Mustafa Yılmaz / Felsefeciler Vapuru
Oberbürgermeister Haken vapuru.
16 Mayıs 2018
Mustafa Kemal Yılmaz
Şarap Dumanları sitesinden alınmıştır.
Rusya’nın nasıl Rusya olduğunu anlamak için anahtar niteliğindeki olaylardan biri de tarihe Felsefeciler Vapuru olarak geçen sürgün vakası.
Bolşevik yönetimle fikir ayrılığına düşmüş iki yüzün üstüne felsefeci, doktor, ekonomist, yazar, gazeteci ve tarım uzmanının 1922 sonbaharında Lenin’in inisiyatifiyle apar topar iki vapura doldurulup Almanya’ya sürülmesi bugün bu isimle anılıyor.
Anahtar niteliğinde, çünkü Lenin ve yoldaşlarının bu olay özelinde geliştirdikleri yöntem silsilesi sonraki yıllarda da muhalefeti tasfiye etmek amacıyla sık sık başvurulan bir şema. En azından bazı ortak çizgilerin olduğu açık.
Bizde yayıncıların pek ilgisini çekmez, ama ben şahsen Lenin’in telgraf ve mektuplarının teorik yapıtlarından daha ilginç olduğunu düşünürüm. Yalın, net ve somut. 19 Mayıs 1922’de GPU başkanı Feliks Cerjinski’ye yazılan ve “karşıdevrime yardım eden yazar ve profesörlerin ülke dışına sürülmesi meselesine dair” başlığını taşıyan mektup bunun tipik bir örneği.
Lenin mektupta profesörlerin sürülmesinden evvel titiz bir hazırlık yapılmasını ister:
Her politbüro üyesi haftada 2-3 saatini ayırarak komünist olmayan her türlü yayını okuyacak, yazarlarının politik geçmişini inceleyecek ve sürgün adaylarını belirleyecek. Ama gizlice. Tüm bilgiler GPU’da toplanacak.
Kim bu profesörler ve yazarlar? Çarlık yanlıları mı, Beyaz Ordu taraftarları mı, eski asilzadeler mi? Hayır. Şu ya da bu devrimci fraksiyona mensup, Marksist, anarşist, liberal, Tolstoycu, kimileri din felsefesiyle ilgilenen bir grup entelektüel. Çoğu çarlık zamanı baskı görmüş, kovuşturmaya uğramış kimseler. Şubat Devrimi’nin de aktif destekçi ve katılımcıları. Hatta bazıları Ekim Devrimi’nin de. Felsefeciler arasında en bilinenleri Nikolay Berdyayev. Yazarlar arasında Yevgeni Zamyatin ve Mihail Osorgin.
Lenin’in bu insanlarla derdi ne peki?
Bunu anlamak için 1921 Ağustosuna dönmek gerek. İşte Stalin’e ve diğer politbüro üyelerine hitaben yazılmış bir başka mektubun en parlak kısımları:
…Prokopoviç insanları toplayıp hükümet karşıtı konuşmalar yapıyormuş. Açlık Çekenlere Yardım Komitesi’ni kendine kalkan yapıyor. Daha ne bekliyoruz? Apaçık bir hazırlık içindeler, sabredebilir miyiz buna? Kesinlikle edemeyiz. Önerim: Komite dağıtılsın. Gerekçe: çalışmak istememeleri… Prokopoviç hükümet karşıtı konuşmalar yapmak suçlamasıyla derhal bugün tutuklansın. Biz toplantıyı titizlikle incelerken üç ay içeride tutulsun. Diğer üyeler derhal bugün Moskova’dan sürülsün. Her biri mümkün mertebe demiryolu olmayan bir taşra şehrine. Ve gözetim altında tutulsunlar…
Yarın beş satırlık kısa ve kuru bir açıklama yayınlayalım: çalışmak istemedikleri için komite dağıtılmıştır. Gazetelere de direktif verelim. Türlü türlü yollardan bunlarla alay etsinler… İki ay boyunca haftada bir kereden az olmamak kaydıyla var gücümüzle alaya alıp hayatı zehir edelim.
İnanması güç ama kullanılan ifadeler aynen bu şekilde.
Burada merkezinde 1921-1922 kıtlığı, Volga kıyısındaki bölgelerde yaşanan açlık ve sonrasında mektupta da adı geçen dönemin ünlü ekonomistlerinden Sergey Prokopoviç‘in önerisiyle kurulan Açlık Çekenlere Yardım Komitesi’nin (Pomgol) ve dış yardımların merkezinde yer aldığı karmaşık bir bağlam söz konusu. Felsefeciler Vapuru açısından önemli olan kısım şu: Sovyet iktidarının henüz kökleşmediği 1921-1922 Rusyasında pek çok meselede Bolşeviklerden farklı düşünen kimseler var, ama Bolşeviklerin bu kimselere tahammülü yok.
Felsefeciler Vapuru’yla birlikte sürülenlerden, meşhur Siftsev Vrajek romanının yazarı Mihail Osorgin yıllar sonra anılarında Troçki’nin o dönem yabancı bir gazeteye verdiği röportajda sarfettiği şu cümleyi hatırlayacaktır ki bu cümle iktidarın tavrının özeti niteliğinde:
Bu insanları sürdük çünkü kurşuna dizmek için bir gerekçe yoktu, katlanmaksa imkansızdı.
Osorgin sürgün kararını öğrendikten sonra GPU’ya, yani Çeka’nın ardılı, NKVD ve KGB’nin öncülü olan iç güvenlik örgütüne kendi ayağıyla gittiğini yazar. Ne var ki kendine burada herhangi bir suçlama yöneltilmez. Bir sorgulama da yapılmaz. Ama yapılmayan sorgunun tutanağına sürülme sebebi olarak “Sovyet iktidarı ile çalışmak istememesi” yazılır.
Osorgin sürülenler arasında kimsenin hükümete karşı bir komplo hazırlığında olmadığını aktarır. Açlıkla geçen 1921-1922 yıllarında üniversite hocalarının genellikle en büyük derdinin “akademik tayındaki ringaların sayısı” olduğunu yazar. Bununla birlikte Bolşeviklere karşı olduklarını da saklamaz. Ama Osorgin’e göre bu ülkesinden sürülmek için yeterli bir sebep değildir. Zira “Bolşeviklere aynı fikirleri paylaşmamak bir suç olsaydı, sürülmesi gereken insan sayısı milyonlarla ifade edilmeliydi” der. Sovyet iktidarı ile çalışmak istememe suçlamasına yanıtı ise düşündürücüdür:
Benim için şahsen Açlık Çekenlere Yardım Komitesi tecrübesi yeterli olmuştu. İktidarın birlikte çalışmak için acilen çağrıda bulunduğu insanları daha sonra kurşuna dizmemiş olması ancak şansla açıklanabilir.
Mihail Osorgin Felsefeciler Vapuru ile birlikte Almanya’ya sürülür. Yevgeni Zamyatin ise daha şanslıdır. “Biz” romanının yazarı, adı listede yer almasına rağmen bazı Bolşeviklerin kefil olmasıyla zorla sürgün edilmekten kurtulur.
Zamyatin 1920’lerin sonunda bir diğer yazar Boris Pilnyak’la birlikte iktidarın radarına yeniden girecektir. Baskılara dayanamayan Zamyatin 1931’de kendi isteğiyle Paris’e göçer. Pilnyak ise kalır. 1938 onu Rusya’da yakalayacaktır.
Felsefeciler Vapuru Rusya’da Ekim 1917’den itibaren başlayan, Lenin’in deyimiyle “somunları sıkma” politikasının ikinci aşamasını pek güzel işaretler. Çarlıktan kalanları iç savaşta temizleyen Bolşevikler, Şubat Devrimi’nden kalanların defterini de 1920’lerin ilk yarısında dürer. Ama bu da yetmez, çember sonraki on yıllarda da daralmaya devam eder.
Lenin’in 16 Temmuz 1922’de Stalin’e yazdığı bir başka mektupla bitirebiliriz.
Bu beyefendilerden birkaç yüzünü acımadan sürmek şart. Rusya’yı uzun süreliğine temizleyeceğiz… Komünist selamlarımla, Lenin.
Hakkını vermek lazım. Rusya hala tertemiz.
“Lenin’le Trotski’yi Stalin’le aynı kefeye koymam” diyen Gün Zileli gibiler bu yazıdan sonra da Lenin’e sempati duymaya devam edecekler mi bakalım?
Lenin’in kendi sözleri ortada.
Mustafa Yılmaz’ın daha önce yaptığı desenformasyonları yazmıştım, yukarda da bir çok şey yanlış,doğru değil, mesela 19 Mayıs 1922’de GPU başkanı Feliks Cerjinski’ye yazıldığı iddia edilen mektup Lenin’in tüm eserlerinde yok. Yazara kendi sayfasında bu mektup ile bilgiyi nerde aldığını sordum, hesapta yorum yeri bırakmış ama ben soruyu sorunca soru mu silmiş. Sadece yukarda ki mektup değil ama Lenin’in 16 Temmuz 1922’de Stalin’e yazdığı iddia edilen mektup da tüm eserlerinde yok. Lenin bu sıralar felç geçirmişti ve hastaydı ve tekrar göreve Eylül ayı sonlarında dönmüştü. Yani yazma şansı da yok aslında hasta olduğu için. Üstelik yukarda felsefeci, aydın diye yazdığı insanlar hakkında ki gerçek bilgileri de saklıyor. Lenin’in bu insanları sadece felsefeci olduğu için sürdüğü algısı yaratmak istemiş. Denikin ırkçı bir savaş ağası idi ve sadece Ukrayna da 1 milyon civarında yahudiyi pogromlarda öldürmüştür iç savaş sırasında, Marksist P Struve onun genel sekreteri idi bu sırada, dahası bu görevi sürgünde de sürdürmüştür. Osorgin P Struve ekibindendir. Beyaz Miğferliler ne kadar bir sağlık kuruluşu ise yukarda ki yazarlar da o kadar felsefecidir. Bu arada yazar bunların asilzade olmadığını söylüyor ama Osorgin ve Berdyaev aynı zamanda aristokrat ailelerden gelirler. Berdyaev bir dincidir ve bunlarımn hepsi iç savaş ve sonrasında sovyet hükümetine karşı komplolorda yer almışlardır. Yılmaz’a bir çok kez söyledim yalan kaynak kullanma, en azından verimli tartışmalar çıksın diye ama anti komünüzmi gözünü karartmış. Yine soruyorum yukarda ki Lenin’e ait olduğu iddia edilen mektupların kaynağı neresi?
Mustafa cevaplandırır da, Lenin’in kurşuna dizmeyle ilgili bir sürü telgrafı ortadadır. iktidara geldikleri ilk günden yargısız ya da “duvar dibi” idamlarına başlamışlardır.
Gel de çık işin içinden! İlk yorumda ben Gün Zileli’yi Lenin’e fazla şefkat gösterdiği için eleştiriyorum, bazen öyle oluyor ki, adeta bir leninist gibi konuşuyorsun diyorum, Ahmetse Gün Zileli’yi Lenin’in anısına saygısızlık yapmakla suçluyor. Bu durumda ben Ahmet’e göre Gün Zileli’den bile daha sağda bir insanım. Ama retoriğimi ikinizden de daha solda durmak üzerine kuruyorum. Var mı daha sağda veya daha solda duran?
Gün hala aynısın, seri halde atıyorsun. Sen kendini savunamazsın burada bir de Mustafa Yılmaz’ı savunmaya kalkıyorsun, savunulacak bir durum olsa merak etme Mustafa Yılmaz benim yazımı sileceğine cevap verirdi bana. Devrimin değil birinci günü, birinci ayı içinde Lenin’in idam ile ilgili bir sözünü bulsana bana! Devrim gelir gelmez Kerenski’nin bolşevikler için Haziran ayı başında geri getirdiği ölüm cezasi kaldırılır, en yüksek ceza beş yıl ile sınırlanır. SSCB de ölüm cezası Lenin’e yapılan suikast sonrası iç savaş koşullarında getirilir. Mustafa Yılmaz da aynı senin gibi, uydurup uydurup yazıyor! Madem Lenin’in başka mektupları var, mektup uydurmanın alemi ne? Mustafa Yılmaz’ın makalesinde ki Lenin mektubları uydurma tamami ile, öyle mektuplar yok. . Ben onun geçmişteki uydurmalarını da yakalamış yazmıştım, bir iki özür dilemişliği de vardır ama adam palavra kaynak vermekten vazgeçmedi. En sonunda yazılarımı siliyor artık. Utanılası bir durum. Belki de kaynakların palavra olduğunu farkedemiyordur, bilmiyorum. Ama utanılası bir durum.
Utanmmak mı? Rabinovitch’in Bolşevikler İktidarda (Yordam Kitap) kitabında, daha Çeka bile kurulmadan, Ekim’in ilk günlerinde yargısız duvar dibi infazlarını okuduğunda acaba biraz utanacak mısın, merak ediyorum (gerçi ona da bir kılıf bulunsun ya!)
Evet utanmak? Entelletüel dürüstlük? Hala hatırlıyor musun bu kavramları? Yine soruyorum, Lenin devrimin ilk gününde nerde kendi gibi düşünmeyen entellektüellerin idam edilmesi emrini vermiş? Sen bunu iddia ettin yukarda, ben dedim o zaman idam cezası yoktu kaldırılmıştı, şimdi de duvar dibinde kurşuna dizilenlerden bahsediyorsun. Bu da yalan! Devrimin ertesi günü duvar dibine dizilen hiç kimse yok. Devrim gecesi çatışmalar sırasında ölenler var, ama devrim sonrası bolşevikler, o kadar işçinin kanına giren İngiliz emperyalizmi için ülkeyi yeniden savaşa sokan ve yüzbinlerce emekçinin yok olmasına neden olan bakanlar kuruluna bile dokunmamıştı. Sadece görevden uzaklaştırıldılar. Ama tutuklanmadılar. Ülkede beyazlar iç savaş başlatıp İSİS misali herkesi yahudi ilan edip kitle katliamlarına başlayınca Bolşeviklerde bu gericilere anladığı dilden cevap verdi. Savaş başlayınca beyazlara karşı savaştı ve onları yendi. Napacaktı yani, Sadece Ukrayna da bir milyona yakın yahudiyi (artı bulduğu solcu ya da solumsu ukraynalı ve rusu) boğazlayan Denikin ve adamlarına gül mü verecekti? Aha Suriye orada Beyaz Migferler denen bir grup var, hesapta insan hakları kuruluşu ama 10 yaşında çocukların kafasını kesip filme alıyorlar, Suriye halkı napacak bu adamlara karşı? SSCB de İç savaş öncesi infaz yoktur, idam cezası yoktur. Bir general devrim günü Keresnki yi korumak için Petersburg üzerine yürümeye kalktığında bu generalin kendi askerleri kendisini tutuklayıp bolşeviklere teslim etmiş, bolşevikler yapma bir daha deyip adamı bırakmışlardı. Bu general daha sonra iç savaşı başlatıp binlerce kişiyi boğazlıyanlardan birisidir ve yine daha sonra iç savaşta en çok katliam yapanlardan birisidir, Denikin’in en önemli generallerinden birisi idi, adı Pyotr Krasnov. Savaştan sonra almanya ya kaçtı, İkinci Dünya savaşında alman ordusunda savaştı, bir çok kitle katliamına karıştı, savaş sonunda İngilizlere sığındı, aranan bir savaş suçlusu olduğu için inglizler koruyamadılar ve sovyetlere teslim ettiler ve orada idam edildi. Bolşevikler devrimin birinci günü kendilerine silah çektiği halde bu adamı bile tutuklamamışlar, sen ise yok ya diyorsun adamlar felsefecileri duvar dibine dizdiler. Yine soruyorum, Lenin’in devrimin birinci günü yayınladığı idam telgrafı nerde? Hangi telgraflar bunlar? Duvar dibi yapılan aydınlar, felsefeciler yazarlar solcular anarşistler nerde? At at yaz tarihçiliği.
“22 Şubat’ta (1918) Sovnorkom’un bir toplantısında, bu yargısız infazlara verilen açık çek Sol Sosyalilist Devrimciler ve Bolşevikler arasında tartışma yarattı… Ştaynberg sözde siyasi düşmanların keyfi infazını yürürlüğe koyan bu ilk resmi belgedekmi hükmü daha sonra ‘Çeka terörünün önünün açılması’ olarak adlandıracaktı. VÇeka, 22 Şubat’ta ‘karşı-devrim yılanının günden güne daha arsız hale geldiği bir zamanda’ ‘karşı-devrimcilerle, vurguncularla, katillerle, holiganlarla, sabotajcılarla ve pazitlerle, suç mahallinde acımasızca infaz edilmelerinden başka bir mücadele yolu bulunmamaktadır’ diyerek bu yetkiyi derhal değerlendirdi…. Bu, önleyici devlet terörünün bir örneği olarak görülebilir pekâlâ… bu afişleri asanların görüldükleri yerde acilen infaz edilmesi, bölgeleraürası konferanstaki bölge sovyetlerinin temsilcilerine göre fazla ileri gitmek demekti. Bunun silahlı direniş şüphesi olan durumlarla sınırlandırılması konusunda bir yönerge dolaşıma sokuldu. Bu yönergenin Geçici Yürütme Komitesi’nin 21 Şubat’taki bildirgesiyle tetiklenen aşırılıkları durdurmak için tabandan gelen bir çaba olarak görülmesi yerinde olur.” Rabinovitch, Bolşevikler iktidarda, s. 190-191)
Lenin’in telgrafı dediğin bu mu? Bunun neresi telgraf, bunun neresinde muhalif ” felsefecilerin ” toplanıp duvar dibinde kurşuna dizilmesinden bahsediliyor? Sadece yazar bunu böyle yorumluyor. Ayrıca Yukarda ki tarih te Lenin’in herhangi bir ”onu bunu vurun diye bir telgrafı yok” ama bu tarih Ceka’ya Sol SD lerin katılmasının bir ay sonrasıdır ve Bakanlar Kurulu Ceka’ya karsi devrimci faaliyetleri soruşturması, Yahudilere karşı pogromları önlemesi, karaborsacılığı soruşturması için bu tarihler de yetki ve ödev verir. (Tam tarih 23-25 şubat arası) Ülkede yahudi pogromları başlamıştır, beyaz generaller isyan için hızla örgütlenmektedir ve savunma için Çeka görevlendirilir. Ama bu yetkilerin olduğu hiç bir yerde buna yahudi pogromcuları da dahil vurun emri yoktur. İdam geri Eylül 1918 te gelir, iç savaşın ardından 1920 Ocak ayında kaldırılır. Yine söylüyorum, bırak onun bunun yorumu nu, Lenin’in bırakınız muhalif aydınları, pogromcular için bile Devrimin hemen sonrasında idam edin emri nerde? Yok olduğunu sen de biliyorsun? 20 yıl aynı yalanları tekrarlamak işte bu utanç verici.
Gün Zileli’nin bu “bayat” hikayeler üzerindeki ısrarını anlıyorum.
Biz, Sosyalizm ile ilgili kurabildiğimiz hayallerin daha o günlerde boğazlandığını 100 yıl sonra okuyor ve anlıyoruz…
Ahmet de boğazlayıcılardan yana.. aslında bir zavallı, özü faşist, tahakkümcü bir karakter ki.. zekası karakterinin baskısı altında…
1848 den bu yana geçen bunca zamandan sonra Sosyalizm hala bunca aciz ve sefilse bu sonuçta Ahmetgillerin değerli aklı ve zekasının, bencil ve köle ya da köle patronluğuna yatkın karakterinin ölümsüz doğasına aittir.
yorum değil, infaz kararından söz ediliyor. Üçkâğıtçı olduğuna iyice inandım.
Yukarda yazar bu kararları Çekaya açık çek vermek olarak söylüyor. Nedir açık çek yorumdur, Açık çek vermek Türkçe de böyle kullanılır. Zaten yazılan kararlarda Ceka ya duvar dibine dizip infaz yetkisi verilmişse buna açık çek denemz, bu karar doğrudan yazılır. Nitekim yukarda karar doğrudan yazılmıyor, Yazar da o tarihte (aslında tarihte yanlış 22 değil 23-25 Şubat arası olmalı, ama bu kısmı o kadar önemli değil) alınan olağanüstü Çeka komitelerinin kuruluşunu ve onlara verilen yetkileri açık çek olarak yorumluyor. Ama senin türkçenin sorunlu olduğunu biliyorum, kendi çevirdğin kitapları bile anlayamamıştın. Bu arada kaynamasın, yine soruyorum nerde Lenin’in o telgrafları. Hadi şimdide bir başka yazardan başka bir iddia getirmeye çalış bakalım. Şunu da diyebilirsin ” Yani Lenin hiç idam emri vermedi mi? ”
Bu yazıyı herhangi bir örgütlü sosyaliste okutun, “Lenin iyi yapmış, bütün hainler kurşuna dizilmeli” der. Sadece stalinistler değil, Red Dergici troçkistler de bu tür kurşuna dizme, kızıl terör olayına bayılırlar. Çünkü onların kutsal örgütlerini bir arada tutan temel harcı budur. Vurmak, kırmak, galip gelmek ve bunlarla ilgili mitler sonuçta örgüte daha çok bağlanmayı sağlar. Ahmetse uzun yıllar İngilitere’de yaşadığı için liberal bir tepki veriyor. Lenin öyle kaka şeyler yapmaz diyor. Bizim yerli malı stalinistler ve troçkistler gibi, “iyi ki yapmış, daha çok öldürseydi keşke” demiyor. Bu bakımdan Ahmet’i olumlu ve insancıl buluyorum.
“Blumkin, Andreev ve ardından Mirbach suikasti gerekçesiyle suçlanan on dört Sol Sosyalist Devrimci liderin on biri kaçmayı başarmıştı. ancak pek çoğu sıradan üye olmak üzere dört yüzden fazla Sol Sosyalist Devrimci yakalandı ve sayısı belirsiz bir kızmı yargısız infaz edildi (Aleksandroviç de aralarındaydı).” (Rabinovitch, Bolşevikler iktidarda, s. 288)
‘Kralı devirin’ çağrısı
Suudi Arabistan’da yönetime karşı darbe girişimi olduğu iddiaları devam ederken, bu kez muhalif Prens Halid bin Ferhan’ın sözleri olay oldu. Halid bin Fahran, ”Selman’ın akıldışı, dengesiz ve ahmak yönetimi geri dönüşü olmayan noktayı da geçti. Kralı devirip kraliyeti kurtarın.” sözleriyle Selman’ı devirme çağrısında bulundu.
Rus haber ajansı Sputnik’in aktardığına göre, muhalif Suudi Prens Halid bin Ferhan, Prens Ahmed bin Abdülaziz ile Prens Mukrin bin Abdülaziz’e kralı devirmeleri için darbe çağrısı yaptı.
2013’te Almanya’dan siyasi iltica almış olan Halid, tahtta Kral Selman otursa da oğlu Muhammed bin Selman’ın (MbS) hızla yükselip herkesin dizginlerini eline geçirdiğine dikkat çekerek şunları söyledi:
”Kral Selman’ın sağlığı yerinde olsaydı, işler bu noktaya gelmezdi. Kamu politikasına baktığımızda Kral Selman’ın siyasi sahnede ve ekranlarda tümüyle namevcut olduğunu göruyoruz.”
Muhalif prens, bu durum karşısında ‘Ahmed ile Mukrin’in saflarını birleştirmeleri halinde kraliyet ailesi, güvenlik servisleri ve ordu üyelerinin yüzde 99’unun onların arkasında duracağını’ savundu.
Gün battıkça batıyorsun, üstelik öyler yerlerden örnekler veriyorsun ki, benim düşüncem senin ki üçkağıtçılıktan öte anlamamak. Okuduğun şeyleri anlamıyorsun. Ben eminim senin okuduğun her yerde Kont Mirbach, Blumkin darbe vb lafları geçmiştir. Ama hala anlamadığın için bana bu örneği getiriyorsun. Kont Mirbach’in öldürüldüğü gün Sol sosyalist devrimciler iktidar ortakları bolşeviklere karşı bir darbe düzenlerler. Yüzden fazla işçi mecliste öldürülür. Adamlar o gün sovyetleri kapatmayı, Lenin’i tutuklayıp kurşuna dizmeyi planlamaktadırlar. Blumkin Alman elçisi olan Kont Mirbach’ı öldürür, aynı zamanda SD nin silahlı birlikleri sovyetleri basar ama Latvia lı askerler meclisi savunur. Lenin’i sol SD çetelerine vermeyi reddederler, sol SD çeteleri sonunda yenilir. Sol SD merkezinden bir çok kişi tutuklanır. Çok fazla idamın çıktığı hikayedir. Çatışmalar sırasında bolşeviklerden ve Latvialı askerlerden yüzden fazla kişi ölür. Bunun karşılığında SD liderlerin aldıkları cezalar 1 ila 3 yıl arasında değişir. Blumkin kaçar, ama iki yıl sonra özeleştiri verir, teslim olur, adam bir gün bile yatmaz, dahası Troçki’nin koruma muhafızı olur. Peki SD ler neden böyle bir darbeye girişirler? Lenin halkın savaşa karşı olduğunu, devrimin güçsüz olduğunu soyler ve Brest Lıtovsk da Almanların şartlarının kabul edilmesini ister. Bu hem bolşevikler arasında hem de Sol SD ler arasında tepkiye yol açar. Lenin bunun üzerine halk karar versin diyerek olayı sovyetlere, meclise götürür, delegeler Lenin’in planını onaylar. Sol SD ler ise halkın kararına saygı duyma yerine sovyet meclislerini yok ederek bir darbe yapmaya kalkarlar. Senin örneğin işte bu! Üstelik bu olaylar Devrimin ertesi günü olmadı, 1918 Haziranında oldu. Lenin öldürülmek istenmesine rağmen, kimsenin o olayda idamını fina da istememiştir. Bolşevikler sol içi çatışmadan kaçındıkları için Sol SD liderlerin birak idam almasını aldıkları ceza 1 ila 3 yıl arasıdır. Mustafa Yılmaz’ı savunayım derken sen kendin iyice batıyorsun. Yine soruyorum, nerde Lenin’in bu konuda ki emirleri? telgrafları? At gitsin tarihçiliği, işte bu utanılacak bir durum.
