Hızla Bayır Aşağı…
31 Mart yerel seçimleri AKP iktidarının hızla bayır aşağı gidişinin tescilidir. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere neredeyse tüm büyük kentleri kaybetmişlerdir. “Anadolu kaplanı”, Türkiye’nin ileri kültürünü temsil eden büyük şehirlerinden, bağrından çıktığı Anadolu Sağcılığı’nın çorak alanlarına gerisin geri kovalanmıştır. O alanların bir kısmında da onu bu sefer, kendisinden bile daha vahşi bir yaratık (MHP) karşılamış ve “nereye gidiyorsun böyle bakalım, buralar benim yuvam, kendine başka kapı ara” demiştir. Anlayacağınız, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmış bu “kaplan”ın durumu pek parlak değildir. Pençelerini göstermesi de fayda etmeyecektir. Onu yakın gelecekte daha da zor günler bekliyor.
MHP bu seçimden, oy oranı olarak değil ama Anadolu Sağcılığının temsilcisi kimi şehirleri AKP’den alarak kârlı çıktı. MHP bunu, hem iktidarın nimetlerinden yararlanarak, hem de iktidardan memnun olmayan muhafazakâr seçmeni kendi tuzağına çekerek sağladı. “Cumhur ittifakı” AKP’ye payanda olamadı ama MHP adlı yaratığın muhafazakâr kanı emerek şişmesini sağladı. Gerçi genelde bayır aşağı giden sadece AKP değil, AKP’nin buduna dişlerini geçiren MHP’dir aynı zamanda. AKP’den aldığı yerler, bu genel düşüşün yanında gölgede kalacaktır.
Bence bu seçimin en başarılı kesimi, Selahattin Demirtaş’ın deyişiyle “stratejik oy kullanma” bilincini gösteren HDP’li seçmendir. Elbette HDP’nin İstanbul ve Ankara gibi illerde parti olarak seçime girmeme esnekliğinin de katkısıyla bu başarıyı doğrudan HDP’nin başarısı olarak da görebiliriz. HDP’li seçmen, olağanüstü bir bilinç göstererek, CHP’nin Kürtlere karşı yakın zamana kadar izlediği olumsuz çizgiye rağmen, baş düşmanını son derece büyük bir duyarlılıkla tespit etmiş ve özellikle büyük şehirlerde CHP’ye oy vererek AKP’nin yıkımında tayin edici bir rol oynamıştır. Bu arada, Doğu ve Güney Doğu’nun bazı illerini (örneğin Şırnak), iktidarın olağanüstü baskıları sonucu kaybetmiştir ama bu, HDP’nin geneldeki başarısını gölgelemez. Ayrıca Kars vb. illerdeki başarısı, kayıplarını bir ölçüde hafifletici nitelikte. Bu arada geçerken, Alper Taş’ın şahsında solun Beyoğlu’nda AKP’yi zorlamasının da, iktidarın İstanbul’daki yenilgisine önemli bir katkı olduğunu belirteyim.
HDP, Dersim’de ne yazık ki, geneldeki özgürlükçü yönelimini tekrarlayamadı. Neden? Genelde iktidarın baskısına karşı özgürlükçü bir tutum almanız, eğer biraz zekânız varsa, o kadar zor değildir. Fakat esas özgürlükçülük ve çoğulculuk sınavını, hemen yanı başınızda, tutumu size yakın olan bir rakip çıktığı zaman verirsiniz. HDP, Dersim’de bu sınavı ne yazık ki geçememiş ve bu, Dersim’de kaybetmesine yol açmıştır. Maçoğlu çıkıp Dersim’de iktidar talebinde bulunduğu zaman HDP, Türkiye genelindeki yönelimini burada gösterememiş, Maçoğlu’nu tehdit olarak görüp baskıcı bir tutum almış, bu yüzden de kaybetmiştir. Oysa yapılması gereken, Maçoğlu aday olarak çıktığında ona ittifak teklif etmek, daha da olmadı, onu desteklemek olmalıydı. O zaman yine Maçoğlu kazanırdı ama hiç değilse Dersim’de HDP açısından bir yenilgi görüntüsü ortaya çıkmazdı.
Öte yandan Dersim, yine yapacağını yaptı ve her zamanki ayrıksı tutumunu sürdürdü. Geçmişte, muhafazakâr Anadolu’nun ortasında, kimi zaman CHP’ye, kimi zaman HDP’ye ağırlık vererek, katliamcı Alpdoğan Paşa’nın “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” sözünü doğrularcasına, göndere hep özgürlük bayrağını çekip haritalara küçük bir farklı renk kazıdığı gibi, bu sefer de CHP’nin büyük şehirlerdeki zaferinin ya da HDP’nin Güneydoğu’da kazandığı illerin bir adım ötesine giderek, oylarıyla, “ben yine bir adım öndeyim” demesini bildi. Burada oy verdiği partinin önemi yoktur. Emin olun, Türkiye’de diyelim ki Stalinist bir diktatörlük kurulsun, ona karşı ilk özgürlük bayrağını yükseltecek olan yine Dersim olacaktır. Dersim, Türkiye’nin Kronstadt’ıdır.
Bu seçim bize bir kere daha bir toplumsal gerçeği gösterdi. Büyük toplumsal mücadeleler büyük kitlelerle verilir ve son tahlilde her zaman toplumun iki cepheye bölünmesi sonucunu verir. Dolayısıyla toplumsal mücadelede devrimci bir tarzda yer almak isteyenler, bu cepheleşmeyi dikkate almak ve esasen reaksiyona karşı cephede konuşlanmak zorundadırlar. Radikal ve devrimci arkadaşlarımızın bir kısmı bunu bir türlü kavrayamadılar, gereksiz boykotlara ya da sandık protestolarına girerek hem kitlelerden koptular hem de toplumsal mücadele cephesinin kıyılarında seyirci konumuna düştüler. Umarım bundan gerekli dersi çıkarıp önümüzdeki daha da çetin mücadelelerde halk cephesindeki yerlerini alırlar.
Çünkü daha çok yolumuz var.
Gün Zileli
1 Nisan 2019
Doğru ve kusursuz bir analiz. Teşekkür ederiz sevgili Gün.
hdp sadece dersim’de değil; güçlü olduğu hiçbir yerde özgürlükçü ve çoğulcu değildir. istediğine ajan, hain vs. diyerek saldırır. özgürlükçülük ve çoğulculuk maskesi takmak adına kendi içinden kendine yalandan muhalefet veya çok seslilik çıkarır. devlet hdp’den daha büyük bir baskı gücü olduğu için hdp mazlum görülüyor ama iktidarı alsalar akp ve mhp yi kesinlikle aratmazlar.
ideolojilerini ve politik çizgilerini beğenmeme rağmen tabanı bakımından türkiyenin en avrupa standardında çoğulcu ve medeni kitlesi chplilerdir. o yüzden chpnin güçlü olduğu yerde herkes kendini rahatça ifade edebiliyor. başka partilerin güçlü olduğu yerlerde rakiplere hayat hakkı yok.
4 Mart’ta yazdığınız “Düşme Biçimleri!” başlıkla yazınıza itiraz etmiş ve aşağıdaki yorumu yazmıştım:
“Sistemin düz mantığıyla baktığınız zaman söyledikleriniz doğru. Lakin hangi sebeple olursa olsun, seçimleri boykot etme tavrı ve boykot veya başka nedenlerle oy kullanma oranının düşmesi de, sisteme gerileten bir güç değil midir? Şu anda belki yüzde 10- 15 arası olan seçime katılmama oranı, yüzde 25-30 lara çıksa, diktatörleri bile kaygılandırmaz mı? Siyaset sistemini boykotla felç etmek mümkün değil mi?
İktidar sahipleri seçimlerden hemen sonra yaptıkları ilk açıklamalarında, ilk vurguyu seçime katılma oranının yüksekliğine niçin yaparlar? Bu oranların düşüklüğü onlar için o kadar önemlidir ki, kime oy verilirse verilsin, katılma oranının yüksekliğiyle sistemin bekasını kurtarmış oldukları için. Ondan sonra kendi partilerinin aldıkları oyu değerlendirmeye başlarlar. Hep eleştirdiğimiz partilere, sadece mevcut iktidar muhalifi oldukları için oy vererek, sistemin ekmeğine yağ sürmüş olmaz mıyız?
En büyük muhalefet partisi CHP olduğu için onlardan örnek vereceğim. Üç dönem, dört dönem başkanlık yapmış, ya da aday olmuş insanları, tüm beceriksizliklerine, basiretsizliklerine, yanlışlarına rağmen tekrar tekrar seçmene dayatmalarına oy vererek destek vermek başka bir vicdansızlık değil mi?
Diğer yandan, eğer bir AKP’li seçmenin kafasını karıştırmak gerekiyorsa, onu önce boykota davet etmek, daha doğru bir eylem olmaz mı? AKP’ye oy verecek seçmene, ben boykot ediyorum” dediğimiz zaman, o da kendisini sorgulamaz mı? tabii üzerinde kişilik olarak bir etkimiz varsa.
Aslında sizin dedikleriniz çevremizdeki CHP!li ve HDP’liler de aynen bu sözcüklerle söyleyip, boykotçuları sandığa davet ediyorlar. Ama karşısında, adayları kazandığında bir şeylerin değişeceğine dair hiç bir söz veremiyorlar. Dolayısıyla daha uzun vadede boykot etmek daha doğru bir tavırdır diye düşünüyorum.”
Siz de aşağıdaki cevabı vermiştiniz:
“Seçimlerle hiçbir şey değişmez elbette ama seçimlerin sonucunda diktatörlere bir darbe indirilebilir. O zaman da özgürlük kanallarının açılması için bir şans doğar. AKP’lileri oy kullanmamaya devet etmek elbet yerinde ama AKP ve MHP’nin dışındaki partilere oy verecek olanları oy veermemeye teşvik etmek dolaylı yoldan diktatörlüğün işine yarayacaktır.”
Aradan geçen zamanda, iktidarın kirli siyaseti ve seçim propagandası düşüncelerimi gözden geçirmeye itti. Keza yaşadığım şehirde hem il, hem ilçede CHP yönetimde olmasına ve eleştirilecek çok yanları olmasına rağmen, iktidar tarafından karşılarına çıkartılan adaylar da, aynı minvalde çirkin siyaset yürüttüler. Hem geneldeki, hem yereldeki bu çirkinliğe kayıtsız kalmayarak sandığa gittim ve belediyelerde CHP’li adaylara, meclis üyeliğinde de HDP’ye oyumu verdim. Bu seçim sonuçlarından sonra hiç pişman olmadığımı fark ediyorum. Çünkü ülkede gerçekten bir iyilik ve umut rüzgârları esiyor.
Kararımın değişmesinde sizin o yazınızın da etkisi olduğunu düşünüyorum. Ve umarım sizin dediğiniz gibi bu bir başlangıç olur.
“Radikal ve devrimci arkadaşlarımızın bir kısmı bunu bir türlü kavrayamadılar, gereksiz boykotlara ya da sandık protestolarına girerek hem kitlelerden koptular hem de toplumsal mücadele cephesinin kıyılarında seyirci konumuna düştüler. Umarım bundan gerekli dersi çıkarıp önümüzdeki daha da çetin mücadelelerde halk cephesindeki yerlerini alırlar.
Çünkü daha çok yolumuz var.” Radikal ve devrimci biri olarak kesinlikle katılıyorum. Çünkü daha çok yolumuz var.
Çok haklısınız. Evet bu bir başlangıç elbette. Şimdi bu iyimserliği düzenin kanallarından sistemi eleştirme yoluna çevirmek için çabalamak gerekiyor. Sevgilerimle.
Bir 7 Haziran sonrası tekrar seçim, referandumdaki mühürsüz oylar veya kayyum atama benzeri senaryonun uygulanmasını engellemek, inisiyatifi kaptırmamak için nasıl bir yol izlemek gerekir?
soğukkanlılık, uyanıklık, dayanışma.
Ahmaklığın en büyük kanıtı, aynı taktiği defalarca deneyerek farklı bir sonuç beklemektir.
Ahmaklığın en büyük kanıtı, aynı Anti-İlerlemecilik’i defalarca deneyerek farklı bir düzen beklemektir.
Muhalefetin bu başarılarına engel olacak şekilde olmadığı sürece, seçimlere katılım oranının önceki seçimlere göre düşmesi de olumlu bir gelişme olarak görülmelidir.
Muhalefetin başarıları, seçimlere – yani düzen siyasetine – ilginin ve katılımın yüksek olduğu durumlarda da bir kazanımdır.
Seçimlere – yani düzen siyasetine – ilginin azaldığı durumlarda ise daha büyük bir kazanımdır.
Aksi takdirde yeni oluşacak iktidar odaklarının düzen siyasetini yeniden tesis etme çabaları daha kolay amacına ulaşacaktır.
Boykot’u tanirmisin? Ben tanimam. Banane Boykottan iyi cocuktur Boykot. Gecen gün annesi ip atliyordu.
hemde saclarimi terzide zimparalatmisim.
tüm gelirler bankaya yatirilacak. Muhabbetin büyügü beyaz olur. Haftalik programlari yikamak lazim. Temiz ip olursa yemek daha iyi piser. Bilincalti yakinda üstü kremali sahkulu. Masumcuklar ayakkabi rafina gazete kagidi okusun. Anarsit Adilen nasit olurda isid. Kafaya yukaridan düstü. Cahil sonbaharin kartonlarini topladi. Yürüde pantolonun yamasi kirmizi elmali seker tadinda nahos…………….marksist kulagina tilki tüyü kaciyor, dolma kalem gibi kullan. Modern gaz kaciririsa yere yakin bak. teknoloji tek tek ot yiyip oh ne ala. şakırdı suda gölgelerin dumani üstünde şakşak. Ortacag kenara gidip kenarda cagkebabi sagolsun. Mao sandalyacı taocu kaynak yaparak yolu buluyor.
Kulaklari küpeli, al take, Huni isterim, ben karisik salata severim. oldu, olmadi bosver olmasin zaten olani sevmem. Olmasi güzeldir sen istiyorsan olsun.
Ne güzel anlasiyoruz. Hertelden türküler.
“Erdoğan-Ergenekon ittifakı baskı ve hileyle de olsa kazanılmış seçim ve referandum zaferlerinin adından, işler iyice sapa sarmadan, bu mahalli seçime iyice yüklenerek ellerini rahatlatmak ve en azından uzunca bir süre seçim olmayacağından, daha rahat hareket etmek üzere, mahalli seçimi bir genel seçim, hatta “beka sorunu” diyerek bir referandum havasına soktular. Haklıydılar. Onlar için aynı zamanda bir beka sorunu idi. Tarih boyunca her zaman egemenler kendi sonlarını dünyanın sonu olarak görürler ve bu nedenle her türlü çılgınlığı yaparlar.
Ekonomik kriz, Türkiye’nin stratejik konumuna dayanarak yapılan manevraların uluslararası politikada, özellikle Suriye’de ortaya çıkardığı sıkışma, tüm baskılara, kanunsuzluklara rağmen muhalefetin hiçbir zaman tam olarak bastırılamaması (ki bu bastıramamayı Kürt özgürlük hareketine borçluyuz. Bu hareketi tecrit edebilmek için, Erdoğan-Ergenekon ittifakı laiklere, Alevilere vs. (CHP ve İyi Partiye) belli bir hareket alanı vermek zorundadır. Onlara da aynen Kürtlere davrandığı gibi davranırsa, karşısında çok geniş bir cephe bulur ve Kürtler muhalefet içinde tecrit olmaktan kurtulur.) Erdoğan-Ergenekon ittifakının hareket alanını kısıtladı.
İşte bu koşullarda düz yolda şaşırmaya başladılar. İki büyük hata yaptılar.
· Hukuken ne başkanlık sistemine ne de iktidara hiçbir etkisi olmayacak bir mahalli seçimi genel seçim havasına sokarak, bir tür güven oylamasına dönüştürerek, bir yenilgi halinde meşruiyetlerinin sorgulanacağı bir seçime ve referanduma dönüştürdüler.
· Muhalefeti köşeye sıkıştırmak ve HDP’yi iyice tecrit etmek için HDP’yi baş hedef yaptılar.
Bu iki noktada da tabiri caiz ise “düz yolda şaşırdılar”. Ya da kendi ayaklarına kurşun sıktılar.
Tüm yetkileri elinde tutan Erdoğan’ın alanlara çıkması ve seçimleri neredeyse bir tek adam gösterisine dönüştürmesi de kendi başkanlığının ve başkanlık sisteminin de bir güven oylamasına ve bir referanduma dönüşmesine yol açtı. Muhtemelen bu mahalli seçimler sonunda hem Başkanlık Sistemi hem de Erdoğan meşruiyetini yitirmiş olacaktır, Erdoğan kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmüş “düz yolda” şaşırmıştır.
HDP’yi hedef alarak muhalefeti köşeye sıkıştırma ve savunmaya zorlama çabası tam aksine HDP’nin gündeme taşınmasına yol açtı, bir bakıma HDP görünmezlikten görünürlüğe ve gündemin başına geçti. Mahalli Seçim bir bakıma Erdoğan-Ergenekon ittifakı ile HDP arasında bir mücadeleye dönüştü. İktidar yine kazdığı kuyuya kendisi düştü, yine “düz yolda” şaşırdı.
Bu durum ayrıca uzun yıllardır ilk defa HDP’nin akıllıca taktiği ile de birleşince, bu seçimde belediyeleri CHP veya İyi Parti adayları alsa da, bunlar HDP’nin oylarıyla kazanılmış zaferler olacak ve HDP’nin hanesine yazılacaktır. Yani muhalefet zaferini HDP’ye borçlu olacaktır.
(Muhtemelen seçimlerden sonra CHP ve genel olarak muhalefetin kendi başarılarında HDP’nin payını örtme çabaları ortaya çıkacaktır. İktidar ise tam aksini iddia edecektir. Bu da HDP’nin daha da gündemde kalmasına ve ağırlığının artmasına yol açacaktır.
MHP ve Bahçeli Erdoğan ile iş ve kader birliği yaparak, yenilgi halinde onun yenilgisini de paylaşacaktır ve seçimlerden sonra muhtemelen, yenilgi senin yüzünden oldu gibisinden aralarında ilk çatışma başlayacaktır.)”
Referanduma Dönmüş bir Mahalli Seçim ve Sonrası Üzerine
Demir Küçükaydın
https://demirden-kapilar.blogspot.com/2019/03/referanduma-donmus-bir-mahalli-secim-ve.html
Balkan Oligarşisi kaybettiği iktidarını yeniden almaya çalışıyor! Anadolululuk tehlikede!
Karşı-devrimci Balkan Oligarşisi İttifakı’na karşı 24 Haziran Devrimi’ni korumak için Anadolu İttifakı saflarında devrimci mücadeleye devam!
İlk iş, türlü çeşitli hilelerle seçimleri kazandıklarını iddia eden CHP ve İP’li belediyeleri işgal etmek, o belediyelerde çalışan tüm işçi yoldaşlarımızı genel greve çağırmak, ve sonunda gerçek bir devrimci halk hareketi olan Anadolu Parkı eylemlerini zafere kadar sürdürmektir!
Sakın karamsarlığa kapılmayalım yoldaşlar! Güzel günler göreceğiz! Doğacaktır vaadedilen Anadolu Devrimi! Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın!
Did you ever hear the tragedy of Necip The Carsalesman?
I thought not. It’s not a story The Balkan Oligarchy would tell you. It’s an Anatolian legend.
Necip was an engineer and a great Anatolianist thinker, so powerful and so wise, he could use his Anti-Balkan Oligarchy rhetoric to propagandising for the AKP government and helping them creating The Anatolian Oligarchy…
He had such a knowledge of The Fıtrat, that he could even keep the ones he cared about from the Anti-Capitalism’s lies.
https://gercekgazetesi.net/dip-bildirileri/31-mart-yerel-secimlerinin-ardindan-2023e-kadar-kesintisiz-olacak-tek-sey-sinif
Bu yeni süreçte pusuda bekleyen ve Siyasal İslamcı kafadan hiçbir farkı olmayan gerici yobaz üniter ulus-devletçi Kemalist kafaya karşı uyanık olunmalı.
Bkz;
“30 Mart 2019 tarihli Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında R.T.Erdoğan’ın sözleri: “82 milyonun cumhurbaşkanıyım: Biz sadece şahsımıza oy verenlerin değil, 82 milyonun cumhurbaşkanıyız. Türkü, Kürtü, Lazı, Çerkezi, Gürcüsü, Abazası, Romanı, Arnavutu… cumhurbaşkanıyız.”
Boşnak, Arap, Acem, Azeri ve daha onlarca etnisite eksik ve gücenik kalıyor(!). Türk ulusunu etnisitelere bölerek sayan bir kimse 82 milyonun cumhurbaşkanı olamaz. Muhaliflerine sabahtan akşama küfür, hakaret ve iftira eden; bir siyasal partinin genel başkanı olan ve her alanda kayırma siyaseti uygulayan bir kimse bir ulusun tamamını temsil eden cumhurbaşkanı olamaz. Ne kara talih! 1923 Cumhuriyetine düşman biri, cumhuriyetçi ve demokratların cumhurbaşkanı olamaz.”
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1325652/Ekinoks.html
Ne kara talih! 1923’e dönülmesini savunan biri, 632’ye dönülmesini savunan iktidara karşı demokratların temsilcisi olamaz.
http://marksist.net/marksist-tutum/gercekleri-gormek-gerek
Eski Devrimci Gerçekleri Boş Ver, Yenileri Gör VEYA
Utanma kalmayınc her şey mümkün!
http://marksist.net/marksist-tutum/gercekleri-gormek-gerek ve altın yumurtaları:
ʻʻNe denli acı GÖRÜNÜRSE GÖRÜNSÜN, devrimci olan tek şey GERÇEKLERDİR.ˮ
Bu sivri kellelere göre sefalet, savaş, açlık, 9 kişinin dünyanın yarısı kadar servete sahip olması ve yüzbinlerce diğer benzerleri ʻacı görünenenlerʼ, yani acı olanlarlar değil. Ve asıl devrimci olanlar acı görünen TEK-ÇOK şeyler!? YUH BE!
Marksist-tutum sitesindeki bakirelik sapıkları hâlâ üstadları Marksʼın yazdıklarında noktaları, virgülleri ve noktalı virgüllerin sakladığı el değmemiş, kız oğlan kız bakire devrim arıyorlar. Sanki Rusya, Çin ve diğer Marksist Komünist devletler ne GERÇEK tarih içinde ne de GERÇEKLER aleminde varoldular. Aynı yobaz dinciler gibi varolan dünya dışında, temiz, saf, katıksız, el değmemiş bakire dinlerine sığınmış utanmadan kendi kendilerini avutuyorlar. Psikolojik terapiler yeter, zaten her şey kafada, her şey dünyayı GÖRÜŞTE!
DİNLE YOBAZ MARKSİST-TUTUM!
Özel mülkiyet başlayalı erkeklerin biriktirdikleri servetlerini asıl oğullarına bırakıp ebedi yaşamayı sağlama çılgınlığı olan bakire, el değmemiş kız oğlan kızla evlenme saplantısı artık geçersiz.
Çünkü Bilim-Teknolojinin durmadan yarattığı YENİ ve DAHA İYİ GERÇEK dünyada şimdi erkekler kopyalarını yaptırıp ilelebet yaşayabilirler. Üstadınız bilimselci, materyalist, gerçekçi MARKS da bunu çok severdi. Vazgeçin bu bakirelik sevdasından, MARKS üstadınız gibi YENİ ve DAHA İYİ BİLİM-TEKNOLOJİ MATERYALİST dünyada yaşamaya başlayın. AFYONʼU FAZLA KAÇIRMIŞSINIZ.
Diğer bir seçenek de bu anarşistler sitesindekileri taklit etmek. Hâlâ, hiç değilse kendilerine göre, bakire olan ANARŞİSTLİĞE sarılmışlar. Bunlar maşallah cin gibi: hem bakire hem sarılma, bir taş iki kuş!
Daha iyi bir yere gideceklerini zannederlerken düştüler.
Onlarla birlikte Patron Necip de düştü.
Peki o düşerken onun Patron’u neredeydi?
“I like to think that we had it all
We drew a map to a better place
But on that road I took a fall
Oh baby why did you run away?
I was there for you
In your darkest times
I was there for you
In your darkest night
But I wonder, where were you?
When I was at my worst
Down on my knees
And you said you had my back
So I wonder, where were you?”
https://www.youtube.com/watch?v=Y7ix6RITXM0
Aman ha Marks’a tutunmayın!
“16 Marksa Tutunun 3 Nisan 19 / 12pm”a – pardon kapitalizme-emperyalizme-NATO’ya-AB[D]’ye-AKP’ye-TSK’ya-TÜSİAD’a-MÜSİAD’a…. tutunmaya devam edin!
sağ-sol yerine seküler-muhafazakar ayrımın doğuşu
“ulkede solcu kalmamasindan kaynaklanir. laik sagcilarla, dinci sagcilarin arasinda geciyor secimler. tunceli haric.”
https://eksisozluk.com/entry/88427717
Dersim, Osmanlı değildi; Vahabi ümmetten olmadı; gün geldi, Türk-Turan, bozkurt olmadı. Kürtçü-şöven yapıya da katılmadı.
Dersim, sömürülmemek, kandırılmamak, değistirilmemek isterken,
sadece basit bir mesaj veriyor:
İnsanlık onuru ve düşüncesi özgürlükle yücelir. Bunun da kaynağında eşitlik kavramını aramalısınız. Devrimci dusunce, asıl sağlam kaynakları.
Anti-Marksistleri, Anti-Komünistleri, anarşizm ve devrim düşmanı olan herkesi NATO’nun kuruluş yıldönümü kutlamalarına katılmaya davet ediyoruz:
NATO’nun 70’inci kuruluş yıl dönümü kutlandı
NATO’nun 70’inci kuruluş yıl dönümü İzmir’de törenle kutlandı.
NATO’nun 70’inci kuruluş yıl dönümü, İzmir’in Buca ilçesi Şirinyer semtindeki NATO Müttefik Kara Komutanlığı Karargâhı Orgeneral Vecihi Akın Kışlası’nda törenle kutlandı. Askeri erkanın katıldığı tören, NATO ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Tören birliklerini selamlayan NATO Müttefik Kara Komutanlığı Komutanı Korgeneral John C. Thomson, konuşmasında NATO’nun kendini bağımsızlığa, ortak değerlere ve kolektif savunmaya adadığını belirtti. Thomson, “Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girişiyle NATO’nun İzmir’deki varlığı başladı. O zamandan beri bu güzel şehir, bir sürü karargaha ev sahipliği yaptı. En sonuncusu 2012 yılından bu yana NATO Müttefik Kara Komutanlığı’dır. Karargahlara ev sahipliği yapan ülkelerden sadece Türkiye ve İtalya, kesintisiz ev sahipliğini yürüten iki ülkedir. Bize sağladığı büyük destek ve olağanüstü ev sahipliğinden dolayı Türkiye’ye teşekkür ediyorum. Soğuk savaşın bitiminden sonra 13 ülkenin NATO’ya katılımıyla toplam üye sayısının 29 çıkmasıyla, barışa katkı sağlayan 44 partner ülkenin de destek verdiği ittifaka ulaştık” dedi.
Konuşmanın ardından John C. Thomson, 70’inci yıl dönümü kutlamaları kapsamında karargahın en yaşlı, en genç ve en tecrübeli emekli NATO personeliyle, NATO ambleminin bulunduğu pastayı kesti, yıl dönümü anısına fotoğraf çekimi yapıldı. Kutlama, karargahta yapılacak yarış ve müsabakalarla devam edecek.
Erdoğan Atatürkçü olursa…
Uzun adam antiemperyalist oldu, yavaş yavaş Cumhuriyetçi oldu, şimdi de Atatürkçü oluyormuş… Herkesin Cumhurbaşkanı diyeceklermiş ona… Yeni strateji buymuş.
CHP içinden bu stratejiye destek verecekler çıkacakmış. Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra değişiyormuş. Ah, bir de laikliğin değerini kavrasaymış! Ama az bekleyin, iki vakte kadar o da olacakmış.
Hal böyleyken uluslararası güçler Erdoğan’ı sıkıştıracak, onu devirmek için fırsat kollayacakmış. Bu nedenle Erdoğan’ı savunmak vatan göreviymiş.
Ne güzel değil mi, bütün yollar Erdoğan’a çıkıyor ya da Erdoğan bütün yollara çıkıyor!
Önce şuna açıklık getirelim: ABD ve diğer NATO ülkelerinin müdahale etmediği, köşeye sıkıştırmaya çalışmadığı, şantajla terbiye etmediği tek bir başbakan ya da cumhurbaşkanı bulamazsınız bu ülkenin tarihinde. Buna en Amerikancı olanlar da dahildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin iç dinamikleri vardır, bu ülkede siyasetçilerin davranışları sadece Beyaz Saray stratejistleri tarafından belirlenmemektedir ve de giderek semiren patronlarımızın kâr arayışları Türkiye’nin uluslararası kapitalist sistem içindeki konumunda belli değişiklikleri zorunlu kılmaktadır.
Söylediğimiz kural Amerikancılıkları hiç tartışılamayacak Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Kenan Evren, Turgut Özal, Tansu Çiller için de geçerlidir. Güçlü emperyalist ülkeler kendilerine yıllarca saygıda kusur etmeden hizmet veren aktörleri bile daha fazla kontrol etmeye, sıkı sıkıya kendilerine bağlamaya, gerekiyorsa da tasfiye etmeye çalışırlar. Burada yeni bir şey yok.
Emperyalistlerden ve uşaklarından her tür alçaklığı bekleyebiliriz.
Kimi siyasetçiler bu tür müdahaleleri uyum sağlayarak, geri adım atarak savuşturur. Kimileri ise manevra yapmayı ve arkasını güçlendirmeyi tercih eder; belki geri adım atacak yeri kalmamıştır, belki bir hesap hatası yapıyordur, belki uzlaşmanın ya da yeniden göze girmenin bedelinin çok ağır olduğunu hesaplıyordur, belki çaresiz olmadığını göstererek pazarlık masasında el yükseltiyordur.
Bunların önemli bölümünün Erdoğan için geçerli olduğunu düşünebiliriz.
Uluslararası koşullar da bu manevralar için uygundur. Emperyalist sistem içinde bir hegemonya krizi yaşanmaktadır. ABD en tepedeki yerini kaybetmektedir ama onun yerini alacak bir güç henüz ortaya çıkmamıştır. ABD hem bu durumun paniğini hem de benzersiz bir siyasi kilitlenmeyi yaşamaktadır. Onun hegemonyasını sürdürmesi, dünyadaki dengelere sürekli müdahale etmesine bağlıdır ama ne buna artık gücü yetmektedir ne de Çin ve Rusya onun hamlelerine izin vermektedir.
Bir garip durumdur bu; dünyanın mevcut durumundan memnun olması gereken ABD mevcut durumu değiştirmeye çalışmakta, en büyük ekonomik güç haline gelmeye başlayan Çin ise mevcut durumun değişmesini istememektedir çünkü zaman onun lehine işlemektedir!
Burada Almanya’ya da değinmek gerek ama konumuz emperyalist dünyadaki tepişme değil. Konumuz Erdoğan’ın Atatürkçülüğü!
Uluslararası koşullar burada şu nedenle önem kazanıyor: Emperyalist sistem ABD’den ibaret değil! Emperyalist sistem bugün bir-iki istisna ile bütün ülkeleri içine alan hiyerarşik bir yapı. Kapitalist sömürünün olduğu her yer bu kapsamda görülmeli. Bu sistemde herkes gücü oranında etkiye sahiptir, bu etkiyi başka ülkelerin ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamını değiştirme yeteneğine kadar genişletebilen ülkelere emperyalist diyoruz. Dolayısıyla emperyalizm askeri müdahaleler, işgaller ya da bir dış politika pratiği olarak görülemez. Kapitalizmin tekelci aşamasının bir özelliğidir.
ABD ile sürtünmesi olan her ülkeye, her siyasetçiye anti-emperyalist demek cehalet değilse, sahtekarlıktır.
ABD emperyalizmine karşı olmadan devrimci, ilerici olunmayacağı çok açıktır ama tersi yeterli değildir. Dolayısıyla Erdoğan’ın ABD ile sürtünmesi ya da çelişkileri onun temel özelliklerini, değiştirmemektedir.
Zaten biraz da bu nedenle ısrarla sömürü düzenine karşı olmadan emperyalizmle hesaplaşamazsınız diyoruz.
Peki “renkli devrim” girişimlerine karşı ne yapacağız? Gerçek devrimciler yıllardır ve hemen her ülkede dolarla, CIA aklıyla, Alman vakıflarının himayesinde iş çeviren ve solculukla alakası olmayan bir muhalefet türünden uzak dururlar, durmalılar. Dahası onları teşhir görevi öncelikle devrimcilerindir. Erdoğan’ı iktidara taşıyan sözünü ettiğim işbirlikçileri de içine alan uluslararası bir operasyondu. Buna zamanında karşı duranlar, aynı operasyonla Erdoğan’ın köşeye sıkıştırılması veya alt edilmesine de karşı dururlar.
Ancak burada asıl taraflaşma Erdoğan’ın oradan oraya gezindiği düzen cephesi ile emekçi halk arasındadır. Karşı tarafta ABD ve diğerleri, bütün emperyalist sistem, patronlar, sömürü düzeni, gericilik bir bütün olarak yer almaktadır.
Erdoğan’ın kendi elini güçlendirmek için Atatürkçülüğe de başvuracak olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Mustafa Kemal, 1920’lerin başında bu coğrafyadaki saflaşmada devrim safında yer alan bir liderdir. Emperyalist işgale karşı durmuştur, gericiliğe karşı durmuştur, Sovyetler Birliği ile dostluğu tercih etmiştir. Erdoğan’ın öncülleri ise diğer taraftadır. Bu gerçek manevralarla değişmez.
Demeçlerine Atatürk’ün adını ekleyerek kendini aklayacağını sanıyorsa aldanıyor. Bunu alkışlayanlar, bundan keyif alanlar bu düzenin sürmesini isteyenlerdir; halkın çıkarları, sömürü filan onların umurunda değildir.
Kemal Okuyan 31/10/2017 Salı
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/erdogan-ataturkcu-olursa-215369
TÜSİAD koalisyonu
Sungur Savran
4 Nisan 2019, Perşembe
Tayyip Erdoğan yükselen İslamcı sermayenin ve kendi yanına hicret eden burjuvaların çıkarlarına öncelik tanıyan bir politikacı. Kimdir hicret edenler? Mesela Tank Palet Fabrikası’nın Katarlıların yanı sıra ortağı olacak olan BMC şirketinin sahibi Ethem Sancak. Erdoğan’ın TÜSİAD ile ilişkisi her zaman derin çelişkilerle örülmüş durumda. TÜSİAD’a zaman zaman çok sert saldırdığı oldu. Ama TÜSİAD Erdoğan’la ilişkisini büyük bir sabırla sürdürüyor, çünkü Erdoğan ilk günden beri sermaye sınıfının tamamının çıkarlarını gözeten politikaları da titiz biçimde uyguluyor.
İşte Batıcı-laik sermayenin bu örgütü, aynen 16 Nisan referandumu günü yaptığı gibi, bu seçimde de sandıklar açılır açılmaz yayınladığı bir bildiriyle sadece iktidar partisine değil bütün partilere talimatını vermiş bulunuyor. Seçilenleri kutlama türü formalitelerden sonra bildiri şöyle devam ediyor: “Yerel seçimlerin de geride kalmasıyla, önümüzdeki seçimsiz dönem ekonomik, sosyal ve siyasal reform gündemimiz için önemli bir fırsattır. (…) Yeni reform döneminde öncelikli hedefimiz ekonomik sorunlarımıza kalıcı çözümler üretmek olmalıdır.”
Aynı gün, tesadüf bu ya, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu da bir bildiri kaleme alıyor. O da tebrikler falan gibi formalitelerden sonra lafı doğrudan şuraya getiriyor: “Seçimler artık geride kaldı. Dört buçuk yıllık bir seçimsiz döneme giriyoruz. Bundan sonra Türkiye’nin ilk gündem maddesi ekonomi olmalı. Zira ekonomide atılacak çok adım, yapılacak daha çok işimiz var. Bu dönemi kesintisiz bir icraat dönemi haline getirmeliyiz.”
Büyük sermaye talep eder de burjuva partileri ihmal eder mi? İşte seçim gecesi Tayyip Erdoğan: “Artık sık sık seçimlerle iç içe olmayacağız. Ekonomisiyle, siyasetiyle, özellikle savunma sanayiyle yatırımlarla üretimlerle nasıl meşgul olacağız, buna odaklanacağız. Cumhurbaşkanı olarak şahsım yürütme görevinde, meclisteki milletvekillerimiz yasama görevinde iş birliği içerisinde gece gündüz çalışacağız. Seçilen belediye başkanlarımız şehirlerini beş yıl idare edeceği gibi görev süremizce ülkemizi yönetmeyi sürdüreceğiz. Gündemimizde çok önemli reformlar var.”
Devlet Bahçeli ise yine seçim gecesi şöyle diyordu: “Türk milleti gelecekteki beş yıl boyunca büyükşehir, il, ilçe ve beldelerde görev yapacak yerel yöneticilerini belirlemiş, bu çerçevede konu kapanmıştır. Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri de 2023 yılının Haziran ayında yapılacaktır. Ülke gündeminden seçim konusu tamamen kalkmıştır. İstikrar temellenmiş, Türkiye’nin önü açılmıştır.”
