Karanlık Bir Kitaba Dair (Emrah Cilasun)
Emrah Cilasun’un Jan Valtinve Karanlığın Ötesinde üzerineyazdığı inceleme yazısını, benim, yazıyı okuduktan sonra Emrah Cilasun’a yazdığım email mesajıyla birlikte aşağıdayayımlıyoruz.
Emrah,
yazını dikkatle okudum. Öncelikle teşekkürederim. Keşke herkes senin kadar önem verse,dikkatle okusa ve bu kitabın üstüne eğilse ya datartışsa. Ama Türkiye’deki iki aylık deneyimiminsanların hiç de oralarda olmadığı yönünde.
Jan Valtin’in hayatını başka belgelerdende izleyerek karanlığın ötesi’ne ilişkinyaptığın irdelemeler, Jan Valtin’in KaranlığınÖtesi’nde anlattıklarını esasen doğruluyor.Her otobiyografide abartmalar, sübjektifdeğerlendirmeler ya da kişisel kaygılarla yapılmışçarpıtmalar olabilir. Yani diyeceğim, yazın,Valtin’i yalanlamıyor, tersine esasen doğruluyor.Araştırmaların, sadece bu kitabı zenginleştiricimahiyette. Şahsen ben çok yararlandım. ÖzellikleFirelei’nin gerçek adını öğrenmeyi çok istiyordum.Bu bakımdan da teşekkür ederim. Yazıda çok imlahataları var. Ama istersen bu hataları düzeltereksitede, Jan Valtin bölümünde yayımlayabilirim(elbette sana şu anda yazdığım mektupla birlikte).
Ben, anti-komünist araştırmacı Waldenfels’tenseValtin’e inanma eğilimindeyim. Öte yandan, CICgibi polis örgütlerine verilen ifadeleri araştırma yazına temel yapmana da oldukça şaşırdım. Polisörgütlerine herkes yalan ifade verebilir, hatta yalanifade vermekle yükümlüdür. Hadi bunu bir yanabırakalım, Valtin’in yıllar sonra sığındığı ülkede, suçlanmamak için bazı gerçekleri çarpıtması,kendini suçsuz göstermek için çabalaması gayetinsani bir şeydir.
Şemsi Özkan benzetmesine gelince… İşte buağır kaçmış. Bunu çok haksız ve insafsız buldumve doğrusu sana yakıştıramadım. Jan Valtin,tüm kitabı boyunca tutarlı bir şekilde tabandakigerçek komünist kahramanları savunmuş ve ErnstWollweber gibi acımasız parti bürokratlarına karşımücadele etmiştir. Onu yürekten destekliyorum.Şunu bilmeni isterim ki, eğer Jan Valtin, ŞemsiÖzkan gibi bir itirafçı olsaydı, Gün Zileli onu aslaçevirmezdi. Bu ifadeyi kullanırken bu noktayıdüşünecektin Emrah.
Gün
Karanlığın Ötesinde –Karanlık bir kitaba dair
Emrah Cilasun
Temmuz ayında, Kibele Yayıncılık, Jan Valtin’inKaranlığın Ötesinde adlı kitabını yayımladı.Kitabın arka kapağında şu iddialı cümleleriokuyoruz:
“Alman Komünist Partisi, Komintern, GPU,Gestapo, Nazizm, SA’lar, SS’ler, 1923 Hamburg
ayaklanması vb. Üzerine, Nazizmin Yükselişiniyazan W.L. Shirer’den, Komintern’i yazan F.Claudin’den öğrendiklerimizin çok daha fazlasınıöğreniyoruz Valtin’in otobiyografisinden. 1941yılında Amerika’da ilk kez yayımlandığında birmilyon sattıktan sonra soğuk savaş dönemininkaranlıkları içinde kaybolan ve sadece bir avuçentelektüelin bildiği bir kitap haline gelen, soluksoluğa okunan bu müthiş otobiyografinin bugünTürkçede elimize ulaşması, onun ‘karanlığı delipötesine’ geçme gücüne sahip olduğunun önemlikanıtlarından biridir.”
Gün Zileli’nin harikulade çevirisi ve yoğunemeğiyle hakikaten soluk soluğa okunan 840sayfalık kitap, anlatımlarıyla, 90’ların başındayayımlanan Komünizmin Kara Kitabı’na rahmetokutturmaktadır. Zira, tuğla kalınlığındakibu kitap, SSCB’nin, Komintern’in, AlmanKomünist Partisi’nin ve bunların kadrolarının nedenli üçkağıtçı, hilebaz, despot, seks düşkünü,entrikacı olduğunu iddia etmekle kalmamakta,aynı zamanda, tek tek örnekleriyle de “ispat”etmektedir. Velhasıl, Valtin’e göre, Komünizm =Faşizm’dir. Kitabın başında, Gün Zileli’nin verdiğiözellikle şu bilgileri okuduğunuzda, Jan Valtin’ezerre kadar şüphe duymanızın önü alınmaktadır:
“1919’daki Spartakist ayaklanmasına on dörtyaşındayken bisikletli kurye olarak katıldı. 1923yılında, komünist Hamburg ayaklanmasında aktifrol aldı… Amerika, San Quentin’de, GPU’nunemriyle giriştiği başarısız bir suikast eylemindendolayı üç yıl hapis yattı. Nazi’ler iktidara geldiktensonra Danimarka’ya gitti. Oradan Komintern BatıSekreterliğinin verdiği görevle, yeraltı çalışmasıyapmak üzere Almanya’ya gizlice girdi. Nazi’lertarafından yakalandı ve ağır işkence gördü. G.P.U.,Gestapo içindeki bir ajanı vasıtasıyla kendisiylebağ kurup, Nazi ajanı rolü oynamasını emretti.
Sonunda Nazi’leri, kendilerinden yana olduğunainandırabildi. Nazi’ler, onu, bir hapishanedenkaçış mizanseninin ardından ‘ajanları’ olarakDanimarka’ya gönderdiler. Ancak karısı ve çocuğuNazi’lerin elinde rehine olarak tutuluyordu.Danimarka’ya gelince, G.P.U.’nun yanlış bilgilerleGestapo’yu yanıltmasını ve bir Gestapo ajanınıyakalamasını sağladı. Bu arada, G.P.U. ileanlaşmazlığa düştü. G.P.U., onu, Moskova’yagöndermek üzere tutukladı. Fakat, G.P.U.’nunelinden kaçmayı başardı ve 1938 yılında ABD’yegitti. Stalinist basında hakkında çıkan yazılarüzerine, Gestapo, Valtin’in kendilerini aldattığınıöğrenmiş oldu ve karısı Firelei’yi yenidentutukladı. Firelei, Gestapo hapishanesinde öldü.Valtin, Amerika’da, çeşitli işlerde işçi olarakçalıştı, daha sonra, II. Dünya Savaşında, Amerikanordusuna er olarak katıldı. Savaştan sonra, HouseCommittee on Un-Amerikan Activities tarafındansoruşturmaya uğradı, ancak aklandı…’ (age) (abç)
Otobiyografi mi, roman mı?Jan Valtin, namı diğer Richard Krebs’indoğumundan öldüğü güne kadar hakkında bugünekadar yayımlanmış olan yegane çalışma, Ernst vonWaldenfels’e aittir. Doğu Almannya’nınyıkılmasının ve SSCB’nin çökmesinin ardından,Waldenfels, Batı ve Doğu Alman arşivlerinde,Moskova’da, SBKP arşivinde, Princeton’da, MuddLibrary’de, Washington’da, National Archives’de,Richard Krebs’i konu eden bilgi ve belgeleribulmuştur. Waldenfels, Richard Krebs ile ilgiliolarak doğrudan ya da dolaylı çıkan kaynakları –özellikle de İskandinavya’da çıkanları- incelemişve nihayet Richard Krebs’in 1940’da ABD’deevlendiği ikinci karısı Abigial Alderman’a ve1948’de evlendiği üçüncü karısı Clara Medders’eve tabii Krebs’in oğlu Jan ve diğer akrabalarınaulaşmış, sayısızca fotoğrafın yanı sıra aile
seceresini de bulmuştur. Yaklaşık on seneden fazlasüren bu araştırma sonucunda Waldenfels’in, DerSpion der aus Deutschland Kam, Das gehimeLeben des Seemanns Richard Krebs [Almanya’dangelen ajan, denizci Richard Krebs’in sır doluyaşamı] adlı yapıtı, 2002’de, anti-komünistyayınlarıyla tanınmış Aufbau Verlag (Berlin)tarafından yayımlanmıştır. Anti-komünist ve anti-Stalinist Waldenfels’in, yaptığı araştırmalar sonucuelde ettiği bulgulara bakılırsa, Karanlığın Ötesinde,bir otobiyografiden daha çok, doğru bilgilerlehayal mahsüllerinin içiçe geçtiği bir romandır.Waldenfels’e göre Richard Krebs (Jan Valtin),Hitler Almanya’sı, Stalin Rusya’sı ve RoosveltABD’si arasında, büyük güçlerin gazabına uğramışbir zavallıdır.
Pirincin taşını ayıklamakla, pösteki saymak gibi birşey olan bu makalede ben, Waldenfels’inbulgularından hareketle, Richard Krebs’in (JanValtin) son derece karmaşık olan gerçek hikâyesiniokuyucuyla paylaşmak istedim.
Zweite Klasse?Richard Krebs, 17 Aralık 1905’de, beş çocuğunikincisi olarak Darmstadt’da doğdu. Babası, HugoKrebs, Silezyalı zengin bir ailenin oğluydu.(Richard Krebs’in dedesi, Silezya’da, Gothar KrediBankası’nın müdür başyardımcısı, MagdeburgerHayat Sigortası’nın temsilcisiydi ve 1880’de,Prusya Kraliyet Komisyonu’na tayin edilmişti.)Hugo Krebs, Bremen Denizcilik okulunu bitirmişti,1885’den itibaren Kuzey Alman Lyod’u adlıdenizcilik şirketinin Batı Hindistan ve GüneyDenizi’ndeki gemilerinde kaptanlık yapıyordu.1902’den itibaren aynı şirketin yüksek komiserlikgörevine tayin edilmişti.
Annesi Pauline, İsveç’te doğmuştu ama aslenGüney Almanyalı bir rahip ve üstadlar ailesine
mensuptu. Küçük yaşta annesiyle birlikte,Frankfurt yakınlarındaki Darmstadt’a yerleşmiş,öğretmenlik okulunu oldukça geç bitirdikten sonra,28 yaşındayken kaptan Hugo Krebs’le evlenmişti.Jan Valtin ise, Karanlığın Ötesinde, babası veannesi hakkında başka bir portre çizmektedir. Onagöre babası … deniz araştırma servisine bağlı birgörevliydi (s.13). “Dönemin çoğu Almanzanaatkârı gibi babam da tam bir sınıf bilincinesahipti… Sakin bir militandı, ama aniden tepesi deatabilirdi ve muhteşem sosyalist geleceğe inanırdı”(s. 14). Annesine ilişkin ise, verdiği bilgi doğruylayanlışın iç içe geçtiği bir bilgidir. “İsveç’in engüney bölgesine düşen Schonen doğumluydu, o daher İsveçli gibi içgüdüsel bir konukseverliğesahipti… (s. 14-15)
Pauline, kocasının kaptanlık yaptığı Antwerpenlimanında bulunan gemide ilk çocuğunudoğurmuştu. Fakat doğumdan kısa süre sonraçocuk ölmüştü. Richard’ın büyük ablası Annemarie1904’de, Honkong’da doğdu. Richard ise, 1905’de,Darmstadt’da. Pauline bir müddet Almanya’dakaldıktan sonra, oğlunu, annesinin yanındabırakıp, o sıralar Honkong’da görev yapmaktaolan kocasının yanına gitti. Orada, 1907’de,ikinci kızı, Cilly lakabını taktıkları Caeciliedünyaya geldi. Bu yıllarda, dünyanın önde gelenarmatör şirketlerinden biri olan Kuzey AlmanyaLloyd’unun Singapur limanına, komiser olaraktayin edilen Hugo Krebs, bir anlamda kariyerinindoruğundaydı. Burada Richard’ın erkek kardeşiJulius doğdu. 1911’de, Pauline, diğer çocuklarıSingapur’da bırakıp, Darmstadt’a geri geldiğinde,Richard’ın, Peps lakaplı en küçük erkek kardeşiHugo Junyor’u doğurdu. Bir sene sonra tüm aile,baba Hugo Krebs’in komiser olarak tayin edildiğiİtalya’nın Cenova’sında bir araya gelebildi.
Okuyucuya fakir bir ortamdan geldiğini
kanıtlamak derdinde olan Richard Krebs, JanValtin adlı kahramanına, Karanlığın Ötes’inde,bambaşka bir hikâye anlattırmaktadır: “Gittiğim ilkokul, Buenos Aires’deki bir Alman okuluydu. Biryıldan biraz fazla kaldığımdan oraya ilişkinanılarım belli belirsiz. Bunu, Singapur’daki ikiyıllık İngiliz okulu izledi. Burada bir ekvator sıcağısöz konusuydu ve Britanya’nın dünyahakimiyetinin ilk kez burada farkına vardım,utanılacak şeydir ki, benimle ve işçi çocuklarıylakolonyal görevlilerin ve Doğu’nun beyaztüccarlarının oğulları ve kızları arasında büyük biruçurum vardı. Onların düzenledikleri partileregidemezdim ve burjuva ebeveynlerinin kibriyüzünden ailemin oturduğu mütevazı evegelmekten çekinirlerdi… 1913 yılında babam,Hongkong’a geçici bir iş için gönderildi, dahasonra aynı yıl Yokohama ve Batavia’da yeni satınalınmış gemilerin malzemesinin denetimine atandı.Bütün bu yolculuklarda ailesi de yanındaydı –yolculuklar, Kuzey Alman Lloyd’unun, artık nasılrast gelirse, ikinci ya da üçüncü mevkilerindeyapılıyordu. Kleist adlı yolcu gemisinin güvertegörevlisinin beni gezinti güvertesinden su yüzeyinedaha yakın bir güverteye nasıl kovaladığını çok iyihatırlıyorum.“Sei nicht traurig,” diye yatıştırmıştı benibabam. “Wir sind nun einmal Menschen derzweiten Klasse.” (Üzülme diye yatıştırmıştı benibabam, işte biz ikinci sınıf insanlarız)” (s.15)
Waldenfels’in aile albümünden elde ettiği, kaptanüniformalı Hugo ve yanında karısı PaulineKrebs’in olduğu, 1902’de çekilmiş fotoğrafa vedaha sonra 1913’de, kendi arabalarıyla Cenova’da,çocuklarla birlikte, ailecek çektirdiklerifotoğraflara bakıldığında, Krebs’lerin, “zweiteklasse” olmadığı anlaşılmaktadır. Kuzey AlmanyaLloyd’unun 1915’de yöneticisi konumundaki buelemanının, Sosyal Demokrat Parti’li, sadık
sendikalist ve Kayzer’in tam bir soytarı olduğunudüşünen, sakin bir militan, ama aniden tepesi deatabilen ve muhteşem sosyalist geleceğe inananbirisi olması ise, Waldenfels’e göre imkansızdır.
Bremen ayaklanması1915’de, İtalya, Almanya’ya savaş ilan edince,Krebs ailesi, Kuzey Almanya Lyod’ununmerkezinin bulunduğu Bremen’e taşındı. Onyaşındaki Richard Krebs burada okula başladı.1917’de, Alman Deniz Kuvvetleri’nde başlayanküçük çaplı firar ve isyanlar, 1918’de devasa birboyuta ulaştı. 30 Ekim’de, Bremen yakınlarındakiWilhemshafen’de başlayan ayaklanma bir kıvılcımgibi ülke içlerine doğru yayılmakta ve şehirlerbirbiri ardından İşçi-Asker Konseylerinindenetimine geçmekteydi. 9 Kasım’da, Berlin’deCumhuriyet ilan edilmişti. On üç yaşındakiRichard, o dönem, ilk okuldan sonra genellikle,orta ve zengin sınıftan, ancak notları görece iyiolan çocukların gidebildiği Realgymnasium’agitmekteydi. Babası Hugo Krebs ise, iki sene sonraşirkette gelinebilecek en üst düzey yöneticikademelerden biri olan denizcilik ölçümlerindensorumlu dairenin müdürü olacaktı. İşte bu nedenle,Karanlığın Ötesinde anlatıldığı gibi, meslekikonumu itibariyle ne Hugo Krebs’in İmparatorlukDonanması’nda çalışması (s.17) ve daha sonraEmden’in devrimci İşçiler ve Askerler Konseyi’neseçilmesi (s. 24), ne de on üç yaşındaki -aslındaRealgymnasium’a giden- Richard’ın, bir bacaustasının yanında çalışıp, illegal gençlik grubundayer alması (s. 19) mümkündür. Hele hele, 162kilometre uzaklıkta bulunan Kiel’deki 3 Kasım1918 tarihli ayaklanmanın önderlerinden ErnstWollweber’i, Bremen’deki ayaklanmanın başında(s.22) görmesi de cabası.
Yıllar sonra Richard Krebs, San Quentin
hapishanesinde yatarken, hapisane müdüriyetininbir mektubuna cevaben, Ağustos 1927’de, KuzeyAlmanya Lloyd’unun yazdığı mektuptan şubilgileri öğreniyoruz:
“Yukarıda bahsi geçenin, kurumunuzdabulunmasını üzülerek öğrenmiş bulunmaktayız.Sorunuza cevaben bildirmek isteriz ki, bu adamınbabası, müessemizin bir zamanlar iyi bir pozisyonasahip ve genel olarak saygı gösterilen birmensubuydu. Oğlu iyi bir eğitim görmüştür vebabası gibi meslek olarak denizciliği seçmiştir.Kendisinin sıkı bir disipline ihtiyacı vardır. Dahagençliğinde dik başlı oluşu dikkat çekmiş, maalesefbabasının erken ölümünden sonra annesiningösterdiği zayıflık bu zaafını güçlendirmiştir.Şayet, sıkı bir kontrole tabii tutulursa çalışkanolmayı başarabilecek bir adam olduğunainanıyoruz. (National Archives, Washington, RG319 IRR Personal Name File; Box 124 BB.’denaktaran Waldenfels, age, s. 21 Arşiv’deki bu dosya,CİA’nın öncülü olan Army Counter İntelligensCorps’un (CIC) 1950’de Richard Krebs’in sorgusonucu elde edilmiş 200 sayfalık ifadesindenoluşmaktadır).
20 Mart 1920’de babası’nın ani ölümüyle birlikte,Krebs ailesinin de maddi zorlukları başlar. Normalşartlarda Pauline Krebs’e bağlanan dul maaşıgeçimlerine yetecektir. Fakat, savaş sonrası başgösteren anormal enflasyon, binlerce aileninolduğu gibi Krebs ailesinin de önü alınmaz maliçöküşünü beraberinde getirmiştir. Bu şartlardaRichard Krebs, on beş yaşında Realgymnasium’uterk eder. Annesinin aracılığıyla, Kuzey AlmanyaLyod’una ait büyük yelkenli Magdalena Vimmengemisinde çırak olarak işe başlar.
Gemici çırağı
Başta Şili ve Arjantin olmak üzere LatinAmerika’nın çeşitli limanlarında çalışan Richard,1923’ün baharında, Obodrita adlı gemiyleİngiltere’ye vardı. Oradan Bremen artık kısabir mesafeydi. Bu dönem zarfında yaşadığıdeniz maceralarını, altı sene sonra, San Quentinhapishanesinin gazetesi Outbound’da kalemealacaktı. (Waldenfels, age, s.22)
Almanya’ya geldiğinde 17 yaşındaydı. 1923Almanya’sı yaşanacak gibi değildi. Savaştan sonraarda kalan orta sınıflar, develüasyonun dişlilerineellerindeki son varlıklarını da kaptırıyorlardı. Ocak1922’de, 1 Dolar’ın karşılığı 200 Mark’ken,Temmuz’da 500, Ocak 1923’de 18.000 ve 15Kasım 1923’de ise 4,2 milyon Mark’tı.Kaybedenlerin arasında Pauline Krebs de vardı.Annesinden geçinmemek için Richard, limanda işbulabilmek ümidiyle Hamburg’a yerleşti. Siyasiortam son derece karışıktı. 1919 yenilgisininardından Alman Komünist Partisi tekrargüçlenmekteydi.
Alman Komünist Partisi’ne üyelikTekrar bir gemide iş bulmak için Richard Krebs,Almanya’yı yasal yollardan terk etmeyibaşaramayınca, kaçak yolu denedi. Bindiği gemideyakayı ele verince, Cuxhaven’de gemiden indirildive Hambug’da tıka basa dolu bir hapishaneyegetirildi. Hapishaneden salıverilince, buradatanıştığı bir komünistin verdiği kızkardeşine aitadrese yerleşti. Komünist literatürü okumayaburada başladı. Kısa süre sonra Alman KomünistPartisi’ne (KPD) üye oldu. (Richard Krebs: Whereand how to check the facts in Out of the Night(1941 ve 1942) Mudd Library, Princeton’danaktaran Waldenfels, age, s. 29-30)
1923’de, Komintern’in önderi Zinovyev’e göreAlmanya’da Kızıl Ekim yakındı. Ve KPD, Kızıl
Ekim’e son sürat hazırlanıyordu. Parti, bir illegalhaber alma örgütü oluşturdu. 350’si maaşlı vebirkaç bini de maaşsız faaliyet yürüten bu örgütünproleter polis birliklerinin 21 Ekim’de eriştiklerirakam 1331’e varıyordu. Ayrıca 300 partizangrubu kurulmuştu. Waltenfels’e göre, Hamburglimanınında afiş asma, duvarlara slogan yazma,polisle kapışma gibi aktivitelerde yer alan RichardKrebs, böylesi devasa bir parti çarkının dahaşimdilik minnacık bir dişlisiydi. (Waltenfels, age,s. 33)
Partiye katılmasından kısa süre sonra Richard,Hamburg liman işçileri ve denizcileri arasındaajitasyonları yöneten Albert Walter’le tanıştı.Walter, Gemi Ulaşımı Birliği’nin başkanıydı. Aynızamanda, dünya çapında denizci sendikalarını elegeçirmek için Profintern tarafından oluşturulankadro örgütü Transport İşçilerinin UluslararasıPropaganda Komitesi’nde (İPK) kilit bir rolüstlenmekteydi. İPK, sadece başarılı birpropaganda örgütü değil, aynı zamanda,Waldenfels’in Moskova arşivlerindeki bulgularınagöre, Komintern’in kurye ve haberalma örgütüolan Otdel Meshdunarodnych Swjas’la (OMS) sıkıbağlara sahipti. Bırakalım tek tek komünistpartilerini, gerek Komintern’in, gerek SSCB’ninhiyerarşik yapısında çok küçük bir azınlık dışındakimse bu örgütün varlığını bilmiyordu. Dünyanınbir ucundan bir ucuna bilgilerin, raporların, para vemühimmatların ulaşımı açısından OMS, Kominterniçin, tabii İPK’da aynı nedenle OMS için çok amaçok önemli bir örgüttü. Albert Walter, RichardKrebs’i, İPK’nın Hamburg faaliyetleri içineyerleştirdi. Faaliyetlerin başında, limana gelen tümgemilerin ve mürettebatın hakkında detaylıbilgilerin rapor edilip dosyalanması geliyordu;denizcilere, propaganda ve ajitasyon yapılıyordu.O yıllarda, Almanya’nın kuzey sahillerinde herAlman vatandaşının önemli bir geçim kaynağı olan
İskandinavya’ya kaçak içki satışında KPD’de degeri kalmıyordu.
Kızıl EkimParti, yeni üyesi Richard Krebs’i bu faaliyetlerinyanı sıra, Kızıl Ekim’in hazırlıklarına kurye olarakdahil etmişti. Fakat Richard Krebs, Jan Valtin adlıkahramanına sadece kuryelik görevinin verilmesiniyeterli görmemiş olacak ki, partinin suikastlerdensorumlu T-ünitlerinin, mesela o dönem AlmanyaGenel Kurmay Başkanı General Seeckt’e yapılacaksuikast eyleminin hazırlıklarına şahit olan tarihitanıklık rolünü de atfedecekti (s. 86). Tabii buarada, Berlin’de, gördüğünü iddia ettiği entrikacı,komplocu, Sovyet ajanları, erkeklerle yatmak içincan atan şehvetli partili kadınlar da işin cabasıydı.1950’de, haftalarca süren sorgusu sonucu CIC’yeverdiği ifadede ise, Richard Krebs, 1923’ünsonbaharında Hamburg’da bisikletli kuryelikyaptığını söyleyecekti. (Waldenfels, age, s. 44)
Ekim 1923’e geri dönecek olursak, Hamburgayaklanması, KPD açısından tam bir felaketolmuştur. Parti’nin askeri yönetiminin dahasonra yaptığı bir iç değerlendirmeye göre bu,kitlesel bir ayaklanma değil, bir darbe girişimiydi.Çatışmaların başlangıcında, silahlanma 35 tüfekve birkaç tabancadan ibaretti. Parti’nin bütünüyeleri harekete geçirilmemişti. Bu dönemde KPD,Hamburg’da takriben 18.000 üyeye sahipken,sadece şehrin çeperindeki üç varoşta savaşıldı.Savaş hattında 150 komünist ve barikatları kuran,mühimmat tedarik eden, yaralılarla uğraşantakriben 1000 işçi vardı.(Bernd Kaufmann/EckhardReisener/Dieter Schwips: Der Nachrichtendienstder KPD 1919-1937 [KPD’nin HaberalmaTeşkilatı 1919-1937], Dietz Verlag, Berlin, s.87) Yenilginin ardından birçokları gibi RichardKrebs de kaçtı. Onun yolu, Belçika’nın Antwerpenlimanına düşecekti.