“Artık PÇeka’nın başında olmayan Boki, önceki yedi ayda yaptığı çalışmalara dair bir özet sundu. PÇeka’nın toplamda 6229 tutuklama yaptığını ifade etti. PÇeka, 15 Ağustos-15 Ekim (1918) arasında, Kızıl Terör döneminde 1101 karşı-devrimci davasını işleme sokmuş, bunların 364’ü tamamlanmış ve 800 kadar mahkûm infaz edilmişti. Büyük olasılıkla, Boki’nin 6 Eylül’de basına duyurduğu 512 infazın yanı sıra, ç6 Eylül 15 Ekim arasında 288 civarında kişi daha infaz edilmişti.” (Rabinovitch, s. 335)
Şubat Devrimi’nin ilga ettiği idam cezasını Ekim’den kısa süre sonra geri getiren bizzat Lenin’dir.
Ne Çarlık, ne Kerenski dönemlerinde böylesine yoğun infazlar olmuştu. Eserinizle övünün!
Lenin bu adamları kesmeseydi devrim başarılı olur muydu? Bolşevikler iktidarda tutunabilir miydi?
mesele illa Bolşeviklerin iktidarıysa, baştan zorbalığa başlamış bir iktidar elbette tutunamazdı. Yani zorbalık yapmak zorundaydı. ama baştaki prestijlerini olumlu yönde kullansalardı ve astığım astık kestiğim kestik bir tutuma girmeselerdi çok daha iyi tutunurlardı.
Ayrıca “bu adamlar” dediklerin de devrimcilerdi, Hiçbir devirde görmedikleri kadar zulmü Bolşeviklerin iktidarında gördüler. O devirlerde en fazla hapsedilirlerdi. Bolşeviklerin iktidarında infaz edildiler.
Zorba derken sol sosyalist devrimcileri mi kastediyorsun, cunku ilk zorbaligi yapip darbe yapmaya onu bunu oldurmeye kalkan onlar. Yoksa Bolseviklere karsi hersey mubah mi diyorsun? SD ler iscileri oldurebilir, savasi destekleyip karsi cikanlari idam edebilir bu onlarin hakki, bolsevikleri oldurebilir ama bolsevikler onlari hapis cezasina bile carptiramaz mi demek istedigin? Senin ki ABD nin filistinlilere gosterdigi adalete benziyor. Adamlar tas atiyor terorist oluyorlar, Israil tas atani vurup olduruyor vatanini savunan oluyor… Seninki de ayni hesap. Herifler yahudi pogromlarina katiliyorlar ama hala dusunce insani nasil oluyorsa? Senin idam edildi dedigin insanlar idam edilmedi bir ama ikincisi bunlar bpyunlarina kadar kana batmisti.
Gün bu adamlar devrimci değildi, belki geçmişlerinde devrimci idi ama Subat devriminden sonra hızla dejenere oldular, emperyalistlerin ajanı haline geldiler, halka karşı feci suçlar işlediler. Bakınız bunların en suçlusu Boris Savinkov’dur. Adam gençliğinde bazı rus generallerine suikast yapan birisi. Kerenski hükümetinde savaş bakan yardımcısı. Savaşın en büyük destekçisi ve savaşa karşı çıkan askerlere idam cezası getirenlerden birisi. Adam tam bir eşkiya. Kornilov komplosu onun eseridir aslında. Kornilovla konuşur ve onu Başkente yürüyüp düzeni getirmeye ikna eder. Ama Kornilov salakmıyım lan ben, eğer güç ben de ise iktidar da ben olurum deyip Kerenski yi tutuklamaya kalkınca bolşeviklere sığınırlar. Ekim devriminden sonra İngilizlere ajan olur, Lenin suikastını düzenleyenlerden birisidir, Kolçak’ın yardımcısıdır, bir çok kitle katliamının bizzat planlayıcısıdır, İç savaşta bir çok ayaklanmayı bizzat kendisi planlar. İdam ettikleri dahil, Lenin de dahil sayısız insanın ölüm emrini vermiştir. Bolşevikler bunu yakalamayı başarır, sanırım 21 de idam cezası verirler, yukarda da bahsettim SD liderlerin hepsinin elleri halkın kanı ile kirlenmiştir ama en çok kirlenenlerden birisi Savinkov dur ve binlerce kişinin ölümünden casusluktan ve Lenin suikatından sorumludur. İdama mahkum edilir, bolşevikler onu bile idam etmezler. Adamın cezası mahkemede yaptıklarım yanlıştı dediği için 10 yıl hapse çevrilir. Gün senin burada bolşevikler hakkında söylediğin her şey yalan. Kaynakların yalan her şeyden önce ama bir bolşevik nefreti var sen de ve bu nefret seni tarihin en kanlı insanlarını savunmaya götürüyor. Savunduğun kim? SD ler? Bu liderler tarihin en suçlu insanlarından. Peki bunları neyle savunuyorsun ? yalanla.
Sabahtan yazdıgım bır baska yazı vardı, ona ne oldu? Bugun toplam uc yazı yazdım. Son aılan yazıdan bır once ve bır sonra, bu yazdıgım dorduncu. Bunu asmanız gerekmez sadece yazı bır yerlerdee takıldı ıse hatırlatmak ıcın soyluyorum.
“1 Haziran’dan başlayarak, muhalefete yakınlığından dolayı şüphe çeken basım tesisleri müdürlendi, düşman sendikaların ofisleri baskına uğradı, Petrograd demiryolu hatlarında sıkıyönetim ilan edildi, iş durdurmaları engelleme yetkisine sahip silahlı devriyeler oluşturuldu ve kent etrafındaki kilit noktalarda yirmi dört saat görevli olarak çalıştırıldılar. Bu sert önlemleri dikkate alarak, bin Novaia Zhizn yazarı, ‘asla, Haziran ayaklanması ardından Kerenski yönetiminde Bolşeviklere uygulanan en ağır baskılar sırasında bile, işçilerin özgürlüğüne ve iradesine mevcut işçi-köylü hükümetinin terörist yönetiminde olduğu kadar ket vurulmamıştır.’ sonucunu çıkardı. DOM Bürosu (dönemin işçi muhalif hareketi. G.Z.) daha da geçmişe gitti: ‘Romanov’ların Rusya’sında hiçbir hükümet bir grevi bastırmak için Sovyet hükümeti kadar aşırı önlemler almamıştır.’ ” (Rabinovitch, s. 251-252)
Ben öyle bulmuyorum. Diğerleri hiç değilse dürüst. Ahmet ise durumu kurtarmak için her türlü cambazlığı yapar.
Ahmet Kaynak deyip duruyorsun ama Mustafa Yılmaz kaynağı zaten vermiş. “Bizde Yayıncıların…” diye başlayan paragraftaki maviye boyalı “mektup” sözcüğüne bastığın zaman kaynak çıkıyor. Bu sözcük bende mavi çıkmadığından kaynakça olduğu anlaşılamıyor. Rusça kaynağı buraya veriyorum. Umarım okuyabilirsin. Okuyamazsan Rusça bilen birinden yardım alman gerekecek:
Ф.Э. ДЗЕРЖИНСКИЙ — ПРЕДСЕДАТЕЛЬ ВЧК—ОГПУ. 1917–1926
1922 год [Док. №№ 595–751]
Документ № 636
Письмо В.И. Ленина о высылке за границу писателей и профессоров1
19.05.1922
Т. Дзержинский! К вопросу о высылке за границу писателей и профессоров, помогающих контрреволюции.
Надо это подготовить тщательнее. Без подготовки мы наглупим. Прошу обсудить такие меры подготовки.
Собрать совещание Мессинга, Манцева и еще кое-кого в Москве.
Обязать членов Политбюро уделять 2–3 часа в неделю на просмотр ряда изданий и книг, проверяя исполнение, требуя письменных отзывов и добиваясь присылки в Москву без проволочки всех некоммунистических изданий.
Добавить отзывы ряда литераторов-коммунистов (Стеклова, Ольминского, Скворцова, Бухарина и т.д.).
Собрать систематические сведения о политическом стаже, работе и литературной деятельности профессоров и писателей.
Поручить все это толковому, образованному и аккуратному человеку в ГПУ.
Мои отзывы о питерских двух изданиях:
«Новая Россия», № 2. Закрыта питерскими товарищами.
Не рано ли закрыта? Надо разослать ее членам Политбюро и обсудить внимательнее. Кто такой ее редактор Лежнев? Из «Дня»? Нельзя ли о нем собрать сведения? Конечно, не все сотрудники этого журнала — кандидаты на высылку за границу.
Вот другое дело питерский журнал «Экономист», изд. ХI отдела Русского технического общества. Это, по-моему, явный центр белогвардейцев. В № 3 (только третьем!!! это nota веnе!) напечатан на обложке список сотрудников. Это, я думаю, почти все — законнейшие кандидаты на высылку за границу.
Все это явные контрреволюционеры, пособники Антанты, организация ее слуг и шпионов и растлителей учащейся молодежи. Надо поставить дело так, чтобы этих «военных шпионов» изловить и излавливать постоянно и систематически и высылать за границу.
Прошу показать это секретно, не размножая, членам Политбюро, с возвратом Вам и мне, и сообщить мне их отзывы и Ваше заключение.
ЛЕНИН
19/V
В.И. Ленин и ВЧК: Сб. документов (1917–1922 гг.). М., 1987. С. 540.
Назад
durumunu Savinkov’lara sarılarak kurtaracağını mı sanıyorsun. Boşuna çaba ahmet. Bu yöntemleri çocuklar bile yutmuyor artık. En kötü örneği seç, sonra komşusunu onunla birleştir. Sonra onların komşularını onlarla birleştir. Böyle yapa yapa devam et ve sonunda geriye Bolşeviklerin dışında “temiz” kimse kalmasın. Hepsini karşıdevrimci ilan et ve meseleyi böylece halletmiş ol. Bu saçmalıkları bırakmadığın sürece adam olmayacaksın, mantıklı ve vicdanlı düşünmeyi asla beceremeyeceksin. Tabii bunu becermek istediğinden de pek emin değilim ama…
bana ulaşan her şey buraya girer. Bunu sen de çok iyi bilirsin.
Evet, işçinin grevini zorbalıkla bastıran her kim ise, isterse adı Bolşevik ya da İşçi-köylü hükümeti olsun, nefret ettiğim doğrudur.
küfürsüz yazan biri olduğun için bugüne kadar yazdıklarının hepsi son satırına kadar yayınlanmıştır.
Bana sansur uyguladığını dusunmedım, yazım bır yerlerde takılmıs olmalı, bir sebeblen belki junka filan dusmus olabilir.
Bu arada Savinkov’u begenmedıysen sen soyle bana bir tane SD lider onu anlatayım sana? Ama sorun surda Savinkov gibi birisini bile idam etmeyen bolsevikler baskalarını nıye idam etsinler. Hem de binlerce. Savinkon Churchill ile tanışır, anılarında Churchill onun için ılımlı terörist der. Bu san bir şey ifade ediyor mu?
Yılmaz bu soruya cevap verse daha doğru olur. Yazıya rusça kaynak vermiş, merak ettiğim bunun Rusca Lenin tüm eserlerinde mi almış yoksa mesela desenformasyon yazar mı kullanmış. Burda çok kullanılan taktik şu, asıl kaynaklar yerine mesela Orlando Figes bunu yazdı denerek olay geçiştiriliyor, o zaman soruyorsun peki Figes nerden aldı? iste orası havada kalıyor. Biliyorsun Figes Rusya da üçkağıtçılıktan ceza ymişti. Ben geçmişte Yılmaz’ın bu tür numaralarını açığa çıkarmıştım ve o da bir iki olayda bunu kabul etmişti, şimdi sessiz kalması söyleyecek bir şeyi olmadığını gösteriyor.
Bu arada bolsevıklerın ıscı grevlerını kanla bastırdıgı palavradır. Bu konuda arsıvlere dayalı onlarca kitap yayınlandı. Hiç birisinde böyle bir şey yok. 1936-37 de bile SSCB de hemd e Sibirya gibi yerlerde her ay yüzlerce grev var ama tek bir polisiye baskı yok. Kayıtlarda yani polis kayıtlarında gösteriler yapıldığı, grev yapıldığı var ama grevlere katılan gösterilere katılan tek bir işçinin bile ismi yer almıyor bu raporlarda. SSCB de işçi eylemlerine polis müdahelesi Kruşçev doneminde başlar. İlk mudaheleler bazı cezaevleri kamplarında olur, mahkumlar maasları ve baska hakları kısıtlandığı için grevlere giderler, bir kaç hafta müdahele olmaz ama sonra şiddetle bastırılır. Yine 60 lı yıllarda kanla bastırılan bazı grevler vardır ama 18 te? Bu sadece palavradır.
Bırak onu, 1921 de Kronştad ayaklanmasında bile askeri müdahele yerine Cumhurbaşkanı Kalinin askerlerle görüşmeye korumasız gemilere gider ama ayaklanmacılar onları tutuklarlar ve öldürmekle tehdit ederler. Orada işlerin kontrolden çıkmasının en önemli nedenlerinden birisi budur. Düşünün Geziye Erdoğan geliyor ve gezidekiler adamı döverek gözaltına alıyor hatta infazla tehdiy ediyorlar. Ondan sonra işler kontrolden çıkıyor, bu noktaya kadar orada hiç bir şiddet olayı yoktur.
Bu arada yukardaki mesjlarından devrimin ilk günü telgraf iddalarından vazgeçtiğini kabul ediyorum. Yılmaz’ı da savunmaya kalkma, bence kaynak Lenin değil büyük ihtimalle anti komunşst bir yazarın palavraları. Mustafa Yılmaz fanatik bir sosyalizm düşmanı. O yüzden kim karşı bir şey yazıyorsa onu hemen taşıyor. Julius Fuçık’in karısına saldırıyordu, karısı kocasının anılarını edite etmiş, niye ettiler diye kadına ve KP ye höykürüyordu, böyle birisi.
Bu tartışmaya dahil olan Zürriyet gazetesi köşe yazarı Öztimur İnce’nin “Ahmet Fiyaskosu Ve Lenin Gerçeği” başlıklı yazısını kaçırmayın!
Yukaridaki Rusca metnin Ingilizceye makina tercumesi asagidadir. Hem google ile hek de yandex ile denedim, sonuclar asagi yukari ayni. Turkceye tercume pek de iyi olmadigi icin sadece Ingilizce olanini aktariyorum:
F. E. DZERZHINSKY — CHAIRMAN of the Cheka—OGPU. 1917-1926
1922 [Doc. No. 595-751]
Document No. 636
V. I. Lenin’s letter about the expulsion of writers and professors abroad 1
19.05.1922
T. Dzerzhinsky! On the expulsion abroad of writers and professors who help counter-revolution.
We need to prepare this carefully. Without preparation, we will be bold. I ask you to discuss these preparations.
To gather a meeting messing, Mantsev and someone else in Moscow.
Oblige members of the Politburo to pay 2-3 hours a week to view a number of publications and books, checking the performance, demanding written reviews and seeking to send to Moscow without delay all non-Communist publications.
Add reviews of a number of writers-Communists (Steklov, Olminsky, Skvortsov, Bukharin, etc.).
To collect systematic information on the political history, the work and literary activity of professors and writers.
Entrust all this sensible, educated and accurate person in the GPU.
My reviews of the two editions in St. Petersburg:
“New Russia”, № 2. Closed St. Petersburg comrades.
Closed early? We should send it to the members of the Politburo and discuss it more closely. Who is its editor Lezhnev? From The “Day”? Can’t we collect information about him? Of course, not all employees of this magazine are candidates for expulsion abroad.
That’s another thing St. Petersburg magazine “Economist”, ed. XI Department of the Russian technical society. This, in my opinion, is a clear center of the white guards. In # 3 (only third!!! it’s nota vepe!) printed on the cover of a list of employees. I think that almost all of them are the most legitimate candidates for expulsion abroad.
All this is a clear counter-revolutionaries, accomplices of the Entente, the organization of its servants and spies and child molesters students. It is necessary to put the case so that these “military spies” catch and catch constantly and systematically and send abroad.
Please show it in secret, without reproduction, to the members of the Politburo, with the return to You and me, and tell me their feedback and Your conclusion.
LENIN
19/V
V. I. Lenin and the Cheka: Sat. papers (1917-1922). M., 1987. S. 540.
Gezi benzetmene bayıldım. Şecaat arz ederken gerçeği söylemişsin. Bahriyeliler/Gezi ve Erdoğan/Kalinin (Gerçi o Erdoğan kadar iktidar sahibi biri değildi ama iktidarı temsil etme anlamında doğru bir örnek). İsim mi istedin, işte sana isim: Devrim kahramanı Maria Spirinodova. Ona bir laf et de göreyim seni (ama sen onu da yaparsın. utanman yoktur).
Bana kaynak göstermeye amma da meraklısı varmış. Google çeviriye kalana kadar M Yılmaz kaynağı bana söyleyebilirdi ama söyleyemez çünkü kaynak Lenin değil. Bu mektupların Lenin’in olduğu iddia ediliyor, ama bunu kim iddia ediyor? Lenin’in Djersinski de dahil herkesle yazışmaları tüm eserlerinde mevcut. Bu mektuplar orada yok. Bana palavra geliyor, bu sovyet tarihine ilişkin oldukça yaygın bir uygulama. Lenin ve Çeka adli bir kitapdan alındığını anlıyoruz biz bunun ama kim bu kitabin, derlemenin yazarı? Sorun burda!
Maria Spridovna yukarda ki bahse darbe teşebbüsünden tutuklanıp bu konuda yargılanan Sol SD liderinden birisidir. Darbeye karar verenlerden birisidir. Darbenin sözcüsüdür, Sovyetlere darbeyi savunan bir konuşma yapmak için gider ve orada tutuklanır. Daha önce bir yıl yattığını söylemiştim ama yanlış hatırlamışım, doğrusu bir gündür. 1 Yıl ceza yer ama ertsi gün serbest bırakılır.
Ama karşı devrimci faailiyetlerine devam eder. SD lerden hayırlı insan çıkmaz, özellikle köylüler arasında ki desteklerini kaybettiklerinde giderek dejenere olmuşlardır. Onları darbeci yapan şey budur. Halkı küçük gören insanlardan bahsediyoruz, onlara göre Halk nasıl olurda Brest Litovsk da barış ister? Sovyetler nasıl olur da kendi partisinin bile desteklemediği Leninİ destekler ( Brest Litovs olayında Lenin Bolşevik Parti de de azınlıktı. Troçki, Bukharin başta olmak üzere partinin üleri gelenleri Almanya ile savaşa devam edilmesi taraftarıydılar.) Lenin halktan aldığı destekle kararlarını kabul ettirebilir ancak. Zaten barış anlaşması ile ilgili olarak Sovyetlere eğer kararını desteklemiyorsa istifa edeceğini belirtmiştir Lenin. Ama Sol SD ler için halkın kararına saygı diye bir şey yok. O yüzden bu kanlı darbelere giriştiler, Alman diplomatlarını öldürüp alman emperyalizmin işgaline davetiye çıkardılar. Elbette tüm bunların baş sorumlularından birisi olarak Spiridovna elleri kanlı birisidir. Ama aldığı ceza dediğim gibi 1yıldır ve onun da bir gününü yatar ve serbest kalır. Başarılı olsaydı Lenin’i idam edeceklerdi.
Gün sen bolşeviklerden canavar yaratmaya çalışıyorsun ama çıkmaz. Bolşevikler devrimcidir, devrimi savunmuşlardır ancal solda gördükleri kesimler ne kadar saldırırsa saldırsın onlara karşı barış politikası gütmüşlerdir. Kronstad’da isyan eden (grev değil, gösteri değil silahlı ayaklanma) askerlerşn arasına devlet başkanını gönderen insanlardan bahsediyorum. Açık ki adamlar konuşarak tartışarak herşeyi çözmeye çalışıyorlar ama ayaklanmanın liderleri adamı tutukluyorlar. Boris Savinov gibi tipler bile ( o kadar berbat ki onu artık sen bile savunamıyorsun) idam yememiş. Ama sen önüne gelenin duvar dibi yapıldığını iddia ediyorsun. Burjuva sol tarafından bolşeviklere karşı bu kadar şiddet kullanılmasına rağmen onların tavrı işte bu. Spiridovna bir gün Savinov an yıl sadece, 12 lideri öldüren sağ SD liderler sadece beş yıl.
Mustafa Yılmaz daha da ilginç, onun iddialarına inanırsak Lenin Politbüroya tüm işlerini bıraktırmış ve demiş muhalifleri okuyun. Lenin ve diğer P.burü uyeleri zaten muhatablarının her yazısını okurlar. Adamlar teorisyen ve işleri bu. Bunun için Lenin in bir şey demesine gerek yok ki! 1922 yılı aynı zamanda genel afın cıkarıldıgı ve onbinlerce beyaz rusun ( eski subaylar, generaller, yazarlar gezeteciler vb başta olmak üzere) sürgünden geldiği bir zaman. Bahse konu kişiler karşı devrimci silahlı gruplarla bağlantıları dolayısı ile sürgün edildiler. Adamlar Denikin gibi yüzbinlerce kişiyi pogromlarda öldüren savaş ağaları ile örgütlü olan kişiler.
“1936-37 de bile SSCB de hem de Sibirya gibi yerlerde her ay yüzlerce grev var ama tek bir polisiye baskı yok.”
Sibirya gibi, en sicak gununde bile insanin mabadinin dondugu bir yerde, neymis bu insanlarin derdi de, yollara dusup grev/gosteri/yuruyus yapmak ihtiyaci hissetmisler.
Hele de, Devrim yapilmis, culsuzlar zincirlerinden kurtulmus, proleterya isbasina gecmis; dahasi 20 sene gecmis..
Bu insanlarin aklindan zoru mu varmis?
“Kayıtlarda yani polis kayıtlarında gösteriler yapıldığı, grev yapıldığı var ama grevlere katılan gösterilere katılan tek bir işçinin bile ismi yer almıyor bu raporlarda.”
Grevin/yuruyusun/gosterinin usulca sonlandirilmasi icin ‘nasihat heyetleri’ mi kullaniliyormus?
Yoksa, ahali soguga dayanamayip gerisin geri mi donuyormus?
Bana “Lenin adam öldürüyor” dedirtemezsiniz!
Sen ezberlerini tekrar etmeye devam et. Şu kadarını söyleyeyim ki, iyi bir NKVD bölüm şefi olurdun. Suç üretmekte ya da gerçek suçların üstünü örtmekte üstüne yok.
Gün Zileli’ye “Marx adam öldürüyor” dedirtemezsiniz.
Counter-revolutionists do not concern me, Ahmet. I want an explanation, not excuses.
Her tartışmada olduğu gibi kanıtlara laf edemeyince su kaynatmaya başladın. Bana saldırıyorsun. Maria Spiridovna yı savunacak bir kelime bile bulamadın mı? Onun Azize Teresa olduğundan o kadar emindin ki? Hadi burdakiler anonim, Necip ve diğerleri bilmiyorlar, sonuçta adamlar olayın cahilleri, ama sen iyi bilirsin yine de Rabinoviç gibi bir desenformasyoncunun ”“Blumkin, Andreev ve ardından Mirbach suikasti gerekçesiyle suçlanan on dört Sol Sosyalist Devrimci liderin on biri kaçmayı başarmıştı. ancak pek çoğu sıradan üye olmak üzere dört yüzden fazla Sol Sosyalist Devrimci yakalandı ve sayısı belirsiz bir kızmı yargısız infaz edildi (Aleksandroviç de aralarındaydı).” sözlerini buraya taşıyorsun. Sen de iyi biliyordun ki Blumkin elçi öldürdü ama buna rağmen içerde bir gün bile yatmadı. Yakalananlar hemen salındılar. Kaçtı denilenler daha sonra yakalandılar bir gün bile içerde yatmadılar. Bunları arasında ölen tek kişi Muravyov dur. Kendisine darbe yaptık sen de oralara el kor denir, adam birliği ile Simbirsk’i işgal etmek ister, emrindeki askerlere almanlara karşı savaşmaya gittikleri söyler, askerler de onu vurur atar. Tabii herkes Lenin değil, cephede ki askere çatarsan adamlar geleneklerini hatırlarlar böyle, Şubat devrimi ve sonrası savaş isteyen subayların kafasına sıkmak erler arasında gelenek haline gelmişti, Muravyov bu şekilde kendi askerleri tarafından öldürüldü. Sen bunları benden öğrenmedin, bu konularda yıllardır okursun ve çeviriler yaparsın, ama yine de bu adamın palavrasını buraya taşıdın. Bunlar o gün Mirbach da içinde bazı alman diplomatlarını öldürmelerine, Djerjınski yı tutuklamalarına, Lenin’i öldürmeye çalışmalarına rağmen hiç ceza almadılar. Bunu bildiğin halde bu palavracının yazısını sırf haklı çıkmak için buraya taşıdın. Sabah akşam Çeka dan bahsediyorsunuz, sen de çok iyi biliyorsun ki bu adamlar zaten Çeka da idi. Öyleki darbe için Sol SD MK toplantısı Çeka da yapılmıştı, Darbeyi Çeka genel karargahından başlatmışlardı, hatta suikastdan sonra Blumkin ve arkadaşı Çeka ya gitmişti. Orada ilk yaptıkları Djerziskiyi tutuklamak oldu.Tüm bunları bildiğin halde benim bilmeyebileceğimi düşünerek buraya taşıdın. Şimdi de beni NKVD bölüm şefi adayı olmakla suçluyorsun. Sanırım utandığından saldırmaya başladın yine.