Kılıçdaroğlu seçim gecesi, ekonomik sorunların çözümünde kendilerinin de üstlerine düşen sorumlulukları yerine getireceklerini taahhüt ediyordu.
Seçim Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin ağır bir yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Ama şimdi daha önemli bir iş vardır. Ekonomik krizi sermayenin lehine çözmek, işçi sınıfının ve emekçilerin krizin yükünü üstlenmesini sağlamak. İşte seçim gecesi burjuvazinin ekonomik örgütleri bu talebi dile getirirken iktidarıyla muhalefetiyle burjuva partileri de bu talebe cevap vereceklerini taahhüt ediyordu.
TÜSİAD, bunun karşılığında Erdoğan’ın Rabiacı programına destek verebileceğini bile ima ediyordu: “Hızla değişen uluslararası ortamda (…) Avrupa ekonomisi ile bütünleşirken aynı zamanda bir Avrasya merkezi olarak tüm dünyaya açık bir Türkiye’nin 21. yüzyılda yükselen bir ülke olacağına inancımız tamdır.”
Türkiye şimdi bir TÜSİAD koalisyonunun elindedir. Ama bu koalisyon kendi arasında ne kadar anlaşırsa anlaşsın, işçi sınıfının krizin yüküne karşı vereceği tepki evdeki bütün hesapları bozabilir. AKP’nin yaşadığı hezimette işçinin emekçinin ekonomik krize karşı tepkisi belirleyici rol oynadı. Şimdi AKP’nin gücünün sarsıldığını gören işçi artık mevzilerini savunmakta daha cesur olacaktır. “Seçimsiz” dönemin bir hayal olduğunun ortaya çıkması yüksek olasılıktır.
TÜSİAD! Hayaller görüyorsun. Dönem normal bir dönem değil. Sen Türkiye işçi sınıfına saldırdığında o sınıf kardeşlerinden öğrenecek ve büyük kitlesel mücadelelere girişecek. TÜSİAD Cezayir’e bak, Sudan’a bak, Fransa’ya bak! Bak ve titre! Çünkü orada göreceksin ki tarihin seçimi, bütün seçimlerin üstündedir!
Bu yazı Gerçek Gazetesi’nin Nisan 2019 tarihli 115. sayısında yayınlanmıştır.
https://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/tusiad-koalisyonu
Onun ilkelciliği var, güzel mi güzel!
Medeniyet düşmanlığı var, özel mi özel!
Attı mı lafı, gider mi gider!
Maalesef ruhu yok!
Onun için hiç mi hiç şansı yok!
Kapitalizm-emperyalizm-NATO-AB[D]-AKP-TSK-TÜSİAD-MÜSİAD yaltakçıları daha ince, olgun ve son modaya ayak uyduranlardan. Onlarla alay ettiğimde beni ʻsosyal medyada nefret yaymaʼ ve ʻteröristlerin ekmeğine yağ sürmekleʼ suçladılar. Marks ve komünizm öcüsünün çoktan, hatta biraz tarih bilirsen 1970 sonlarından, beri artık kimseyi korkutmadığını biliyorlar.
ʻ18 Anonimʼ ise,
okuma bilmeyen ya da okuduğunu anlamayan,
anlamayınca da,
ʻʻyaşasın işçi sınıfı,
kahrolsun kapitalizmˮ
kelimeleri görmezse,
alayı anlamayıp,
seni aile içi kavgalarında rakipleri,
kapitalizm-emperyalizm-NATO-AB[D]-AKP-TSK-TÜSİAD-MÜSİAD
destekleyeci sanan,
hâlâ ʻʻ4 ayak iyi, 2 ayak kötüˮ
milli marşı kırık pilakına takılmış kalmış.
Merak edip Marksı Tutun Devrim Şirketiʼnin (MTDŞ) yayma organına baktım. ʻ18 Anonimʼi MTDŞʼın CEOʼsu, Anadolu köylü isimli gerçek devrimcisi köy kızı çağdaş CEO Elif Ebedi Çağlı aslında Napolyonmuş. Bu saf katıksız köy kızı katıksız köy saf sütüyle gizlice beslediği ʻ18 Anonimʼi beni ısırmaya göndermiş.
Site beni nostaljik hislere boğdu. Yıllar önce sık sık gittiğimiz açık sebze-meyve pazarında koltuklarının altında MTDŞ sitesindeki yazılar dolu gazete satan solcu, devrimci, gönüllü enayileri hatırladım.
Gün Bey merhaba,
“Çanlar” romanınızı yakın zamanda bitirdim; fakat karakter bazında bazı kesimleri anlamakta zorluk çektim. Olay örgüsünün sonunda kurşuna dizilen “Yelena” ise Kuzey ve arkadaşlarını evine alan kimdi?
Elbette Yelena’ydı ama onun ruhuydu. Zaten o evde Kuzey ve Süleyman’ın dışındaki herkes birer ruh.
“Aydınlar Ocağı, Türk-İslam sentezinin devletin resmî tezi haline gelmesinde de büyük rol oynadı. Ya da “birileri” Türk-İslam sentezinin, hem Aydınlar Ocağı’nın hem de Türk devletinin tezi olmasını istedi!
“(Türk-İslam sentezi) Bize özgü değildir. Amerikan sosyal bilimlerinde üretilen “yeniden gelenekselleşme” tezleri, daha doğrusu “yeniden gelenekselleştirme” ideolojisi, ABD güdümündeki Batı emperyalizminin nüfuz bölgesindeki Üçüncü Dünya ülkelerinde yürütülen politikaların rehberi olmuştur. Din kutusunun içi Asya’da İslamiyet’le, Latin Amerika’da Hıristiyanlık’la doldurulmaktadır. Bu bakımdan Türk-İslam sentezi Soğuk Savaş’ın örtük sürekliliği çerçevesinde Türkiye’deki demokratik ve sol gelişmeleri durdurmak üzere tasarlanmış bir “Türk-İslam-NATO sentezi”dir.”(Taha Parla, Türkiye’nin Siyasal Rejimi/1980-1989, 1995, s. 217.)”
Efendi 2: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı
Soner Yalçın
“Aile-İçi Kavga” dediğiniz şeyi yanlış yerde arıyorsunuz Uygur-luk Karşıtı Beğ!
İşte aşağıda “Aile-İçi Kavga” dediğiniz şeyin mükemmel, kâmil, ekmel bir örneği!
“Yaramaz Kardeş”ini “Devlet Baba”sına ispiyonlayan bir “İspiyoncu Kardeş”ten söz ediyoruz.
Fakat bu ispiyonculuğunu önceki yorumlarınızda değindiğiniz “FaceBok”, “Twatter”, “Wickedpedophile”, “YouPoop” gibi “Sosil-Al Meydanı” platformlarında değil, onlara benzer başka bir platformda yapmış.
“İspiyoncu Kardeş”in teki “Yaramaz Kardeş”ini “Devlet Baba”sına “Eksi Gözlük” adı verilen “Sosil-Al Meydanı” platformunda “atatürk heykeline saldıran suriyeliler” ser-levhası altında şöyle şikayet etmiş:
“atatürk’e “köpek” diye hakaret edip heykeline saldıran iki adet savaş artığı …… ……dur
[Küfürlü yerleri Gün Beğ’den önce sansürlemeliyiz, değil mi?]
twitter
youtube
[Kardeşinin yaramazlıklarını gösteren linkler vermiş]
şikayet:
cimer ihbar
egm ihbar
[Devlet Baba’sının adreslerini link vermiş]”
Ben de bir link vererek “ispiyonculuk” yapamayacağım. Bu yüzden söz konusu “Sosis-Al Meydanı” platformunda tesadüf ettiğim “entry”nin linkini veremeyeceğim için kusuruma bakmazsınız umarım.
Pardon bir dil sürçmesi oldu, “Sosis-Al Meydanı” diyecektim.
Ama farketmez herhalde. Öyle değil mi?
“Kapital”in bu “Meydanı”nda nelerin alınıp-satılıdığı çok da önemli değildir.
Ha “Sosis” olmuş, ha Otomobil Satıcısı Necip Beğ’in “Otomobil”leri, ne farkeder?
“MTDŞʼın CEOʼsu, Anadolu köylü isimli gerçek devrimcisi köy kızı çağdaş CEO Elif Ebedi Çağlı aslında Napolyonmuş. Bu saf katıksız köy kızı katıksız köy saf sütüyle gizlice beslediği ʻ18 Anonimʼi beni ısırmaya göndermiş.
Site beni nostaljik hislere boğdu. Yıllar önce sık sık gittiğimiz açık sebze-meyve pazarında koltuklarının altında MTDŞ sitesindeki yazılar dolu gazete satan solcu, devrimci, gönüllü enayileri hatırladım.”
No. The Supreme Leader is wise.
https://www.youtube.com/watch?v=1uzmbzOj4yM
“Oy “namus” ise
Neden
Devletin sandığına atıyorsunuz?”
“Kürdler açısından seçim!
Giden gitsin kayıp değil;
Gelen gelsin kazanım değil!”
“Kurumsal diktatörlüklerin ömrü ve tahrip gücü
Kişisel diktatörlerin ömründen ve tahrip gücünden fazladır!
Tayyip diktatörlüğüne karşı çıkıp
Kemalizm ve Apoculuk diktatörlüklerini aklamak
Özgürlük arayışı değildir;
Köleliği kalıcılaştırıp kanıksatmaktır…”
“AKP’nin en büyük faydası,
Siyasal İslam ile Kemalist/faşist anlayış arasında nitelikçe hiç bir fark olmadığı
Gerçeğini göstermesi/ispatlamasıdır…”
“Tarihte
Sömürgeci devlete entegre olmak için canla başla çalışan ve özgürlük hayalleri kurup heyecanlanan sömürge bir ulusa rastlayamazsınız;
Kürdler hariç!!!!!”
“Açıkça, “ben devlet istemiyorum” diyen bir Kürd,
Devletleşmekten dem vurup entegrasyoncuları destekleyen bir Kürdten çok daha dürüst ve samimidir!”
“Kürdler PKK engelini aşmadan
İşgalcilerin engellerini aşamaz!
İlk engel olan PKK’yi yok sayıp sömürgecilerle hesaplaşmaya kalkışan Kürdler
PKK’nin kazdığı çukura düşmekten kurtulamaz!
Baş çelişki PKK’dir!
Ya bu gerçeğe uygun davranırsınız
Ya da Cehşliğe teslim olursunuz!”
(Nasname)
Bir X ülkesinde iktidardaki Stalinist Y Partisi’nin seçimleri kıl payı kaybetmesi, elbette ki bütün iktidarların gitmesi gibi, olumlu görülebilecek bir değişimdir.
Fakat işin sonunda onun yerine Nazist Z Partisi’nin iktidara gelmesine engel olunamıyorsa hiçbir kazanımdan söz edilemez.
Burada “X” yerine Türkiye, “Stalinist” yerine Siyasal İslamcı, “Y” yerine AKP, “Nazist” yerine Kemalist, “Z” yerine CHP koyabilirsiniz.
Y ile Z’nin yer değiştirmesi daha yakışır gibi duruyor.
Sayın Zileli,
İçerdiği bilgiler bakımından ilginizi çekeceğini düşündüğüm iki kitap yayınlandı:
Kitap: Bir Türk Milliyetçisinin Stalin’le İhtilal Hatıraları
Yazan: Mehmet Emin Resulzade
Yayınevi: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Adres: https://www.kitapyurdu.com/kitap/bir-turk-milliyetcisinin-stalinle-ihtilal-hatiralari/464065.html
Stalin’e ölümünün ardından yazılan bir makale ‘Fantastik adamın fantastik kariyeri bitti. 73 yıl evvel Gori’de fakir bir kunduracı ailesinde doğan oğlan, Kremlin’de dünyanın en büyük imparatorluğunun en büyük diktatörü olarak öldü.’ diye başlıyor.
Hakikaten de bütün beşeriyet tarihinde ‘Josef Visariyonoviç Çokaşvili – Stalin’den daha mutlak bir hükümdar yoktur. Mühim derecede, onun şahsi mesaisiyle oluşan Sovyet rejiminden daha totaliter bir rejim daha dünyada mevcut olmamıştır.
1905 ve 1917 yıllarında Rusya’daki sosyalist ihtilalciler arasında silik bir şahsiyet olup, fazla ehemmiyet verilmeyen Stalin’in mumyalanmış cesedi, şimdi Marks’tan sonra komünizmin ikinci peygamberi olan Lenin’in mumyalanmış cesedinin yanında yatıyor…
Stalin’in Atatürk hakkındaki düşünceleri:
Yoldaki sohbetler esnasında Türkiye meseleleri ve umumiyetle Şark’ta inkılâp konuları üzerine konuştuğumuz zaman, Stalin’in Atatürk hakkındaki mütalâalarını da duymuştum. Külli bir kaide olarak stratejiyle diplomasiyi nefislerinde cem eden siyasîlerin ancak büyük devlet adamı olabilmelerini kaydeden Stalin, Atatürk’ün muktedir bir devlet ve inkılâp adamı olduğu söylerdi.
Aynı zamanda yine külli bir kaide olarak yaşadığımız asırda devlet idaresinde halkı temsil esasının zihinlerde oldukça yer etmiş olduğunu, millet meclisi olmadan hiçbir iktidarın muvaffakiyetle yürüyemeyeceğini söyleyen bu diktatör, Atatürk’e çok kere rastlanan muhalefet karşısında sabırsızlanarak iradeyi münhasıran kendi eline almasını tavsiye etmişlerse de Atatürk’ün bu fikre yanaşmadığından bize bahsederdi.
* * * * * * * * * * * * * * *
Kitap: Stalin: İktidar Paradoksları (1878-1928) [Cilt 1]
Yazan: Stephen Kotkin
Yayınevi: İletişim Yayınları
Adres: https://www.kitapyurdu.com/kitap/stalin-amp-iktidar-paradokslari-18781928-cilt-1/477594.html
Stephen Kotkin üç ciltlik büyük emek ürünü eserinin bu ilk cildinde, 20. yüzyıl tarihinin şüphesiz en etkili siyasi şahsiyetlerinden Stalin’in Çarlık Rusyası’ndan Ekim Devrimi ve sonrasına uzanan 1878-1928 arası ‘yetişme’ sürecini anlatıyor. ‘Stalinizm’in kuluçka dönemi olarak da okunabilecek bir süreç.
Stalin’in gençlik dönemi ve onun Sovyet iktidarının ilk on yıllık döneminde bir lider olarak sivrilmesinin seyrini anlatıyor bu kitap.
Stalin’in (‘o zamanki’ adıyla ‘Soso Cugaşvili’nin) yoksul bir ailenin evladı olarak Gürcistan taşrasında geçirdiği çocukluk ve ilk gençlik, zorlu bir mahrumiyet hikâyesidir. Bunu, Tiflis’te bir papaz okulu tecrübesi izler. Dünyayı ve Rusya’yı sarsan çağ dönümünde, onun da yönü değişir. Gürcü sosyal milliyetçiliğinden etkilenir, onun üzerinden Marksist sosyalizme yönelir.
Kotkin, Stalin’in 1901-1917 yılları arasındaki hayatını, Rusya’da dönemin devrimcileri açısından tipik bir ‘kariyer’ olarak anlatır: Gizli siyasi örgütleme faaliyeti, ajitasyon, Sibirya sürgünü, hapislik… ‘Öfke biriktirerek’ geçen bir dönem…
Kitap, bu tipik kariyer içinde genç Stalin’i ayırt edeni de son derece canlı tasvir ediyor: Kabadayı kültüründen de beslenen bir gözüpeklik, yoldaşlarını ‘düşmanlaştırabilen’ bir rekabet ve kuşkuculuk, ‘sıradan’ kadroları örgütleme kabiliyeti. Sıradan olan veya öyle görünen bir militanın, liderliğe açılan yolu…
Teşekkürler, Kotkin’in kitabının 1. cildi var. Resulzade’nin katabından haberim yoktu.
ʻʻHızla Bayır Aşağı…ˮ sayfasında ʻ28 İspiyon, İhbar, Link Uzun Havalarıʼ başlıklı sansür edilmesini sizin keyfi, önyargı, ideolojik gözlükle yorum yaptığınızı gösteriyor.
Siteniz de ʻYorumunuzʼ yazılı. Ben de Başkaya ve sizin sol eğilimli ve Erdoğanʼa rakip başkanlara akıl hocalığı yapmak hevesinde olduğunuz yorumunda bulundum.
Yorumumun uzun uzun savunacak değilim, çok sıkıcı. Kısaca ifade edersem benim için en iyi başkan ölü başkan ve başkan kim olursa olsun devlet devlettir.
ʻʻHızla Bayır Aşağı…ˮ coşkunluğunuz ve Başkayaʼnın “Asıl terör devlet terörüdür” yazısını yan yana getirirsek ve Başkayaʼnın, bence son derece yavan, 1970ʼlerden kalma eski ve basit fikirlerine hayranlığınızı göz önüne alırsak, Başkaya makalesini yorumunuzu ben, ʻhocam her devlet demedi, devletten devlete fark varʼ ima edici buldum ve öyle yorumladım
Yorum farkları kaçınılmaz olabilir, dogmatik olup bir tek doğru yoruma sarılmak tehlikeli ve dünyada son zamanlarda en güçlü esen rüzgar.
Başkayaʼnın göklere çıkardığı sarı yeleklilerden biri ʻiyi Macron gitti, peki gelen daha mı iyi olacak?ʼ sol devrimcilerin dogmatik dilinde ʻtelaşa düşenʼ veya ʻkarşı devrimciʼ olur. Fransa göz kamaştırıcı zenginliğini bilen sarı yelekliler açıkça bu zenginliği paylaşılmasını istediler. Buna da sol devrimciler bir basmakalıp dogmatik yafta takıp rafa koyarlar. Günümüzden itibaren 2013 yılına kadar Fransaʼda her saat 74 milyoner olacak. Bu veri karşısında Fransaʼda beklediğiniz devrim, daha önce olan ama bozulan ʻeşitlik, kardeşlik ve özgürlük büyük devrimiʼ gibi bozuk da çıksa, basmakalıp dogmatik sol devrimci laflara sığınmak çok bıktırıcı. Hele Fransaʼnın İLERİʼNİN teknolojisi AI, robotic, tranhumanizm, gen kes-yapıştır, yaşanacak başka gezegen aramaların başında gelenlerden ve zengin olduğu hesaba alınırsa ümidi böyle güçlere bağlamak Bolşeviklerʼin ümidine benzemiyor mu? Benim yorumum: sizler aynı Bolşevikler gibi, katılıyorsunuz ama alternatif katılıyorsunuz. Ne olursa olsun, ʻGeldim Şu Alemi Islah Edeyimʼ türküsü de var.
ʻʻGeldi Bizim İle Sevdi Sevişti
Al Kadeh Ver Kadeh Doldurdu İçti
Sadık Yarim Diye Yeminler İçti
Özü Çürük İmiş Duyduk Sonradan ˮ
Daha önce lafını ettiğim Bolşevik hem katılma hem katılmamama yorumumu daha etraflı anlatayım.
Bolşevikler daha başlangıçta Avrupa ve özellikle Almanya devrimi ümitleri içindeydiler. Sonradan olanların Bolşevik liderlerin temel düşüncelerine tamamıyla uyduğu apaçık. Hatta Lenin çok kısa bir süre içinde bile en az Stalin kadar kasaplık yaptı, Troçki de öyle. Ama sizin yorumunuza göre, sonra olanlar bir yozlaşma, bir bozulma idi.
Benim yorumum: Bolşevikler devrimi ellerine geçirmeden çok daha önce, devrimi başarıya ulaştırmanın ancak devleti ele geçirmekle mümkün olduğunu açık açık beyan ettiler. Lenin kendine karşı gelenleri Bolşevik partisinden tasfiye etti. Lenin defalarca Rus kapitalistlerinden, benzetme yaparsak, ABD güney zenginlerinin siyahlara karşı babanın evlada tutumunu ve Marksʼın Orta Çağ tabiriyle derinden insancılığından nefret etti. Bunun nedeni devrimi hızlandırma idi ve hâlâ solcular arasında felaket yaygın bir beklenti. Böyle yorumların sizi ve diğer birçok devrimci solcuları rahatsız ettiği, bence, apaçık. Galile salt sizin sakızınız değil.
Diğer bir örnek. ʻCargo Cultsʼ
Her dalda dünyanın en ileri insanları arasında olan İngilizlerin Uzak Doğu kolonilerinde bollukların limanlara gemiler ve hava limanlarına hava uçaklarla geldiğini gören yerliler, bolluğun kendilerine de gelmesini istediler ve limanlar ile hava limanları yapmaya başladılar. Tahmin edersiniz, sizler gibi süper rasyonel ve Aydınlık Devrinin sadık evlatları İngilizler, vahşilerin büyücülüğe dayanan, mantık ve akıl yürütme öncesi inanışlarının icrasını yasakladılar.
Benim yorumum: dolaylı da olsa, baskı ve terörcüler arasında hâlâ utanma vardı. Kendilerini aynada görünce utandılar. İşte bu nedenden bu yazıyı yazıyorum ve bu nedenden burjuvalar siz orta sınıflıları görünce intihar ettiler.
Üçüncü örnek.
Devrim Maoʼnun Çininde başarılı oldu, o halde Türkiyeʼde de olur çılgınlığıyla köylere yayılmanız aynı değil mi?
İlk Fast Food (hızlı, çabuk, acele, tez yemek) lokantalar başarılı olunca, taklitleri mantar gibi bittiler.
Sarışın, ileri ve süper ırk İngiliz ve Liberal-Marksist-anarşist mantığı yorumu: Başarılı girişimlerin taklitleri bazen başarılı olur bazen olmaz. Şimdi artık bilimsel aklı yürüten motor istatistik! ʻCargo Cultʼ Büyü Devri insanlarının inanışları. Sonra Din Devri geldi. Ve nihayet, en son, allaha bin şükür, siz Başkaya ve bu site yorumcularının tümünün kavuştuğu Aydınlık Devri geldi. Şimdi tek şey bu Aydınlıkta benim gibi yolunu şaşıranları hoş görüp sansür etmeden İLERLEMEK!
Benim yorumum: Cargo Cult mağdurlarıyla siz ve ilerici İngilizler ve ilerici Avrupalılar ve ilerici Amerikalılar ve ilerici diğer orta sınıflılar arasındakiler ile tek fark sizlerin yorumunun kazananların yorumu olması.
Gerçi aslında her ikisi de ʻʻaynı neden, aynı sonuçˮ bilimsel düşünceye dayanır ama en iyisi bilmemek.
Son söylediğim biraz antropoloji, biraz felsefe, biraz mitoloji, biraz bilim tarihi bilmek gerektirir, dolayısıyla bu sayfanın seçimlerle ilgili olması sınırını aşmış olabilir. İnşallah bu nedenden yeni bir sansüre yol açmaz.
Ahmaklığın en büyük kanıtı, İLERLEME olmasa da çaresizlikten İLERLEMEʼYE inanmaktır
Ahmaklığın en büyük kanıtı, alçaldıkça alçalmaya rağmen İLERLEMEʼYE inanmaktır.
Ahmaklığın en büyük kanıtı, İLERLEMEʼNİN esk adının CENNET olduğunu görmemektir.
28 İspiyon, İhbar, Link Uzun Havaları
Çok eski kafalı olduğumdan yahu bu 28 ne ispiyonculuk, ne ihbarcılık, ne linklerden söz ediyor diye siteyi taradım.
Bulduklarım aşağıda.
Necip dediğin, rakibiniz veya aile içi kavganızda sağ düzenin dizginini eline geçirenlere akıl hocalığı yapmak isteyen Necip mi? Bu sitede sol düzeni eline geçirenlere akıl hocalığı etmek isteyen en azından Başkaya ve müridi hayatı boyu guru peşinde koşan Zileli var. Yaşı geçmiş işi bitmiş 68 falan filan kuşakları da var le le 68 falan filan kuşakları da var.
Link1: Marksizm-Kapitalizm büyük aile kavgası içinde Bakire-Marksizm arama aile içi kavgasında yer alan diğer bir kız oğlan kız seks sapığı.
https://demirden-kapilar.blogspot.com/2019/03/referanduma-donmus-bir-mahalli-secim-ve.html
Link 2: Dört dörtlük burjuva ve kendileri de dahil hemen hemen bütün insanların orta sınıf oldukları dünyada 19. yüzyıl peri masallarıyla avunan acınacak insan harabeleri.
https://gercekgazetesi.net/dip-bildirileri/31-mart-yerel-secimlerinin-ardindan-2023e-kadar-kesintisiz-olacak-tek-sey-sinif
Link 3: Biraz Atıtürk, biraz Marks, biraz Batı, biraz Aydınlık, tam BİLİM-TEKNOLOJİ_İLERLEME müridi jurnalciler. Yani, tefecilerin bankacı oldu, jurnalciler gazeteci.
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1325652/Ekinoks.html
Link 4: 19. yüzyıl dünyasına doğmuş tam burjuva Marks ilahileri okuyan bir sahih köy kızı Elif ve yoldaşlarının sitesi.
İlahileri:
Bu dünyaya üç şey gelmiş tapılır le le tapılır.
Biri alçak Kapitalist Burjuva, biri Saray memuru Burjuva Atıtürk, Bolluk-Peygamberi Burjuva Marks da var le le Marks da var.
Kapitalist sana, Atıtürk anıt kabire, Kapital-Bolluk Peygamberi bize le le Kapital-Bolluk Peygamberi bize.
Link 5: Bu sitede sık sık rastladığımdan artık evrensel olan seks açlığı içinde kıvranan erkeklerin gönderdikleri video ya pornografi ya da ʻcockrockʼ olduğunu tahmin ettim. Açmadım bile.
https://www.youtube.com/watch?v=Y7ix6RITXM0
Aile içi kavgasına gelince.
Sende tarih bilgisinin sıfırlığı son derece aşikar.
Modern çağların en büyük dini İLERLEME.
Yalnız ve kısaca, İLERLEME soyut ve değişik anlamlar taşıdığından daha cana yakın somut, anlaşılır ve özellikle ölçülebilir veya materyal gözlemlerle kanıtlanabilir dinler türedi. Bu ikinci düzey dinlerinin kurucularının kendileri de İLERLEME dininin müminleri. Marksizm bu alt dinlerden biri.
Senin okuduklarından ne anladığını tahmin bile etmek zor. Sana ʻkendin düşün, kendin inanʼ örnek vereceğim. Tabii anlaman için şimdi artık en ender maldan bile ender bulunan mantık şart. İLERLEMEʼYE inanan Marksizm, sosyalizm, komünizme veya anarşizme inanmayabilir ama Marksist, sosyalist, komünist veya anarşistin İLERLEMEʼYE inanmaması imkânsız.
Çok daha basit: Kapitalistler ve Marksist-sosyalist-komünist-anarşistlerin ailesi İLERLEME. Kimin daha çok kemik atacağı veya bolluğa nasıl varılacağı dırdırı da aile içi kavgası
Bu sitedekilerin hepsi bila istisna İLERLEME dini müminleri.
Anti-İLERLEMEist CENNET
“pipsqueak”in asri saadet’i: ilkel ta$ devri
“asri saadet” bildiginiz gibi islam tarihinde muhammed’in hayatta oldugu döneme deniyor. delinin biri de ilkel “ta$ devri”ni bize asri saadet olarak pazarlamaya cali$iyor.
bu zir delinin: “otomobil petrol ile cali$iyor, otomobil diye bir arac oldugu icin petrol yüzünden sava$ cikiyor”, anlaminda yazdigi $eylerle cevaben önceki yazdiklarimda önemli bir noktayi es gecmi$im:
kapitalist ekonomi ile enerji sava$larinin ili$kisi
gerek kapitalist devletlerarasi ulusal ekonomilerin birbirleriyle rekabetinde olsun gerekse de tek tek firmalar, $irketler, holdingler arasinda ki rekabette olsun, petrol, gaz, elektrik gibi enerji ihtiyaci ve kullanimi hayati önemdedir. neden?
cünkü birincisi, kapitalist ekonomide ürünler/mallar bir insanin özel mülkiyeti olarak ve tek bir amac icin üretilir: para kazanmak, kar etmek, sermaye/servet biriktirmek.
ikincisi, insanlarin ihtiyaci olan ürünler/mallar para kazanma/sermaye biriktirme amaciyla üretilip satildigi icin kalite kadar fiyat da belirleyicidir.
ekonomik üretimde elektrik, gaz, petrol gibi enerji kaynaklari yogun kullanilan bir ihtiyactir. bundan dolayi üretilen ürünlerin/mallarin fiyatini belirleyen gider/masraf kalemlerinden biri de kullanilan enerjinin fiyatidir.
örnek, bir fabrikada ki aylik elektrik masrafi, o fabrikanin ürettigi ürünlerin/mallarin fiyatini belirleyen kalemlerden biridir.
i$te bundan dolayi kapitalist devletlerarasi ekonomik rekabette ucuz enerji temini ve bu enerji kaynaklarinin kontrolü hayati önemdedir.
burda önüne gelene “cahil” etiketi yapi$tiran deli ne diyor: araba olmasa petrol gibi enerjilere de ihtiyac olmaz, sava$ta cikmaz; bundan dolayi tek cözüm ta$ devrine geri dönmek.
marxist argüman 23 Mayıs 17 / 9pm
https://demirden-kapilar.blogspot.com/2019/04/muhalefetin-ve-demokratlarn-grevi.html
“artık evrensel olan seks açlığı içinde kıvranan erkeklerin”
Seks – özünde – kötü bir şey midir?
Örneğin seks açlığı duymak, seks yapmak istemek, seksten zevk almak kötü, günah veya ayıplanacak şeyler midir?
Yoksa ilgili-ilgisiz her yorumunda ikide bir seksten bahseden birilerinin bilinçaltlarında seksi tamamen kötü bir şey olarak görmelerinin başka bir nedeni mi vardır?
Şunun gibi yani:
“İlerleme-medeniyet-bilim-teknik – özünde – kötü bir şey değildir. Kötüye kullanılması (devlet çıkarları, kâr hırsı, kapitalist sömürü, emperyalist yayılmacılık, faşist rejimler ve ideolojiler vb) kötüdür.”
=
“Seks – özünde – kötü bir şey değildir. Kötüye kullanılması (tecavüz, taciz, cinsel istismar, kâr hırsı ve kapitalist sömürünün ürünü fuhuş, pornografi, seks işçiliği-köleliği-ticareti vb) kötüdür.”
Gezi protestleri ile baslayan ve bugun devam eden bir toplum degislikli yasaniliyor eski sagci turkcu islamci devleti ve bir kisimin toplumu ile Dunyaya acik ve barisik yasamak isteyen bir catisma var. Umutla bakiliyor ki gercekten Türkiye de ileri ki Zamanda ÖZGÜRLÜKcu dalga yukseliyor, sag artik bu ulkede savasdan ve dusmanlardan hic bir alternativ sunmuyor, bu mucadelede her ÖZGÜRLÜkcuye ihtiyac var! Umarim imanoglu bu firsati iyi kulanir ve Istanbulu degisimin sembolu olur.
Materyalist, Marksist, bilimsel, modern, laik, horozluk eden kara cahilin kara cahilliğini ispatlanmasını istemesi çok doğal. Kabul etmesi imkansız.
Bir arkadaşım ʻʻMarksistlerle anarşistler arasındaki fark anarşistlerin çok daha cahil olmasıˮ dedi. Zaman durmaz ki, bu güzel yargıda iki hata çıktı.
Arkadaşım senin gibi Marksʼı utandıracak bir ʻmade in Turkeyʼ kara cahil Murkyst ile tanışmadan öldü. Bu eşitlik, kardeşlik, özgürlük sitesinde herkes aynı olduğundan fark kalmadı.
Kara cailliğinin diğer delaletleri.
Site uyanıkları hemen gördüler. Sen biraz yavaşsın ama olsun. Sen beni ne sanıyorsun? Önünde büyüdüğün televizyonun vahşiler diyarı Afrika veya Amazon ormanlarından mı geldim? İnterneti kullanıyorum be mubarek. Üstelik benim hayatımın son 65 yılı dünyanın en sarışın, en mavi gözlü, en büyük beyinli, en bilimsel, en ileri, en güzel, en yakışıklı kısacası Atıtürk ve Murkys amcalarınızın siz Türk kara cahil siyasi aydınların beynine soktuğu rüya aleminde geçti. Devlet babanız liseden sonra ben de sizler gibi sarışınlık hayranı olurum diye beni dışarıya gönderdi. Gidiş o gidiş. Ben cennetten geri dönecek kadar enayimiyim. Bu cennete varmak için kapitalistlerden bile daha alçaklaşıp dilencilik eden Türk siyasi sığınıcılarına bakın. Nakaratları : ülkemizde para, hayır özür dilerim, demokrasi yok, özgürlük yok, bir sürü falan filan yok. Yani malum pol-it-ik sıkıntı parolaları, quoi. Zengin ülkelerin demokrasi reklamına yağ süren silikler! Zengin ülkeler bir taşla bin kuş vururlar: minnetar dilenciler zengin efendilerini canları uğruna savunurlar, kalitesiz malları kapışırlar, hastanelerde denek olurlar, işler kötü giderse kara keçi olurlar…
Son 3-4 yıldır tekrar ettiğim nakaratım: Aile içi kavgaları bataklığında çırpındıkça daha çok batıyorsunuz. Bunu bile anamamışsın be mubarek!
En güzel örneği sen ʻ37 Anonim 8 Nisanʼ verdin. Burjuva sevdasıyla coşan bolluk peygamberi Murkys amcanı tekrarlamışsın: Evet biz de otomobil istiyoruz ama arkasından 2 yüz yıldır tekrarlanan alternatif falan filan dırdırları.
Karacahiliğin çok daha bariz örneği: Murkys amca enayilere ʻbekleyin eşeklerim yaz gelsinʼ der. Enayiler de daha aşağıdaki enayileri uyandırma partisi kurar aynı mesajı daha aiağıdaki enayilere tekrarlarlar.
Dahsı da var. Murkys amcasının afyonuyla sersemleşen ʻ37 Anonim 8 Nisanʼ, imam Erdoğanın da afyonunu yutunca tam cahilleşir, herkesi kendisi gibi enayi görmeye başlar: ʻʻasri saadet = ilkel ta$ devriˮ zırvalar. Bu cahiller cahili Altın devrini, Adem-Havva Cennetini, Babil Kulesini, Gılgamışʼın ebedi hayatı yılana kaptırmasını, Zerdüşlükte son savaşı, Platoʼnun Cumhuriyetini, Ütopya kurguları ve binlerce benzeri insan ümit ve isteklerini bilmeyen karalar karası cahil. Murksyʼnin vaat ettiği ilerideki asri saadeti bile unutmuş bu zavallı kara cahil. Eski Mısırʼın Firavunların halka ebedi yaşam vaatleriyle 3 bin yıl ayakta kaldığını, hâla ayakta olan Çinʼin de halkına Konfüçyüs afyonu yutturduğunu bile bilmez. Hatta Çinʼin Murksy afyonundan uyanıp tekrar Konfüçyüs afyonuna döndüklerini bile bilmez bu halis Türk kara cahil.
TEK TAM BİLDİĞİ SİTEYE YAZANLARIN HEPSİNEKİ HOROZLUK: ‘BEN SOLCU DEVRİMCİYİM, O HALDE HER ŞEYİ BİLİRİM!ʼ
ʻ37 Anonim 8 Nisanʼ, madem neden kara cahil olduğunu merak ettin, devam edeceğim.
Taş devrinin insanlarını sizlerle kıyaslayan en güzel kitaplardan birinin ilk sayfasında ilk paragraf:
“Kafesteki medeni bülbüller taş devri insanlarını idealleştirir; sulh sever, çevre sever, kedi köpek sever yapar; bu toplumlarda kadınlar eşit olur ve benzeri safstalar zırvalarlar. Böylece böyle bir yaşamın imkansız olduğunu şakşakçılığını yaptıkları efendilerine dalkavukluk etmede kullanırlar. Daha da kötüsü, bu ideolojik afyonu ile salaklaşmış enayiler taş devri insanlarının insanlığını inkar ederler.”
Cahil oldukları için de bu apaçık olan şarlatanlıklarını bile görmezler. Ben de görürler.
Sizlerin ve Marksınızın ideali Sarışın Mavi gözlülerin insan dolu Amerikaları keşfinden gelen raporlar.
Bu çeşit raporlar, sizlerin aile içi kavalarınızın baş artistlerinden en büyüğü, Özgür ve Köle Üniversitelerde beyinlere tıka basa sokulan, Siyasi Bilimler Filozofu, materyalist ama Murksy amcanız gibi tam olmayan Hobbesʼa ilham kaynağı oldu. Senin cahilliğin kardinal sayılarla bile ölçülemez. Git Murksy amcanın yanına sor ʻkardinal ne?ʼ Burjuva sevdalısı bülbül sizler gibi öter: ʻʻ Dünya orta sınıflıları hepiniz AYNI olun, hepiniz BİR olun!
Oldu Marksy oldu. Hatta sen dedin diye değil, Kapitalistler bu yavşakların hepsini AYNI, hepsini BİR yaptı.
Hadi yavrum ʻ37 Anonim 8 Nisanʼ, Özgür ve Köle Üniversitelere koş. Tabii, bu üniversite isimleri aile içi kavgada verilen isimler. Aslında her ikisi de hiyerarşi ve çoğunluğu sadık köpek olan mahlukları üretme fabrikaları.
Daha ilk başlangıçta üniversite tapınaktı. Çok atlarsam Orta Çağda, bilgi isteyenin istediği yere gidip istediğini öğrenmesine engel olmak isteyen Üniversite, diploma ve Devlet denetimi alçaklığına başvurdu.