Antwerpen’de, Richard Krebs, liman işçileriarasında hatırı sayılır etkinliğe sahip Ukraynalıanarşist Bandura ile tanıştı. Bandura’nın etkisisadece Antwerpen’le sınırlı kalmıyor, aynızamanda kolu, ta ABD’deki Dünya Endüstriyelİşçileri (I.W.W) örgütüne kadar uzanıyordu.Bandura’yla sıkı bir arkadaşlık kuran Krebs, onunsayesinde birkaç hafta sonra, Elonore adlı gemiyleABD’ye doğru yola çıktı. 17 Aralık 1923’de, onsekizinci yaşgününde, Kaliforniya’ya vardı. LosAngeles’de, Ocak 1924’de, ABD’ye kaçak girdiğiiçin birkaç günlüğüne gözaltına alındı. Serbestbırakıldıktan sonra Hollywood’a gitti. Burada,Deniz Şahini, Kayıp Dünya ve Atarabaları Yarışıadlı filmlerde dublör olarak yer aldı. Montpellieradlı gemide iş buldu ve bu gemiyle Nisan 1924’deAntwerpen’e, oradan da Hamburg’a geri döndü(Where and how to check the facts in Out of theNight’tan aktaran Waldenfels, age, s. 49).
Hamburg, Kızıl Ekim’in yaralarından daha yeniyeni sıyrılmaktaydı. Albert Walter, faaliyetlerinetekrardan başlamıştı. Komintern’in önde gelenüyelerinden Grigori Atschkanow da Hamburg’agelmişti. Geliş nedeni ABD’de deniz işçileriarasında örgütleme yapacak kadro bulmaktı.1924’ün başlarında Moskova’ya gönderdiği birraporda, ABD’deki liman işçilerinin, denizcilerin,IWW’nin, anarşizmin etkisi altında olduklarını, bunedenle Moskova’nın denetimindeki IPK’ylafaaliyet yürütmeye yanaşmadıklarını, dolayısıyla,ABD’de IPK’yı örgütlemek için gerekli kadrobulmanın zorluklarını yazıyordu (RCChIDNI 534/164/5.’den [SBKP Arşivi] aktaran Waldenfels, age,s. 49). Atschkanow, Hamburg limanında ABD’dengelen gemilerde bu amaçla araştırmalar yaparken,Mayıs ayının başında Montpellier gemisini deziyaret etti. Richard Krebs’le tanıştı. Atschkanow,Krebs’in, ABD’nin batı yakasındaki IWW
faaliyetleriyle ilişkide olan Bandura’yı tanımasınailgi duydu. Albert Walter’le birlikte, RichardKrebs’i, Bandura’nın örgütüne sızmaya ikna edip,ABD’de İPK’yı örgütlemekle görevlendirdiler.
Amerika yolcusuRichard Krebs, Mayıs 1924’de, Montpelliergemisiyle ABD’ye doğru yola çıktı. San Pedro’da,San Francisco’da, Havii’de IPK için örgütlemefaaliyetleri yürüttü. Havaii’de ırkların birbirleriylekarışması üzerine yazdığı rapor Moskova’daçok beğenildi. 1925’in sonbaharında, yirminciyaşgününden evvel Almanya’ya geri döndü. AlbertWalter, kendisine, Sovyetler Birliği’nde eğitimteklifinde bulundu. 1926’nın başlarında, KuzeyAlmanya Lyod’una ait SS Franken gemisinde işbuldu ve bu gemiyle aynı yılın yazında Çin’e gitti.Oradan Empress of Canada gemisiyle Voncouver’eulaştı ve sekiz gün sonra 2000 kilometre uzaktakiLos Angels’de, 16 Ağustos 1926’da, sokakortasında birini öldürmeye teşebbüs ederkenyakalandı.
Şimdi Richard Krebs’in hayatının en karmaşıkkesitiyle karşı karşıyayız. Ne olmuştu? Waldenfels,Moskova’daki Komintern arşivinde yaptığıaraştırmalar sonucu, Lenin Okulu’nda ders vermişve okumuş herkesin kayıtlarını bulmak mümkünolmasına rağmen, Richard Krebs’in bu okuldaokuduğuna dair hiçbir bulguya rastlamadığını,Karanlığın Ötesinde adı geçen ne bir öğretmenin,ne bir öğrencinin, ne de Krebs’in adının kayıtlardaolmadığını belirtmektedir. Fakat gene deWaldenfels’e göre, Krebs’in, Sovyetler Birliği’ndebir kursa tabii tutulduğu kesindir. Çünkü, diyorWaldenfels, daha sonra Komintern’in orta derecebir kadrosu konumuna yükselmesi başka türlü izahedilemez. Richard Krebs, 1950’de CIC’ye verdiğiifadede, Lenin Okulu’ndan tek kelime sözetmeden, Leningrad’da, birkaç haftalık IPK
kursuna katıldığını kabul etmiştir. Asya’yagidişinin parti faaliyetiyle alâkalı olmadığını,Şankay’dayken Hamburg örgütünün kendisiyleilişkiye geçtiğini ve ABD’nin batı kıyısına gitmeemri aldığını belirtmiştir. (Waldenfels, age, s. 60)
Richard Krebs, CIC’ye yaptığı bütün samimiitiraflarına rağmen, bir tek 16 Ağustos 1926’dakiadam öldürme teşebbüsüne ilişkin susma hakkınıkullanmıştır. Bu hususta, bugün okunabilecekyegane kaynak, mahkeme tutanaklarıdır. 22 Ekim1926’da yapılan mahkemede savcı olayı şöyleözetlemiştir:
“16 Ağustos 1926’da, sanık, birkaç şey satın almakiçin Moris Goodstein’ın dükkânına girmiştir.Goodstein, alınanları paketlemekle meşgulken,sanık, bir tabancayla, Goodstein’ın kafasınavurmuş ve eller yukarı diye bağırmıştır. Bununüzerine Goodstein bağırmaya başlamış ve elinene geçtiyse sanığın üstüne fırlatmıştır. Sanıkpaniğe kapılarak dükkândan dışarı fırlamış vebir ara sokağa sapmıştır. Burada, elinde silahlayakalanmıştır. Sanık, bu anlatımı kabul etmiş veolayın bir münakaşa sonucu gerçekleştiğini iddiaetmiştir.”
Sonunda mahkeme, 1 ila 10 yıl sürebilecek hapiskararını verir. (CIC, San Quentin records’danaktaran Waldenfels, age, s. 63-64) Süresi belliolmayan hapis kararları ABD hukukununözelliğidir. ABD’de, mahkûm üzerindeki kontrolüarttıran bu yöntem izlenerek ceza, iyi haline göreneticeye vardırılır.
Olayın mağduru Moris Goodstein, hiçbir politikangajmanı olmayan küçük bir dükkân sahibidir.Komintern’in, G.P.U’nun ya da IPK’nın,Goodstein’ı hedef almasının hiçbir mantıkiaçıklaması yoktur. Hele hele, ABD’de kök salmaya
çalışan IPK’nın, zar zor bulduğu elamanı RichardKrebs gibi adam öldürmekte hiçbir tecrübesiolmayan, yeni yetiştirilmiş bir kadroya Kominternya da G.P.U’nun böylesi bir görevi vermesi ise hiçinandırıcı değildir.
San QuentinHer halükârda 22 Ekim 1926’da, Richard Krebs,San Quentin hapishanesine girer. 5 Aralık 1929’daterk edeceği bu hapishanede ilk başlarda epeyzorluk çeker. Sonra hapishanenin kütüphanesindeçalışmaya başlar. Ömrünün sonuna kadar dostolarak kalacağı, ünlü yayıncı Arthur L. Price ileyazışmaya başlar. Ona, ilk kaleme aldığıhikâyelerini görüş belirtmesi için yollar. BerkeleyÜniversitesi’nin gazetecilik bölümünün açık(mektupla) öğrenimine yazılır. Aynı zamandaKaliforniya Hür Üniversitesi’nin birçok dalınakayıt yaptırır. Serbest bırakılacağı tarihe kadar, ikisene içerisinde İspanyolca, Fransızca, İngilizce,Rusça, matematik, astronomi ve kartografidallarında 7 sömester ders görür. Hapishanegazetesine yazdığı kısa hikâyelerin yanı sıra,hapishanede, matematik ve dil kursları vermeyebaşlar.
5 Aralık 1929’da Richard Krebs, hapishanedeniyi hali göz önünde buldurularak salıverilir.Hapishane treniyle ABD’nin bir ucundan diğerucuna, Texas’ın Galveston limanına getirilir.Buradan gemiyle 1930’un ilk günlerinde,Bretagne’inin Le Havre limanına varır. Gemidebulunan ve gidecekleri yerin daha belli olmadığıdiğer mahkâmlarla birlikte şehir hapishanesinenakledilir. Burada tesadüfen, 1926’da Çin’e yaptığıyolculuk esnasında kendisine gemide yardımcıolan kumarbaz Chisholm’la aynı hücreye konur veonun yardımıyla Le Havre hapisanesinden kaçarakBremen’e gelir.
Jan Valtin adlı kahraman ise Karanlığın Ötesinde,Komintern’in direktifleriyle illegaliteye geçer.Zamanın bütün ünlü komünist kadrolarıylatanışacağı, Paris, Berlin ve nihayet ta Moskova’ya,Profintern’in denizcilik konferansına katılacağıuzun, heyecanlı, fakat bir o kadar da hayal mahsülübir maceraya atılır. (s.217-243)
Halbuki, bu dönemde Richard KrebsBremende’dir. San Quentin’de keşfettiği yazarlığıntadını çıkartmaya ve çocukluğundan beri öğrenmekistediği denizcilik mesleğinin ilk adımlarını atmayaBremen’de başlayacaktır. Denizci yakınlarınatahsis edilen 24 daireli bir binada annesininyanında yaşamaya başlar. 1 Şubat 1930’da,Bremen Denizcilik Okulu’nda meslek öğrenimiiçin kayıt yaptırır. Bir sene sonra iyi notla okulubitirir. (Bremen Denizcilik Okulu ve Bremen ŞehirArşivi kayıtlarından aktaran Waldenfels, s. 82)Krebs, meslek öğreniminin yanı sıra yarıprofösyönel yazarlığa da ilk adımını atar.Hongkong’dan Vancouver’e yaptığı kaçak seyahatıanlattığı kısa hikâyesi Mart 1930’da New York’da,Temmuz ve Eylül aylarında da iki ayrı hikâyesiLondra’da, yayımlanır. Ayrıca Kuzey AlmanyaLloyd’unun iki ayda bir çıkan Lloydgazetesi’nde dedört ayrı hikâyesi yayımlanır. Bu dönemde,Bremen İşçi Gazetesi’nde de yazıları çıkar. 16Nisan 1931’de ajit-prop bir şiirini bu gazetedegörmek mümkündür. Richard Krebs, 5 Haziran1931’de, Amerikalı yayıncı Arthur L. Price’yeyazdığı bir mektupta, “Conrad’ı okuyorum,mutluyum ama üzüntüyle kendime fısıldıyorum:sen hiçbir zaman böyle yazamayacaksın” diyordu.( Waldenfels, age, s. 83, 86-87)
HermineBremen’e gelişinden kısa süre sonra Krebs, sanatokulunda okuyan kız kardeşi Cilly’nin arkadaşı
Hermine Stöver’le tanıştı. Tüccar bir ailenin kızıolan Hermine aynı zamanda Bremen’de bir şirkettereklam ressamı olarak çalışmaktaydı. Muhtemelenikisi de, 1928’de yayımlanan, Vicki Baum’un,Waymer Cumhuriyeti’nin mutsuz günlerinianlatan, Stud. chem. Helene Willfüer adlı romanınıokumuşlardı. Zira, romanın kahramanının sevdiğiiki kişinin adları Firelei ve Valentin’di. Yıllarsonra, otobiyografi diye kaleme aldığı romanındaRichard Krebs, kendisine Valentin değil Valtinadını, karısı Hermine’ye ise Firelei adını verecekti.Ve tabii ki, Antwerpen limanında, başında kavakyelleri esen, denizcileri çizen Firelei ve onunlabirlikte olmasını yasaklayan parti zorbalığıtamamen hayal ürünüydü. (s. 248-263)
Karı koca her ikisi de aktif politik faaliyetekatılmışlardı. Bir sene sonra KPD’ye üye olacakHermine, Kızıl Muhabirler adlı gezginci bir ajit-prop tiyatrosunda aktifti. Richard ve Hermine’ninyer aldıkları bir tiyatro oyunu, 18 Nisan 1931’de,Deniz ve Liman İşçileri Birliği’nin derneklokalinin açılışı vesilesiyle sahnelendi. Bremenpolisinin, oyun ve tüm oyuncular hakkında kalemealdığı kapsamlı raporu, bugün, Bremen ŞehirArşivi’ndeki 4,65-563 nolu mikro fişden okumakmümkündür. (Waldenfels, age, s. 92-93) Vehakikaten Richard Krebs, Bremen İnterklüp’de odenli faaldir ki, bütün bir 1931 senesinin komünistfaaliyetlerine ilişkin kaleme alınmış polisraporlarında adına rastlamak mümkündür. Sözkonusu raporlarda, örgütlediği toplantılara katılanliman işçilerinin ve denizcilerin toplam sayısı 781kişi olarak belirtilmektedir.
Richard Krebs, 8 Temmuz 1931’de, Hamburg’dayapılan Denizciler ve Liman İşçileriEnternasyonali’nin (ISH) kongresine Bremendelegesi olarak katılır. Burada, örgütselkariyerindeki değişikliğin mimarı, Adolf Schelly
(ya da sadece Adolf) takma isimli Polonyalı AlfredBem’le tanışacaktır. ISH’nın Başkanı AlbertWalter’dir, fakat Alfred Bem, Profintern’inISH’den sorumlu baş aktörüdür. Bem, 13 Temmuz1931’de, Moskova’ya gönderdiğiraporda, “Pazartesi günü, ayın sekizinde, Brementemsilcisiyle (yoldaş Krebs –çok aktif ve politikolarak aydınlanmış bir yoldaş) oldukça kapsamlıbir görüşme yaptım” diye yazmaktadır.(RCCh1DNI 534/5/221, Bl.4.nolu Moskova’dakiSBKP arşivinden aktaran Waldenfels, s. 99) Yıllarsonra CIC’ye yaptığı samimi itiraflarda, RichardKrebs’i dinleyen Amerikalı ajanlar bu karşılaşmayışu şekilde kayda geçeceklerdir: “Richard Krebs,Adolf’ü, ilk defa 1931’de ISH kongresindetanımıştır. Bu döneme kadar, parti tarafından,sendikaların gençlik çalışmalarına çok önemverilmiştir. Bremen’deki liman örgütü, işleyen birgençlik grubuna sahip olduğu için, Krebs’in birrapor sunması rica edilmiştir. Rapor sunumununardından, tanınmayan bir kişi Krebs’i kenaraçekerek, sana ilgim var demiştir. Bu andan itibarenKrebs, Adolf’un bir nevi kahramanı olmuştur.”(CIC, Alfred Bem hakkında verilen ifadedenaktaran Waldenfels, s. 99)
Gemi KaptanıBu tanışmanın ardından ISH, Krebs’i, lisanslıdümenci olduğu için, Sovyet’ler tarafından Almantersanelerinde yaptırılan Pionier adlı balıkçıgemisini Rusya’ya götürmekle görevlendirir.Kiel’deki bir başka Rus gemisi Lososi’yi dearkalarına halatlayıp Norveç sahillerini takipeden, Richard Krebs komutasındaki gemi(ler)Temmuz ortasında Murmansk’a varır. KaranlığınÖtesinde’ki kahramanımız Jan Valtin’e iseböylesi bir görevi ancak Georgi Dimitrov gibiKomintern hiyerarşisinin en tepesindeki yetkiliverebilir: “Peki o zaman” dedi Dimitrov. “Sana birgemi verelim. Bir Sovyet gemisinde seni kaptan
olarak görevlendirelim.” (s.306)
Richard Krebs, Murmansk’tan uzun bir trenyolculuğuna çıkar ve birkaç hafta kalacağıLeningrad’a gelir. Buradaki Interklüp’te çalışır.Kulübün Alman seksiyonundan sorumlumüdüresi, 11 Ağustos’ta, Hamburg’a yolladığı biryazıda, “daha evvel belirttiğim ihtiyaçlarımızdanötürü yoldaş Krebs’i burada tutmak isterdik, fakatProfintern buna sadece Hamburg örgütünün kararvereceğini söylediği için yoldaşın buraya gerigönderilmesi mümkün müdür” diye sormaktadır.(RCCh1DNI 534/5/227, Bl.21.nolu Moskova’dakiSBKP arşivinden aktaran Waldenfels, s. 105)
Hamburg faaliyetiKrebs, Leningrad’a gönderilmez ve Almanya’yageri çağrılır. Fakat tayini, eski faaliyet alanıBremen yerine Hamburg’a çıkar. Leningrad’dansonra ISH’nin dünyadaki en önemli limanı olanHamburg liman örgütlenmesinin yöneticiliğinegetirilir. ISH’nın dünya çapında, Alman denizticaretine karşı örgütlediği, 1931’in Eylül sonundayapılacak grevlerin Hamburg’daki hazırlıklarındayer alır. Richard Krebs’in aktif bir şekilde katıldığıbu grev ağır bir yenilgiyle sonuçlanacaktır. 12Ekim’de, grev kırılır ve Hamburg Interklüp’üneyapılan polis baskınında aralarında Krebs’in debulunduğu 80 denizci tutuklanır. (Waldenfels,age, s.114) Kahramanımız Jan Valtin ise kendisinidünya çapındaki bu grevin baş aktörü olarakgösterme niyetinde olduğu için, KaranlığınÖtesinde, Leningrad’dan, dünyanın çeşitli yerlerinetelgraflarla direktifler yağdırmaktadır. (s. 332)
Mart 1932’de, kendi evlerine taşınıncaya kadar,Richard ve Hermine Krebs, Hamburg’da,Wieke’nin yanında, Jacobsstrasse 32’deoturmaktadırlar. Richard, Hamburg Interklübü’nünpropaganda sorumlusudur ve yabancı dil kursları
vermektedir. Hermine ise afişler çizmekte ve kültürfaaliyetleriyle uğraşmaktadır. (Waldenfels, age, s.118)
KPD-ISH çekişmesiISH, Profintern’e bağlı bir kuruluştu. Şubelerininbulunduğu ülkelerdeki komünist partilerinin,ISH şubelerinin yönetimlerinde bir üst düzeytemsilci bulundurmakla birlikte gene de ISHüzerinde söz hakları yoktu. Bu durum, KPD ileISH’nın Hamburg’daki yönetimi arasında ciddiçelişkilerin oluşmasına yol açmıştı. Ekim grevininbaşarısızlığının faturasını KPD, ISH’nın perdearkasındaki baş aktörü Alfred Bem’e çıkartıyordu.Şubenin, KPD temsilcisi Koschnik, parti tarafındangörevinden alındı ve yerine Devrimci SendikaMuhalefeti RGO’nun önderlerinden, aynı zamandaKPD Merkez Komitesi üyesi Ernst Wollweber’iatadı. Ve Wollweber şubenin başkanlığına seçildi.Richard Krebs’in yıllar sonra CIC’ye verdiğibilgilere göre, Alfred Bem, iyi giyinmesini seven,yakışıklı, yürürken bir miktar bacağı aksayan,iyi Almanca konuşan, kadınlardan çok hoşlananbiriydi. Wollweber ise katı, kaba, tiyatroya dahigitmeyen, giyinmesini bilmeyen, pejmurde vekadınlara ilgisiz, parti çizgisine bağlı bir kadroydu.(CIC, Bem ve Wollweber dosyasından aktaranWaldenfels, age, s. 130).
Şube başkanı Wollweber ve onu destekleyenlerbir tarafta, Alfred Bem, Albert Walter veRichard Krebs ise diğer tarafta, ISH içersindeiki grup oluşmuştu. Waldenfels’e göre şimdilikMoskova’nın güçlü desteğini arkasına almışISH’nın baş aktörü Alfred Bem’in grubu şubeyehakimdi. Fakat bu çekişme daha sonra bütünköprülerin atılmasına neden olacak ve yıllar sonraRichard Krebs, Karanlığın Ötesinde, Wollweber’i,çizilecek en kara portrelerle okuyucuya takdimedecekti. Mesela, Wollweber’in başından defetmek
istediği sevgilisini, Gestapo’nun yakalamasınanasıl neden olduğu gibi bir sürü anlatı hayalmahsülüydü. (Waldenfels, age, s. 131) Bunlarailerde tekrar değinilecektir…
Nazilerle kapışmaTabii ki tüm bu iç çekişmeler daha 1932 senesindeRichard Krebs açısından tayin edici noktadadeğildi. Yükselmekte olan Nasyonal SosyalistParti, sokağa sürdüğü SA’larıyla ortalıkta terörestirmekteydi. Komintern’in, VI. Kongresi’ninkararlarına göre, sosyal-faşist olan SosyalDemokrasi devrimin baş düşmanıydı. Komintern’inher dediğini sadıkça kabullenen KPD de farklıdüşünmüyordu. Fakat, tabandaki kadrolar,gün be gün Nazi saldırganlarıyla meşguldüler.Naziler, komünistlerin hakimiyet alanı olanHamburg limanını ve çevresini ele geçirmekiçin her yolu deniyorlardı. Karşılıklı sokakçatışmaları, adam öldürmeler günlük rutin halinegelmişti. Çatışmaların bir başka şekli de, partitoplantılarının basılmasıydı. Richard Krebs’in,ISH’li denizcilerin başında, Hamburg’daki Nazitoplantılarını bastığı bir gerçekti. Yıllar sonra,yaşadığı yaşlılar yurdunda, o günleri hatırlayanyoldaşı Ede Nikolajczik, 15-20 kişilik gruplarının,Hamburger Hotel’de yapılan ve takriben 100 kadarNazi’nin bulunduğu toplantıyı nasıl bastıklarını,Richard’ın bir denizci diliyle ama Marksistçenasıl konuştuğunu, Nazileri nasıl patakladıklarınıhayranlıkla anlatacaktır. (Paul Borowiak’ınEde Nikolajczik’le yaptığı mülakattan aktaranWaldenfels, age, s. 132)
Karanlığın Ötesinde, Jan Valtin gibi, hem KPD,hem ISH, hem de, Komintern kadrosu olan önemlibir şahsiyetin karşısına çıkması için, ancak veancak Hitler’in sağ kolu Goering uygun görülür.Tabii, bu iki önemli şahsiyetin kapışacaklarıyer de, Hamburg’daki küçücük salonu olan
Hamburger Hotel değil, Bremen’in en büyüksalonu Kasino’dur. Jan Valtin gibi bir kahramanı15-20 kişilik bir militan grubu kesmiyeceği için,kendisine Kızıl Cephe Ligi’nden 100 kadar militantahsis edilir. (s. 283)
Waldenfels’e göre sıradan bir KPD üyesi olanRichard Krebs, ISH’da, Mayıs 1932’den itibarenyüksek bir mevkiye yükselecekti. Böylecekendisine verilecek olan daha önemli görevlerinönü açılmıştı. Bu tarihten itibaren ISH’nınmali işlerinden sorumluydu. Dünyanın çeşitliyerlerindeki ISH şubelerine gönderilecek paralaronun elinden geçmekteydi. Berlin’de bulunanKomintern’in Batı Büro’sundan, Hamburg’a,Richard Krebs’e paraları getiren Max Bareckadındaki kuryeydi. (Waldenfels, age, s. 134)
Richard Krebs’in ailevi hayatı da bu arada yeni birbiçim almaktaydı. Mart 1932’de, Hermine Krebs’leresmi evlilik yaptılar. Hermine 1932 Eylül’ününsonunda doğacak olan oğulları Jan’a hamileydi.Mart 1932’de, kendi evlerine taşınmışlardı. Fakatburada fazla kalmayıp, Eylül 1932’de,Almanya’daki son adreslerine, Interklübün hemenyakınındaki Venusberg 14 numarayataşınacaklardı. (Hamburg Şehir Arşivi, AdresFihrizi’nden aktaran Waldenfels, age, s. 135)
İngiltere günleriİşte bu dönemde Richard Krebs, kariyerinin dönümnoktasını yaşayacaktır. Ya da hayatında, komünistfaaliyette eriştiği en yüksek mevkiye gelecektir. Buişin mimarı Alfred Bem’dir. Zira, Hamburg’dakiISH’yı, Komintern’in, Berlin’deki Batı Bürosu’nuntoplantılarında şimdilik temsil etmekte olan AlfredBem, örgütsel hiyerarşide de Krebs’insorumlusudur.