Şubat Devrimi’nin ilga ettiği idam cezasını yeniden kim geri getirdi? Bir tek bunu cevaplandırmanı istiyorum.
Amiral’i (Ahmet’i) batıran 23:
“Asteroids do not concern me Admiral. I want that ship, not excuses.”
Kerenski ve SD liler geri getirmişti idam cezasını 1917 mayıs sonunda.
yukarda cevaplamıştım bu soruyu. 1917 Mayıs sonunda Kerensky ve SD ler savaşa karşı çıkan askerler ve muhalefet için geri getirdi idam cezasını. Bolşevik hükümet ise iktidara geldiğinin ilk günü idam cezasını kaldırdı.
Bu dahada kötü. Demek “idamı kaldırmışlar”, yerine yargısız infazı koymuşlar. On binlerce insan, mezarlarından sana lanet okuyor Ahmet.
Gün inanamıyorum, aslında idamı geri getirenin Bolşevikler olduğunu sanıyordun değil mi? Ben Keremsky ve SD ler olduğu söyleyince ezber bozuldu ve yine başladın yargısız infaz iddialarına-:) Arkadaşım sen bu konularda hiç okumuyor musun? Kerenski’nin ve SD lerin idamı getirdiği ama Bolşeviklerin kaldırdığı bu konuya yeni başlayanların bile bildiği bir konudur.
Adamlar kendisini öldürmek isteyenleri bir gün bile içerde yatırmamışlar, Krasnov gibi generalleri salmışlar, Savinkov gibilere on yıl vermişler ama adını bilmediğimiz binlerce kişiyi yargısız kurşuna dizmişler öyle mi? İşte bu duruma düşmek utanılacak bir durum. Gerçekten inanamıyorum senin İdamı kimin getirdğini bilmemene? Arkadaşim bu bilgiler senin çevirdiğin kitapların çoğunda var, onlarıda mı anlamadın?
Öyle görünüyor ki Necip ten bile cahilsin. O zaman niye bu konularda yazıyorsun? Bir de Mustafa Yıılmaz’ın yanlışlarını savunacaksın!
Ama öğrenmenin yaşı yoktur, Savinkov’un Dzierskinky’ye (bu konuda tek öğrenemediğim bu polonyalı komünistin adının yazılışı) içerden yazdığı bir mektup var, bir okusana ufkun açılır.
Gün Bey burada Lenin’e bir ton laf ediyorsunuz ama stalinist siper yoldaşlarınız bu lafları duyunca sizi dışlamasınlar? Arada bir 68 konferansına falan çağırıyorlar. ya hani.
“Hadi burdakiler anonim, Necip ve diğerleri bilmiyorlar, sonuçta adamlar olayın cahilleri,”
Baskalari adina konusamam; ama, evet, ben bilmiyorum.
Bilmiyor oldugum icin, ogrenmek de istiyorum.
Fakat, ogrenmekten once/oteye, anlamak istiyorum:
Neyi tartisiyorsunuz; daha dogrusu, neyi savunuyorsunuz?
Benim baktigim yerden, manzara soyle:
Sahip(ler)inin ve tellaklarin coktan ilisiklerini kestikleri, terkettikleri, hamamin namusunu savunuyorsunuz…
Dar bir akademik acidan bakinca, bunun belli bir mantigi olabilir; ama, o bile resmin butunu icinde anlamli olmak zorundadir.
Olmuyor. Anlamli olmuyor.
Olmuyor; cunku, kendi ifadelerinizle, bir taraftan, “1936-37 de bile SSCB de hem de Sibirya gibi yerlerde her ay yüzlerce grev var” diyorsunuz; ote yandan da bunlarin hicbir sekilde siddetle (olumler/oldurmeler/cinayetle vs) karsilasmadigini “ama tek bir polisiye baskı yok.” diyerek aciklamaga calisiyorsunuz.
Baska hicbirsey olmasa bile, sirf bu son cumleniz, benim kulaklarimda zurnanin detone olusuna denk geliyor.
‘Duyacak kimse yoksa, ormanda devrilen agac ses cikarmaz’ der gibi..
Pek de kimseyi ikan edemese de, evet, oyle de bir aciklama yapilabilir.
Sorun su ki, sizin getirdiginiz aciklama o kadar dahi kabul edilebilir degil, bence..
Tellaklar, hamam ve hamamci(lar) (yaptiklari yuzunden) coktan yer ile yeksan olmus; ve siz hala daha o mabedi ve o asr-i saadet donemini savunuyorunuz..
Anakronism, hele de bu sekliyle, nostalji/daussila bile degil. Bambaska bir sey.
orada da söyledim, söyleyeceklerimi. Ayrıca kimsenin siper yoldaşı değilim.
sen önce infazların hesabını ver, ondan sonra konuşalım. Benim bilgisizliğim seni çok mu üzüyor, vah vah. Ben kâğıt üzerindeki sahte yazılara değil fiiliyata bakarım. Stalin anayasası da dünyanın en “demokratik” anayasasıydı ama bu anayasanın kabul edildiği sırada SB toplama kamplarında ve NKVD bodrumlarında infazlar bütün hızıyla devam ediyordu.
Gün bak öğrenmeye başlamışsın, Stalin anayasası dünyanın şu ana kadar gördüğü en demokratik anayasasıdır. Bu konuda haklısın.
Yargısız infazlar laflarına gelince seni mazur görüyorum, Kafa boş dönmeye başlayınca sen de hep böyle oluyor, bir kaç güne kadar kendini iyi hissedersin. Rabinovitch’i fazla okuma yalnız. Adamların her söyledikleri yalan seni de yalancı çıkarıyorlar.
doğru doğru, Stalin döneminde “yargılı infazlar” da bir hayli!
sana on puanlık bir soru. Lenin ve Stalin döneminde acaba infaz edilmiş herhangi biri olmuş mudur, olmuşsa ismini verebilir misin? eğer hiç olmadıysa, bunu da yazıver lütfen, çünkü yazdıklarından böyle kötü bir şeyin hiç olmadığı sonucu çıkıyor. Hatta aslında sana göre infaz edilmesi gerekenleri bile serbest bırakmışlar. Bu kadar insancıllık görülmemiştir yani.
senden ne çok şey öğrendiğimi tahmin edemezsin. Örneğin dünyanın en demokratik anayasasının Stalin dönemi anayasası olduğunu öğrendim, az mı! Bir şey daha öğrenmek istiyorum, beni kırma lütfen! Eğer Lenin ve Stalin döneminde, iddia edildiği gibi infazlar olmuşsa, üzülürüm diye düşünüp bunu saklama benden. Bir tane bile infaz olmuşsa bunu belirt. Olmamışsa onu da belirt. Soranlar oluyor çünkü!
Lenin ve Stalin döneminde infaz edilenler çoktur. Ne diye çene yarıştırıyorsunuz ? Vardır yoktur damogogları, size tek kadeh ısmarlamam. Değmez ! Ayıklığında böyle olanlar, sarhoşluklarında sağa sola çok pis dalarlar. İstemem sizin gibileri. Ayaklarınızı yıkayın ve sütünüzü için ve yatın.
Bu sitedeki “Şu Lenin ve Troçki Mirası Meselesi…” yazısının son paragrafı ve altındaki yorumlardan biri:
“İşte Doğan Tarkan’ın övünerek sahip çıktığı miras budur. Doğru, siyasi akımlar ve partiler belli miraslara dayanırlar, dolayısıyla bunların hepsinin mirasyedi olduğunu söyleyebiliriz. Evet ama ortada yenecek bir miras kalmış mıdır? Buna sermayeden yemek demek daha doğru olmaz mı? Aynı Kemalistlerin bugünkü durumu gibi. Eğer görmediyseniz Sözcü gazetesinin 10 Kasım tarihli nüshasına bakın, ne demek istediğimi anlarsınız. İflas, tam bir iflas!”
Japon askerlerinin meleklerin cinsiyeti tartismasi
16 Kasım 10 / 4pm
Beyler,
Bu tartistiginiz koularda tarih çoktan hükmünü verdi. Stalinizm de, Troçkizm de, Leninizm de çöp sepetine atildi. Marksizm uyguladigi metodun bazi yönleriyle, anarsizm de nostaljik bir romantizmle belki biraz güncellik tasimakta hâlâ. Hepiniz marksist oldugunuza göre gerçegi olgularda arayin. Bu mevzular dünyada en az 50 yildir müzelik oldu. Ikinci Dünya Savasi’nin bittiginden haberi olmayip, Pasifik adalarinda 70’li yillarda savasa devam eden Japon askerleri gibisiniz.
25 sene sonra kendine marksistim veya anarşistim diyen tek bir kişi bile kalmayacak dünyada.
Maria Spiridonova
Henüz 21 yaşındayken, Ocak 1906’da Polis Müdürü General G.N. Luzhenovsky’yi öldürdü.
Suikastten sonra yakalandı ve tutuklu kaldığı dönemde çok ağır işkence ve cinsel tacize uğradı.
1917 yılındaki Şubat Devrimi sonucu özgürlüğüne kavuştu. SR üyeleri onun kaldığı hapishaneyi dinamitlerle yıktı ve bir daha kullanılamayacak hale getirdi.
Ekim Devriminin başarılmasından sonra Bolşeviklerle birlikte ilk Sovyet Hükümetinde Sol SR’ların yer almasını sağladı.
Bolşeviklerle olan ortaklık 1918 yılı başında Almanya İmparatorluğu ile imzalanan Brest Litovsk Antlaşmasına kadar sürdü. Bu antlaşmaya karşı çıkan Sol SR’lar hükümetten çekildiler.
Sol SR ayaklanması, bolşevik yanlısı askerler ve Çeka tarafından bastırıldı. Spiridonova tutuklandı. Yeniden sürgüne gönderildi.
Sürgün dönemine denk gelen büyük temizlik yıllarında köylüleri isyana teşvikten 25 yıl hapis cezası aldı.
II. Dünya Savaşı sırasında 1941 yılında 157 Sol SR üyesi ile birlikte NKVD tarafından Medvedev ormanında kurşuna dizildi.
iyi olur. Her şeye yeniden başlamakta fayda var.
Ben üniversitede öğrenciyken, profesörümüz ikisi geleneksel, Hıristiyanlık ve İslam, biri modern, Marksizm, üç din arasında kıyaslama yapıp temel ilkelerle tatbikatlar arasında çelişki olup olmadığını saptamamızı istemişti.
Sonuç:
Marksizm ve İslam’da amaca varmak için şiddet kullanma temeldir. Dolayısıyla ilkelerle uygulamalar arasında bir çelişki söz konusu olamaz. Hıristiyanlıkta ise temel sevgi ve affetmek olduğundan, Hıristiyanlığın tarih boyunca kullandığı şiddet, temel ilkelere ters düşer; çelişki aşikar.
Bu görüş açısından yaklaştığımızda, Marksizm dininin baş rahiplerinden biri olan Lenin gibi bir politika cambazının şiddet kullanması veya kullanmaması üzerine Ahmet, Gün ve Necip gibi Marksist din felsefecilerinin kılı kırk yarma tartışmaları bize gülünç geldi. Bu apparatçik olmak için can atıp bir türlü olamayanlar şimdi de sanki vicdan muhasebeciliği yapıyorlar.
Anarşist Nikolay Berdyayev, daha başlangıçta Hıristiyanlık ile şiddet arasında çelişkiyi görüp yüce ruhuna sığdıramadı. Trump, Putin, Xi Jinping, Erdoğan, Atatürk, Netanyahu, Duterte, … gibi faşist ruhlulardan biri olan köpek Lenin’in saldırısına maruz kaldı. Bu kadar yıl sonra kendini dinci sanmayan ama yobaz ve fanatik dinci olan Ahmet, Lenin gibi bir burjuvanın komünizmi ‘elektrik + (uslu) sovyet’e, yani üretime indirgediğini bile hâlâ görmemiş. Bu zavallı, ideoloji at gözlüğü taşıyan bir insan harabesi.
Liboş Marx, Fetoşçu Engels, Bölücü Lenin
http://proletarya.blogspot.com.tr/2009/11/libos-marx-fetoscu-engels-bolucu-lenin.html
Bu kadar tartışmadan sonra sorabildiğin tek soru bu mu? Şunu da sorabilirsin mesela, onların zamanında kimsenin burnu kanadı mı? Ya da bunlar hiç rus öldürdüler mi? Lenin ve Stalin zamanında hava kirliliği yokmuydu? LBGT hakları neden Stalin anayasasına yazılmadı madem o kadar demokratlarsa? Hatta Rus çingenelerşne neden devlet kurma hakkı verilmedi, çünkü Stalin ırkçı birisiydi de diyebilirsin. Maksat demogoji değil mi çoğalt soruları.
Bu soruyu soran sen emperyalizmin Libya yı işgalini savunuyordun, Kaddafi’nin boğazlanmasını hesapta karşı çıkarak mazur görüyordun. Sonunda adamı ırzına geçerek öldürdüler. Libya şu an insanların köle olarak alınıp satıldığı, siyah nufusun erkeklerinin ve kadınlarının kitlesel olarak ırzına geçildiği ırkçı faşist bir ülke. Alayınız Suriye nin işgalini savundunuz. Öyle insancıl filan değilsin, sen sadece solcuların kendisini savunmasına dayanamıyorsun.
Utanılası bir durum, kendini bilen hiç kimse Paris Komünü adam öldürmedi mi demez. Herkez Bilir ki Komün kendisini savunmustur, elbette kendisini savunmak için kardinalleri idam etmiştir, AKP nin bazı gazetecileri var, onlar mesela iki de bir ortaya çıkarlar mesela Che adam öldürmüştür derler, bunlar demogojidir, politik mücadele de özgürlük için dövüşen insanlar şiddet kullanırlar. Senin şu an Che bir katildir, Paris Komünü katiller sürüsüdür diyen faşistlerden ne farkın var? Ama yukarda da söyledim, sen idam cezasına filan karşı değilsin, emperyalistler adam idam edebilir. Ama solcular kendisini savunursa yok olmaz.
BU demogojiler seni kurtaramaz, daha da batırır. Batırıyor da zaten. Senin bu yöntemin faşistlerden alınmadır, amacı tartışmaların özünden koparılıp bir tutam demogojıye indirgenmesidir. Üstelik seni biliyoruz öyle pasifist değilsin, emperyalizmin desteklemediğin işgali yok son yirmi yıldır. Üstelik yukarda da söylediğim gibi Kaddafi nin idamını mazur gösteren yazılar yayınladın. İğrenç bir yazı idi. Ama ben seni biliyorum, şimdi de ben böyle bir iddia da bulunmadım dersin.
Sen bana Stalin anayasasından daha demokrat bir anayasa gösterebilir misin? O kadar etkilidir ki bir çok maddesi halkın mücadelesi sonucu emperyalist devletler tarafından kabul edilmek zorunda kaldı. Şu an Dünya solunun büyük kısmı Sağlık hakkı, Eğitim hakkı, konut hakkı, emeklilik hakkı, çalışma hakkı vb lerinin anayasalara yazılması için mücadele ediyor. Bunları anayasaya ilk koyan ve uygulayan Stalin anayasasıdır.
Anti bolşevikler neden bu kadar kin dolu? Neden bu kadar fanatiksiniz? En son mesajı yazan ”Anarsist Asil Berdyayev niki ile yazan arkadaş mesela (gerçi benden nefret ediyor ama ben hala arkadaş diyeyim ne de olsa tartışıyoruz) neden bu kadar nefret dolu? İlginç mesela SD lerde de var aynı nefretden! Adam o yüzden arkadaşlar, aynı hükümet de ortaklar ama onu öldürebiliyor. Düşünsenize yukarda ki arkadaş bir yerde yönetici olsa, onun gibi olmayanlara ölüm kusacak. Dile bakın. Ama bu arkadaş istisna değil, kendine anariist liberal vb diyen ama anti bolşevik, anti sosyalist insanlarda fanatizm korkunç güçlü. Ancak kendini patlatan islamcılar bu kadar fanatik olabilir.
BU arada Maria Spiridovna hakkında not da bazı düzeltmeler yapılması gerekir. Spiridovna darbe teşebbüsü arkasından değil ama 21 ya da 22 de sürgüne gitti. Bu arada 2 ya da 3 kez psikolojik sorunlarından dolayı psikiyatri kliniklerinde yattı ( herseferinde iki üç ay olmak üzere) 30 ların sonunda kocasının verdiği ifade ile güzaltına alındı ve 25 yıl ceza yedi. 41 de idam edildiği kişiler sol SD ler değildir, bildiğim kadarı ile bunların çoğu başta Troçkinin kızkardeşi olmak üzere Troçkist ve diğer muhalefete mensup insanlardı.
yapma yahu!!! 41’de Troçki’nin kız kardeşi ve diğer Troçkistler idam mı edilmiş. Ben de dönemlerde hiç idam, infaz gibi şeyler olmadığına inanacaktım neredeyse!!!
Rıfat Ilgaz, Karartma geceleri!!! okuduğundan eminim. Güzel romandır.
Sanırım sözünü ettiğin yazı bu. Bir daha oku bakalım:
Kaddafi’yi Öldürmeyin!
Devrimin giyotini en sonunda kendi ensesine iner. Bu da tarihten çıkarılacak bir derstir.
Paris’in sankülotları, Kral ve kralcıların, Jirondenlerin kellesi kesilirken giyotinin etrafında dans ettiler. Sonra Jakobenler onları da giyotine yatırdı. En sonunda Jakobenlerin kendileri de.
Kronstadtlılar ne zaman ayaklansalar kendilerine gaddarca davranan subaylarını ipe çekerlerdi. Bolşeviklere karşı da ayaklandılar. Ama bu sefer ipe çekilen kendileri oldu. Ayrıca Bolşevikler, Beyaz tehlike yaklaşınca Çar’ı ve ailesini beşikteki bebeğine kadar katletti. Sonra içlerinden çıkan biri 1930’lu yıllarda Bolşevik katliamı uyguladı.
Atatürk inkilapları üzerinde konuşmayı sevenler, istiklâl Mahkemeleri’nin idamlarından pek söz etmezler. Oysa Diyarbakır ve Dersim’deki darağaçları ortak belleğimize kazınmıştır.
1956 Macar Devrimi, bugünkü Nil devrimleri gibi güçlü bir halk devrimiydi. Ama bu devrimi yapan Macar halkının en büyük hatası, GPU gibi bir zulüm makinesi olan Macar gizli polis örgütü AVO mensuplarını, teslim oldukları halde, elleri başlarında AVO binasından çıkarken kurşuna dizmesiydi.
27 Mayıs’a devrim denemez ama özgürlüğe doğru atılmış küçük bir adım sayılabilir. Getirdiklerinin yanında götürdükleri de çoktur. Ordu rejimi 27 Mayıs’la birlikte kurulmuştur. Bununla birlikte, 27 Mayıs’ın özgürlükçülüğünü en çok karartan, ordu rejiminin oluşmasından çok, Adnan Menderes ve iki arkadaşının asılması olmuştur. Her şey geçmişe karışmış, tarihe mal olmuş ama bu gaddarca uygulama unutulmamıştır. Kan unutmaz!
Romanya diktatörü Çavuşesko devrilmeyi hak etmişti ve nitekim bir halk ayaklanmasıyla devrildi ama sonrası, bu ayaklanmanın özgürlükçü sloganlarına gölge düşürdü. Çavuşesko ve karısının, uyduruk bir şekilde alelacele yargılanıp idam edilmeleri gerçekten iğrençti. Çavuşesko’nun kanı özgürlük davasının ortasında kara bir leke olarak hâlâ durmaktadır.
Saddam kanlı bir diktatördü ama Amerika’nın güdümünde yargılanıp asılması kabul edilebilecek bir şey değildi. Saddam’ı aklamaya tonlarca temizleyici yetmezdi ama bu haksız eylem ne yazık ki, onun suçlarının insanlığın vicdanında ikinci plana itilmesine yaradı.
Libya’da Kaddafi sıkıştırılmış durumda. Diktatör sonuna kadar dövüşeceğini söylüyor. Muhtemelen dövüşürken ölecek. Buna bir şey diyemeyiz. Ama yakalanır da o an kurşuna dizilir ya da linç edilir veya Çavuşesko, Menderes veya Saddam gibi uyduruk bir şekilde yargılanıp idam edilirse, işte bu devrime yapılmış en büyük kötülük olur. Bırakın yaşasın.
Onu iktidarından ve mülkiyetinden özgür kılın, kurtarın, o da sıradan halk gibi halkın içinde yaşasın. Çok mu idealist, fazla mı erdemli.
Evet ama devrim denen şey zaten erdemdir, erdemle yaşar. İntikam, kuşku, korku, dehşet devrimin en büyük düşmanıdır. Kaddafi’nin bile canını almayan bir devrim insanlığın yüreğine öyle büyük bir ateş saçar ki, işte esas bu titretir dünyanın bütün diktatörlerini ve kapitalist asalaklarını.
Gün Zileli
26 Şubat 2011
İlk düğmeyi yanlış iliklerseniz ardından neler olur?
Evet yukarda ki yazı emperyalizmin bir ülkeyi işgalini bombalamasını, o ülkeyi yok etmesini, esir pazarına döndürmesini devrim olarak gören bir yazı. Senin yazın! Sana göre emperyalist ordular tarafından eğitilen silahlandırılan ve Libya’ya salınan bu psikopatlar ordusu devrim yapıyordu, sen emperyalistler tarafından desteklenen bu çakallar sürüsünü ayaklanan halk olarak görüyordun. Ve Yukardakı yazıda bunları diktatörlüğe karşı direnen halk olarak kutsuyorsun. Sonda ki yav yüreğim kaldırmıyor, öldürmeyin adamı be kısmı ise, onun idamını meşrulaştırmaktan başka bir şey değil. Şu an Libya bir esir pazarı. Bu özgürlük savaşçıları sadece Kaddafi yi değil ama bir halkın ve ülkenin ırzına geçtiler. Kaddafi bir diktatördü ama bu Libya halkının sorunu idi. En azından onun zamanında kadınlar çok daha fazla özgürdü, yerel demokrasi çok daha fazla idi. Petrol parası psikopat cihatcılar tarafından emperyalistlere aktarılacağına büyük oranda halka aktarılıyordu. Eğitim sağlık konut vb bedava idi Elbette diktatördü ama bu Libya halkının sorunu idi, emperyalistlerin değil. Ama senin çarpık Şimdi ABD Kuzey Kore yi sizi de Libya gibi yapacağız diye tehdit ediyor. Yarın Güney Kore de faşistleri silahlandırsa Kuzey Kore nin üzerine salsa sen hemen onu desteklersin. Bahanen de olur, Bolşevikler darbe yaptı gerekçesi ile Spiridovna yi bir gün içeri atmışlardı. Emperyalistler nereye müdahele etse bir bahane ile onları destekliyorsun. Yukarda ki yazıya bak. Saddam’ın öldürülmesi yanlışmış. Ülke emperyalistler tarafından işgal edildi, sana göre bu normal sadece Saddam’ın idamı mı yanlış? Kuzey Kore nin bombalanamasını ve işgalini ya onlarda da demokrasi yok diye destekleyecek miyiz? Sen desteklersin. SD ler emperyalistlerle işbirliği halinde SSCB yi işgal etmeye çalışıyorlar, sen bak bak Bolşevikler ne kadar vahşi. Savinov ve müttefikleri onbinlerce kişi öldürdü diye hemen tutuklanıyorlar.
Stalin, bir Rus Ulusolcusu ve hatta “Büyük Rus Şovenisti” bir Nasyonal-Sosyalisttir.
Vatan Partisi ve Doğu Perinçek’in SSCB’de iktidar olmuş halidir.
Perinçek bir “Türk Stalin”, Stalin bir “Rus Perinçek”tir.
Kırım, Ukrayna ve Stalinizmin Günahları
Marksist Tutum
Nisan 2014
http://marksist.net/oktay-baran/kirim-ukrayna-ve-stalinizmin-gunahlari.htm
Ahmet Fiyaskosu Ve SSCB İnfazları Gerçeği
sayende eski yazıları yeniden hatırlatma olanağı buluyorum, sağol:
Devrimleri Bitirmenin Yolları…
Dünya yüzünde, bugüne kadar bilinen üç karşıdevrimci odak vardır: Birincisi, emperyalist-kapitalist bloktur; ikincisi, yerel oligarşiler ve iktidarlardır; üçüncüsü, devrim adına devrime el koyan ve bastıran bürokrasilerdir.
Devrimler, ya yerel oligarşi ve iktidarların polis ve ordu güçleriyle; ya emperyalist-kapitalist güçlerin ambargo ve fiili müdahaleleriyle; ya da devrimi içerden ele geçiren bürokrasilerin tek parti yönetimleriyle sona erdirilir. Bu üç karşıdevrimci güç zaman zaman kendi aralarında da çatışmakla birlikte, son tahlilde, devrimi bastırmakta işbirliği halindedirler.
Fransız Büyük Devrimi’ni fiilen bitiren, devrim adına savaştığını iddia eden Jakoben diktatörlüğü olmuştur. Bu karşıdevrimci güç, giderek Bonapartizme evrilmiş ve Rusya’ya kadar uzanan karşıdevrimci bir işgal ordusuyla kendi milliyetçi ideolojisini yaymaya girişmiştir.
1848 devrimlerini bitiren ve ezen, ülke burjuvazilerinin hizmetindeki karşıdevrimci ordular olmuştur.
Paris Komünü, işgalci Prusya ordusuyla Versailles’deki Fransız karşıdevrimci iktidarının işbirliğiyle bastırılmıştır.