SAVAŞ ve SENİN HRISTİYANLIĞIN.
Hobbes bile ilk devletin sulh sağlamak için ortaya çıktığnı ileri sürdü. Uyu kara cahil uyu. Ama sen ve bu site dahileri nerde, beyni küçük Hobbes nerde? Sen daha henüz küreselleşmenin altında yatanı bile bilmiyorsun: Hepiniz kardeş kardeş otlanmanız için. Savaş rakip düşmanla olur, hepiniz Murksy amcanın dediği gibi AYNI ve BİR olsanız savaş kime karşı olacak?
Aşağıdaki alıntılar okyanusta damlalar.
Sizin sulh sevme, cennet sevme, bolluk sevmeden başka bir çareniz var mı orta sınıflı zifiri kara cahil ʻ37 Anonimʼ? Bir kadın yazar sizlerin ʻiyi yaşamak için yaşamaktan vazgeçen orta sınıflılarʼ olduğunuzu çoktan yüzünüze yağdırıp serinletti. Aynı kadın, Murksy amcanızın gammazlığını da yüzüne tükürdü. Murksy ise, iş işten geçtikten ihbarcılığını itiraf etti.
ʻʻwhen it came to describing the Savages’ customs. Explorers or missionaries, merchants or learned travelers, from the 1 6th century until the (recent) end of world conquest, all agreed on one point: whether Americans (from Alaska to Tierra del Fuego) or Africans, Siberians from the steppes or Melanesians from the isles, nomads from the Australian deserts or sedentary farmers from the jungles o f New Guinea, primitive peoples were always presented as passionately devoted to war; it was their particularly bellicose character that struck European observers without exception. From the enormous documentary accumulation gathered in chronicles, travel literature, reports from priests and pastors, soldiers or peddlers, one image continuously emerged from the infinite diversity of the cultures described: that of the warrior. An image dominant enough to induce a sociological observation: primitive societies are violent societies; their social being is a being-for-war.ˮ
…
The consequence of this pedagogy of violence was a major one for a missionary priest: hardly prepared to practice Christian virtues, the Abipone actively avoided the ethics of loving one another. Christianization, writes the Jesuit, was destined to failure: . . . the young Abipone are an obstacle to the progress of religion. In their ardent desire for military glory and spoils, they are avidly cutting the heads of the Spanish and destroying their carts and their fields . . .
…
ʻʻThe French Jesuits experienced the same disappointments in these regions as their German and Spanish counterparts in the Chaco a century later. Wanting to stop the war that their allies the Huron were waging on the Iroquois, and at the very least save the prisoners of war from the terrible tortures that the victors would inflict, they systematically attempted to buy back the Iroquois captives from the Huron. To such an offer of ransom, here is what an indignant Huron chief answered:
I am a man of war and not a merchant, I have come to fi ght and not to bargain; my glory is not in bringing back presents, but in bringing back prisoners, and leaving, I can touch neither your hatchets nor your cauldrons; if you want our prisoners so much, take them, I still have enough courage to find others; if the enemy takes my life, it will be said in the country that since Ontonio took our prisoners, we threw ourselves into death to get others.ʼʼ
Hadi bunları bilmemen sonsuz normal de, Türk tarihi cahilliğini ne AtıTürk baban ne de Mursky amcan affeder!
Bizans tarihçisi dalkavukluğunu ettiği saray mensuplarına ʻaman Türklere bulaşmayın, bunlar için en büyük şeref savaş meydanunda ölmekʼ öğütü verir. İran tarihinde Turan adını verdikleri Türkler de öyle, ya mubarek karalar karası cahil ʻ37 Anonimʼ. Sen hatta üniversitelrden de vazgeç. Bu site müdürünün Stalinci günleri hikayelerini oku. Stalin neden Baharınev yerine 7. enternasyole Boklunevi gönderdi? … Lenin neden çayını çok şekerli içerdi? Gebermesinin nedeni ölümüne neden olduklarının akrabalarının bedduası mı yoksa bilim adam-karılarımızın araştırmaları falan filanla iddia ettikleri çok şeker mi?… … Jakmioff diş fırçasını hangi cebinde taşırdı… Güncel hikayeler de fena değil. Hocamız 60’lardaki çevre sorunlarına 2010 yıllarında taş uykusundan uyanıp baktığında…,. Hocamızın sarı yeleklilerin yeni devrim paradigması yaratma tez, antitez, sentezi yine tez falan filanını ileri sürdü…. Hocamızın kasap Troçkinin 21. yüzyıla kadar kuyruğunun altına sığınmış S. Amin kasidesini yazdı… Hepsi ayıplarını örten ayıp donları. Görmezsen yok Berkeley quoi.
Tabii bu eski Stalinci asla Bol-çeviklerin neden çocukların seks isteklerini ileriye bırakmalarını istediklerini anlamamıştır bile. Kendisi de, bütün orta sınıflılar gibi, gelecekteki başarı için anındaki arzularını daima bastırdığından ve yöneticilerin işine gelen sapıklığı içermiş olduğundan doğal bulmuştur. Kendisi bilmediği için var olmayan, kendisi bilmediği için doğru olmayanlar, daha binlercesi var.
SON ZAMANLARIN (aslında 70ʼlerde başladı) AFYONU, KADINCILIK
Bu konu misalleri de çok hatta çok uzun. Kısa keseceğim. Kara cahiller asıl cennet olan cahillik saadet cennetine çokta kavuşmuşlar ama cahil olduklarından onu bile bilmiyorlar.
Yazının tümüne ʻ Radical Anthropology Groupʼdan indirip okumaya-bilirsiniz.
Uyarı: İçinde ʻ4 ayak iyi, iki ayak kötüʼ bakire komünist marşı yok; ʻkahrolsun emperyalizm!ʼ, ʻkahrolsun kapitalizmʼ, ʻyaşasın işçilerʼ, ʻyaşasın işçilere aydınlık saçan biz aydınlar!ʼ, ʻyaşasın komünistler!ʼ, ʻyaşasın yoldaşlarımız anarşistlerʼ gibi ateşli sloganlar yok.
Joan Bamberger
The Myth of Matriarchy: Why Men Rule in Primitive Society
Çok kısa bir alıntı:
ʻʻIroquois women played a decisive role in lineage and village politics. Yet in spite of the substantial power wielded by women, men were chosen consistently as political leaders. At most, the Iroquois today are considered a “quasi-matriarchy”
Çok benzeri bir gözlemi bir Marksist antropolog Afrika’da yaptı. Gıdaların %80ʼnini kadınlar temin ettikleri halde politik güç erkeklerin elinde. Neden? O buldu, siz bulun büyük beyinli kara cahiller.
Ben daha da ileri gideceğim. Zamanın ölü balığı olan dört dörtlük burjuva Murksy amcanız bütün ʻekonomi efendim, ekonomiʼ dırdırlarına ve insanı tür varlığı olarak tanımlamasına rağmen toplumun tür olarak varlığını idame etmede onsuz unut gitsin olan, özellikle kapitalist-burjuva devrinde ailenin bütün işlerin yaparak erkeğin fabrikalarda köleliğini sağlayan, çocuğa dil öğreten, çocuğu sosyalleştiren kadının ekeonomide adı geçmez.
Siz orta sınıflar için doğada olanları babanız Darwin anlatır, Darwinʼin doğasını topluma tercüme eden Murksy babanız da toplumda olanları.
Bu sitede toplumculuk taraftarı fiyakasından geçilmeyen cahil dahilere defalarca basit bir soru sordum. Neden yürüyen otomobilden hızlı gider? Bırak şu, on bin yıllık kim başkan olacağının saray civarındakiler arasındaki dedikoduları kadar tatsız, yavan, sıkıcı, enayilerin dilinden düşmeyen otomobil peri masallarını! Haydi Murksyst Argüman,ʻHic Rhodus!ʼ. Atla bakalım görelim boyunu. Sizler gibi otomobil şakşakçıların bu soruya cevap verememsi çok utandırıcı.
Köle Üniversitesinde cevabı bilen olabilir ama daima akımlara yüzen ve beyinleri nanteknoloijiyle temizlenmişlerin Özgür Üniversetisinde asla.
If you criticise the anti-civilizationism, it’s just because you don’t understand it. Because you’re an ignorant!
At least, that’s what I would say, if I was a foul-mouthed chattering zır mad.
“İstanbul bir gün elbet fethedilecektir. Onu fetheden devrimci ne güzel devrimci ve onun devrimi ne güzel devrimdir!”
Hz. Marks (s.a.v.)
“Kostantiniyye İnkılâbı” hadisi
Sahih-i Buharin
Doğu Perinçek’e İmamoğlu cevabım!
Sabahattin Önkibar
Aydınlık Gazetesi, 10.4.2019
Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek önceki akşam Ulusal Kanal’da Ekrem İmamoğlu’nun Amerikan projesi olduğunu söyledi ve delil olarak şunları sundu:
*Ekrem İmamoğlu’nun, “İstanbul Ankara’dan yönetilemez” ifadesi.
*Bartholomeos’u ziyaret etmesi.
Doğu bey aynı TV programında ismimizi zikrederek Aydınlık Gazetesi yazarı olarak Ekrem İmamoğlu’na destek verdiğimizin altını çizdi.
‘İSTANBUL ANKARA’DAN YÖNETİLEMEZ’
Ekrem İmamoğu’nun “İstanbul Ankara’dan yönetilemez” ifadesinden eşittir “Washington’dan yönetilmesini istiyor” gibi bir sonucu çıkarmak çok ileri bir yorumdur ki bu ve benzer ifadeleri yakın geçmişte merkez sağdakiler dahil pek çok siyasetçi mahalli seçimlerde kullanmıştır.
İlaveten Ekrem İmamoğlu’nun o ifade ile kastının “Tayyip Erdoğan’ın Ankara’dan İstanbul’u yönetmesine itiraz etmesidir” şeklinde olduğu yönünde bir değerlendirmeyi yakın çevresinden dinledim.
Keza Bartholomeos’u ziyareti ise seçime girecek olan bir siyasetçi için olağandır.
Söylemek istediğimiz bu iki soyut verinin İmamoğlu hakkındaki, “Amerikancıdır” hükmüne yetmeyeceğidir.
Tam bu noktada soralım:
İMAMOĞLU BUNLARI MI YAPTI?
1) Ekrem İmamoğlu, Tayyip Erdoğan misali devlette hiçbir görevi yokken ABD Başkanı tarafından Beyaz Saray’da ağırlandı mı?
2) Ekrem İmamoğlu, mevcut iktidarın devleti FETÖ’ye teslim etmesi misali, yönettiği Beylikdüzü Belediyesi’ni FETÖ’ye teslim etti mi, PKK’yı kadrolaştırdı mı?
3) Ekrem İmamoğlu yine Erdoğan ve benzerlerinin geçmişte yaptığı gibi seçim öncesi ABD’ye gidip malum merkezlerden destek talep etti mi?
4) Ekrem İmamoğlu’nun FETÖ, PKK ve ABD ile zere bir bağı ve ilişkisi olsa bütün istihbarat bilgilerini elinde tutan AKP iktidarı susar mıydı ve seçim sürecinde ortaya dökmez miydi?
5) Ekrem İmamoğlu, Binali Yıldırım gibi kanunda hile yaparak FETÖ’cü bir militan olan Alpaslan Altan’ı bir aylığına Ulaştırma Bakanlığı’nda müsteşar yardımcısı yapıp, hemen akabinde Anayasa Mahkemesi üyesi olmasının önünü açmış mıdır?
HALKIN YENİ LİDER ADAYI
Bütün bu soruların cevabı , “Hayır” ise, iki isim yani Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasında hangisini tercih etmemiz gerekiyor gün gibi ortada değil mi?
Kuşkusuz, “Oyum ne ona, ne ona” denilebilir ve daha ideal adaylar gösterilebilir lakin reel politik diye bir realite var. “Hayır ben onu tanımam” derseniz, işte o zaman cemiyetten ayrışıp cemaat olursunuz.
Bakın ben Ekrem İmamoğlu’nun avukatı değilim.
Hiçbir özel yakınlığım yok.
Ona verdiğim destek ise eski ifade ile ferasetine güvendiğim Türk Milletinin onu oyuyla lider adayı olarak tescilleyip topluma sunmasıdır.
31 Mart sürecinde yapılan büyük iletişim taaruz ve karartmalara rağmen İstanbul’da AKP’den seçimi almak siyasal İslamcı anlayışa karşı zafer kazanmaktır.
LAİKLİK VE ATATÜRK İÇİN ÜMİT IŞIĞI!
Evet Türk Milleti sözde münevverleri ile burjuvazisinin yapamadığını yaptı ve topluma bir lider adayı sundu.
Benim önemsediğim ve desteklediğim husus budur.
Kuşkusuz CHP içinde FETÖ-PKK-ABD yardakçısı bir damar var ve Sayın Perinçek orada yüzde yüz haklıdır. Ancak çok iyi araştırdım Ekrem İmamoğlu o damardan değil.
Hülasa halifelik ihyasının bile dillerde olduğu bir dinci dönüşüm sürecinde Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaşların aldığı oylar, gerçekte laikliği ve Atatürk’ü yaşatma adına milletin yarınlarımız adına yaktığı ümit ışıklarıdır…
https://www.aydinlik.com.tr/dogu-perincek-e-imamoglu-cevabim-sabahattin-onkibar-kose-yazilari-nisan-2019
Kültürsüz – yani taklit[ler]ci – bir toplum:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürsüzlüktür”
– Atıtürk
Siz hala annenizin margarinini – pardon başka medeniyetlerin (Arap, Fars, Bizans, Fransız, Rus vb) ideolojik ürünlerini mi kullanıyorsunuz?
Türk toplumu Arab[ça]dan “din”, Fars[ça]dan “padişah”lık, Bizans’tan “İstanbul”, Fransız[ca]dan “laisizm”, Rus[ça]dan da “Bolşevizm” ithal etmiştir.
Bu nedenle bu “topraklar”da “Arab Baharı”, “İran Devrimi”, “Çağ Açan Fetih”, “Fransız Devrimi”, “Ekim Devrimi” gibi “kökü dışarıda” olan sosyalist / burjuva demokratik devrimlerin “kök salması”, ve hatta yenilgi ve “karşıdevrim”le sonuçlansa bile patlak vermesi mümkün olmuyor.
Peki en fazla ne mümkün olabiliyor?
Oy oranları nedeniyle sandığın, “Gezi”, “Kobani” gibi kitlesel eylemler nedeniyle halkın, [F]ETÖ darbeleri sonucu da bürokratik devlet sınıfının karpuz gibi ikiye bölünmesi durumlarında tüm bunların dışında kalan birilerinin arada bir rahat nefes alabilmesi.
Ali Koç: Ülke karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş durumda
18.12.2017
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanvekili ve Fenerbahçe Spor Kulübü Başkan adayı Ali Koç, 50 yaşında olduğunu belirterek “Ülkemde hiç bu kadar ayrışmayı görmedim. Ülke karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş durumda” dedi.
Ali Koç, YGA Zirvesi’nde yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı:
“Sizin içinizde o kadar değişik tarzdan, eğitimden, disiplinden gelen insan var. Ama yek vücut olarak da aynı kültür aynı değerler ve aynı hedefler üzerinde birleşmişsiniz. Atatürk ne diyor? ‘Bütün ümidim gençliktedir.’ Bu da doğru. Bugün de öyle olacak, yüzyıllar sonra da öyle olacak. Çünkü bir kurumu, bir partiyi, bir futbol takımını, bir aileyi farklılaştıran içindeki insan sermayesi, kalitesi, yapısı. Dolayısıyla bizim insan kalitemiz, sermayemiz ne kadar iyi olursa ülkemiz de o kadar ileri gidecek.
‘SİZ ÜLKENİN ÇİMENTOSUSUNUZ’
Karpuz gibi ortadan ayrışmış vaziyetteyiz. Ben 50 yaşındayım, hayatım boyunca bu kadar ayrışmayı görmedim. Dolayısıyla siz ülkenin çimentosusunuz.”
‘BİZİ AYRIŞTIRMAK ÇOK KOLAY’
Türkiye’nin ‘milli değerlerinin çok olmadığını’ savunan Koç, şöyle devam etti:
“Yani hangi kesimden gelirseniz gelin altına imza atabileceğimiz değerlerimiz ne yazık ki az. Ne gibi değerlerden bahsediyorum= Türkiye’nin yazılım konusunda ilk 10 ülkeden biri olması veya dünyada sahilleri denizleri en güzel ülke olması, kişi başına düşen ağaç sayısı, 2023 hedefleri gibi dünyanın en önemli ekonomisinden biri olmak gibi hedeflerimiz çok az. Dolayısıyla bizi ayrıştırmak çok kolay.”
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201712181031448897-ali-koc-turkiye-karpuz-gibi-bolunmus/
It was very wise of you to acquiesce to the most obvious fact that you don’t have even an iota of knowledge regarding anti-civilization by responding, like all others in this site, briefly but intensely. I am also absolutely sure that the only thing you know about civilization itself is a list of gadgets such as automobiles, computers, airplanes etc. Even then, exactly like all others, you didn’t know why walking is faster than driving an automobile. But rest assured that this is absolutely normal since the knowledge among civilized people pass from a minority to a minority and the rest like you and the people in this site are nothing but voyeurs. You participate in the paroxysmal excitement of your idols vicariously, you people are exactly like the spectators watching the gladiators during Roman times and singing ʻʻcivilization is good, anti-civilization is badˮ virgin Marxist and virgin anarchist national anthem.
I too will confess that I really was touched how, à la California, you invoked your very personal human right, your very personal human dignity and your very personal human freedom to chastise me for telling it like it is. You are right that we now live in an age where indifference passes as tolerance and that I should tolerate your total lack of knowledge, alas! even worse, like all in this site, your absolute lack of understanding of what I am talking about.
But here and there I see some imprvement. For instance a big brain who is
se historical knowledge stops in 19th century and even 1917 has recently written,
ʻʻ İnsanlık tarihi yüz binlerce yılı kapsar. Toplumların tarihi ise on binlerce yılı. Devletli toplumun tarihi ise sadece on bin yılı.ˮ thereby he
Tamamen hatalı bir bakış açınız var. İnsanlık tarihi yüz binlerce yılı kapsar. Toplumların tarihi ise on binlerce yılı. Devletli toplumun tarihi ise sadece on bin yılı. Devlet dediğiniz şey saydıklarınızın hepsinde bir ayak bağıdır. Size Rudolf Rocker’in Kaos Yayınları’ndan yeni çıkan Milliyetçilik ve Toplum kitabını okumanızı salık veririm. Sorularınızın hepsinin yanıtı orada var. Burada iuse yanıtlamam çok uçun sürer.
Except of course site’s big brain, a monkey see monkey do par excellence, who recently
slipped
that is built in the genes of tinkerersthe genetic knowledege what I am talking about , sauf morons like you simply because you are a, albeit surplus, human being.e
is to your facedignity,
Amarà
participating in your masters’ joys and therir cockyness as in the case of Trump pripartyou could simply be a cheerful robot and
that sauf for praising, really accomplished wonders like, you don’t know anything except to by cheering them hope ing to be included asd a cheerful robotthe
the really civilized (otomobil etc.) people who did really contributed to the advancement of the Humanity by and really yed of the opinion that sauf for praising itI was though, very touched by your, à la California, invocation of human rights, human dignity, and human freedom etc. to subtly chastise me for having said so. You certainly succeded in reminding me that we live in an age where indifference passes as tolerance and that I should tolarate morons like you simply because you are a, albeit surplus, human being.
“civilization is good, anti-civilization is bad”
No.
There are good sides and bad sides of civilization and anti-civilizationism.
There is no need to say something else about all this.
But obviously there is need to cut the unnecessary chatter.
O zaman polisliği bırak ve yayınla
O zaman kafka öcülüğü yapmayı bırak ve yayınla
O zaman sitendeki çabucak bıkıp konu değiştiren yoldaşlarının zaafına şerbet dağıtma
Bir örgütün propagandasını yapmak asla söz konusu değildir. Terör kavramı siyasi literatüre
Büyük Fransız Devrimi
Büyük Fransız Devrimi
Büyük Fransız Devrimi
(tekrar edersen olurmuş bağıl inanç)
Büyük Fransız Devrimi döneminde girmiştir
ve bir türlü çıkmıyor.
Bakın mesela Bolşeviklere, bakın Trump’a vb.
Ama biz devrimi kanla değil akılla yapacağız.
Eğer Büyük Fransız Devrimi kardeşlik, eşitlik, özgürlük yerine SARI YELEKLŞLERİ ürettiyse bu da tarihin terörü sayılır veya allahın işine akıl ermez.
Bütün bunlar varken, benim suçum ne?
l
ʻ39 anonimʼ kara cahil mi, yoksa günümüzde en şiddetli insan saldırısı olan çocuklaştırma mekanizması kurbanı mı? Belki de her ikisi. Çünkü artık televizyon-okul anne-babadan doğup televizyon-okul-sosyal medya sütüyle büyümemiş bir varlığa rastlamak imkansız.
Bu saldırıda en etkili silah kelimeler veya dil. Eleştiri ruhu olmayan, televizyon-okulda büyümüş, bir mesleğe kapak attıktan sonra aydın olma sevdasına düşenler enfermasyonu bilgi, bilgiyi de anlama sanar, işi kolaylaştırırlar.
Örneğin en ucuz meta olan enfarmasyon dilinden ʻbilinçaltı, bilinçyanı, bilinçkaradeliğiʼ ve ʻözündeʼ gibi bebek emzikleri.
Bakalım şu bilinçaltı neymiş.
Bilinçaltı, hemen başlangıçta, resim ve güzel sanatlar, edebiyat ve şiir, sinema ve hatta sosyal bilimlerde bile bir nevi altın madeni olan psikanalizin göz bebeği.
Genel çerçeve içinde bakıldığında, 19. yüzyıl modern bilim herşey sayıdır çılgınlığı içinde taş üstünde taş bırakmayan, zenginlikten dolayı güzellik salonları kadar artan okulların hızla ürettikleri orta sınıf ʻgerçek ve materyalist ve idealist dünyaʼ meraklıları aydınlar. Bu aydınlar, herkesin kendileri gibi süper insanlar olacağına inanırlar. Ayaklarına o zaman takılanlar eski aydınlatıcılar, dinciler. Aynı şimdiki Türkiye gibi, bu sitedeki AtıTürk, Bakire Marks, Bakire Anarşist lak lakları.
Tarih açısından bakıldığında, Aydınlık Devriʼnin adı Zerdüşlüğe uzanır. Zerdüşlükten Yahudiliğe, ondan da Hrıstiyanlık ve İslamʼa geçer ve nihayet Greklerden hız alıp Orta Çağ üzerinden atlayan sarışın mavi gözlü Avrupalıların özel mülkiyeti olur. Aydınlık Devriʼnin diğer bir adı da Akıl Devri. Bu Aydınlar kolonilerden akan servetleri görünce coştular, aynı bu sitede bolluğa kavuşmuş taklitçileri orta sınıf aydınları gibi büyük beyinlerinde ʻherkes bizim gibi rahat olsa ne iyi olurʼ şimşeği çaktı. Akıllarını yürütmeyi bir türlü durduramadılar. İnsanlar arasındaki sefaleti, savaşları, baskıyı, sömürüyü ve bütün falan filan öcülerin nedenini akıl yürütmeyen işi imanla halleden dinlerde buldular. Artık insan her şeyi akıl süzgeçinden geçirip endüstri ve teknolojiyle bolluğa erişebilirdi. Allahı yere indirip sayısız allahlar arasında eşitlik yararttılar : para, okul, bilim, bilim adamı, bilim karısı, birbirini yiyen başkanlar, güzel ses, çok gol atan, işçi sınıfı, emek, solcu devrimci, sağcı devrimci, dahi, yaratıcı, bulucu, püfürpüfüreserler, uzman X Y Z… çok tanrılı din, quoi. Cenneti yere indirip aynı eski dinciler gibi tarihin, yani zamanın, sonuna koydular. ʻKahrolsun rahiplerʼ, ʻkahrolsun dinlerʼ, ʻkahrolsun Kiliseʼ, … ʻkahrolsun Erdoğanʼ naraları attılar.
Gel zaman git zaman bu bolluk daha bolluk olur ama kötülükler de daha da kötü olurlar. Aradan 2 yüz yıl geçmesine rağmen materyalist-ideal ümit gerçekleşmez. Altın madeni olan akıl yürütme ve modern bilimden vazgeçmek istmeyen iki koca kelle, Freud ve Marks, gerçek bilim adam-karılarına yakışır bir şüpheyle, bu işin içinde bir bit yeniği var diye balıklama derinlere dalarlar. Biri suçu insana asıl motor olan insan bilinçaltında bulur, diğeri suçu tarihin asıl motoru tarih altında yatan sınıf kavgasında bulur.
Not: Aynı şeyi Nietzsche de görür ama…
Bakalım bu bilinçaltını kullananlar okul-televizyon çocukları gibi saflar mı?
Edebiyatta 20. yüzyılın en büyük bilinçaltı ırmağı (solcu devrimcilerin kızlarına verdikleri durmaksızın değişme çağrıştırması yapan cici bici isimlerle karıştırmayın) yazarına bilinçaltı sırları hakkında ne düşündüğünü sordular.
– Pooh-pooh, sanki sonsuz bilinç (-üstü) sırlarını hallettik!
Şahane bir filozof da psikanaliz hakkında şunu söyler: ʻʻinsanın çirkin iç dünyasını bu kadar güzel açığa vuran bir teori, doğru da olsa yanlış da, sonsuz çekici.ˮ
Sayın ʻ39 anonimʼ zamanımızda hâlâ şiddetle esen yaratıcılık, yenilik, ilk ve tek olma, özellikle İLERLEME çılgınlığı, 19. yüzyılda daha da şiddetli eserdi.
Bence, bu solcu, devrimci, bakire Marksist, bakire anarşistlik sitesindeki bilinç-üstü ırmağında akan atıkları anlamak kendi başına bir mucize.
Bence, bilinçaltı emziği, benim gibi hiç bir şey anlamayan salakları avutmak için imal edildi. Anlamadıklarım mutlaka bilinçaltı kaosundan sıçramıştır diye kendimi avutuyorum.
Şimdi de çok beğendiğim iki Marksist tarhçiden alıntılar.
Blakeʼden ilham alan E. P. Thompson bu sitedeki gibi salt kazananlar tarihini bilen orta sınıflılara sorar: ʻʻKimin mantığı?ˮ
Marksist tarihçi C. Hill ünlü ʻThe World Turned Upside Downʼ kitabında, Püfürpüfüreserʼin Sarı Yeleklilerinden çok daha önce meyhanelerde toplanan devrimcileri anlatır.
İşte hayran olduğum bir alıntı:
Meyhanede biri ʻbize akıl vermek için püfürpüfüreserler lazımʼ der. Bir kunduracı ʻpüfürpüfüreserleri boş ver, onlar hep güçlülerin tarafını tutarlarʼ diye uyarır. 20. yüzyılda E. P. Thompson da ʻdaha henüz kunduracının meydan okumasına bir yanıt getirmiş değilizʼ diye dert yanar. Tabii, E. P. Thompson, Türk püfürpüfüreserler ve devrim uzmanı bakire Marksist ve anarşistleri bilmeyen bir cahil.
C. Hill, akıl yürütmenin allahını bilen meyhanedeki (kim ʻʻalimler ulemalar medresede aradılar, ben meyhanede buldumˮ dedi acaba?) devrimcilerin daha sonra okul-televizyonda deliler oarak tanıtıldığını söyler. ʻPipsqueakʼin dediklerinden gocunanların onu zır deli veya bunamış ilan ettikleri gibi. Kelimelerle dünya yaratmanın gücünü görüyor musun ʻ39 anonimʼ? Benzeri olarak romantikler akıl yürütmeye karşı isyan ettiler ama akıl yürütmede eşsizlerdi.
Bu site kıçı sıkı kuru kafalılara tekrar hatırlatayım: E. P. Thompson sordu: ʻKimin mantığı?ʼ
Bakire anarşist ve bakire marksistler, ne kadar kıvırırsa kıvırsınlar, bu sitenin mantığı, İLERLEME ve dolayısıyla KAZANANLAR mantığı.
NAKARATIM: BU SİTEDEKİ BİLİNÇ-ÜSTLÜLERİN KENDİLERİNDEN DAHA DA BİLİNÇÜSTÜNLERLE KAVGALARINDA TARAFTAR TOPLAMA MUHABBET TELLALLIĞI ÇOK İĞRENÇ!
Döneyim bu bilinçaltı-üstü seks konusuna, yani sadede geleyim.
Her coğrafyada ve bütün tarihte iğfal edilen kadınların ve kızların ve hatta küçücük erkek ve kız çocuklar (benim böyle, hatta akraba erkek tecavüzüne uğramış ve çocuğuyla baş başa kalmış çok sayıda kadın arkadaşlarım oldu) varlığı seks açlığına delil olmaya yetmez mi?
Dünyanın dört bucağından şebekeler aracılığyla Avrupa’ya getirilen kadın, kız, küçücük kız ve erkek çocukların fahişeliğe mecbur edilmeleri, dünyanın dört bucağında 10-16 yaşında çoğunluğu kız çocukların sahillerde zengin ülkelerden seks turizmine gelenlerin seks açlığını gidermeleri… seks açlığına delil olmaya yetmez mi?
Bende binlerce sayfa dolduracak salt son 10-15 yıllık videolar ve belgeler var, istersen sana gönderirim.
Tarih boyunca kadın kaçırmalar, medeni dünyada ilk meslek olarak bilinen fahişelik (fahişelerin bulunduğu yere taş üstü işaretler Türkiyeʼde bulundu), harem, Çinʼde ayak deforme etmeler, tapınak fahişeleri, Avrupa ve sonra maymunları Türkler arasında da moda olan ʻmetres tutmaʼ, Japonyaʼda gayşalar, şimdi Hindistan ve Afrikaʼda güruh kadın kız iğfalleri, Gılgamış’ın Enkiduʼyu ʻinsanʼ etmek için bir fahişe göndermesi, manastırlarda yoldan çıkaran kadınları hayal etmekten kurtulmak için kendi kendini döven rahipler, Adem-Havva miti, munafık müslümanlar arasında skandal yaratan Muhammedʼin cennete gittiğinde rastladığı ne kadar bozulsalar da aynı bu site bakire anarşistler ve bakire marksislerin ideali gibi hep bakire kalan kız ve oğlan huriler, İsa’nın tabi olduğu Essene tarikatının kadınlara yasak olması, Aydınlık devrinde doğanʻFaustian Questʼ olarak bilinen Allah olma sevdasını anlatan Goetheʼnin ana karakteri kadın sevdasına düşüp çılgınlıktan vazgeçer (ne var ki zenginler ve devletlerin süt inekleri bilim adam-karıları arasında bu sapıklık hâlâ çok yaygın ve devam etmekte), Danteʼnin Beatrice ʼi, bir Müslüman filozofun ʻʻallaha inamıyorsan bak şu kadın güzelliğine lafı, Güney Afrikalı bir siyah ʻʻbeyazların bir görüşte aşık oldum İLERİ AŞKI geleli, kültürümüz mahfoldu!ˮlafı, taş devri çıplak vahşilerin bile allahların kıskançlıktan yere inip kadınlarını kaçırma mitleri… seks açlığına delil olmaya yetmez mi?
Hayır! Bin defa Hayır! Bunlar ilkelci, anti-medeniyetçi zır deli zırvalamaları. Yoldaşlar, tek önemli olan ʻʻkahrolsun Erdoğan!ˮ, ʻʻyaşasın Islahettin Temiztaş!ˮ; ʻʻkahrolsun kapitalizm!ˮ, ʻʻyaşasın hem sağın hem solun şantaj aleti işçiler!ˮ; ʻʻkahrolsun benim gibi karşı devrimci $ sevenler!ˮ, ʻʻyaşasın Özgür Üniversite!ˮ, ʻʻyaşasın bakire anarşizm!ˮ
ʻ19. yüzyılda artık düşünürler yok, salt düşünme pufpufeserleri varʼ diyen eşsiz H. D. Thoreau, Hindistan filozoflarını (brahminlerini) Batı burnu havada pufpufeserlerle kıyaslar. Günlük hayatta insanlara gerekenleri öğretmede alçaldıklarını hissetmeyen Hindistan filozoflarını çok daha beğenir ve över. Bu sitenin burunlarından düşen bin parça olan medya artistleri burunları havada bıktırıcı devrimci vaazleri verip dururlar. Allah BELKİ bilir ama ben şüphesizim. Bunun nedeni bu devrim gevezelikleri dışında hiçbir şey bilmediklerini örtme taktikleri. Yazılanların %99ʼu 19. yüzyıl laklakları. Blake bunların oyununu çok güzel gördü.
“He who would do good to another must do it in Minute Particulars; General Good is the plea of the scoundrel, hypocrite and flatterer: For Art and Science cannot exist but in minutely organized Particulars.”
― William Blake
Neyse, her cahilin yazısına cevabım gibi uzadıkça uzuyor. Kısa keseyim.
Bence, bakire meraklısı anarşist ve marksistler devrimcilik uyku hapları dağıtacaklarına tarih, antropolji, felsefe, modern bilimciliğin çılgınlığı, robotik, seks açlığı, yapay zeka, transhümanizm, gen kes-yapıştırma cambazlığı, uzay turizmine hazırlık gibi konularda bilgi edinseler fena olmaz. Bu çılgınlıklara coşkunluk içinde katılan klasik Marksistler, sosyalistler, eski Maoist-Marksist-Komünist yeni Konfüçyüsçü Çinliler, Troçkist S. Amirler ve anarşist A. Badiou gibi gam yükü tüccarlarını bir en basit eleştiri eleğinden geçirseler, en azında son zamanlarda merkezi önem taşıyan ekoloji konusunda biraz bilgi edinseler fena olmaz.
Geleyim senin
Seks – özünde – kötü bir şey midir?
ʻʻÖzündeˮ lafın aynı ʻbilinçaltıʼ gibi çok rahatsız edici ama es geçeceğim. Çok kısaca bu ʻözʼ masalı materyalist süt inekleri dalkavuk genetik bilim adam-karılarının konusu oldu. Yani forget it. Zaten felsefede de pek öyle ciddiye alınacak bir kavram değil. Çatı kerestesi veya mobilya ağacın ʻʻözündeˮ mi?
Dah 50-60 yıl önce kadın özünde kısa akıllıydı! Daha 100 yıl önce o meşhur bilinçaltı mühendisi Freudʼa göre eşcinsellik bilimsellik açısından insan doğasına yani özüne aykırıydı.
Her halükârda, ʻözüʼ şimdi materyalist bilim adam-karıları genetik yapıda, evrimde, evrim psikolojisinde arıyorlar. Biliyorsun bu dalkavuk bilim adam-karıları ne arasalar mutlaka bulurlar.
Nihayet soruna cevap. Seks açlığının nedeni seksin zevkli olması.
Benim sana sorum : bu sayfada okyanusta bir damla olacak kadar saydığım erkeklerin seks sapıklığını kadınlar arasında görüyor musun ? Erkek fahişeler bile genelde erkek seks açlığını giderirler.
Ve nihayet bu boş laflarımın dünyasından sizi meşhur, el değmemiş, bakire, öz mü öz ʻgerçekʼ dünyaya dönelim:
[73% des femmes ressentent des douleurs pendant les rapports sexuels. C’est le pourcentage de femmes qui disent ressentir ou avoir déjà ressenti des douleurs pendant leurs rapports sexuels. Selon une récente étude réalisée sur un panel de 1 200 Britanniques pour la marque Durex, plus de 73% des femmes connaissent ou ont déjà connu des maux pendant leurs rapports sexuels.]
Kisa tercüme :
1200 İngiliz panelde yapılan son bir çalışmaya göre, kadınların% 73’ünden fazlası seks sırasında acı çekmekteler.
Buna en iyi çözümünü eski Maoist-Marksist-Komünist yeni Konfüçyüsçü cin gibi Çinliler çoktan buldular ve trilyonlar (tabii $) kazanmaktalar : Sex Toys!
Marksist dahiler göre, benim gibi tutucular, yobazlar, geri zekalılar, geleneksel toplumlar falan filan alt yapı teknolojik ıvır zıvırlarını kendileri yaptıkları halde yeniliklere ayak uydurmada hep geri kalırlarmış. Bir türlü geleneksel alışkanlıkları üstlerinden silkmeyi beceremezlermiş. Hatta Darwin olmasa bunlar hâla 4 ayak üzerinde savannahlarda tur atarlarmış. Hâlâ hayvanlar gibi ʻgerçekʼ kadın-ʻgerçekʼ erkek dünyasında yaşarlarmış.
Diğer taraftan köküne kadar materyalist-laik-doğal olan bu site bakire anarşistleri, bakir Marksistleri, yaşına rağmen genç solcu devrimci ve püfürpüfüreser, A. Bidon, S. Aman cesurlar için doğada maddeden oluşan kadınla fabrikada maddeden oluşan elektronik-plastik kadın arasında fark yoktur. Bu çılgınlara göre tek fark İLERİCİLİK/GERİCİLİK.
Sana tavsiyem etrafta vızıldayan kelimeleri haybe sanma. Bak şu bilinçaltı lafın bile senin ne kadar eleştiri ruhundan mahrum olduğunu gösterdi. Sindirim, sinir, kan dolaşımı sistemleri ve binlerce diğer bedeninde olan bitenlerin trilyonların varlığını ta hasta olana kadar bilmezsin bile, onlar da mı senin bilinçaltında? Sonra bu bilinçaltı bilinçüstü sınır polisliğini kim yapar, içine attığında kim ayıklar? Nasıl oluyor da bu sınır polisi farkı biliyor ama sen bilmiyorsun?