1931’den bu yana İngiltere’deki denizcilik
faaliyetlerinde, Profintern’in emirlerine uymayan,gönderilen paraları çarçur eden ve ISH’nınşubesini bir türlü kurmayan Georg Hardy’ninitaatsizliği Alfred Bem’i rahatsız etmekteydi.Bem, Hardy’i, Moskova’ya sayısız defalar şikayetetmişti. (RCChIDNI 534/5/223, Bl. 92’noluSBKP arşivinden aktaran Waldenfels, age, 141)Alfred Bem, Richard Krebs’i, İngiltere’ye, GeorgHardy’i örgütten uzaklaştırması ve ISH şubesinikuracak kadroları seçmesi için müfettiş sıfatıylagörevlendirdi. Özetin özeti; her ne kadar Krebs,Moskova’daki Komintern yönetimiyle sıkı ilişkileriolduğu anlaşılan Hardy’i görevinden alamamışsada, deniz taşımacılığı işçileri arasında yeni kadrolarbulmayı başarmıştı. Tüm bunları, Alfred Bem’in,Moskova’ya yazdığı 18 Ekim 1932 tarihli rapordanokumak mümkündür. (RCChIDNI 534/5/231, Bl.44’nolu SBKP arşivinden aktaran Waldenfels, age,s. 144)
1941’de, ABD makamları Richard Krebs’inkayıtlarını bir kez daha gözden geçirirken,Londra’daki Büyükelçilik üzerinden ScotlandYard’a, Richard Krebs’in sorulmasını rica etti.Elçilik’ten gelen cevap şöyledir:
“Andersen ve Petersen takma adları ile bilinenRichard Julius Hermann Krebs, 1932 tarihli birScotland Yard tamimine göre aktif komünistolduğu için Birleşik Krallık’a girmesi yasaktır.Kendisi 11 Temmuz 1932’de Grimsby’e inmiş ve3 Eylül’de Londra’da gözaltına alınıp, ülkeyi terketmesi emrinin verilmesi üzerine 6 Eylül’de, MSBury gemisiyle Grimsby’den Hamburg’a doğruyola çıkmıştır” (National Archives, Washington,State Department, Nr 800 200 II.’den aktaranWaldenfels, age, s. 144-145).
Karanlığın Ötesinde, Jan Valtin de İngilteremacerasını anlatır anlatmasına ama epey abartılı bir
dille: “Berlin’e çağrıldım. Georgi Dimitrov, beniolağanüstü dostça bir havada karşıladı. ‘Sevgiliyoldaş’ dedi, ‘seni İngiltere’ye yolluyoruz. Oradason derece nazik bir durumla karşılaşacaksın.Britanya hareketimiz can çekişiyor. Ne büyüyor,ne de ölüyor. Harry Pollitt [İngiliz KomünistPartisi’nin Başkanı] ve güruhu, devrimci kitleçalışmasında bütün İngilizler gibi çıtkırıldım veyeteneksiz.’ Beş saat boyunca görevimle ilgiliayrıntılı talimatlar aldım. Bu talimatlar, Londra’daçıkan Daily Worker [İKP’nin yayın organı] vekomünist denizcilik gazetesi Seafarer’in maliyönetimlerinin düzeltilmesini olduğu kadar,Britanya limanlarının dolaşılmasını, Komünistsendika muhalefetinin, ‘Azınlık Hareketi’ olarakbilinen, merkezi Londra’da bulunan Doğu HintDenizciler Sendikası’nın ve merkezi Galler’inCardiff şehrindeki enternasyonal negro örgütüBatı Hint Topluluğu’nun yeniden örgütlenmesiniiçeriyordu” (s. 371).
7 Kasım’da, bir kez daha Richard Krebs,İngiltere’ye gönderildi, fakat bu kez dahaülkeye girişte yakalandı ve sınır dışı edildi.Birkaç hafta sonra Norveç’e gönderildi. RichardKrebs’in, Grönland’daki polis dosyasını bulanNorveçli tarihçi Lars Borgersud, Krebs’in,ülkeye Frederikstad’dan giriş yaptığını ve adınailk kez 8 Kasım’da, rutin bir polis kontrolüesnasında, Oslo’daki Hotel Östfold’un kayıtlarındarastlanıldığını fakat, şahsın son anda kaçıp,Trondheim üzerinden Norveç’i terkettiğiniyazmaktadır. (Lars Borgersud, Die Wollweber-Organisation und Norwegen [Wollweber-Örgütüve Norveç] s. 36’dan aktaran Waldenfels, age, s.367) Daha sonra, Nisan 1933’de, Krebs, bir kezdaha Norveç’e gidecektir.
Naziler iktidarda30 Ocak 1933’de Almanya’dan kendisine bir
telgraf ulaşır. Annesi ölmüştür. Aynı gün AdolfHitler, Almanya Şansölyesi ilan edilir. Dalga dalgayayılmakta olan Nazi terörü, tüm Almanya’yısarmıştır.
KPD önderliği, bu siyasi gelişmeye ve ardındanpatlak verecek olaylara katiyen hazırlıklı değildi.3 Mart’taki Reichstag yangının ardından, partininlideri Ernst Thaelman tutuklanacaktı. Ancak yıllarsonra, canlarını yurt dışına kaçarak kurtaracak olansiyasi büro üyeleri, bu yenilginin siyasi bir yenilgiolduğunu kabul edeceklerdi.
İşte bu zor şartlarda, Hamburg’daki İnterklüpyöneticisi Richard Krebs de diğer komünistlergibi yer altına inmek zorunda kalmıştı. Richardve Hermine Krebs’in nerede oturduklarıbilinmekteydi. Bir Gestapo baskınında Herminekaçmayı başarmıştı. Evde karakol kurmuş Gestapo,Hermine’nin geride bıraktığı altı aylık Jan’ıaç susuz pencerenin önüne yatırarak, anne vebabanın dayanamayıp sonunda eve gelmeleriniümit etmekteydi. Çocuğu almak için eve gelentanıdıkların bir çoğu alıkonuldu. Sonuçta, çocuğu,anneannesi ve dedesi Bremen’e götürmek üzeregidip evden aldılar. Kendisi için de illegal döneminartık başladığı Hermine, oğlunu, bir seneyi aşkıngöremeyecekti. (1996 yazında Waldenfels’in, JanKrebs’le yaptığı mülakattan. Waldenfels, age, s.150)
İskandinavya günleri1933’ün Mart ayının ortalarında, Richard Krebs,ISH merkezinin taşındığı Kopenhag’a çağrıldı.Krebs, Hamburg’u terk etmeden evvel, karısınınve İnterklüp’den yoldaşlarının çalıştıracakları gizlibir matbaa kurmuştu. Kopenhag’da, kendisine, birsüre evvel İsveç’de başlayan denizci grevini dahada kızıştırması emri verilmişti. İsveç ISH’nın rakibiolan sosyal demokrat denizcilerin kontrolündeki
grevi, Krebs, hakikaten kızıştırmayı başardı.Grev kırıcısı olan denizcilere şiddet uygulayanISH’lıların kulüpleri kapatıldı. Yapılan aramalardaele geçen notlar ve İsveç ISH’sının lideri GunnarPerson’un verdiği ifadeler, polisin dikkatleriniRichard Krebs üzerinde yoğunlaştırdı.
Karanlığın Ötesinde’de İsveç’e ilişkin anlatılanlar,İsveç polis dosyalarında yapılan araştırmalarsonucunda elde edilen verilerle büyük ölçüdeparalellik arzetmekle birlikte, Jan Valtin’in,ABD’li okuyucunun hışmına uğramamak için,mesela, Kjell gemisindeki grev kırıcılarına karşıizlenen şiddetin emrini kendisinin verdiğindenbahsetmemiş olması dikkate değerdir. İsveç’tenkaçmayı başaran Krebs, buradan Norveç’e geçti(Nisan 1933).
Norveçli tarihçi Lars Borgersrud’a göre RichardKrebs’in, Norveç’e bu ikinci gelişinin sebebisadece Norveç ISH örgütü değildi. RichardKrebs’e verilen bir diğer görev de, İsveç’tengelen demir yolunun Norveç’teki son durağı olanNarvik limanıydı. Bu bölgede demir madenleribulunmaktaydı. Profintern ve Komintern,verdikleri sözlü direktiflerde, bu bölgeninönemine dikkat çekmekteydiler. Norveç GenelKurmayı’nın dosyalarında da Krebs’in izinerastlayan Borgersrud, söz konusu dosyadanyaptığı alıntıda, Krebs’in bu ikinci seyahatının,sözkonusu bölgedeki ulaşım yollarının tahribedilmesi için gerekli bilgilerin toplanılmasınayönelik olduğunu belirtilmektedir. (Borgersrud’danaktaran Waldenfels, s. 156) Waldenfels’e göre,böylesi bir görev ISH’nın faaliyeti alanının dışındaolduğu için, Krebs’e ancak, Sovyet Rusya DenizKuvvetleri’nin haberalma örgütü tarafındanverilmiş olmalıdır.
26 Nisan 1933’de Richard Krebs, Norveç
polisi tarafından Narvik’te yakalandı. Sorguya,İsveç polisi de telefonla katıldı. Her iki ülkeninmakamları da onun hakkında kapsamlı bilgiyesahipti. Krebs sorguda hiçbir bilgi vermedi. Fakatdurumu son derece tehlikeliydi. Norveç makamları,kendisini sınır dışı edip, Almanya’ya teslimedeceklerdi. Fakat büyük bir şans eseri bu tehlikeyiatlatacak ve iki gün sonra Belçika’nın Antwerpenlimanına gönderilecekti. Peki bu nasıl mümkünolmuştu? Hamburg eyaleti, Hitler’in Şansölyeseçilmesine rağmen, henüz sosyal demokratlarınyönetimindeydi. Şubat 1933’de (Hitler’in Şansölyeolmasından bir ay sonra), Hamburg siyasi polisininmüdürü Peter Kraus, Nazi partisine yakınlığındanötürü görevinden alınmıştı. Her ne kadar Kraus,5 Mart’ta görevine tekrar geri dönmüş olsa da,sosyal demokrat meslektaşlarının geride bıraktığıbürokratik kaosun içinden çıkması aylar alacaktı.(Gerhard Paul/Klaus-Michael Mallmann, DieGestapo: Mytos und Realitaet [Gestapo: Mitosve Realite], Wissenschaftliche Buchgesellschaft,Darmstadt, 1995, s. 104’den aktaran Waldenfels, s.157) İşte bu ortamda, Norveç polisinin, Hamburgpolisine yaptığı yazılı başvuruya, Hamburg’dangelen cevap, Richard Krebs’i kurtarmıştı. Bugünekadar ne ceza almıştı, ne de aranmaktaydı.(Waldenfels, age, s. 157)
Karanlığın Ötesinde’de, Jan Valtin, Norveçlikomünist doktor Arne Halvorsens’in, yemeğinekattığı küçük miktardaki zehirle rahatsızlanarak,hapisaneden kurtulduğunu yazmaktadır (s.520-521) Ziyaretçi zabıtlarında, doktor Halvorsens’in,Krebs’i ziyaret ettiğine dair hiçbir kayıdarastlamamışsa da, Krebs’in, büyük bir olasılıkladoktoru tanıdığına ve onun yardımıyla hapisanedençıktığına kesin gözüyle bakılabilir. Zira, Krebs’ingerek Gestapo’ya, gerekse ABD’lilere verdiğibilgiler arasında, doktor Halvorsens hakkındadetaylı bilgiler yer almakta, ayrıca doktorun
kayınbiraderinin Oslo polisinde çalıştığıbelirtilmektedir. (Bundes Archiv-ZwischenarchivDahlwitz, Z/C 14299, Bd. 1-2, V-Mann-Akte ‘Erka’, Aussage Halvorsen’den [Ajan-Dosyası Erka, Holversen hakkındaki ifade] aktaranWaldenfels, age, 158)
Hermine’yle birlikte iki ay1933 Mayıs’ının başlarında Richard Krebs,Antwerpen’e geldi. Fakat, İsveç ve Norveçyolculuklarına başlamadan evvel, 19 Nisan’da,Hamburg’da, karısının da çalıştığı matbaa polisbaskınına uğramıştı. Hermine kaçmayı başarmıştıama kendisinden herhangi bir haber alınamıyordu.Bir müddet sonra ilişki sağlandı ve Hermine, partikanalları aracılığıyla, Aachen üzerinden gizliceBelçika’ya ulaştı. Temmuz ayının ortalarına kadar,karı koca ikisi de birlikte, Antwerpen’de aktiffaaliyet yürüttüler.
Her ikisi de Temmuz 1933’de, Paris’te, savaşave faşizme karşı yapılan kongreye, Almandenizcilerini ve liman işçilerini temsilen katıldı.Hermine, Ağustos/Eylül 1933’de, Kopenhag’ataşınan ISH merkezinde çalışmak üzere, denizyoluyla, kaçak olarak Göteborg’a, oradanda Danimarka’ya geçti. (Demokratik AlmanCumhuriyeti’ndeki Parti ve Kitle Örgütleri ArşiviSAPMO, NJ/14498’den aktaran Waldenfels, age, s.164) Richard Krebs’de, Ekim ayında Kopenhag’agitti.
Waldenfels’e göre, bu dönemde, ISH’nınKopenhag’daki merkezinde Richard Krebsaçısından iki olumsuzluk yaşanmıştı. Birincisi,Krebs’i, ISH’ya kazanan Albert Walter,Nazi Almanya’sında yakalanmış ve yerine,Danimarka Sendikası’nın lideri ve Kopenhagyerel parlamentosunun vekili olan Richard Jensengetirilmişti. İkincisi ve daha önemlisi, ISH’nın
perde arkasındaki baş aktörü, Alfred Bem,kadınlara olan meşhur zaafının kurbanı olmuştu.ISH’da aynı zamanda Bem’in sekreteri olarakçalışan sevgilisi Hildegard Thingstrup, Bem’in,Temmuz’daki Paris Kongresi’nde tanıştığı Polonyadelegesi bir kadından aldığı mektupları ifşa ederekbu olayı ortaya çıkartmıştı. Bem, görevindenalınmış ve daha sonra, 1937’de öldürüleceğiMoskova’ya gönderilmişti. Şimdi, ISH’nınbaşında, Richard Krebs’in hiç sevmediği ErnstWollweber bulunmaktaydı (Waldenfels, age, s.168-173)
Karanlığın Ötesinde, kızkardeşinin lakabı olanCilly adını verdiği Hildegard Thingstrup’u, JanValtin, Wollweber’in sevgilisi yapmakta veyukarıda anlatılan Alfred Bem’in kadın zaafınıWollweber’e yüklemektedir. Hatta, skandalı örtbasetmek için Wollweber, Cilly’i, Valtin’le beraberNazi Almanyasına gönderecek kadar canidir. (s.569)
Nazilere yakalanışProfintern ve tabii Komintern açısından hayatiöneme sahip Hamburg limanındaki bütünaktiviteler Nazilerin iktidara gelmesiyle birliktedumura uğramıştı. Wollweber, Hamburg ISHörgütünün yeniden oluşturulması için RichardKrebs’i ve yardımcısı olarak da Alfred Bem’insevgilisi Hildegard Thingstrup’u görevlendirdi.Bu kadar önemli ve aynı zamanda tehlikeli birgörevle Almanya’ya gönderilen Krebs’e, seyahattakullanması için Danimarkalı komünist yazarOtto Melchiors’un adına düzenlenmiş pasaportunverilmesi, Waldenfels’e göre, Wollweber’in,Krebs’i gözden çıkarttığının kanıtıdır. Zira,hem Melchiors tipik bir Yahudi ismiydi, hemde Danimarkalı yazar, Thaelman için yürütülenuluslararası kampanyanın Danimarka’dakikomitesinin üyesi olarak Alman makamlarınca
bilinmekteydi. (Waldenfels, age, s. 177)
Krebs’in, Danimarka’yla haberleşmesi denizciMartin Holstein üzerinden yürüyecekti. Holsteinise, uzun süredir artık Gestapo için çalışan birispiyoncuydu. Krebs, sınırda hiçbir zorluklakarşılaşmadan Almanya’ya girdi. Sadece birgece kız kardeşi Cilly’nin evinde kaldı. 7Kasım 1933’de, Hildegard’la birlikte yakalandı.Yakalanışı, ISH için büyük bir kayıp olmalıki, adı bilinmeyen bir Gestapo ispiyoncusununverdiği bilgiye göre, 25-26 Kasım tarihlerinde,Paris’te yapılan bir anti-faşist kongrede şöyledenmekteydi: “Burada, üç hafta evvel başlayanve hâlâ devam etmekte olan Rouen’deki grevibaşarıyla örgütleyen Krebs’in, Hamburg’dayakalanması çok ağır bir yenilgi olarak telakkiedilmektedir. En önemli tespit Neumann tarafındanyapılmıştır. Kısa süre evvel burada, Hamburg’daKrebs’in yakalanması, ISH’nın, Almanya’ylairtibatını kopartmıştır. (SAPMO R58/2335, Bl.87’den aktaran Waldenfels, age, s. 177-178)
Sorgu ve mahkemeRichard Krebs, 7 Kasım 1933’den 18 Ocak 1934’ekadar, siyasi polisin başı Peter Kraus tarafındansorgulandı. Hayatı boyunca sağlığına yansıyacakağır işkencelere bu dönemde maruz kaldı. Gestapo,Krebs’in ve Hildegard’ın şansına, daha şimdilik,ISH hakkında detaylı bilgi sahibi olmadığı için,Alfred Bem’in sekreteri Hildegard’ı yakaladığınınfarkında değildi. Bugün arşivdeki dosyalardagörülebilecek olan ifade ve mahkeme tutanaklarınabakıldığında, Krebs’in, bilinen bilgileri vererek,Hildegard’ın da, tesadüflerle tanıdığı Krebs’e aşıkolup, onun manipule ettiği aptal sarışını oynayarakbu zorlu dönemeci atlattıkları anlaşılmaktadır.Her ne kadar Naziler iktidara gelir gelmez, cezayasalarını ağırlaştırmışlarsa da, ikisinin yakalandığıdönemde, mesela, yüksek ihanet suçuna giren bu
tip faaliyetlerin karşılığı daha şimdilik üç seneyevaran hapis cezasıydı. Gestapo, bu durumu bildiğiiçin, Krebs’e bir başka suçu daha yıkmak istiyordu.O da, 1932’de, Kızıl Denizciler adlı, KPD’ye bağlıbir militan grubunun saldırısı sonucu, bel kemiğibıçakla doğranarak ölen SA üyesi Heinzelmann’ınadıyla anılan davaydı.
1934 Nisan’ının son günlerinde, söz konusu davada50 kişinin mahkemesi başladı. Bir kişi serbestbırakıldı. Kızıl Denizciler üyesi 8 kişi ölümemahkûm edildi. Richard Krebs ise, mahkemenin2 Mayıs 1934 tarihli kararıyla, sulh ve emniyeteağır zayiat vermekten ötürü, iki sene üç ay hapiscezası aldı. (SAPMO NJ/1179/33’den aktaranWaldenfels, age, s. 185) İki ay sonra, 12 Haziran1934’de, bu sefer Hildegard’la birlikte, yüksekihanet davasında yargılandı. Krebs, bu davadanda üç sene hapis cezasına çarptırıldı. Bir evvelkidavada aldığı ceza ile birlikte toplam, dört senehapis cezası aldı. (SAPMO NJ/1179/33, Bl. 37’denaktaran Waldenfels, age, s. 186) Richard Krebs,Fuhlsbüttel hapisanesine konuldu. HildegardThingstrup ise, Hamburg’daki DanimarkaKonsolosu’nun şahitliği sayesinde, yedi ay hapiscezasına çarptırıldı, fakat yakalandığı gündenitibaren geçen süre göz önünde bulundurularak 29Ağustos’da, hapisten çıkması gerekirken, Gestapo,Hildegard’ı dört hafta daha toplama kampındatuttu. Hildegard, daha sonra Kophenhag’a döndüve Danimarka Komünist Partisi Başkanı AxelLarsen’in sekreteri oldu (Waldenfels, age, s. 171).
Nazi mahkemelerinin kararlarına ilişkin Valtin’inanlattıkları bir hayli abartılıdır. KaranlığınÖtesinde, Valtin, birinci davadan on yıl kürekcezasına (s. 665), ikinci davadan da üç yıla, yanitoplam on üç yıla mahkûm edilmiştir (s. 675). Buabartının nedenlerini ancak ilerde anlayacağız.
Hermin KPD’den ayrılıyorRichard Krebs’in yakalanmasının ardındanHermine Krebs, üç dört ay, Kopenhag’dakiISH örgütünde çalıştı. Danimarkalı yazarEik Noergaard’ın bulgularından yola çıkarakWaldenfels’e göre bu oldukça sıkıcı ve yanlızlıkdolu günlerinde Hermine, muhtemelen, HermannBeilich’le birlikte oldu. (Erik Noergaard, Truslemom Krig: Komintern, Folkefront og 5. kolonne. FraHitlers magtovertagelse til de spanske boergerkrig.Lynge: Bogan 1985, s. 60’dan aktaran Waldenfels,age, s. 189) Gene muhtemelen o yüzden KaranlığınÖtesinde, Nazi hapisanesindeki günlerindeFirelei’yi düşleyen Valtin, belki de diyecekti,kendisine sevgili olarak iyi bir yoldaş bulmuştur (s.673-674).
Şubat sonu, Mart başında (1934), Beilich de,Wollweber’in talimatı üzerine Almanya’ya gitti.Onun da kuryesi Martin Holstein’dı. Beilich’inüzerinden, Hermine’nin kendisine hitabenyazdığı mahrem mektuplar çıktı. (SAPMO NJ/132225/2, 10.3.1934, Vernehmungsprotokoll[ifade protokolü] Herman Beilich, s.12’denaktaran Waldenfels, age, s. 189-190) HermanBeilich, yakalandıktan sonra ajanlığı kabul etti.Gönderildiği Kopenhag’dan ISH hakkında -buarada Hermine’yle de ilgili- Gestapo’ya yalanyanlış bilgiler yolladı. Deşifre olduğunu iddiaederek, Ağustos 1934’de Hamburg’a geri döndü.Daha sonra, çalıştığı şirketten çaldığı 1000Mark’la Ekim 1935’ten itibaren de kayıplarakarıştı. Gestapo’nun bütün aramalarına rağmenbulunamadı (Waldenfels, age, s. 191-192).
Wollweber, Hermine’den şüphelenmeye başladı.Evini arattı, fakat aleyhinde hiçbir bulguyarastlanmadı. Hermine, ISH ile ilişkisini kesmiş,hizmetçilik yapmaya başlamıştı. Ağustos1934’de, Hermine’nin annesi, kızını Almanya’ya
götürmek üzere Kopenhag’a gitti. Eskiden beridevlete ve yasalarına sadık olan aile, kızlarınıgeri getirmek için Gestapo’ya başvurmuştu.Komiser Kraus, ailenin, kızlarını geri getirmekiçin başvurduğunu ve kızları hakkında birpolis tahkikatının olup olmadığını sorduklarını,kendisinin, böyle bir tahkikat olmadığı yönündebilgi verdiğini, fakat asıl amacının, Hermine’ningelir gelmez tutuklanacağına ilişkin emir vermekolduğunu, 14 Ağustos tarihinde Berlin’e yazdığıraporda belirtiyordu. (Bundesarchiv Potsdam,PSt3, 26, Bl. 63 ff. Shreiben an den politischenPolizeikommandeur Berlin vom 14.8.1934’den[14.8.1934 tarihli Berlin Siyasi Polis komutanlığınayazılan] aktaran Waldenfels, age, s. 192).
Yirmi sekiz yaşındaki Hermine Krebs, gerigelişinden birkaç hafta sonra tutuklandı.Tutukluluğunun ilk haftalarını bir toplamakampında geçirdi. Hermine, sorgucularına her şeyianlattı. 10 Ekim 1935’te, mahkeme, kocasınınetkisi sonucu KPD’ye giren ama daha sonrakendi isteğiyle komünizmden vazgeçen HermineKrebs’i, iki sene hapis cezasına çarptırdı. AlmanCeza Yasası’nın 60. maddesi gereğince, gözaltıve sorgu süresinde geçirdiği zamanı göz önündebulundurarak, on bir ay, üç hafta hapis yatmasınıkararlaştırdı. (SAPMO NJ/14 498, Urteil [karar]Hermine Krebs, s. 9’dan aktaran Waldenfels, age,s. 193)
Tüm bunları, kahramanımız Jan Valtin’in,otobiyografisi olduğunu iddia ettiği KaranlığınÖtesinde okumamız imkânsızdır. Krebs, yıllarsonra, kitabında Firelei adını verdiği karısıHermine’nin, Valtin’i Almanya’ya gönderdiğiiçin Wollweber’i Moskova’ya şikayet edenbir mektup yazdığını, muhtemelen, mektuptanhaberi olan Wollweber’in de, Firelei’i, aynızamanda Gestapo’ya çalışan bir ajan olan Bailich
[Beilich]’le Almanya’ya gönderdiğini, Firelei’inKasım sonlarında Almanya’ya girdikten üçhafta sonra yakalandığını, Hamburg’daki ÖzelMahkemenin gizli bir duruşmasında, altı yıl kürekcezasına çarptırıldığını yazacaktır. ″ ′İki kişisorumlu bütün bu olup bitenlerden′ dedim gözümükırpmadan. ′Biri Wollweber, öbürü Kurt Bailich[Beilich]′ ″ (s. 700-701).