Sovyet devriminin bastırılması daha da karmaşıktır. Sovyet devrimi, önce batılı emperyalist-kapitalist güçlerle Çarlık kalıntısı Beyaz güçlerin işbirliği, ambargo ve iç savaş yoluyla boğulmaya çalışılmış, ancak başarısız olmuştur. Fakat iç savaş süreci, devrim yapan Rus işçi, köylü ve asker kitlelerini yormuş, bürokrasi bundan da yararlanarak tüm inisiyatifi ele geçirmiş ve devrimi içerden boğmuştur. Kronstadt’ın top gümbürtüleri ve Mahno’nun köylü gerillalarının naraları, bir anlamda, hem dış hem de iç karşıdevrimci güçlerin elbirliğiyle boğulan Büyük Sovyet Devriminin imdat sireni olarak da duyulabilir.
İspanya’da devrim, yukarda sözünü ettiğimiz üç karşıdevrimci odağın işbirliğiyle bastırılması açısından çok ilginç bir deneyim olarak incelenmelidir. Devrim öylesine güçlü (bence Rusya’dan da güçlü) bir kitle potansiyeli ortaya koymuştur ki, bastırılabilmesi ve yenilmesi için üç karşıdevrimci odağın da devreye girmesi gerekmiştir. Bir tarafta, hem yerel karşıdevrimi, hem de dış müdahaleyi (Fas’tan devşirilmiş sömürge ordusu) temsil eden Franko güçleri vardır; devrim onunla göğüs göğüse bir savaşa girmiştir. Öte yandan, Nazi Almanya’sı ve faşist İtalya, dış müdahaleci emperyalizm olarak Franko’nun yardımına fiilen koşmuştur. Bu da yetmemiştir. Kapitalist “batı demokrasileri” “müdahalesizlik” kararı alarak dolaylı bir şekilde Franko’ya yardımcı olmuşlardır. Dahası, Cumhuriyetçi saflardaki sağ sosyal demokrat Negrin hükümeti ve bu hükümete sızmış Stalinistler, devrimi içerden çökertmek için ellerinden geleni yaptılar. Devrimciler, anarşistler, Franko’nun eline düşmeden önce Stalinistler tarafından işkence ediliyor (POUM lideri Andreas Nin) ya da katlediyorlardı (İtalyan anarşisti Berneri). Anarşistlerin kurulmasına önayak oldukları kolektifler, daha Franko birlikleri oralara ulaşmadan Stalinistler tarafından yıkılmışlardı.
Sovyetler Birliği’ndeki karşıdevrimci bürokratik güç, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir bürokratik iktidarlar bloğunun kurulduğu koşullarda, sadece devrimi içerden bastıran bir güç olmakla kalmadı, aynı zamanda, aynı emperyalist müdahaleciler gibi dış müdahaleci bir güce de dönüştü. Artık Sovyet Kızıl Ordusu’nun yeni görevi, aynı emperyalist ordular gibi, ülke devrimlerini bastırmaktı. 1956 Macaristan ve 1968 Çekoslovakya devrimleri, Sovyetler Birliği ve müttefiki ülkelerin ordularıyla, dış müdahale yoluyla bastırıldı.
Bu yazının yazılmasına esin kaynağı olan Libya’daki son duruma gelecek olursak, devrede, birbiriyle çatışma halinde olan iki karşıdevrimci odağın olduğunu söyleyebiliriz: 1. Kaddafi’nin temsil ettiği yerel karşıdevrimci odak; 2. Batılı kapitalist-emperyalist blok.
Birleşmiş Milletler’in kararı, batılı emperyalist bloğun (sonuçta devrimi bastırmak için) harekete geçtiğini gösteriyor. Bu durumda devrimin Kaddafi’den önce batılı emperyalistlerce sona erdirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu müdahale, Kaddafi’ye karşı devrimin haklılığını fiilen ortadan kaldırmış bulunuyor. Devrimci güçlerin kaçınılmaz olarak emperyalist müdahalenin himayesine girmesi, devrimin yozlaştığının, hatta sona erdiğinin açık işareti olacaktır.
Devrim sadece ruhla yaşar. O ruhu öldürdüğünüz zaman geriye sadece bir et ve kemik yığını kalır. Kaddafi’ye karşı ayağa kalkan bu ruh, daha düne kadar Kaddafi’yle ittifak halinde olan emperyalist-kapitalistlerin müdahalesiyle ve ondan medet umarak ölmüştür artık.
Yazık oldu!
Gün Zileli
18 Mart 2011
Modern insan harabeleri arasında en yaygın alışkanlık kozmik, nesnel, tarihsel veya çok daha kısaca insanlarla ilgili sonsuz sayıda kültürel temalar ve olguların kişisel psikolojiye indirgenmesi. Son beyin yıkaması girişiminin “evolutionary psychology” olması boşuna değil. Ne de her şeyin ya maymun, yani genetik işi veya allahın işi olduğu beyin yıkaması.
Ne zaman ve nerede başladığını ileri sürüp başıma bela satın almak istemiyorum ama “çoktan beri” insan, kendisine iyilik etmek için, kendisi ile yaşam arasına giren muhabbet tellallarından kurtulamadı.
Her halükârda, bu belli bir yerde bir azınlığın yarattığı ilk yapay varlık, ilk hilkat garibesinin son ve sonsuz güçlü tenasühü muhabbet tellallının adı Kapital. En ünlü peygamberlerinden biri de diyalektik cambazı Karl Marks. Bu peygamberin diyalektik cambazlığına göre Kapital hem yıkıcı hem kurtarıcı.
En eskilerden sevdiğim bir rivayete göre bu iyilik sever muhabbet tellallarından biri olan Konfüçyüs dağıttığı aklını kendine saklaması aklını veren birine rastlar:
– Sen bize yol göstermek, akıl vermek istiyorsun ama senin akla ihtiyacın var. Aşağı yukarı 70 yıl yaşıyoruz (lütfen, Lenin, taklitçileri, siz, Zileli ve Necip gibilerin Kapital egemenliğinden çok daha önce 70 yıl yaşandığı lafını not edin) İlk on yıl çocuklukla geçiyor, kalanın üçte biri uykuda. Su getir, odun getir, yemek pişir, ev yap, ek, biç … bize rahat etmek için kalsa kalsa bir beş yıl kalıyor. O beş yılı da vır vır ederek bize zehir etmeye çalışıyorsun.
Tarih başlayalı, kazananların tarihine göre, hem ezenler hem de araya giren muhabbet tellallarının vır vırlarında kurtulmada 3 yol denendi.
1. Kaçmak. Ama eninde sonunda, ezenlerle gölgeleri muhabbet tellalları, ancak canlı kanı içmeyle hayata devam ve allahları Kapital’i besleyen hırsı müritler kaçanları, Amerikaları ve diğer yerleri buldukları gibi, bulurlar. Son tenasüh Kapital’i, keresteden tut uranyum veya altın veya mültikültürler tadını alma turizmi ile milyarlarca gıdalarla beslerler.
Belki şu sizi uyandırır:
“See … how cruel the whites look. Their lips are thin, their noses sharp, their faces furrowed and distorted by folds.Their eyes have a staring expression; they are always seeking something; they are always uneasy and restless. We do not know what they want. We do not understand them. We think they are mad.”
Words of an old Pueblo Indian related to Jung.
Acaba bolluk peygamberiniz Marks veya hadisçisi Lenin, diyalektik cambazlığıyla bu meydan okumaya bir cevap bulabilir mi?
Pueblo Indian aslında bilir, ben de: Siz beyazların tek amacı dünyayı sizin gibi ölüye çevirmek. Bilerek yaptığınız bir şey değil. 7-10 bin yıllık bir çeşit epigenetik cilvesi.
2. Direnmek. Atom bombasına ok ve yayla direnmek imkansız. O halde ezenleri taklit edeceksin. Yani ezenler gibi olup asıl amacın olan özgür yaşamadan vazgeçecek ve dolayısıyla savaşı kaybedeceksin. Yani, direnen de, ezenler ve muhabbet tellalları olur.
Bu konu bu sayfanın bitmez tükenmez sıkıcı teması.
3. İçinde doğarsın. Seni yer ya sıç*ar ya da kusar!
Kısacası daha henüz bir çözüm bulunamadı. Bence Lenin, siz, Zileli ve Necip gibiler son tenasüh Kapital aşkıyla sabaha kadar öten muhabbet tellallarısınız. Siz ezenin allahına tapıyorsunuz. Lenin ve taklitçi diğer soytarılar, ümitsizleri kapitalistsiz Kapital ninnisiyle uyuttular. Sizler daha da İLERİ safhadaki bilim-teknoloji, genetik mühendisliği, uzay turistliği veya diğer gezegenler taşınma ümitleriyle de beslenen yeni nesil bülbüllersiniz.
Toplu iğne ucunda melek sayma dedikodularınız çok sıkıcı.
Belki şu alıntı sizi uyandırır:
“… when I see multitudes of entirely naked savages scorn European voluptuousness and endure hunger, fire, the sword, and death to preserve only their independence, I feel that it does not behoove slaves to reason about freedom.”
‘…when I see multitudes of entirely naked savages scorn European voluptuousness and endure hunger, fire, the sword, and death to preserve only their independence, I feel that it does not behoove slaves to reason about freedom.’ (Jean-Jacques Rousseau)
Uyanmak isteyen herkese tavsiye:
‘Discourse on the Origin and Foundations of Inequality’, 1753
‘İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’
https://www.kitapyurdu.com/kitap/insanlar-arasindaki-esitsizligin-kaynagi/10587.html
Yani öyle bir anlatıyorsun ki, sanki Çengelköy kahvesinde tavla turnuvası… Kocasına kim bilir ne işkenceler ettiler ki, karısı Maria Spiridovna aleyhinde ifade vermek zorunda kalmış. Ordan 25 yıl ceza, ordan 150 kişiyle kurşuna dizilme…
“Canı Sıkılan Adam”
Bir adam vardııı, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan,
“Medeniyet” geldiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii!
Canı Sıkılan Wahsi
Bir “wahsi” vardııı, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan,
“Anti-Medeniyetizm” geldiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii!
Hayatın Bütün Anlamı Ve Derinliği (yahut “Değişmeyen Tek Şey Değişimdir”)
Oku adam ol mezun ol çalış maaşınla ye iç s.ç gez toz üret tüket
Mustafa Yılmaz’ın adaşı “Kin dolu bir Anti-Bolşevik”:
BBP Genel Başkanı Mustafa Destici
“Mustafa Destici: 27 Mayıs demokrasi tarihi açısından kara bir gün
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici, 27 Mayıs’ı, “demokrasi tarihi açısından kara bir gün” olarak niteledi. Gün Sazak’ın 38 yıl önce bugün öldürüldüğünü ifade eden Destici, “Türk milliyetçilerinin ailesinin başı sağ olsun” dedi. Destici, 27 Mayıs 1960 darbesine ilişkin ise, “Haksız idamlarla sonuçlanan bu darbeyi bir kez daha lanetliyorum” dedi.
Ankara’da açıklama yapan BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, 27 Mayıs 1980’de Gün Sazak’ın eşiyle birlikte evine döndüğü sırada öldürülmesine değinerek, “Bütün ülkücü camianın Türk milliyetçilerinin ailesinin başı sağ olsun diyorum. Tabii o günler Türkiye için zor günlerdi. Merhum Gün Sazak da eşiyle bir ziyaretten evine döndüğünde Marksist Leninist hain teröristler tarafından pusuya düşürülerek şehit edildi. Allah rahmet eylesin diyelim” diye konuştu.”
Gün Sazak’ın adaşı bir Anti-Bolşevik:
“Marksist Leninist hain teröristler”e Sazak gibi karşı olan Zileli
Bana vicdansiz diyen adini yazmaktan korkan şahıs arkadaş, olaya bir de şöyle baksan, kocası artık neler anlattı ise darbe yaptığı, bir çok kimseyi öldürdüğü halde bir gün ancak yatıran sonra da bir daha yapma diye salan bolşevikler, kadına kafadan 25 yıl vermişler, o da yetmemiş almanların saldırısı sırasında almanların eline geçmesin diye idam edilmiş.
Bu arada Gün’e soralım, Gün sence bunun kocası işkence görmüşmüdür? Gün bu işleri biliyor, bir ara bana mesela Bukharin’in işkence görmediğini söylemişti. İşkence görenler var ama Gün sence Spiridovna’nın kocası onlar arasında mı?
Doğru ya, Stalin, insanları o kadar düşünüyordu ki, Gestapo’ya teslim ettiklerinin dışında kalanları, onların eline geçmesinler diye idam ediyordu. Nazi kurşunuyla ölmesinler diye, şu ince düşünceliliğe bakın. Bunca iyilik karşısında hâlâ nankörlük ediyoruz.
Bir Necip vardııı, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan
Akeepee geldiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii
Çin bunu konuşuyor… Büyük tepki çekti
Çin’de blok zinciri teknolojisi konulu konferansta Çin Komünist Partisinin ve Çin’in kurucusu Mao Zedong’u taklit eden oyuncuyla yapılan tanıtım, sosyal medyada büyük tepki çekti.
Global Times’ın internet sitesinde yer alan habere göre, Hainan eyaletinde Asya Boao Blok Zinciri Forumu’nda Şü Guoşiang’ın, gri takım elbise giyerek, devrimci liderin Hunnan aksanını konuşarak tanıtım yapması ülkede tartışma yarattı.
Tanıtımın organizatörleri özür dilemeye zorlanırken, Asya Boao Blok Zinciri Forumu, olayın forumla ilgisi olmadığını açıkladı.
“UTANMAZCA BİR İŞ”
Sosyal medya platformu WeChat’te, Şü’nün performansının, Çin’de blok zinciri teknolojisinin geleceğine zarar verebileceği, bunun “utanmazca” bir iş olduğu yorumları yapıldı.
Çin’de parti liderlerinin görüntülerinin veya isimlerinin ticari amaçlarla kullanılması yasak.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/cin-bunu-konusuyor-buyuk-tepki-cekti-40850839
Bir Lenin vardııı, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan,
Ekim Devrimi geldiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii!
(Fakat emekçiler için bitmediii, yeni sıkıntılar başladııı, yeni sıkıntılar başladııı, yeni sıkıntılar başladııı!)
Haydi gel Lenin’le ol
Oturup kolhozlardan
Bakalım kollektif çiftliğimize
Ordaki partililer
Fişlenip birer birer
Gün gelir suçlanır Troçkizmle
“Bir Necip vardııı, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan
Akeepee geldiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii”
Yok. be cancagizim.. Hala daha, ve aratarak, devam ediyor o can sıkıntısı.
Tamam, AKP geldiginde hepi topu bir iki milyar dolar nakdim vardi; simdiyse, 3e 5e katlandi; ama dertler sona ermedi, malesef..
Benim gibi, ekonomiye dogrudan ve son derece onemli katkilari olan para babalarindan hic vergi almamak varken, yok ‘vergi barisi’ imis, yok bilmemne tesvigiymis… tonla para tirtiklayip, ekonomik omrunu coktaaan doldurmus olan emeklilere ‘ikramiye’ (neyin ‘ikramiye’si ise artik), bosa vakit gecirsin diye ogrencilere bedava ders kitaplari, belese yakin yurt ve yemek ucretleri, universite kayitlari filanla ziyan ediyorlar.
Onunla kalsa bari..
Yok ‘yesil kart’mis, yok yaslilik ayligiymis, yok saglik hizmetleriymis, yok bayramlarda seyranlarda bedava ulasim ve ucretsiz kopru gecisleri imis.. boyle bir suru hesaba gelmez israflara da imza atiyorlar.
Butun bunlar benim yatirim verimliligimi dusurmek bir yana, olusan trafik yuzunden, Bugatti Veyron’um kapida durmak zorunda kaliyor. Trafige ciktiginda da birinci vitesten yukari cikamiyorum.
Kisacasi: Evet, hala daha, ve aratarak, devam ediyor o can sıkıntısı.
Bu iktidar degismeli.
“[…]
Sovyet örneği
Türk liderine kendi heykelini diktirme fikrini aşılayan diğer örnek, Sovyetler Birliğinde aranmalıdır. Lenin’in gerçi hayattayken yapılmış anıt-heykeli yoktur; Stalin’in de tesbit edebildiğimiz ilk önemli heykeli 1929 yılına aittir. Ancak 1924’te Lenin’in ölümünü izleyen günlerde, Bolşevik devriminin önderini putlaştırmaya yönelik sistemli bir kampanya başlatılmıştır. (Kampanyanın ilginç unsurlarından biri Lenin’in beyni üzerinde yapılan bilimsel araştırmalardır. Aylarca süren inceleme sonunda, sözkonusu organın, hücre biçimi, sayısı vb. bakımlarından normal insan beynine oranla birkaç yüz kat üstün olduğu kanısına varılmıştır.) 1924 itibariyle resmi dairelerde, okullarda ve evlerde “Lenin köşeleri” oluşturularak portre ve büstlerle süslendiğini; aynı yıl yapılan resmi törenlerde Lenin büstlerinin taşınarak toplu saygı gösterilerine konu edildiğini öğreniyoruz. Tesbit edebildiğimiz ilk önemli Lenin anıtı, 1926’da Leningrad’da Finlandiya Garı önüne dikilecektir.
Acaba aynı yıllarda Stalin anıtları da yaptırılmış mıdır? Bu konuda bilgi edinemedik. Stalin’in “kişi kültünün” başlangıç tarihi olarak genellikle 1929 yılı gösterilir. Ancak daha 1925 yılında Tsaritsyn (şimdiki Volgograd) kentine Stalingrad adının verilmiş olması, Gürcü liderin ilk megalomani belirtilerini daha geriye götürebileceğimizi gösteriyor.
Eğer ilk Stalin anıtları gerçekten 1926’dan önce yapılmışsa, iktidardayken kendi anıtını yaptıran a) 20.ci yüzyılın ikinci siyasi lideri, ve b) tarihin ilk cumhurbaşkanı olmak ayrıcalıkları, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusuna ait olmalıdır.
Avrupa’nın 20.ci yüzyıl tarihinde bu hadisenin bir başka örneğini bilmiyoruz. Mussolini ve Hitler’in, özel koleksiyonlardaki birkaç eser dışında, anıt-heykelleri yapılmamıştır. İspanya’da Franco anıtları yoktur. Doğu Avrupa diktatörlüklerinde 1953 öncesinde dikilen Stalin heykelleri Kruşçev döneminde kaldırılmış ve bu tarihten sonra iktidardaki parti liderlerinin anıtları yapılmamıştır. Sadece Arnavutluk hakkında bilgimiz yoktur.
Sonuç
Siyasi bir liderin heykelinin ölmeden önce veya sonra dikilmesi arasındaki fark, önemsiz bir fark değildir. Birinci halde “kamu” fikri ve saygısı o günkü siyasi iktidarın sahibiyle, ikincisinde ise ulusun geçmişteki saygıdeğer evlatlarıyla özdeşleştirilmektedir. Birincisinde yüceltilen devlet reisi, ikincisinde toplumun kolektif geçmişidir. Birincisi siyasi istibdadın alabildiğine net bir ifadesidir; ikincisi, belirli ölçüler içinde kalmak kaydıyla, “iktidarın iradesiyle sınırlı olmayan bir kamu iradesi” kavramının değerli bir simgesi olabilir.
Sokakları geçmiş önderlerin, şairlerin, kahramanların ve düşünürlerin anıtlarıyla dolu olan bir ülke, devlet reisine, kendi iradesi dışında birtakım mutlak ve kutsal toplumsal veriler olduğunu anımsatabilir. Sokakta kendi heykelini (ve sadece kendi heykelini) gören bir liderin ise, ölümlülere özgü asgari tevazuu ve ahlaki dengeyi uzun süre koruyabileceği kuşkuludur.
II. Para
701 sayılı kanun uyarınca 5 Aralık 1927 tarihinde tedavüle çıkarılan Cumhuriyet banknotları, iktidardaki devlet başkanının resmini taşıyan ilk Türk paralarıdır. Osmanlı paralarında da padişahın tuğra ve mührünün bulunması itibariyle, bunu Osmanlı geleneğinin modernleştirilmiş bir devamı sayabiliriz.
Gerçekte olay daha ilginçtir. Çünkü, tesbit edebildiğimiz kadarıyla bu tarihe kadar yeryüzünde “cumhuriyet” sıfatına sahip hiçbir ülkede, paralara günün devlet başkanının resim, mühür veya adı konmamıştır. Böyle olmasının nedeni de açıktır. Devletin itibarının hükümdarın kişiliğiyle ve devlet hazinesinin hükümdarın mülküyle özdeşleştirilmesi, öteden beri monarşilerin ayırdedici bir özelliği olagelmiştir. Cumhuriyetlerde devlet, devlet başkanının kişiliğinden bağımsız bir tüzel kişiliktir; devlet başkanı bu tüzel kişiliğin yasal vekili ve memurudur. Bundan ötürü eski Yunan’dan bu yana cumhuriyetlere ait sikke ve paralarda sadece devletin soyut simgelerine veya ülkenin geçmiş ünlülerinin resimlerine yer verilmiştir.
Türkiye’nin açtığı çığıra Avrupa’da uyan bir başka ülke tesbit edemiyoruz: Mussolini, Hitler, Stalin, Franco, Metaksas veya Enver Hoca resmi taşıyan paralar yoktur. Lenin’in portresi Sovyet paralarına ölümünden otuz yıl kadar sonra konulmuştur. Ancak kraliyetle yönetilen Avrupa ülkelerinde hükümdarın portresi paralara basılmaya devam etmektedir.
III. Yer isimleri
Sokak, cadde, meydan, köprü, semt, kasaba, şehir, dağ, liman ve benzeri coğrafi birimlere siyasi liderlerin adının verilmesi de yaygın bir Osmanlı geleneği değildir.
Eski devirde bu kuralın istisnası, bir padişah veya paşanın yaptırmış olduğu hayrat dolayısıyla halk arasında onun adıyla anılan semtlerdir (Selimiye, Sultanahmet, Mahmutpaşa gibi). Tanzimattan sonra çeşitli yerleşim birimlerine padişah adı verme eğilimi görülmüşse de, bu eğilime genellikle hükümdarın özel gayret ve himmetiyle kurulmuş olan bayındırlık eserleri konu olmuştur. Padişah adı taşıyan ilk ve tek Anadolu kenti olan Elaziz (Elazığ; adlandırılışı 1867), daha önce adı bile olmayan bir mezra iken Abdülaziz zamanında imar edilip sancak merkezi olmuş bir yerdir. Mecidiye, Hamidiye ve Reşadiye adını taşıyan birçok köy ve mahalle, Abdülmecid, II Abdülhamid ve V Mehmet zamanında hazine-i hassadan (yani kamu maliyesinden ayrı olarak, sultanın özel hazinesinden) ayrılan paralarla iskân edilmiş yerleşim birimleridir.
Varolan kentlerin adlarının siyasi mülahazalarla değiştirilmesine, modern tarihte yaygın olarak ilk kez Sovyetler Birliğinde rastlanır. 1917 devriminden sonra bu ülkede çarlık rejimini çağrıştıran yer isimleri terkedilerek, Bolşevizmin simge ve kahramanlarından ilham alan adlar kullanılmaya başlanmıştır. Ancak 1925’ten önce, bilebildiğimiz kadarıyla, hayattaki bir Sovyet liderinin adı bir kente verilmemiştir. Petrograd’ın Leningrad adını alması, Lenin’in 1924’te ölümünden hemen sonradır. Stalingrad ise 1925 başlarında, Stalin henüz hayattayken onurlandırılmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin yer adlandırma politikası, bu anlamda, Osmanlı’dan çok Sovyet anlayışını yansıtır. Ankara hükümetinin onayıyla 1922 Eylülünde Kemalpaşa, Mustafakemalpaşa, Kemaliye ve Mustafapaşa adlarını alan Nif, Kirmasti, Eğin ve Sinasos kasabaları, Türkiye tarihinde ideolojik gerekçelerle (somut bir bayındırlık eseri sözkonusu olmaksızın) iktidardaki devlet reisinin adını alan ilk yerleşim birimleridir.
[…]”
Kişiye tapma, bir Osmanlı geleneği midir? / Yanlış Cumhuriyet
Sevan Nişanyan
Sana daha önce de gösterdim, hemde kendi çevirdiğin kitaptan alıntılarla, Stalin teslim etmedi, onlar gitmek istedi diye. Margarete Neuman yalan soyluyor, kendisi nazi kampalrında mahkumlardan hangilerinin öleceğine karar veren blok sorumlusu ve ölüm kampı müdür yardımcısı idi. Nitekim Almanya ya gitmek isteyen bazı sanatçıları naziler kabul etmemiş, oraya gidenlerin çoğu da serbest bırakılmış, Margaret Neuman Buber tutuklanan nadir kişilerden, sebebi ingilizci olması ama onu da ölüm kamplarında kimin ölüp kimin kalacağına karar veren Blok sorumlusu yapmışlar, ordada kalmamış kadın çabaları ile ölüm Kampının müdür yardımcısı olmuş. Artık nasıl çaba gösterdi ise kampa gelen 120 bin kişinin 90 bini fırınları boylamış.
Stalin yönetiminin idam edilen 149 kişiden nefret ettiği kesin. Almanlar ilerlerken idam edilmeleri ise bunların almanların eline geçmesini engellemek, almanlar tarafından kullanılmalarının önüne geçmek olduğu açık. O zaman Krasnov ya da Savinkov gibi bir çok muhalif emperyalistlerle işbirliği yapıyordu. Ben sorumu yine soruyorum, Spiridovna’nın kocası neler anlattı ki zamanında idamlık ve rezil suçlar için bile içerde sadece bir gün tutan ve ertesi gün affeden bolşevikler kadını 25 yıl hapse çarptırmış, dahası almanlara geçecekse öldürelim denilmiş. Benzer muameleyi beyaz orduları tarafından kurtarılmadan hemen önce Çar ailesine yapılmıştı. Sence neler söylemiş olabilir kocası Spiridovna hakkında?