Haydi artık biraz da gülelim. Bu fıkrayı çok sevdiğimiz ve dünyanın bin bir yerine orkestra yönetmesi için davet edilen ve evli olduğu diğer çok sevdiğimiz piyanocu iki eşcinseller anlattı. Bir kadın diğerine dert yanar. Yahu doğru dürüst kafası çalışan bir erkek bulmak neden çok zor? Diğeri cevap verir: ʻHepsinin erkek sevgilileri varʼ.
Bir adam 500 boş sayfalık ʻErkekler seks düşümediklerinde ne düşünürler ?ʼ adlı bir kitap yazdı, satışlardan köşeyi döndü.
Postmodern erkek-kadın ilişksi uzun havası: Erkek kadına döner ʻsana deli gibi aşığımʼ der. Kadın sorar: ʻson zamanlarda Barbara Cartlanʼı mı okuyorsun?ʼ
Kadın erkek sevişir, iş biter, erkek sorar: ʻBen ilkim değil mi? Kadın sorar, ʻneden hepiniz aynı soruyu soruyorsunuz?ʼ
Sen de öyle yaşamadığına göre anlaşılan doğaya veya “taş devri”ne dönmemizi önermiyorsun.
“Medeni hayat”ı yaşamamızı zaten önermiyorsun.
Öyleyse ne yapmamızı öneriyorsun?
Bir ömür boyu böyle oturup çene çalmamızı mı?
“İnsanlık tarihi yüz binlerce yılı kapsar. Toplumların tarihi ise on binlerce yılı. Devletli toplumun tarihi ise sadece on bin yılı.”
Evrenin tarihi – Büyük Patlama teorisine göre – yaklaşık 15-20 milyar yılı kapsar. Dünyadaki yaşamın tarihi ise birkaç milyar yılı. İnsanlık tarihi ise sadece yüz binlerce yılı.
İki soru var. Birincisi ʻʻya/ya daˮ veya ʻʻüçüncü halin imkansızlığı ilkesiˮ. Bu beni şaşırttı dersem yalan. Bu sitede sol devrimciliği horozları öter de öter ama en derin değişmeleri bile bilmezler, kara cahillikleri en büyük kozları. Hegel (ve hem Marksistle hem de anarşistlerin babası Marks) klasik ve statik mantık veya akıl yürüme dia-lak-lak-tak-tük mantığı kullandılar.
İkincisi, sitenin bakire Marksist, bakire anarşist hak yolu yoldaşlarını arkana almak için tam bir yiğit Türk erkeği gibi hemen maslahatını çıkarıp bana meydan okuman.
Her iki sorunda sonsuz zırvaladığın apaçık: Maslahatına en yakın örnek sitenin kendisi: Dünyanın durumundan dert yananların çene çalma sitesi. Bu sitedenin tipik bilgisel ve entelektüel yoksulluğuna şahane bir örneksin.
Medeni toplumlarda son 5-7 bin yıl düşünürlerin ele aldıkları soru: kaos, acı çekme ve saçmalığın egemen olduğu dünyada insan nasıl yaşayabilir?
Bu soruların ifade şekilleri sonsuz, getirilen cevaplar sonsuz.
Ama bu sitenin muhabbet tellalları bakire marksist, bakire anarşist yorumcu uzmanlar ve üniversite püfürpüfüreserleri hemen son iki yüzyıllık kendileri kadar yavan cevapları külahlarından çıkarır, ʻspecial effectsʼ yerel dedikodu süsleri katarak kendileri gibi evcil, uslu, iyi aile çocukları siz orta sınıflara eğlence olurlar. Senin bunu görmeyip benim çene çalmama saldırmanın nedeni bu.
Diğer örnekler.
Bir psikoloji okulu, siz orta sınıf çocukların yetiştirmesi için biyolojik anne-babaların ve toplumsal anne-baba Devlet ve okulun çocuk büyütmede istikrarlı olmayı, çocukların sorularına keyfi değil tutumlu, net ve açık cevaplar verme falan filan öğütleri verir. Benim dilimde sizlerin ilkokul, ortaokul, lise bitirip bir işe kapak atmak için üniversiteye gidip meslek diploması almayı, evlenmeyi, mümkünse sarışın mavi gözlü iki çocuk yapmayı, süpermarketlerde ıvır zıvır avcı-toplayıcılığına gitmeyi, tatil evi almayı, bilgisini gazete ve televizyon ve diğer medyadan toplamayı öğretmelerini salık verir.
Bunu televizyonda duyan genç baba sarışın karısına ʻʻşekerim, bundan böyle kızımız Ebruʼnun (Esra veya binlerce yeni cici bici isimler oalabilir) sorularına net ve açık cevaplar verelimˮ der. Yatağa giderler bir iki saat sonra 9 yaşındaki kız uyandırır ve sorar : ʻʻNeden dünyada bu kadar sefillik var?ˮ iki anne-baba daha henüz medeniyetin en sona girdabı modaya yakalanmamışlar. Bibirlerine bakıp, ʻaman allahım şimdi ne yapacağız?ˮ derler.
Bu sitedeki, hatta bütün dünya insanları, eski adıyla burjuva yeni adıyla orta sınıflılar. Bunların tamamıyla benimsyip yaşadıkları laiklik, bilimsellik, eğitim sistemi, yasalar, aile yapısı, endüstri, ekonomik sistemi, ulaşım sistemi, sosyoloji, felsefe, biyoloji, kimya, fizik ve yüzlerce diğer benimsedikleri bilgi edinme yolları falan filanlar burjuva yenilikleri. Ne var ki, işleri güçleri burjuva düzenin mükemmel olmadığı çenesi çalarlar. Sor Gün abine, hemen 1789-1917-2019 arası tarih çekmecesinden bir zamanlar emdiği bebek emziğini çıkarır, ağzına tıkar.
Bak sen biyolojik anne-baban ve toplumsal anne-babanun telkinlerinin özü olan çoğunluğa katılma rahatlığı ve yaltakçılığını nasıl ele verdin? Zaten ideolojinin tanımı da o; ideolojiyi yutan, inandığını doğru, gerçek ve doğal sanar.
Adamın biri bir sabah uyanr, kapıdan içeri sarışın mavi gözlü , mini etekli bir kız girer ve ʻbütün arzularını yerine getirmeye geldimʼ der. Adam hep iyi bir bilardocu olmak istermiş, olur. Hep iyi bir futbolcu olmak istermiş, olur, çok et severmiş, bol bol yer. Her çeşit kadınla sevişmek istermiş, sevişir. Sol devrim uzmanı olup seçim analizleri yapmak istermiş, yapar. Diplomalı üniversite püfürpüfüreser olup devrim tarihinde çığır açacak makaleler yazmak istermiş, yazar. Nihayet sorar: ʻYahu ben nerdeyim?’ Kız ʻsen bir araba kazası geçirdin, öldün, öbür dünyaya geldinʼ cevabını verir. Adam ʻama imkansız, burada cehennemde olması gerekli bir sürü insanlar gördüm der. Kız ʻcehennem yok, herkes buraya gelir, cehennem insanların kötülüklerini önleme propagandasıydıʼ der. Bir gün adam hık mık eder, bir türlü isteğini sylemeye cesaret edemez. Kız sezer ve çekinmemesi için cesaret verir.
– Biz ölünce, herşeyin bittiğine inanırdık. Bu saçmalıklara salak dinciler inanırdı. Gerçekten tasavvur ettiğimiz gibi ölmek mümkün mü?
– Tabii, istersen yaparız.
– Peki diğer isteyenler de var mı?
– Çok, hemen hemen hepsi.
– Peki başlangıçtan beri ölmek istemeyenler var mı?
– Var ama çok az.
– Peki, onlar ne yapıyorlar?
– Çene çalıyorlar.
Sen geberen medenilerden birisin. Halihazırda öbür dünyadasın ama hâlâ bütün istediklerini ele geçirme peşindesin. Galiba çene çalmaktansa maaş kazanma ve ücret köleliği çok daha rahat. Doğal anne-baban ve yapay anne-baban seni büyütmede başarılı olmuşlar. Üstelik, benim eleştirilerimin asıl hedefi olan sitenin ucuz ve cahil toplum mühendislerinin kurbanı olmuşsun. Sen de onlar gibi çene çalmaktansa sarı yelekliler ve gezi Parklarında devrim provaları yapıp çene çalmayı tercih ediyorsun.
Affet bu cahilleri, allahım, ne dediklerini bilmiyorlar.
Sayın Zileli,
İlginizi çekeceğini düşündüğüm bir film vizyona girdi: “The Professor and the Madman (Deli ve Dahi)”
IMDb tanıtım adresi: https://www.imdb.com/title/tt5932728/
1857’de ilk basımı yapılan Oxford İngilizce Sözlük’ün hazırlanış öyküsünü anlatan, gerçek olaylardan uyarlanmış bir film.
Leksikograf James Murray (Mel Gibson) ile Doktor William Chester Minor’ın (Sean Penn) nasıl bir araya geldiğini ve sözlüğün oluşum sürecini anlatıyor.
Seyredecek misiniz?
(Eğer filmin internet üzerinden izlenebilir adreslerini soruyorsanız, sinema salonundan el yordamıyla kotarılmış görüntü ve ses kalitesi düşük olan videolar var, hiçbir şey anlaşılmıyor.)
Anti-Medeniyet Restoran’ın Çenesuyu Çorba’sını ve Laf Salata’sını denediniz mi?
Önce bir düzeltme.
ʻʻİnsanlık tarihi yüz binlerce yılı kapsar. Toplumların tarihi ise on binlerce yılı. Devletli toplumun tarihi ise sadece on bin yılı.ʼʼ 48ʼin değil. Beyni 19.yüzyıl ile 20. yüzyıldan Dünyanın En Büyük Bolşevik Devrimiʼnde kırılmış plak gibi takılmış kalmış eski Marksist, yeni bakire Marksist-Anarşist olmuş bir uzman devrimcinin. Bu devrim uzmanı bakire Marksist-Anarşisti kendinin bu ırkçılığını bıkmadan hatırlatan birinin papağanlığını yaparak fiyaka satmasından bir alıntı.
Sen ʻİnsanlık tarihi ise sadece yüz binlerce yılı.ʼ diyerek çuvallasan da hiç değilse ʻDünyanın En Büyük Bolşevik Devrimiʼ nin groupisi bakire Marksist-Anarşist kadar insanlığı ırkçılığın zirvesinde oturup iki yüz yıla indirmemişsin. Ne var ki sen de, bakire Marksist-Anarşist devrim artisti gibi 19. yüzyılın bilimsellik kazazedesi olmuşsun. Bilim adam karılarını çok ciddiye almış, bu süt ineklerinin her gün insanlık tarihini daha geriye götürdüklerinden bile işin ciddiye alınmamasını öğrenmemiş ve bilim cahilliğini bilgiçlik ticaretine çevirmişsin.
Televizyon-okul-internet kes-yapıştırmasıyla genetiği değiştirilmiş ultra modern bilimsel Türk mistik ʻ54 48 ve tarihlerʼ, sufi, derviş, bektaşi, ʻone in allʼ oturma salonunda maddi dünyayla manevi dünya sentezi yapar. 99. kat dairesinde oturmuş koltuğundan hikmet saçar: bir yanda, buz dolabı, çamaşır makinesi, saç kurutma makinesi, elektrik süpürgesi, televizyon, bilgisazar,sarışın mavi gözlü cici bici isimli çocukları madde bolluğu; diğer yanda, elindeki bir zımbırtı ile yerinden bile kıpırdamadan ulaştığı, bankasındaki para ve binlerce diğer (muzik, spor, filim vs) varlıklar dahil, manevi ilişkiler bolluğu içinde, çok yukarı katlardan baktığı için biz pipsqueakleri küçük görüp sonsuz kısa bir hikmet fışkırır: Evrenin tarihi… vs,vs. Yemeği fazla kaçırıdığından evren gibi patlattığı maddenin ruhani hali… falan filan.
Dünyada yüz binlerce mistik benzeri uyarılarda bulundu ve hatta yüz yüze geldikleri hakikatin dille ifadesinin imkansızlığını belirledikleri halde bizim bilimsel Türk mistik ʻ54 48 ve tarihlerʼ gibi işi bir paragrafla kapatıp asıl ıvır zıvır dolu hakikat dünyasına dönmediler. Yüzlerce veya binlerce sayfa yazılarla gördükleri dünyayı biz zavallılara anlatmaya çalıştılar.
Goetheʼnin olmak istediği Hafızʼın 500 sayfayı aşan Divanʼından:
ʻʻÇalgıcıdan, meyden dem vur,
Arayıp durma feleğin sırrını.
Hikmetle çözen çıkmadı;
çıkmayacak zira bu muammayı.ˮ
Hafızʼın aşağıdaki rübaisi bizim internet kazazedesi bilimsel mistik ʻ54 48 ve tarihlerʼe çok daha uyar.
ʻʻGece karanlık;
Dalgalar ürkütüyor,
Girdap korkunç!
Ne bilir halimizi sahilde olanlar!ˮ
Aynı ülkeden diğer bir şair, hemen hemen tam tersi,ʻbu yolu tutanlar asla yorulmazlar, çünkü yol ve amaç aynıʼ der. Bu şairin yazdıkları da kütüphanler doldurur.
Sırra erişen Yunus, eriştikten sonra ʻʻhep Allahʼı aradım, buldum. Peki, şimdi?ˮ der.
Celalledin Rumi de (tercüme aşağı yukarı) ʻʻİçin boş korku içinde uyanırsan, okumaya başlama. Rebabı indir.ˮ der.
Nihayet bu kara cahillik ayıp donunu giyip boyundan büyük laflar eden bilimsel mistik ʻ54 48 ve tarihlerʼe benden bir uyarı. Sorun var olan dünya değil, o dünya bizim dilimizle canlanıp konuşur. Sorun onu dinleyen ve gözleyen bizlerin yorumları.
Bir taş ustası kendi güçsüz ve etkisizliğini düşünüp ateş gibi güçlü olmak ister, olur. Su ateşi söndürür, su olmak ister, su olur. Fırtına gelir suyu darmadağın eder, fırtına olmak ister, olur. Taş fırtınayı durdurur, taş olmak iste, taş olur. Bir ses çekiç sesi duyar, bir taş ustası taşı yontuyor.
ASIL ve SONSUZ BÜYÜK SORUN İSE BU SİTEDEKİ ŞATAFATLI, KENDİNİ BEĞENMIŞ, SAHTE VAKARLILARIN KÜRESEL MİLLİ MARŞI : DEVRİMCİYİM, O HALDE HER ŞEYİ BİLİRİM.
Bütün dünyada “ulusalcılık”ın, sadece Türkiye’de “milliyetçilik”in olduğu görüşünü savunan bir yorum:
ulusalcılık milliyetçilik farkı
siyaset biliminin s’sinden haberi olmayan ergenlerin ahkam kestiği.
türkiye’ye özgün olan ulusalcılık değil milliyetçiliktir. evrensel olan ulusalcılıktır. seküler olan. milliyet, aynı dine -mümkünse de aynı mezhebe inanan- çok etnili topluluk anlamı taşır. milliyetçilik de bu “tek din tek mezhep tek millet” ilkesini savunur. örenğin, ateist milliyetçi olmadığı gibi, milliyetçilik içinde ateistlere yer de yoktur.
ulusalcılık ise sekülerdir. örneğin ateist amerikan ulusalcısı ya da ateist fransız ulusalcısı, hıristiyan ve yahudi olanıyla birliktetidir. birbirlerini dışlamazlar.
kemalizm, ulusalcı değil milliyetçidir. altı okun birisinin adı “ulusalcılık” değil “milliyetçilik”tir. bunu bile bilmeyenler “siyaset bilimi”, “12 eylül” diye laf geveliyorlar. kemalizm hiç bir zaman ulusalcı olmadı. başından beri milliyetçiydi, bugün de milliyetçidir:
(bkz: hıristiyan türklerin yunanistan’a sürgün edilmesi)
(bkz: diyanet işleri başkanlığı)
(bkz: müslüman olmayanların azınlık sayılması)
(bkz: aleviler’in azınlık bile sayılmaması)
öte yandan chp de ulusalcı değil milliyetçidir. chp, kemalizm ve kemalizmin altı oku doğrultusunda milliyetçidir. ulusalcılar, chp içinde bir hizip olarak kalmışlardır.
ingilizler’in “nationalizm” dediği ulusalcılıktır, milliyetçilik değil. “milliyetçilik” için ingilizce’de bir söz yoktur. “millet” için bile yoktur. onun için “millet system” derken “millet” sözünü arapça olarak kullanırlar.
çünkü “millet”, islam’a özgü bir kavramdır. kemalizm de islam dinini referans alan laik görünümlü dinci bir ideoloji olduğundan ulusalcılık değil milliyetçilik üzerinden -bilinçli olarak- gitmiştir.
“Yoksulken zenginleşmek “mutlu son”dur. Ama nasıl? Bu memlekette Birinci Dünya Savaşı, Ermeni Tehciri, Mübadele, İkinci Dünya Savaşı, karaborsa; Demokrat Parti, Adalet Partisi, darbe zenginleri ve gün gün tanık olduğumuz AKP zenginleri var.
***
Biz böyle bir hayat istemiyoruz. Doğal bir hayattan kaynaklanan eşitlikçi ve adil bir refah istiyoruz. Kapitalizm çağında yoksulluktan kurtulmanın onurlu yolu okul ve meslekten geçer. Daha doğrusu bedava eğitim ve öğretimden. Yoksulluktan kurtulan Köy Enstitülü öğretmen anababanın oğlu doktor olabilir, eczacı olabilir ve bir ilaç laboratuvarı kurabilir. Para kazanır, zengin olur ama para yüzünden şımarmadan zenginliği içine sindirerek; vergi kaçırmadan; işçilerinin sendikalaşmasını engellemeden, onları emeklerini sömürüp yağmalamadan. Böyle bir hayatı AKP’nin ortak aklı düşünemez!”
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1344738/Yoksulluktan_kurtulmak.html
Bu sivri kelle dahi sitenin temsicilik demokratik haklarından yararlanarak sitenibütün dahilerinin temsilcisi olmuş.
ʻʻThere are good sides and bad sides of civilization and anti-civilizationismˮ sentezinin açılışı.
Civilization tezi: İKİ AYAKLILAR İYİ!
Anti-civilizationism tezi: DÖRT AYAKLILAR İYİ!
49ʼun sentezi: En iyisi ÜÇ AYAKLILAR!
Allah hepinizi Atatürk, Marks, Bakire Marksist, Bakire Anarşist, Sarı Yeleklilerin Püfürpüfüreser devrimcilere bağışlasın! Amin!
Gün Bey,
Sudanʼda fiyatların artmasıyla direniş ve eyleme geçen halk hükümeti düşürmede başarılı oldu.
Fransaʼda sarı yelekliler aylardır aynı nedenden direniş ve eylem yaptıkları halde başarılı olamıyorlar.
Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz ?
Gün Zileli
Nisan 13th, 2019 at 12:00
temsili demokrasilerle açık diktatörlükler arasındaki fark!
Yeni Gün Bey,
Sudan ile Fransa arasındaki farkı ʻʻtemsili demokrasilerle açık diktatörlükler arasındaki fark!ˮ olarak yorumladınız.
Julian Assangeʼın başına gelenlere bakarsak en az üç, ABD, İngiltere ve İsveç temsili demokrasiler birden bire açık diktatörlükler oldular. Zaten çoktan böyle öyle ama galiba size kapalı diktatörlüğü temsili demokrasi olarak yutturmuşlar.
Doğrusu sizin gibi dünya ve özellikle Türkiye politikasında keskin ve yerinde analiz jurnalistliği (veya jimnastçiliği) yapan birinin bu kadar bilinen bir enayi hapını yutmuş olmanız çok şaşırtıcı.
Hele Sarı Yeleklilerin başarısızlığı ile Sudan halkının başarısı arasındaki farkın Fransa devletinin çok çok daha güçlü olduğundan kaynaklandığını bilmemeniz gerçekten utanılacak bir durum.
Ama siz anarşistsiniz ve ʻBut Brutus is an honorable man!ʼ misali, sizin gibi anarşistler namuslu insanlardır.
So, if there are no bad sides of anti-civilizationism, it means you worship it like Allah?
Kabahat samur kürk olsa
“Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almaz” atasözü doğrucudur: Çöküşü, ahlak yoksunluğunu, yozlaşmayı ifade eder. Ama günümüzde kabahati silkeleyip kürkü giyiyorlar ve caka satıyorlar. Artık mazeret aramaya da gerek kalmadı. Adam, göğsünü gere gere “Hırsız bizim hırsızımız, yanında yer alırız!” diyor.
Bir devlette her şeyin sorumlusu bütün yetkileri elinde bulunduran yürütme organı hükümettir. Ve bunun ne lamı ne de cimi vardır. Hükümet etmek ciddi iştir, seksek oynamaya benzemez. Bu nedenle, rahmetli dostum anayasa bilgini, Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in Anayasa Hukuku (Beta Yayınları) kitabından yararlanarak küçük bir hukuk dersi yapacağız:
***
1- İnsan toplumlarının barış içinde yaşamaları için bir egemene (muktedir) gereksinimleri vardır. Buna siyasal iktidar denir.
2- Başlangıçta siyasal iktidarın kaynağı din ve büyü idi. Yani teokratik idi.
3- Siyasal iktidar daha sonra insan aklının ürünü olan hukuka dayandı: Halk egemenliği; ulusal egemenlik.
4- Siyasal iktidarın meşruluk kaynakları: 1- Geleneksel iktidar: Feodal beylikler, monarşiler. 2- Karizmatik bireysel iktidar. 3- Akılcı / Hukuki iktidar.
5- İktidarın kurumlaşmasına Devlet denir. Devlet hakkında türlü çeşitli görüşler vardır. Bu görüşlerin neler olduğunu vatandaş bilse iyidir ama siyasetçiler mutlaka bilmelidir. Devlet egemendir; kamu gücünü harekete geçiren sadece devlettir. Devlet federal de olabilir ama Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir.
6- Türkiye Cumhuriyeti anayasal hukuk devletidir. Bu devlet üç erk (güç, kuvvet) üzerine oturur: YASAMA, YÜRÜTME, YARGI. Yasama (Parlamento, Meclis) yasa yapar; Yürütme (Hükümet) bu yasalarla devlet hizmetlerini yerine getirmekle sorumludur; Yargı (Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay ve her türlü mahkeme) yasama ve yürütmenin işlerini denetler. Ama Yasama (Meclis) ve Yürütme (Hükümet), Yargı Erki’ni denetleyip etkileyemez. Böyle bir şey yaparsa suç işler ve meşruiyetini yitirir. Buna göre: Özellikle 2007’den bu yana AKP hükümetleri; günümüzde Cumhurbaşkanlığı rejimi yapıp ettikleriyle gayri meşrudur.
7- Devleti, bakanlıklar, silahlı kuvvetler, polis, mahkemeler, belediyeler, devlet daireleri temsil eder.
***
Bir şair ve edebiyat yazarı, eski bir devlet memuru ve “müdür” olarak Devlet’i bir taşıta, bir silaha, bir alete benzetirim. Osman Aga üzerine binmeden eşek yerinde durur; silah tetiği çekilmeden, düğmesine basılmadan uyur; otomobil ve TIR, şoför kontağı açmadan yıllarca yerinde durur; bir televizyon ve bulaşık makinesi evin hamaratı çalıştırmadan kendi kendine çalışmaz. Bu kompozisyon ve ilişki içinde Osman Aga, asker, şoför, evin hamarat hanımı HÜKÜMET’tir. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın dediği gibi: kimse kusura bakmasın!
***
Eh, şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere: Cumhurbaşkanı’na ve kabinesinin işbilir duruşlu kâtiplerine (bakanlarına) göre pahalılık marketlerin suçu; faizler bankaların suçu; enflasyon dış güçlerin suçu; dolar ABD yoldaşın suçu; patates soğan stokçunun suçu; tren kazaları makinistlerin suçu; Ergenekon FETÖ suçu; terör muhalefetin, gazetecilerin, şairlerin, zabıt kâtiplerinin suçu; helikopter düşmesi, sitelerin suçu; Suriye saçmalığı coğrafyanın suçu.
Ey “yürütmek” fiilinin eylemini (hükümet olmayı) yanlış anlayan hükümet! “Yürütme”nin yüzde onu (% 10) yetki ise yüzde doksanı (% 90) sorumluluktur. Lokantada karnını doyurup faturayı ödemeden tuvalet penceresinden kaçamazsın. Her aç karnın, her ısınmayan evin, işsizliğin sebep olduğu her intiharın, her yıkılan binanın sorumlusu sensin, artık eşekten in Osman Aga!
Özdemir İnce
16 Nisan 2019 Salı
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1347454/Kabahat_samur_kurk_olsa.html
Göze çarpan basmakalıp kavramlar ve kelimeler.
1. Eğer Türkiyeʼde doğmuş olmasaydım Cumhuriyetʼin bir okul, tıp, meslek okulları endüstrisinin reklamcısı veya bir iyiliksever kurumu sanırdım. Herkesin bildiği gibi eğitim ve tıp dünyanın en büyük endüstrileri arasında yer alırlar. Batı ve zengin ülkelerde çok daha yaygın olan eğitimin getirdiği yararları, insanların kalitelerini yükseltmeleri inkâr edilemez. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, atom bombası, faşistlik, Nazilik, Avrupalıların bir yılda salt parfüme harcadıkları paranın dünya sağlık ve açlığının kökünü kazacağı, ABDʼnin yılda nükleer silahlara harcadığının %5ʼi hakeza, Sovyet ve Çin katliamları, havanın bozukluğu, suyun kirliliği, kimyasal madde dolu yiyeceklerin yarattığı hastalıklar, her gün hangi hastalıkların hangi nedenlerden olduğunun değişmesi, baş ağrısına çare yerine latin ve grek isimli baş ağrıları sayısının 1ʼden 300ʼden fazla olması, halkı peşine takan sağcı ve solcu muhabbet tellalları vs, vs, vs. Bu adiliklerin nedenleri ʻʻcahillik efendim, cahillikˮ. Bu çılgınlık o kadar yaygın ki, dünyanın neresine gitsen ve hangi taşı kaldırırsan altında bir soytarı çıkar ve ʻcahillik, efendim, cahillikʼ der. Aynı şeyi Türkiyeʼye son geldiğimde yüksek eğitim görmüşlerden sık sık duydum. Ama son iki yüz yıl dünyayı sarsan fikir ve düşünürlere değindiğimde inek trene bakar gibi bakıp ʻcahillik, efendim, cahillikʼ Muhammed-Atatürk nakaratına devam ettiler. Erdoğanʼnın Aydın Müslümanları, cahilliyya devrinde kılıçtan geçirilen cahillerin ruhlarına fatiha okurlar. Atatürk-Marksʼın bu sitedeki ve Cumhuriyet gibi Türk laik Aydınları bakirelik, anarşistlik, demokratik, eşitlik, adillik devrimci soytarılıklarına utanmadan devam ederler.
2. Mutluluğa zenginlikle varılma varsayımı. Yüksek ruhlu Cumhuriyet de, lanetledikleri alçak ruhlu rakipleri de aynı varsayımı paylaşmaktalar. Ancak, son 7 bin yıllık önce rahip, sonra saray ve nihayet modern üniversite dalkavukları tarafından yazılan kazananlar tarihinde mutlu olmanın ne olduğunu ve nasıl varılacağı üzerinde sıfıra yakın bir azınlığın kafa patlatacak boş zamanları oldu. İşin kötüsü, mutluluğa erişmek Cumhuriyetʼin ima ettiği ne kolay ne de bolluğa erişmekle başarılırdı. Sayısız özveri, kişisel disiplin, baştan çıkarmalara karşı tetikte olmak ve daima Cumhuriyetʼte yazan orta sınıflı hali vakti yerinde olmakla kazandıkları mutluluğun tam tersine, zenginlikten sakınmakla başarılacağını öğretirlerdi. Türkiye’deki sufiler en yakın örnek ama bu laik aydınların gözleri dağlar ve bulutları arkasında.
Diğer yanda ise pek doğal olmayan doğanın cilvelerine takılmış hemen hemen tüm insanlar: kuraklık, fırtına, sel, kabadayıların savaşları, diş ağrısı, baş ağrısı, sayısız rahatsızlıklar, çocuğunu veya yakınlarını kaybetme, danslar, şenlikler, masal hikâye dinlemeler ve anlatmalar, oyunlar… bu insanların zamanını fazlasıyla aldı.
Şimdi bile dünyanın %99ʼnu çalışıp yorgunluktan allahı şaşanlar. En büyük mutluluk televizyon önünde uyuklamak, geviş getirmek, başkalarının mutluluklarıyla mutlu olmak, mutlular gibi olma rüyalarına dalmak.
Yeni bir düzen doğdu: Kapitalist-Burjuva düzeni. Bu düzen, sanki tesadüf eseri, mutluluğa materyalist bir anlam verdi, ölçülmez nitelik ölçülür nicelik oldu. Önce, özellikle Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin Arapların vb hayran oldukları mavi gözlü sarışınlar ülkelerinde mutluluk meta sahibi olmak idi, şimdi de tüketmek. Artık herkes mutlu olabilirdi, ne özveri, ne disiplin, ne hırs ve arzularına karşı daima tetikte olmak, ne şimdi evrensel olan maymun iştahlılıktan kaçınmak, ne nefsine ve isteklere hakim olmak gerekirdi. BİLAKİS! Hatta ABD anayasasına ʻdoğalʼ olarak girdi.
Cumhuriyet ile tenkit ettikleri öcüler aslında aynı aileden; kavgaları da, aile içi kavgası. Aynı imparatorluklar, uluslar ve ulusal devletler arasındaki köpek kavgaları gibi. Atatürk-Marks taraftarı Cumhuriyet ve bu sitenin ideolojisi bolluk anarşistliği ile Erdoğancılar arasındaki cüceler kavgası.
Korkutucu olan aynı köpek kavgasına kapılmış devasa kabadayıların değişik ideolojik bahanelerle nükleer savaşa yaklaşmaları. Korkutucu olan, çoktan beri devler arasındaki kavganın baş artistlerinin çaresizlikten çözümü Zerdüştlük ve Zerdüştlükten Yahudilikʼe geçen son iyi/kötü savaşı Armageddonʼda bulup bitki, hayvan, böcek, bütün canlılar yok etmeleri.
Son ama belki de en önemli göze batanlar:
Cumhuriyetʼin etkisi altına kaldığı ideoloji ve rakiplerinin ideolojisinin doğa ile hiçbir alakası yok. Ama hata da yok. İnsan, inancını daima daha derin gerçeklerle meşru etmek ister. Cumhuriyetʼin ve rakiplerinin sapıklığı, inançlarının bir ideoloji olduğu değil ʻhakikatin ta kendisiʼ olduğuna inanma şapşallığı. Az zavallı insanlar bu çeşit sapıklığın kurbanı olmadılar. Bu site, böyle gaddarlıkları hem sağ hem soldan savunan sapıklarla dolu. Bazıları sapıklıklarını diğer bir sapıklık olan bakirelik saplantısıyla örterler, bazıları Stalincilikten bakire anarşistliğe geçmekle işi hallederler.
Günter Grass romanlarında Hitler zamanında çocuk değil genç olsaydı ne yapardı sorusuyla boğuştu. Bolşevikler, Sovyetler ve Çin cahil kasaplılıklarına katılan Türk aydınlar hâlâ utanmadan solcu devrimci ilahileri okuyorlar.
Bir doğa bilimcisi Nobel ödünü konuşmasında ʻʻdoğa, hiç de doğal değilʼ der ama enayilerin ağzına tıkılan Doğal Haklar veya Doğal İnsan Hakları emziği bir türlü çıkmaz.
Eşitlik ve adalet insana has sorumluluklar, ne doğadalar ne de doğallar. İdeoloji eşitsizliği de gizleyebilir, eşitliği de. Bu Cumhuriyet ve Erdoğan şakşakçılarını aşan bir kavram, çünkü bunlar için ideolojileri doğru, gerçek, doğal ve hakikatin kendisi. En iyisi bir basit örnek verip geçmek. Geleneksel ailelerde anne babalar yaşlandıkları zaman evlatlarının kendilerine bakacağına inanırlar. Kapitalist-Burjuva kafesindeki siz ve rakipleriniz İLERİCİLERE şükür, şimdi herkes belini insanın en büyük düşmanı devlete bağlamış.
Unutmayın, Erdoğanʼı pompalayan İslamʼda ʻʻher koyun kendi bacağından asılır.ˮ Siz, bu site ve Cumhuriyet bireyciliği de hakeza.
Marks bile bu salaklıkları düşünerek ʻöğretenlere kim öğretecek?ʼ dedi. ʻDoğallıkʼ safsatasının altında yatan salaklık bu. Platon, gözlerini en şahane okul Atinaʼdan çevirip sizler gibi yapay okullara dikip Cumhuriyetʼi yazdı. Bence, Platonun en keskin eleştirilerinden biri de bu.
Ama ilk faşist eser olan Cumhuriyet ile Cumhuriyet gazetesi arasında bir benzerlik de var.
Platonʼun Cumhuriyetiʻnde her kese (uygun) bir yer var ve herkes (uygun) yerinde. Demirden karı Thatcherʼin ünlü ʻA place for everyone and everyone in his/her placeʼ lafı ve Reagan ile Büyük Küresel Devrimʼin başlaması.
Cumhuriyet gazetesinde de ʻKöy Enstitülüʼ, ʻöğretmenʼ, ʻdoktorʼ, ʻeczacıʼ, ʻ ilaç laboratuvarıʼ, ʻvergiʼ, ʻsendikaʼ, ʻişçiʼ… herkese uygun bir yer verilmiş ve herkes uygun yere oturtulmuş.
Bu sitedeki ırkçılık, hiyerarşik görüş ve faşistlik gibi, artık insanın genlerinde.
Siz ve Erdoğancıların varacağı en parlak sonunuz, yapay zekâ çobanlarınızın algoritmalarıyla sizleri en iyi ve en etkin biçimde gütmesi olacak! İnşallah! Amin!
İslam, Rousseauʼnın dediği gibi, her yerde özgür doğan ama kazananlar tarihinde her yerde ayaklarını bağlayan zincirin halkalarından biri. Galiba bu site ve Cumhuriyet büyük beyinli dahiler ya bunu bilmezler veya kendinden önce gelen bütün zincirleri yok ettiğini iddia eden Kapitalist-Burjuva düzenin palavralarının maymunluğunu yaparlar.
For over a thousand generations the Kemalists were the guardians of peace and justice in the Turkish Republic. Before the dark times. Before the AKP.
ʻʻIf Intelligent People Are Not Schmucks Like me, it means you worship them like Allah(s)?
You reminded of an interview as well as an anecdote and numerous experiences I had with border cops.
A person who had received the Nobel Prize in literature was asked why at some point in his life he wanted to teach in an elementary school and what he had learned. His answer was as noble as himself: ʻʻI learned that very, very, very few people are really stupid.ˮ
I am absolutely sure that youʼre among the ʻʻvery, very, very fewˮ.
Once I asked a friend who was doing research in a pharmaceutical company to steal something for me. He said ʻʻthe guard is so stupid that it is impossible to pass him.ˮ
Whenever I tried to pass a frontier with my Turkish passport, if the border cop was someone like you, I had to spend hours at the border. I was subjected to a body search, interrogation, etc. Needless to say, they are handpicked precisely because they are blockhead and racists. I had identical experiences with moronic cops and army officers in Turkey. And I wasn’t even crossing borders!
Yet if the police officer, unlike you, was an intelligent person, after a glance into the pages my passport knew that I wasn’t there to enter his precious country to neither steal a job from his countrymen nor seek political asylum in their veritable democratic country. There were even some who joked with me, asking if I had some hashish in my backpack, for instance.
Since these are my experiences in the civilized world, you driveled the buzzwords of all the revolutionary and anti-revolutionary knuckleheads world over and the born again chaste Marxism freaks such as ʻcheerful robot marxist argümanʼ, ʻmarksist-tutumcu vestal village girl Elifʼ, ʻgerçek- Sümük Savuranʼ, ʻküçük ama mide bulandıran Küçükaydınʼ:
ʻʻSO, IF THERE ARE NO BAD SIDES OF INTELLIGENT COPS AND GUARDS, IT MEANS YOU WORSHIP THEM LIKE ALLAHS?ˮ
It didn’t surprise me again
I see that only at the end you will understand.
That you spent your entire lifetime with these anti-civilizational buzzwords.
And you have nothing.
“İnsanlık tarihi yüz binlerce yılı kapsar. Toplumların tarihi ise on binlerce yılı. Devletli toplumun tarihi ise sadece on bin yılı.”
Translation:
“I want this moment [1.000.000 BC – 10.000 BC] to last forever and ever and over again
Gimme gimme some of that ula-ula-la”
https://www.youtube.com/watch?v=hMwQwMAvTUA
Tomame la mano que tu eres cosa buena. Esta noche quiero bailar sobre en la arena
No soy una ajena no soy nada mal. Ven paca ven paca ya ahora!
x2
Gimme boy gimme boy I’m your lady. I got here what you want feels so crazy
Gimme boy gimme boy I’m your baby I’m your lady
I’m your girl I’m your girl I’m your mama. Come on boy don’t be shy don’t want drama
I’m your girl I’m your girl belladona sexy mama
You start this fire. The way you look at me takes me higher
I want this moment to last forever and ever and over again
Gimme gimme some of that ula-ula-la
Tomame la mano que tu eres cosa buena. Esta noche quiero bailar sobre en la arena
No soy una ajena no soy nada mal. Ven paca ven paca ya ahora!
x2
It’s looking all so right. Can’t get you out of my sight ooh ooh
Is it love love love love love? Is it love love love love love?