Komünistlerin kalesi Fuhlsbüttel1935 yazında, Richard Krebs, Fuhlsbüttelhapisanesindeki tek kişilik hücreden alınıp,hapishanedeki diğer önemli KPD kadrolarınınbulunduğu toplu koğuşa konuldu. Bu değişikliğinardında yatan gerçek, Fuhlsbüttel hapishanesininKPD’nin kalesi olmasıydı. Hapishane müdüriyetive gardiyanlar, KPD tarafından ya rüşvetebağlanmışlardı ya da tehdit ediliyorlardı. Parti,eğitim ve örgütlenme çalışmalarının yanı sıra,Kızıl Yardım adlı örgüt üzerinden, hapishanedekikomünistlerin ihtiyaçlarını karşılıyordu. Partiörgütü aynı zamanda, mahkemede verdikleribilgilerden ötürü, kimi itirafçıları da, ifadelerinigeri çekmeleri için tehdit ediyordu. Çoğunluğunukomünistlerin oluşturduğu 800 tutsaklıhapishanedeki durum kısaca böyleydi.
Taktik itirafNaziler, önlem almakta gecikmediler. 1936’nınHaziran ayının ortalarında, Richard Krebs, AntonSaefkow ve şüphelenilen diğer önde gelenelebaşılar Fuhlsbüttel’den başka yerlerenakledildiler. Saefkow, Dachau toplama kampına,Richard Krebs de, Berlin-Plötzensee hapisanesinenakledildi. Kasım sonunda, Gestapo,Fuhslbüttel’de geri kalan mahkûmları o denlietkisizleştirmişti ki, Richard Krebs ve diğerşüphelileri daha iyi baskı altına almak içinFuhlsbüttel’in hemen yanı başındaki toplamakampına geri getirmekte bir beis görmedi. Üç ay
sonra Ocak 1937’de, Gestapo’ya, Fuhlsbüttel’dekiparti örgütlenmesinin önderliği hakkında detaybilgiler gelmeye başladı. Bu bilgilerle, Gestapo,şimdi esas şüphelilere yönelebilirdi. Yıllar sonraKrebs, CIC’ye verdiği bilgide, hapisteki partiönderliğinin görünürdeki önderinin Saefkowolduğunu, fakat ona talimatlarıyla yön verenin detek kişilik hücrede bulunan Karl Schaar adında biriolduğunu söyleyecekti. Fakat, Gestapo bundanhabersizdi. Çünkü, Saefkow ve Richard Krebsçoktan taktiklerini değiştirmişlerdi. (CIC, Aussageüber Karl Schaar’dan [Karl Schaar hakkındaverilen ifade] aktaran Waldenfels, age, s. 206)Nazilerin, mahkûmları islah etme programına,itirafçı ve iyi bir Alman olmak da dahildi. Fakatbu ‘haktan’ sadece Ari olanlar faydalanabilirlerdi.Bu istikamette ilk adımı Anton Saefkow yaptı. 22Şubat 1937 tarihli ve muhtemelen komiserKraus’un yardımcısı olan Teege’nin kaleme aldığıraporda, komünist mahkûmlar üçe ayrılıyordu.Tecrit edilmeleri kesinlikle gerekli iflah olmazönderler, önder olarak gözlemlenen, fakat iyidavranışları sayesinde cezaevi şartları düzeltilmesigerekenler ve takipçi olarak adlandırılanlar.
“Eskiden önder konumunda olup da, şimdikomünizme sırt çevirenler var. Güzel, şayet bunlardeğiştiklerini iddia ediyorlarsa, o zaman bunuispatlamalılar. Saefkow gibi adamların komünistlerarasında itibarı var. Eğer bunlar, kendi kulaklarıylaSaefkow gibi bir adamın komünizmdenvazgeçtiğini duyarlarsa, bu durum, beklenmediketkilere yol açabilir. Bu alanda hiçbir tecrübeyesahip değiliz. Bu deney sayesinde zarardan ziyadekazanç sağlayabiliriz.” (SAPMO R58/ 2235, Bl.79’dan aktaran Waldenfels, s. 208)
Daha 22 Şubat tarihli raporda, ‘ağzını bıçak açmaz’diye tanımlanan Richard Krebs, 12 Mart 1937’de,hapishane örgütü hakkında yapılan sorgusunda,
hapishane örgütlenmesine ve Saefkow’a dair hiçbirbilgi vermezken, birden, Darwin, Schopenhauerve Günter gibi yazarların, ırkların kökenine ilişkinyazılarını okuduktan sonra, komünist dogmadanvazgeçtiğini ifade eder. (BA-ZW, Z/C 16125 Bd. 1,Bl. 29’dan aktaran Waldenfels, age, s. 209).
Aynı gün, sorgunun ikinci raundunda RichardKrebs, aşağıdaki 5 maddelik yazılı taahütnameyisunar:
“KPD faaliyetlerinin uluslararası aktif yöneticisiolarak, edindiğim tecrübeler neticesinde ve üçsenelik cezaevi dönemimdeki dünya görüşüne dairaldığım eğitim sayesinde düşündüm ve şu temelnoktaları idrak ettim:Teorideki komünizm, yaşamın gerçekleriyleve pratiğiyle uyuşmadığı gibi, neticede yaşamayabancıdır ve yaşam düşmanıdır. İnsanlığınkomünist pratikle mesut olacağına dair inancımıyitirmiş bulunuyorum.
İlk defa tutukluğum esnasında bulduğum fırsatsonucu, ırkî meseleler üzerinde yoğunlaşabildim.Görüşümce, tarihte bütün halkları birbirinebağlayan komünist sınıf bağları değil, ırkîbağllardır.
Dünya siyasetinin geldiği nokta, komünizmin,bugün bir iç çekişmeye dayalı siyasi meseleolmadığı bilakis, dünyanın Bolşevizme veNasyonal Sosyalizme bölünmüşlüğünün temeldenbir dış politka meselesine dönüştüğüdür.Buradan hareketle, bugün her kim ki, tavizsizcekomünisttir,o, dış politikada Sovyetler Birliği’ndenyana olmak zorundadır ve böylece vatanına vevatandaşlarına [Volksgenossen] ihanet etmekzorundadır. Böylesi bir tercihle karşı karşıya kalanben, Almanya’ya olan bağlılığımın Rusya’ya
nazaran daha güçlü olduğunu açıkça itiraf etmeyekarar verdim.
Bolşevizmin içimde geriye kalan kişisel ve siyasibağlarını tamamiyle tasfiye etmek ve bu dünyagörüşüne bütün zamanlarda her türlü geri dönüşüimkansız kılabilmek için, gönüllü olarak bütünbilgileri veriyorum.
Komünizme karşı verilecek mücadelede yeralmaya hazır olduğumu açıklıyor ve bu noktainazardan hareketle, yaptığım açıklamalarınyayınlamasını ya da saklı tutulmasını Gestapoidaresinin taktirine bırakıyorum. (BA-ZW, Z/C16125 Bd. 1-2, V-Mann-Akte ‘Erka’dan [AjanDosyası Erka] aktaran Waldenfels, age, s. 209-210)
Saefkow ve Richard Krebs’in, Gestapo’nun safınageçtikleri haberi, diğer mahkûmlar tarafındanduyuldu.
Fuhlsbüttel’de, o günlerde salıverilen veDanimarka’ya kaçmayı başaran Gert Conradadındaki bir sosyalist, Kopenhag’a gelişindenbirkaç hafta sonra, Danimarka Komünist Partisi’ninBaşkanı Larsen’in sekreterliğini yapmaya başlayanHildegard Thingstrup’a aşık oldu. Gert Conrad,yıllar sonra, Danimarkalı yazar Erik Noergaard’a,bir gün Fuhlsbüttel hapisanesindeki bir aramaesnasında illegal komünist yayının ortaya çıktığınıve mahkûmların, bu durumun beraberindeişkenceyi getireceğini çok iyi bildiklerini ve olayınertesi günü de Saefkow ve Richard Krebs’in,Gestapo safına geçtiklerini anlatacaktı. (ErikNoergaard’dan aktaran Waldenfels, age, s. 211)
Waldenfels’e göre, Conrad sosyalistti ve KPD’niniç ilişkilerinden haberdar değildi. Dolayısıyla,
Saefkow’la, Richard Krebs’in, danışıklı olarakGestapo’ya geçtiklerini bilemezdi. Mesela,Saefkow’un, hapishanede karısı tarafından ziyaretedildiğini ve dışardan yazılı mesajlar getirdiğiniGestapo biliyordu ama bu mesajların içeriğinin neolduğundan haberdar değildi. Waldenfels, dışardangelen mesajlar doğrultusunda Richard Krebs’in,Gestapo’ya danışıklı geçmesinin mümkün amaispatının ise imkansız olduğunu belirtmektedir.Ayrıca, Krebs’in, her ne şart altında olursa olsun,karısına kavuşabilmek için böyle bir yöntemebaşvurmasının da gözardı edilemiyeceğinieklemektedir.
Zira, Hermine Krebs, 1936’nın sonbaharında,tedavisi mümkün olmayan bir ölümcül hastalık(Lösemi benzeri) yüzünden serbest bırakılmıştı.Şayet, Fuhlsbüttel parti örgütü açığa çıkmışolsaydı, Richard Krebs, dört senelik cezasınınüstüne yeni ceza alacaktı. Bu durum kaçınılmazolarak, Richard Krebs’in, karısına kavuşmasınıbilinmeyen bir tarihe erteleyecekti. KaranlığınÖtesinde değil ama Richard Krebs’in ABD’yekaçışından hemen sonra kaleme aldığı fakat hiçyayımlayamadığı kısa öyküsü The Executionof Bert Adrian (Bert Adrian’ın İnfazı)’nın kilitbölümünde, hikâyenin kahramanı Bert, karısıAnne’den bir mektup alır.
“Anne özgürdü! Bert, karanlık koridorlarda veçıplak avlularda haykırmanın özlemini çekiyordu.Anne onu seviyordu. Zamanın, güçlü bağlarıkoparttığı doğru değildi. Yaşama arzusunu çılgıncabesleyen bunu biliyor olmaktı. Fiyatı ne olursaolsun yaşamak.” (Mudd Library, Princeton’dakiRichard Krebs’in külliyatı içinde bulunanExecution of Bert Adrian, s. 13’den Almancayatercümesiyle birlikte aktaran Waldenfels, age,213) Richard Krebs’in, Hermine’ye kavuşabilmekiçin ödediğini sandığı fiyat ölünceye kadar
bitmeyecekti.
Bu bölümün sonunda, geriye bir soru kalmaktadır.Peki, Karanlığın Ötesinde’de, Jan Valtin’i tekkişilik hücresinde ziyaret edip, ona danışıklı olarakGestapo’ya geçmesi talimatını veren Heitmanngerçekten var mıydı? (s. 709-710) Waldenfels’egöre, 1941’de yayınlanan otobiyografik romanındaKrebs gerçeği itiraf edemezdi. Çünkü, böyleceAnton Saefkow’u (kitapta Tonio diye geçen),Gestapo’ya gammazlamış olurdu. O nedenle dahasonra CIC’ye anlatacağı gibi, Heitmann hikâyesitamamen uydurulmuştu. (Waldenfels, age, s. 215)Tıpkı, SS’lerin başı Heinrich Himmler’le yaptığıgörüşmenin uydurulmuş olduğu gibi. (s. 768)
Sahte Jan Valtin figürünün, işkencecisi Kraus’layaptığı, günler, haftalar ve aylar süren, sorgu-sohbet karışımı diyaloglar uydurmayken,Gestapo’nun gerçek Richard Krebs’e iknaolması bir iki haftayı aldı. Bu iknanın iki önemlinedeni daha vardı. Birincisi, Krebs, muhafazakârbir aileden geliyordu. Erkek kardeşlerindenJulius Hitler yandaşıydı ve Hava Kuvvetlerindeeğitmendi. Karısı Hermine, kendiliğinden KPD’iterketmiş ve kendi rızasıyla Almanya’ya dönmüştü.
Gestapo ajanı ErkaRichard Krebs, Gestapo’nun dosyalarına ajanErka diye kaydedildi. Hamburg Gestapo’sununbütün dosyaları savaşta yandı. Fakat, HamburgGestapo’sunun Berlin merkezine yolladığı özetlerbugün hâlâ arşivde bulunmaktadır.
Bu dosyalarda, Richard Krebs’in 1933’e kadarISH’daki faaliyetleri, kendi el çizimiyle hazırladığıISH’nın örgütsel yapısının şeması, toplam 59ISH kadrosunun adları bulunmaktadır. (BA-ZW,Z/C 14299, Bd. 1-2’den aktaran Waldenfels,age, s. 219) Krebs’in, Gestapo’ya bildiklerini
sansürleyerek anlattığı, yıllar sonra CIC’ye verdiğiifadeden anlaşılmaktadır. Mesela, Avatin adlıISH yöneticisi örneğinde olduğu gibi Krebs,ISH hakkında Almanlar’dan gizlediğini en incedetaylarına kadar Amerikalılara anlatmıştır. Fakattüm bunlara rağmen, Alman tarihçi Dieter Nelles’egöre, Richard Krebs gerçek bir Gestapo ajanıdır.(Dieter Nelles, Jan Valtins Tagebuch der Hölle-Legende und Wirklichkeit eines Schlüsselromansder Totalitarismustheorie. [Jan Valtin’inCehennem’in Günlüğü-Totalitarizm teorisininkült romanının Efsane ve Gerçeği] Zeitschrift fürSozialgeschichte des 20. und 21. Jahrhunderts [20.ve 21 yüzyıl sosyal tarih dergisi] Hamburg, 1994,Nr. 1, s. 33)
Artık Gestapo için çalışacak olan Richard Krebs,1937 Nisan’ın da hapisten salıverilir. 1 Nisan 1937tarihli ve altında Hamburg Gestapo’sunun şefiBruno Strecekenbach’ın imzasının bulunduğu,Berlin’deki merkeze yazılan raporda, “RichardKrebs’i, uluslararası planda ajan olarak kullanmakiçin affetmeyi düşünüyoruz” denmektedir. (BA-ZW, Z/C 14299, Bd. 1-2’den aktaran Waldenfels,age, s. 221)
Jan Valtin’in, Danimarka’ya gitmeden evvel,Karanlığın Ötesinde anlattığı, Gestapogözetiminde, Kuzey Denizi’nin kıyısında oğlu Janve karısı Firelei’le buluşması tamamen fiksiyondur.(s. 771-775) Zira, Hermine Krebs, 1936Eylül’ünden beri ayağa kalkamayacak derecedehastadır. Anne ve babasının yanında, Bremen’dekalmaktadır. Richard Krebs’in yegane amacı oğluJan’ı ve Hermine’yi, Almanya’dan kaçırmaktır.Bunu kendisinin gerçekleştiremiyeceği kesindir.Krebs, bu işi, kendinden yedi yaş küçük erkekkardeşi Peps’e havale eder. Waldenfels’e göre,karısı ve oğlu kaçana kadar şimdi hem Nazileri,hem de komünistleri oyalamak zorundadır.
(Waldenfels, age, s. 225)
Tecrit1937 Haziran’ının son günlerinde RichardKrebs Kopenhag’a gider. Gerçek planının, KPDüyeliğinden istifa eden, Nazilerden aldığı izinleAlmanya’ya geri dönen Hermine’yi kaçırmakolduğunu ve bu yüzden Nazileri oyalamasıgerektiğini yoldaşlarına anlatması mümkündeğildir. Çünkü Hermine, KPD’nin gözünde birihanetçidir. Yaptığı oyunla Nazilerin elindenkurtulan Richard ise, o özgül ortamda, yoldaşlarıiçin haliyle şüpheli konumundadır. Wollweber,yıllar sonra Doğu Almanya’da kaleme aldığıyayınlanmayan hatıralarında, Kopenhag’ageldikten sonra, Krebs’in, Gestapo’yu kandırarakajan olduğunu kendilerine rapor ettiğini,Gestapo’dan aldığı belgeleri, yoldaşlarını iknaetmek için masaya yığdığını, fakat kendisinegüvenilmediği için tecrite alındığını ve busüre zarfında kendisinin Krebs’le bir iki defagörüştüğünü yazar. (SAPMA, Sgy 30/1036/1, Bl.55, Erinnerungsakte Wollweber’den [Wollweber’inHatıraları Dosyası] aktaran Waldenfels, age, s.232)
8 Ağustos’tan 27 Eylül 1937’ye kadar,muhtemelen KPD’nin Krebs’e dikte ettirdiği,ya da bizat KPD’nin, Krebs adına kaleme aldığıdezenformasyon içerikli bilgiler HamburgGestapo’suna gönderilir. Artık zaman, karısınıAlmanya’dan kaçırmayı düşünen Krebs’in aleyhineişlemektedir. Wollweber ve Danimarkalı ISHyöneticisi Jensen’e göre, Richard Krebs, İspanyaİç Savaşı’na katılmak istediğini dile getirir.CIC’ye verdiği ifadede ise Krebs, Komintern’in,kendisini İspanya’da infaz etmeyi planladığınısöyler. 27 Eylül’de, Kopenhag’dan yollanandezenformasyonu, 28 Eylül’de, HamburgGestapo’su, Berlin’deki merkezine rapor
eder: “Ajan Erka, Moskova’da düzenlenecekolan denizciler konferansına katılmak üzere yolaçıkmıştır.” (Waldenfels, age, s. 244-249)
KaçışKrebs ve ona eşlik eden bilinmeyen sayıdarefakatçiler, Amsterdam üzerinden Paris’egeldiklerinde, 10 Kasım 1937’de, Richard Krebs,kaçıp Alman Büyük Elçiliği’ne sığındı. Buradan,Gestapo’ya son enformasyonlarından birini yolladı.Komünistlerin tecritinde olan Richard Krebs,Nazilere verebileceği somut bilgiler olmadığıiçin, içine Wollweber’in adını da not ettiği,KPD içindeki keskin fraksiyon çatışmalarındanbahseden uyduruk bir enformasyon kalemealmıştı (Waldenfels, age, s. 250-251). Krebs’inöncelikli sorunu, kardeşi Peps’in Almanya’dankaçırmasını beklediği karısı ve oğluydu. Zamankazanması gerekiyordu. Komintern’in ajan olarakşüphelendiği Krebs’in bir taraftan komüinstlerdenyakayı kurtarması, öte yandan da Nazileri birmüddet daha oyalaması gerekiyordu. 28 Kasım1938’de, Danimarka’da çıkan Arbeiterbladet adlıkomünist gazete, Richard Krebs’in, Gestapo kimlikkartıyla birlikte fotoğrafını yayınlayınca, oyunbitmişti.
Jan Valtin, Karanlığın Ötesinde, bütün bunlardanbahsetmeyecekti. Tersine kahramanımız,Wollweber’in yüzüne gerçekleri haykıracak,karısını kaçırmaya gönüllü olmayan komünistleriçin artık Nazi ajanlığı rolünü oynamayacağınıilan edecekti. Bunun üzerine, gaddar Wollweberve Jensen de, Nazi canilerinin hapishanelerindensonra, şimdi de komünist hücrelerde hayatınıçürütmesi ya da Sovyetler’de öldürülmesi içinJan Valtin’i enterne edeceklerdi. Komünistlerintutsağı Jan Valtin, hücresinde, bütün komünizmtaraftarlarının kulağına küpe olacak şu vecizsoruyu terennüm edecekti: Umutsuzluk ruh hali,
beni yarı yarıya unutulmuş temellere yöneltti.Marx, Engels, Lenin. Hatta Hegel. Diyalektikmateryalizm, Marksizmin felsefesidir. İnsanlıktarihi sınıf mücadeleleri tarihidir. Devrimler,tarihin motorudur. Marx’ın sermaye birikimiyasası… Proletarya diktatörlüğü, burjuvadevletinin bütünüyle yıkılmasının ardındankurulur… Toprak köylünün… Fabrika işçinin…Zincirlerimizden başka kaybedeceğimiz bir şey yokama kazanacağımız koskoca bir dünya var… Özgür,onurlu, açlıktan arınmış bir dünya… Ne gibi biryanlışlık vardı bunlarda?” Kahramanlar kahramanıJan Valtin, köklü kopuş yaptığı komünizme pabuçbırakmayacak, bir gaz lambasıyla enterne edildiğievi yakıp kurtulacaktı. (s. 821-836)
Richard Krebs, Paris’ten Belçika’ya geçti. SosyalDemokrat denizciler teşkilatından HermannKnüfken’le ilişki kurdu. Knüfken, Krebs’in,Gent limanından, 1 Ocak 1938’de, ABD’ninNewport News’e hareket etmekte olan Ary Lensenadlı gemiyle Avrupa’dan kaçmasını sağladı.(Waldenfels, age, s. 253)
AmerikaRichard Krebs, ABD’ye doğru yol alırken, Ocak1938’de, ABD’deki İskandinav denizcileri içinçıkartılan Paa Törn adlı gazete, en son Belçika’nınAntwerpen limanında görülen Gestapo ajanıKrebs’in, ABD’ye gelmekte olduğunu duyurdu.Waldenfels’e göre, komünistlerin ABD’yealelacele yetiştirdikleri bu bilginin kaynağı sadeceKnüfken çevresi olabilirdi. (Waldenfels, age, s.257)
Ary Lensen gemisi 3 Şubat 1938’de, NewportNews’a yanaştı, fakat demirini, ilerdeki dahabüyük liman olan Norfolk’da attı. Gemide yapılanpasaport kontrolü sonucu sınır ve gümrükyetkilileri, geminin kaptanına, 1929’da, bir daha
ABD’ye geri dönmeyeceğine dair taahhütnameyiimzalamış olan Richard Krebs’in ülkeyegiremiyeceğini bildirdiler. Yetkililer, kaptandan,ABD’yi terk edeceği ana kadar Richard Krebs’ingemide gözetim altında tutulmasını istediler.Haftalar geçmesine rağmen gemi bir türlügötüreceği yükü alamıyordu. 6 Mart 1938’de,Richard Krebs gemiden kaçtı ve 9 Mart’ta, NewYork’a ulaştı. Yıllar sonra, ABD’ye kaçak girişininsebebi sorulduğunda Krebs, geminin İtalya’yagideceğini öğrendiği için bu adımı atmak zorundakaldığını anlatacaktı.
Krebs’in bu büyük metropolde gidecek kimsesiyoktu. Muhtemelen Knüfken’den adresini aldığı,Manhattan’daki bir apartmanın kapıcılığını yapan,eski ISH kadrolarından Max Bareck’le ilişkiyegeçti. Bu apartmanda tek odalı bir eve taşındı.Birkaç hafta geçmeden evi bilinmeyen kişilercearandı ve Krebs’e gelen bir takım mektuplarçalındı. Bunlar, New York’a bin kilometreden fazlauzaklıktaki Richmond’daki FBI’ın merkezineNisan ayının sonunda ulaştı ve Richard Krebs’indosyasına konulup, arşive kaldırıldı. Bugün arşivdebulunan FBI dosyasındaki, vaktiyle çalınmış olan omektuplar şunlardı: Hermine Krebs’den, 6 Ocak,31 Ocak ve 25 Şubat tarihlerini taşıyan üç mektup.Kardeşi Peps’ten tarihsiz iki posta kartı veHamburglu bir denizci olan Hans Felix’den 1 Mart1938 tarihinde yazılmış bir diğer mektup(Mektupların ve posta kartlarının tüm metni içinbkz. National Archives, Washington, EspionageNorfolk 95-402’den aktaran Waldenfels, age, s.260-263).
Evinin aranmasının ardından Krebs, tekrarortalıktan kaybolmak zorundaydı. Metrolarda yatıpkalktı, Sixth Avenue’daki amele pazarında iş aradı.5 Mayıs 1938 tarihli, Komünist Partisi, ABD’ninyayın organı Daily Worker, Gestapo ajanı Richard
Krebs’in, St. Georg, New Brighton ve Statenİsland’da görüldüğünü yazdı.
20’li yıllarda ABD’nin önde gelen kadrolarındanolup, daha sonra komünizmden vazgeçen BenjaminGitlow’un, yıllar sonra hatırladığına bakılırsa,Krebs, bu dönemde, Sovyet Gizli Servisi tarafındankaçırılıp, Manhatten’ın karşısındaki Staten İslandadlı küçük adaya götürülmüş, orada, küçük birtahta barakaya kapatılmış, gaz lambası sayesindebarakayı ateşe verip kurtulmuştu (BenjaminGitlow, Whole of ther lives, Communism inAmerica- a personal history and intimate portrayalof its leaders. New York, C. Scriber’s Sons 1948, s.328’den aktaran Waldenfels, age, s. 267).
Richard Krebs, Mart 1938’den Mart 1939’a kadarNew York’un içinde ve yakınlarındaki koylarda,başta boyacılık olmak üzere çeşitli işlerde çalıştı.Bu dönem zarfında Hermine’den, tarihi bilinmeyenson mektubu aldı. Hermine, bacaklarındakidayanılmaz ağrıların onu nasıl yatağabağladığından şikayet etmekteydi. 4 Aralık’ta,Richard Krebs, ABD’nin orta batısında yaşayanannesinin akrabası Margarete’ye, bir gün evvelHermine’nin öldüğünü haber veren mektubualdığını yazmakta ve Hermine’nin bir fotoğrafınıona göndermesini istemekteydi. (Mektubun tümmetni için bkz. Mudd Library, Princeton, RichardKrebs Külliyatı’ndan aktaran Waldenfels, age, s.269-271)
Ölüm raporuna göre Hermine Krebs, 33 yaşında,Hamburg yakınlarındaki AllgemeinenKrankenhaus Barmbeck’de [Barmbeck GenelHastanesi], 15 Kasım 1938’de, Lösemi benzeri birkan hastalığından ölmüştü. Kuzeninin anlattığınagöre Hermine, bu hastalığa toplama kampındayakalanmıştı (Waldenfels, age, s. 271).