Bu arada emperyalist ülkelerin SSCB ye yaptıkları işgal girişimlerini destekliyor musun? O işgal girişimlerinin şu an Libya ve Suriye yi işgalinden farkı neydi?Hepsinde de kendi silahlandırdıkları özgürlük savaşçıları bulunuyor, bu özgürlük savaşçıları dinci ya da milliyetçi ideolojilerle donatılıyor, bunlar yoğun kitle katliamları ile halkta dehşet saçıyor, direnme azmini kırmaya çalışıyor, soldan devşirdikleri kişiler ise bu katliamları meşrulaştıran söylemler üretiyorlar. Sana göre Libya daki emperyalistler tarafında silahlandırılan köle tüccarları devrimciler. Sen neden emperyalistlerin silahlandırdığı herkesi devrimci görüyorsun?
Sence neden tüm anti bolşevik sol muhalefet, SD den ekonomist marksistlere, menşeviklere anarşistlere kadar emperyalistlerle işbirliği yapıyor, beyaz ordulara katılıyor, onların hükümetlerine bakan veriyor, Rusya da ya da ABD de Avrupa da onları meşrulaştıran bir politik çizgi izliyorlar? Neden hep şiddet kullanıyorlar? Bu arada şunu belirteyim, SD lerden sol sd lerden anarşistlerden menşeviklerden büyük çoğunluk bu işbirlikçilere karşı çıkmış bu savaşta bolşevikleri desteklemiştir.
Marks, “Marksist” olmadığını söylerdi.
Lenin, bir “Leninizm”den yana değildi.
“Troçkizm” adlandırmasına soğuk bakan birçok “Troçkist” kendilerini böyle tanımlamaz.
Örneğin, Troçki’nin bazı takipçilerini eleştirerek Troçki ile “Troçkizm” arasında bir ayrım yapılması gerektiğini savunan Marksist Tutum çevresi gibi.
“Stalinist”ler de genellikle “Stalinizm” diye bir şeyin olmadığını söyler.
Aşağıdaki gibi örneğin;
Comrade Stalin 28 Ocak 11 / 6pm
Stalin Leninsttir…Stalinizm diye bir -izm yoktur. Dolayısıyla bu kitabı boşuna yazmışsınız sayın Zileli. Stalin karşıtı olarak okuduğum her şey bende yazarlarının utanmaz birer çarpıtıcı yada zeka seviyesi düşük insanlar olduğu düşüncesine sahip olmamdan başka bir işe yaramadı. Bu kadar gereksiz, ne anlatmaya çalıştığı belirsiz şeyler yazabilmek için nasıl bu kadar “emek” sarfedebiliyorsunuz doğrusu bu “büyük çaba” yı hayran kalıyorum..Yazmaya devam edin sayın Zileli..ama artık ben şahsen Stalin karşıtı şeyleri okumaya, izlemeye bile gerek görmüyorum.
Stalinizm: Bir İdeolojinin İflası, Gün Zileli, 2010, Özgür Üniversite.
http://www.gunzileli.com/stalinizm-bir-ideolojinin-iflasi/
Demek oluyor ki bu kişiler ve takipçileri bazı gerçeklerin farkında.
Biraz daha sorgulasalar bunları aşacaklar aslında.
Yazık.
“Bir “wahsi” vardııı, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan, canı sıkılaaan,
“Anti-Medeniyetizm” geldiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii, sıkıntı bittiii!”
Bende bu sitedekiler gibi polislik-hafiyelik yok ama sanırım,
Ahmet = Hortlak = Marksizm Dini Fanatiği
Her halükârda, b*k aynı b*k sinek farklı.
Bu insan harabesi fanatik için her varlık ya X ya da anti-X. Yani, Ahmet = Hortlak, Marks’ın allahı diyalektiği bilmeyen bir hilkat garibesi.
At gözlüklü kaba (vulgar) Marksist ucube Hortlak-Ahmet, mürtet Zilelin’in diyalektik cambazlığındaki inceliği kaçırmış:
X: Allah=Kapital=Bolluk; Peygamber = Marks; Hadis kaynağı, Lenin; İlahi “Kapital iyi, kapitalist kötü!”
anti-X: Allah=Devletsiz Kapital= Bolluk; Peygamberler=Sitesinde sattığı Anarşistler; Hadis kaynağı, diplomalı anarşist Zileli; İlahi, “Kapital iyi, Yeşillik Anarşizm’i Kötü!”
Zileli’nin Sentezi: Bakire Kapital-Anarşizm
Zileli’nin ilham kaynağı Batı politikası tüccarı Atatürk. Zileli büyük şef gibi, biraz geç de olsa, daha güncel Batı’ya döndü.
Çekirdekten yetişen Zileli, 1968’lerde Marksizm’in bakireliğini kaybetmiş, iflas etmiş olma temel mesajını, 20-25 yıl sonra da olsa, duydu. Bakire Kapital, Bakire İdeoloji, yani, Anarşizm’i Türkiye’ye ithal etti. Aynı zamanda, Zileli, Marks’ı aşarak asıl hakikatin Kapital olduğuna uyandı.
Peki, Ahmet = Hortlak neden hâlâ bağnazlık ediyor, neden diyalektiğin asıl kaynağı zamana, özellikle teknolojiye şükür gittikçe hızlanan zaman akışına, katılmıyor? Bu soruya cevap, Zileli ile Ahmet = Hortlak arasındaki sürtüşmenin aslında dandik olduğuna işaret eder.
Kapital motoru bilim-teknik fanatiği, Ahmet = Hortlak, şimdi doktorların bakireliğini kaybedenleri yamalayıp tekrar devreye soktuklarını biliyor. Hatta kapitalizmin son krizini inceleyen bir ekonomi tarihçisi “kriz 50-60 önce olsaydı, bataklıktaki düzenciler çıkmak için Marksizm’i seçerlerdi.” dedi. Rivayetlere göre varılan karar herkese para dağıtmak. Tek pürüz? Doyurup salaklaştırılan insanlar. Ahmet = Hortlak gibi, tüketim devrinde hâlâ üretim ’emek yok, yemek yok’ ilahisi çağıran hödükler. Bu fanatik enayi, Hoca’nın yoğurdu misali, aparatçik olma hayalleri içinde yaşıyor.
Dandik çatışmanın özeti:
X: Ahmet = Hortlak
anti-X: Zileli
Sentez: Kapital = Bolluk
Ama birkaç ihtimal daha var. Bu eski iki yoldaş eski güzel günlerini deşeleyip vicdan muhasebeciliği yapıyorlar. Ateşli ve hızlı gençlik günlerinin hasretini tekrar yaşıyorlar. Bir zamanlar geleceğin aparatçik olma hırsıyla hafızladıkları fıstık kabuğunu doldurmaz banallikleri tekrarlayıp banal olmadıklarına kendi kendilerini inandırmak istiyorlar.
Hatta bir ihtimal daha var. Marks’a göre asıl olan üretim ilişkileri değil, sosyal ilişkiler. Bolşevikler, çok sayıda diğer yozlaştırmalar gibi bunu da tersine çevirdiler. Halkı, kendilerinin ne kadar alçak olduğunu görmesinler diye, üretim ile, Kapital’e hizmetle oyaladılar. Ahmet = Hortlak, Zileli, D. Küçükaydın gibi enayileri de Kapitalizm öcüsünün korkusuyla uyuttular. Belki Ahmet = Hortlak ile Zileli de nasıl ve neden kandırılmış olduklarını incelemektense laf kalabalığıyla dikkati başka yere toplamak istemişler.
Çok yazık. Ne Rusya ve peyklerinin asıl allah Kapital’e açık açık dönüşü, ne de Çin’in asıl allah Kapital’e açık açık dönüşü bu iki moruğu taş uykularından uyandırabilmiş.
Fredie Blom spent most of his life as a labourer – on a farm and in the construction industry – in apartheid South Africa …
“Every day I still smoke two to three ‘pills’,” – local slang for tobacco tightly rolled into a cigarette-length piece of newspaper.
“I blame the devil for that because he’s so strong,” he says with mischievous grin.
His first job was as a farm labourer before moving to a company that installed pre-cast concrete walls known locally as vibracrete.
Living in a gang-infested, crime-ridden area like Delft, it’s not hard to see why Mr Blom believes the prevalence of crime is the biggest change he’s observed in his lifetime.
“Life was much more peaceful. Those were good times. There were no murders and robberies. Nobody got hurt, there was nothing of the sort.”
“You could lie on your bed all day and when you woke up, everything – all your possessions – would still be there. Now it’s all changed.”
“I can’t do anything – I can’t even get on a ladder any longer. I just sit around. I don’t have time for the nonsense that’s on TV.”
He would rather sit outside his house and roll up another piece of newspaper and give in, once again, to the devil’s temptation.
As for politics and the change from the days when south africa was under white minority rule, Mr Blom is completely oblivious. “I worked on the farm – there was no time for anything else but to do your work. We only heard fleetingly about politics.”
********** Türkçe not **********
Son cümleler bana “Gods Must Be Crazy” filmindeki ne solcuları ne sağcıları anlayan bushmani hatırlattı. İki tarafında zır deli olduğunun güzel bir sergilenmesi.
Buraya kadar konuşan Mr Blom. Ardından kapitalist dünyanın en ünlü Yayın Kuruluşu medya yıldızının eklediği politika diline çevirisi gelir.
********** Türkçe not Sonu **********
This admission may seem surprising but it is actually a common view among farm workers and labourers. Many of them, like Mr Blom, were illiterate, and lived a very secluded life.
Although black workers lived and toiled under harsh conditions on the almost entirely white-owned farms, they were generally prevented from mobilising, let alone joining trade unions or political groups.
Diğer bir deyişle, Marks ve özellikle Lenin’e benziyor değil mi? Hortlak-Ahmet, Zileli, Demir Küçükaydın ve benzeri binlerce saray yakınlarında büyümüş Türk aydın maymunların taklit ettikleri Kapital dininin Batı mürit-yaltakçıları ve usandırıcı politika ticareti. Bu açıklama, sıkıştığından buraya kaçan ve yaltakçılığını kabul eden Necip’in kendini neden asil sandığı da anlaşılır: Herif Kapital’e açık açık tapıyor! Saklamıyor! Bu herif çok eski bir aydınlığa kavuşmuş: Bu Dünya bir Yalan Dünya. Laik olduğu için kıyamet falan gününe de inanmadığı için ümidini Uzay Denklemelerine, genetik kesip biçmelerle yaşamadığı hayatını yaşama fırsatı sağlayacağına, Uzay turistiğine çıkacağına bağlamış. Kısacası, tüketiciliğin allahını özümlemiş: Asla doymamak!
Bu herif bayağı postmodern, ‘made in Turkey’ b*k çukuru malı postmodern.
Hastalığına üzüldüm Ahmet. Ama bence ümidini kesme, insan en ağır hastalıkları bile yenebilir. Akıl hastalığı bile olsa…
“Allah Yok Din Yalan”lar:
– Devrim (Allah) Yok Sosyalizm (Din) Yalan
– Marks-Lenin (Allah) Yok Marksizm-Leninizm (Din) Yalan
– “Sovyet”ler (Allah) Yok Bolşevizm (Din) Yalan
–
Diğer “Yok”lar Ve “Yalan”lar:
Necip Bey:
Kapitalizm (Şeytan) Yok Anti-Kapitalizm (Din) Yalan
Demir Küçükaydın:
Ulus (Allah) Yok Ulusçuluk (Din) Yalan
Sevan Nişanyan:
Atatürk (Allah) Yok Kemalizm (Din) Yalan
Nasname:
Öcalan (Allah) Yok Apoculuk (Din) Yalan
Luigi Cascioli:
İsa (Allah) Yok Hıristiyanlık (Din) Yalan
Şeytan enayi mi?
Neden Allah’ın var olduğunu bildiği halde cezalandırılacağını bile bile ona meydan okuyor? (Adem’e secde meselesini tartıştıkları sırada olanlar)
Hadi Allah’ın olmadığını düşünen veya en azından bu konuda bir fikri olmayan ateist ve agnostiklerin bu cüretkârlığını anlayabiliriz.
Peki onunla muhatap olma gibi bir ayrıcalığa kavuşmuş, dolayısıyla var olduğunu öğrenmiş birinin böyle bir aptallığa cüret etmesi nasıl açıklanabilir?
Siz ne diyorsunuz buna Necip Bey?
“Mecelle menşei tamamen dinî ve ilâhî olan fıkıhtan iktibas edilmiş bir eserdir. Yani teokratik bir esasa dayanmaktadır.”
…
Prof. Dr. Onar’ın bu görüşü son derece enteresandır. Onar, İslam hukukunun ilahi kökenli olduğunu ileri sürmektedir. “İlahi kökenli” demek, yanılmıyorsak, tanrı tarafından verilmiş veya vahyedilmiş demektir. Eğer Onar dediğine inanıyorsa, tanrı tarafından vazedilmiş olan hukuku reddetmesi cüretli bir davranış sayılmalıdır. Eğer İslam fıkhını geçerli bir hukuk kaynağı kabul etmiyorsa, o zaman ilahi kökenli olduğuna da inanmıyor olması gerekir. Demek ki İslam fıkhı da – tıpkı İsviçre Medeni Kanunu gibi – bir insan eseridir. Köken ve statü olarak, İsviçre Medeni Kanunundan farkı yoktur. Hüküm ve metodlarının isabetli olup olmadığı tartışılabilir; çağdaş Türk toplumunun ihtiyaçlarına hangisinin daha iyi cevap verdiği konusunda çeşitli görüşler olabilir. Ama “ilahi kökenlidir” diye bir hukuk sisteminin reddi, herhalde tarihte eşine rastlanmayan bir paradoks olmalıdır.
https://books.google.com.tr/books?id=6jlFAgAAQBAJ&pg
Keşke Lenin’i ve öbür bolşevik godamanları gebertmeyi başarsaydı şu SR’cılar. Sonra ver elini dünya devrimi.
Anti komünistlerde ki şu kine nefrete bakınız! Şu fanatikliğe bakınız, İŞİD in fanatiklği nefret dolu söylemleri yanlarında solgun kalır. İnançlar insanı sadece aptal yapıyor.
Ahmet, bu tür arkadaşların yazdıklarına katılmıyorum. Ama sen de hem cellatların savunuculuğunu üstlenip hem de masum çocuk rolü oynamasan iyi olur. Bilmeyen de seni, karıncanın bile incitilmesine karşı biri sanacak.
Politeistler:
“Allah Çok Din Falan”
Allah çooook
Amon, Ra
Zeus, Deus
Jüpiter, Tutatis
Lat, Uzza, Menat
Tao, Mao, Apo
Krişna, Kruşçev
Put(in), Yeltsin, Stalin, Lenin
Marks (and Spencer) and Engels
Enver Paşa ve Hoca
Atatürk, Türkmenbaşı
Nursi, Mursi, Sisi, ISIS
Er Doğan ve Bakan
Köpek köpeği ısırır mı?
Bakın şu iki dert ortağı, nasıl bir aşk/nefret oyunu oynuyorlar! Dünyanın en büyük insan cellatlarının, milyonlarca insanların canına kıyanların kan görmeye dayanamadıklarını, hayvan ve karınca incitmemede Jainistleri bile geçtiklerini bilmemezlikten geliyorlar veya bilmiyorlar. Bir zamanlar aldatıldıklarını bir türlü kabul etmedikleri gibi hâlâ o saçmalıkları anlamamışlar. Bunların intihar etmemeleri anlaşılır da çenelerini kapatmaktan vaz geçememelerini anlamak imkansız. Zavallı insan harabeleri. Kendilerini harabeye çeviren ideolojiye sarılma fanatikliği İŞİD fanatikliğinden farklı mı? Bu tiksindirici insan harabeleri, İŞİD kelimesi sakızını çiğneyerek aslında his şantajı yapmaktalar. Kendi bağlı oldukları ve bağlı olmakta ısrar ettikleri ideolojilerin katlettiği insan sayısı kara deliklerine kaçıvermiş. Köpeklere bolluk vaat eden ideolojinin kullandığı laf afyonuyla uykuya dalmışlar. Aynı yalanlara inanmakta devam etmeleri hâlâ uyuşukluk içinde olmalarından veya bir zamanlar sarıldıkları ideolojilerin içlerini ve beyinlerini tamamıyla yıkadığından. Boş iç ve boş beyin huzuru içinde vurdum duymaz olmuşlar.
Dinleyin küçük adamlar: Fanatik Ahmet- Fanatik Zileli: Sosyal haksızlıkların olmadığı toplumlar oldu ve taptığınız bolluk vaat eden zengin allah-toplular daha henüz hepsini yok etmedi. Bu insanlar arasında sosyal haksızlık kavramı bile yok. Ne de sizin baş belası peygamberinizin Judeo-Christian (tabii, İslam da dahil) Orta Asya’da başlayan kurtuluş safsatası. Siz ikinizin cambazlıklarınızın kaynağı, insan tarihinin en fazla %7’si. Utanın biraz, insan bu kadar alçak olmaz. Cahilliğinizle iftihar ediyorsunuz!
“68 Ahmet 30 Mayıs 18 / 10am
Anti komünistlerde ki şu kine nefrete bakınız! Şu fanatikliğe bakınız, İŞİD in fanatiklği nefret dolu söylemleri yanlarında solgun kalır. İnançlar insanı sadece aptal yapıyor.”
” Gün Zileli
Mayıs 30th, 2018 at 11:06
Ahmet, bu tür arkadaşların yazdıklarına katılmıyorum. Ama sen de hem cellatların savunuculuğunu üstlenip hem de masum çocuk rolü oynamasan iyi olur. Bilmeyen de seni, karıncanın bile incitilmesine karşı biri sanacak.”
Katılmakta özgür değilsin Zileli, katılamazsın! Bindiğin dalı kesmiş olursun.
“İlk laik Şeytan’dır. Allah var kabul ederim ama koyduğu kanunları kabul etmem demektir laiklik.”
demiş biri:
http://gazeteport.com/2017/ilk-laik-seytandir-dunyada-ne-kadar-hirsiz-p-varsa-laiktir-91927/
Küçük beyinler Lenin’i, orta beyinler Lenin’in olaylarını, büyük beyinler Lenin’in fikirlerini tartışır.
Stalinist fikirlerinize sonuna kadar karşıyım. Ama onları ifade etme özgürlüğünüzü hayatım pahasına savunurum.
“Neden Allah’ın var olduğunu bildiği halde cezalandırılacağını bile bile ona meydan okuyor?”
O, sadece, ona bicilmis rolu oynuyor. Bunu bir ‘meydan okumak’ olarak gormek bence isabetli degil.
Bu yuzden, kabahatli sayilacagini farzetmek de dogru olmaz.
Dahasi, Seytan’in Allah’in varligini inkar ettigi de yok. O, icraate itiraz ediyor.
Sonucta, Allah, kendi muhalefetini kendi elleriyle yaratmis, islev gormesine izin ve imkan tanimistir.
Bundan dolayi, Allah’in, ne Seytan’i, ne de baska birisini sorumlu tutmasini ongormek mantikli ya da makul olmaz, bence.
Sadak Allah ul azim.
68 Ahmet 30 Mayıs 18 / 10am
” Anti komünistlerde ki şu kine nefrete bakınız! Şu fanatikliğe bakınız, İŞİD in fanatiklği nefret dolu söylemleri yanlarında solgun kalır. İnançlar insanı sadece aptal yapıyor.”
Bu sitenin adı ‘gunve40ucubeler.com’ olmalı.
Bu Ahmet sapık mıdır nedir? Ulan hangi komünistliğe kin besleniyor? Kimler kin besliyor?
Akıl almaz amaçlarla dünyayı kana boyayan Hristiyanlık, İslam, Batı, Ahmet gibi Dandik Aydınlık, Irkçılık, Faşistlik, Nazilik, Kapitalizm savunucularının hepsi bu sapık gibi boş beyinlerindeki bakire, el değmemiş, hiç aslı denenmemiş falan filan ideolojilere sarılıp böyle zırvalarlar.
Bu ucube Ahmet rahat kıçı*na oturmuş Rusya, Çin ve diğer komünist diyarlarda komünizm, ilerleme ve sapık amaçlar adına varmak için yok edilen 30-40 milyon insan, bu insanların sevdikleri, bu insanları sevenleri düşünmeden ipe sapa gelmez konuşuyor. Hem de aynı kendisi gibi bir zamanlar “useful idiot” olan Zileli ile. Utanıp sesini keseceğine, bakire komünizm adına akıl almaz banal ayrıntıları içinde kaybolmuş.
İnsanların bu kadar alçalması ne kadar acı verici!
hakaret içeren yorum konmadı.
Mustafa Keser’in askerleriyiz!
Keserizmde ısrar, insan olmakta ısrardır!
Luke Skywalker: “I only know one truth… It’s time for the Marxism to end”
“Siyasi bir liderin heykelinin ölmeden önce veya sonra dikilmesi arasındaki fark, önemsiz bir fark değildir. Birinci halde “kamu” fikri ve saygısı o günkü siyasi iktidarın sahibiyle, ikincisinde ise ulusun geçmişteki saygıdeğer evlatlarıyla özdeşleştirilmektedir. Birincisinde yüceltilen devlet reisi, ikincisinde toplumun KOLEKTİF GEÇMİŞİDİR. Birincisi siyasi istibdadın alabildiğine net bir ifadesidir; ikincisi, belirli ölçüler içinde kalmak kaydıyla, “iktidarın iradesiyle sınırlı olmayan bir KAMU İRADESİ” kavramının değerli bir simgesi olabilir.”
Saray etrafında doğmuş, tahsil görmüş, yazıp çizmeyi öğrenmiş bir zamane insanı ne cici bici kavramlar (KOLEKTİF GEÇMİŞİDİR, KAMU İRADESİ vs) işitmiş, ne güzel papağanlık yapıyor Allah’ım! Herif kapak attığı yazı köşesinden çıkıp sokakları bir dolaşsa, kendi b*kunda veya başkalarının b*kunda boncuk bulan megaloman bireylerin çoktan modern çağda yaşadıklarını belki görürdü. Demokrasi ve insan haklarına şükür şimdi artık ‘herkes megaloman ama bazıları daha çok megaloman!’ Bu çılgınlık çoktan başladı ama tüketim safahsında evrenselleşti.
Eğer bu saray yazar çizerinin beyni Lenin’in beyni kadar kıvırmalarla dolu olsaydı şiddet, yakıp yıkma, kan, seks, macera filim ve videoların sonsuz popüler olması da uyanmasına kafi gelebilirdi.
Tarihte, bir hilkat garibesi toplum doğar. Her rastladığını yer, saray dalkavukları büyük kıvır kıvır beyinlere kusar. Bu toplum zamanla Allah olur, her rastladığını ölüye çevirip kendine benzetir. Şimdi artık evrensel, her yerde hazır ve nazırdır. İçinde doğanlar ya bu toplumun genlerine yazdıkları yalanlarla doğarlar veya devreye meşhur pezevenk*er okul ve medya girer, eksikliği giderir.
Her halükârda, bu ucubenin doğuşuyla canlı cansız bütün varlıkları kapsayan evrensel demokrasiden merdiven demokrasisine KOCAMAN bir adım atılır.
Saray “düşünür – rahip” yaltakçılar başa oturanı örnek alıp altın yumurtalar yumurtlamaya başlarlar.
Önceleri merdiven yukarıdan aşağı doldurulur: En üstte Allah (başta oturup emir veren), sonra melekler (bürokratlar), sonra sıradan insan, sonra hayvan, sonra bitki ve nihayet cansız madde. Daha sonra merdiven basamaklarına zaman yayı takılır, hareket kazandırılır, aşağıdan yukarıya doldurulur ve cici bici evrim teorisi olur: Homo, homo erectus, homo habilis, homo sapiens, homo sapien sapien. Merdivenin en üst basamağı beyinleriyle altın yumurta yumurtlayanlara ayrılır: BAŞ, yani BEYİN.
Hatta üst basamağa bile bir mini merdiven koyulur ve aynı Lenin’in beyni gibi, şişko beyinden cılız beyine kadar beyinler hizaya getirilir.
Saray yaltakçıların en temel ilkesi: YUKARILARDA DÜZEN VAR; AŞAĞIDA DA DÜZEN OLMALI!
Hilkat garibesinin en temel ilkesi: BENDEN BAŞKA BİR TOPLUM-ALLAH’A TAPMAYACAKSIN!
Toplum-Allah sayısız tenasühlerden geçer.
Son tenasühü Kapital ve Kapital’in sadık hizmetçisi bilim-teknik.
Bu hilkat garibesi bir ara en alta koyduğu cansız materyalin aslında en üstte olduğunu bile ileri sürüp ölüme bütün çıplaklığıyla tapmaya başlar. Daha sonra ve bu hilkat garibesi tüm dünya maddelerini ele geçirip bolluğa kavuşunca, madde olan yerlerdeki vahşi veya geri beyinlilerin bir b*k yiyemediklerine uyanırlar. Bu safha, fizikte maddeden enerjiye geçiş; matematikte non-euclidian geometrisine geçiş; sosyal bilimlerde “know how” şamatalarıyla simgelenir.
Şimdi ilk başlangıca, yani bu hilkat garibesinin doğum yıllarına döneyim, aksi halde hayatımı bu insanı en alçak yere yerleşitirip karşısına dev aynası koyan pezevenk*erin masalı bitmez.
BAŞTA, kelimesi kelimesine, bir şişko oturur. Halk daha henüz hilkat garibesi uyuşukluğuna dalmadığından şişkoyu kral, padişah, imparator, şah, sultan gibi cici bici imrendirici isimlerle anmazlar. Hala ampirikler. KOLEKTİF GEÇMİŞE göre şişko ölürse, toplum da ölür. Saraydaki astrologlar iş başı eder: Ne olur ne olmaz, kendilerine b*k dağıtan şişko ölür, kendileri de ardından açlıktan ölür ve ardından da asıl gıda tedarik edenler de ölür.