You start this fire. The way you look at me takes me higher
I want this moment to last forever and ever and over again
Gimme gimme some of that ula-ula-la
Tomame la mano que tu eres cosa buena. Esta noche quiero bailar sobre en la arena
No soy una ajena no soy nada mal. Ven paca ven paca ya ahora!
x2
No soy una ajena no soy nada mal. Ven paca ven paca ya ahora!
AKP Genel Başkanı Erdoğan Seçim Dünyası’na geldi!
Demir İnce ile Özdemir Küçükaydın’ın ulusçuluk ve ulus-devlet konularını tartışmasını izlemek çok ilginç olurdu değil mi?
Zileli, Başkaya, Küçükaydın, Marksist Tutum, DİP/Gerçek, Nasname ve birçokları mevcut düzene ellerinden geldiği kadar muhalefet etmeye ve bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Peki ya sizin – gevezelikten başka – yaptığınız veya yapmaya çalıştığınız bir şey var mı acaba Mr. Anticivilizationist?
Kayser (Batı) ve Kisra (Doğu)
Bir zamanlar Batı’da “Kayser” [Julius Caesar (MÖ 100-44) > Caesar > Kayser] vardı.
O gitti, yerine “Kral” [Carolus Magnus (hd. 768-814) > Carolus > Kral] geldi.
O da gitti, yerine “Washington DC” [George Washington (1732 – 1799) > Washington DC] geldi.
Bir zamanlar Doğu’da “Kisra” [Hüsrev (hd. 531–579) > Kisra] vardı.
O gitti, yerine “Halife” [birinin yerine geçen, halef, İslam hükümdarı] geldi.
O da gitti, yerine “Sultan” [sulta (egemenlik, saltanat) > sultan (hükümdar)] geldi.
O da gitti, yerine “Reis-i Cumhur” [reis (baş kişi, önder, yönetici, kaptan) + cumhur (birikme, yığın, birikinti, halk kalabalığı) = reis-i cumhur] geldi.
– Püfürpüfüreser Teziç affedilmeyecek kadar boş konuşmuş;
– Köşe tutan Özdemir İnce Püfürpüfüreseri anlamamış;
– Cumhuriyet gazetesinin Püfürpüfüreserin işlediği konu hakkında bilgisi sıfır
Çok ayıp, vallahi, Cumhuriyet gazetesi, Özdemir İnce’yi Özgür Üniversiteye kayıt olma uyarsında kayıtsızlık etmiş.
Eğer eski ve insanların toplumsal yaşamlarını örgütlemede devletten başka bilmeyen düşünürlerin üstü kapalı (imalı, örtük) KURGULARINI bir yana bırakırsak, devlet hakkında ilk açık (vazıh) KURGULAR Avrupalıların insan dolu yerleri keşifleriyle başlar. Lütfen dikkat edin bunlar KURGU.
Bazı örnekler: Social Contract Theory, Evolutionary Theory, Force theory (eskilerden Heraclitus, yenilerden ünlü Social Darwinismʼi yumurtlayan Herbert Spencer), Divine Right Theory, Marxian* Theory, Karl Wittfogel’s Hydraulic theory…
*Engel L. Morganʼı kopyaladı, diyalektik, materyalist falan filanlarla süsledi ve devlet başlanıcı KURGUSU etti. Bu daha sonra Childeʼin ʻAUTOMATICʼ KURGUSU ve daha daha sonra da Zileliʼnin DOĞAʼYI taklit eden toplumun MUTASYONU KURGUSU oldu.
İleri gitmeden Türk aydınları arasında ve özellikle bu sitede çok yaygın olan ırkçılığa dikkat çekmek isterim.
Püfürpüfüreser Teziç en az 2 (bana göre 4) milyon yıl devletsiz yaşayan insanları insan saymaz. Önümdeki sıradan ama prestiji yüksek medya organı, 19 Nisan 2019 tarihli, BBCʼden iki alıntı, ʻ… since the emergence of modern humans, about 200,000 years ago …ʼ, ʻ And yet – Homo sapiens wasn’t the only species to discover the benefits of food-sharing. Neanderthals certainly pooled their resources, as did the several other Homo species dating back TWO MILLION YEARS.ʼ
Devlet olsa olsa 5 bin yıllık. Yani bu azılı ırkçı Püfürpüfüreser Teziç 195 bin yıl devletsiz yaşayanları bile insan saymamış. Bu kara cahil ırkçı yukarıdaki vazıh KURGULARA sevgilisi mavi gözlü sarışın Avrupalıların keşifleriyle karşılaştıkları devletsiz toplumların varlığının neden olduğunu da bilmiyor. Şimdi bile devletsiz yaşayan çok sayıda insanlar var. İnsan bu kadar yobaz, cahil ve ırkçı olur.
Aydınların kendileri gibi kuru matematiksel mantığı: ʻʻAydınların öcüsü Erdoğan ve benzerlerinin yobazlığı SONSUZ; o halde, Püfürpüfüreser Teziç, Özdemir İnce ve Cumhuriyet gazetesinin yobazlıklarını eklersek ne değişir? SONSUZ büyür mü?ˮ
Rousseau ʻʻhakikat tek, düzmece sonsuzˮ dedi.
Ben, ʻʻPüfürpüfüreser Teziç, Özdemir İnce ve Cumhuriyet gazetesinin tiksinti uyandırıcı düzmeceleriyle uğraşmak sayısız sayfalar alırˮ derim.
Püfürpüfüreser Teziçʼin daha ilk altın yumurtası ʻʻ1- İnsan toplumlarının BARIŞ İÇİNDE YAŞAMALARI İÇİN bir egemene (muktedir) gereksinimleri vardır. Buna siyasal iktidar denir.ˮ zırvalaması bile sayfalar alır. Bu bir KURGU ve ilk açıkça ileri süren Hobbes. Hobbes ise ʻsocial contract theoryʼ savunanlardan. Hobbesʼin sonsuz ünlü devlet başlangıcı:
[ʻʻIn such condition there is no place for industry, because the fruit thereof is uncertain, and consequently no culture of the earth, no navigation nor the use of commodities that may be imported by sea, no commodious building, no instruments of moving and removing such things as require much force, no knowledge of the face of the earth, no account of time, no arts, no letters, no society, and which is worst of all, continual fear and danger of violent death, and the life of man, solitary, poor, nasty, brutish, and short.ˮ]
ʻʻ Böyle bir durumda elde edileceklerin bir garantisi olmayacağı için endüstri için yer yoktur; dolayısıyla dünyanın hiçbir kültürüne, hiçbir gezinme ya da deniz yoluyla ithal edilebilecek malların kullanımına, hiçbir ferah binaya, büyük miktarda güce ihtiyaç duyan taşıma ve nakliye araçlarına, yeryüzü hakkında bilgiye, zamanın ölçülmesine, sanata, mektuba, topluma bunların en kötüsü ise, sürekli korku ve saldırı sonucu ölüm tehlikesi ve yalnız, fakir, pis, kaba ve kısa insan hayatı olurˮ
Püfürpüfüreser Teziç, devletin birinci başlangıcında kaynak ʻbarışʼ sağlamak der, ikincide külahından yeni bir kaynak çıkarır. ʻʻ2- Başlangıçta siyasal iktidarın KAYNAĞI DİN ve BÜYÜ idi. Yani TEOKRATİK idi.ˮ Çivi çiviyi, yobaz Erdoğanʼı yobaz Teziç söker.
Şair ve edebiyat yazarı, eski bir devlet memuru ve “müdür” palavraları yutmuş. Cumhuriyet de tıpa tıp bu site solcu devrimcileri ve site müdürü Zileli gibi yazıları okumadan ve anlamadan salt taramayla ʻʻlaik yandaş ve yoldaş yobazlar iyi, dindaş yobazlar kötüˮ sloganları görünce cahillik saadetlerine dönmüşler.
Kendime sormuştum: ʻʻNasıl oldu da Trump gibi bir bok çukurunda doğan, bok yiyerek büyüyen bir pezevenk, cevher insan, eşsiz sanat eserler, müzikler, gelenekler, atasözleri, efsaneler, türküler, darbımeseller ve kültür incelikleri dolu Türkiye vb diğer ülkelere bok çukurları dedi?ˮ
Bu sitedeki aydınlar, solcular, devrimciler, mutasyoncular, son 2 yüzyıl insan kafesinin adı olan bolluk ve ilerleme safsatasını ısıtıp ısıtıp buyuranlarla Trump gibileri dile getiren ʻʻtencere dibin kara seninki benden karaˮ veya ʻʻbenzer benzeri çekerˮ özdeyişi soruma cevap getirdi.
Diğer ve çok üzücü bir sorun daha var. Medya ve bu site benzerlerinin ʻfikir özgürlüğüʼ, ʻbasın özgürlüğüʼ gibi prensip olarak doğru ilkeleri suistimal edip salt taraftar veya salak okuyucularının gönüllerini okşayıcı yazıları asgari bir özen göstermeden yayınlamaları. Bundan yararlanan Trump vb pezevenkler ʻpopülerʼ diktatörlükler kurdular.
Ben bu sitede defalarca ve elimden geldiği kadar son zamanlarda ilkeller arasında yapılan çalışmalarda insan ve toplumun ne olduğu hakkında alışılagelmiş inanışların alt üst edildiğini belirlemek istedim.
Bana verilen yanıtların taraf tutma alışkanlığı içinde yazılmış sonsuz cahillik içerdiğine ve iğrenççiliğine işaret eden tek bir kişi çıkmadı. Bilakis, bu konularda ve modern bilim, evrim teorisi, matematik, felsefe ve hatta kazanalar tarihinde, cahillikleri gün gibi ortada olanlar, başta site müdürü ve diğer yorumcular Stalinʼin özel beslediği köpekler gibi bana saldırdılar. Neden? Çünkü ʻʻtencere dibin kara seninki benden karaˮ veya ʻʻbenzer benzeri çekerˮ.
Bunlar yazıyı yazan kara cahil ve hödük de olsa, salt püfürpüfüreser olduğundan ve kendilerinin salaklığı ve cahilliğini desteklediğinden hiç bir eleştiriye tabi tutmadan yayınlayarak Trump ve Erdoğan gibilerin ekmeklerine yağ sürerler.
Bilhassa, kazananların son baş artisti Batı başarı girdabına yakalanmış Türk aydınları. Bunlar Batıyı Batı yapanlardan birinin İslam olduğunu unutup, Erdoğanʼın Trump ve benzerleri gibi sapık popülizm tuzağına düştüklerinin farkında değiller gibi. Tabii artık kimse adını ağzına almıyor ama diğer bir püfürpüfüreser Samuel Huntington bu din saplantısı süt ineğini az sağmadı.
İnşallah fazla abartmıyorum. Konuları bilmediğimden bir kelimesini bile anlamadığım yerel sorunları ele alan yazılar dışında okuduklarımın hemen hemen hiç birinde özen ve eleştiri ruhu görmedim. Bütün dünya yerel dedikodulara indirgenip banalleştiriliyor.
Sitede yorum yapanların çoğunluğu dünya haberlerinin sonsuzluğu ve görünüşte sonsuz karmaşıklığının kurbanları. Aynı bu site ve kesip yapıştırılan siteler gibi, Internetʼin medya artisti olma dürtüsüne kapılanların kurbanları da az değil.
Bakın mesela ʻʻşair ve edebiyat yazarı, eski bir devlet memuruˮ müdürün Nuh zamanından kalmış makine/insan ayırımıyla kendine pay çıkaran kendi gibi salakların gönlünü okşamasına.
Bırakalım AI gibi göz kamaştıran ve ağız sulandıran son pornografileri bir tarafa. Bütün gün şoförlük yaparak kafayı yiyen bir zavallıya laik imam Özdemir İnceʼnin vaazı: ʻʻEvet, asıl olan otomobil ama daha da asıl olan senin kontağı açman. Bununla kafayı yiyeceğine gurur duymalısın, hem de sensiz ben nasıl ücret köleliği yaptığım büroya varacağım? Uzun havaları falan filanʼ Yobaz imamların cennet vaazlarından pek farklı değil.
Benim en derinden yorumum: Özdemir İnce zamanımızda sonuz artan uzmanlardan. Kara cahilliğiyle gurur duyan gurursuz, makineden daha iradesiz bir hilkat garibesi.
Elektromagnetik alanında ünlü bir bilim adamı açtığı bir araştırma merkezinde öğrencileriyle taşların bile iradesi olduğunu ispatladı. Diğer bir deyişle, cansızların bile Özdemir İnce gibi canlı cansızlardan daha canlı olduklarını ispat etti. Bu buluşu yorumlayan 20. yüzyılın mitoloji ve din tarihçilerinin en ünlülerinden biri ʻʻher şeyin temelde cansızlardan oluştuğuna inanan Batı bilim adam-karılarının böyle bir şeyi akıllarından geçirmeleri bile düşünülemezˮ dedi.
2 N (Nişanyan – Necip) 1 K (Kapitalizm)
sevan nişanyan [ve Bay Necip]
“ah bir de ( ekonomik anlamda ) liberal olmasa tadından yenmeyecek güzel insan.
yeri gelmişken sevan nişanyan ve diğer liberal ( hasan cemal, murat belge, cengiz çandar [ve Bay Necip] vs ) kişilerin türkiye’de sağ kesim ve siyasal islam seviciliğinin nedeni tamamıyla kapitalizm. kemalizm kapitalist temelli ama bu amcaların istediği türden kapitalist değil, e solcular zaten olmaz. ellerinde kala kala sağ kesim ve siyasal islamcılar kalıyor. siyasal islamcıların vahşi kapitalist tarafları tamam ama bu sefer onlarda kemalistlere rahmet okutacak derecede anti-demokratik eğilimler sergiliyorlar. çünkü dna’larında demokratik anlayış yok. bu garibimlerde siyasal islamdan zoraki bir demokrasi çıkartmaya çalışıyorlar ama bir türlü olmuyor, olamıyor.
ah keşke cem boyner’in 94’de kurduğu ydh hareketi iktidar olsaydı değil mi sayın nişanyan ? ya da besim tibuk’un yunuslu, sevimli partisi. ama ne yazık ki bu seküler/liberal partilerin iktidara gelebilecek bir toplumsal damar yakalaması çok zor. türkiye’de iktidar olmanız için milliyetçi/ulusalcı, sağ, muhafazakar/islamcı bir damar yakalamanız gerekiyor. hele boyner gibi ” ne marks ne muhammed ” derseniz iktidar olma şansınız sıfır.
aslında türkiye egemen sınıfları bu küçük serbest piyasa partilerinin iktidar olursa yapabileceği hatta bunlardan daha fazlasını akp tarzı muhafazakar/islamcı partiler aracılığı ile yaptırıyor.”
https://eksisozluk.com/entry/89152243
“nişanyan’ın [ve Bay Necip’in]derdi, üst sınıflığını rahatça yaşamak, orta sınıf ahlakına hesap vermemek, bununla da övünmek.”
https://eksisozluk.com/entry/89162145
One question (in three different languages)
اين السيد نجيب الذي كان سخر بأوليغارشية بلقان؟
(Eyne’s-seyyid Necîb ellezî kâne sahara bi-oligarşiyyetü Balkan?)
https://translate.google.com.tr/
Where is Mr. Najeeb, who used to mock the Balkan oligarchy?
Balkan oligarşisiyle alay eden Bay Najeeb nerede?
68, 69 and 73
It would have disheartened me if 68 had been surprised. Being understood by a rigid revolutionary like you would have meant that I too get by blubbering revolutionary slogans, precepts, etc. I am not the first to remark how stiff you leftist revolutionaries are. Emma Goldman has noted it a long time ago: “If I can’t dance to it, it’s not my revolution.”
It is well known that ʻwhat goes in easy, comes out hardʼ. That is why I have been feeding you with some salad thinking that it would help you to loosen up a bit. Alas, you don’t seem to catch on!
First Atatürk, then Marx-Lenin, then newfangled 19th-century factory anarchism promoted by a certified anarchist in this site plus the born again Marksist-Leninists and finally a born again Muslim boogeyman Erdoğan. They keep you very busy.
It is interesting to note that though the left try to recuperate and/or incorporate the new movements in their motherly bosom, their days are well finished and gone. The movements of today are organized around ethnic, religious, gender and ecological axes. In this sense, Erdoğan is much more on the ball than the leftist like you people in this site.
69 Has Made an Excellent Observation: ʻʻAnd you have nothing.ˮ
ʻʻThe most fundamental question in Western philosophy has been ʻWhy is there something instead of nothing? ʼ And now, ʻ Why is there nothing instead of something.ʼ
69, as all moderns, is a supermarket addict where she/he sees all. I see nothing & I want nothing. The price is too high! Look at 69; she/he is reduced to a thing, a cheerful robot, a mindless consumer. Mr./Mrs./Ms. 69, you ought to read an anti-civilization book called ʻʻHaving Little Being Much”. It may help you to free yourself from your middle-class consumer language called spending. On the other hand, since having-consuming is your very being, it will be the end of you.
***
73 Is a Typical Groupie of His/Her Masters
This leftist 73 does not even know that the division of labour is one of the main pillars of civilization. Neither does she/he know that in the history of civilization just about all human beings, when possible, let the dogs devour each other so as to have some peace and quiet. Nor does this ignoramus know what the colonized people said of 73’s white European gods: ʻʻThe whites always come in twos: soldiers & priests, body snatchers & soul snatchers, diseases & cures, oppressors & liberators, capitalism & capitalism without capitalists, good & evil, true and false, I and it, etc., etc., etc.ˮ
Gün Abi,
ʻʻHızla Bayır Aşağı…ˮ analizinizde nedenin ekonomik mi yoksa demokrasi kısıtlığı mı olduğu açıkça belirlenmemiş. Genellikle ve hatta çok zengin ve demokrasi bolluğu olan ülkelerde bile ʻʻHızla Bayır Aşağı…ˮ kayma nedeni ekonomik olduğundan, bu noktayı daha açıkça belirtir misiniz?
Gün Abi,
ʻʻHızla Bayır Aşağı…
İstanbul ve Ankara başta olmak üzere neredeyse tüm büyük kentleri kaybetmişlerdir. “Anadolu kaplanı”, Türkiye’nin ileri kültürünü temsil eden BÜYÜK ŞEHİRLERİNDEN, bağrından çıktığı Anadolu Sağcılığı’nın ÇORAK ALANLARINA gerisin geri kovalanmıştır.ˮ
Daha henüz yeniden anarşist doğmadan önce, babanız Perinçek ve yoldaşınız İbrahim Kaypakkaya karizma peyki olduğunuz günlerde Mao’nun köylerden, kırlardan, SEFALET İÇİNDE YAŞANAN ÇORAK ALANLARDAN ŞEHİRLERE getirmek istemiştiniz. Bu Maocu devrim projesi Çinʼde şahane bir başarıyla sona erdi ama Türkiyeʼde akamete uğradı.
Şimdi bunun anti-tezini, diğer bir deyişle, MAL VE KÜLTÜR BOLLUĞU İÇİNDE VE AMA ÖZGÜRLÜK SEFALETİ YAŞANAN ŞEHİRLERDEN KIRLARA taşımayı mı savunuyorsunuz? Bu dönmede anarşist olmanızın etkisi var mı?
Peki kendi döneminin “ileri” bir “şehirli” kültürünü temsil eden Selçuklu devletine karşı çoğu köylü-göçebe çeşitli unsurların bir ayaklanması olan Babai isyanı, liderleri Baba İlyas, onun müridi Alevi-Bektaşiliğin sembol ismi Hacı Bektaş, ya da “şehirli ve ileri Osmanlı”ya isyan eden Şahkulu, Pir Sultan, genelde Osmanlı yönetimine muhalif olan Aleviler ve diğer köylü-yörük Türkmenler, mesela “ferman padişahın dağlar bizimdir” diye dağa çıkan Dadaloğlu gibi Avşar’larla Atçalı Kel Mehmed gibi Efe’ler, ve zaman zaman isyan eden bazı Kürt ve bedevi Arap aşiretleri, ve tabii en önemlisi Dersim dağlarında eşkiyalık yaparak “ilerici Cumhuriyet”in bölgeyi kalkındırmasına engel olan Seyyid Rıza gibi diğer “geri” unsurlar hakkında “Anarşizm’in düşüncesi” nedir?
İlerledik [mi?], döndük dolaştık aynı yere [mi] geldik [?], yani bu filmi daha önce de [mi] gördük [?].
“dağlarda eşkıya tarzı yaşamı sürdürmektedir”
“MAĞARADA YAŞIYORMUŞ”
Aranan şüpheli ateş açtı: 2 asker yaralı
DAHA ÖNCE DE 2 ASKERİ YARALAMIŞ
Antalya Valiliği’nce arama kararı nedeniyle yakalanması için Aksu ilçesinde operasyon düzenleyen jandarma ekiplerine ateş açan, 2 uzman çavuşu yaralayan ve çıkan çatışmada vurularak, öldürülen Abdullah Özer (38) ile ilgili açıklama yapıldı. Açıklamada; Karaöz Mahallesi’nde oturan Özer’in ‘kolluk kuvvetlerine direnme’, ‘evden hırsızlık’, ‘kasten yangın çıkarma’, ‘kasten yaralama’, ‘konut dokunulmazlığını ihlal’ suçlarının yanı sıra 14 Mayıs 2017’de Yeşilkaraman Jandarma Karakol Komutanlığı’nda görevli Jandarma Astsubay Çavuş Serkan Çetin ile 6 Temmuz 2018’de aynı karakolda görevli Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Menderes Uzuntepe’yi yaralama suçlarından arandığı kaydedildi.
MAĞARADA YAŞIYORMUŞ
Abdullah Özer’in Yeşilkaraman Mahallesi’nde dağlık ve ormanlık bölgede olduğunun tespit edilmesi üzerine operasyon başlatıldığı belirtilen açıklamada, şöyle denildi:
“Abdullah Özer, işlemiş olduğu suçlardan dolayı yakalanmamak için elinde otomatik av tüfeğiyle, arazide veya yağışlı havalarda mağaralarda, vatandaşların yaylada bulunan evlerine girerek temin ettiği yiyecek ile yaklaşık 1,5 yıldır dağlarda eşkıya tarzı yaşamı sürdürmektedir. Antalya İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, şüpheliyi yakalamak için bugün saat 08.30’da operasyon başlatmıştır. Operasyonda, saat 12.30 sıralarında şüpheli Abdullah Özer, içinde bulunduğu mağaradan kendisini yakalamak üzere arama yapan ekiplere av tüfeği ile ateş açmıştır. Çıkan çatışmada Akseki Jandarma Komando Tabur Komutanlığında görevli Jandarma Uzman Çavuş Ahmet Kaba omuz ve sağ kulak kısmından, Jandarma Uzman Çavuş İbrahim Güngör ise yüz bölgesinden vurularak yaralanmıştır. Hayati tehlikeleri olmayacak şekilde yaralanırken, Abdullah Özer olay yerinde vurularak etkisiz hale getirilmiştir. Yaralı askerler Sahil Güvenlik Komutanlığına ait helikopterle olay yerinden alınarak Akdeniz Üniversitesi Hastanesine sevk edilmiştir.”
The answer of 77:
He is in Çubuk-Ankara
ʻ82 Selçuklu-Osmanlı-Cumhuriyet ilericiliğiʼ arkadaş, yaşım izin verse verdiğiniz örnekleri çok daha yakından bilmek isterdim. Abarttığımı sanmıyorum, sizin gibi dalkavukluğu erdem etmeyen insanlar üssel azalmakta.
Sitedeki ilerici anarşistler ve asıl ilerici kapitalist-burjuvaların diğer taklitçi maymunları solcu devrimci, marksist, leninist falan filanları; diğer bir deyişle kazananlar tarihinin dalkavuk şakşakçılarını taklit edeceğim. Emin olun tasvir ettiğiniz kazanmayanların acı tarihi karşısında en asil yanıtın ağlamak olduğuna bütün kalbimle katılıyorum. İnşallah, güldürücü taklitle aslında bu ilericilik çılgınları soytarıların ağlanacak hallerini göstermek istediğime inanırsınız.
İlerici soytarıların siz cevabı:
ʻʻSen ne diyorsun? Biz artık atom, elektronik, yapay zeka, drone, akıllı bomba devrinde yaşıyoruz. Erdoğan, Suudiler gibi gericiler bile bunlara sahip olmak için can atıyor. Aşk olsun vallahi, dağ mağ kalmadı artık. Şimdi, Amerika veya Almanya veya Çin veya Rusya veya İsrail veya Kuzey Kore veya Güney Kore veya Hindistan veya İngiltere veya Fransa… ilerlemiş teknolojik uluslar ve çağdaş medeniyetlerde biz anarşist marksist ilerici falan filan gibi yalnızlar kalabalığından biri, ufacık bir odada, Facebook/Youtube/Google reklamından öğrendiği ve Amazon aracılığıyla Çinlilerden aldığı plastik ama asıl kadından daha da kadın ve daha da itaatkar bir kadını okşarken önündeki ekranda istediği dağda istediği mağarada istediği baş kaldıranı tespit edip bir düğmeye basmakla havaya uçurur ve aynı anda plastik kadını okşamanın zevk zirvesine ulaşır. Bu ileri ülke fabrikasında doğan az ileri zekalı, elektronik-plastik ıvır zıvır oyuncaklar içinde tek başına büyüdü ama şimdi aynı biz azılı marksist ve anarşistler gibi Internet ve ekran sayesinde bütün evrenle tele-arkadaşlık kurdu. Böyle ileri insan olmak, çaresizliği erdem etmek, ısıramadığın eli öpmek dururken, sen neden söz ediyorsun? Unutma, şimdi gerici ama zamanında İslam ilerici idi ve Avrupa’yı geri uykusundan uyandırdı; bilimi, tıbbı, tarımı, felsefeyi ve BİLHASSA, her şeyin alınıp satılacağı TİCARET hikmetini öğretti. Qarmatlar, Zenci İsyancılar, Hariciler gibi baş kaldıranları şimdiki Amerika ve Avrupa ve Çin ve Rusya ve… gibi kırımdan geçirdi. Kitapsızları da öyle. Afrika’da şimdiki ileri ve ırkçı medeniyetler, marksistler ve anarşistler gibi siyahların geri kalmışlığını görüp köle etti ve uluslar arası ticarette bir ileri adım daha attı. Marksist ve fabrika anarşistlerinin putu Marksʼdan çok daha önce insanın da meta olacağını kanıtladı. Zaman akar. Doğa bilimcisi Darwin ve onun toplum bilimci maymunu Marks amcalarımızın dediği gibi zamana ayak uyduramayanlar bu dünyada ilerlemezler ama öbür dünyaya çok daha çabuk ilerler. İleri çağdaş ülkelere ayak uydurmak, hayatta kalmak ancak ve ancak ileriler gibi disiplinli olmak, gözlerini saate dikmek, emek vermek, emek almak, alın teri dökmek, yaratıcı olup çene çalmak… üretmek, fabrikalarda çalışmak, eğitim görmek, okuryazarlık öğrenmek, bilim-teknoloji cambazları süt inekleri teknisyenler beslemek vasıtasıyla olacaktır. Yaşasın Fabrika Marksizmi! Yaşasın Fabrika Anarşizmi! Yaşasın buna en kısa yoldan varacak Büyük Şehir Orta Sınıflıları! Çaresizlik Gerçekçiliktir!ˮ
Eğer devrim dağdan kırdan şehre gelmezse, devrimi şehirden dağa kıra taşımalıyız!
Hegel ve üvey oğlu Marks amcalarımız ne dedi? Her şey tersine döner!
Eski Stalinci, Maocu anarşist olur; püfürpüfüreser dünyanın en zengin ülkesi, kolonilerinde sizin sözünü ettiğiniz özgürleri şehir özgürleri edip sosyal yardım dilenciliğe alıştıran, silah satmak için savaşları körükleyenlerin ülkesi Fransaʼda, sarışınların şehir özgürlüğünde yeni bir eski DEVRİM PARA-DİK-MA görür.
Bence, utanma kalmayınca her şey mümkün. Antropolojik çalışmalar utanmanın insan ruhunda günah ve cürümden çok daha şiddetli etkisi olduğunu kanıtladı. Bu sitede hâlâ bakire marksizm, bakire anarşizm, ilericilik ve medeniyet savunanların adı ʻutanmazlar güruhuʼ olmalı.
Şu an dünyanın her yerinde bu sitedeki solcu devrimci falan filanların taklit ettikleri, medyada popüler ve diktatör etiketleriyle tanıtılan rejimlere karşı gelenlerin hiç birinin ağzından ilerlemeye ve özellikle ekonomik ilerlemeye karşı bir kelime bile çıkmadı. Bu soytarılar, diktatörlerin vaatlerini ʻalternatifʼ dille yapıyorlar. Sizin dediklerinizle birleştirirsem: ʻʻdağ mağ kalmadı, kendi anladığınız özgürlükten vazgeçin, bizim gibi alternatif özgürlüğe inanın, fabrikalarda çalışın, aranızda daha zekiler mühendis, doktor, anarşist-marksist cart curt gazete yazarı, bilgisayar/iletişimci, işletmeci… olur. Nasıl 5 parmak bir değilse sizlerin kısmetleri de 5 parmak gibi değişik kısmetler olur… Dağlarda özgürce dolaşacağınıza şehirde alternatif özgürlük manifestasyonu, protestosu, mitingine katılın; dağlarda özgürce dolaşacağınıza Gezi Parkında dolaşın. Gazetelerde, televizyonlarda resimleriniz çıkar. Komşulara gösterirsiniz. Hatta dünya medyasına bile iş çıkar.ˮ
Kusura bakmayın ama bu soytarılar o kadar soytarı ki daha geçen gün bu soytarılığın en başında gelenlerden, Demir Küçükaydın adlı bir hilkat garibesi İbni Haldun’u bile hayran olduğu cellatlar ve dalkavuklar arasına sıkıştırmış. Bakalım sizin dediğinizin aynısını ve büyük bir ihtimalle Muhammed’in medenileştirilmez korkusuyla kuşkuyla baktığı bedevileri düşünen İbni Haldun ne demiş?
ʻʻSavagery has become their character and nature. They enjoy it, because it means freedom from authority and no subservience to leadership. Such a natural disposition is the negation and antithesis of civilization.ˮ
—Ibn Khaldun on nomads
Son derece hayran olduğum, tarih, hukuk, kurumlar tarihi, sosyoloji, felsefeyi avucunun içi gibi bilen, dünyanın dört bucağında tanınan ve okunan, Ivan Illichʼin ʻüstadımʼ dediği bir Fransız düşünür, bütün bu bilgilerine rağmen doğru dürüst bir vatandaş olmak ve seçimde hakkıyla oy vermek için günde 2-4 saat gazete ve dergiler okuması gerekir dedi. Bunu, kendisi oy vermek için bir kılavuz aradığından değil, siyasi hayatın durmaksızın analizini yapan bir Türk politologun çocuğumsu ve akıl almaz basmakalıp ʻtemsili demokrasilerʼ dediği yerlerde artık propagandadan başka hiç bir işe yaramayan demokrasinin ne kadar kapalı, karanlık ve katı ama atılan kemiklerle ayakta duran diktatörlük olduğuna işaret etmek için söyledi.
Aynı düşünür Fransızlara sigortalı olmayı özgür olma diye sattılar, Fransızlar bal gibi yuttu dedi.
Daha 19. yüzyılda George Sand Fransızlara ʻʻiyi yaşamak için yaşamaktan vazgeçtinizʼ dedi.
Gün boyu çalışan, eve dönerken trafik ve kalabalıktan sinirleri yıpranan birinden gündemdeki konuları anlamak için oturup birkaç saat anlaması imkansız dille yazılmış, bilgi yetersizliğini suratına durmadan tüküren, insanı alçaltıp aynı Türk politolog gibi zırvalamalara sürükleyen yazıları okumasını beklemek kendi başına bir çirkeflik, bir modern kiniklik, bir işkence, bir aşağılama, bir insanın kendini küçük görmesine neden olan faşist taktiği.
Acaba dahi bir alçak başkan karı-erkek okuduklarını, gündemdeki olayları anlar mı? Herkes biliyor ki başkan karı-erkek, anlamadığı ve bilgisiz olduğu bir konuda sarayda hayatını kafası kadar dar bir konuda ʻbilirkişiʼ olmak için feda etmiş bir dalkavuğu makamına çağırıp öğrenir. Ardından diğer bir dalkavuğu, halklarla ilişkiler teknisyenini, makamına çağırır ve ondan bir öncekinden öğrendiğini nasıl anlaşılmaz ama hoşa gidecek yalanlarla süsleyip anlatacağını öğrenir. Normal vatandaş can derdinde, kasap karı-erkek başkanlar et derdinde.
Bunun çok üzel bir güzel örneği var. Erkek başkan Kennedy, kendi cenaze merasiminde kendi kasidesini kendisi okudu. Kasideyi yazan ve cenazede okuyan, yazmasını bilmeyen Kennedyʼnin halka göründüğünde atacakları yalanları yazan profesyonel yazar. Zaten Kennedy, halka göründüğünde ʻgenç ve dinçʼ ve dolayısıyla ʻileriye dönükʼ havası yaratmak için sayısız canlandırıcı ʻtemsili demokrasiʼ ilaçlarla (drugs) pompalanırdı. Türk politologun kitabını yayınlayan basım evi de yazar politologun ʻgenç ve dinçʼ ve dolayısıyla ʻileriye dönükʼ imaj reklamıyla pompaladı. Zavallı hâlâ ʻgenç ve dinçʼ ve ʻileriye dönükʼ görünmek için kasılıp duruyor.
Peki, nasıl oluyorda bir Türk püfürpüfüreser iki yüz yıllık ʻeşitlik, özgürlük ve kardeşlikʼ Büyük Yalanını bal gibi bir daha yuttu? Daha önce Bolşevikler bu kulağa hoş gelen yalanla Rusları peşlerine taktılar ama pis yüzlerine bulaştırdılar. Bence, çok daha büyük bir ihtimalle medya artistliği derdine düşen püfürpüfüreser bilir bilmez konuştu. Sarı Yelek süt ineğini çok sayıda medya artistleri sağdı.
Önümde sıradan denilecek kadar bir istatistiksel bilgi var.
Dünyada en fazla savaş silahı satan 3 ülke: ABD, Rusya, Fransa.
Marcus Bickel 2017ʼden önceleri değişik dergi ve gazetelerin Beyrut ve Saray Bosnaʼda muhabirlik yaptı. 2017ʼden beri ʻAmnesty Journalʼ ve İnsan Hakları Dergiʼsinin sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yapmakta.
Şu an bile görüp dinleyeceğiniz bir mülakatta bu silah satanların dünyanın her yerinde bilerek ülkeleri savaşa dürtüp çatışmak için kışkırttıklarını açıklar. Galiba ʻtemsili demokrasiʼdışarda ʻtemsili serbest pazarcılıkʼ olur.
https://www.arte.tv/fr/videos/082403-001-A/entretien-avec-markus-bickel/
Geriye uzun bir atlama yapıp ʻTemsili demokrasilerʼden Fransaʼnın iğrenç pis kokan çamaşırlarına bir göz atayım.
Yahudiler toplanıp Almanlara verilirken, Fransız mareşal Pétain hükümetinde yer alan Mitterrand aynı bu sitedeki marksist ve anarşitler gibi gemi batmaya başlayınca bakire sosyalist oldu. Ruanda Soykırımı esnasında erkek başkan olan Mitterrand ʻʻvahşiler birbirlerini kırımdan geçirmeye başladığında, en iyisi hallerine bırakmak ʼ dedi.
Bu sitede aynısının gündeme ve bağlama uygun versiyonlarını yüzüme tüküren az olmadı.
Bir atlama daha.
Ülkesinden kaçıp Fransaʼya sığınan biri Fransız edebiyatını çok beğendiğini ve bu arada özellikle Victor Hugoʼnın bütün eserlerini okuduğunu söyler. Bunu bildiren Charlie Hebdo da ʻbir Fransız için Victor Hugo bir sokak adıʼ acı gerçeğini ekler.
Inuitlerle en yakından çalışan ve haklarının çiğnenmesi karşısında büyük çabalar gösteren eşsiz Jean Malaurie erkek başkan Giscard d’Estaingʼin bir partisine davet edilir. Inuitler arasına dönmek üzere olduğunu duyan d’Estaing, aynı bu sitede bana youtube pornografileri gönderen seks manyakları gibi, Malaurieʼye kadınlarını paylaşan Inuitler arasında neden döndüğünü anladığını ima edici laf edip göz kırpar. Lévi-Strauss, Türk, Kürt ve Alevi solcu devrimci marksist anarşist okuryazarlar yüksek huzurunda adları bile ağza alınmayacak alçak vahşi çıplakların durumunu ifade eden ʻTristes Tropiquesʼ adlı bir kitap yazar. Çok sevdiğim Fransız düşünür Charbonneau cevap verir: ʻTriste Franceʼ.
Fransaʼda alt sınıflardan gelenlerin %75ʼi liseden sonra dökülür, üst sınıftan gelenlerin %75ʼi en ünlü üniversiteleri bitirip sarı yelekli sarışınların çobanlığını yaparlar.
Ben sarışın sarı yeleklilerden Fransız halkının indirildiği bu alçak insan kalitesi ve alçak kültürel seviyesi hakkında bir tek laf bile duymadım. Hemen hemen hepsi asıl sorunun zenginlikte paylarını almak olduğu üzerinde odaklaşmakta. Hepsi Fransaʼnın dünyanın en zengin ülkelerinden bir olduğunu çok iyi biliyorlar.