Mart 1939’da da nerdeyse Richard Krebsölüyordu. Ciğerlerindeki iltihaplanmadan ötürüNew York’daki bir hastanede penisilin tedavisigördü. Fredich Rost adındaki Alman uyrukludoktor onun hayatını kurtarmıştı. Rost, Krebs’i,Alman anarşist Robert Bek-Gran’le tanıştırdı.Gran, ressam ve yazardı. Münich’li bir sanatçıailesinin oğlu olan Gran, 1919’daki kısa ömürlüMünich, İşçi-Asker Cumhuriyeti’ne katılmış,1920’lerde de ABD’ye göç etmişti. 30’larınortasında, “Stalinist diktatörlüğe” açıktan karşıçıkıp, Almanca yayınlanan Akıma Karşı dergisiniçıkarmaktaydı. Gran, liman işçileri arasında, Nazive komünist yanlısı liman işçileriyle çatışananarşist bir grup kurmuştu. Richard Krebs, Gransayesinde, Alman Hristiyan göçmenler örgütünden,altında, o zamanki ABD dışişleri bakanı CordelHulls’ın imzasının bulunduğu bir kimlikayarlamıştı. Kendi gerçek adının yer aldığı bukimlik, Richard Krebs’in, ABD’de oturumuolduğunu belgelemiyordu ama hiç olmazsa,şimdilik, aramalarda başının ağrımasınıengelleyecekti. Krebs, nekahat devresini geçirmekiçin, New York eyaletinin batısındaki Catskills adlıdağlık bölgede birkaç hafta çadır tatili yaparakyazmaya başlamıştı. (Waldenfels, age, s. 272-274).
Yazdığı iki kısa hikâye, Jan Valtin adıyla, Kendergisinde çıktı. Birinci hikâyesi, “Hitler’sSlaughterhouse: the living hell of Plotzensee”nin(Hitler’in mezbahası: Plotzensee Cehennemi)ardından bir ay sonra “A pillar of the Komintern”(Komintern’in Temel Direklerinden Biri)yayımlandı. Gerçeklerle dedikoduların veuydurulmuş olayların iç içe geçtiği bu hikayede,acımasız, insan değeri bilmeyen ama sinirlerinehakim olan Ernst adındaki kahraman, sonrayazılacak olan Karanlığın Ötesinde’ki ErnstWollweber’den başkası değildi. Kasım 1939’da,American Mercury dergisi, Krebs’in, Comintern
Agent adlı kısa hikâyesini yayımladı. BöyleceKrebs, derginin sahibi, eski komünist EugeneLyons’la tanıştı. (Waldenfels, age, s. 276)
Lyons, kendisi gibi eskiden komünist olup şimdiaktif anti-komünist faaliyetin içinde bulunan birsürü ünlü şahsiyetle Richard Krebs’i tanıştırdı.Bunların içinde Krebs’in hayatını temeldendeğiştirecek birisi de vardı: İsaac Don Levine.İsaac Don levine, Rusya’da doğmuş birYahudi’diydi. Ekim Devrimini öven kitaplaryazmıştı. 1920’lerden itibaren komünizmdenkopmuştu. Krebs’le tanıştığı dönemde, DonLevine, ABD’deki en büyük ve en etkili yayınzinciri Hearts-Presse’de yayıncılık yapmakta, enfazla kitap basan Book-of-the-Month Club’ünyönetiminde yer almaktaydı. Ayrıca filmsenaryolarını yazdığı Hollywood’la da mükemmelilişkilere sahipti. (Waldenfels, age, s. 280)
Richard Krebs, yayınlatmayı düşündüğüotobiyografiye dayalı kitap çalışmasının notlarınıbir tomar halinde Don Levine’nin eline tutuşturdu.20 senedir komünizmle uğraşan Don Levine, neRichard Jensen ne de, Wollweber adlarınıduymuştu. Krebs’in bir dolandırıcı mıydı? Bahsigeçen kişilerin hayal mahsülü olup olmadığınıöğrenmek için ABD Dışişleri Bakanlığı’na başvurdu. Gelen cevap, Krebs’i doğrulamaktaydı(Enemy Alien Krebs, 17. 12. 1942, FBI-Report, s.20’den aktaran Waldenfels, age, s. 280).
20’lerde, ABD Komünist Partisi MerkezKomitesi’nde bulunmuş, daha sonra komünizmdenvazgeçmiş, ABD Kongre’sinin Amerikan karşıtıentrikaları araştıran komisyonunda çalışan BenMandel’le birlikte Isaac Don Levine, aylık bursbağladıkları Richard Krebs’e, 23 Aralık 1939’da,Karanlığın Ötesinde’yi yazması için start verdiler.Krebs, Bek-Gran’ın, Connecticut’daki yazlığına
çekildi ve orada yedi ay zarfında 1000 daktilosayfası yazdı (Waldenfels, age, s, 280). Burada,Bek-Gran’lerin çocuklarının bakıcısı olan 16yaşındaki Abigail Harris’le tanıştı. Abigail bir senesonra (1 Aralık 1940) Richard’la evlenecek veonun ikinci karısı olacaktı.
Karanlığın Ötesinde1940’ın yaz aylarında, Krebs, Bek-Gran’in evindenDon Levine’nin yanına taşındığında, kitabınkahramanına yakışır son değişiklikler yapıldı.Don Levine, ABD’li okurun hoşuna neyingideceğini ve bir kitabın nasıl Bestseller olacağınıçok iyi biliyordu. Kitabın kahramanı, proleterbir aileden gelmeliydi ve böyle bir kahraman,direktiflerini Komintern’in en tepesindeki,kumarbazın biri olan Georgi Dimitrof’tanalmalıydı. Okur için parti aygıtındaki uzunmünakaşalar sıkıcı gelecekti. Krebs’in hayatındagitmediği ama Hamburg denizciler kulubündenduymuş olabileceği yerlerin ve olayların içineJan Valtin’i yerleştirmek, okuyucuyu kesinlikleetkileyecekti. Krebs’in bir zamanki yoldaşlarınınhayatları, Jan Valtin’in anlatımlarıyla, ya Hitlerinya da Stalin’in toplama kamplarında son bulacaktı.1933’de, Fuhlsbüttel Toplama Kampı’nda,gerçekte iki komünist öldürülmüşken, Amerikanokuyucusuna yetmeyecek olan bu rakkam kitapta24’e çıkartılmıştı. Neticede, parti işçisiyken, piyonolarak kurban edilmiş bir adamın hikâyesi, kitaptakoca bir kahramanın hikâyesine dönüştürülmüştü.Kitabın ilk halini bilen anarşist Bek-Gran,Karanlığın Ötesinde yayınlandığında şok olmuş vehayatı boyunca Krebs’i affetmemişti. “Yarattığınatlı karıncadan aşağı in ve kahramanlık taslamayıbırak” diye yazacaktı, Richard Krebs’e gönderdiğimektupta. (17 Mart 1941 tarihli New York’un P.M.adlı günlük gazetesinden aktaran, Waldenfels, age,s. 283).
Kitabın satışını kamçılayacak reklamlarda,Karanlığın Ötesinde’nin tamamen bir otobiyografiolduğu vurgulandı. Gerek Krebs, gerekse DonLevine, hayatlarının sonuna kadar kitaba yapılanmüdahaleleri katiyen kabul etmediler. Krebs,yazarlığının sorgulanmasını istemiyordu. DonLevine ise -ileride de göreceğimiz gibi- bir yandankitabın mahkemelere konu olabileceğinidüşünerek, diğer yandan da maddi çıkarlarınıgözeterek bu tip sorulara cevap vermekten hepkaçtı. Zira, kitabın yayımlanışının ardından, yaptığılektörlük ve tanıtımcılık için hakkı olan %10’ualmakla kalmayıp, toplam gelirin %35’ini cebineindirmekte beis görmedi. Velhasıl, kitabın aslı olanmanüskript, 40’ların sonunda, Library ofCongress’den çalındı ve bir daha bulunamadı(Waldenfels, age, s. 284-285).
Karanlığın Ötesinde, siyasal konjonktüre çokuygun bir zamanda yayımlanmıştı. ABD BaşkanıRooswelt’in Amerikan kamuoyunu savaşa girmeyeikna ettiği bir dönemde yüksek bir reklambütçesiyle piyasaya sürülen kitap, önemligazetelerin kitap eklerinde, aydınlatıcı bir kaynakolarak tanıtılıyordu. Kahramanımız Jan Valtin’letoplama kampında ölen karısı Firelei’in trajik aşköyküsünden daha güçlü bir propaganda malzemesiolamazdı. Hitler-Stalin Paktı’nın ardından çıkankitap her iki tarafa da vuruyor, insanlığıdemokrasiye sahip çıkmaya çağırıyordu.New York Times gibi gazeteler ve Stribner’sCommentery gibi tanınmış kültür dergileri, kitabıve Mr. Valtin’i göklere çıkardılar. Böylesi birreklam bombardımanının da kitabı, “açıkça kirli vedeğersiz bir roman” olarak nitelendiren ünlükomünist ve felsefeci Ernst Bloch’a kimse aldırışetmeyecekti (Sürgünde çıkan FreiesDeutschland’dan [Özgür Almanya] aktaranWaldenfels, age, s. 288).
Birinci baskısı Alliance’da çıkan kitabın kısaltılmışve daha sonra dünyanın bir çok diline yapılacakçevirilerinin temelini oluşturacak versiyonu, Mart1941’de, Book-of-the-Month Club tarafındanyayımlandı. Böylece toplam yedi milyonlukbaskısıyla, ABD’de, yetişkin hemen herkesinokuyacağı Bestseller yaratılmıştı. Daha 1941senesinde kitabın, İsveç ve İngiltere baskıları çıktı.Bütün bu kampanyalarda kitabı daha da gizemlikılan, komünist ajanların ölüm tehdidi altındayaşayan yazarın yüzünü kamuoyundan gizliyoroluşuydu (Waldenfels, age, s. 290).
Bir Amerikan kahramanının doğuşuRichard Krebs’in etrafındaki sis perdesi 3 Mart1941’de bir miktar aralanacaktı. New York’ungünlük gazetelerinden P.M.’in muhabiri, Krebs’lebir röportaj yaptı. Fakat yazar, hâlâ fotoğrafınınyayımlanmasını ve nerede kaldığının bilinmesiniistemiyordu. Bu arada 24 Şubat’tan 3 Mart’a kadar,meşhur LIFE dergisi, kitaptan bölümlerin ve kitaphakkında yazılmış makalelerin yer aldığı bir yazıdizisi yayımladı. Dergide, ilk defa yazarınköpeğiyle oynarken çekilmiş, yüzünün ise hâlâ tamgörünmediği bir fotoğraf yer alıyordu. Meraktançatlayan ABD kamuoyu, gizemliliğini daha daarttıran yazarın bu sefer sesini duyma fırsatınıbuldu. İlk defa 27 Mart’ta, Richard Krebs, ABDulusuna şöyle sesleniyordu: “KaranlığınÖtesinde’yi para kazanmak için değil,Amerikalıları uyarmak için yazdım… Size bir şeysöyleyeyim mi? Bugün San Quentin’deki özgürlükve tolerans, Avrupa kıtasının tamamındayoktur …Amerika’daki yaşamı çok gerçekbuluyorum ve Karanlığın Ötesinde kitabındaanlatılan tecrübelerin fantazi olduğuna ilişkiniddialara karşılık, burada, Amerika’da edindiğimtecrübeleri kitaptakinden daha fazla fantazibulduğumu söylemeliyim. Amerika’da olmaktanve yeniden özgür insanların arasında yaşamaktan
ötürü çok mutluyum.” (Krebs’in ikinci karısıAbigial Alderman’dan alınan orijinal röportajkaydından çeviren Waldenfels, age, s. 294)
17 Nisan 1941’de, Richard Krebs, ABDGöçmenlik Bakanlığı’nca, ülkeye kaçak girdiğiiçin ilk defa sorguya çekildi. Yerinde başka birisiolsaydı çoktan sınırdışı edilirdi. Fakat, Krebs içinbu sorgu neredeyse bir reklam niteliği taşıyordu.Arkadaş çevresinin onun için kurduğu, Aid ValtinAssociation, öyle bir imza ve basın kampanyasıyürüttü ki, Kaliforniya Valisi Culbert L. Olson,Krebs’i affedip, ona süresiz oturum hakkı verdi(Waldenfels, age, s. 297).
Karısı, bu gelişmelerin ardından, Krebs’in yüzünükamuoyuna göstermesi için onu ikna etti. Krebs,Washington’daki Ulusal Basın Kulubü’nde, 1941Mayıs’ının sonunda düzenlenen basın toplantısındayüzünü kamuoyuna gösterdi. Bu basın toplantısı,ABD Kongre’sinin, Amerikan karşıtı faaliyetleriaraştıran komisyonun önünde verilecek ifadenin birnevi hazırlığıydı. Isaac Don Levine, ABDvatandaşlığını elde etmek için bu komisyonunönüne çıkması gerektiğine Krebs’i zor ikna etmişti.İki gün süren ve 50 sayfayı bulan ifadesinde Krebs,Alman ve Sovyet gizli servislerinin ABD’dekifaaliyetleri hakkında fazla bir şey anlatamadı.Fakat, bilgi sahibi olduğu Alman istihbaratıhakkında epey isabetli ve detaylı ifade verdi.Ancak ne ilginçtir ki, Krebs, verdiği ifadeyle, ABDmakamlarında, hiçbir zaman haberdar olamıyacağıbir çekişmeyi de tetiklemişti. Richard Krebs’in,komisyona verdiği ifade, FBI’nin, gücünden sualolunmaz şefi J. Edgar Hoover’i harekete geçirmişti.
Kapalı kapılar ardında1939 sonbaharından beri Krebs, FBI tarafındanizleniyordu. 12 Ekim 1939’da, FBI ajanı Foxworth,üstlerine yazdığı bir raporda, muhbirlerinden
birinin (üstü çizilmiş), Gestapo ve Sovyet G.P.U’suhakkında epey bilgisi olan Jan Walten’le [Valtin]ilişkiye geçtiğini haber veriyordu (FBI dosyasındanaktaran Waldenfels, age, s. 300). Bu bilginineninde sonunda kendi masasına üstüne geleceğikesin olan J. Edgar Hoover, en geç Krebs’inkomisyon önünde verdiği ifadenin ardındanNazilerle ilişkiye geçti. Alman Büyük Elçiliği’ninPropaganda Sekreteri Thomsen, 31 Mayıs 1941’de,Berlin’e yolladığı raporunda, “güvenilirkaynaklardan aldığım bilgiye göre, Komisyon’unve onun üyesi olan vekillerin Krebs’i birpropaganda malzemesi olarak kullanmalarındanABD gizli polisinin şefi Edgar Hoover son derecerahatsız olmuş. Adalet Bakanlığı da, yıllar evvelburada cinayet teşebbüsünde bulunmuş Krebs’i birkatil olarak değerlendirmekteymiş… Amerikalıkaynaklarım, Krebs’in Almanya’daki suç çetelesiniaçıkladığımız taktirde Hoover’in çok memnunolacağını bana bildirdiler” demektedir (RichardKrebs’in Vatandaşlıktan Çıkartılma Dosyası’ndanaktaran Waldenfels, age, s. 302).
Öte yandan Richard Krebs, 1941’de, ABDGöçmenler Büro’suna verdiği ifadede, FBI ile olanilişkisini saklamadan şöyle diyordu: “Ekim1939’da, FBI, benimle ilişkiye geçip, ABD’dekibölücü faaliyetler hakkında kendilerine yardımcıolmamı istedi. Ben de elimden geldiği kadarıylakendilerine yardımcı oldum” (ProtokollDeportation Hearings, 17. 4. 1941, s. 80’denaktaran Waldenfels, age, s. 304). Yaşamınınsonuna kadar, Krebs, FBI’ın kendisine, ABDdemokrasisinin yılmaz koruyucusu gözüyle baktığıkanısındaydı. Halbuki, ABD makamları arasındakiyazışmalarda, FBI şefi Hoover, Krebs hakkındaolumlu bilgi vermeye hiçbir zaman gönüllüolmamıştı. Mesela, 11 Ekim 1941’de, AdaletBakanlığı’nın, Krebs’in komünist ve Nazibağlantılarından kopup kopmadığı ve kendisinin
Bakanlığa yardımcı olup olamıyacağına dairFBI’ya verdiği yazılı soruya cevaben Hoover şöylediyecekti: “FBI, Krebs’in komünistlerle ya daNaziler’le bütün bağlarını kopartıp kopartmadığınıbilmediği için bu sorunuza müsbet bir cevapveremez” (Enemy Alien Krebs’den aktaranWaldenfels, age, s. 305). Tüm bu iç yazışmalardanhabersiz olan Richard Krebs ise, iyi bir Amerikalıolmak için çırpınıyordu. Göçmenler Bürosu’naverdiği ifadede, kendisine sorulmadığıhalde, “Kasım 1939’da, FBI’ın New YorkBüro’sunun şefi Mr. Foxworth bana haftalık birmaaş bağlamayı teklif etti. Ben, satacak hiçbirbilgimin olmadığını söyleyerek bu teklifi kabuletmedim. Fakat, ne zaman gerekirse, tüm vicdanımve bilgimle, birlikte çalışmaya hazır olduğumukendilerine söyledim” diyecekti (Enemy AlienKrebs, J. Edgar Hoover’in, Enemy Alien ControlUnit başkanı Edward J. Ennis’e 26 Şubat 1943’degönderdiği bilgi notundan aktaran Waldenfels, age,s. 305).
Geçmiş geri geliyor1941’in baharında Richard Krebs, uzun bir okumave kitap tanıtımı turnesine çıktı. Ohio, Wisconsin,Michigan, İllinois, Massachusetts, Minnesota,Pennsylvania, Connecticut ve Oklahoma’dan sonra7 Aralık 1941’de, Krebs, Texas’a geldiğinde, onukötü bir haber bekliyordu. Japon uçakları, PearlHarbour’a saldırmıştı.
ABD’deki siyasi ortam bir gecededeğişmişti. “Kasap Joseph Stalin” yerini “UncleJoe”ya [Co Amca] bırakmış, Komünist Partisi,ABD ömrü hayatında erişebileceği en yüksekpopülariteye erişmişti.
Zaten kendi başına bir senaryo olan KaranlığınÖtesinde kitabından, bu sefer de bir film senaryosuüreten Hollywood, derhal projeyi rafa kaldırmıştı.
Rafa kaldırılan senaryolardan birinde, Wollweber,Wollwegen diye geçmekte ve tabii filmin kötükarakterini temsil etmekteydi. Bu Wollwegen,militan Jan’ın çok sevdiği güzel karısı Firelei’egözünü dikmiş ve onu elde edebilmek için kocasınıölüme göndermişti. Davaya, ölümüne sadık olanJan ise, filmde, bir maceradan bir diğerinekoşuyordu…. (Mudd Library, Princeton’daki KrebsKülliyatının içinde yar alan senaryo teklifleridoyasından aktaran Wldenfels, age, s. 307).
ABD’nin savaşa girmesinden yana olan Krebs,Pearl Harbour’dan sonra da Sovyetler’e müttefikgözüyle bakılmaması gerektiğini sürekli dilegetirdi. Krebs, zamanın değiştiğinin farkındadeğildi. Don Levine ise, çoktan Sovyet Rusya’yıunutmuştu. Hava Kuvvetleri generali BillyMitchell adlı bir Amerikan kahramanının hayatınıyazmakla meşguldü. Krebs, henüz popülaritesinikaybetmemişti. Hâlâ okumalara davet ediliyordu.Bu arada ABD Maliye Bakanlığı da, Savaş Bonosusatımı için Krebs’den faydalanmasını bildi.Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında binlerce kişininkatıldığı, Karanlığın Ötesinde kitabının tanıtım veokuma toplantılarında Savaş Bonoları satıldı.Richard Krebs de, varlığının %20’sini bu tahvillereyatırdı (Waldenfels, age, s. 308).
Isaac Don Levine’le yollarını ayıran RichardKrebs, onsuz da yazabileceğini ispat etmekistercesine, 1942’de, San Quentin günlerinianlattığı, ikinci kitabı Bend in the River’ıyayımladı. Ardından, Haziran 1942’de, Reader’sDigest’te, “Teşvik etmezsek Avrupa’da ayaklanmaolmaz” adlı makalesi çıktı. Bu makale, Krebs’inbaşına gelecek sorunları tetikleyecekti.
O yıllarda, ABD’de düşman uluslara mensupşüpheliler, rejim tarafından temerküz kamplarınakapatılıyorlardı. Savaşın başlamasıyla birlikte
Enemy Alien Control Unit kurulmuştu. FederalBaş Savcılık’a bağlı bu birim yabancılarıdenetlemekle ve gerekirse bahsi geçen kamplarakapatmakla görevliydi. Hamburg günlerindeKrebs’le birlikte faaliyet yürütüp, Kızıl Denizcilerdavasında birlikte yargılanan ve o sıradaKaliforniya’daki temerküz kampında bulunanErich Krewert, Krebs’in makalesine cevaben 28Haziran 1942 tarihli,”açık mektup” başlıklı yazıyı,Reader’s Digest’e yolladı. Mektup, Krebs’i yerdenyere vuruyor ve Nazilerle iş birliği yapmaklasuçluyordu. Krewert, yolladığı mektubun kampmüdüriyeti tarafından okunacağını çok iyibiliyordu. Müdüriyet, Enemy Alien Control Unit’iderhal mektuptan haberdar etti. 24 Kasım 1942’de,Richard Krebs, kahvaltı masasında, Gestapo ajanıolduğu iddiasıyla tutuklanıp, Ellis Islandadasındaki temerküz kampına konuldu. Bir seneevvel Richard Krebs’i göklere çıkartan ABD basınışimdi onu yermek için birbiriyle yarışıyordu(Waldenfels, age, s. 321).
8 Aralık 1942’de Krebs’in davası başladı.Komünist faaliyetleri, Nazi hapishanesindegeçirdiği günleri ve ABD’ye gelişinden bu yanayaşadığı tüm detaylar enine boyuna bu mahkemedeele alındı. Üç orta ölçekli tüccar ve iki emeklisubaydan oluşan vatandaş jürisi, neticede, KızılDenizciler davasından bir buçuk seneye mahkûmolmuş Krewert’in iddialarına karşın, aynı davadanüç sene hapis cezasına çarptırılmış RichardKrebs’in, temerküz kampından salıverilmesinitalep etti. Federal Baş Savcı, Krebs’i öyle kolaykolay serbest bırakma niyetinde değildi. 28 Mayıs1943’e kadar temerküz kampında tutuldu.
Amerikan değerlerinin yılmaz savunucusuRichard Krebs, ABD vatandaşı olmamasınarağmen, Ağustos 1943’de, askere alındı. Ve1944’ün baharında, Filipinler’de, Japonlara karşı
savaşmak için sıradan bir piyade eri olarak cepheyegönderildi. Burada, savaşın acımasız yüzünügösteren üçüncü kitabı, Childern of Yesterday’iyazdı. 1945’in sonbaharında, şeref madalyasısahibi alarak cepheden döndü. Savaş siperlerindeki,Krebs’e, tropikal ormanlarda bulunan, JungleRot adlı, tedavisi mümkün olmayan bir virüsbulaşmıştı. Ayak parmaklarından, bacaklara,oradan da bel kemiği üzerinden beyne ulaşan buvirüs, iki sene sonra, Richard Krebs’in ölümüneneden olacaktı.
1946’da, oğlu Jan’ın Almanya’da bir çiftlikteyaşıyor olduğunu öğrenmişti. Hermine’nin veardından da ebeveyinlerinin ölümünün ardından,Jan’ı, çiftlik sahibi bir aile yanına almıştı. Krebs,uzun prosedürlerin ardından oğlunu yanınaaldırtacaktı. 1947’de, ABD vatandaşı oldu. İkincikarısı Abigail, 1948’de, ağır psikolojik depresyonyaşayan Richard Krebs’i terk etti. Kadın,Richard’la evliliklerinden olan iki oğlunu dayanında götürdü. 1949’da, Krebs, üçüncü karısıClara Medders’le evlendi.
Artık Gestapo ajanı olup olmadığını soran yoktu.Fakat hâlâ komünistliğinden şüphe ediliyordu.Krebs ise, bu şüpheden kurtulmak için herfırsatı değerlendiriyordu. Amerikan değerlerininyılmaz savunucusu, kararlı bir anti-komünistti.Yanına aldırttığı oğlu Jan’ın, bir gün okuldaneve geldiğinde, elinde Bugünkü Sovyet Rusyaadlı mecmuayı görünce çılgına döndü. 21 Eylül1949’da, okul müdürüne zehir zemberek birmektup yazdı. Mecbuayı çıkartan şahıslarınbölücü faaliyetleri hakkında teferruatlı bilgilersunan mektup, okul idaresinin böylesi bir dergiyiöğrencilerine vermekle, küçük dimağlarınyıkanmasına yardımcı olduğunu söylüyordu.Müdür, dergiyi derhal toplattı. (Richard KrebsKülliyatından aktaran Waldenfels, age, s. 339).