Bir süre sonra zengin tüccarlar da evlerinde burçlarına bakan astrologlar bulundururlar. 5-6 bin yıl sonra etraf nihayet Aydınlık’a kavuşur. Ama o da yetmez. Üretimden tüketime geçilinceye kadar salt bu gazeteci ve benzeri “düşünürler” b*klarında boncuk burcuna bakarlar. Tüketim ile dağıtılan b*kları yiyecek bütün bireylerin kalbi ve beyni kazanılır. Her birey kendi astrologu olur ve b*kunda bulduğu boncuklarla burcuna bakar.
Yaşasın insan hakları, yaşasın demokrasi, yaşasın kolektif bireyler, yaşasın yalnızlar yığını bireyler, yaşasın okuduklarını, hilkat garibesinin genlerine yazdığı dile çevirip anlayan hödükler.
“Küçük beyinler Lenin’i, orta beyinler Lenin’in olaylarını, büyük beyinler Lenin’in fikirlerini tartışır.”
Siz bu lafı kelimesi kelimesine, papağan vari anlamışsınız.
Beyaz sarayda ikamet eden Eleanor Roosevelt aslında politikacıları tanımlamak istedi ama bu arada politikacılara dalkavukluk yapan büyük beyinlilerin gönlünü okşadı.
Benim tercümem: ” Büyük beyinler enayileri büyük ninnilerle uyuturlar, uyuyan enayileri yolmak kolay olduğunda orta beyin kafi, yolduktan sonra cebe atmak için çok az beyin yeter.”
Lenin’in akıl babası Marks bile kişinin dediğine değil yaptığına bak dedi ve hayatını işi becerenlerin fikirlerini değil yaptıklarını incelemekle heder etti.
Gelelim bu enayiler şerbetinin sitedeki dağıtılmasına.
Yine tercüme edeyim:
– büyük beyninle orta ve küçük beyinli enayilere eşitlik ninnisi söyle;
– orta beyninle daha büyük Marksist-Leninist beyinliye sığın;
– o da semere vermezse, küçük beyninle anarşist ol.
Bu öz deyişi buraya ekleyen eşitsiziliğin zevkini çıkarıyor gibi.
Salt kelimelerle oyalanan ve ninnilerle uyuyan bu cahiller sitesinde 20. yüz yılın en ünlü Marksist tarihçilerinden E. P. Thompson’da bir alıntıyı ekleyeceğim:
“17. yüz yılda bir meyhanede toplanan küçük beyinli sıradan devrimciler arasından biri ‘bize büyük beyinliler lazım’; bir kunduracı da ‘büyük beyinlileri boş ver, onlar hep ezenlerden yanadır’; ve nihayet E. P. Thompson da ‘hâlâ kunduracının meydan okumasına bir cevap bulmuş değiliz’ der.”
Büyük, orta, küçük beyin masalını buraya aktaran da Eleanor Roosevelt gibi kendi ve siteye katılan büyük beyinlilerin gönlünü okşamak istemiş olabilir. Kendini büyük beyinli dev aynasında görüp kişisel terapi yapmış olmak isteyebilir. Düzenin yarattığı büyük, orta, küçük beyin, servet, ün, hiyerarşini doğal bulmuş olabilir. Her aslında ırkçı gibi, öz nitelikler kavramına inanan faşist ruhlu biri olabilir. Ne olduğuna değil, ne dediğine bakmanı isteyen vicdanı lekeli biri olabilir. Bunların hepsi mümkün. Tek kesin bildiğim, bu lafı Beyaz Sarayda oturan birinin Amerikalı olmanın vicdan hesabını dile getirmektense, dikkati yaşam dünyasından soyut fikirler, ideler dünyasına çekmesi.
Eğer laf ebeliği gevezeliği yapacağına, insanın düşürüldüğü durumun ticaretini yapanları ciddiye alacağına bir şeyler öğrenip, sözüm ona küçük beyinlilerin devasa büyüklüğünü öğrenmek istersen, bunu anlatan üç kitabı tavsiye ederim.
C. Hill: The World Turned Upside Down;
E. P. Thompson:
1. The Making of the English Working Class;
ve en çok sevdiğim şairlerden başta gelenlerden Blake hakkında
2. Witness Against the Beast: William Blake and the Moral Law
Kaçtın ama seni bulmak kolay. Seninle eğlenmek çok zevkli oluyor.
“O, sadece, ona bicilmis rolu oynuyor. Bunu bir ‘meydan okumak’ olarak gormek bence isabetli degil.”
Eğer Şeytan ona biçilmiş rolü oynuyorsa, Allah da ona biçilmiş rolü oynuyor ya alimi ulema bilgiç Necip! Eğer Allah olmasaydı, icat ederdik lafını da mı duynmadın be bilgiç Necip?
Eğer allah senin zeka fışkıran kellendeki Allah olsaydı, ne Allah, ne Şeytan, ne melekler, ne evren, ne peygamberler, ne de insanlar olurdu. Senin sattığın arabalar kadar etrafta dolaşan ucuz kaliteli “Allah’ın işine akıl ermez” lafını da mı hiç duymadın? Mitlerin bile ne olduğunu bilmiyorsun. Dünyaya bedel bir Türk olduğunla yetin. Ayağını yorganına göre uzat.
Senin Allah bilgin Ahmet’in komünizmine benziyor. Kendi kendine uydurduğun, kendi kendine inandığın Allah. Daha önce de beyninden benzeri parlak fikirleri aktarmıştın. Kapitalizmin doğuşu, iktidarın annalerden doğuşu, Savannah’da tek başına gezenler, derin paleontoloji bilgin, matematik, fizik, simülasyon, Uzay Denklemleri, asal sayılar, evrim … canı sıkılmışın sonu gelmez saçmalıkları. Ne var ki, bilgelik masken düşünce önce “o da kimmiş?” çocuk anarşistliği başlıyor. O da boş çıkınca, hemen asıl bildiğin, yani ticarete geçiyorsun. Tartışma, kelime alış-verişi oluyor. Ve nihayet son yapığın gibi, laf bohçanı toplayıp başka bir sayfaya taşınıyorsun. Ahmet de sen de solipsist saçmalıklarınızı fikirler ambalajına sarmış, bilgide sonradan gören, hüsran dolu tipik orta sınıf Türklersiniz. Sen galibe bir Dawkin olmak istemişsin. Bunda başarılı oldun. Allah sıfır bilgin sıfır, aynada konuştuğun kendin hakkında bilgi çok.
“Bu yuzden, kabahatli sayilacagini farzetmek de dogru olmaz.”
Yine işine akıl ermeyen Allah’ın işinde ticaret aklını yürütmüşsün. Bırak Allah karar versin. İnternet biti olmuşsun ama Allah’ın zar atmadığı lafına cevabı bile görmemiş bir sayısal bilgiçlik maskesi takmışsın. Bu iş araba satmak kadar kolay değil. Ne de önce yalan, sonra inkar ve nihayet kaçıp başka sayfaya saklanmak kadar kolay. Senin bu sözsel konularda çaylaklığın harıl harıl dışarı fışkırıyor. Hele sayısal konular, forget it! Sonu gelmez laf ticareti.
“Bundan dolayi, Allah’in, ne Seytan’i, ne de baska birisini sorumlu tutmasini ongormek mantikli ya da makul olmaz, bence.”
Aman Allah’ım, bu ne Uzay zekası! Bu ne yaratıcı bilgiçlik! Bu ne ticaret mantığı!
Allah, olumsal dünyanın yaratıcısı. Allah’ın işinde mantık yok, varlık var. Batı felsefesinin “Neden var?” temel sorusunu da mı duymadın be sivri kelle bilgiç Necip? Mantık ise, belli bir çağda senin gibi alış-veriş ve parasını sayma dışında aklına geleni söyleyen, dırdır eden, saçmalayan, kara cahiller artınca, insanın başvurduğu senin gibileri ayıklayıp aradan çıkarma yöntemi. Bu cahiller sitesinde farkı anlayacak olmadığından açıklayayım: Mantık insan işi. Fiziksel dünya veya Doğa veya Kozmos veya Evren Allah’ın işi. Bu Allah, senin daha yeni duyduğun ama insanlık kadar eski kişisel olmayan Allah da olabilir, kişisel Allah da.
Ne yazık orta sınıf sonradan görme bilgiç Türküm diyene!
Bu sayfada sana benzeyen biri daha çıktı. Kafasındaki bakire komünistlik adına 30-40 milyon insan kırımını laf kalabalığı yaparak umursamayan Ahmet adlı diğer bir orta sınıf hüsran dolu Türk.
Ahmet de senin gibi bir bilgiç. Kazananlar tarihini şiddetlerle süsleyen diğer bütün ideolojilerin savunucularının da kendisi gibi bakire X, Y, Z ideolojiler adına olanlara göz yummalarını duymamış!
80’in okuduğunu anlamayan beyninden çıkan laflar
Gezi ile başlayan halk isyanı 5 yaşında: İsyanımız sandıklarından büyüktü!
Gerçek
Mayıs 31, 2018
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/gezi-ile-baslayan-halk-isyani-5-yasinda-isyanimiz-sandiklarindan-buyuktu
demir küçükaydın
“”bugün yeryüzündeki marksistlerin çoğunun durumu da böyledir. hiçbiri tarihle ilgilenmez. hepsi felsefe ve ekonomi meraklısıdır.” gibi bir cümle kurmuş şurda.
“çoğu, hiçbiri ve hepsi” kelimelerini aynı anda içeren üç cümlelik bir ifadenin anlamsızlığını hadi ben geçtim ama ‘marksistlerin hiçbiri tarihle ilgilenmez’ lafın için birazdan maurice dobb, rodney hilton, christopher hill, e.j. hobsbawm, e.p. thompson falan mezarlarından kalkıp kürekle seni dövmeye gelebirler haberin olsun.”
https://eksisozluk.com/entry/73220605
https://demirden-kapilar.blogspot.com/2018/01/bir-devrimin-esiginde-9-hararinin.html
“68 Ahmet … Anti komünistlerde ki şu kine nefrete bakınız! …”
Alçak anti komünist propagandalarından son bir örneğe bir bakalım.
Kayıtlı tarihte en büyük su kaybı olan Aral Denizi’nin kaybı ve deniz yatağındaki zehirli kimyasalların yaygın sağlık sorunlarına neden oluşu.
Aral suyunun kaybı, 60 yıllık yoğun tarımın neden olduğu kirlilik ve Sovyet yetkililerinin GAYRİ BAKİRE KOMÜNİST praksis sonucuydu.
1960’larda, Aral suyu azalınca, GAYRİ BAKİRE KOMÜNİST Sovyetler, hızla artan pamuk üretimini takviye etmek için, Aral’a akan iki büyük nehir sularını pamuk tarlalarına akıttılar. Ve su hacmi azaldıkça, tuz konsantrasyonu arttı, denizdeki her şeyi zehirledi.
Pamuk endüstrisini genişleten GAYRİ BAKİRE KOMÜNİST Sovyetlerdeki Ahmet ve eski Marksist Zileli gibi büyük beyinli GAYRİ BAKİRE KOMÜNİST bilim-teknik adamları-karıları, Özbekistan ve Kazakistan’da, tarlalardan gelen herbisitlerin ve böcek ilaçlarının çevrelerindeki nehirlere kaçacağını ve Aral Denizi’nde sona ereceğini öngöremediler. Ahmet-Hortlak ve D. Küçükbüyükaydın ve benzeri yüz binlerce TÜRK AYDINLARI gibi at göz gözlüklerle bakıyorlardı.
1980’lerde Moynaq’ın hastanesinde çalışmaya başlayan Dr. Yuldashbay, bölgeye özgü hastalıkları hatırlıyor: “Solunum problemleri, tüberküloz ve böbrek problemleri yaygındı. Yakın zamana kadar birçok çocuk ishalden öldü”.
Kirli içme suyu birçok soruna neden oldu ve bunlar su çekildikçe arttı.
Deniz kurudukça, deniz yatağındaki pamuk endüstrisinin zehirli kimyasalları açığa çıktı, kum fırtınaları tarafından taşındı, geniş bir alanlara yayıldı ve insanlar tarafından solundu.
1981-1991 yılları arasında karaciğer kanseri görülme sıklığı iki katına çıkmıştır .
1990’ların sonunda Aral bölgesindeki bebek ölümleri, 1.000 doğumdan 60 – 110 arasında. Bu tüm Özbekistan (1,000’de 48) ve Rusya’ya (1,000’de 24) kıyasla çok daha yüksek.
Uzun yıllar bu hastalıklar açık-gizli gerçeklerdi. Aynı Kapitalizm klonları Allah’ın baş belası Marksizm ve anarşizm gibi.
Eski balıkçı: “Karakalpak halkının tarihi denizle başlardı”; “Babalar oğullarının öğrettiği ilk şeydi.”
Ama “Balık stokları azaldı ve sonunda sadece ölü balıklar yakaladık. Şimdi gençler iş aramak için diğer ülkelere gitmek zorunda”.
Adem ve Havva Şeytan’ın ayartması yüzünden cennetten kovulmadan – pardon Şeytan Sovyetler Aral gölünü yok etmeden önce bir Asr-ı Saadet vardı.
Şimdi o Asr-ı Saadet’i, o Çağ-ı Mutluluk’u, o Altın Çağ’ı kaybettik ne yazık ki.
“Aral Cenneti”ne nasıl dönebiliriz?
“Hapishanelerin, fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?” – Michel Foucault
Hayvanat bahçelerini unutmuş:
Bir ayı, iki kaplan, iki aslan ve jaguar firar etti
http://www.hurriyet.com.tr/avrupa/bir-ayi-iki-kaplan-iki-aslan-ve-jaguar-firar-etti-40854885
“Değişim” ve “Süreklilik”… insan hayatının iki temel ihtiyacı. Ama ikisi birbiriyle çelişiyor. “Hangisinden yana tavır alacağız” diye bir soru anlamsız, çünkü bu soyut düzeyde bunun bir cevabı yok. Tabii peşin ve dogmatik tavırlar benimsemek kolay, “Ben her değişimi desteklerim” ya da “Ben her değişime karşı çıkarım”, ikisi de, hem yanlış, hem zaten mümkün değil. Her değişimden yana olanların son derece muhafazakâr olabildiğini, muhafazakâr cephede olanların da –iyi veya kötü– yığınla değişimin aracısı olduğunu gösteren yığınla örnek var tarihte. Bizim tarihimizde belki daha da fazlası var.
“Süreklilik” insanın psikolojik olarak kendini güvende hissetmesinin temel koşullarından biri. Her şeyin her an değişmekte olduğu bir dünyada yaşayamayız. Bir ayda aklımızı kaybederiz. Düşünün, her sabah gözünüzü açtığınızda pencerede başka perde var. Duvara astığınız resim gitmiş, yerine başkası gelmiş. Çay yapmaya mutfağa gidiyorsunuz, ocak değişmiş, ocağın yeri değişmiş. Sevdiğiniz çayın yerine yenisi gelmiş. Kâbus! Çıldırırsınız. “Ben ben miyim? Benim babamın adı neydi? Yok, yahu, o Hüseyin’in babası değil miydi?” falan…
Ama “değişim”de bir zorunluluk. Kimi zaman, bir şeyleri, eskiden yaptığınız gibi yapamazsınız. Niye? Koşullar değişmiştir, imkânlar, araçlar değişmiştir. Bodrum’dan Beyrut’a yelkenle gidebilir misiniz? Gidebilirsiniz tabii. Ama buna ne derler? “Spor” derler. “Adam çok iyi yelkenci, yelkeni bir açtı, Beyrut’a vardı” derler. Ama Beyrut’ta bir ithalatçıya fermuar satmak üzere iş konuşması yapmaya gidiyorsanız, normal ahvalde, Bodrum’dan yelken mi açarsınız, yoksa söz gelişi Yeşilköy’den yola çıkmayı mı tercih edersiniz?
İşte bu koşullar hiç durmuyor, habire değişiyor. İnsan hayatının dinamizmi bu ve bu dinamizm gün geçtikçe büyüyor; büyüdükçe de öbür temel ihtiyaçlarla çelişiyor ve çatışıyor ve yukarıda değindiğim türden bir nevroza doğru itiyor insanları.
Yani, uzun lafın kısası, bu iki uç arasında, makul yollar bulmak gerekiyor. Bunu söylemesi kolay, gerçekleştirmesi kolay değil. Çünkü aslında her somut durumda bize kolay yol gösterecek bir formül ya da reçete yok. Her somut durumda, onun dikte ettiği koşullar çerçevesinde düşünerek bir çözüm üretmek durumundayız.
New York kadar modern, dinamik kent var mı dünyada? Bir New York Belediye Başkanı çıksın, “Times Square’e Özgürlük Heykeli’nin aynı boyutlarda bir erkek karşılığını dikeceğim. İkisi birbirleriyle haberleşecek” dese ya da bir Belediye Başkanı “Dubai’deki yapay kar merkezinin eşini Central Park’ta kuracağım, New Yorklu hemşehrilerim yazın da ski yapabilsin” dese, bunlar bir daha Belediye Başkanı seçilir mi?
Bu dediklerimden, Taksim’e doğru yola çıktığım belli oluyor herhalde. Bakın, Londra’da Oxford Circus veya Piccadilly’de oranın karakterini değiştirecek bir şey yapmak kimsenin aklından geçmez. Çünkü bunlar herkesin çok iyi bildiği, herkesin çok anı biriktirdiği yerlerdir. Oralarla oynarsanız, çok insanın bilinçdışı dengesini bozmuş olursunuz. Bundan doğrudan kaybedecek olanlar vardır, yenilik yüzünden işyeri kapanacaktır, falan filan. Bunlar kötü, olmaması gereken şeyler. Ama aslında orada yeri meri olmayan, Şehremini’nde oturan adama da dokunmuş olursunuz, çünkü oranın o adam için taşıdığı anlamı buruşturmuşsunuzdur.
Böyle şeyleri yapacak yerler her kent mekânında bulunur. Londra’da, Thames kıyısına, “London Eye” diye o koca tekerliği diktiler. Kimse tedirgin olmadı. Koca Louvre’un ağzına camdan piramidi diktiler. Camdı, şeffaftı, genel görünümü değiştirmiyor, bozmuyor, onunla eklemlenebilir bir yeni öge olarak geliyordu. Ve sorun haline gelen “Louvre’a giriş” prosedürünü çözüyordu. Yani, somut ve pratik bir nedeni de vardı.
Bu konu, en az bunun kadar çetrefil bir başka konuya uzanıyor ki ikisi birden çözülürse çözülür ancak. Bu da “karar”, “katılım”, “uzman bilgisi”, “toplum talebi” gibi şeyler arasında nasıl bir denge kurmak gerektiği konusu.
Murat Belge – Değişim ve süreklilik
https://www.demokrathaber.org/degisim-ve-sureklilik-makale,3941.html
Uzun bir süredir Necip hocayı bu sitede arıyoruz. Nihayet burada bulduğumuz için çok sevindik.
Özgür Üniversite kavramsal bilimler hocamız bu siteyi ve özellikle Necip hocayı çok beğenir. Necip hocanın kısaca ifade ettiği derin sezgilerini biz öğrencilere belgeler ve araştırmalara dayanarak kanıtlamamız ve bu arada bilgilerimizi arttırmamız için ödev olarak verir.
Son verdiği ödev “Kapitalizm başlangıcı.”
Uzun bir süredir paleontology, archeology, antropology, history, human evolution, genetics gibi alanlardaki bulguları inceledik.
Kapitalizm başlangıcına avcılık neden oldu. Toplumsal yaşamaya, iktidara, ahlaka da kapitalizm yol açtı.
Gıdasını toplamayla sağlayanlar bireyci olurlar. Topladıklarını topladıkları yerde yerler. Koskocaman bir hayvanı ele geçiren ancak bir kısmını tüketebilir. 6 milyon yıl önce yüksek zeka mutasyonu ile doğan, yiyemediği kısmı diğerlerin gelip su içtikleri yere götürüp alış-veriş yapabileceiği akıl eder. İşte ön ayaklarının serbest kalması ve avını taşıması için arka ayaklarının üstüne kalkması böyle başlar. Avının bir kısmını su kenarında satar ama henüz para olmadığından, alanı borca bağlar. Toplu yaşama böyle başlar. Her avcı aynı durumu yaşayabileceğinden, yani alış-verişle alanı borca bağlayabileceğinden, büyük zekalılar beraber yaşama ve borcunu ödemeyeni ahlaki ilkelerle hizaya getirme çözümünü bulurlar. Yani, insanlar arasındaki ahlak da kapitalizmden doğar. O zamanlar iktidarın daha henüz polis, jandarma, yasa, yargıç, avukat, hapishane gibi ahlak düzeltici icrai gücü olmadığından yine ileri zekalılar “yalan söyleme”, “vicdan azabı çekme”, “utanma”, “pişman olma”, “hırsızlık ayıp” ve benzeri ahlak ilkeleri geliştirmişler.
Ara not: Ellerin serbest kalmasıyla homo erectus, homo habilis olur, homo habilis homo sapien olur, homo sapien de homo sapien kare, yani homo sapien sapien olur. Zekası, bireyden bireye çok farklı artsa da, arttıkça artar.
Toplu yaşam başlayınca, ileri zekalılar ‘doğum iş bölümü’ne başvururlar. Bundan böyle kadınlar çocuk yapar, erkekler avcılık. Kadınların çocuk yapmasıyla da Necip hocamızın dediği gibi ilk iktidar doğar. Daha önceleri, yani tek başlarına gezerken, hem kadın hem erkek çocuk doğurabiliyormuş. Ama avcılık işini erkekler daha iyi becerebildiklerinden ileri zekalılar etkileyici, etkili, amaca hizmet eden, istenen sonucu veren, yararlı, zamanımızda kapitalizmin bile yerine geçmeye aday “teknik” denilen kavramı geliştirirler. 6 milyon yıllık macera nihayet 10 000 yıl önce zirvesine ulaşır. Bütün insanlığa aslında sadece bir avuç ileri zekalının adı verileir: homo sapien sapiens. Son 10 bin yıl, bu azınlık ileri zekalılar dev adımlarla ilerlerler. Ayak uyduramayan geri zekalılar, isteseler de istemelerse de, ı peşlerine takılırlar. Ama doğrusu, geri zekalılar da bu ilerlemeden, pasifçe ve kölece de olsa, büyük yararlar sağlarlar.
Necip hocamızın bu konuda yazdıklarına yeniden göz attığımızda önce bir pürüz var gibi geldi. Hocamızın 30 000 yıl önce Savannah’da tek başına gezen avcı-toplayıcıları. Ne var ki, bizim araştırmalarımız kapitalizmin, toplumun ve iktidarı başlangıcını 6 milyon önce olduğunu gösterir. Biraz düşününce Necip hocamızın asıl ne demek istediğini hemen anladık. Her adı ağza alınacak büyük siyasi filozofun dediği gibi, iktidarsız insanlar, insan yerine bile koyulmaz. En ünlülerin en ünlüsünden bir alıntıyı aktarırsak neden daha açık anlaşılır.
“In such condition, there is no place for Industry; because the fruit thereof is uncertain; and consequently no Culture of the Earth; no Navigation, nor use of the commodities that may be imported by Sea; no commodious Building; no Instruments of moving, and removing such things as require much force; no Knowledge of the face of the Earth; no account of Time; no Arts; no Letters; no Society; and which is worst of all, continual fear, and danger of violent death; And the life of man, solitary, poor, nasty, brutish, and short.”
Savannah’da 30 bin yıl önce tek başına gezenler 6 milyon önce olan mutasyondan kısmen bile yaralanamayan sıfır zekalılar.
Aynı yorumu televizyon-gazetecisi M. Belge’ye de gönderdim. Tabii, yayınlamadı. Kibar orta sınıfların demokrasi safsatası olmalı.
En az 2500 yıl önce felsefecilerin düşünme ve tartışmaya başladığı ve günümüze kadar süren bir soruna yeni uyanan bir gazeteciden fazlası da beklenmez. Gazeteci genellikle kendini okuyanların kendisi kadar cahil olduğunu bilirler. Örneğin kes-yapıştır medya biti “89 Anonim 1 Haziran 18” Bu açıdan bakıldığında politikacılara çok benzerler. Her ikisi de ağız sulandıran muhabbet tellallığı yaparlar.
Sana basit bir ders vereyim. Son 3-4 yıl Çin ve Hindistan 3-4 bin yıl önceki Çin ve Hindistan ile kıyaslandığında, fark, Çin ile Hindistan arasındaki farktan daha büyük olsa da, Hindistan hâlâ aynı Hindistan ve Çin hâlâ aynı Çin.
Siz galiba televizyonla rekabete girmişsiniz. “Derin” felsefi soruları hazmı kolay kılmış, New York, “Times Square’, Londra, Oxford Circus, Piccadilly, Dubai falan filan gibi okuyucularınız Pavlov köpeklerinin ağızlarını sulandıran “buzz words”lerle, maşallah, süslemişsiniz.
Siz bu cambazlıkla pekala denge kurmuşsunuz, darısı olması imkansız olan safsatalarınıza.
“kes-yapıştır medya biti” ile “tek ben haklıyım benden başka herkes yanlış” diyen kendi kendini tatmin biti arasında fark var mı?
Var, vaaar!! Hem de çookk!!!
Necip Bey, size,
“Bütün insanlar bu sitenin malum zır delisinin akıl(sızlığ)ına uyup onun önerdiği (ama kendisinin aynısını yaşamak suretiyle örnek olmadığı) hayatı yaşamayı denerlerse ne olur?”
diye bir soru sorMayacağım.
Çünkü,
“Yanlış soruya doğru cevap verilmez”
diyeceğinizi biliyorum.