Bu dediklerimle amacım Fransızları yargılamak değil. Solcu devrimci medya artisliği yapmak için her türlü eleştiri ruhundan yoksun, salt kendileri gibi salakları coşturmak amacıyla zırvalayanları yargılamak.
Oynanan oyun çok ucuz ve bariz: eğer bu ayaklamada değişik kafalardan değişik sesler çıkıyorsa, bu yeni bir devrim emaresi olmalı. Yani her katı marksit devrimci gibi bütün kafalardan aynı sesin çıkmaması püfürpüfüreser için çok yeni.
Bu ucuz oyunun ne kadar adi ve ucuz, cahillikten kaynaklandığını, fırsatçılık olduğunu bilmek için tarihte sayısız ayaklanmalara bakmak kafi. Hatta resmi ve akademik çevrelerde bu fark vaftiz bile edildi: biri ʻrevoltʼ, diğeri ʻdevrimʼ. En yakın bir örneği 68ʼlerde dünyanın sayısız yerlerinde olan ʻrevoltlarʼ. Köylü ayaklanmalarının hepsi ʻrevoltlarʼ. Hatta benim canım gibi sevdiklerimden biri Fransaʼda oldu. Köylüler borç arşivlerini yakıp asıl sevdikleri dünyalarına döndüler.
Bu eski küflenmiş ama canlanmak isteyen marksistlerin en büyük avantajı, bütün ufak tefek farklara rağmen, hepsinin aynı ağızdan konuşmaları.
Yine insanlar can derdinde, püfürpüfüreser ve müriti endüstri anarşisti medya artisti et derdinde.
Son ve benim açımdan belki de Fransaʼnın, sarışın sarı yeleklilerden çok çok daha, nasıl bir ülke olduğunu sergileyen bir olay var. İsa’yı yeryüzüne indiğine pişman ettirecek sonsuz adilik: birkaç gün içinde Anaları Kilise için milyarlarca euro toplandı. Herkes İsaʼnın fakirler için ne dediğini çok iyi bilir ama ʻʻsanat efendim, sanatˮ, ʻʻestetik efendim, estetikˮ, ʻʻmimari harika efendim, mimari harikaˮ, ʻʻ fakir fukaranın canı cehenneme efendim, canı cehennemeˮ…
Grekler Hitilere saldırıp yok ettiklerinde Hitit sanat eserlerini kırıp ev barınak yaptılar.
Bakalım sarışın sarı yelekliler arasından ʻʻulan sizin de, sanat eserlerinizin de geçmişini…ˮ diyecek kaç kişi çıkacak?
Fransaʼya geldiğimden kısa bir süre sonra arkadaşlar Amerika ile kıyaslamamı istediler.
– Amerikaʼda, Amerikaʼnın süper ülke olduğunu öten horozların maskesini kürdanla düşürürsün. (Aynı bu sitedeki ırkçı yobazlar gibi olan bir azınlık hariç) ʻʻDoğru arkadaş, bizi kafese almışlar, allahımız şaşmışʼ derler. Burada (aynı bu sitede asıl süperlerin sırtından geçinen yobaz ırkçılar gibi) maskelerini baltayla bile indiremezsin. Irkçılık ve süper ırk olduklarına inanç genlerinde.
– Amerikaʼda birine bir kazaya şahit olduğunu, birinin kamyon altında sürüklenip parça parça olduğunu anlattığında sorarlar: parçalanan beyaz mıydı, siyah mı? Burada sorarlar: parçalanan güzel miydi… Cümle bitmez, çünkü bildiğiniz gibi ben hayli çirkinim ve araya iki yüzlülük kibarlığı girer. Her sokakta 10-15 güzellik salonları ve coiffeurler var.
Ama çok daha sonra bir Türk püfürpüfüreser hayli esti ve bana gelen pis kokudan rahatsız olduğumu yazınca, püfürpüfüreserin endüstri anarşisti müridi solcu devrimci şantaj kozunu oynadı: sarışınların sarışın devrimi beni korkutmuş.
Eğer püfürpüfüreser SARIŞIN SARI YELEKLİLERE sarılmadan önce ʻtimeline of revoltsʼ ve ʻtimeline of revolutionsʼ arasaydı daha iyi olurdu.
Başkaldırma ve ayaklanmalar (revolts) sonsuz. Devrimler ise, kazananlar tarihinde bile, İngiltere-Amerika-Fransa, fabrika-pazar –okul, kutsal üçlüsü. Tabii, maymun ne görürse onu taklit eder (monkey see monkey do): dünyanın her yerinde devletler ve orta sınıf kaymak tabakaları bu BİRDE ÜÇ, devrim=güç=zenginlik, yeryüzü cenneti fırsatını kaçırmak istemediler. Büyük Bolşevik, Mao Çin, Atatürk, Güney Amerika, Afrika…
İsteyene başarısızlıkla sona eren sayısız ayaklanmalardan en çok bildiklerim listesini gönderirim.
Salt Avrupa ve kısa bir süre içindeki isyanları kazananı-seven Norman Cohnʼın ʻʻ The Pursuit of the Millennium: Revolutionary Millenarians and Mystical Anarchists of the Middle Ages (1957)ˮ kitabında bulabilirsiniz.
Not: Bu sitedeki medeniyet taraftarı kazananı-sevenler bu Cohnʼa çok benzerler. Tek fark, Cohn medeniyeti yaratanların başında gelenler ülkesinde, bu sitedekiler medeniyet parazitleri.
Her kafadan bir sesin çıktığı sayısız isyanlar arasından bana 17. yüzyılda tekrar canlanan İbahilik (Antinomianism) akımını hatırlatan, sayıları hızla azalan, artık ender rastlanan bir anarşistin adresi aşağıda:
https://proxy.duckduckgo.com/iu/?u=https%3A%2F%2Fimages2.alphacoders.com%2F441%2F441518.jpg&f=1
Apaçık ki, anarşist devrimciliğini çabucak sergilemek isteyen fırsatçı anarşist devrim püfürpüfüreseri SARI YELEKLİLER süt ineği fırsatını kaçırmak istememiş ve hemen sağmaya başlamış. Diplomalı fırsatçı anarşist devrim uzman müridi de geri kalmadan hemen pirinin paha biçilmez buluşu SARI YELEKLİLER süt ineğini, zaten ne deseler yutan ve kendileri kadar cahil olan, sitedeki hoşgörücü evcil hafta sonu devrimcilere duyurmuş.
Ne yazık! Bu medya artistliği etme hevesine kapılanlar, ʻtemsilci demokrasilerʼ başta, dünyanın çoğu yerinde medyanın beyin yıkama aracı olduğu beyin yıkama iddialarla devletleri ele geçirdiler ve yolsuzluk ve felaketlerin asıl faillerini belgelerle ifşa edenlerin hayatlarına ʻsonʼ vermekteler.
Bakın mesela, bu site vasıtasıyla tanıdığım, Marksʼın kuyruğuna yapışıp kaldığından akıl almaz felsefi ve teorik saçmalıklar kusan, Demir Küçükaydınʼa. Ben, günlük ve yerel seçim meçim dedikodularından söz etmiyorum. Bir yazısında, Marks’ın dedikleri ʻʻteori değilˮ, ʻʻfelsefe değilˮ, ʻʻdünya görüşü değilˮ zırvalamış. Genellikle bu çeşit hakikatin tam kendisini görenler mistiklerdir ve onlar bile alçak gönüllüdürler, laflarla izah edilmez derler. Marks amcası hem görmüş hem de maşallah çenesi hayli düşük. Zavallı Marks maskara olmuş bu çılgının elinde. Ben bazen Müslümanların cana yakın olanlarına ʻʻyahu arkadaş daha henüz gözün nasıl gördüğü veya arının en güçlü bilgisayardan bile daha çabuk en kısa yolu nasıl bulduğunu bilmiyoruz, bunları yaratanın bir mağarada bir tüccara 5-6 yüz sayfaya sığdırıp anlatması hayli gülünç değil mi?ˮ derim.
Gerçi din inancı olan ile bilimsel konuştuğu fiyakası içinde olan sonsuz yobaz arasında dağlar kadar fark var. İlkine, eğer samimi ise, sempatim ve sevgim sonsuz; ikinci bilimsel yobaz beni sonsuz iğrendirir.
Din değişterenler yeni dinlerinin müminlerinden çok daha katı ve medeniyet trenininin en düşük mevkisinde seyahat edenlerin medeniyet lokomotifini sürenlerden çok daha katı ırkçı medeniyet savunucusu olduğuna bu sitede şahit oldum.
Avrupaʼda da Avrupa bolluğuna kavuşanların Avrupalılardan çok daha katı Avrupalı olduğunu gördüm. Çok basit bir örnek: yanında çalıştığım bir ʻcompagnonʼ* beni yapı kerestesi almaya yolladı. Üstü açık depoda ayak işi yapan ve bolluğa kavuşmuş, sarışın mavi gözlü olmuş,Türkçe bilen bir Türk veya Kürt veya Alevi idi. Ben Türkçe konuşur konuşmaz, bana hemen ʻʻbu memlekette yaptığın işi bilen biri olmalısın, burası Türkiye gibi değilˮ dedi.
*ʻCompagnonʼun şimdi bile mesleğinde en usta zanaatkarlığı tüm Avrupaʼda saygıyla anılır. Genellikle, örneğin katedral gibi, en dakik işlerde sadece bunlar çalıştırlırdı. Eskiden sadece taşyabilecekleri aletlerle yer yer yürüyerek gezerlerdi. ʻDinciʼ oldukları ve daha etkili taşıt ve aletler kullanmadıkları için ʻʻgerici ve tutucuˮ olduklarından, YOBAZ, İLERİCİ ve LAİK Atatürk- Lenin- Stalin-Troçki- Maoların ataları Fransız devrimcileri bunları kırımdan geçirmek istediler.Ünlü yazarlar bu şahane varlıklar hakkında şahane kitaplar yazdılar. Ahileri andırırlar.
Önce Stalinci diktatörcü ve proleter diktatörcü, sonra anarşistci ve şimdi Temiztaş-Kuluçkaoğluʼcu olan biri temsili demokrasicilerden çok daha temsili demokrasici olmuş.
Temsili demokrasilerde açık diktatörlük yerine milyarlaca açık ve kapalı temsili demokrasi diktatörlüğü hüküm sürer.
– İsyankarların evleri basılır ve uyşturucu ilaçlar bulunur.
– Kendisi gibilere terör emziği emdirilir ve aynı zamanda dünyada terör körüklenir ve milyarlar kazanılır.
ʻʻ Profiteering from terrorism. Germany’s massive arms exports are helping shore up autocratic regimes in the Middle East. As Markus Bickelʼs highly informative analysis ″Die Profiteure des Terrors″ (terör vurguncuları) informs us.ˮ
Bu satışlar aslında Almanyaʼda yasak ama ‘temsili demokrasiʼ emziği emen milyonların derdi geçim.
Bu emzikleri emen büyük beyinlilerin buna benzer açık ve kapalı milyonlarca ‘temsili demokrasiʼ alçaklıklarını bilmemeleri imkansız. Peki, neden bu şakşakçılık? Bence nedeni her dürüst düşünürün uyarısında: şakşakçılık, şakşakçılık edenin de edilenin de eleştiri ruhunu yok eder.
Çok basit ve medyada yeni dolaşan bir örnek daha.
“What’s the cadet motto at West Point? You will not lie, cheat, or steal, or tolerate those who do,” asserted Pompeo before making a most disturbing admission.
“I was the CIA director. We lied, we cheated, we stole. We had entire training courses to teach to do exactly that the world over” he said to a room full of people at Texas A&M University who found the comments funny and then erupted into applause, adding “It reminds you of the glory of the American experiment.”
‘Temsili demokrasiʼlerin gizli ve açık, en ahlaksız, en gaddar, en alçak becerileri hakkında son derece kısıtlı bilgilerimi sıralasam kütüphaneler doldurur. Peki, nasıl oluyor da bu ʻʻalçak kapitalistlerˮ sütüyle beslenen, büyük beyinli, derin bilgili politika analisti ‘temsili demokrasiʼ afyonunu yutmuş?
Belki Temiztaş-Kuluçkaoğluʼnun Er-Doğan da bile daha çok bolluk yaratacaklarına inanıyor. Ama nedense ekonomik gelişmenin veya batmanın yüzde yüz devasa zengin ülke ve firmaların elinde olduğunu hasıraltı etmiş gibi.
Eğer Erdoğanʼın ayağının kaymasının asıl nedeninin bolluğa alıştırdığı taraftarlarının darlığa sürüklenmekten korkuları olduğunu bilmiyorsan, sen ne biçim politologsun?
1978ʼde Francoʼnun ölmesiyle İspanyaʼya dönen anarşist sendikacılar hemen ideallerin yerini bolluğa kavuşma olduğunu gördüklerini bana söylemişlerdi. Haklı oldukları fazlasıyla kanıtlandı. Sen kendini mi kandıryorsun? Yoksa bu siteyi ziyaret eden hafta sonu solcu devrimcileri mi?
ʻʻWhile Erdogan likes to present himself as defender of Muslims and has regularly criticised the persecution of Palestinians and the Rohingya, he has declined for months to waste words on what activists view as a “cultural genocide” of the Uighurs, just as Saudi Arabia and other Muslim states have avoided any criticism of their economic partners.ˮ
ʻʻEconomic interests of greater concern to Turkey than pan-Turkic solidarity. During the economic crisis in Turkey last summer, Beijing granted Turkey a loan of 3.6 billion dollars. And China was quick to make clear that any criticism will come at a price, closing its consulate in the Turkish port city of Izmir, one of the end points on the new Silk Road.ˮ
Entellektüel Gerilik-İlkellik [Asıl Gerilik-İlkellik]
“Bu miliyetçilik [Zazacılık], [….] Hiç bir farklılık tanımaz [….] Ulus-devletçidir, tekçidir, dayatmacıdır [….] Entellektüel bakımdan son derece geri ve ilkeldir [….] Ahlaki ve etik değerlerden yoksundur [….] Kendisini ‘aydın’ zanneden böylesine geri öğelerle karşı karşıyayız. [….] Sınırlı bilgilerle, araştırmaya dayanmadan konuşurlar. Üslupları kaldırılacak gibi değildir. Son derece saygısız bir söylemleri vardır. Söyleneni ya doğru anlamaz, ya da anlamak istemezler. Tüm bunlar bu çevre ile sağlıklı bir diyalogu ve tartışmayı olanaksız kılmaktadır. Bugüne kadar yaşadığımız tartışmalarda tanık olduğumuz manzara hep bu olmuştur.”
[ZAZA MİLLİYETÇİLİĞİNİN ÖZELLİKLERİ – SEYFİ CENGİZ]
AKP-RTE rejimi hiçbir farklılık tanımaz. Ulus-devletçidir, tekçidir, dayatmacıdır. Entellektüel bakımdan son derece geri ve ilkeldir. Ahlaki ve etik değerlerden yoksundur. Kendisini ‘aydın’ zanneden böylesine geri öğelerle karşı karşıyayız. Sınırlı bilgilerle, araştırmaya dayanmadan konuşurlar. Üslupları kaldırılacak gibi değildir. Son derece saygısız bir söylemleri vardır. Söyleneni ya doğru anlamaz, ya da anlamak istemezler. Tüm bunlar bu çevre ile sağlıklı bir diyalogu ve tartışmayı olanaksız kılmaktadır. Bugüne kadar yaşadığımız tartışmalarda tanık olduğumuz manzara hep bu olmuştur.
–
Kemalizm-Ulusalcılık hiçbir farklılık tanımaz. Ulus-devletçidir, tekçidir, dayatmacıdır. Entellektüel bakımdan son derece geri ve ilkeldir. Ahlaki ve etik değerlerden yoksundur. Kendisini ‘aydın’ zanneden böylesine geri öğelerle karşı karşıyayız. Sınırlı bilgilerle, araştırmaya dayanmadan konuşurlar. Üslupları kaldırılacak gibi değildir. Son derece saygısız bir söylemleri vardır. Söyleneni ya doğru anlamaz, ya da anlamak istemezler. Tüm bunlar bu çevre ile sağlıklı bir diyalogu ve tartışmayı olanaksız kılmaktadır. Bugüne kadar yaşadığımız tartışmalarda tanık olduğumuz manzara hep bu olmuştur.
–
Marksizm-Leninizm hiçbir farklılık tanımaz. Ulus-devletçidir, tekçidir, dayatmacıdır. Entellektüel bakımdan son derece geri ve ilkeldir. Ahlaki ve etik değerlerden yoksundur. Kendisini ‘aydın’ zanneden böylesine geri öğelerle karşı karşıyayız. Sınırlı bilgilerle, araştırmaya dayanmadan konuşurlar. Üslupları kaldırılacak gibi değildir. Son derece saygısız bir söylemleri vardır. Söyleneni ya doğru anlamaz, ya da anlamak istemezler. Tüm bunlar bu çevre ile sağlıklı bir diyalogu ve tartışmayı olanaksız kılmaktadır. Bugüne kadar yaşadığımız tartışmalarda tanık olduğumuz manzara hep bu olmuştur.
–
Anarşizm hiçbir farklılık tanımaz. Ulus-devletçidir, tekçidir, dayatmacıdır. Entellektüel bakımdan son derece geri ve ilkeldir. Ahlaki ve etik değerlerden yoksundur. Kendisini ‘aydın’ zanneden böylesine geri öğelerle karşı karşıyayız. Sınırlı bilgilerle, araştırmaya dayanmadan konuşurlar. Üslupları kaldırılacak gibi değildir. Son derece saygısız bir söylemleri vardır. Söyleneni ya doğru anlamaz, ya da anlamak istemezler. Tüm bunlar bu çevre ile sağlıklı bir diyalogu ve tartışmayı olanaksız kılmaktadır. Bugüne kadar yaşadığımız tartışmalarda tanık olduğumuz manzara hep bu olmuştur.
Rûmî halihazırda 13. yüzyılda bir benzetmeyle günümüzde ve özellikle bu sitede sayısız büyük beyinlileri anlatır.
Bir bakkal cuma namazına gittiğinde papağanı kafese koyup kapatmayı unutur. Döndüğünde dükkanını papağan afetine uğramış bulur. Şeker mercimeğe, pirinç bulgura, biber yağa… karışmış. Çok kızar, papağanın bütün tüylerini yolup kafese koyar.
Bir müddet sonra bir kel kafalı bakkala gelir. Papağan keli görünce, kafası ʻ90 anonimʼ gibi canlanıp bağırır: ʻʻSenin ne yaptığını biliyorum!ˮ
Seyfi Cengiz bir halt etmiş; ʻ90 Anonimʼ, eleştirip hatalar bulacağına aynı haltı etmiş. Bu sitede ʻ90 Anonimʼ gibi dünyanın ne kadar ümitsilik içinde olduğunu durmadan hatırlatan mide bulandırıcı televizyon seyretmekten beyni ambale olmuşlar sayısı çok.
Bence, bu hiçliğe karşı isyan çığlığı ʻʻAllah ölürse her şey mümkün!ˮ yerine ʻʻUtanma kalmazsa her şey mümkün!ˮ çığlığı atma zamanı geldi ve geçti de.
Sitedeki salaklığı ve cahilliği her ÖLÇÜYÜ aşanlar beni paranoya ettiği için ekleyeyim: ʻʻAllah ölürse her şey mümkün!ˮ lafı, ʻsatılırsa doğruʼ özgür pazar ekonomisinin tüm dünyaya egemenliği, insanın kozmosu/evreni olmasına karşı ʻartık ÖLÇÜ kalmadıʼ anlamında kullanıldı. ʻAllahʼ lafını ettim ama papağan ʻ90 Anonimʼ ve diğer site büyük beyinlilerinin Muhammed, Erdoğan, Atatürk-Cumhuriyet Gazetesi, Bakire Marksizm (yani, dahi enayiler Demir Büyükaydınlık, Hortlak, Marxist AğrıMan, Savan Savuran, Marksʼın Kuyruğunu Tutun, köy kızı Elif Çağırtkan falan filan), 19. yüzyıl fabrika Bakire Anarşizm yerel laikler/ruhaniler dedikodu bataklığına saplanmaya hiç niyetim yok.
Zaten bence, milliyetçilik, enayi ile dolandırıcıyı kardeş yapma ideolojisi.
Ne var ki, son zamanlar dünyasında birbirinin tıpkı aynısı ama değişik uluslar ve ʻ90 Anonimʼ gibi birbirinin tıpkı aynısı ama değişik hilkat garibeleri üssel çoğaldı. Bu nedenden MODA olan bireyciliğe ve milliyetçiliğe sarılanları hoş görmeli. Hatta, Rönesansʼtan sonra gelmiş geçmiş bütün tanrıları toplayıp terazinin bir kefesine, MODAʼYI diğer kefesine koyunca MODA sonsuz daha ağır geldiğinden bütün tanrılar gök yüzüne fırladılar.
Bence MODA, Kapitalʼden, Devletʼten, Modern Tekno-Bilimʼden çok daha güçlü.
Bence, MODAʼYA uymak için bir yılda harcanan para, olmasını istediğim için söylemiyorum, gelecek 10 yıl dünya açlık, barınak, giyecek, sağlık, eğitim sorunlarını rahatça giderir.
https://translate.google.com
word salad
ENGLISH – DETECTED
kelime salatası
Definitions of word salad
Noun
a confused or unintelligible mixture of seemingly random words and phrases, specifically (in psychiatry) as a form of speech indicative of advanced schizophrenia.
TURKISH
ileri şizofreni gösteren bir konuşma biçimi olarak, özellikle (psikiyatride) rastgele görünen kelime ve cümlelerin karışık veya anlaşılmaz bir karışımı.
“…öğrenci, Prof. olan öğretmenine “atom”un ne olduğunu soruyor, aldığı yanıt şöyle: “Yaratılmış en küçük mahluk.”
Burada iki önemli yanlış vardır. Önce “yaratılmış mahluk” denmez, “mahluk” sözcüğü, Arapça “halaka” kökünden gelir, “yaratılmış” demektir. Demek sayın Prof. açıkça “yaratılmış-yaratılmış” diyor. İkinci yanlış daha güldürücü, “atom”un içinde ondan çok daha küçükleri var, “atom” bir birliktir, kendiliğinden bölümleri, kurucu öğeleri olmayan bir “bütün” değildir. İşte tarikatçıyı tutan, güçlendiren bu boşlukta yaşama alışkanlığıdır…”
https://media.turuz.com/her_konu-2019-6/4835-Qaranlighin_Ayaq_Sesleriqedirilik-Ismet_Zeki_Eyuboghlu-1999-106s.pdf
“1952’den sonra gelişen Nurculuk akımını kuran, eski adıyla Bedîüzzaman Saîd-i Kürdî, sonraki adıyla Saîd Nursî’dir. 1873’te Bitlis’in Nurs köyünde doğmuş, mahalle mektebinde biraz okumuştur. Gençliği medreseliler arasında geçen Nursî’nin disiplinli bir tahsili yoktur. Bazı faaliyetleri yüzünden II. Abdülhamid zamanında ikamete memur edilmiş, 1908’de serbest kalınca İstanbul’a gelmişti.
Önce İttihâd-ı Anâsır, yâni Osmanlı câmiası içinde bulunan bütün milletleri birleştirmek siyâsetini güden ve bunu, «bilâ tefrıyk-ı dîn ü mezheb herkes Osmanlıdır» cümlesiyle formüle eden, Balkan Savaşı’nda, bu siyasetin iflâsı üzerine İttihâd-ı İslâm siyasetine sarılan İttihatçılar, Bektâşîlerden, Alevîlerden, Mevlevîlerden, üçüncü devre Melâmîlerinden medet umdukları gibi Saîd-i Kürdî’den de medet ummuşlardı.
Saîd’in sabit fikri, Mısır’ın El-Ezher’ine karşı doğuda bir Medresetü’z-Zehrâ kurmaktı. Bir zaman sonra İttihâd-ı Muhammedî fırkasını kuran ve Volkan gazetesine yazılar yazmaya başlayan Saîd-i Kürdî, takibata uğradı ve İstanbul’dan ayrıldı.
Bir aralık tımarhâneye de giren Nursî’nin Türkçesi, pek bozuk düzen bir Türkçedir. Meselâ kendi sözlerinin önemini anlatırken «Kemâl-i müvâzenetle iki yüzden ziyâde Rasûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimeleri her sahîfede birbirine bakmaktadır» der (Mu’cizât-ı Ahmediyye). Bu cümlede «iki yüzden ziyâde», Rasûl-i Ekrem midir, kelimeleri midir? Sonra anlamı tam söze kelime denemez, cümle denir; kelimelerin kemâl-i müvâzenetle birbirine (birbirlerine diyecek) bakması da tuhaf bir temâşâdır. Bu cümle bir örnektir ancak; çünkü hazretin her lâfı böyledir. Hadi o söylemiş; fakat bu lâflarda derin, ilâhî sırlar bulunduğuna, onu, «emsâlsiz bir filozof» tanıyanlara ne diyelim?
Niyâzî-i Mısrî’ye benzer tarafları çok olan bu zat, kendisine gaybden sesler geldiğine, din ulularının kendisini müjdelediğine, eserlerinin kendi garip ifadesiyle «Parlak bir sûrette ısbâtı çok kuvvetli bir işâret-i gaybiyye ve inâyet-i ilâhiyye» olduğuna inanır. Sabit fikirlerinden biri de, Niyâzî gibi, kendisine daima kötülük yapılacağını, öldürüleceğini sanmasıdır.”
https://media.turuz.com/2011-her_konu/1234-100_Soruda-Mezhebler_Ve_Teriqetler-Abdulbaqi_Golpinarli-1969-305s.pdf
Çok sıradan ve çok bilinen bir Marksist bilgiyle ʻ92 Definitionʼ / ʻmarxist argümanʼın ʻʻmarxist argüman 23 Mayıs 17 / 9pmˮ yazısında sergilediği Marksizm konusunda aklı almaz CAHİLLİĞİ ile başlayacağım.
Marks: ʻʻPatates üreten bir toplum kapitalist, yapay zeka ve robot üreten bir toplum komünist olabilir.ˮ Yani, Marksʼa göre üretim ilişkileri, üretim güçlerinden daha önemli.
Bu kara cahil ʻʻmarxist argüman 23 Mayıs 17 / 9pmˮ yazısında üretilen her şeyi “ihtiyaç” hatta “doğal ihtiyaç” sanar.
Cahilin yaşadığı patates üreten kapitalist toplum (bakın mesela Bangladeş ve AI), mavi gözlü sarışın olma hevesine kapılıp patates üretimini arttırmak için bize başvurmuştu. Bütün dünya komünist olmadığı için ʻmarxist argümanʼın patates üreten kapitalist ülkesinde bulunan ender elemanlar karşılığı algoritmalarını benim yazdığım Yapay Zeka ve Robot vermiştik.
Kapitalistler gen mutasyonu ile, arada bir, etli kemikli patatesler üreten algoritma yazmamızı istediler. Etli kemikli patateslerin besin ve sağlığa yarar değeri yüksek olduğundan ʻdoğal patates ihtiyacıʼ azalacak ve ʻdoğal etli kemikli patates ihtiyacıʼ artacakmış. Böylece İLERLEMEʼNİN en büyük kanıtı nüfus artışı gün gibi ortada olduğundan, herkes memnun ama daha da memnun olmak için daha da çok çalışacaklarmış.
Algoritmalarda yazım hatası sonucuveya epigenetik nedeninden ʻmarxist argümanʼ hilkat garibeleri ürer ihtimali olduğundan arada bir denetim yaparız. Denetim esnasında, sanırım ʻmarxist argümanʼ ve şimdi ʻ92 Definitionʼ olan birinin ben “pipsqueak”in mantık ve akıl hastası teşhisine rastladım.
Sevdiğim Marksistlerin karşı ideolojilerini savunanlara sordukları şahane iki soru: ʻʻKimin aklı?ˮ ve ʻʻKimin mantığı?ˮ
Bunu bilmemesi ikinci CAHİLLİĞİ!
Gençken kendisi gibi evcil uslu orta sınıf ilerici akıl polisleri bendeki hastalığa şizofrenik adını vermişlerdi. Eleştri ruhundan yoksun ʻmarxist argümanʼ hemen ʻmavi gözlüler diyorsa doğrudurʼ diye inanmış. Benim kendisi gibi TEK ve HERKESDEN farklı psişem yok. Psişem sayısız. Arkadaşlarım, karım, annem, babam, abim, ablalarım, büyüdüğüm mahalledeki üzerimde anılar bırakanlar, okuduğum kitaplarda okuyup benzeri olmak istediklerim, eleştirili düşünmeyi öğrendiğim düşünürler…sonsuza dek. Benzerini ʻmarxist argümanʼ gibi sarışın mavi gözlülerle tanıştıktan sonra bir eskimo söyler: ʻʻkendimi ne kadar birey olarak düşünsem, o kadar var olduğuma inanamıyorum!ˮ
Eskimo ve ben, benle dolu, varolma zenginiyiz, ʻmarxist argümanʼ ve bu sitedeki solcu devrimciler yalnızlar kalabalığnda TEK olmanın derdine düşen zavallılar.
Her neyse, bir ilerleme var. Şimdi ruh polisleri, yaşımdan dolayı, moda olan ʻdemans (bunak)ʼ olduğum kanısındalar. Böyle ilerlemeleri bilmemesi üçüncü CAHİLLİĞİ!
Marks, verilerle başla der. Et kemikli patates yiye yiye et kemik beyinli olmuş ʻmarxist argümanʼ geriye dönüş-ileriye gidiş BAKİRE MARKSİZM, BAKİRE İSLAM, BAKİRE HIRİSTİYANLIK, BAKİRE KEMALİZM, KAPİTALİZM, FABRİKA ANARŞİZM cennetleri ideolojilerini olağan bulanlar anketi yapsa, tahmin ederim, yaklaşık %20 ile % 80 arası müspet yanıtlar alırdı. Eğer “pipsqueak”in ilkel ta$ devri cennetine dönme ideolojisini olağan bulanları anketi yapsa, bende olmayan ama kendinde olan aklını kullansa, yanıtların ʻdeliʼ, ʻçatlakʼ, ʻsalakʼ, ʻavanakʼ, ʻenayiʼ olacağını kendi tepklerinden tahmin edip dördüncü CAHİLLİĞİNİ açığa vurmazdı.
Sen en iyisi Özgür Üniversiteye kayıt ol. Eminim Marksizm dersleri veriyorlardır. Hem de eski Marksist yeni ʻsarı yalak anarşistiʼ püfürpüreser, eski Marksist-Leninist yeni fabrika-seçim anarşisti fahri püfürpüreser devrim mütehassısı hem cahilliğini düzeltir hem de sana, komünist Çinʼin eskisi yerine yeni ve gerçek ticaret cennet yolunu açtığı gibi anarşistlik öğreterek, ufuklarını genişletirler.
Hiç değilse sana boyundan büyük konularda çeneni tutmanı öğretirler. Onlar cahilliklerini öyle kapatıyoralar. Sadece ve sadece clonlarıyla münasebet kuruyorlar.
Önce İttihâd-ı İbtidâiyye, yâni dünya içinde bulunan bütün ibtidâîleri (ilkelleri) birleştirmek siyâsetini güden ve bunu, «bilâ tefrıyk-ı Kızılderili u Aborjin u Zulu herkes ibtidâîdir» cümlesiyle formüle eden, sonra bu siyasetin iflâsı üzerine İttihâd-ı Kızılderili siyasetine sarılan Vahşî, Navaholardan, Komançilerden, Apaçilerden medet umduğu gibi Eskimolardan da medet ummuştu.
Bir aralık tımarhâneye de giren Vahşî’nin Türkçesi, pek bozuk düzen bir Türkçedir; çünkü hazretin her lâfı böyledir. Hadi o söylemiş; fakat bu lâflarda derin, ilâhî sırlar bulunduğuna, onu, «emsâlsiz bir filozof» tanıyanlara ne diyelim?
Saîd-i Nursî’ye benzer tarafları çok olan bu zat, kendisine Manitu’dan sesler geldiğine, Kızılderili ulularının kendisini müjdelediğine, eserlerinin kendi garip ifadesiyle «Parlak bir sûrette ısbâtı çok kuvvetli bir işâret-i vahşiyye ve inâyet-i ibtidâiyye» olduğuna inanır. Sabit fikirlerinden biri de, Nursî gibi, kendisine daima kötülük yapılacağını, öldürüleceğini sanmasıdır.
Marxist Argüman tartıştığı dinozorun Taş Devri’nde yaşadığını söylemekle halt etmiş.
Neticede Jurassic Devri’nde yaşayan ve putu olan Taş Devri ilkellerinden en az on milyonlarca yıl geride olan bir trolden bahsediyoruz.
Marks & müritleri ʻʻMarxist Argümanˮ = ʻʻ92 Definition of 91ˮ ve benzerleri ile Pisagor ve müritleri arasındaki görmesi imkansız fark ne?
Önce bir açıklama girişi. Sitede solcu devrimci oldukları için her şeyi bilenler bu girişi es geçebilirler. Benim gibi küçük beyinliler okusa fena olmaz.
Kelimeleri yenilikler getiren, yaratıcılık heyecanından hoplayan zıplayanların kelimeleri gibi ince eleyip sık dokuyan uzman kelimeleri anlamı yerine uzun ömürlü felsefi anlamda kullanacağım.
ʻRationalʼ [= Rasyonel (mantığa ve akla uygun)], ʻratioʼ [orantı, kesir, kıyas] kelimesinden türer. Kıyasın olması kıyas edilecek nesneler veya varlıklar olması, ʻRealiteʼ [realite, gerçek] varlığı demektir. Kıyas olmaması her şey aynı olması demektir, yani kaos. Kaosta fark kalkar, dil yoktur, anlamak ve düşünmek imkansızlaşır
Not: Tıpkı günümüz bakire Marksizm ʻʻMarxist Argümanˮ = ʻʻ92 Definition of 91ˮ ve fabrika anarşizm müritleri gibi moda heveslisi bir solcu devrimci gurup sarışınların cici bici isimli ʻkaos teoriʼsini anarşizm sanarak dergilerine ʻkaosʼ adını taktılar. Bu azılı anarşistler biraz mitoloji ve din bilselerdi -hâlâ din konusunda cahilliğiyle övünen laik anarşist salaklar az değil- varoluştan önce kaos olduğunu öğrenir sarışınlar gibi hiçlik dininin müritleri olmaktan utanırlardı.
Ama artık utanmak kalmadı, yani her şey mümkün.
Pisagorʼa göre her şey sayı. Zamanında salt tam sayılar ve orantılar vardı. Her tam sayı da bir orantı olduğundan, Pisagorʼa göre her şey orantı, kesir sayı idi. Rasyonel sayı kesir veya orantı, yani KIYAS demektir. O halde, Pisagorʼa göre dünya rasyonel sayılardan, KIYASLARDAN oluşmuştur. Pisagorʼun diğer bir takıntısı da üçgen idi. Materyal varlıklar, şekil almış maddelerden oluşur, şekil olmasa İlerici Marksist ve fabrika anarşistlerin bolluğu da olmaz, olsa da hiç bir işe yaramaz. İki doğru şekil yapamaz, olsa olsa solcu devrimciler gibi küçücük bir noktalar yapar. Şekil ise üçgenlerden oluşmuştur.
Not: Daha henüz Marks amca doğmamıştı ama olsun, ʻMarks=Big Bangʼ dini bilimsel solcu devrimci materyalist müritleri her şeyi bilirler.
Peki, bu üçgen saplantısı nereden geldi. Marks ve benzeri materyalistlerden önce ve özellikle tarım toplumlarında doğurganlık olmasa boş ver gitsin: tek doğuranlar ana toprak ve dişiler (kadınlar). Bu gün bile hâlâ kapitalizm ve Marksizmci duymamış ama sarışın olmaya mecbur edilmiş zavallılar kiliseye girdiklerinde coca colayı, Marks ve kapitalistler gibi aracılara benzeyen -G. Grassʼın deyişiyle- kafadan doğuran oğul yerine Meryem Anaʼnın kafasına serperler. Kısaca söylersek Pisagor için her şey rasyonel sayıydı ve materyal dünya, sarışın bilimsel ilahların dedikleri gibi McDonaldʼın Bigger the Better, Big Bang ile değil; kadınların üçgenleriyle doğmuş, canlılara benzeyen varlıklar dünyasıydı.
Gel zaman git zaman, dik kenarları 1 olan dik kenar üçgende var ama rasyonel olmayan hipotenüsü bulunca teorileri suya düştü. Bu çeşit sayılara ʻirrationalʼ [usa aykırı, mantıksız, irrasyonel] adını taktılar. Anladılar ve varlığını inkar etmediler, bilakis kendileri ispat etti. Pisagor ve müritleri usa aykırı, mantıksız, irrasyoneli ciddiye aldılar. Hatta o kadar ki, rivayetlere göre, gizli bile tuttular.
Din cahilliğiyle iftihar eden fabrika anarşistinin gafletine bir örnek: İslamʼın ʻöğrenme ve bilgiʼ edinme çağında, Türk asıllı bir Müslüman filozof, üstü örtük de olsa, vahiy mahiy olmadığını, hâlihazırda çoktan birbirlerini boğazlayanları korkutup uslandırmak için uydurulduğunu iddia etti. Daha sonra Darwin boğazlamayı bütün doğada buldu, taklitçisi Marks amca da toplumda.
Sadede gelelim, fark ne?
Marksʼın 19. yüzyıl bakirelik zamanına takılmış kalmış materyalist ʻʻMarxist Argümanˮ = ʻʻ92 Definition of 91ˮ ve benzeri azılı solcu devrimci kara cahiller anlamayınca RUH ALEMİ mühendis-polisi olurlar.