1950’nin baharında Richard Krebs, CIA’nin öncülüolan CIC’nin davetiyle savaş sonrası Almanya’yagitti. Burada iki hafta kaldı. Komintern sonrasıkurulan Kominform ve Alman komünistlerininfaaliyetlerinin yanısıra, CIC’nin en fazla merakettiği adam Wollweber’di. CIC, Wollweber’inkendi saflarına ikna edip edilemeyeceğini sordu.Krebs, tüm bildiklerini anlattı ve Wollweber’inböyle bir teklifi kabul etmeyeceğini ama genede denenebileceğini söyledi (CIC’de Wollweberüzerine verilen bilgiden aktaran Waldenfels,age, s. 342). Geri döndüğünde, kendisinegösterilen hürmetten çok etkilenmiş olacak ki,Bill adlı arkadaşına, 8 Mart 1950’de yazdığımektupta, “CIC’nin davetiyle Almanya’daydım.Seyahatim boyunca bana özel koruma ve şoförtahsis edildi” diye yazıyordu (Waldenfels, age, s.344).
1950’nin baharında bir kez daha Almanya’ya gitti.Bu arada tekrar barıştığı Isaac Don Levine’ninaracılığıyla, Fransız Figaro gazetesi için ikiAlmanya’yı bölen sınır boyunca seyahat edip,gözlemlerini yazacaktı. Kasım sonunda ABD’yegeri döndü. Almanya seyahatini anlatan yazısı,Ocak 1951 tarihli Figaro’da yayımlandı. RichardKrebs, Amerikalıların hizmetine giren BatıAlmanya’daki eski Nazilerden hiç bahsetmediğibu yazısında, kızıla boyanmış Naziler’in şimdiDoğu Almanya’da olduklarına işaret ediyordu(Figaro’dan aktaran Waldenfels, age, s. 348).
Richard Krebs, Fransız gazetesinde yayımlananyazısını göremeden, 1 Ocak 1951 sabahı, Betterton,Maryland’deki hastanede öldü.
Karanlık kitapTüm bu bilgiler ışığında Karanlığın Ötesinde’yeserinkanlıca bakıldığında, kitabın, tersinden birçok
öğretici öğeyi ihtiva edeceği görülecektir.
Richard Krebs’in hayatından yola çıkarak, üzerindedurulması gereken en önemli öğe, daha devrimevarmadan, Richard Krebs gibi insanların, düşündünyalarındaki çelişkiler karşısında sendeleyipnasıl itirafçı olduklarıdır. Karanlığın Ötesinde’yiokurken sık sık aklıma, 12 Eylül’ün ünlüitirafçılarından Vecdi Tapçın ve Şemsi Özkan’ınhapishanede kendilerine yazdırılan komünizmaleyhtarı kitaplar geldi. Bu ünlü itirafçıların sonrane oldukları bilinmez ama rejimin, müddetlerinidoldurduktan sonra, bu tip insanları kullanılmışmendil gibi bir kenara attığı gerçektir. Mesela,farklı bir konumda olsa da, Sudan asıllı Hollandamilletvekili Hirje Ali ve onun başına gelenler ibretvericidir.
11 Eylül 2001’in ardından, Hollanda’da, rejimin,Müslüman kökenli yabancılar aleyhinde akılalmaz saldırılarını teşvik eden bu kadın, kraldançok kralcılığıyla başa bela olunca, bizzat kendipartisinden olan İçişleri Bakanı’nın yaptırdığıaraştırma sonucu, Hollanda vatandaşlığı içinbaşvurduğu dönemde yanlış bilgi verdiğianlaşmış(!), bir anda hem Hollanda vatandaşlığını,hem de milletvekilliğini yitirmişitir. Ali, apar toparABD’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Anlaşılan,nedamet etmiş zavallıların ortak kaderi genellikleböyle oluyor.
Yukarıda değindiğim noktanın tayin edici tarafınıdüşün dünyasındaki çelişki oluşturmaktadır.Hangi sınıf kökenine sahip olurlarsa olsunlar,komünizmi bilimsel değil de, sadece bir dönemehas, şu veya bu sebepten ötürü benimsediğiniiddia edip, komünist saflara, örgütsel olarak gelipkatılan insanların, ya devrim öncesi ya da devrimsonrası varabilecekleri noktanın adı KaranlığınÖtesinde’dir.
Ya da başka türlü ifade edecek olursak, bir aniçin o tarihlerde Almanya’da devrim olduğunudüşünelim. Ve o devrime önderlik etmiş partiyive onun kadrolarından Richard Krebs’i hayaledelim. Ancak Sosyalist Almanya’nın dahagüçlü sanayileşmeyi sağlayacağını, NasyonalSosyalistlerin, ne nasyonal ne de sosyalistolduğunu, gerçek ulusalcının ve sosyalistinkomünistler olduğunu iddia edebilen bir partinin(ve onun kadrosu Richard Krebs), varacağı yerneresi olabilirdi ki? Tabii ki, 1989’da, dahatarihe karışmadan evvel, Demokratik AlmanyaCumhuriyeti’nin öncüsü Sosyalist Birlik Partisi’ninvardığı yer neresiyse orası olacaktı. Oranınadı Gulaş Komünizmi’ydi. Dünya komünisthareketinde eğilim olarak başlayan yanlışlıklar,zamanla kar topu gibi büyüdü ve o noktaya geldi.
Bütün bir Sovyetler Birliği’ndeki proletaryadiktatörlüğü tecrübesi, üzerinde tartışılmasını veiçinden iyi olan tecrübelerin çıkarılıp alınmasınıgerektirmektedir. Mesela, bütün bir dünyakomünist hareketinin tarihine (özellikle Lenin,Stalin ve Mao dönemlerinde) damgasını vuran,Sosyalizmin ana vatanı için iyi olan dünyadakibütün devrimler için de iyidir diyeözetleyebileceğimiz ve buradan hareketle yapılmışolan baş düşman tespitlerinin yanlışlıkları, sosyalistülkelerde geriye dönüşlere, nice devrimcihareketlerin de, sağa savrulmalarına nedenolmuştur. Fakat, Komintern ve SSCB’nin tarihselsuçunu, Jan Valtin aracılığıyla tespit etmekmümkün değildir. Zira, ortada bir kör düğümvardır. Koskoca Sovyetler Birliği, alî çıkarları içinbaş düşman tespiti yapar da, Richard Krebs miyapmayacaktır? Ve ne ilgiçtir ki, NaziAlmanyası’na karşı, Stalin’in, demokratemperyalist müttefiki olacak olan ABD’ninkollarına, Richard Krebs kendisini bırakacak,
Komünist Partisi’nin lideri Browder’in yükselttiğiABD bayrağına, o da sarılacaktır. Burada dünyayahangi pencereden bakılarak bu eleştirilerinyapıldığı önemlidir. İnsanlığın, sınıfsız bir toplumavarması, ancak proletarya diktatörlüğü üzerindenolacaktır. O proletarya diktatörlüğünde,muhalefetin teşvik edilmesi ve hatta KaranlığınÖtesinde gibi kitapların okunabilmesi vetartışılması gereklidir. Şayet, aman canım,proletarya diktatörlüklerinin ne olduğunu gördük,adını dahi anmak abesdir deniliyorsa, o başka.Ama devrimde ısrar edilip, farklı fikirlerintartışılması isteniyorsa -ki, ihtiyacımız tam dabudur- o zaman, anti-komünist olsun da isterseABD patentli olsun denilerek, KaranlığınÖtesinde’ye dayanmak, ne mümkündür ne de, yenibir komünizm bilimi için gerekli ve doğrudur.
Yaşıtları ve bir dönemki yol arkadaşlarınıntersine, sistemin yanına savrulmamış olan, hâlâ,ruhu devrimci, anarşist dostum Gün Zileli, Bâkiİlk Selam adlı kitabıma yazdığı önsöz de şöyledemişti:
“ ‘Tarih yapıcılar’ diye bir deyiş, son zamanlardasık sık kullanılmaktadır. ‘Tarihin seyrini değiştirenbüyük adamlara’ atfen icad edilmiş bu deyişi nezaman duysam, gözümün önüne, heykellerindenyakından bildiğimiz ‘büyük kahraman’lar değilde, nedense, bir masanın çevresine oturmuş, ortayaşlı, saçları dökülmüş, hafif göbekli, gözlüklü,ciddi yüzlü bir takım adamlar gelir. Masayaoturmuş, ‘tarihi yapmakta’dırlar. Bu, o kadarda gerçek dışı bir şey değildir. Genellikle tarihi,galiplerin hizmetindeki bu “tarih yapıcılar”danöğrenmemiş miyizdir? (Emrah Cilasun, Bâki İlkSelam-Çerkes Ethem, 1. Baskı, Belge Yayınları,İstanbul, 2004)
İsaac Don Levine ve onun yarattığı Amerikan
kahramanı Jan Valtin örneğinde görüldüğü gibi,Gün Zileli, yerden göğe kadar haklıdır.
Bu yazının daha kısa bir versiyonu Mesele dergisinde çıkmıştır.
Valtins’in tecritte kendi üzerinde yaptığı işkencevari sınamalar bana Çernişevski’nin Nasıl yapmalı romanındaki
Rahmetov’u anımsattı.Yeni insan tipi.Lenin Felsefe defterlerin
de Çernisevski üzerine yaptığı incelemelerde bu yeni tip’i
biraz abartılı olmasına karşın gerçekçi bulur.Valtins’in yaşamın
da geçen birçok şey belki de biraz da yalanlarla süslenmiştir.
Özellikle Dimitrov üzerine yazdıkları inandırıcı olmaktan oldukça uzak görünüyor.Bu ispatsız anlatılar Valtins’in Ameri
kadaki özel konumu gözönüne getirildiğinde anlaşılır oluyor.
Ve Gün Zileli de önemli Dimitrov’un ispiyoncu olma olgusuna daha doğrusu ‘lekelemesine’ Stalin ve Dimitrov’a olan ideolojik konumdan ötürü dört elle sarılıyor ve bu gibi ispatsız yorumlakr
için de Valtins’i yere-göğe sığdıramıyor.Bilimsellikten yoksun,Amerikan propagandası’nın antikominst argumanı’ın
yedek gücü konumunda güzelcecik duruyor.Bir anarşiste’de
belkide bu yakışır.Ancak gerçek verilere dayanmayan bu anlatı
lar gerçekten bilim’e karşı sorumluluk duygusu duymayan ve devrim isteyen insanları yanlış yönlere kanalize etmek isteyen
bir ahlak dışılık.Ben şahsen sağlam verilere dayanmayan hiçbirşeyi ‘gerçekmiş’gibi insanlara sunmam.Sunsam bile
bunun gerçeklik payının çok az olabileceğini de açımlarım.
E.Cilasun önce iyi bir yazı yazmıştı.Görüyorum ki uzlaşma
tamamlanmış kibarca.Yine de saygılarımı sunuyorum .Yavuz
bir uzlaşma falan söz konusu değil. Bu yazı Emrah Cilasun’fun ilk yazdığı yazıdır, arada bir fark yoktur. Fakat site çöktüğünde yazı kaybolmuştu, bulup yeniden koyduk. Fakat bu versiyonun benim düzelttiğim versiyon mu, yoksa Emrah Cilasun’un yazısının kendi yolladığı, bazı imla hataları içeren hali mi onu saptama şansım ve zamanım olamadı. Ama duyuruda da belirttiğim gibi aynı yazıdır.
Eh Yavuz arkadaşa da Dimitrov hakkındaki sağlam ve bilimsel verilerini ortaya koymak kalıyor. Öyle değil mi? Bui masalı 70 yıldır insanlara verisiz falan telkin eden biz değil sizsiniz. Biraz geciktiniz ama verilerinizi belkeyelim.
Bilim, bir olgunun ya da nesnenin incelenmesinde onu kavramaya dönük izlenen/uygulanan objektif, tutarlı, kabul gören yöntemler değil de birilerinin mülkiyetinde bir kavram mıdır diye düşünüyorum bazen yazılanları okuyunca. Herkes kendinden menkul bir bilimsellik iddiasında. Valtin’in anlattıklarına ispat isteyenler, bunun karşısına “gerçek” diye koyduklarını neye dayandırıyorlar? Tabu düzenine, put tapınçlarına halel getirmemek için “Anarşiste bu yakışır” türünden üstten konuşmalar… Mesnetsiz “anti komünist” suçlamaları… Belli ki, size de tam bu yaraşır Yavuz. Timur’un dediği gibi sizin de bilimsel verilerinizi bekliyoruz. Bilimsel ama…
Evet sadece Dimitrov yoldaş’a değil,Marks,Lenin,Stalin hatta
Troçki’nin bolşeviklerle örtüşen düşüncelerine yapılan saldı
rılar elbetteki bir anarşis’tin sayfalarından tam anlamıyla yanıtlanamaz.Şu kadarını söylemekle yetinmek istiyorum.Lenin nasıl ki bolşevizmin bir aksiyomu ve onun Bolşevik olup olmadığı tartışılmazsa,Dimitrov’da dünya ML hareketi tarafından faşizm ve birleşik cephe düşüncelerinin
bir aksiyomu niteliğindedir.Yazdıkları bilimseldir,ispatlanmış
şeylerdir.Onun reichtag’daki ve tecritteki durumu,verdiği
ifadeleri, tüm dünya kamuoyu önünde oluştuğu ve tüm dünya
komünist ve demokratlarını harekete geçirdiği için ayrıca
bilimsel verilerle ortaya koymaya gerek yok.Arşivlerde var.
Yalan’sa arşivlere dayanarak koyun ortaya.Bu görev bana değil
artık ML’i yadsıma noktasına gelmiş siz’e düşüyor olsa gerek.
Yaşamı üçkağıtçılıkla geçmiş,daldan dala konan ve birkaç uluslararası spion organizasyonunu birlikte idare eden ve
sonunda Komünizm’e karşı Amerika’nın emp.yayılmacı propa
gandası’nın adi bir aygıtı durumuna düşen Valtins’e Bir’ belge’
gözüyle bakıyorsunuz.Ama bir dönem’e şerefli mühür vurmuş Dimitrov’a ise kumarbaz ve yalancı gözüyle..Bravo.
Belge.1933,1934,1935 Dünya komünist ve demokrat kamuoyu.Araştırınız!Birşey daha Sizin Marsizme ideolojik
bir savaş başlattığınız’ı şöyle açıklasam :
Marks’ı Marks yapan yapıt Kapital.Kapital’in öz’ü :Üretici güçler
teorisi değilmi ?Bir başyapıt artık çöp’e atılıyor..Tabii size kalırsa..!Yani Marks’da bu başyapıtla beraber.Ben ortadoks
bir Marksist değilim.AMA böyle ayağı yere basmayan şeylere
de değer vermem.Saygılarımla yavuz
Ne yani Stalinist uydurmaları mı inanacağız. Dimitrov’un faşizme karşı birleşik cephe kitabını alıp bakın. 1923’le 1935 arasında sadece birkaç uyduruk makelesi vardır. Neden? Çünkü o sırada komintern sınıfa karşı sınıf politikasını uyguluyor, sosyal remokrasiyi esas hedef alıyor ve faşizmi önemli görmüyordu. İmal edilmiş kahramanlarınızın peşinden koşun durun bakalım.
Merhaba sayın Taşçı ! Öncelikle kısacık birşey’e tavır takınayım da sonra birleşik cephe ve Dimitrov tartışılır yine de.
Olgulara, veriler temelinde değil de ‘inanç’temelinde yaklaştı
ğınız’ı ağzınızla itiraf ediyorsunuz.Estetiksel duyarlıktan bi haber şöyle yazıyorsunuz : ” Ne yani Stalinist uydurmalara mı
inanacağız.”
İnanmak, müminler’e özgü bir yaklaşımdır.Demek ki siz de bir
şeylerin “mümin’i ” olmuşsunuz..Ne diyeyim..! Senin söylemin’le yanıt vereyim :Hayırlı olsun. !
Şimdi kalkıp size dil dersi vermek ayıp olmaz mı? Türkçede inanmak iki anlamda kullanılır. Bir tam kelime anlamıyla inanmak; iki iman etmek anlamında inanmak. Siz bana bir şey anlattığınızda “inanmıyorum” dersem bu, “iman etmiyorum” anlamına gelmez. Tersinden bir örnekle siz .bana “dine inanıyor musun” diye sorduğunuzda “iman ediyor musun” anlamında sormuş oluyorsunuz. Ben de “inanmıyorum” dersem, bu dine “yalancı” dediğim anlamın gelmez. “İman etmiyorum” anlamına gelir. Mevzumuza gelecek olursak, “Stalinist uydurmalara mı inanacağız” dernek ismi üstünde “uydurmalara inanmam” anlamıhndadır. Yoksa “iman etmem anlamında değil, zaten bunu söylemek saçma olurdu. İnanca ilişkin bir tartışa değil, somut olgulara ilişkin bir tartıya söz konusu olan. Yordunuz beni vallahi.
Hemen yoruldunuz..!Belliydi..!
“Yorgun savaşçılar ise savaşımda yenik düşerler” B.Brecht.
Yavuz.Hoşçakal !
Belli. Brecht demek yorulmamak (ya da canından olmamak) için terör döneminde SB’ye ayak basmadı.
Sahi, Brecht neden Amerikaya sığınma gerekliliğini duydu ?
Bunun yorumunu sizden dinlemek isterim.Anlatırsanız gerçekten aydınlanırım.Bir de Brecht’in yaşam’ı boyunca
Lenin ve Stalin dönemlerine ilişkin S.B.’ine bakış’ı ne idi ?
Troçki değerlendirmesi ne idi ?Açıklayında aydınlanalım..Siz bunları yutmuş’a benziyorsunuz.O olasılık bende oluştu da..
Ama hala yorgunsanız veya yorulacaksanız,canınız sağolsun !
selamlar Yavuz..
Not :Ben de de birkaç kitabı var Brecht’in ,edition suhrkamp’ın
yayınladığı..Über politik und Kunst, vb. Hele bir siz açımlamaya
başlayın da …
Brecht Amerika’ya sığınmış değil. Ama terör döneminde SB’ye hiç gitmedi, batı ülkelerinde ve ABD’de kalmayı yeğledi. Bunun nedeni Meyerhold başta olmak üzere çok sayıda sanatçının Stalinist rejim tarafından tutuklanıp öldürülmesiydi. Troçki’ye karşı Stalin’i destekledi ama Stalin’in denetimi altında yaşamanın kendisi gibi bir sanatçı için çok tehlikeli olduğunu biliyordu. Dünya savaşından sonra Doğu Berlin’e yerleşti ama Stalin’e doğrudan hiçbir eleştiri yöneltmedi, zaten yöneltemezdi de. Ancak Stalin’in ölümünden sonra Doğu Berlin’de meydana gelen işçi ayaklanmasından yana bir tutum aldı ve Stalinist yönetime, “kendinize başka bir halk seçin” diye alaylı bir eleştiri yöneltti. Beni temel dil bilgisi kurallarını açıklamak zorunda bırakmadığınız sürece gördüğünüz gibi hiç de yorulduğum falan yok. Selamlarımla.
Brecht 1941’de Moskowa üzerinden Amerika’ya gidiyor.. ve 1947’e dek orada.! Turistik bir gezi en fazla 6 ay süreceğine
göre ‘asül’statüsü evreye giriyor.Yani sığınma.Şu demek :
O’na barınma kolaylığı,beslenme kolaylığı ve taschen geld(cep
harçlığı)veriyorlar.Bu oluyor.Turistik gezi değil yani.
S.B.de kalmame nedenlerini ben iki şey’e bağlıyorum :
A- Savaşın en hararetli dönemi oluşu,cephelerde ve cephe
gerisinde korkunç bir boğuşmanın hüküm sürmesi.
Brech’in bu durumda yapabileceği en yararlı şeyin ne olması gerektiği üzerine alınan mantiki karar.
B-Komünizmin ve S.B.’nin Amerika’da propagadasının çeşitli
kanallarla yapılmasını sağlamak.
Bunlar anlaşılır şeylerdir.B.Brecht gibi bir ‘ad ‘ bunu Amerikada
yapmaya çalışıyor..
Holywood serüveni var. Bunu yapıyor da.Ama fazla başarılı
olamıyor.Sürekli kollanıyor,tutsak yapılıyor,izleniyor,vb
Stalin terörü dolayısiyle S.B.de kalmadı söylevi dört/dört’lük
bir söylem değil.Brecht’in bu konuda eleştirileri olmasına kar
şın radikal bir tutumu da yok.
Stalin,G.Zileli’nin de belirttiği gibi Lenin ve Troçki’nin (Troçki’nin sadece Lenin’le örtüşen düşüncelerinin,yavuz)uygulayıcısı.
Fragen des Leninismus,Troçkizm’mi Leninizm’mi
onun Marks ve Lenin’in bir devamı ve uygulayıcısı olduğunu da
aynı zamanda kanıtlar.S.B.de Stalin döneminde olan tüm
olumsuzlukları Stalin’e yüklemek doğrusu S.B.K.P.de sanki
tüm yetkilerin Stalin’de toplandığı yargısını uyandırıyor.Bugüne dek’te yapılan ve başarılan bu oldu..Durum böyle olmamasına karşın olduğunu farzetsek bile dünyayı bir faşizm melanetinden kurtarmak için başka nasıl şeyler yapılması
gerekirdi üzerine neler yapılabilirdi ? formülünü ortaya atarlar
sa daha iyi olur.İşte öldürdü de,sürdü de, vb.
Biliyorsunuz burjuvazinin öne sürdüğü ölüm rakamları 10 kat abartılı. Olmaması gereken şeyler olmuş.Ama bu bir rejim’in kaka olduğıunun tek göstergesi olmamalıdır.Kazanımlara da
bakmak gerekir.Hem dünya açısından hem de S.B.açısından
Bunlar şahsi düşüncelerim..Elbetteki yaslandığım kaynaklar
var.Yine de Bir dönem yargılanacaksa kaynakların da sağlam
olması gerekiyor..Biliyorsunuz burjuva kaynakları biraz fazlaca
yıpranmış ve şaibeli.Ona göre. saygılarımla,Yavuz
Anonim’e de bir cevap olması bağlamında,
Redaksiyondan önceki versiyon:
”
Faşizme Karşı Mücadele Bolşevizme Karşı Mücadele İle Başlar
Otto Rühle
The Struggle Against Fascism Begins with the Struggle Against Bolshevism
Otto Rühle
The struggle against Fascism begins with the struggle against Bolshevism
‘Living Marxism’, vol. 4, n. 8, 1939.
Giriş
Faşizmin trajik tarihi, modern demokratik Devletin içinde en son noktasına erişerek, şimdi usulüne uygun gelişmesinin tüm rotasını yürümüş oldu, Rühle’nin makalesi bizim için seve seve anlaşılır oldu. Makale 30’ların sonunda yazılmıştı ve aynı zamanda hem Bolşevizme hem de Faşizme karşı mücadeleye ithaf edilmişti.
Şimdiki kapitalizmin gerçek hakimiyeti, Güncel faşizme (demokrasi olarak kamufle edilmiş) platform sağlayan otoriter tasarımları gösteriyor ve bu güncel bolşevizmler (proleteryanın diktatörlüğü olarak kamufle edilmiş) açıkça benzer varoluyorlar.
Daha açık olmak için şunu söyleyebiliriz, gerçek bir iktidar için kurallara uygun (demirden) otorite dökümü yaparak, kapitalist proje mutlak kontrol yolunda gelişiyor. Bu kontrole, her ikisi de aynı noktaya varsa da iki farklı biçimde ulaşılabilir. a) Demokratik bir yolla, Dış ilişkilerdeki karar almanın merkezsizleşmesi temeline dayanan, merkezileşmiş bir iktidarı yeniden yapıladırma, batı demokrasileri olarak anılanlarda geliştiği gibi; b) Bir Devlet kapitalizmi olarak, örtülü ideolojik bir sömürülmenin düzenlenmesi ve komünist parti tarafından doğrudan kontrol: tüm komünist devletler olarak anılanlarda bir derecede ya da diğer biçimde olanlar gibi.
Eğer her iki yolu da değerlendirirsek ve sömürücülerin kendi amaçlarına ulaşmak için yapabilecekleri ne kaldığını göz önünde tutarsak, açıkça Batı demokrasilerinin mutlak kontrol yolundaki her iki yoldan daha gelişmiş olanı olduğunu söyleyebiliriz, totaliter “komünist” rejimler değil. Buna rağmen mutlak kontrole yönelik seçilmiş olan en çabuk yolda (Devlet aygıtının tamamiyle kontrolü ve ideolojisinde) ikinci seçilen en az stabil olanı ve aynı zamanda en tehlikeli olan yol (onlar için). Bu rejimler, sadece belirli bir marjinalleştirilmiş azınlığın değil (batı demokrasilerindeki meselenin olduğu gibi), fakat sömürülmüş büyük kitlelerin ilgili olduğu muazzam ayaklanma potansiyelinin üzerinde oturuyorlar. Diğer taraftan, batı demokrasileri -çok fazla kendi marifetleriyle değil ama kapitalist yarışma mekanizması dolayısıyla- kendilerini baskının daha incelikli olması gerekliliğiyle yüzleşmiş buldular ve bu yüzden bugünkü gerçek faşizmi karakerize eden kontrol biçimini daha dikkatli ve zekice gerçekleştirebildiler.
