapının yanında enterne ettiler ve diğerlerinden ‚ayrıcalıklı‘ bir işleme başvurarak bileklerime kelepçe taktılar. (…) Topluluğun içinde, ziyaretçim Mustafa Gürkan’ı görünce sırtıma ter bastı. Konuğumun tutuklanmasına sanki ben sebep olmuşum gibi utandım.” (s. 122-123)
(…)
„Polisler, bir saat kadar daha ‘avcılık‘ yaptıktan sonra, artık pek gelen gidenin olmadığını görünce oparasyonun hedefine ulaştığına inanarak, bizi emniyete taşıma işlemlerine giriştiler. Benim ve Kerem Çalışkan’ın babasının dışında, salonda enterne ettikleri kalabalığı aldılar dışarı önce. Salon boşalınca, yerde üç adet tabanca olduğunu gördüm. Polis gelmeden önce salonda oturmakta olan silahlı arkadaşlar, kalabalıktan yararlanarak tabancalarını yere atmışlardı anlaşılan. Üstelik bu silahlar, benim laz yapısı 7.65’likten kesinlikle daha kaliteli şeylerdi. Polisler, derhal silahlara el koydular. Yazık olmuştu güzelim tabancalara. Tek tesellim, sahiplerinin kim olduğunun bilinmemesiydi.” (s. 124)
Bayazoğlu’na sormak zorundayım: Bu anlatımda polisin görüşmeyi haber aldığına „(!)” (alay işareti Bayazoğlu’na aittir ve neyle alay edildiğini anlamak oldukça güçtür) ilişkin herhangi bir cümle ya da ima var mıdır?; bu anlatımda, Aydınlık bürosunda herhangi bir toplantıdan söz edilmekte midir?; bu anlatımda, „toplantıya silahlarıyla birlikte gelen militanlar”a ilişkin tek bir sözcük ya da ima var mıdır? Bunlar olmadığına, Bayazoğlu, tamamen benim anlatımımdan hareket ettiğine ve herhangi bir başka kaynaktan söz etmediğine göre, en iyisinden, yanlış anlayıp aktardığı, en kötüsünden, kafadan attığı sonucuna varmak kaçınılmaz oluyor. Yukardaki anlatımda da açıkça görüleceği gibi, olay kısaca şudur: Gün Zileli ile Mustafa Gürkan, 10 Ocak günü, Aydınlık bürosunda buluşup anti-faşist ittifakın pratik sorunlarını görüşeceklerdir. Aynı gün polis, Aydınlık bürosuna genel bir operasyon düzenlemiş ve büroda bulunan diğerleriyle birlikte, oraya Gün Zileli ile buluşmak üzere gelen Mustafa Gürkan da tesadüfen yakalanmıştır. Polis baskını sırasında yere silahlarını atan militanlar, oraya „anti-faşist ittifak toplantısı” için gelmiş değillerdir. Zaten, polis sorgusunda da böyle bir şey söz konusu olmamıştır.
Burada da bitmiyor. Bayazoğlu’nun hatalı aktarmaları, makalesinin ortalarına doğru devam etmekte.
„Zileli’ye göre siyasi tutuklular içinde öyle önemli bir gerilim olmadığı halde, başlarında Ömer Özerturgut’un çektiği muhalif ‚TİİKP Özeleştiri‘ grubunun mensuplarını oldukça soğuk karşılamışlardı.” (Cümle bozukluğu bana değil, Bayazoğlu’na aittir.)
Havariler’den ilgili bölümü aktarıyorum:
„ ‚TİİKP Özeleştiri‘ örgütünün mensupları, bizi oldukça soğuk karşıladılar. Hatta, önceleri, konuşmama siyaseti izlediler. (…) Aramızda kısa bir durum değerlendirmesi yaptık ve ‚Özeleştiriciler‘e karşı sabırlı, dostça bir tutum almaya, onlarla bağlantı kurmayı denemeye (…) karar verdik.” (s.127)
Kim kime soğuk davranmış?
Bayazoğlu‘nun yazısını hiçbir denetimden geçirmeden yayımlayan Birgün redaksiyonu ve Bayazoğlu, yazma sorumluluğu adına okuyularından özür dileyecekler midir?
Gün Zileli
29 Nisan 2008