Hele anlamadığı kişi karşı-devrimci, kapitalist vb falan filan kalıplara tam sığmıyorsa! Cahiller usa aykırılığı, mantıksızlığı, irrasyonelliği, Pisagorcular gibi nesnel dünyada değil, cahiller arasında en yaygın olanlardan biri olan ʻyetiş ya Hızırʼı ucuz psikolojiyle, anlamadığı kişinin RUH bozukluğunda bulur. Toplumsal sorunu, tıpkı kapitalizmi en katı savunan bilim adam-karıların savunduğu gibi, kişisel soruna indirgerler.
ʻʻMarxist Argümanˮ = ʻʻ92 Definition of 91ˮin nakaratı: Kahrolsun Kapitalizm! Yaşasın Bakire-Marksizm!
Benim nakaratım: Utanma kalmayınca, cahilliğini utanmadan, iftiharla sergileyen ʻʻMarxist Argümanˮlar Darwinʼi bile utandıracak virüs veya bakteriler gibi üssel artarlar.
Şimdiye kadar yaşamış salt ʻʻMarxist Argümanˮ Bakire Marksist ve fabrika anarşistleri gibi, homo sappy, büyük beyinli, asıl insanları saysak 100 milyar; salt şimdi okyanusta yaşayan virüs sayısı 100 milyar defa 100 milyar defa 100 milyar.
Bu utanma kalmamış ʻʻMarxist Argümanˮ ve benzeri Bakire Marksistler ile 19. yüzyıl Fabrika Anarşistleri bana dine ve karpuz kabuğuyla kanser tedavisi yapan şarlatanlara karşı haçlı seferlerine girmiş sonsuz rasyonel, laik, bilimci adam-karıları hatırlatır.
Milyarlarca ağız sulandıran yalan ve şarlatanlık dolu reklamlarla satışlar özgür pazar ekonomisi, doğal, sağlıklı, toplumda gerekli ʻʻMarxist Argümanˮ ihtiyaçlarını tüketmede ve dolayısıyla Marks amcasının ʻYetiş Ya Hızırʼı üretimini körüklemesi falan filan dön dolaş derviş huu huuları.
Stalinʼin özel beslediği köpekler çoğaldıkça çoğalıyor.
ʻ96 Anonimʼ AtıTürk+Okul+Televizyon fabrikası montaj hattından fırlamış. Ama nedense gerçek Türk ve Müslüman erkek gibi Bakire saplantısını gen kes-yapıştır tekniğiyle kesip atmamışlar: el değmemiş, ʻpek bozukʼ olmayan Türkçe peşinde. Gen kes-yapıştırmayla AtıTürk+Okul+Televizyon fabrikasında yapıldığını, dil ve kültürlerin farklı tezahürleri olsa da aslında dünyanın her yerinde aynı olduğunu göremeyecek kadar enayilik genlerine eklenmiş. Tabii bu enayileri fabrikada yapanlar enayi değiller. Türk siyah çay sever, Çinli yeşil falan filan gibi milyonları aşan salt ticaret anlamı olan ıvır zıvırların adı bile var. Kişisel seçenek özgürlüğü!
Herkesin Türkçe yerine İngilizce konuşmasını, herkesin Türkiye değil Avrupa veya ABDʼde doğmuş olmayı hayal ettikleri bir ülkede bu unutkanlığı benden çok kendinin kim olduğuna ışık tutuyor. Hali vakti yerinde, kendinden memnun, bir orta sınıf evrensel silik model.
Benzeri olarak, yaklaşık 2 500 yıl önce insanın iç dünyasıyla diyaloguna enayilerin hoşuna gidecek cici bici bir isim verildi: Felsefe. Bunu yapanlar da Filozof oldu. Benim sözüm ona «emsâlsiz bir filozof» olmamla alay edeyim derken 96 «emsâlsiz bir cahil» olduğunu, gen kes-yapıştırma tekniğiyle hiyerarşik beyinle doğduğunu açığa vurdu. Zaten bu sitedeki Stalin köpeklerinin en büyük avantajı kara cahil olmaları.
Önümde sık açıp okuduğum iki cilt kitap var: Sarvepalli Radhakrishnan ve onbir filozof tarafından yazılı ʻʻHistory of Philosophy Eastern and Western.ʼʼ Kitap, AtıTürkünüzün ve sizlerin baktığınız yönün tersindeki Hindistanʼdan. Girişte, Sarvepalli Radhakrishnan, 1100 sayfalık felsefenin tanımı ve amaçlarını sıralar. Girişin başında da amacın İranlı bir şair tarafından bir beyitle şahane özetlediğini ekler: Şair, evreni ilk ve son sayfaları kaybolmuş kitaba benzetir.
Siz hiyerarşik beyinli doğmuşunuz. Bu anlattığım da benim felsefe diplomam.
ʻ97 Jurassic Trollʼaslında ruh polisi ʻMarxist Argümanʼa görünse fena olmaz. 97 terörist korkusu gibi medyanın pompaladığı Troll-Paranoya bulaşıcı hastalığına yakalanmış. Hem de gittikçe sayıları artan bir faşist ırkçı.
Bana bir anekdotu hatırlattı. Misafir olduğumuz bir ailenin kırk kişinin sığacağı salonda ailenin 96&97clonu çocukları televizyonda Hindistan ile ilgili bir belgesel seyrediyorlardı. Et kemik bir baba kızının çeyiz parası için Bombayʼde 20 yıldır rikşov çekiyormuş. Biz, karım ve ben, salona girince, 96&97 clonları gibi dünyanın her yerinde aynı olmuş seyirci silikler, bizim ABDʼden geldiğimizi bildiklerinden ʻJurassicʼ filmini görüp görmediğimizi sordular.
– Hayır. Görecek neyi var?
– Çok ilginç.
– Bu et kemik babanın kızı için 20 yıl Bombayʼde rikşov çekmesinden daha mı ilginç?
Onlar da sizler gibi hali vakti yerinde orta sınıf aile çocukları oldukları için sizin gibi işin içindeki gericilik, tutuculuk pisliği kokladılar.
İkiniz de çok çaylaksınız. Milliyetçili, ırkçı, faşist ruhlu olduğunuzu saklamayı bilmiyorsunuz. Özgür Üniversite gece kurslarına yazılın. Size milliyetçiliği, ırkçılığı, faşist ruhlu olmayı daha ince solcu devrimci ifade dil-kültürünü öğretirler.
Ben bir [Avcı-Toplayıcı] + [Savaşçı] + [Büyücü-Şaman] + [Ayin-Tamtam] çocuğu = [İlkel] değilim.
Bir [Yiyecek ve ihtiyaçlarını satın alıcı] + [Barışçı] + [Doğaüstü olaylara inanmayan] + [Modern Kültür] çocuğu = [Medeni]yim.
[İlkel]liği “yüce” ve “ulvi”, [Medeni]liği ise “kötü” ve “aşağılık” bir şey gibi görenlerin aşağılık kompleksi bende olmadığı için de gönül rahatlığıyla “ben [Medeni]yim” derken en ufak bir aşağılık duygusu hissetmiyorum.
“Benzeri olarak, yaklaşık 2 500 yıl önce insanın iç dünyasıyla diyaloguna enayilerin hoşuna gidecek cici bici bir isim verildi: Felsefe. Bunu yapanlar da Filozof oldu. Benim sözüm ona «emsâlsiz bir filozof» olmamla alay edeyim derken 96 «emsâlsiz bir cahil» olduğunu, gen kes-yapıştırma tekniğiyle hiyerarşik beyinle doğduğunu açığa vurdu.”
Bu laf salatalarını sıralarken, yaklaşık 2 500 yıl önceki Antik Yunan medeniyetinin – başka herkes gibi öncekilerin birikimlerinden yararlanmış olsa da – ortaya çıkardığı değişimin bir nedeni ve sonucu ve de adı olan “Felsefe” denilen şeyin daha önceki toplumlarda da tıpatıp aynı olduğu saçmalığını söyledi.
Yani, bugün AB’deki koşullar ile RTE Türkiyesi, Suudi Arabistan ve Humeyni İranı gibi yerlerdeki koşulları aynı torbaya koymasına benzer şekilde, Firavunlar Mısırı ile Atina demokrasisi arasında hiçbir fark olmadığını ileri sürdü.
Böylece başkalarının sözüm ona «emsâlsiz bir cahil» olmasıyla alay edeyim derken kendisinin «emsâlsiz bir cahil» olduğunu açığa vurdu.
Dilbilgisi kitapları karıştırmadan şu cümle benzerlerini senin gibi bir kara cahilin bile mutlaka görmüş olduğunu düşünüyorum.
1. Evrim teorisine göre, ucube 101 hariç, İnsan maymundan gelir. / Bana göre 101ʼe insan demek, İnsanʼa hakarettir.
2. 96&97&101, rüyanda Ataʼnı mı gördün? Rüyanda atanı mı gördün?
Sende olmayan ama yazılı dilde olan bir mantık inceliği ifadesi örnek vereyim. İnşallah senin gibi horozluk yapıp suratlarına yağmur yağdırınca ortalıktan kaybolanlar gibi sen de toz olursun.
3. Arkadaşım Aralıkʼtan sonra gelecek. / Arkadaşım aralıktan sonra eve döndü.
4. Yoldaşlar, Batıʼya koşturun! Efendimiz Marks orada doğdu. / Yoldaşlar, batıya koşturun! Dünya yuvarlakmış, döner dolaşır aynı yere gelirsiniz.
Nihayet fetişleştirdiğiniz Marksʼdan bazı (sevdiğim) alıntılar:
ʻʻThis I call the Fetishism which attaches itself to the products of labour, so soon as they are produced as commodities, and which is therefore inseparable from the production of commodities. This Fetishism of commodities has its origin, as the foregoing analysis has already shown, in the peculiar social character of the labour that produces them.ˮ
Karl Marx. Capital Volume One / Part I: Commodities and Money
Neden Marks ʻʻFetishismʼʼ kelimesini büyük harfle yazmış?
96&97&101 Türk Marksistʼe göre, Marks, ʻʻadı olan ʻʻFetishismʼʼ denilen şeyin daha önceki toplumlarda da tıpatıp aynı olduğu saçmalığını söyledi.ˮ (Not: Yazıda hata cahil olmayan 96&97&101ʼde.)
Hâlâ Özgür Üniversite gece kurslarına yazılmamışsın! Çok Ayıp!
Çok katı hiyerarşi ve put sever ruhunla alay etmek için ʻFelsefeʼ ve ʻFilozofʼ kelimelerini ve büyük harflerle yazdım. İnsanın kendi kendisiyle diyalogunun artık İŞ BÖLÜMÜNÜN fırlamaları mütehassıs koca kellerin tekeline girdiğiyle alay etmemi bile anlamayacak kadar cahil olduğun gibi Marksizmʼde en temel kavramlardan biri olan İŞ BÖLÜMÜNE gönderme yaptığımı bile anlamayacak kadar papağanlığını ettiğin Marksizm konusunda da daha önce değindiğim gibi ne kadar kara cahil olduğunu yine ifşa ettin.
Bak sana Marks’dan bir alıntı daha. Düşüncenin mütehassıslar tekeline alınmasıyla alayımı anlamadın ama belki putun Marks benzerini dedi diye anlarsın. Ama asla utanmazsın!
ʻʻOne of the most difficult tasks confronting philosophers is to descend from the world of thought to the actual world. Language is the IMMEDIATE ACTUALITY OF THOUGHT. Just as philosophers have given thought an independent existence, so they were bound to make language into an independent realm.ˮ
Marx, German Ideology
Hâlâ Özgür Üniversite gece kurslarına yazılmamışsın! Çok Ayıp!
Hortlak’tan Wahsi’ye tokad gibi cevablar:
“Wahsi kendi dünyasında yaşıyor.
Dünyada hiçbir şey onu ilgilendirmez.
O ilkel toplumların neden zulme uğradığı düşünür durur..onun için başka haksızlık yok..tekderdi o..
Dünyaya isyanı bundan.nefretide.
Bu doğruyu sanki sadece Kendi biliyor..
Bilmeyen yok.delidogan ABD nin Kızılderililerin kültürel hakkını savunur.. Kendi ülkesinde dev bir dünya kültürü olan Kürtlerin kültürünü yoksaysada..
Bu doğruları , meseleleri sadece Bizim wahsi biliyor.. başka meselede yoktur onun için..
Yanında deprem olsa, yangın çıksa, dünya savaşı çıksa onun derdi niye kizildererelilere baskı yapildiydi..
Takıntısı büyük.. Kürt meselesi ıvır zıvır dir onun için..kimseyide dinlemez.okumaz.anlamaz..bu yazdigimida..”
“Magra devrinde insanlar doğal olarak, rüzgarı kafasına göre esen, tesadüfle,hatta istediği gibi esen,kaosla aciklardi.
Biliyoruz ki rüzgar atmosferin farklı yerlerde isisi sonucu,karada isinan havanın yukarı yükselmesi ve soğuk deniz havasının oraya doğru hareket etmesidir.gecede tersidir.bunun ısıtıcı motoru güneş dir.
Bu bilimsel aciklamayi tekrar bulandırma gene magra devrine donderirsek, dünyada çok Kara, deniz kutup lar,ve rüzgarlar birbirini iteklediginden kaos,tesadüfler,bilinemez, unschaerfer,vs.vs deyip felsefe yaparız.bugunku teorik fizik felsefesi budur.”
“Bizim wahsiye magra adamı desekte o kendini King Kong saniyor.. herşeyi yıkıyor, köyleri, kasabaları, yolları, köprüleri, şehirleri,kısaca tüm insanligi, medeniyeti.herkez birşeyler üretim derken o yıkar.kendisinide barışçıl bulur bizide hırçın, saldırgan..”
“Mezar kackini wahsi,
İnsanlar bilimden uzak tutmak için,dilini, gözünü, kulağını,tüm duyum organlarını çıkartıp mezaristan ami yollayacaksin?..
Bitkiler bile ışığa, yukarıya doğru hareket yaparken…
kabrime gelme, yaklaşma istemeeeee”
Dünya nüfusunun en az %99ʼu medeniler. Medeni oldukları için ʻAşağılık kompleksiʼiçinde olma olanağını ilk defa duyuyorum. Bu tabir bazı rahatsız edici buluşlara karşı Batı Medeniyetiʼni savunan azınlığa karşı kullanıldı. Ama azınlık, neyin ne olduğunu bilen, parmakla sayılacak kadar az entelektüel okuryazarlardı.
Peki, %99ʼun geri kalanları?
– %99ʼun büyük bir çoğunluğu daha henüz hali vakti yerinde Yüz Numara gibi ʻAşağılık kompleksiʼ lüks ve ince hisler dünyasında değiller. Sorunları fakirliğin mecbur ettiği AŞAĞILIĞIN KENDİSİ, aşağılık yukarılık kompleksi HİSSİ DEĞİL. Örneğin çocukları dondurma parası istediğinde verememsi; hakir ve hor görülmeleri, sık sık hakarete maruz kalmaları… Ben kendim bunu yıllarca yaşadım ve sayısız örnek verebilirim. Bir tanesi çok uygun. Büyüdüğüm mahallede 8-10 baraka için bir Yüz Numara vardı. Gerisi artık televizyonlarda eğlence dizileri. Yüz Numara gibi orta sınıflıları pompalayan devasa zenginlerin Yüz Numara arttırma Haçlı Seferleri bile var!
Maalesef, bilim adam-karılarının Haçlı Seferlerine katılanları rahatsız edecek tespitleri de çıkmaya başladı. Bok ve pislik içinde büyüme bağışıklık kazandırıyormuş, medeniler o yüzden sürekli hastaymış, falan filan.
Zaten Haçlı Seferleriʼnin amacı başarılı olan beyinleri boşaltıp temizleme tekniğini sindirim sistemine uygulamak. Bunun Medeni adı, Tüket-Boşalt Geri Dönüşüm Tekniğiyle Sürdürülebilir Ekonomi (TBGDTSE).
– %99ʼun diğer bir kısm hızla artanlar çoğunluğu, Yüz Numara gibi halinden memnun orta sınıflılar. Bunlar daha çok Yüz Numaraʼnın dediği gibi hisler, ruhani dünyada yaşayanlar. Bunlar materyalist-laik-dinci-ruhani hilkat garibeleri. Bazı düşünürler bunların epigenetik ve sosyal mutasyon sonucu türemiş olduklarını iddia ediyorlar.
– Bir de ilkelleri beğenen ve onlarda yararlı şeyler görenler var. Bunlarda aşağılık maşağılık duygusu yok. Aynı içinde büyüdükleri Kapitalizm gibi her şeyde hayır olabilir ve olursa ticaret çevirip hemen kendine malederler: ilkel yaşamı görme turistliği, ilkellerin yiyeceklerini, ateş yakma teknikniklerini satan mağazalar… sonsuza dek.
Bütün varlığımla söylüyorum, bu sitede rastladığım kara cahillere milyonları aşan örnekler vermeye artık üşeniyorum.
Örneğin Avrupa ve ABDʼde en büyük ticaret zevkten pişmiş kelle gibi sırıtan Yüz Numara olabilme teknikleri satışı. Buna katrilyon (bin milyon milyon) doları aşan kültür ve eğlence tüketimini de ekle…
Çok benzerini son geldiğimde (2010) Türkiye’de de gördüm. Hayatım yurtdışında geçti diyebilirim ama Türkiye’deki lüksü ben çok az gördüm ama çok fazla okudum, filimlerde gördüm, işittim. Yüz Numaraʼnın serinliği şaşırtıcı değil, çok doğal. Zaten Yüz Numara amacı rahatlık değil mi? Yüz Numaraʼnın rahatlığı cahilliğinden gelse de, rahatlık başka, cahillik başka.
Bu sitedeki konu, özellikle yazılı belgelere dayanan, tarih başlayalı ve hâlâ devam eden, toplumsal rahatsızlıklar, nedenleri, ileri sürülen çareler, eleştiriler…Medeniyet veya tarih öncesi (= yazıdan önce) toplumlar üzerinde yapılan çalışmalar bazı beklenmedik bilgiler getirdi. Son 4-5 yüzyıl araştırmalarla ortaya çıkan akıl almaz bilgiler karşısında gözleri kamaşanlardan oluşan bu sitede Medeniyet öncesi toplumlar konusunda zerre kadar bilgisi olan tek bir kişi bile yok, hepsi o kadar.
Wahşi, Hortlakʼın Medeniyet ve laik dini Marksizm hakkında bile cahilliğini yüzüne vurmuş.
Hortlak, mağdur olmuşları sıralayarak his sömürüsü yapmış. Koca diktatör Stalin hık demiş, minnacık Hortlak burnundan düşmüş.
Hortlak cahiliğini kapatmak için mağdurlar adına konuşmuş, mağdurlar adına itiraflar etmiş, mağdurlar adına şantaj yapmış, mağdurlar adına kendi gibi silik ruhluları arkasına almak istemiş, hatta Trump, Erdoğan ve benzerleri gibi Wahşiʼnin bir çeşit terörist olduğunu ima etmiş.
Wahşi, tüm dünya kültürlerinin bire indirgendiğini, turizm endüstrisi reklamları ve devletler arası köpek kavgaklarındaki, tıpkı Hortlak gibi, his sömürüsü dışında farkların sıfıra yaklaştığını söylemiş.
Hortlak, parti toplantılarında kendi gibi silikler önünde attığı ʻKahrolsun Kültürel Emparyalizmanʼ naralarını unutmuş, Trump-Erdoğan ve benzerleri gibi ucuz ama enayiler arasında sonsuz etkili politika taklidi yapmış.
Hortlak, Wahşi karşısında çaresizlikten mini Stalin olmuş. Nerdeyse Wahşiʼyi TERÖRİSTLİKLE itham etmiş.
Kendini parti toplantısında hayal edip coşmuş: Marksist yoldaşlar! Bu alçak Wahşi, köylerimizi, kasabalarımızı, köprülerimizi, şehirlerimizi, insanlığı, medeniyeti yakıp yok etmek peşinde! Bu alçak, bir Kürt düşmanı! Yoldaşlar bu Wahşi tehlikeli, diğer alçak wahşiler gibi ʻblack magicʼ yapmasını biliyor. Bunun bilimsel kanıtı karşınızda. Uzaktan büyü yaparak zırvalamama, kudurmama, ağzımdan köpük saçmama o neden oluyor.
Hintavrupa battı mı?
Hintavrupa araştırmaları konusunda, vatanmillet sosuna bulanmış bir kafa karışıklığının hüküm sürdüğünü görüyorum. Konuya biraz açıklık getirmeye çalışayım.
1.
“Hintavrupalılar” denilen kavim (eğer varsa) Avrupalı değildir. Yaygın görüşe göre Batı Avrasya’da, Karadeniz kuzeyi ile Hazar Denizi arasındaki sahada yaşamıştır. Son zamanlarda ilgi gören bir teze göre daha önceki bir devirde Anadolu kökenli olabilir.
2.
Yayılan şey kavim yahut “ırk” değildir. Dildir. Bunlar ayrı ve alakasız iki nesnedir. Tarih boyunca diller nadiren göç yoluyla, fakat hemen her zaman siyasi egemenlik yoluyla yayılmıştır. Dil, öğrenilen bir şeydir. Toplumlar egemen olan ya da “üstün” sayılan topluluğun dilini benimserler. Örneğin Peru ve Bolivya halkları yüzde doksanı aşan oranda Amerika yerlisidir, ama İspanyolca konuşurlar. Haiti halkı yüzde yüze yakın oranda Afrika kökenlidir, ama Fransızcadan türeyen bir dil konuşur. Türkiye halkı yüzde altmış-veya yetmişleri bulan bir oranda yerli, yüzde yirmileri bulan bir oranda Slav, Kafkas, Çingene ve Arap kökenlidir. Ama Türkçe konuşur.
Hintavrupa dilinin çeşitli lehçeleri de egemenlik ve asimilasyon yoluyla yayılmıştır. Sinhali dili konuşan Sri Lankalılar kara derilidir. Vaktiyle Toharca konuşan Orta Asyalılar muhtemelen çekik gözlü idiler. Buna rağmen, İzlanda diliyle eş kökenli olduğu şüphesiz olan diller konuştular ve konuşurlar.
3.
Hintavrupa dilinin yayılışı iki önemli teknolojik gelişmeyle eş zamanlıdır; muhtemelen onların sonucudur. İlki MÖ 7000’lerden itibaren Anadolu’dan dünyaya yayılan hububat tarımı ve köy yaşamıdır. İkincisi MÖ 3000’lerden itibaren Batı Avrasya’dan dünyaya yayılan at kültürüdür. Bunlar modern çağda Batı Avrupa’da yaşanan sanayi devrimi kadar büyük devrimlerdir. Devrimi yapanlarla henüz yapmayanlar arasında muazzam bir güç dengesizliğine yol açmışlardır. Tıpkı sanayi devrimi gibi ufak çaplı birtakım nüfus hareketlerine sebebiyet vermiş olabilirler. Fakat egemenlik dengesinde yarattıkları değişim çok daha büyüktür.
(Not 1: Köy ve aşiret düzeyini aşan bir askeri güç projeksiyonu at sayesinde mümkün olmuştur. Atı tanımayan imparatorluklara ancak Amerika kıtasında rastlıyoruz. Avrupalıların atlı birlikleri karşısında hiç direnemeden dağıldılar.
Orta Asya kavimlerine özgü büyük çaplı hayvancılığa dayalı konargöçer yaşam tarzı da at – veya deve veya eşdeğer bir uzun mesafe yol aracı – olmadan mümkün değildi.)
(Not 2: Tarım ve köy hayatı Anadolu ile Avrupa’nın kuzeybatı ucu arasındaki 3000 küsur kilometreyi yaklaşık 4000 yılda katetmiş görünüyor. Bu her kuşakta yaklaşık 25 km yayılma anlamına gelir. Yavaştır. Her kuşakta bazı öncüler, at-öncesi köy yaşamının azami ufku kadar yol almış olmalıdır. O süreçte muhtemelen yerli avcı ve toplayıcıların kadınlarını çaldılar, belki bazı avcı ve toplayıcı topluluklarına tarımsal yaşamı ve köylü dilini öğrettiler, bu suretle ecdat dilinin bir türevini İskoçya’nın uzak ucuna dek taşıdılar.)
4.
Dilbilimcilerin Hintavrupa hayranlığı haklı nedenlere dayanır. Hintavrupa dilleri arasındaki ses ve gramer eşdeğerliklerinin keşfi ve bunlardan hareketle beş bin yıl önce ölmüş olan Anadilin kurgulanması, 19. yy başlarında Grimm kardeşler ve Franz Bopp’tan başlayan muazzam bir kolektif çabanın ürünüdür. On binlerce insan iki yüzyıl boyunca geceli gündüzlü emek vermiş, tartışmış, eleştirmiş ve eleştirilmiş, hayret verici güzellikte eserler ortaya koymuştur. Aralarında bunu milli ve vatani saiklerle yapanlar varsa da marjinaldir; onlardan kalıcı eser veren azdır. Büyük çoğunluk, bilinmeyen bir kıtayı keşfetme heyecanı ve hedefe rakiplerinden önce varma azmi dışında saik gözetmeden hareket etmiştir. Değerli insanlardır. Hataları elbette vardır. Ama hataların acımasızca eleştirilmesine imkan veren kurumsal mekanizmalar ve tartışma kültürü de vardır. Bunlar sayesinde bilgi başdöndürücü bir hızla üreyebilmiş, iki yüz yıl önce hayal bile edilemeyecek ufuklara yelken açabilmiştir.
Hintavrupacılarla kıyaslanacak kalitede fakat çok daha küçük çapta çalışılan diğer alan Sami dilleridir. Yahudiler ve Oryantalistlerin iki gettosu dışına çok çıkamadığı için cılız kalmıştır. Ama o dar sahada iyi eserler vermiştir.
Uralist ve Altayistlerin dilbilimdeki başarıları, bu ikisinin yanında, gerek hacim gerek kalite açısından devede kulaktır. Bunun nedenleri kısmen konjonktürel, kısmen de objektiftir. Bir kere, ciddi akademik geleneği olan ülkelerde Ural ve Altay araştırmalarına ayrılan bütçe ve kadrolar Hintavrupa araştırmalarına ayrılanın taş çatlasa yüzde biridir. Elde edilen ürün de ister istemez bununla orantılı olacaktır. Eldeki malzemenin niteliği ve hacmi de farklıdır. Bir yanda çok geniş coğrafi alana yayılmış, bir sürü farklı dilde kökü 3000 yıl önceye giden zengin bir yazı mirası (ve filoloji geleneği) vardır. Öbür yanda yazılı malzeme kısıtlı ve nispeten yakın tarihlidir. Akraba diller sayıca azdır, olanların çoğu doğru dürüst belgelenmiş değildir. Türkçe özelinde, akrabalığı tatmin edici bir şekilde kanıtlanmış ve ayrıntılandırılmış başka dil yoktur. Bu koşullarda dünyanın en akıllı dilcilerini de işe koşsan, milyarlar da döksen, elde edeceğin sonuç maalesef sınırlı kalmak zorundadır.
Maalesef diyorum. Elbette isterim yaşamımın büyük bölümünü adadığım dilin sırları aydınlansın, bilinmeyen kıtaları keşfedilsin, Grimm ve Bopp yahut Schleicher, Brugmann, Verner, Saussure, Benveniste, Pokorny, Dumézil, Watkins kalibresinde bilginleri çıksın, ufuk açıcı, nefes kesici eserler ortaya konsun. Keşke! Ama yok. İstediğin kadar hamaset parala, istediğin kadar elalemin önyargılarına lanet oku, faydası yok. Demagojiyle, palavrayla bilginin yokluğunu telafi edemezsin.
Bilgi, emekle ürer. Bunun için, evet, bütçe ve kadro gerekir. Onun kadar önemlisi, a) ideolojik angajmanlardan arınmış özgür araştırma ruhu, b) eleştiriye dayanıklı bünye, ve c) emeği ve bilgiyi takdir etme edebi gerekir. Bunlar olmadan bilgi yolunda arpa boyu yol alamazsın. Ya da Türkiye’de son yüz yılda aldığın kadar yol alırsın. Ki arpa boyundan azdır.
5.
Hintavrupa araştırmalarının günümüzde tıkandığına ya da teorik altyapısının iflas ettiğine ilişkin bir belirti görünmüyor. Aksine, her zamankinden daha canlı ve üretkendir. Her yıl binlerce doktora tezi yazılıyor; enfes sözlükler ve derlemeler yayınlanıyor; teorik altyapı derinleşip olgunlaşıyor; dil araştırmaları arkeoloji ve genetik alanındaki muazzam gelişmelerle besleniyor. En ciddi teorik itirazlar geleneksel soyağacı (şecere) modeline yöneliktir. Yeni bir şey değildir. Diller arası yatay etkileşimleri vurgulayan dalga modeli (Wellentheorie) 19. yy’dan beri vardı; son yıllarda gene canlılık kazanmıştır. Yepyeni teorik açılımlara kapı açması mümkündür. Ama bundan “Hintavrupa teorisi zorda” sonucunu çıkaranların, “evrim teorisi yanlışlandı” ya da “atayistler bunu da açıklasın” türü cahilce safsataları pazarlayanlardan pek farkı yoktur korkarım.
6.
Proto-Hintavrupaca ile erken Türkçe arasındaki irtibat, bir düzine sözcükteki ilgi çekici benzerliklerden ibarettir. Bunları açıklayan derli toplu bir teorik model henüz ortaya konamamıştır. Eğer alıntı varsa her iki yönde olabilir; bilinmeyen üçüncü dillerden ortak etkilenme de olabilir. PHA ile Proto-Türkçe arasında bunlardan öte bir akrabalık bulma çabaları şimdilik bulutlardan fal okuma düzeyinin ötesine pek geçememiş görünüyor.
Ortak köken bir gün ortaya çıkar mı? Çıkabilir elbette, imkansız diye bir şey yok. Fakat yirmi yıl boyunca konuya zaman zaman vakit ayırmış biri olarak ben şahsen çıkacağına çok ihtimal vermiyorum. Tüm dillerin tek kaynaktan türediğini – yani insanoğlunun dili sadece bir kez keşfettiğini – varsayarsak, tüm dillerin bir düzeyde akraba olduğunu kabul etmemiz gerekir. O zaman, birbirine nispeten yakın coğrafyaların ürünü olan PHA ile Proto-Türkçenin ortak köklerini aramak mantıklıdır. Oysa varsayım bence yanlıştır; farklı dil ailelerinin farklı zamanlarda birbirinden bağımsız olarak doğmuş olması teorik olarak pekala mümkündür. Dolayısıyla, Hintavrupa ve Türk dilleri arasında ortak köken aramak için a priori bir gerekçe gösterilemez.
http://nisanyan1.blogspot.com/2019/05/hintavrupa-batt-m.html
Başta dev kültürler bakanı Marksist-Engelist-Leninist-Troçkist- (eksi) Stalin müridi Hortlak, M-Argüman, M-Tutum ve site anarşistleri bilimsel-materyalist-ruhaniler: bilinçaltı, aşağılık duygusu, geçmişte tramvay, stres, deli gibi ruh alemi laflarıyla gemi yürütürler. Amacım bu anlam dolu tasvir ve ifade kelimeeirinin yanlış/doğru olduğu iddiası değil. O devasa bir sorun! Öyle dev sorularla mevcut düzenin Kapitalist-Marksist Komünist, gece gündüz soğan soyan, süt ineği bilgi mühendisleri uğraşır.
Sitede sık verilen bir adrese – https://gercekgazetesi.net/haberler – bakayım dedim hemen aklıma şahane bir tasvir ve ifade geldi: tarihte direniş, ayaklanma, baş kaldırma başarısızlığa uğradığında metafizik veya dinsel bir inanış olma eğilimi gösterirler. Bazılarına kült, bazılarına son zamanlarda daha sık verilen kökenci adı da verilir. Misaller sonsuz.
GERÇEK gazetesinde gördüklerim başarıya uğramamış bir İSYAN değil! Geleneksel kült tanımına uymuyorlar, yepyeni, sosyal mutasyonun türettiği hilkat garibeleri. İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimleri gibi bal gibi başarıya ulaşmış DEVRİMʼİN müritleri. Hepsinin hem başarılı olma hem de sonradan pis kokmalarının nedeni GERÇEK dünyayı tekellerine almalarında. Gerçek dünyayı beyinlerinden fışkıran dünyaya benzetmede azimleri. Bunlar, Dünya Doğa ve Sosyal Mühendisleri. Marksʼa getirdikleri tek yenilik vahşi olmayan avcı-devşirici sloganları: ʻʻDünya üretici-tüketicileri zaten BİRleşmisiniz ama bizimle BİRleşin!ˮ Sitelerinde kültürel emperyalizm İngilizce, dev kültür Kürtçe, baskı dili Türkçe; gençler, kadınlar, çevreciler, dev kültürlü olmayan, sarı yelekliler, azınlıklar… Devrimci solcu salı pazarı maşallah! Bunlar o kadar zengin ki televizyon kanalları bile var. Baktım. Sırf kendi kanalları sonsuz ciddi Türk medya artistleri dolu. Bunlar gülmeyen ciddi olamaz dev olmayan kültürel lafını bile duymamış. Kıçları sıkı, kasıla kasıla baston yutmuşa dönmüşler.
Başarılı olmada devam etmelerinin nedeni de kesat, durgun ve pis suya benzemeleri; başaran burjuvaların taklitçileri orta sınıflıların pis kokuyu dünyaya yaymaları.
Başarısız isyandan külte dönüşen geleneksel kültlere karşı sempatim çok olduğundan özel bir tanesini ayrıntılı anlatacağım.
Gerçek dini müminleri ile sözüm ona düşmanları, en gerçek olan Kapital dini müminlerinin kardeşçe paylaştığı gerçek İlerlemeʼyi, kendileri değiştirmeyi bilimsel ve mühendissel metotlarla eline alanlar gibi, Yahudiler dinlerine Yenilik getirmek isterler. Buna isyan edip başaramayan bir azınlık kült olur. Hitler, bilindiği gibi, aynı etrafı temizleme sosyal mühendisler Kapitalistler ve Marksist Komünistler gibi sosyal çevre kirliliği temizleme mühendisleri, Saman Savuran gibi, genel-ev başkanıydı. Yahudileri, istediği gibi püf demekle değil, son tahlilde, materyalist teknolojik şartlara uyarak yakıp söndürdü. Bu kült Yahudiler bulunduğunda Hitlerʼe raporla dürüstlükleri, asil ruhlulukları ve benzeri vasıfları içeren bir rapor gönderilip ne yapılması sorulur. Hitler ʻkitabına uydurun, fırınlara sevk etmeyinʼ emrini verir.
Yani Hitler bile ʻAllah belanızı versin! Yiyin bir birinizi Kapitalist ve Marksist-Komünist-Fabrika Anarşisti köpekler!ʼ diyenler karşı merhamet gösterdi.
Daha bu sabah okuduğum bir haber: BM raporuna göre salt 2018 yılında Akdenizʼi geçerek (kapitalist) Avrupaʼya ulaşmak isteyenler arasında günde ölen sayısı 6 kişi. Buna köy trafik kazalarından tut hava kirliği, fahişe ve uyuşturucu trafiğine kadar milyarları aşan örnekler eklersek bu bilgiler dünyanın en adi insanları olan Kapitalizm yaltakçıları için haber, dünyanın en adi insanları olan Marksizm-Anarşizm şakşakçıları için Kapitalizm düşmanlarına karşı propaganda emtiası olur.
Bakın mesela Hortlak adlı şakşakçının ağzından çıkan köpüklerinin Marksist- materyalist-bilimsel medyaya şükür yarattığı dalgalarla kulağıma gelenlere:
ʻ… köylerimizi, kasabalarımızı, köprülerimizi, şehirlerimizi, insanlığı, medeniyeti yakıp yok etmek isteyen …ʼ
Haklarında bilgisi sıfır olan vahşiler kendisi gibi dev Kürt kültüründen gelen ama daha dev kültürlü beyazlara rastladıklarında söyledikleri şahane bir laf var:
ʻʻBeyazlar aynı kelimelerle ham yalan hem doğru söylerler!ˮ
İnsanın son zamanlarda artık sağırların bile duyduğu dünya düzenini korumak için girişilen doğa (tarım, endüstri, araba, köprü vs) ve sosyal (milyonluk şehirler, yeryüzünden silinmede, seyahat ajantaları hariç, kimsenin umurunda olmayan köyler ve kasabalar, hepsi aynı kültürler vs) mühendisliklerin yarattığı doğal ve sosyal felaketleri duymamış olmak imkansız. Kapitalistler kendisi gibi ilerlemek için insanlıktan çıkmışların yerine robotlar yapmaya hazırlanırken Hortlak ve benzerleri kuzular ʻKahrolsun suçlu Kapitalizm!ʼ, ʻYaşasın Yeni ve Genç Nesil Mühendislerimizin Tamirden Geçirdiği Marksizm ve Yoldaş Fabrika Anarşizm!ʼ
Durmak yok, sınırları zorlamaya devam!
Kendilerine dar gelen “ulusal sınırlar” adlı deli gömleklerini zorlayan sığınmacılarla ilgili bugünkü haberler:
“Kırklareli’de 48 kaçak yakalandı
KIRKLARELİ’de yasa dışı yollardan Bulgaristan’a geçmek isteyen 48 kaçak göçmen yakalandı.”
–
“Edirne’de 534 kaçak göçmen yakalandı
EDİRNE’de jandarma ekiplerinin yaptığı denetimler sırasında, yasa dışı yollardan yurt dışına geçmek isteyen yabancı uyruklu 534 kaçak göçmen yakalandı.”