‘Allah’ bir kavramdir.
Ilgili ‘inanc modeli’nde karsilastigimiz, tamamlayici bir kavram.
Herhangi bir ‘inanc modeli’ (dinler, ideolojiler vs) –ismi uzerinde– birer ‘model’dir.
Realitenin tamamini birebir temsil etmezler (edemezler); cok olsa isleyisi anlamak icin yardimci olurlar –olabildikleri kadar.
Bunu anlarsak, geriye kalan sorularin bir kismi anlamsiz olur.
Mesela, ‘Allah var midir, yok mudur?’ sorusu anlamsizdir.
Anlamsizdir, cunku, bu, ilgili ‘inanc modeli’nin konusudur.
Ilgili ‘inanc modeli’nin (‘din’in) tamamini bir butun olarak tartismaksizin, tek basina –sadece– bir unsurunu tartisarak/redederek bir yere varamayiz.
Ilgili ‘inanc modeli’nin (‘din’in) tamamini bir butun olarak tartismak mumkundur, tabii ki.
Fakat, bunu yaparken, amacimizin ne oldugu uzerinde de dusunmemiz gerekiyor.
Odagimizdaki ‘inanc modeli’nin (‘din’in) eksiklerini gidermek, daha ‘mukemmel’ bir ‘model’ olmasini mi istiyoruz; yoksa, yetersizliklerini gosterip terkedilmesini mi istiyoruz?
Birinci secenegin karsiligi ”dir. Yani, ‘model’in eksikligini, ‘model’ icinde gidermek.
Ikinci secenek cok daha major bir hedef.
Daha zor, tabii ki; ama, basarabilirseniz, tarihe gecersiniz –iyi ya da kotu sifatlarindan biriyle.
Bir ‘inanc modeli’ni yikmak ilginc olabilir; fakat, realitenin diger yuzunde soyle bir sey var:
Eldeki ampirik data, bize, insanlarin, her devirde, ‘inanc modeli’ ihtiyaci hissettigini/benimsedigini gosteriyor.
Yani, bir ‘inanc modeli’ni yiksaniz bile, yerine bir baskasi benimsenecek.
Bu, ‘Allahin emri’ gibi bir sey 😉
Bu dogruysa, bu tur seylerle ugrasmak, baskalarini bilmem ama bana anlamsiz geliyor.
Hapishanelerin, AKP’ye, CHP’ye, MHP’ye, HDP’ye ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?
Nedense bu site orta sınıf fırlamaları, hafta sonu düşünürleri, televizyon seyircileri, medya müptelaları, faşist ruhluları ve post modern Kartezyenleri cezp ediyor. Post modern Kartezyenler biraz da Modern Times filmindeki Şarlo’ya benziyorlar. Hafta içi iş başı köleliğinde kazandıkları hızı kesemeyen, her şeyi az, öz, net ve kopyala-yapıştırma idare eden, hali vakti yerinde ‘Yeni Cesur Türk Orta Sınıflar Dünyası’ silikleri. Ama son iki yıl en fazla artış gösteren faşist ruhlular: Necip, Ahmet-Hortlak ve kapitalistsiz Kapital müminleri anarşistler.
Eğer ben de post modern olur ve bu insan harabeleri gibi NewsSpeak konuşursam, “Medeniyet dünyasında acı çekmeyen bilinçli olamaz”, derim.
Tabii, ileri zekalıların tıp ilerlemesine şükür acı çekme de ortadan kalktı.
Osmanlı sarayında başlayan Batılaşma, Osmanlı sarayından fırlayan Atatürk ile zirveye ulaşır. Bu arada saray civarlarında büyümüş orta sınıf mükemmel numunesi Marks, tüm dünya idealinin – eski deyimle burjuva, yani yerlerini alan orta sınıfların hafifliği ve silikliğiyle kendilerini görmeye dayanamayıp intihar edenler – orta sınıf veya Batılı olmak olduğunu ilan etti. Böylece tüm ‘dünya sıradanları+ileri zekalılar elektriği’ ideali,Türklerin de ideali oldu. İdealin ideali de MUTLU OLMAK! Bu ideal, orta sınıf treninin başını çeken ABD’nin anayasasına “insan hakkı” olarak yazılı.
“82 İ-roni Margulies, 80’in …anlamayan beyninden çıkan laflar”
Bu televizyonda doğmuş, televizyonda büyümüş eşsiz seyirci tek hücreli varlık gibi salt tepki vermeye indirgenmiş: sevdim/sevmedim. Ne kapıkulu Nişanyan’ı ne de 80’i anlamış. Birini sevmiş, birini, sevmemiş. Hepsi o kadar.
“86 Pre-Sovyet dönemi Asr-ı Saadeti” Bu sapık büyük bir ihtimalle faşist Necip.
Bu seyyar araba satıcısı ve seyahatinde Türk dili konuşulan Aral kıyılarına kadar uzanır. Her satıcı gibi, yerel muhtemel alıcıların gönlünü kazanmak için Aral’ı orta sınıflıların soğuk sidiğiyle doldurma girişimine gönüllü katılır. Ne var ki, k*çlara tıpa sokan teknisyenler bir hata yaparlar ve o gün bugün 86-Necip arkasından çıkaramadıklarını ağzından çıkarır. O gün bugün, 86-Necip, tamahı yüzünden tıpalanmasına, pardon, teknisyenlerin k*çına tıpa sokup çıkaramadıklarına pişman. O gün bugün, 86-Necip, şimdiki gibi kokusu ve tadı daima pis olmayan eski Ağz-ı Tahir Hasret’in içinde yaşar.
Not: Ben de, 86-Necip gibi adi faşist köpek olsam, ben de bu sitede aşırı yapılan his sömürme şantajı alçaklığı yapsam ne yazardım? Suriyeliler IŞİD öncesi “Asr-ı Saadet vardı” diyorlar. Milyonlarca sevdiklerini her türlü savaş, diktatörlük, faşistlik, totaliterlik, ideolojik sapıklık yüzünden kaybedenlerin acı içinde bu felaketlerden önce “Asr-ı Saadet vardı” diyorlar.
“87 Back To Future, “Aral Cenneti”ne nasıl dönebiliriz?”
86’daki cevabın bu sapığa yakışır biçimi: Bilim-teknik adam-karılarına şükür, Aral Cenneti’ne çoktan dönüldü: Sizin gibi çevreyi temizleme heveslisi enayi orta sınıfların, yani ‘pisse-froid’lar, iki taraftan kaçırmamaları için k*çlarına tıpa sokulup Aral kıyısında soğuk sidiklerini denize boşaltmalarıyla başarıldı.
89 Anonim, “Değişim” ve “Süreklilik” falan filan safsatası. 89 büyük bir ihtimal 82 (her halükârda, bu site klonlarla dolu).
Kendisinden biraz daha kurnaz biri bu herifi katakulliye getirmiş ve yine sevmiş/sevmemiş düğmesine basmış.
Boş laflarla bilgi çalımı atanın ya kafası kalın ya da boş.
Allah kavramı Allah’dan yere zembille inmedi beyefendi, insanın kafasından ‘indi’, çıktı. Tabii, siz hariç.
“‘Allah’ bir kavramdir.”/ ‘inanç modeli’ / ‘model’ / “Realitenin tamamini” / ” ‘Allah var midir, yok mudur?’ sorusu anlamsizdir” / ” Eldeki ampirik data” gibi duyduğunuz ama anlamadan salt süslü püslü laflar olduğundan benimsediğiniz kavramlar basit bir ‘–ism’, çok sıradan bir ideolojinin siz müritlerine hafızlattığı mantralar.
Her süslü püslü mantralarınızı sizin gibi bir odun için bile söyleyebiliriz. Buna felsefede “words and things” denir. Odunun salt yanabilme niteliğini bilen daha henüz ev yapmada kullanılma niteliğini bilmeyebilir. Yani sizin süslü püslü lafınızla, sizin mütebahhirlik özentisiyle yanıp tutuştuğunuz odunluğunuz, odun realitesinin tamamını temsil etmez, birazcığını temsil eder ya mubarek ‘navel gazing’ tıntın, nadan Necip Bey.
Cehalet, bilgi, bilim, aşk, güç, fizik, kimya, biyoloji, insan, anne, baba, dna, robot, genler, böcek, hayvan, bitki, taş, kum, ağaç, su gibi sonsuza dek her şey için söylenebilecek kabakça banal lafları özene bezene neden yazdığınızı anlamadım. Anlatış tarzınızdan çıkardığım kadarıyla, siz galiba orta okul veya lise hocasısınız. Sizin gibi duyduklarını anlamayan ama sınavda çıkabilir endişesiyle harıl harıl not alan öğrenciler önünde hindi gibi kabarmışsınız. Veya bağlı olduğunuz ‘-ism’ veya ideolojide mertebesi vaaz verdiklerinizden yüksek, size öğretenlerden alçak, bir müritsiniz.
“Yani, bir ‘inanc modeli’ni yiksaniz bile, yerine bir baskasi benimsenecek.”
Bu lafla farkında olmadan ölüme tapma ideolojinizi ağzınızdan kaçırmışsınız (bu çok yaygın, çok vahim, çok iğrenç bir ideoloji). Allah’a inanan bir bağnaz olduğunuzu da. Bu inancın felsefede adı esasçılık, özcülük, tözcülük (essentialism). Yani daha önce horoz gibi öttüğünüz “tek değişmeyen, değişmedir” safsatanız yerine şimdi “tek değişen ambalajdır” ötmüşsünüz. Bu, hiç de utanılacak bir şey değil. Çevre baskısı, modern görünmeme endişesi, gerici görünme korkusu, …, olabilir. Herkes bataklıkta. Siz neden kendilerini bataklık dışında gösteren dolandırıcıları kendinize ‘model’ etmişsiniz?
“Suriyeliler IŞİD öncesi “Asr-ı Saadet vardı” diyorlar.”
82 , 86-Necip, 87, 89
2 Haziran 18 / 11am
“Bu tiksindirici insan harabeleri, İŞİD kelimesi sakızını çiğneyerek aslında his şantajı yapmaktalar.”
68 Ahmet Zileli İŞİD Şantajı
30 Mayıs 18 / 1pm
Gülmeyi çok severim ve bu site, hayatım boyunca alaya aldığım kendini dev aynasında gören, hırslı, debdebeli, tumtumraklı, bunaltıcı, boğucu, kibirli, kaskatı koca kellerin ucuz ve silik kopyaları. Yani, eğlenmesi daha kolay olanlar. Büyük çoğunluk medya ve sosyal medya uyuşturucusu müptelası.
Hippi akımı başladığından çok kısa bir süre sonra hafta içi ücret kölesi, hafta sonu kılık kıyafet değiştirip hippi olan “hafta sonu hippiler türedi”. Bu site, medya anal-istleri ile hafta sonu medya felaketzedeleri radikaller sitesi.
Eğitim alanında “okuma bilmeyenler” tanımı çoktan değişti. “98 Anonim” gibilere “functional analphabet” (fonsiyonel veya işlevsel okuma bilmeyen) deniliyor. Başlarda gelen nedenler: televizon ve benzeri medyanın,
– insan beynini yüz binlerce saçma ve birbirinden kopuk haberlerle doldurması;
– medya mağduru cahillerin beynini imgelerle doldurması;
– tembellikten ve ücret köleliği yorgunluğundan dolayı tüm bağlamı boş vermeye alıştırması;
– her şeyin basit ve sıradanlara göre anlatılmasına alıştırması;
– bilgisiliğinden istifade edip hislerine hitap ederek “sevdim/sevmadim” tepkisine alıştırması.
“98 Anonim” hepsini kendinde toplamış mükemmel bir örnek.
His sömürüsünü iki örnekle tekrar anlatayım.
Medya, Ronald Reagan’ın bir çeşit taoist olduğu açıklar.
“98 Anonim” gibilerin tepkisi: O halde taoizm, biz gerçek aydın, gerçek devrimci, gerçek solcuların düşündüğü gibi “muhafazakar” bir öğreti. Beraberce ilahi okurlar: “Taoizm kötü, biz iyi!”
Aslında, “98 Anonim”e tıpkı benzeyen Reagan, Lao Tzu’dan “sevdim/sevmedim” ayıklaması yapmış; tüm bağlamı boş vermiş veya anlamamış; dünyaya egemen, “çıkar”, “hayatta kalma kavgası” gibi inançlıların hislerine hitap edici olanları seçmiş … Not: Zaten kitap, eğer bölümler arası boşluklar çıkarılsa, 30-40 sayfaya sığar.
İkinci örnek “98 Anonim”. Aslında dediklerimden gocunan “98 Anonim” farkında olmadan kendisi gibi dediklerimden rahatız olanların hislerini sömürmüş. Eleştirisi, mükemmel bir his sömürme örneği.
Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az, ama anlamayanalara yardımcı olanlar daha da az.
İnsan, rezillikler başlamadan önceki zamanlara hasretini, hatta o zamanlarda hastalık, yaşlanma, ölüm bile olmadığını mitleriyle dile getirdi. Bir faşist, “86 Pre-Sovyet dönemi Asr-ı Saadeti” veya Necip, bu istekle alay etti. Bu sözüm ona gerçekçi aslında mevcut düzenin savunucusu. Platon, aynı nedenden, şairleri, ilk totaliter veya faşist yapıt olarak bilinen kurgusu Cumhuriyet’inde uzak tutmak ister.
Haydi, inşallah, televizyon çocuğu ’98 Anonim’, “zararın neresinden dönsen kârdır” özdeyişini hatırlar ve bana değil, ‘gerçekçi kerizler”, “86 Pre-Sovyet dönemi Asr-ı Saadeti” veya Necip’e saldırır. Ama bence, “98 anonim” “86 Pre-Sovyet dönemi Asr-ı Saadeti” veya Necip gibi düşünen biri.
Müslümanlık yazıyı çoktan fetişleştirdi. Kitapsızları kılıçtan geçirdiler. Harran Sabianları hariç tabii. İkinci Dünya Savaşı sonu, alçak kapitalisler ve yüksek Marksist komünistlerin Nazi bilim adamlarını toplayıp “insanlığa hizmet” etmek çalıştırdıkları gibi.
‘Tarih’in değişik tanımlar olsa da hepsine ortak yazılı belgelere dayanması. Yazılı belge yoksa paleontoloji, arkeoloji, antropoloji, evrim, genetics, yani yazısız ve daha çok müze süsleri olan artifaktlara başvurulur. Bu devire, Müslümanlar ‘cahiliye’; daha kibar Medeni, Marksist, ve Anarşistler, ‘tarih öncesi’ der. Bu site, asıl adını verir: ‘vahşilik devri’
Tarih Sümer’de başlar. 5-6 bin yıllık bir nesne. İnsan, bugünkü en mükemmelliğine 100 bin yıl önce erişir ama koca kellelere göre asıl önemli tarih 3-4 bin yıllık ve kazananlar tarihi. Yani, %5-%6. Yani bir günün son 1 saati. Tabii, insan en az 2 milyon yıldır insan ama kazananların tarihçilerine göre tam insan değil.
Bakire Marksist D. Büyükaydının bildiği tarih, işte bu %5-%6 kazananlar tarihi. Geri kalan kendisi gibi halis Türk aydın devrimci aşırı yüksek zekalıların fırlamaları için hazırlık ‘tarih’i ve artık şimdi kaybedenlerin bile duymak istemedikleri, kendilerinin kim olduklarını hatırlatıp strese sokanların ‘tarih’i.
Congratulations to Mr. Necip for taking these advices:
“It’s time to let old ideologies die. Marxism, Anarchism. The Left, the Right, the Balkan Oligarchy… Let it all die.
Let the past die. Kill it, if you have to. That’s the only way to become what you were meant to be.”
Bütün evrende sadece tek bir gerçek vardır ve bunun dışında her şey yalandır:
Medeniyet bütün kötülüklerin ve acıların kaynağı bir şeytan ve vahşi hayat bütün iyiliklerin ve mutlulukların kaynağı bir cennettir.
Artık gerçek ortaya çıktığına göre bundan sonra yeni hiçbir şey söylemeye gerek yok. Herkes sonsuza kadar çenesini kapasın ve bir an önce doğaya dönsün. Bütün dünya nüfusu dağlara, ormanlara, çöllere ve yerleşim olmayan adalara ve kırsallara taşınsın. Bunun ardından da Güneş’in bir süpernova patlamasıyla yok olup Dünya üzerindeki hayatı sona erdireceği vakte kadar yeni hiçbir şey yapılmasın. (Örneğin, hayatın devam edebilmesi için uzay taşımacılığı teknolojisinin geliştirilerek yıldızlararası uzay yolculuğu ile diğer gezegen sistemlerine yerleşmeye çalışmak gibi.)
Bu nedenle bu sitedeki herkesin ilk işi bütün dünya nüfusunu doğaya taşıma işini örgütlemek, ardından da siteyi kapattırmak ve gerekirse buna direnen Zileli’yle mücadele etmektir.
“Aşk ve Devrim” (Zileli’nin sitesi) ve “Aşk ve Vahşi Hayat”
Vahşi Hayat’ı “bir aşk şarkısı gibi seven” bir romantiğin şarkısı:
Love You Like A Love Song
https://www.youtube.com/watch?v=LupeGtJ3a3E
Ahmet’s destiny is to become the leader of the World Revolution:
Stalin:
“My worthy apprentice, son of the revolution, heir apparent to Lenin. Where there was conflict, I now sense resolve. Where there was weakness, strength. Complete your training, and fulfill your destiny!”
Gün Bey siz bir önceki yazınızda toplumun giderek sola kaydığını ama muhalefet partilerinin bile bunu göremediğini söylemiştiniz. Ali Koç’un Aziz Yıldırım’dan dört kat fazla oy alması bunun bir belirtisi olabilir mi? Nitekim Temel Karamollaoğlu dün gece katıldığı teke tek’te, Ali Koç’un seçilmesini, “Dip dalga geliyor. Kimse dip dalganın geldiğini kestiremedi” diye yorumladı.
Bu arada aynı programa Doğu Perinçek de katıldı. İzleme imkanınız oldu mu?
Doğu Perinçek’te son zamanlarda bir psikolojik dağılma, yani hayatta ilk kez yenilmekte olduğunun farkında olma gibi bir halet-i ruhiye seziyor musunuz?
Ahmet Hakan bu kez haklı:
“E HANİ ‘POSTAL YALAYICI’ FALAN DİYORDUNUZ?
ŞU CHP, ne yapsa yaranamıyor!
CHP’liler…
“Ordumuzu yıpratmayalım, Türk askerine kumpas kuruluyor, pırıl pırıl paşalar hapislerde süründürülüyor” falan dediklerinde…
Ağızlar doldurularak…
“Sizi gidi postal yalayıcılar sizi, sizi gidi vesayetçiler sizi” diye aşağılanıyorlardı.
Aynı CHP’liler, bu kez…
“O general siyaset yapacaksa üniformasını çıkarsın gelsin, apoletlerini sökeceğiz onun” falan diyorlar…
Bu kez de ağızlar doldurularak…
“Vay ordu düşmanları vay, sen o apoleti biraz zor sökersin” diye laf yiyorlar.
Bütün bunlar olup biterken…
Bu tür durumlarda rahatsızlıklarını ortaya koymakla meşhur Genç Siviller ise pek rahatsız değil gibiler.”
Stalin: Welcome, Young Necip, I have been expecting you.
You no longer need those.
Guards, leave us.
I’m looking forward to completing your training. In time, you will call me master.
Necip: You’re gravely mistaken. You won’t convert me as you did Ahmet.
Stalin: Oh no, my young capitalist. You will find that it is you who are mistaken. About a great many things.
Wilhelm Reich, çoktan 102, 103 gibi silik orta sınıf keleklere bir kitapla hitap etti: Dinle Küçük Adam
Aynı Wilhelm Reich, yine çoktan, tightas*, pimpirikli 102, 103 ve bu sitede dolup taşan karakter zırhla donalıları da bulup çıkardı.
Anlamadan müritliğini ettiğiniz, saman için eşeklik oyunu oynayıp k*çlarını yaladığınz yüksek zekalılar size asıl konuyu asla anlatmazlar.
Kendimi cömert hissediyorum, yardımcı olacağım.
Ben inanması zor fakirler arasında büyüdüm. Geceleri barlarda fahişelik eden, kaçak rakı yapıp satan, ilk ay çıktığında gelecek ayın daha rafahlık içinde geçmesi için gözlerini kapatıp ‘nur’ yüzlü çocuğa arayan, aynı amaçla damlarda bayrak yakan, allah öldürmesin diye erkek çocuklarına yıllarca entari giydirip saçlarını kesmeyenler …
Bunlar benim için, geriye baktığımda, ilkellikten kalıntılar.
Ama zamanla her yerde ve her sınıfta bunlara rastladım.
Yaşadığım yer Avrupa’nı en gelişmiş sayılanlarından. Yaşlı bir kadın televizyonda eşcinseller hakkında bir haber görmüş. Bize sordu:
– Peki, işi nasıl beceriyorlar?
Ama yukarıdaki yüksek zekalılar da bundan mubah değiller.
Bilim adamı çocuğunun doğum anını hayatında özel bir an olarak andığında, zamanda ard arda gelen özdeş anlara nitelik kazandırır, yani ilkelleşir. Benzeri hisleri bazı ‘özel’ yerler için yaptığında da, bilimsel uzay değil nitelik taşıyan yer gibi ifade eder.
Dinci tapınak eşiğinde fiziksel dünyadan ‘ilahi’ dünyaya ayak atar.
İslam’da ve Hıristiyanlık’da melek, şeytan, aziz, evliya falan filanlar ilklellikten kalıntılar. ErDoğan’dan kurtulursanız bu ilkel düşünen ama aralarında sizin gibi hödüklerden sonsuz daha derin bilgililer var.
Birinci, İkinci Dünya Savaşları, sizin gibi Faşisler, Naziler, sizin gibi Irkçılar, Totaliter rejimler ilkellikten kalıntılar.
Hiç değilse, J. Michelet’nin La Sorcière kitabını okuyun. Aşılmaz zekanız armasa da, bilginiz artar.
Eminim siz iki enayi 102-103 bile çok sevdğiniz bir kitabı okuduğunuzda ‘zaman dışına’ çıkarsınız. Ama döner dönmez iş yerine uuygun zırhlarınıza sarılırsınız.
Apocalypse Now filminde kafayı yiyen albay(bak Heart of darkness of Joseph Conrad), daha korkunç bir örnek.
Yine binlerce örnek verebilirim. Ama Türkiye’ye son geldiğimde başıma gelenler arasından ikisi yeter.
Nüfus müdürlüğünde benimle ilgilenen görevli memur ve ben.
Memur: Aynı soyadımız var
Ben: Benim soyadım İlker, sizin soyadınız Ülker.
Memur: Yahu İlker, Ülker ne fark eder?
Bankada gayet yüksek makamda bir kadın görevli bana kontart imzalattırmak ister ve okumam için uyarır.
– Peki, siz bu kontratlardan birini hiç okudunuz mu?
– Bir defa denedim ama içime fenalık geldi, vazgeçtim.
20 yaşından sonraki hayatım karakter zırhlı bir avuç pezev*ngin başını çektiği zengin ülkelerde geçi. Başı çekenler zırhlılar, bu sitedeki gibilere karakter zırhlı giydirir, ayak takımından çok daha yüksek zekalı olduklarına inandırır ve iş başı ederler. Bu enayi dümbelekleri, başı çekenlerle ayak takımı sıradanlar arasında zırhlı koruyucu olurlar, cici bici interfazlık ederler. Bunlara bazen “useful idiot” denir vaya güvenilir zırhlı koruyucular (bak 1984).
Solcu devrimcilerle benzetme yaparsam:
Baştakilerin dini :İLERLEME.
Sıradan ve özellkile fakir halkla interfaz: Burjuva Karl Marks ve devrimci müritleri.
Sayın yüksek zekalı alçak bilgili 102-103, bir ilkellik vardır, ilkellikten içeri.
Çok sıkıyorsunuz, çıkarın karakter zırhınızı, en aşağı 19. yüz yıldan beri uzmanlık devri yaşıyoruz, ucuz dahi olma kaderinize razı olun.
Çok konuşup, hiçbir şey söylememek
Geçenlerde bir duman mesajına kulak – pardon göz misafiri olmuştum.
“Medeniyet ve teknoloji karşıtı propagandayı teknolojiyi kullanarak yapanlara kanmayın. O sahte hocalar bizim dinimizden değildir.”
diyordu.
Bunun hemen ardından kulakları sağır eden bir çığlık duydum:
“Hepiniz sahtekarsınız!”
hayali hasımlar icad etmek
yeldeğirmenleri ile savaşmak
daha çok savaşmak
durmak yok savaşa devam
Not: Aslında bu yazıyı yazı yazmamı yasaklama polislerine karşı yazdım ama buraya da uygun.
Metafiziği (veya sizin bu ideoloji hastalığınızı) canlandıran ve insanı inanca sürükleyen inanca göre GERÇEK, görünen sahte dünya ardında, pusuya yatmış gizli güçlerden oluşur.
Tanrı, psişik bilinçaltı, ekonomik altyapı, süt inekleri bilim adam ve karılarından akan bol sütler, …kuantumcular, genomcular, evrimciler, devrimciler, her şey teoricileri (veya terörcüleri) …
Tabii soytarı kalitesi ucuz taklitçiler, her zaman hazır ve nazırdır: komplocular, komploya inanmayanlar, bu sitede yaratıcı hayal güçleriyle b*kunda boncuk bulanlar, örneğin başta Laik Peygamber Necip ve diğer yüksek zekalı enayiler, anarşistler, marksistler, özgür üniversiteciler, kuantumcular, çevre ve tüketicilik hastalığına 50 yıl sonra uyanan fırsatçı özgür üniversite profesörleri, … you fuc*ing name it.