Yukarıda bahsedilen devlet modelleri, “proleterya diktatörlüğünün” ülkelerinin faşizmlerinin “batı demokrasisi” ülkelerinin faşizminden öğrenmek zorunda olduğunu anlamak içindi. İlk olarak, baskı sadece muhaliflere değil, ama aynı zamanda bir çok nedenden ötürü onaylamayan ya da basitçe onaylama belirtileri göstermeyen geniş katmanlardaki işçilere ve köylülere de, parti aygıtının otoritesiyle darbe indiriyor. Toplama kampları sadece suçlu muamelesi yapılan küçük muhalifler için değil ama halkın geniş tabakalarını tutmak için de planlandılar. Batı’da “farklı” olarak görülenler, özel cezaevlerinin suçlulaştırılmış bir azınlığı seçmesiyle -örneğin İtalya’da- konsensus mekanizması yoluyla, büyük sömürülen kitlelerden koparıldılar, ve, sosyal cemiyetten ayrıldılar. Batı demokrasisi modern faşizminin karakteristiğinde bu var: kendi kendine, herkesi “katılımcı” yapmak isteyen bir iktidar yapısı olarak ortaya çıkıyor ve hiçkimseyi dışlamak istemeyen, ama sadece, kontrolün bütünlüklü gelişmesinin ekonomiyi ve politik etiketleri mükemmelleştireceği görüşünde, kontrolün tüm ekonomik iktidarının merkezini, politik iktidarın merkeziyle birlikte koordine edebilecek, sınırlı bir azınlığın ellerinde kalacağı koşullarda. “Komünist” Devletlerin faşizmi açıkça kendisini daha geride sunuyor, birisinin farklı şekilde düşünmesini belirleyebilecek ideolojinin kitlesel kullanımında daha az zeki. Bununla birlikte, basitçe, baskının kesin bir biçimdeki gösteri aşamasının (Lenin’in, Mao’nun vs. dev resimleri, batı koşullarıda kesinlikle düşünülemez) ne kadar karmaşık oldukları önemli değil, her zaman faşizmin kızıl bir biçimini temsil ediyorlar (Çin’in kültürel devrimini düşünüyoruz), temelde Nuremburg’un görkemli Nazi geçit törenlerinden çok farklı değil, ya da diğer Palazzo Venezia(Mussoli’nin balkonundan konuşmalar yaptığı saray) soytarısının kasılmalarından.
Faşizmin Çin ve Rus modellerinin şimdi ilerlemeci “açık”, tipik batı demokrasilerine doğru yöneldiği söylenebilir, partinin en üst mercileri bile, sömürülen kitleler üzerinde olağanüstü ideolojinin bir sonsuz geviş getirilmesinin kullanılmasıyla usule uygun bir hakimiyeti sağlamanın zorluklarını anlamaya başlıyorlar. Belki, faşizmin daha akılcı biçimlere ulaşmasına başlıca engellerden birisi, dünyanın politik-askeri iki iktidar bloğuna bölünmüşlüğü, fakat bu meseleyi değiştirmiyor, örneğin Çin’in güncel “özgürleşmesi”, -bu seviyedeki üretim ve tüketicilikte başka hiçbir şeye değilse bile, Amerikan modelinin nüfuz etmesine izin verdi.
Rühle’nin bu kısa ve öz makalesi bu yüzden onun ilişkisini sağlıyor. Zamanının hararetinde yazılmış, ve şaşırtıcı bir biçimde, o zaman, son derece karmaşık ve anlaşılması güç bu ilişkileri anlıyor. Faşizme karşı mücadele Bolşevizme karşı mücadeleyle başlar. Bugün aynı şekilde tekrar ediyoruz: karmaşık faşizme karşı mücadele daha basit ve bu yüzden anlaşılabilir çeşitlerine karşı mücadeleyle başlar. Hatta, Komünist olarak isimlemdirilenler gibi Devlet biçimlerinin faşist doğalarına girerek, kendisini hangi biçimde kuruyor olursa olsun, tek çözümün iktidarın şimdiden ve kesin yokedilmesi olduğunu anladık. Müdahalenin anarşist biçiminin, gerçeklikte faşizme karşı mücadeleyi doğru bir yönelimde yapabilecek biricikliğiyle bunu doğruluyoruz.
Alfredo M. Bonanno
27 Mayıs 1981
Faşizme Karşı Mücadele Bolşevizme Karşı Mücadele İle Başlar
I.
Rusya yeni totaliter devletlerin en önüne yerleştirilmek zorunda. Yeni Devlet prensibini uygulayan ilk devletti. Uygulanmasında en çok mesafe kaydetmişti. Anayasal bir diktatörlüğü politik ve yönetimsel terör sistemininde dahil olmasıyla birlikte ilk uygulayandı. Mutlak Devletin tüm özelliklerini adapte ederek, bu yüzden Demokratik Devlet Sistemi’ni fes ederek diktatöryel bir yönetime zorlanmış diğer ülkeler için bir modele dönüştü. Rusya faşizm için örnekti.
Bu noktaya hiçbir kaza yol açmadı, ne de tarihin kötü bir şakası. Burada sistemlerin kopyalanması görünürde değil ama gerçek. Herşey, farklı derecelerdeki tarihsel ve politik gelişmeye uygulanmış aynı prensiplerin sonuçları ve ifadeleriyle başa çıkmak zorunda olduğumuza işaret ediyor. “Komünist” parti hoşlansa da hoşlanmasa da, sorun ayı kalıyor: Devlet düzeni ve Rusya’daki yönetim, İtalya’daki ve Almanya’dakinden ayırt edilemez. Özünde aynılar. Birisi kızıldan, karadan, ya da kahverengi “Sovyet Devleti”nden, kızıl, kara, ya da kahverengi faşizm gibi bahsedebilir. Bu ülkeler arasında belirli ideolojik farklılıklar olmasına rağmen, ideoloji Hiçbir zaman birincil önemde değil. Ayrıca, İdeolojiler değişebilir ve bu gibi değişimler Devlet Aygıtı’nın işlevlerine ve karakterine zorunlu olarak yansımazlar. Dahası, Almanya’da ve İtalya’da özel mülkiyetin hala varolması, sadece ikincil önemdeki bir değişiklik. Yalnızca özel mülkiyetin ortadan kaldırılması sosyalizmi garantilemiyor. Özel mülkiyet kapitalizm içinde de ortadan kaldırılabilir. Sosyalist bir toplumu esas belirleyen şey, üretim araçlarındaki özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, işçilerin kendi emeklerinin ürünleri üzerindeki kontrolü ve ücretlilik sisteminin sona ermesidir. Bu her iki başarı, İtalya’da ve Almanya’daki gibi Rusya’da yerine getirmedi. Düşünen bir işçi faşizmin ne olduğunu biliyor ve onunla savaşıyor, ama Rusya’nın selamladığı gibi, o sadece sıklıkla sosyalistçe doğası olduğu mitini kabul etmeye istekli. Bu aldatılma faşizmle toptan ve kararlı bir kopuşu engelliyor, çünkü o (İşçilerin sosyalist doğası olduğu miti) -Almanya’da ve İtalya’da olduğu gibi- özdeş bir Devlet ve Hükümet sistemine yol açan, gerekçelere, önkoşullara, ve Rusya’da olan koşullara karşı, ilkesel direnişi engelliyor. Bu yüzden Rus miti karşı-devrimin ideolojik bir silahına dönüşüyor.
Bazıları, Rusya’nın diğer ülkelerden sosyalizme bir adım daha yakın olduğunu sanmalarına rağmen, bu “Sovyet Devlet”inin Uluslar arası proleteryaya sınıf mücadelesi amaçlarına daha yakın olması için yardım ettiği anlamına gelmiyor. Aksine, Rusya kendisini Sosyalist bir Devlet olarak tanımlayarak, dünya işçilerinin gözlerini boyuyor ve aldatıyor.
İnsanlık için iki efendiye hizmet etmek mümkün değil. Totaliter bir devlet bile böyle birşeyi yapamaz. Eğer faşizm kapitalistçe ve emperyalistçe çıkarlara hizmet ediyorsa, işçilerin ihtiyaçlarına hizmet edemez. Eğer, buna karşı, görünen birbirine karşı olan iki sınıf aynı devlet sisteminin tarafındaysa, ciddi bir şekilde birşeyler yanlış olmak zorunda. Bir ya da diğer sınıf hata yapıyor olmak zorunda. Hiçkimse sorunun sadece bir türü olduğunu ve bu aynı politik biçimlerde olmasına rağmen, içeriğinin geniş çeşitli olabileceğini, bu yüzden gerçekten önemli olmadığını söyleyememeli. Bu kendi kendi kuruntu yapmak olurdu. Marksistler için böyle şeyler gerçekleşmez. Onlar için biçim ve içerik birbirine uygundur ve ayrılamazlar. Şimdi, eğer Sovyet Devleti faşizm için bir model olarak hizmet veriyorsa, aynı zamanda faşizmin geel yapısal ve işlevsel unsurlarını da içermek zorunda. Ne olduklarını belirlemek için Leninizm tarafından kurulmuş, Bolşevizmin Rus koşullarına uygulanması olan, “Sovyet Sistemi”ne geri dönmek zorundayız. Ve eğer Bolşevizm ve Faşizm arasında bir özdeşlik kurulabilirse, sonrasında proleterya hem faşizme karşı mücadele ederken hem de Rus “Sovyet Sistemi”ni savunamaz. Onun yerine, Faşizme karşı mücadele Bolşevizm’e karşı mücadeleyle başlamak zorundadır.
II.
Başından beri, Lenin için Bolşevizm tamamiyle bir Rus fenomeniydi. Uzun yıllar politik aktiviteleri boyunca, diğer ülkelerdeki mücadele biçimlerine Bolşevik sistemi uygulamayı hiç denemedi. O bir sosyal demokrattı; Bebel ve Kautksy’de işçi sınıfının liderlerinin cana yakınlığını gören ve Lenin’in bu kahramanlarına ve tüm diğer oportünistlere karşı mücadele eden Alman Sosyalist hareketinin sol kanadını görmezden geldi. Onları görmezden gelerek, -Rosa Luxemburg liderliğinde, Alman “solu”nun Kautksyciliğe karşı zaten açık mücadeleye girişmiş olduğunda bile-, küçük bir grup Rus göçmeninin çevrelediği uyumlu bir izolasyonda kaldı, ve nüfuzunun(Kautsky’nin) etkisi altında kalmaya devam etti.
Lenin sadece Rusya ile ilgiliydi. Amacı, Çarcı feodal sistemin son bulması ve burjuva toplumunun içinde muazzam miktardaki politik gücü sosyal demokratik partisi için ele geçirmekti. Bununla birlikte, sadece işçilerin dünya devrimi ortaya çıktığında iktidarda kalabileceğini ve sosyalizasyon işlemini yürütebileceğini anladı.Ama bu bağlamdaki kendi aktiviteleri açıkça uygun olmayan bir biçimdeydi. Alman işçilerinin tekrar partiye, sendikalara, ve parlamentoya, girmelerine yardım ederek ve aynı zamanda Alman Konsey(sovyet) hareketinin yok edilmesiyle, Bolşevikler, uykudan kalkmakta olan Avrupa Devrimi’nin yenilgisine yardım ettiler.
Profesyonel devrimcilerin bir tarafta ve diğer tarafta da ardındaki geniş kitlelerden meydana gelen Bolşevik Parti, izole olarak kaldı. Sivil savaş, müdahale, ekonomik gerileme, deneylerin sosyalizasyonundaki başarısızlık, hazırlıksız Kızıl Ordu yıllarında gerçek bir sovyet sistemi geliştirilemedi. Menşevikler tarafından geliştirilmiş Sovyetler olmasına rağmen, Bolşevik şemaya uymuyordu, Bolşevikler onların yardımıyla iktidara gelmişlerdi. İktidarın stabilizasyonu ve ekonomik yeniden yapılandırma sürecinde, Bolşevik Parti kendi kararları ve aktiviteleri için tuhaf sovyet sistemini nasıl koordine edeceğini bilmiyordu. Yine de, Sosyalizm Bolşeviklerin de arzusuydu, ve gerçekleştirilmesi için dünya proleteryasına ihtiyaç duydu.
Lenin, dünya işçilerini Bolşevik metodlara kazanmak için bunun olmazsa olmaz olduğunu düşündü. Bolşevizmin muazzam zaferine rağmen, diğer ülkelerin işçilerinin kendilerinin Bolşevik teori ve pratiği kabul etmek için biraz eğilim göstermesi rahatsız ediciydi, ama tersine bir kaç ülkede, ve özellikle Almanya’da, konsey hareketinin yönüne doğru yönelmişti.
Bu konsey hareketini Lenin Rusya’da artık kullanamazdı. Diğer Avrupa ülkelerinde Bolşevik biçimdeki ayaklanmalara karşı güçlü yönelimler gösterdi. Moskova’nın tüm ülkelerdeki muazzam propagandasına rağmen, -Lenin’in kendisinin de işaret ettiği gibi- “ultra-sol” olarak isimlendirilenler, Bolşevik Parti tarafından gönderilen tüm propagandistlerin yaptığından, konsey hareketi temelindeki bir devrim için daha başarılı bir ajitasyon yaptı. Bolşevizmi takip eden, Komünist Parti, burjuvazinin proleteryalaşmış büyük parçalarından meydana gelen küçük, histerik, ve yaygaracı bir olarak grup kaldı, oysa konsey hareketi gerçek proleterya güçlülüğü kazandı ve işçi sınıfının en iyi bileşenlerini cezbetti. Bu durumun üstesinden gelmek için, Bolşevik propaganda arttırılmak zorundaydı; “ultra-sol”a saldırılmalıydı; Bolşevizm yararına onun (konsey hareketinin) etkisi yok edilmeliydi.
Sovyet Sisteminin Rusya’da başarısızlığa uğramasından bu yana, radikal ‘rekabet’ Rusya’da Bolşevizmin başaramadığı şeyin diğer yerlerde bolşevizmden bağımsız olarak çok iyi farkına varılabileceğini dünyaya kanıtlamaya nasıl cürret edebildi? Bu rekabete karşı, Lenin iktidarı kaybetme korkusu ve sapkınların başarısına olan öfkesinin sonucu olarak “Der Radikalismus, die Kinderkrankheit des Kommunismus – Radicalism, an Infantile Disease of Communism – Radikalizm, Komünizmin Bir Çocukluk Hastalığı”nı (Ç.N: Türkçe’ye -“Sol Komünizm”, Bir Çocukluk Hastalığı”- olarak çevrilmiştir.) yazdı. İlk başta bu broşür ‘Marksist strateji ve taktiğin yaygın bir izahındaki deneme’ altbaşlığıyla ortaya çıktı, ancak sonra bu fazla iddialı ve aptalca deklarasyon kaldırıldı. Biraz fazlaydı. Bu saldırgan, kaba, ve menfur papalığa ait saçmalık herhangi bir karşı devrimcilik için gerçek bir malzemedir. Bolşevizmin tüm programatik beyanları kendi gerçek karakterini açığa vurur. Bu maskesiz Bolşevizmdir. 1933’te Hitler Almanya’daki tüm sosyalist ve komünist literatürü ezdiğinde, Lenin’in broşürünün basımı ve dağıtımına izin verilmişti.
Broşürün içeriğine gelince, Rus Devrimine, bolşevizmin tarihine, bolşevizm ve diğer işçi hareketi akımları arasındaki polemiğe, ya da Boşevik zafere olanak sağlayan koşullara dair ne söylediğiyle ilgili değiliz, ancak Lenin ve ‘ultra solculuk’ arasındaki tartışmalar zamanında, yalnızca temel noktalarla iki karşıt görüş arasındaki belirleyici farklılıklar resmedilmiştir.
III.
Bolşevik parti, esasında İkinci Enternasyonalin sosyal demokrat kanadı, Rusya’da değil, dışgöç sırasında kuruldu. 1903’teki Londra bölünmesinden sonra, Rus Sosyol demokrasisinin Bolşevik kanadı artık küçük bir hizipten daha fazlası değildi. Arkasındaki “kitleler” yalnızca onun liderinin kafasında vardı. Buna rağmen, bu küçük öncü birlik katı bir biçimde disiplinli bir örgüttü, militan mücadeleler için her zaman hazır ve devamlı olarak bütünlüğünün sağlanmasını düzenliyordu. Parti, profesyonel devrimcilerin savaş akademisi olarak değerlendirildi. Olağanüstü pedagojik gereklilikleri: kayıtsız şartsız lider otoritesi, katı merkeziyetçilik, demir disiplin, uyum, militanlık, ve parti çıkarları için fedakarlıktı. Lenin’in esas geliştirdiği şey bir entellektüeller elitiydi, devrimin içine atıldığında liderliği ele geçirebilecek ve iktidarı üstlenebilecek bir merkezdi. Eğer bu şekilde bir devrim hazırlığının doğru ya da yanlış olduğuna dair, mantıksal ve soyut belirleme denemesi hiç yok. Problem diyalektik olarak çözülmek zorunda. Aynı zamanda diğer sorularda sorulmak zorunda: Ne tür bir devrim için hazırlık olmaktaydı? Devrimin amacı neydi?
Lenin’in partisi Rusya’daki gecikmiş burjuva devriminde feodal Çarlık rejimini devirmek için çalıştı. Partinin iradesi daha fazla merkezileşmiş ve daha tek amaçlı oldukça bu biçimdeki bir devrimde, burjuva Devletin düzenlenmesi sürecine daha fazla başarı eşlik edebililir ve yeni Devlet sisteminde proleterya sınıfının pozisyonu daha fazla umut verebilirdi Buna rağmen, bir burjuva devrimindeki problemlere devrimci mutlu çözüm olarak kabul edilebilecek olan şeyler aynı zamanda Proleterya devriminin bir çözümü olduğunu söyleyemeyiz. Burjuva toplumu ve yeni Sosyalist toplum arasındaki belirleyici yapısal farklılık böyle bir düşünceyi dışlar.
Lenin’in devrimci metoduna göre, liderlerin kitlelerin başlı olarak görünür. Tam bir devrimci eğitim ve terbiyeye sahip olarak, koşulları anlayabilir, doğrudan ve savaşan güçlere komuta edebilirler. Onlar profesyonel devrimciler, büyük sivil ordunun generalleri. Beden ve kafa, entellektüeller ve kitleler, yöneticiler, ve neferler arasındaki bu ayrım sınıf toplumuun, burjuva sosyal düzenine doğru düalizmini(ikiliğini) doğruluyor. Bir sınıf yönetmek için eğitiliyor; diğeri yönetilmek için. Bu eski sınıf formülünden Lenin’in parti görüşü ortaya çıktı. Onun örgütü yalnızca Burjuva gerçekliğine bir yanıttı. Onun devrimi, -sürece eşlik eden öznel amaçları ne olursa olsun-, amaç olarak bu sınıf ilişkilerini kapsayan bir sosyal düzen yaratan güçlerle kararlaştırılmıştı.
Bir burjuva sosyal düzenin olmasını isteyen kim olursa olsun (kendisini) lider ve kitlelerin ayrımında bulacak: öncü birlik ve çalışan sınıf, devrim için doğru stratejik hazırlık. Daha zeki, eğitimli, ve üstün olan liderlik, ve daha disiplinli ve itaatkar olanlar kitleler: böyle bir devrimin başarısı için daha şanslı. Rusya’daki burjuva devrim amacında, Lenin’in partisi onun bu amacına en uygun olandı.
Buna rağmen, Rus Devrimi karakterini değiştirdiğinde, proleterya özellikleri daha öne çıktığında, Lenin’in taktik ve stratejik yöntemlerinin değeri sona erdi. Eğer yine de başarılı olduysa, onun öncü gücünden ötürü değildi, ama tümü onun devrimci planlarında birleştirilmemiş olan sovyet hareketinden ötürüydü. Ve Lenin, Sovyetler tarafından gerçekleştirilmiş olan başarılı devrim sonrasında, tekrar bu hareketle ayrıldı, aynı zamanda Rus Devrimi’nde olmuş olan tüm bu proleterya ile de ayrıldı. Doğal tamamlanmasını Stalinizm’de bulan, Devrimin burjuva karakteri tekrar öne çıktı.
Marksist diyalektiklere büyük ilgisine rağmen, Lenin sosyal tarihsel süreçleri diyalektik bir anlamda görememişti. Düşüncesi katı kuralların takipçiliği yaparak, mekanikçe kaldı. Onun için sadece tek bir devrimci parti vardı -kendisininki; sadece bir devrim -Rusya; sadece bir yöntem -Bolşevik. Ve Rusya’da işe yaramış olan şey, aynı zamanda Almanya, Fransa, Amerika, Çin, ve Avustralya’da da işe yarayabilirdi. Rusya’daki burjuva devrimci için doğru olan şey, aynı zamanda Dünya proleteryasının devrimi için de doğru olabilirdi. Bir kere keşfedilen formüllerin monoton uygulanması, zaman, koşullar, gelişimsel aşamalar, kültürel standartlar, fikirler ve insanlar tarafından rahatsız edilmeyen benmerkezci bir çemberin içine taşındı. Büyük açıklıkla Makine çağının yönetimi Lenin’in politikalarında gün ışığına çıktı; o devrimin “teknisyeni”, “yaratıcı” sıydı, liderin çok güçlü iradesinin temsiliydi. Faşizmin tüm temel karakteristikleri onun doktirininde vardı, stratejisi, sosyal “planlaması”, ve insanlarla ilişki sanatı. Sol tarafından geleneksel parti politikalarının reddedilmesinin derin devrimci anlamını göremedi. Toplumun sosyalist yönelimi için sovyet hareketinin gerçek önemini anlayamadı. İşçileri özgürleştirmek için gerekli önkoşulları bilmeyi hiç öğrenmedi. Otorite, liderlik, güç, bir tarafa çaba gösterme, ve örgüt, kadro, -kendi düşüncesi çizgisi gibi varolmuş- diğerine itaat etme. Disiplin ve diktatörlük, yazılarında en sık kullandığı kelimeler. Sonra, kendi stratejisini kabul edemeyecek ve sosyalizm için devrimci mücadelede en gerekli olmuş olan şeyleri yani, işçilerin bir kere ve her zaman için kendi kaderlerini kendi ellerine almalarını istemekteki “ultra-sol”u anlayamaması, hem de fikirlerine ve eylemlerine değer vermemesinin nedeni anlaşılabilir.
IV.
Kendi kaderini kendi ellerine almak ―sosyalizmin tüm sorunları için bu sözcük anahtar― ultra-sollar ve Bolşevikler arasındaki tüm polemiklerin asıl konusudur. Parti sorunu üzerine anlaşmazlık sendikalizm üzerindeki anlaşmazlıkla paralel gidiyordu. Ultra-sol, sendikalarda devrimciler için artık yer olmadığını; bunun yerine fabrikalarda, ortak çalışma mekanlarında kendi örgütlenme biçimlerini yaratmalarının daha zaruri olduğu fikrindeydi. Amma velakin, kazanılmamış otoriteleri sayesinde, Bolşevikler Alman devriminin ilk haftalarında bile işçileri kapitalistik tutucu sendikalara geri iteklemek için elinden geleni yapmışlardı. Ultra-sollarla mücadele etmek, onları aptallık ve karşı-devrimcilikle suçlamak için, Lenin yayınladığı broşürde bir kez daha mekanik folmüllerinden birinin kullanımını yapar. Solun konumuna karşı yönelttiği argümanlarında, Alman sendikalarından bahsetmez ancak Rusya’daki Bolşeviklerin sendika deneyimlerine değinir. İlk başlangıçta sendikaların proleter sınıf mücadele için büyük önemi olduğu genel olarak kabul gören bir gerçektir. Rusya’daki sendikalar gençti ve Lenin’in coşkusunu doğruluyorlardı. Ancak, durum dünyanın diğer bölgelerinde farklıydı. Başlangıçlarında faydalı ve yenilikçi olan en eski kapitalist ülkelerdeki sendikalar işçilerin kurtuluşu yolundaki engellere dönüştüler. Karşı-devrimin araçlarına dönüştüler, ve Alman solu bu değişen durumdan kendi sonuçlarını çıkardı.
Lenin, kendisi zaman içinde ‘katı bir sendikalist, emperyalist amaçlı, kibirli, kendini beğenmiş, kısır, bencil, küçük burjuva, rüşvetçi ve işçi sınıfının ahlakı bozuk aristokrasisinin’ bir katmanını geliştirmiş olduğunu açıklayamadı. Bu yolsuzluk loncası, bu gangster liderliği, bugün dünya sendika hareketini ve arkasındaki işçilerin yaşamlarını yönetiyor. Bu, ultra-solun işçilerin terk etmelerini istedikleri sendika hareketiydi. Lenin, buna rağmen, demagojik bir şekilde diğer ülkelerde uzun zaman önce kurulmuş olan sendikaların karakterini henüz paylaşmamış olan Rusya’daki genç sendika hareketine işaret ederek yanıt verdi. Belirli bir periyottaki belirli bir deneyimi kullanarak, dünya çapındaki uygulamasından sonuçlarını almanın mümkün olduğunu düşündü. Savunduğu devrimciler her zaman kitleler nerdeyse orada olmak zorundaydı. Peki gerçekte kitleler nerede? Sendika bürolarında mı? Üye toplantılarında mı? Kapitalist temsilcilerle liderliğin gizli toplantılarında mı? Hayır, kitleler fabrikalarda, işyerlerinde; ve orada işbirliklerini uygulamak ve dayanışmalarını güçlendirmek gereklidir. Fabrika örgütlenmesi, konsey sistemi, tüm partilerin ve sendikaların yerine gelmesi gereken devrimin gerçek örgütlenmesidir. Fabrika örgütlenmelerinde profesyonel liderliğe yer yoktur, takipçilerin liderleriyle ayrılıkları yoktur, entellektüeller ve itaatkarları arasında bir kast ayrımı yoktur, bencillik, rekabet, demoralizasyon, yozlaşma, kısırlık ve cahillik için bir zemin yoktur. Burada işçiler kendi kaderlerini kendi ellerine almak zorundadır.