–
“Çanakkale’de 64 mülteci yakalandı
Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinden yasa dışı yollarla Yunanistan’ın Midilli Adası’na geçiş yapmak isteyen 64 mülteci yakalandı.”
–
“Çeşme açıklarında 47 kaçak göçmen yakalandı
İZMİR’in Çeşme ilçesi açıklarında durdurulan lastik botta 46’sı Suriye, 1’i Fas uyruklu 47 kaçak göçmen yakalandı.”
–
“Kuşadası ve Didim açıklarında 145 kaçak göçmen yakalandı
AYDIN’ın Kuşadası ve Didim ilçeleri açıklarında yapılan 3 ayrı operasyonda, lastik botlarla yurt dışına çıkmaya çalışan toplam 145 kaçak göçmen, Sahil Güvenlik ekiplerince yakalandı.”
Sığınmacıların bu “hayâsızca akın”ı bütün “ulusal sınırlar” yıkılana, yani pasaport, vize, kimlik kontrolü gibi saçmalıklar olmadan herkesin her istediği yere gidebileceği güne kadar aralıksız devam etmeli!
Şairin dediği gibi:
“Arkadaş! Sınırlara kimlik kontrolü yapan alçakları uğratma sakın!
Sınırlar yıkılana kadar sürsün bu hayâsızca akın!”
Bu yazıyı okuyunca ilk aklıma gelen sorular:
1. Dil mi? Kültür mü? 2. Bilim mi? İdeoloji mi? Dahası da var ama iş uzar.
Eleştirimin bağlamları:
– Profesör Nişanyan, bir yanda nesnel cici bici isimlerle süslediği bilimsel ki bu sonu gelmez bir bilgi edinme yolu; diğer yanda Ayranlık, üstün/alçak, ilerleme/geri kalma ve benzeri ırkçı ve Marksistlere benzeyen merdiven ideolojisi ile dolu yargılar içeren bir yazı yazmış.
Bilimsel yönden bakınca kuş var, balık var, zamanla değişme ve form falan filan farklar var. İdeolojik yargıları katınca kuş Nişanyan balığa dönmüş uçamadığı, havayı teneffüs edemediği, ötemediği için alçak ve geri kalmış olduğu dırdırı etmiş. Hem de çok haklı. Kuşun üstünlüğü ve balığın geri kalmışlığını bilimsel savunmak kolay: bütçe ve kadro bolluğunda doğan, kanatlarından dolayı büyük beyinliler merdivenin en yüksek yerine uçup tüneyen Ayran kuşlardan Darwinʼin Evrim Teorisi!
– Babam Siverekli Kürt, annem Mardinli Arap, ben 19 yaşına kadar %100 Türk. Daha sonra Türk olmada değişen tutumumda ne annemin ne de babamın aslı zerre kadar önemli bir yer aldı. Asıl etki çok geniş anlamda tarih bilgim ve buna tetikleyen 60ʼlar.
– Kişilerin aynı olmaya karşı isyanı ve kültürlerin aynı olmaya karşı isyanına sempatim ne kadar çoksa, saygı değer çok az yazar, araştırmacı, düşünür, eleştirici bir azınlık hariç, isyanları kendilerine politika gıdası eden sağ/sol politika gurup ve kişilerden oluşan, çoğu orta sınıflı Nişanyan ve bu sitedekiler gibi hafız bilgili büyük beyinli kesime karşı tiksintim de o kadar çok. Bu içi içine sığmaz işgüzarların en güzel karikatürü şimdi İnternetʼte: hemen alın, hemen üye olun, hemen ısmarlayın, hemen…,hemen…
– Asıl kaynak 2. Dünya Savaşıʼnda sonra üretim ekonomisinden tüketim ekonomisine geçişte. Bu değişme 1970ʼlerin buhranı ile zirveye ulaştı. Buna daha sonra Sovyetlerin yıkılması ve nihayet solcu devrimcilerin nakaratı ʻson tahlilde materyal…ʼ dijital teknolojik devrimi de katarsak bu ara yıllarda ʻyeni bir düzenʼ doğdu diyebiliriz.
Burjuva devrimi 11. yüzyılda başladı, 1789ʼda, doğrusu bu sitenin saplantı 19. yüzyılda zirvesine ulaştı. Daha sonra gelen bütün devrimler bu burjuva devriminin değişik kopya ve versiyonları.
– Bilimsel süslerden dolayı Profesör Nişanyanʼı kesip yapıştıran müritin beyninin kamaştığı çok belli. Ama kanıtlamak için bir deney yaptım. Salt dil konusunda bendeki kitaplardan yola çıktım ve İnternetʼte yarım saat içinde bütün süsleri ve hatta daha da güncel olanları gördüm. Yani, Nişanyan gibi meslek peşinde olmayanlar için, ʻʻbütçe ve kadroˮ artık gereksiz. Yarım saat yetişir.
Eleştirim.
Kişilerin ve kültürlerin isyanına karşı sempatim çok ama diyalektik sadece boş konuşma ve cambazlık eden solcuların tekelinde değil. Sağ ve solun ıslah ettiği bireyler ve kültürler dijital imgeler gibi yaklaştıkça sadece piksellerden oluşan homojen bir görüntü, uzaklaştıkça mantıksal ve tanımsal sınırlar dışında yine çoktan beri farksız ve homojen görüntüler.
Nitekim Nişanyanʼın Ayrancılığı, üstün/alçak ideolojik yargıları bu temel dünya görüşünü özümsemesinden. ʻʻHerkes Ayran içer ama asıl ayran olan Yayla Ayranını yukardaki üst azınlık içer.ˮ lafını eklersek benimsediği dünya görüşü daha iyi ortaya çıkar.
1. Dil mi? Kültür mü?
Kültür nesilden nesle dil aracılığıyla aktarılır. Dil diğer kurumlar gibi ama sonsuz daha önemli sosyal bir kurumdur.
ʻʻDüşünüyorum, o halde varımˮ, modern dünyanın temel taşını ilk kıran balyoz kullanılan kelime ve kavramların kültür mahsulü, dille ifade edildiği ve dolayısıyla kelimelerin kültürden kaynaklandığına işaret etmeden geldi.
Şahane bir örnek: misyonerler Eskimolara İsaʼyı kuzuyu benzeterek anlattılar.
Dil ve kültür bağlı ve etkileşirseler de kültür aktarılan, dil aktarıcı. Hatta bazı paleontologlar dilin kültürden dolayı doğduğunu kanıtlayıcı deliller buldular.
2. Bilim mi? İdeoloji mi?
Bilimin ideolojiden ve dolayısıyla kültürden bağımsız olduğuna ancak enayiler savunur. Şu an yapılan araştırmalara bakın yeter. Araştırmalara yön veren kültürleri ve ideolojileri bilmek için dahi olmak gerekmez. Tabii, her zaman olduğu gibi evrensellik eklenir ve her zaman ilericileri ve kazananları alkışlayan sağcı ve solcu devrimciler ʻʻkazananların dünyası bütün dünyadırˮ naraları atarlar.
Diğer yandan, bilimi ideolojik deli gömleğine sokmak isteyen Sovyetlerdeki soytarılıklar ki Çin bu tuzağı atlattı, sağ ve solun taptığı kazananlar dünyası mantık ve ideolojisini benimsyen büyük beyinlilere, bilimin bağımsız olduğunu ötme fırsatı sağladı. Aile içi kavgaları savaşla veya daha da aynı olmayla bitince tarih de bitecek gibi.
Profesör Nişanyanʼın yazısında sayısız gülünç, bilimsel ve ideolojik çelişki ve hatalar da var. Çoğu benimsediği ideolojinin coşkunluğu içinde kendinden geçmesinden.
I. ʻʻ… imkansız diye bir şey yokˮ
Önce çok basit bir örnek: matematikte çok sayıda teoremlerin ispatı İMKANSIZLIĞA dayanır.
Mantık dünyası değil de olumsal dünyaya, yani doğa bilimlerine dönersek çok benzeri bir durumla karşılaşırız.
Ama önce Nişanyanʼın ideolojik saplantısı: ʻʻ Bunlar olmadan bilgi yolunda arpa boyu yol alamazsın. Ya da Türkiye’de son yüz yılda aldığın kadar yol alırsın. Ki arpa boyundan azdır.ˮ
Benim yanıtım: Olumsal dünyadaki doğa yasalarını ve bilimsel teorileri kanıtlamada imkansızlık AKIL YÜRÜTMESİ kullanılmasa, arpadan bile az bir yol alırsın, bilgiç Profesör Nişanyan ve kes-yapıştır müridi!
Peki AKIL YÜRÜTME yasaları ne?
1. ʻʻA, A’ya eşit değilˮ İMKANSIZ!
2. ʻʻHem A doğru, hem Aʼnın karşıtı doğruʼʼ İMKANSIZ!
3. ʻʻYa A, ya da A değilʼʼ önerisinin yanlış olması İMKANSIZ!
Peki, bu kadar mantıksız ve öğrendiklerini anlamayan Ordinari-siz Profesör Nişanyan nasıl oluyor da okuyanları huşu içine sokuyor.
Yazdıklarını cici bici süsleri eklemeyle, zerre kadar eleştiri gücü kalmamış enayilerin beyinlerini kamaştırmayla.
Yukarıda verdiğim örneklere yüz binlerce daha da basitleri katabilirim. Hatta doğru olduğunu kesin kes bildiğimiz halde, doğru olmadığının ispatının İMKANSIZ olduğu bile ispat edildi.
Beni tiksindiren şu: bu dil bilgisiyle horoz gibi öten Profesör, dilin hem arkadaşa bilgi verme hem de, günümüzde çok daha barizleşen, insanı karanlığa sürüklemede ve beyin kamaştırmada araç olduğunu bilmemesinde.
İki yüzlülük de var. Yazıda hem çok sayıda üstünler/alçaklar var hem de tırnak içinde ʻʻüstünˮ var.
Bu Profesör Marksistlerden bile azılı bir merdivenci!
II. ʻʻBilgi, emekle ürer. Bunun için, evet, bütçe ve kadro gerekir.ˮ
Profesör, artık diğer hiç bir kıstasın önemi kalmadığı için, niceliklerle kanıtlanabilir bilgiden, nitelik taşıyan bilgiye hop diye atlamış. Yani, ırkçılığını ve insanları merdivene yerleştirme hevesini açığa vurmaya devam etmiş.
Çok basit 2 örnek.
Shakespeare bizlere, günümüzdeki kütüphaneler dolduracak bilgilerle 16-17. yüzyıl çok kısıtlı Roma İmparatorluğu bilgileri kıyaslarsak, Roma İmparatorluğu hakkında çok daha derin bilgiler aktarmayı başardı. İyi bir Türk yazarın romanı, BM veya Unescoʼnun, ve kısaltmalardan oluşan, milyarlar sayfadan sonsuz daha bilgi verir.
Galiba Nişanyanʼın beyni endüstri ve teknolojik becerilerinden kamaşmış, nicelikle nitelikleri ayırt edememiş.
20. yüzyılda yaşayan, 28 dil konuşan ve yazan bir Hintli filozofun, son 4-5 yüzyılda Budizm öğreti çevirilerini zenginler diyarı Avrupa ile fakir ve Budizm yayılırken okuryazar sayıları sıfır kadar az Orta Asya halklarındaki düşünürlerin çevirileriyle kıyasladıktan sonra vardığı yargı:
ʻʻAvrupaʼda sadece bir avuç çeviri 2 bin yıldan önceki Orta Asya çevirileri kadar yüksek nitelikte.ˮ
Teknik nedenlerden değiştirilmesi imkansız ve günümüz dünyası içindeki ʻHintavrupaʼ, ʻAvrasyaʼ kelimeleri fetişleştirmiş, ilahlaştırmış. Galiba Hintavrupalılar yayıldığında daha henüz Nişanyan ve efendileri gibi Ayran olmadıklarından üstün değillermiş, harita yapmamışlar.
Profesör Nişanyan, Hortlak-Marksistler- Anarşistler gibi kafesinde ötmüş:
Dolaşmak yayılmak kötü!
Yerleşmek iyi! ʻOkul iyi!ʼ ʻBol bütçe, bol kadro iyi!
“Yerleşmek iyi! ʻOkul iyi!ʼ ʻBol bütçe, bol kadro iyi!”
Hiç olur mu öyle şey?
Dünyada iyi olan sadece ve sadece iki şey vardır: emsalsiz değerde bir kültüre sahip olan ilkeller ve bu sitedeki emsalsiz zekalı bir ilerleme ve medeniyet karşıtının emsalsiz değerdeki ilerleme ve medeniyet eleştirileridir.
Geri kalan her şey boş!
Yalan dünya, her şey bomboş!
Hancı sarhoş, yolcu sarhoş!
“annem Mardinli Arap”
Bu “Arab”esk sevgisini çocukluğunuzda size o mu aşıladı yoksa “19 yaşına kadar %100 Türk” olduğunuz için o yaştan sonra mı arabeskçi oldunuz?
Yoksa “Daha sonra Türk olmada değişen tutumumda ne annemin ne de babamın aslı zerre kadar önemli bir yer aldı. Asıl etki çok geniş anlamda tarih bilgim ve buna tetikleyen 60ʼlar.” dediğinize göre bu kariyeriniz o yıllarda mı başladı?
109 110ʼu o kadar şaşkına çevirmiş ki partide öğrendiği yakınmak papağanlığını unutup dünyadan memnun olduğunu itiraf etmiş. Ama korkusundan, ne olur ne olmaz partisi kim olduğunu tespit eder azarlar veya ihtar verir diye kimliğini saklamış. Bu defa da daha kötü bir itirafla bataklığa daha fazla saplanmış: korkaklığını ifşa etmiş. Ezilen emekliler için icabında barikatlarda canını feda edeceği parti üyelik antını unutuvermiş. 110 haklı, hayatı üstlerine yaltaklanmakla geçtiğinden korkaklığının doğal olduğunu parti üstlerine nasıl anlatsın? Hele parti şefi Hortlak gibi kıçı sıkı bir Marksist-Leninist-Stalinist ise!
“Her toplum, kendisinden öncekilerin birikimleri ile varlıklarını sürdürür ve bir önceki neslin değer yargılarından etkilenerek yeni bir düşünce ve yaşam tarzı oluşturur. Bu, bütün toplumlar için geçerli olan bir hususiyettir. Müslüman toplum da aynı kategoriye dahildir. Bu nedenle İslam düşüncesinin sağlıklı anlaşılması için, düşüncenin içinden çıktığı ve yayıldığı coğrafyanın, sosyal, siyasal ve kültürel yanıyla iyi bilinmesi ve dolayısıyla İslam’ın içinden çıktığı toplumun -Arap insanı- düşünce biçiminin iyi tetkik edilmesi gerekmektedir.”
“Düşünce biçimi ve hayata dair değerlendirmelerin farklılığının temelinde toplumların kültürlenme biçimi yatmaktadır. Bilindiği gibi Yunan felsefesi, başından sonuna kadar varlık ve oluşla ilgilenmiştir. Bu sorun sürekli Yunanlıları meşgul etmiştir. Başından itibaren Yunanlılar sürekli soyut olanla ilgilenmişlerdir. Ancak Araplar, geleneksel olarak soyut meselelere pek ilgi duymamışlardır. Cahiliye dönemindeki Arap, eşyanın, kendisinin, develerinin ve çevresindeki varlıkların var olduğunu bilmiştir ama soyut kavram olarak “varlık” meselesiyle ilgilenmemiştir.”
“Netice olarak Yunan aklı bir şeye bakınca ona küllî bir açıdan bakar, bütün olarak onu inceler ve tahlil eder. Arap aklı ise onun içine girmez, çevresinde döner, ondan çeşitli inciler alır, ama bunları bir ipe dizip bir araya getirmez.
Bundan dolayıdır ki böyle insanlar, birinci sınıf lirik şairler yetiştirir ama bunların yaratılışları felsefeye uygun değildir. Yine bu durum, neden onların dillerinin, lirik şiirlere çok elverişli olduğu halde akıl yürütmeye dayanan felsefeye pek elverişli olmadığı sorununu da açıklar. Zira bu dilin vokabularisi, kendi haline bırakılsaydı, metafizik düşüncenin gereği olan soyut manalara doğru gelişmezdi.”
“İbn Haldûn, “Arap toplumunun hüner ve sanatlardan en uzak bir toplum” olduğu başlığı altında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Arap toplumunun hüner ve sanatlardan uzak oluşunun sebebi şudur; Arap toplumu göçebe hayat yaşayan, bayındırlık ve medenî hayatla ilgili olan sanayiden uzak bir toplumdur. Arapların dışındaki Akdeniz halkı ise hüner ve sanatlarda usta olan kişilerdir. Çünkü bu kavimler yerleşik hayatın bayındırlığı ve medeniyeti içine dalmışlardır. Göçebelikten ve göçebe kültüründen uzaklaşmışlardır. Arap’ın çöl ve sahralarda vahşi bir hayat geçirmesine yardım eden devesi onların yanında bulunmaz. Devenin barınması için gerekli olan otlaklar ve üremesini kolaylaştıran kumluklar onların yurtlarında yoktur. İşte bunun sonucu olarak, Arapların anayurtlarında ve İslamiyet çağında fethettikleri ülkelerin hepsinde hüner ve sanat azdı ve gereken maddeler diğer ülkelerden getirilmekteydi. Arap olmayan kavimlerin yaşadığı Çin, Hint, Türk yurtları ve Hıristiyan dininde olan kavimlerin ülkeleri gözden geçirilirse, o ülkelerde hüner ve sanayinin inkişaf etmiş olduğu görülür. Doğudaki ülkelere gelince medenî olan eski kavimlerden, Fars, Nebat ve İsrailoğulları, Yunan ve Romalılar gibi kavimler asırlardan beri hüküm sürmüş oldukları için doğuda medenî hayat ve bunun sonucu olarak sanat ve sanayi gelişmiş ve yerleşmiştir.””
Eş’arî Dönemi Arap Düşünce Biçimi ve Eş’arî Düşüncesinde Şâfiî’nin Etkisi
https://dergipark.org.tr/download/article-file/493653
“Selefilik, “altın çağ” ve “altın nesil” özlemiyle tarihin herhangi bir dönemini kutsallaştıran, eski kuşakları yeni kuşaklara karşı tercih eden ve geleneğe yapılan bütün yeni eklemeleri yozlaşma ve sapıklık olarak gören muhafazakar ve tutucu bir zihniyettir. Bu nitelikleri itibariyle selefilik sadece İslam kültür ve düşünce tarihinde değil, hemen hemen bütün dinlerde, ideolojilerde, siyasi ve sosyal hareket ve oluşumlarda görülen bir düşünce tarzıdır.
Selefilik, geçmişte yaşanan tecrübelerden yararlanmayı ve tarihten ders almayı savunan normal bir muhafazakar tavırdan, kendisinden başka bütün diğer düşünceleri dışlayan ve hatta onların hayatlarına son vermek isteyen radikal (köktenci) ve teröristçe bir yaklaşıma kadar geniş bir hareket alanına sahiptir.”
“İslam’ın ilk nesillerinin yaşadığı döneme öykünen ve onların görüş ve uygulamalarını bir savunma ve dayanışma platformuna dönüştüren selefiler geçmişi muhafaza ederken “dün”ü dün olarak görememiş, onu “şimdi” ve “geleceğin” de mutlak belirleyicisi haline getirmişlerdir. Böylece “geçmiş”, şimdi ve geleceği esir almış ve selefilik koyu bir muhafazakarlık ve katı bir gelenekselciliğe dönüşmüştür. Tarihte şayet İslam düşüncesi kendisini geliştirememiş, tekrara düşmüş ve yüzünü geriye dönmüş ise, bunun en önemli sebeplerinden biri, erken sayılabilecek bir dönemden itibaren “selefilik” denen “tutucu”lukla ma’lul olmuş olmasıdır.”
İslam Düşünce Tarihinde Selefîlik: Tarihsel Serüveni ve Genel Karakteristiği
http://isamveri.org/pdfdrg/G00083/2015_1-2_KOCAF.pdf
110 & 111ile biçim/içeri çelişkisi iki senteze kavuşmuş:
1. biçimsiz ve içerisiz,
2. ağızdan çıkan biçim ne kadar biçimsizse, çıkan yer o kadar boş, yani içerisiz.
Düzen, 2. Dünya Savaşıʼından çok şeyler öğrendi. İnsanı egemen altına almada kaba güç yerine yumuşak baskı, demokratik ikna, Çinʼin daha yeni uyandığı yerel tüketicileri ve düzeni elinde tutanlara emsalsiz yararlı 1984ʼdeki uslu, ne istedikleri, ne yapacakları belli yavşak orta sınıfları arttırma vs. Bu site çok güzel bir örnek. Bu solcu devrimciler aynı rahipler ve imamlar gibi emzik dağıtmakla hem kendi aralarında hem de enayilere terapi yaparlar.
Her ne kadar, en eşsiz ʻʻHitler Öldü! Yaşasın Hitler!ˮ ise de, bu sitedekiler gibi orta sınıflı, uslu, terbiyeli, çoktan evcilleşmiş, tahsilli, kibar, yüksek şehir kültürlü, hali vakti yerinde aileden gelen falan filanları pompalayınca göz açıp kapatana kadar gaddar, kaba, alçak, katil, işkenceci olabilecekleri öğrenildi.
110 & 110 ne kadar cahil olduklarını yüzlerine vurunca kudurdular. Sıfır eleştiri ruhuna bilgisizliği katınca ağızlarından köpük halinde hortlaklar çıkmış. 110 & 110 parti toplantılarında beyinlerine doldurulan dünyanın kepazelik, adaletsizlik, sefalet ve gaddarlık dolu olduğu nakaratlarını bile unutmuşlar. Parti afyonunun sersemliği dünyadan şikayetleri olmadığı, hallerinden haline memnun olduklarını ağızlarından kaçırmışlar.
Cahillik içinde halinden memnun 111, annem, babam ve kendimin farklarına dikkat çekmemle dünyayı kendileri gibi tatsız bir düzene sokmak isteyen sosyal mühendislerle alay ettiğimi bile anlamamış.
İnsan hiç değilse en son evrensel tarihçilerden sayılan Marks ʻinsanʼ dediğinde sadece Kürt, Arap, Türk demek istemediğini bilir. Bu isimlerin cansız kavramlar, etkinliklerde partilerde öğrendikleri gibi sadece dostu düşmanı ayırt etmede, yoldaş ve destek aramada, ahlaki tutumlarda kara vermede bahane olarak kullandıklarını bile bilmediğini ifşa etmekle sitedeki tahmin ettiğim devasa cehaleti kanıtlamış. Sıfıra yakın kısa cevaplar da öyle. Cahillikleri farkında bile olmadan örtbas etme. Tüketim safhasına geçmiş kapitalizmin ürettiği atık ürünler sonsuz.
Hatta 110 & 110, verdikleri cevaplarla dalga geçtiğim basitleştirme çılgınlığını tekrarlamışlar. Tek bildikleri partilerinde öğrendikleri dünya düzeni: ʻʻbiz/onlarˮ , ʻʻhalimizden memnun orta sınıflı biz/cansızlık içinde yaşadığımız bolluk, özgürlük, demokrasi dünyasını yıkmak isteyen o ilkel sapıkˮ.
İşin en traji-komik tarafı saplandıkları bataklığın derinliği. Bilim tanrıları önünde dize gelirler, bilimsel buluşları aktaran yazıları anlamaktansa ʻʻbizden mi?/onlardan mı?ˮ kalıbına koyup parti afyonları uykusuna dönerler.
Son bir habere göre şimdiye kadar inilen en derin deniz tabanında bile plastik bulundu. Konferans vermeye davet edilen Alçak Kapitalizm mütahassısı Marxist Argümanʼın, Gerçek gazetesinin televizyon kanalında verdiği video kanalında yaptığı incleme aşağıda.
ʻʻ Dünya materyalist diyalektik tarihine göre alçak kapitalistler, para için en derin alçaklıklara inerler. Alçak kapitalistler, ʻinsanlarin ihtiyaciʼ icabı üretilmiş denizaltıları, kendi kazançları plastik satış pazarını genişletmek, kazanç arttırmak için kullanmışlar, alçala alçala kaybolan kıta Atlantisʼi bulmuşlar. Bu, kapitalistlerin çıkar girişiminde son adım, ʻinsanlarin ihtiyaciʼ için yer aramada İLK adımdır yoldaşlar !ˮ
[Not:Here is that Marxʼs famous jingle ʻ in the FIRST analysis…ʼ again!]
Marksist-fabrika anarşistleri yoldaşlar alkışlar. Marxist Argüman hindi gibi kabarır devam eder.
ʻʻNe var ki, daha henüz bizler gibi plastik yiye yiye plastik yemeyi doğal bulacak ileri medeniyet basamağına çıkmadıklarından ve hatta varlıkları bile şüpheli ilkellerden daha ilkel olan Atlantisliler kısa bir zamanda İLK tahlil maddi dünyadan SON tahlil ölüler dünyasına göç etmişler. Bulunan plastik başka yere taşınan kapitalitlerin bıraktıkları.
Televizyonda ve videolarda gördüğümüz ilkeller, aslında büyük şehir yüksek eğlence kültür tüketimi stüdyolarında üretilenler. Bunlar alçak kapitalistlerin çıkarında kullanılan ama aslında ʻinsanlarin ihtiyaciʼ olduğu ve en son dijital teknolojiler.ˮ
Marksist-fabrika anarşistleri yoldaşlar alkışlar. Marxist Argüman iyice coşar.
ʻʻYaşasın ʻinsanlarin ihtiyaciʼ için üretme ve tüketme! Kahrolsun alçak kapitalistlerin ihtiyacı için üretme ve tüketme!ˮ
[ Hatırlatıcı bir not: Bir zamanlar, bu sitede solcu devrimclierin sağ yansısı Necip adlı diğer bir Türk dahi vardı. O da aynı Marksist ve fabrika anarşistleri gibi, sıfıra yakın taşla sonsuzları aşan kuş vurma teknisyenliği meraklısı idi. Bu Necipʼe göre kapitalizm, yani çıkarcılık, Big Bang ile başlamış. Ass-trou fizikçilere göre birleşmenin, örgütleşmenin çıkarlarını bilen atom altı küçücük parçacıklar büyüyünce atomlar ve moleküller olmuşlar. Daha sonra Darwin aynısını canlılar arasında buldu. Her neyse, Necipʼe göre, insanlar Afrikaʼdan çıkarları için çıkmışlar, pazar arıyorlarmış!]
Bence, kes-yapıştırıcı 113 ile esası yazanlar tıpatıp aynı.
Ayrıntılar hata dolu ama en çarpıcı ukalalık bu sitede en sık rastlanan anarşik dünyayı kendileri gibi uslu, evcil, ele avuca sığar etmeye çalışmak.
Bu sağ/sol düzencilerinin saplantısının tarihi var. 19. yüzyılda, araştırma ve bilgi edinmede konular arasında sınırlar belirleme ve hatta kelimelere bile bilerek günlük hayattan değişik anlamlar veren doğa bilimleri (ve matematik) yöntemi beyin kamaştırıcı başarılara ulaştı ve dolayısıyla her alanda baş tacı oldu.
Sınırlar çizmenin yararları inkar edilemez ama bu sınırların varlığına inanmaya (reification) SOMUTLAŞTIRMA, cisimleştirme, şeyleştirme, üfürükçülük denir. Toplum Doğası Profesörü 113 soyut/somut ve Yunan/Arap sınırlarına inanmakla üfürükçülük etmiş. Halk arası dilinde, “soyut beyinli enayi harita ile yeryüzünü karıştırmış” denir.
1. Modern bilimin en temel ve önemli varsayımlarından biri: sadece ve sadece özeller, tekiller vardır. Yani salt somutlar var.
2. Soyutlamadan ne dil ne de bilim olur, konuşamayız bile. Ama o ayrı bir konu. Yani yine karşımıza SINIR çıktı. Devlet baba ve Polisʼi her yerde!
Bırakacam bu ikisi nasıl bir arada olur konusunu bu sitedeki sıfır eleştiri ruhlu büyük beyinlilere. Bilimin ne olduğunu bilmeyenlerin bilime tapmaları gerçekten çok iğrenç.
Düzen sever sağ/sol devrimcilerin sınırlarını yırtan Blakeʼin şahane bir şiiri çok daha iç açıcı:
HUMAN ABSTRACT
Pity would be no more
If we didn‘t make somebody poor ;
And Merci no more could be
If all were as happy as we.
Mutual fear brings peace,
Till the selfish loves increase :
Then Cruelty knits a snare,
And spreads his baits with care
He sits down with holly fears,
And waters the ground with tears ;
Then Humility takes its root
Underneath his foot.
Soon spreads the dismal shade
Of Mystery over his head ;
And the Caterpillar and Fly
Feed on the Mystery.
And it bears the fruit of Deceit,
Ruddy and sweet to eat ;
And the Raven his nest has made
In its thickest shade.
The Gods of the earth and sea
Sought thro‘ Nature to find this Tree ;
But their search was all in vain :
There grows one in the Human Brain.
William Blake
SAĞ/SOL DEVRİMCİLERİ RAHATSIZ EDİCİ BIR NOT:
BLAKE, ALLAH KAHRETSİN! SONSUZ DİNCİ ve ALLAHʼA İNANIR!
113 ve kesip yapıştırdığı yüksek zekalılar somut ama beyinleri soyut. Daha doğrusu, çekirge istilasına uğramış beyinlerinden geri kalanlar. Tecrit etme ʻjarad = çekirgeʼ gelip geçtikten sona kalanın çağrışımından gelir.
Ama bu boş kalmış beyinliliğin daha önemli nedenleri de var.
ʻʻXʼin doğası…ˮ önerisi nasıl kanıtlanır?
Dinciler ʻAllah’ın işiʼ derler. Laik modern, materyalist bilimseller ʻevrim ve genlerin işiʼ derler.
Allahçılar çok daha dürüst ve rasyonel ve istikrarlı: Allah her modern dinde sonsuz ve kadir-i mutlak
Kanıt sapıkları bilimseller ne evren başladığından bu yana veya en azından yaşam başlayandan bu yana, bildiğim kadarıyla, insan veya toplum doğalarının nasıl oluştuğunu kanıtladılar, ne de bundan böyle insan ve toplum doğalarının değişmeyeceğini.
Ama asıl önemli bir noktada aynı işi görürler: dünyayı anlamayı basitleştirirler. Her an Hızır gibi yobazların imdadına yetişirler.
Ne var ki, son zamanlarda bir de epigenetik çıktı. Ben bu Yunan-Soyut/Arap-Somut doğalarına epigenetik, yani zaman akımı boyutuyla bakınca, doğaları daha eğlenceli buldum.
Günümüz Yunanlıların pek ahım şahım olmayışına İslam düşüncesini özümleyen Osmanlılar neden oldular. Eski soyut beyinlerine (epi- üzerinde demek) Osmanlı somut eklenince zavallı modern Yunanlılar zaman içinde da daha ilerde olmalarına rağmen daha çok cahiliye dönemindeki gibi somut ekmek derdine düşmüşler gibi.
Laik Toplum Doğası Profesörleri ve 113ʼe göre, Doğa Yunanlıları soyut düşünür etmiş, Arapları somut düşünür etmiş. Gerisini kendileri gibi ideolojilerinden dolayı ispatsız kabul eden koyun sürülerine bırakmış.
Tekrar epigenetiğe dönelim. İslam çıkmadan önce Araplar Yunan mirasına konan Bizans ile yüzyıllarca ilişki içinde idi, sık sık ya İran tarafında veya Bizans tarafında paralı askerlik yaptılar, bir ara (Muhammed doğmadan 80-100 yıl önce) Mekkeliler devlet olmak hevesine düştü; Bizansʼın peyki olmak istediler. 1001 Gece masallarında güzel Grek erkek, kızlar çok. Yani bu güzel kız ve oğlanların soyut düşünme genleri Araplarda genetik değişmeler yapmış olabilir. ʻBeyt el Hikmaʼdan daha önce bile Araplar, başlıca Grec, sonra İran ve Hint felsefe tercümeleri yaptılar. Hiç değilse Arapların Hinlilerden aldıkları meşhur atom teorisini nasıl kullandıklarına bir baksaydınız.
Her neyse, asıl rahatsız edici 113ʼün sınıfta ders anlatması değil, yukarıdaki konularda yaptığı profesörlük gibi saçmalıklara inanması.
Evvel zaman içinde, ne Araplar ne Yunanlılar var iken, 2-4 milyon yıllık çıplak vahşi insanlar sayısız ne bilimsel ne dinsel olan mitler uydurdular. Mitlerin hepsi TÜMÜ (KÜLLİYİ) DÜŞÜNCESİNİ SERGİLER, DİLE GETİRİR. Atatürk, Erdoğan, Temiztaş, Karlos Markos, Fabrika Anarşistliği derdinde olmayan filozoflar, paleontologlar, antropologlar, arkeologlar ve din tarihçiler, bu sonsuz sayıda ÇEŞİTLİLİK altında bir BÜTÜN olduğu sezgisinin ifadesi karşısında akıllarının durduğunu itiraf ederler.
Bence bu asil ruhlu insanların tek hatası, bu sitedeki faşist ve ırkçıları tanımamaları ve dolayısıyla insanları hayatta kalma kavgasıyla köpeklere döndüren güçleri hesaba almamaları.
Din tarihçileri, aynı bu sitedekilerin kafayı Atatürk, Erdoğan, Temiztaş, Karlos Markos, Fabrika Anarşistliği falan filanla yiyenler gibi, mitlerde soyuttan somut doğa güçlerine geçişi, tanrıların yeryüzüne inişi, yani yozlaşma olarak görürler. Tıpkısı matematikte bile var: sayı teorisi sayıların pratik kullanışından daha önce gelir. Daha sonra Rousseau çok güzel söyler: Matematik cimrilerin bilimi!ʼ
Üstelik bu çıplaklar, Atatürk, Erdoğan, Temiztaş, Karlos Markos, Fabrika Anarşistliği laklakçılarının tersine, mitlerinde evrenin mantıksal olmadığını, olumsal olduğunu bilirler, çoğu evrenin kaostan geldiğini ileri sürer. Bir çeşitli olur ama bir kalır. İlk Yunan doğa filozofları zamanlarındaki mitin tıpkı aynı şimdiki, televizyon dizi veya İnternet kibar pornografisi ve dinamik macera dizileri olduğunu görüp daha eski mitlere döndüler. ʻHer şey SAYIʼ, ʻher şey atomʼ ʻher şey değişmeʼ, ʻher şey Xʼ, ʻher şey Yʼ, ʻher şey Zʼ, ʻher şey A B, Cʼ, laflarda ʻHER ŞEYʼ çok eskiden kalan TÜMÜ (KÜLLİYİ) DÜŞÜNMEK ve DİLE GETİRMEK.
Mağarada Muhammed ile konuşan salt Mekkeliler, Medineliler, karısı Hatice, bu sitedekileri deliye çeviren Atatürk-Marks-Erdoğan falan filanları, salt bunların çıktıkları ve yayıldıkları coğrafya, sosyal, siyasal, kültürel, yanları falan filanları açıklamadı, EN SOYUT TÜMÜ (KÜLLİYİ) açıkladı. Şimdi bilimsel Müslümanlar uçakları, ampulleri, denizaltıları, bilgisayarları, emarları falan filanları bile bu açılan KÜLLİYATTA bulmaktalar.
Meşhur Roma tarihçisi Gibson baba, oğul, çoluk çocuklu Hıristiyan Allahʼa kıyasla TEK VE TEK Müslüman Allahʼını çok daha soyut ve rasyonel bulur.
Toynbee, dolaylı söyler. Salt İslamʼda değil son 6 bin yıllık Allah aslında elle değilen gözle görülen somut Devletʼin soyutlanması olduğunu ileri sürer.
Belki 113ʼün beynini kamaştıranlar biliyordur ama 113 Mu’tezili akımına bir göz atsaydı tarihin günümüzdeki Atatürk, Erdoğan, Temiztaş, Karlos Markos, Fabrika Anarşistliği düzencilerinin deli gömleğine sığmadığın görürdü. Batı dillerinde bile Arapça kökenden gelen ʻalgebraʼ matematikte soyutun soyutu be cahiller!
ʻGolden Ageʼ zırvalamaları hakeza ama daha kısa keseceğim. Bilimseller bilimseli bir örnek vereyim ama cahilliklerinde utanmayanlar sitesinde bir etkisi olacağını sanmıyorum.
Evrenin en temel yasası entropi bile evrenin gittikçe yaşlandığını, sonunda öleceğini ileri sürer. Çeşitlilik sona erecek ve evren bu sitedekiler gibi tatsız tuzsuz aynılarda oluşan kaos olacak. Bütün mitlerde dolaylı veya doğrudan başlangıçta hastalık, yaşlanma, ölüm olmadığını söyler. Ulan, Gılgamış destanını bile mi duymadınız be? Mitten başka her şeye benzeyen ama mitlerden parçalar içeren modern dinlerde bile başlangıçta mide doldurma, savaş derdi yok.
Bence cennetten ilk kovulma insanların doğa cömertliği değil çılgın Atatürk, Erdoğan, Temiztaş, Karlos Markos, Fabrika Anarşisterin zırvaladıkları gibi çok somut bir azınlığın kölesi olmasına işaret eder. Elma hayat ve bilgi ağacı. Kısacası bu sitedekilerin taptıkları, yüksek zekalı Atatürk, Erdoğan, Temiztaş, Karlos Markos, Fabrika Anarşistleri, okul, eğitim, yaratıcılık, okuryazarlık çok eski putlar.