Bu aldatıcı ve saklı derin hakikatten oluşan gerçek GERÇEK’İ temsil eden iki katlı bina, Medenileri din, politika, savaş, materyal koşullar, … jandarma gibi bin bir çeşit “akıllı tasarım” peşinde koşturdu.
Oyunu oynayan baş artistler, derinliklere inip arayıp sığınağında, bize bela artistlere mevla, bulup bir deri bir kemik gerçekten GERÇEK dünyayı boğazından tutup çıkardılar. Büyük bir işgüzarlıkla, kan ter ve stress pahası, her taş altından çıkan devrim pahası, bibirinin ardından durmaksızın çıkan isyan ve başkaldırmaları kanla bastırmak pahası, amaçlarına varmak için her ayaklara dolaşan ayak takımlarını yok etme pahası, … düzensizliği düzene sokmaya koyuldular.
Az da olsa, yazılı veya yazılmamış tarihte de var olsun, kazananlar veya kaybedenler tarihinde de var olsun, çılgınların oynadığı bu çirkin oyunu oynamayanlar, daha doğrusu oyuna oyunla karşılık verenler, her zaman oldu ve hâlâ var. Bu oyuncuların son kaynaklarından başta gelenlerden biri ilkellerden ilham alma. Bu karşı oyuna sonsuz satıhsal değindim, sitedeki derin GERÇEK uykusunda olan köleler, sağ ve sol faşistler, düzenlilik müminleri kudurdu. Uykuları bozulanların sersemlik içinde saçmalamaları gayet doğal değil mi, aziz seyirciler?
Numaralarınız farkı kopyalarsınız: 102-103-109-111. Hepinize ortak olan 100, o halde size kısaca “yüznumara”, diyeceğim.
İletişimi b*k çukurundan yaptığın için duman yerine pis kokular yayman çok uygun düşmüş. Biraz da sosyal medya kokuyorsun. Cevabın Amerikalıların selamlaşması gibi, ‘brief but intense”/ kısa ama yoğun.
110’u hiç anlamadım, yanıt veremeyeceğim.
Nazi devri sonu Alman yazarları, yazdıklarının faşist beyinle anlaşıldığının farkına vardılar ve yazı dillerini değiştirmeye karar verdiler.
Bu okumaz-az-yazar yüznumara, ErDoğan faşistlik devrinde büyümüş.
ErDoğan, her işine gelmeyeni, İslam veya Türk ulusuna saldırı ilan eder, ısırır.
Bu asıl Medeniyet’in b*k çukuru sakini de her rahatlığını bozanı, çukurunu dolduran asıl Medeniyet’e saldırı ilan eder pis pis osurur.
Doğrusu ErDoğan bu ucubeden çok daha üstün zekalı, hiç değilse %50 tutturmuş: İslam, matematikte, fizikte, astronomide, tıpta, tarımda, simyada (daha sonra kimya) ve hatta felsefede bile asıl Medeniyet’e katkıda bulundu.
Diğer %50, tarihe, ha Medeniyet yıkıcısı, ha Medeniyet taklitçisi, ha Medeniyet içinde eriyip giderek sizler gibi silikleşen olarak geçer.
Tabii, bu son iddiaya gayet ciddi karşı gelindi ama sizin gibi b*k çukuruna atılanlara elhamdülillah diyen cahil okumaz-az-yazar yüznumara böyle gereksiz bilgilere doğal olarak gerek duymaz.
Hem de, artık sizin gibi enayileri “şimdi” ile, tüketicilik ile, dikizcilik ile, seyircilik ile meşgul ediyorlar. Geri kalan, gereksiz tarih!
Ama yine kendimi cömert hissediyorum, tarihçi Reşit Saffet Atabinen’in bir savunması:
“Les Turcs à Constantinople du Ve au XVe Siècle: Conférence faite à Paris, le 29 Mai 1953.
(500 anniversaire de la Conquête de Constantinople)
Au centre des Recherches Historique (Sorbonne)
par Réchid Saffet ATABİNEN,
Sous la présidence de Lucien FEBVRE, de l”Institut.”
Uyarı: sakın sizler gibi cahil Necip Beye Lucien FEBVRE’nin kim olduğunu sormayın, “o salak sizden de salak, her bilmediğine ‘o da kimmiş?’ der! Ne de dolaştığınız sosyal medya ucubeler arasından birine. Google’da Lucien FEBVRE arayın yeter.
Türkçe: https://tr.wikipedia.org/wiki/Lucien_Febvre
Sayın yüznumara, Medeniyet’i korumakla SAHTE BİLİNÇ (YANLIŞ BİLİNÇ) içinde debelendiğinin farkında bile değilsin. Uyan ya mübarek!
Belki de, sosyal medyada ve televizyonda gördüklerin asıl Medeniyet’in, daha doğrusu sosyal medyada her yerde hazır ve nazır KÜRESEL KAPİTALİZM becerileri gözlerini kamaştırmış, b*k çukuruna atacakları pisliklerin beklentisi ümidi vermiş, beynin alıklaşmış, seni sersemleştirmiş ve “Ne mutlu Türküm diyene” lafı, KÜRESEL “Ne Mutlu Medeniyim diyene” olmuş.
Doğal hayata böyle dönülecekse şahsen bir itirazım olmaz. Hatta sanırım Necip Bey’in bile olmaz.
Olsa olsa, “Üretici Güçler Teorisi”ni hiç sorgulamayarak devrimin olmazsa olmaz koşulu sayan “İlerlemeci Marksistler”in ve onların fikirdaşları olan “Muhafazakar İslamcılar”ın olabilir.
http://24warez.ru/uploads/posts/2017-05/thumbs/1494058697_ero-10.jpeg
https://78.media.tumblr.com/27669a793214e84090c80341568a1c2d/tumblr_on8mozT35T1uothpco1_1280.jpg
https://img-fotki.yandex.ru/get/195648/72829408.3af/0_e6dfa_190eb9eb_orig.jpg
https://img-fotki.yandex.ru/get/94596/72829408.3af/0_e6e01_c3e5c682_orig.jpg
https://img-fotki.yandex.ru/get/57551/72829408.3af/0_e6dfb_83a939a7_orig.jpg
https://img-fotki.yandex.ru/get/196161/72829408.3af/0_e6dff_319c2f0f_orig.jpg
Necip ve İslamcıların asıl istedikleri “doğal hayat” değil sizin istediğiniz: Bak ama dokunma!
Her ikisi de hayatla aramıza giren asıl muhabbet tellaların silik kopyaları.
Her neyse. ‘Necip-İslamcı’ derin uykusundan uyanmanız hemen hemen imkansız: 7-10 yıllık uzun bir uyku, ama olsun.
Yayınlanmayan bir katkımda Nazi devrinden sonra Alman yazarların, her dediklerinin faşistlik çerçevesi içinde anlaşıldığının farkına varı, dilde değişme yapma girişiminden söz etmiştim. Siz buna şahane bir örnek olmuşsunuz. İnternet, medya, sosyal medya, tüketicilik, seks açlığı gibi modern insanların beyinlerine işlenen resim, ses, renk dolu ağız sulandırma silsilesi içinde anlamışsınız, anlatayım. Bu örgüye, bu ölü-canlı hilkat garibesine kısaca ‘Kapital = K’ adını vereceğim.
Et kemikten oluşan bireyin artık becermediğini K becerir. K sahibi birey, yapamadıklarını yapmayı başarır: başkan olur, Internet’ten resim indirip bakarak mastürbasyonla zevk alır, her alanda işi asıl becerenleri televizyonda seyredip dikizcilikle yetinir, bu sitedeki benim gibi zırvalayan değil dünyayı ciddi ciddi inceleyen koca kelleleri okuyup sevdim/sevmedim notu verir, sıkışınca avukat tutup hapis veya cezadan kurtulur, doktora gidip hayatı salt seyircilikle geçtiğinden strese girdiğini öğrenip antideprasyon yutmaya başlar, hatta bu sitede olduğu gibi Türkiye ve dünya işlerinde, evcilleşmiş, uslu, terbiyeli bir orta sınıf ücret kölesi sorumlu vatandaş olarak fikir özgürlüğünü sergiler … liste K kadar sonsuz uzun.
Çenem çok düşük, en iyisi bir fıkrayla çabuk keseyim.
Allah, fakiri eşeğini kaybettirip bulmayla sevindirirmiş. Ama sizin gibi mazlumlar artık en son moda Kuantum dünyada yaşıyorsunuz. Eski fizikte bulunan eşeğin aynı eşek olduğu bilinirdi, cici bici kuantum fizikte kimse bilemez.
Eşek yerine, çalınanlar birikimi Kapital okursanız belki daha iyi anlaşılır. Kendiniz yerine de K’nin yarattığı Evrensel Güçsüzlük mağduru okuyun.
Sayın 114, kusura bakmayın ama insan konuşalı doğa veya doğada yaşamayı sizin gibi anlayanlar bu site hödükleri ve K’nin okul+medya ile sersemleştirdiği kalabalıklar. Bu kavram 7-10 bin yıl önce, yani insan tarihinde 24 saatlik günde son 0,2 saniye, yani politik toplumlara geçişi ifade eder.
Diğer bir ipucu: ilkeller dilinde fiil çok, biz medeniler dilinde isim çok.
Siz en iyisi Özgür Üniversite’de (= Bedava Üniversite?) asıl koca kellelerden bu konuda birkaç ders alın.
“Baby I’m preying on you tonight
Hunt you down eat you alive
Just like animals
Animals
Like animals-mals
Maybe you think that you can hide
I can smell your scent for miles
Just like animals
Animals
Like animals-mals”
Maroon 5 – Animals
Bir varmış bir yokmuş
Hem yokmuş hem varmış
Açıkçası “varlık”
Özünde kendi karşıtı olan “yokluk”u barındırdığından
Ama o “öz”
Karşıtının etkisiyle sürekli değişeceğinden de
“Bir varmış bir yokmuş”
Necip ve İslamcıların asıl istedikleri siz ve bu site salaklarının uydurdukları “doğal hayat” değil tam sizin istediğiniz: Bak ama dokunma!
Necip ve İslamcılar hayatla aramıza giren asıl muhabbet tellalarının silik kopyaları. Devrimciler de öyle.
Her neyse. ‘Necip-İslamcı’ derin uykusundan uyanmanız hemen hemen imkansız: 7-10 yıllık uzun bir uyku, ama olsun.
Yayınlanmayan bir katkımda Nazi devrinden sonra Alman yazarların, her dediklerinin faşistlik çerçevesi içinde anlaşıldığının farkına varıp dilde değişme yapma girişiminden söz etmiştim. Siz buna şahane bir örnek olmuşsunuz. Bu site salaklarının kafalarından başka hiç bir yerde olmayan ‘doğal hayatı’, İnternet, medya, sosyal medya, tüketicilik, seks açlığı gibi modern insanların beyinlerine işlenen resim, ses, renk dolu ağız sulandırma silsilesi içinde anlamışsınız. Size anlamanız için yardımcı olayım. Bu örgüye, bu Medeniyet’in doğurduğu en son evladı ve günümüzün tek allahı ölü-canlı hilkat garibesine kısaca ‘Kapital = K’ adını vereceğim.
Et kemikten oluşan bireyin artık becermediğini K becerir. K sahibi birey, yapamadığı her şeyi K ile yapmayı başarır: başkan olur, Internet’ten resim indirip bakarak göz veya kamış mastürbasyonla zevk alır, her alanda işi asıl becerenleri televizyonda seyredip dikizcilikle yetinir, bu sitedeki benim gibi zırvalayan değil dünyayı ciddi ciddi inceleyen koca kelleleri okuyup sevdim/sevmedim notu verir, sıkışınca avukat tutup hapis veya cezadan kurtulur, doktora gidip hayatı salt seyircilikle geçtiğinden strese girdiğini öğrenip antideprasyon yutmaya başlar, hatta bu sitede olduğu gibi Türkiye ve dünya işlerinde, evcilleşmiş, uslu, terbiyeli bir orta sınıf ücret kölesi sorumlu vatandaş olarak fikir özgürlüğünü sergiler … liste K kadar sonsuz uzun.
Çenem çok düşük, en iyisi bir fıkrayla çabuk keseyim.
Allah, fakiri eşeğini kaybettirip bulmayla sevindirirmiş. Ama sizin gibi mazlumlar artık en son moda Kuantum dünyada yaşıyorsunuz. Eski fizikte bulunan eşeğin kaybolan eşekle aynı olduğu bilinirdi, cici bici kuantum fizikte kimse bilemez. Olasılık hesapları, falan filan!
Eşek = çalınanlar birikimi Kapital; siz = K’nin yarattığı Evrensel Güçsüzlük mağduru, okuyun daha iyi anlarsınız.
Sayın 114, kusura bakmayın ama insan konuşalı doğa veya doğada yaşamayı sadece siz, bu site hödükleri, K’nin okul+medya ile sersemleştirdiği kalabalıklar böyle şapşalca anlar. Bu kavram 7-10 bin yıl önce, yani insan tarihinde 24 saatlik günde son 0,2 saniye, yani siyasi toplumlara geçişi ifade eder.
K’nin seyirci tüketici ettiği sizler için diğer bir ipucu: ilkeller dilinde fiil çok, biz medeniler dilinde isim çok.
Siz en iyisi Özgür Üniversite’de (= Bedava Üniversite?) asıl koca kellelerden bu konuda birkaç ders alın.
Dünyadaki doğal güzelliklerin tadını çıkarmak, o güzellikleri “avlamaya” çalışmak dururken, sadece ailelerini geçindirmek için “avlanmaya” çalışan avcı-toplayıcıların (tıpkı o düzenin parçası bazı “medeni”ler gibi mesela) bu doğal zevklerden mahrum kalmaları ne yazık!
Ya da bir dakika… onlarda böyle bir şey yok muydu?
Yoksa var da “Komünist Manifesto”da geçen başka ithamlarla mı karıştırıyoruz bunu? Öyleyse kusura bakmasınlar yanlış hatırlayarak boş yere günahlarını aldığımız için.
Sabır nedir?
Daha doğrusu kimlerin öğrenmesi gereken bir erdemdir?
“Kapitalizm” veya “medeniyet” dedikleri şeyi [bu bazıları için “iktidar”, “diktatörlük”, “işgalci devlet” vb. de olabilir] bir an önce yıkmak isteyen, bu hemen gerçekleşmeyince de çeşitli reaksiyonlar gösteren benzer ideolojilere mensup “yetişkin”lerin mi?
Yoksa oyuncakları elinden alındığında ağlayan ve sakinleşmek nedir bilmeyen çocukların – pardon “çocuk ruhlu”ların mı?
Ya da zaman zaman türlü-çeşitli kız/erkek arkadaş meseleleri yüzünden krizlere giren “ergen ruhlu”ların mı?
türban özgürlüğü kandırmacası
“[…] bir dinin ortaya koyduğu kurallar ise adı üzerinde inanç olup, akıl yoluyla sağlama alınacak fikirler değildir. sonuçta “örtün” diyor veya dediği düşünülüyor. kalkıpta bunu günümüz ölçülerinde incelemek ona yok “özgürlük”, yok “kadının aslında sosyalleşmesi” (evine kapanıp dört duvar yerinde, örtünüp topluma karışması) ..vs gibi anlamlar yüklemek abesle iştigaldir. bu yol da sonunda “islamın siyasallaşması” gibi çıkmayan bir yola girmektir.
ancak inanç değerlerini bir de tamamen dogmatik olmadığını düşünmek lazım, her zaman bir pragmatist karşılığı vardır. zaten sorun da günümüz değerleriyle pragmatist yaklaştığımızda bu kalıplar bozulmaya uğramasıyla çıkıyor…(kurban kesmek yerine, kurban parasıyla yardım yapmak…vs.) o zamanda taraflar arasında gerginlik çıkıyor.
sonuç olarak türban ın ve diğer dini öğeleri savunanlar, ona pragmatist anlamlar yükleyip, günümüz değerleriyle içselleştirmekle aslında kendi kalelerine gol atmaktadırlar […] bu değerleri savunmanın en doğru şekli bence, “bir yerlerde bu sekilde yazıyor ve biz buna sonuna kadar uyacağiz, değişmeye niyetimiz yok, biz böyle huzur buluyoruz.” tarzı bir savunmadır. diğer türlü tartışmada taraf olmak olsa olsa “nil nehri kıyısında bulunan secde etmiş firavunu kuran-ı kerim 1000 kusur yıl once yazdı tarzı, mit kokan magazin haberi üretmektir.”
https://eksisozluk.com/entry/8913861
“baska celiskileri de ortaya cikaran bir kandirmacadir.
yeri gelince yabanci ulkelerde okuyan turbanli kizlarimizdan bahseden, bu kizlarin ayni siralari paylastigi “garip” insanlardan ornek veren bu anlayis, kendi yasami soz konusu oldugunda o “garip” gorunuslu kisileri yanina bile yaklastirmayacaktir. gidin bakin bakalim islami rejim ile yonetilen ulkelere…
kisacasi sadece ve sadece kendi “ahlak” anlayislarina ozgurluk taniyan bir yaklasim, isine gelince o gavur deyip begenemdigi toplumlarda yasananlardan ornek verir. ama mesela o toplumlarda meclisteki kadin oraninin %40 civarinda oldugunu, kadinlarin yonetime neredeyse yari yariya katildigini gormezden gelir […] eee madem batiyi ornek aldin, madem oradan ornek gosteriyorsun oradaki diger seyleri de hayatina almak icin calissana…
ama olmaz ki. sonucta bu kisiler icin demokrasi veya ozgurluk bir amac degil aractir. buna karsi uyanik olmak gerekir […]”
https://eksisozluk.com/entry/8913847
“oyle bir kandirmacadir ki bu en kuyruklu yalanlari bile gozunu kirpmadan soyletir.
bu allah’in emri, bu boyle yapilmak zorunda, kuran’da boyle yaziyor, inaniyorum diyorsan yapacaksin seklinde turlu zorlama ve baski ile ortaya cikip, bu durumu aciklamak icin de inanc “ozgurlugu” gibi bir kavrami kullanmanin komikligi bir yana, turban takmak veya taktirmak aski ile yanip tutusan “ozgurluk” savascilarinin anlayisinda kadin icin kafaya turban ortmek disinda hicbir ozgurluge yer verilmiyor olusunun inanc ozgurlugu lafi ardinda gizlenilmeye calisilmasi tek kelime ile ayiptir.
ayrica o inanc dedikleri sey de tipki krallik sistemi gibi babadan ogula gecen bir sistem. yani inanc ozgurlugu diyorlar ama o da yalan. daha dogarken kafa kagidida sak diye yaziyorlar neye inanacagini. ulan hani ozgurluktu bu? eee sen benim neye inanacagimi secmissin bile… hatta senin inandigina inanmazsam vay halime… ne guzel valla.
baska bir deyisle inanc ozgurlugu derken yaptiklari zorlamanin farkinda olmamalari bir kenera, inanc ozgurlugu diyerek getirmeye calistiklari sistemde kadinlara ve hatta kendilerinin inancina dahil olmayanlara hicbir ozgurluk taninmadigi ortadadir. bunu anlamak icin dini rejim ile yonetilen ulkelere soyle bir uzanmak yeterlidir […]”
https://eksisozluk.com/entry/8956175
Çok sabırsızsınız!
Büyüklerinize sadıklığınızı, sedaketli bir dalkavuk olduğunuzu göstermek için acele etmişsiniz.
Ya da yıllardır yaladığınız büyüklerinizin sabırlı ve sakin olmanız için ağzınıza soktukları oyuncaklarını evrensel, dinsel, ahlaki, felsefi gibi cici bici laflarla süsleyip dikkati başka yere çekmek için acele etmişsiniz.
Her halükârda, zorla kabul ettirileni, köleliği kabul etmenizi fazilete çevirmeniz sizin laf cambazlığınızı bir kez daha kanıtlar.
Not: Eğer Necip değilseniz pek fark etmez. Bu sitedeki sağ/sol devrimci klonlar arasında fark yok.
Eğer alay etmek istersek, Allah’ın işine karışmışsınız deriz.
Batı çoktan “gökyüzündeki Allah da, yeryüzündeki Allah da istediğini yapar ve mağdurlara ancak b*k yemek düşer” ilan etti: Bu konuyu kurcalayan tarihçilere göre, başlangıç 11-12 yüzyılları arası, amaç boşalma da 14-15 yüzyılları arası oldu. Batı, bu devire cici bici Rönesans ve Reformlar veya Antik Yunan’a dönüş isimleri kes-yapıştırdı ve bu geçen süreye trene inek bakan sizin gibi enayilere yutturdu.
Çok kısaltırsam, laiklerle dinciler anlaştılar: Beden birine, ruh öbürüne. Diğer bir deyişle, “Allah’ı öldürürsek, her şey mümkün.”
Tabii, çok daha eskiye giden ve mağdurların ağlamaktansa gülmek için ifade ettikleri sonsuz sayıda fıkramsı deyişler var. İki sevdiğim:
Allah fakirleri sever, zenginlere verir.
Yahudileri her kurtarmayı başaran ve her kurtarıcı gibi saray mensubu olan Musa, sarayı beyninde taşır ve sarayı kuracak münasip bir yer bulana kadar yahudileri çölde dolaştırır. Çadırlarında homurdayan ve arada bir kılıçtan geçirilen, siz modernlerin dilinde, “karşı-devrimciler”den bir ses yükselir:
Yahu, Mısır’da yeteri kadar mezar yokmuydu bizi buraya getirdin!
Musa zamanında olsun, şimdi olsun Allah’ın işine karışılmaz. Eyüp’ü hatırla anlarsın. Büyük bir ihtimal yaltakçı Necip olan 119 gibi sabırlı olup katlanacaksınız. Veya seks açlığı içinde doğmuş büyümüş 118 gibi karı-kız avcılığı yapan laik gibi mastürbasyonla yetineceksiniz.
Her halükârda, din ve allahı güncelleştirip bu siteye çok yakışır modern ve sorumlu bir vatandaş olarak politik-sosyal-ekonomik falan filan ciddi konular çerçevesi içinde yaptığınız katkı mükemmel.
Ama gülmeye başladık devam edelim.
Din ve Allah’ı ciddiye alan sizin gibi düşünmeyebilir. Eğer sivri zekalılar, Allah’ın dediğini güncel yaşama uydurma gerektirdiğini iddia ederlerse, sıradan bir inanırın aklına “Ulan, Allah bir hata mı yapmış?” sorusu gelebilir.
Din ve Allah’ın en az 5-7 bin yıldır aslında Devlet olduğunu bilen bir tarihçi, “Ulan, Devlet’in her b*kuna katlanıyorsun, 119 sabırlı hödük gibi buna da katlan!” diyebilir.
Bir Din-Allah vardır, Dawkins gibi maskaraların Din-Allah’ından içeri.
Sonsöz:
Almanya’da aç bir mağdur özel mülkiyet ormanda avcılık eder, yakalanır, cezalandırır. Karl Marks, Rahip Las Casas’ın anlattığı bir olayı güncelleştiririr.
İspanyolların kılıçtan geçirdikleri bir gurup yerli kaçar durur. Nihayet aralarında biri bir çare bulur, diğerlerine anlatır: “Biz beyazların Allahlarını taşıyoruz, onun için bizim peşimizdeler.” Altın takılar toplanıp suya atılır.
Marks makale yazdığı gazetede, “eğer jüri bu çıplak vahşilerden oluşsaydı, mağduru kurtarmak için ormanı yakarlardı!” yazar.
Kodoş yaladıklarına gösteride 119 sabırsız, seks açılığı içinde kıvranan 118 İnternetle karı-kız indirmede sabırsız, siz tatsız.
“Seks açlığı” çekenlerle kafa bulan dedikoducular-magazinciler herhalde sekse hiç ihtiyaç duymayan “aşmış” (“Marx’ı aşanlar”ın kulakları çınlasın!) insanlar olsa gerek.
“Yemek açlığı” çekenlerin ve hatta bu yüzden ölenlerin çok olduğu ülkelerin aksine, bazı ülkelerdeki obez insanların yemeğe ihtiyaç duymamaları gibi mesela.
“Siyasete ilgisizlik siyasal bakımdan doygunluk anlamına gelir. İyi beslenen bir insan bir ekmek parçasına karşı ‘ilgisiz’, ‘duyarsız’dır; ama aç bir insan bir ekmek parçası konusunda her zaman ‘partizan’ bir tutum alacaktır. Bir kişinin bir ekmek kırıntısı karşısında ‘ilgisiz ve duyarsız’ kalması, onun ekmeğe gereksinimi olmadığı anlamına gelmez; bu sadece onun ekmek bulacağından, asla ekmek sıkıntısı çekmeyeceğinden ve iyi beslenenler ‘partisi’ içindeki yerinin sağlam olduğundan emin olduğu anlamına gelir.” (“The Socialist Party and Non-Party Revolutionism”, Collected Works, Cilt 10, Moscow, Progress Publishers, 1965, s. 79)
Krş;
“Sekse ilgisizlik seks bakımından doygunluk anlamına gelir. İyi “seks”lenen bir insan sekse karşı ‘ilgisiz’, ‘duyarsız’dır; ama sekse aç bir insan seks konusunda her zaman ‘partizan’ bir tutum alacaktır. Bir kişinin seks karşısında ‘ilgisiz ve duyarsız’ kalması, onun sekse gereksinimi olmadığı anlamına gelmez; bu sadece onun seks bulacağından, asla seks sıkıntısı çekmeyeceğinden ve iyi “seks”lenenler ‘partisi’ içindeki yerinin sağlam olduğundan emin olduğu anlamına gelir.”
İYİ Parti: iyi beslenenler ‘partisi’
“…iyi beslenenler ‘partisi’ içindeki yerinin sağlam olduğundan emin olduğu anlamına gelir.”
https://www.sosyalistforum3.net/showthread.php?t=57242