Ama Lenin başka türlü düşünmüştü. Sendikaları korumak istemişti; içerden değiştirmek için; Sosyal demokrat yetkilileri çıkartmak ve onları Bolşevik yetkililerle değiştirmek için; kötü bir bürokrasiyi iyi bir bürokrasiyle değiştirmek için. Kötü olan Sosyal bir Demokrasi’de gelişiyor, iyi olan Bolşevizm’de.
Bu arada 20 yıllık deneyim böyle bir konseptin aptallığını göstermiş oldu. Lenin’in önerisi takip eden Komünistler, sendikaları yeniden düzenlemek için tüm ve muhtelif yöntemleri denemiş oldular. Sonuç hiçti. Kendi sendikalarını oluşturma girişimi de neredeyse bir hiçti. Sosyal Demokrat ve Bolşevik Sendikalar arasında yapılan yarış, yozlaşmadaki bir yarışmaydı. Bu süreçte işçilerin devrimci enerjileri tükendi. Faşizme karşı mücadele üzerine yoğunlaşmak yerine, işçiler karşıt bürokrasilerin çıkarları arasındaki anlamsız ve sonuçsuz bir deneyimle meşgul olmuşlardı. Kitleler kendilerine ve “kendi” örgütlerine güvenini kaybetmişti. Kendilerinin kandırılmış ve ihanete uğramış olduğunu hissettiler. Faşizmin metodları -İşçilerin her adımına hükmetmek için- öz-inisiyatifin uyanışına engel olmak için, sınıf bilincinin tüm bağlarını sabote etmek için, sayısız yenilgiyle kitlelerin moralini bozmak için ve iktidarsızlaştırmak için -Bolşevik prensipleriyle uyumlu bir şekildeki 20 yıllık çalışma sırasında tüm bu metodlar zaten geliştirilmişti-. Faşizmin zaferi çok kolay bir zaferdi, çünkü sendikalardaki işçi liderleri ve partiler, onlar (Faşistler) için eşyaların faşistçe şemalarına yerleştirilebilecek olan uygun insan materyalini hazırlamışlardı.
V.
Parlamenterizm konusunda da, Lenin Proleteryanın özgürleşmesinde bir tehlike ve daha fazla politik gelişimi için bir ayakbağına dönüşmüş çürümüş bir politik kurumun savunucu rolünde var oluyor. Ultra-sollar parlamenterizmin tüm biçimleriyle savaştılar. Seçimlere katılmayı reddetiler ve parlamenter kararlara saygı göstermediler. Ancak, Lenin, parlamenter aktivitelere çok gayret gösterdi ve onlara çok önem bağladı. Ultra-sol, parlamenterizmi ajitasyon için tarihsel bir aşama olarak tanımladı, ve hem parlamenterler hem de işçilerin için politik yozlaşmanın sürekli bir kaynağından daha fazlası olarak görmediler. Yasalara uygun reformlar ilüzyonu yaratarak, ve eleştirel fırsatlarda Devrimci bilinçliliği ve kitlelerin tutarlılığını köreltti, parlamento karşı devrimin silahına dönüştü. (Parlamenterizm) Yok edilmeliydi, ya da , başka hiçbir şey mümkün değildiyse, sabote edilmeliydi. Proletarya bilincinde bir rol oynayan, parlamenterist gelenekle mücadele edilmeliydi.
Tersi bir etkiyi gerçekleştirmek için, Lenin tarihsel ve politik olarak modası geçmiş kurumları ayrı tutma hilesiyle hareket etti. Kuşkusuz, parlamentarizmin tarihsel olarak eskidiğini savundu, ancak siyasi durum böyle değildi, ve bunu birinin hesaba katması gerekebilirdi. Birinin katılmak zorunda olabilirdi çünkü hala bir parça politik roldeydi.
Ne argüman ama! Kapitalizm de, siyasi olarak değil sadece tarihsel olarak demodedir. Lenin’in mantığına göre, o halde devrimci bir tarzda kapitalizmle savaşmak mümkün değildir. Bunun yerine bir uzlaşma bulunmalıdır. Oportünizm, pazarlık, politik pazarlık,―Lenin’in taktiklerinin sonucu olurdu. Monarşi de, sadece tarihsel olarak ama politik olarak üstün değildir. Lenin’e göre, işçilerin onu yok etmeye hakkı olamazdı ancak bir uzlaşma yolu bulmaya mecbur edilebilirlerdi. Aynı hikaye kiliseyle ilgili de doğru olabilirdi, sadece tarihsel olarak ama politik olarak zamanı geçmiş değil. Ayrıca, büyük kitlelelerden olan insanlar kiliselere. Bir devrimci olarak Lenin, kitleler neredeyse devrimcilerin de orada olması gerektiğini işaret etti. Tutarlılık onu ‘Kiliseye girin; bu devrimci bir görevdir!’ demeye zorlayacaktır. Nihayetinde, orada faşizm vardır. Bir gün, faşizm de tarihsel olarak zamanı geçmiş ancak politik olarak halen varolmuş olacak. O halde ne yapılması gerekir? Gerçekliği kabullenmek ve faşizmle uzlaşma sağlamak için. Lenin’in mantığına göre, Stalin ve Hitler arasındaki bir pakt, Stalin’in aslında Lenin’in en iyi öğrencisi olduğunu izah eder. Ve yakın gelecekte Bolşevik ajanların Moskova ve Berlin arasındaki paktı tek gerçek devrimci taktik olarak selamlarlarsa hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Parlamentarizm sorununa dair Lenin’in pozisyonu, proleter devriminin zaruri ihtiyaçları ve karakteristiklerini anlama kapasitesinin sadece ilave bir örneğidir. Devrimi tamamiyle burjuvadır; Mücadelesi çoğunluk için, yönetimsel pozisyonlar için ve kanun makinesini eline geçirmek içindir. Aslında onun için önemi; seçim kampanyalarında mümkün olduğu kadar çok oy kazanmak, parlamentolarda güçlü bir Bolşevik Fraksiyona sahip olmak, kanunların biçimi ve kapsamını belirlemeye yardım etmek, politik yönetimde yer almak olduğunu düşündü. Bugün parlamentarizmin önemsiz bir blöf olduğunu, boş bir hayal ürünü, ve burjuva toplumunun gerçek güçünün tamamiyle farklı yerlere dayandığının; tüm muhtemel parlamenter yenilgilere rağmen, burjuvazinin parlamenter olmayan alanlarda kendi arzusu ve çıkarlarında ısrar edecek yeterli araçlarının hala elinde olabileceğinin tamamiyle farkına varmadı. Lenin, parlamentarizmin kitlelerdeki moralsizleştirici etkilerini göremedi, kamu ahlakının parlamenter yozlaşmayla zehirlenişini kavramadı. Rüşvetçi, satın alınmış, ve sinik parlamenter politikacılar gelirleri için kaygılıydı. Önfaşist Almanya’da, gericiler (reaksiyonerler) parlamentodayken, parlamentonun çöküşüne yol açmakla tehdit ederek istedikleri her yasayı geçirdikleri bir zaman vardı. Parlamenter politikacılar için, kendi kolay gelirlerinin sonu demek olan böyle bir tehditten daha baha berbat bir şey yoktu. Böyle bir sondan kaçınmak için, herşeye evet diyebilirlerdi. Ve şu an Almanya’da, Rusya’da, İtalya’daki durum nasıl? Parlamenter kulların fikirleri yoktur, iradeleri yoktur ve faşist efendilerinin gönüllü hizmetçilerinden başka bir şey değildirler.
Parlamenterizmin tamamiyle bozulduğuna ve yozlaştığına yönelik hiç şüphe olamaz. Fakat, Neden proleterya bir zamanlar kendi amaçları için kullanılmış olan politik enstrümanın bu bozulmasını durdurmadı? Parlamenterizme destansı bir devrimci eylemle son vermek, Parlamenterizmin faşistçe toplumda sona ermiş acınacak haldeki tiyatrosundan açıkça daha faydalı ve proleteryanın bilinci için eğitici olurdu. Fakat böyle bir tutum, bugün Stalin’e yabancı olduğu gibi, Lenin’e de tamamiyle yabancıydı. Lenin işçilerin kendi ruhsal ve fiziksel köleğininden özgürleşmesiyle ilgili değildi; kitlelerin hatalı bilinci ya da insanın kendi-yabancılaşmasından rahatsız değildi. Ona göre tüm problem az çok bir iktidar sorunundan daha fazlası değildi. Burjuvazi gibi, kazançlar ve kayıplar açısından düşündü, az çok, alacak ve verecek; ve onun tüm işten anlayan hesapları sadece dışsal şeylerle ilgiliydi: üyelik rakamları, oy sayıları, parlamentodaki koltuklar, kontrol pozisyonları. Onun materyalizmi, insan varlıklarıyla değil, mekanizmlerle uğraşan bir burjuva materyalizmiydi. Gerçekten sosyo-tarihsel bağlamda düşünemiyordu. Onun için parlamento; her zaman, tüm uluslarda aynı anlamı taşıyan, bir boşluktaki soyut bir kavramdı. Kesinlikle parlamentonun farklı aşamalardan geçtiğini kabul ediyor, ve buna tartışmalarında da değiniyor, fakat kendi bilgisini kendi teori ve pratiğinde kullanmıyor. Lenin’in parlamento taraftarı tartışmalarında, tartışmadayı bitirme amacıyla, kapitalizmin yükselen aşamalarındaki eski kapitalist parlamentoları gizliyor. Ve eğer eski parlamentolara saldırırsa, bu genç ve uzun zamandır köhnemiş olan bakış açısından bir saldırı. Uzun lafın kısası, politikaların imkanlar dahilindekinin sanatı olduğuna karar veriyor. Ancak, işçiler için politika devrim sanatıdır.
VI.
Lenin’in uzlaşmalar sorununa dair konumuna değinmek gerek. Dünya Savaşı sırasında Alman Sosyal Demokrasisi burjuvaziye satılmıştı. Yine de, daha çok kendi isteği dışında, Alman devrimine miras kaldı. Bu, Alman konsey hareketinin katledilmesinden payını almış olan Rusya’nın geniş çaptaki bir yardımıyla mümkün olmuştu. Sosyal Demokrasinin kucağına düşmüş olan iktidar bir hiç için kullanıldı. Sosyal Demokrasi, kapitalizmin yeniden inşaasında işçiler üzerindeki iktidarını burjuvazi ile paylaşıyor olmasının memnuniyetiyle kendi eski sınıf işbirliği siyasetini tümüyle yeniledi. Alman radikal işçileri bu ihanete ‘Karşı-devrimle uzlaşma yok!’ sloganıyla karşı durdular. Burada net bir karar gerektiren somut bir olgu, özel bir durum vardı. Söz konusu olan, gerçek sorunları teşhis etmekten aciz olan Lenin, bu somut spesifik sorundan genel bir problem yarattı. Bir general cakasıyla ve bir kardinal yanılmazlığıyla, ultra-solları her koşul altında politik muhalifleriyle uzlaşmanın devrimci bir görev olduğuna ikna etmeye çalıştı. Eğer birisi bugün uzlaşmalara değinen broşüründeki, Lenin’in o pragraflarını okursa, Lenin’in 1920’deki görüşlerini Stalin’in şimdiki uzlaşmalar politikasıyla karşılaştırmaya yönelirdi. Lenin’in iktidarında Bolşevik gerçeklik haline gelmemiş olan, bir tane bile Bolşevik Teorinin ölümcül günahı yoktur.
Lenin’e göre, ultra-solcular Treaty Of Versailles’i (Versailles Barış Antlaşması) imzalamayı arzulamalılar. Halbuki, hala Lenin’le mutabakat içinde olan Komünist Parti, Hitler yanlılarıyla iş birliği içerisinde bir uzlaşma yaparak, Versailles Barış Antlaşması’na karşı protesto gerçekleştirdi. Alman Solcu Lauffenberg tarafından Almanya’da 1919’da propagandası yapılan “Ulusal Bolşevizm” Lenin’in fikrine göre “cennete absürd bir ağlamaydı”. Ama Radek ve Komünist Parti, -yine Lenin’in prensibiyle uyumlu olarak- Alman Ulusalcılığıyla bir uzlaşma sonucuna vardı, ve Ruhr Havzası’nın işgaline karşı protesto gerçekleştirdi, ve ulusal kahraman Schlageter’i kutladı. Lenin’in kendi sözleriyle, Milletler Cemiyeti, işçilerinin sonuçta sadece daha sert savaşabileceği “kapitalist soyguncuların ve haydutların grubuydu”. Lakin, Stalin -Lenin’in taktikleriyle uyumlu olarak- bu aynı haydutlarla bir uzlaşma yaptı, ve SSCB Milletler Cemiyeti’ne girdi. Lenin’in düşüncesinde “halk” ya da “insanlar” konsepti küçük burjuvazinin karşı-devrimci ideolojisine suç yaratan bir tavizdi. Bu; Leninistlerin, Stalin ve Dimitrov’un çılgınca “Halk Cephesi” hareketini başlatmak için küçük burjuvaziyle bir uzlaşma yapmasını engellemedi. Lenin için, emperyalizm dünya proletaryasının en büyük düşmanıydı, ve ona karşı tüm güçler harekete geçirilmeliydi. Fakat Stalin, yine gerçek Leninist modayla, Hitler’in emperyalizmiyle bir ittifak hazırlamakla oldukça meşguldü. Daha fazla örnek vermek gerekli mi? Tarihsel deneyimler, devrim ve karşı-devrim arasındaki tüm uzlaşmaların sadece ölüme hizmet edeceğini öğretiyor. Onlar (Uzlaşmalar), sadece Devrimci Hareketin yenilgisine yol açar. Tüm uzlaşma politikası bir yenilgi politikasıdır. Alman Sosyal Demokrasisi ile önemsiz bir uzlaşma olarak başlamış olan şey kendi sonunu Hitler’de buldu. Lenin’in gerekli bir uzlaşma olarak meşrulaştırdığı şey, kendi sonunu Stalin’de buldu. Devrimci uzlaşmazlığı,“Komünizmin çocukluk hastalığı” olarak teşhis eden Lenin, oportünizmin ihtiyarlık hastalığından, yalancı komünizmden acı çekmekteydi.
VII.
Eğer birisi Lenin’in kitapçığı tarafından yaratılan Bolşevizm’in resmine eleştirel gözlerle bakarsa, şu temel noktalar Bolşevizmin karakteristikleri olarak kabul edilebilir:
1. Bolşevizm ulusalcı bir doktrindir. Temelinde ve varoluşunda ulusal bir problemi çözmek için tasarlanmıştır, daha sonra Uluslar arası kapsamdaki bir teori ve pratiğe ve genel bir doktrine yükseltilmiştir. Ulusalcı karakteri, ezilen ulusların bağımsızlığı mücedelesindeki tutumuyla ışığa çıkar.
2. Bolşevizm otoriter bir sistemdir. Sosyal piramidin zirvesi en önemli ve belirleyici noktadır. Otorite çok-güçlü kişilikte gerçekleşir. Lider mitinde, burjuva kişilik ideali en üst zaferini kutlar.
3. Örgütsel olarak, bolşevizm yüksek düzeyde merkeziyetçidir. Merkez komite tüm insiyatifin, liderliğin, talimatın, emirlerin sorumluluğuna sahiptir. Burjuva Devlet’te olduğu gibi, örgütün en önemli üyeleri burjuva rolünü oynar; işçilerin biricik görevi emirlere itaat etmektir.
4. Bolşevizm militan bir iktidar politikası tarif eder.Yalnızca iktidarla ilgilidir, geleneksel burjuva düşüncesindeki yönetme biçimlerinden hiç farklı değildir. Organizasyon özelinde üyelerin otonomisi(kendi kaderini tayini) yoktur. Ordu; partiye, örgütlenmenin mükemmel örneği olarak hizmet eder.
5. Bolşevizm diktatörlüktür. Canavarca bir zorla ve teröristçe düzenlemelerle çalışır, tüm işlevlerini tüm Bolşevik olmayan kurumların ve fikirlerin bastırılmasına yönlendirir. Onun “proleterya diktatörlüğü” bürokrasi diktatörlüğü ya da tek kişinin diktatörlüğüdür.
6. Bolşevizm mekanistik bir yöntemdir. Otomatik koordinasyonu, teknik olarak güvenlileştirilmiş uyumluluğu ve sosyal düzenin en etkili hedefi olarak en verimli totalitarizmi arzular. Merkezice “planlanmış” ekonomi, bilinçli olarak teknik-örgütsel problemleri sosyo-ekonomik sorunlarla karıştırır.
7. Bolşevizmin sosyal yapısı bir burjuva doğasıdır. Ücretlilik sistemini ortadan kaldırmaz ve proletaryanın emeğinin ürettikleri üzerinde kendi kararını almasını reddeder. Bu yüzden geleneksel olarak burjuva sosyal düzeninin sınıf sınırlarının içinde kalır. Kapitalizm ebedileşir.
8. Bolşevizm yalnızca burjuva devrimi sınırlarının içinde devrimci bir elementtir. Sovyet sistemini anlayamamış, bu yüzden de, o (Bolşevizm) Burjuva toplumunun ve ekonomisinin temel yapısını dönüştürememiştir. Sosyalizmi değil, ama Devlet Kapitalizmini yerleştirir.
9. Bolşevizm nihayetinde sosyalist teorinin öncülük edecek bir köprü değildir. Sovyet sistemi olmadan, insanlığın ve şeylerin tamamiyle radikal devrimi olmadan, tüm sosyalistçe taleplerin en temel olanlarını, yani insanın kapitalist kendi-yabancılaşmasına son vermeyi karşılayamaz Burjuva toplumunun son aşamasını temsil eder, yeni bir toplumun ilk basamağını değil.
Bu 9 madde, Bolşevizm ve Sosyalizmin bağlantılanamayacak karşıtlığını gösteriyor. Tüm gerekli açıklıkla, Bolşevik hareketin burjuva karakterini ve onun faşizmle yakın ilişkisini göstermekteler. Ulusalcılık, otoriterlik, merkeziyetçilik, lider diktatörlüğü, iktidar politikaları, terör-egemenliği, mekanistik dinamikleri, ve sosyalleşmedeki acizliği – faşizmin tüm bu temel karakteristikleri Bolşevizm’de varoldu ve hala varolmakta. Faşizm, Bolşevizmin birebir bir kopyası. Bu yüzden birine karşı mücadele, diğerine karşı bir mücadeleyle başlamak zorunda.
kaynak: http://digitalelephant.blogspot.com/2010/08/struggle-against-fascism-begins-with.html
“
Yavuz arkadaş,
Size Anatoli Ribakov’un Arbat Çocukları romanını okumanızı tavsiye ederim. Kendisi Kızılordu’da savaşmış birisidir. Sahaflarda falan bulabilirsiniz. Rica ederim bir okuyun. Ondan sonra konuşalım.
Tamam..Okuyalım’da (Die Kinder vom Arbat) Yani bu Bolşeviz
min çok kötü birşey olduğuna mı tanıklık ediyor ?S.Birliğinde
1917 sosyo-ekonomik şartlar,1930’larda da Başta Alman emp.
olmak üzere dünya emp.Tek işçi devletini boğmak için yaptık
ları binbirtürlü numaralar gözardı edilerek yapılan,yapılmakta olan ve yapılacak olan tüm değerlendirmeleri ancak kasıtlı ve anti bilimsel olarak değerlendirebilirim.Birşey üç boyut’ta yetmez, dört boyutlu olarak değerlendirilmelidir.
Bu maalesef sizlerde yok..
Faşizm konusunda da bir noktaya değinmek istiyorum.
Faşizm ne antikçağda ne de bilmem ortaçağ İtalyasında
türemedi..Faşizm bir ideoloji olarak 1917 de S.B şahsında
komünizm’i ezmek için ortaya çıktı..Faşizm’i yaratan onun
antitezidir.Bu tez:Komünist hayülasıdır.Şimdi bir antitez’i
faşizm’le eşitleme girişimi var.Yani yenilgiler sorgulamaları da
gündeme getiriyor.Bu güzel birşey..Ancak sorgulama ,yöntem
olarak olsun,tosladığı yer olarak olsun gerçekten yanlış ve umutsuz..Sonuç da yine ML kazanacaktır.Biraz ajitatif oldu
gibi ama ,bazen de gerekiyor yani..Sorgulamaya devam..An
cak gerçekten bu sorgulama birtakım şeylerin tanıklarını
doğru-yanlış olup olmadıklarını irdelemeden,Tezlerinizi
destekleyici nitelikte olmaları şartıyla hemencecik bağrınıza
basıyorsunuz.Ve sonra da “Oku ! ” diyorsunuz.
Bari ben de oku diyeyim :OKU:’Die grosse Verschwörung”
(Michael Sayers,Albert E.Kahn )
OKU:Stalin (Isaac Deutscher)
Ha..Bunları ,Amazon de. (sarraftır ) Bücher bölümünde bulmanız mümkündür.ucuz olur.
Tabii ki Deutscher de çok iyi bir kaynaktır. 1981 yılında Stalinizm konusunda uyanmamı sağlayan onun Troçki I,II,III’u olmuştur. ama sen benim dediğimi bir oku hele, ondan sonra konuşalım. Ben geçenlerde sahaflardan 15 liraya buldum. 1990 zevkle okuduğum halde yeniden okudum da. Vay be dedim kendi kendime. Biz az bile biliyormuşuz…
Trotsky-Stalin tartışmalarında silik,sisli kalan görün
mezlerin elden geldiğince açığa çıkması için her kaynağı kurcalamak gerekiyordu.Birisi de :İsaac Deutscher’in ‘St
alin’ iydi.Yapıtında yararlandığı kaynakların bir bölümü gerçek
ten hiç de ciddiye alınmayacak tanıklardan oluşuyor..Bunlar’a
halk dilinde ‘yalancı şahit ‘derler.
Söz gelimi Lenin’in vasiyeti’ni hikaye ediyor..Kime dayanarak ?
B.Bazhanov’a.. Kimdir bu adam ? Bakıyoruz,adam SBKP bİrimlerinden birinde memur..1928’de yurtdışına tüyüyor
Ve sonra atıp-tutuyor işte..Bak(İ.Deutscher,Stalin.S.393.
Ağaoğlu yay.)
Gün Zileli işte bu kitab’ı ve bu yazara ait diğerlerini salık veriyor,okumamız için..Herhalde ‘Büyük Komplo’yu okumamış olacak ki okumamız için salık veremiyor..O zaman biz salık
verelim..
Aslında Artık G.Zileli ve yandaşları için bu gibi şeyler’i okuma
nın fazla da bir önemi kalmamış durumda..Troçki’de buna dahil yani..! Ne demek istediğim anlaşılıyordur herhalde.
Neden mi? Marksist görüşlerin tarihi süreci dolmuştur’
da onun için..(Tabii bu onlar için geçerli )
Bu tarihi süreç şimdi değil aslında Bakünin ,Bakünin olduğun
dan beri bitmişti ama .. ” Oldukça önemli ve doğrulanmış bu görüş ve eleştirilerine rağmen,anarşist hareketin reel sos
yalizme göre kitleselleşip pratik uygulama şansı bulamaması
düşündürücüdür.Bu sanıyorum teorilerindeki ciddi bir eksiklik
ve sakatlıktan kaynaklanmaktadır..Uygarlık çözümlemelerinin
eksikliği ve uygulanabilir bir sistem geliştirememeleri bunda
önemli rol oynamıştır.(A.Öcalan,Özgürlük Sosyolojisi,S.316)
İşte, Bitmişti ama ..Bir yanlışlık vardı yani..Şimdi bu yanlışlık
da tespit edildiğine göre sorun kalmıyor demektir..
Anlamını yitiren şeyler :
Kusura bakmayın elimde olmıyarak yazım yarım kaldı..Özür dilerim,Yanlışlıkla göndermiş oldum..yavuz
Anlamını yitiren şeyler :
İşte Öcalan’da belki bazı tonaj farklılıklarına karşın ,aynı
tuvalin bir bölümünde dehasını yaratıyor.Nasıl bir tablo
oluşacak ,göreceğiz.
Benim açımdan sizlerle tartışmaya girmek anlamını yitirmiş
şeyler katogorisine giriyor..Herşeyin anlamsızlaştığını ve renk
lerini yitirdiğini duyuyorum..Bir siyah delik..uçsuz ve dipsiz..
Siz yeni bir ‘sayfa’ diye aslında papirüs’ü bize yeniden
sunmak istiyorsunuz..
Yani ortaya atılan şeyler yeni değil,geçmişte birkaç kez çürütülmüş şeyler.Saygılarımla.. yavuz. son.