HDP’yi Öldürmek…
Bu başlığı, geçenlerde ölen romancı Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek romanından esinlenerek attım. Güzel şarkılar söyleyen bülbül nasıl öldürülürse, özgürlük şarkıları söyleyen partiler ve hareketler de öyle öldürülebilir. Şimdi, özgürlük şarkılarıyla bir yıldır gönlümüzü fetheden HDP’nin öldürülüşüne tanık oluyoruz ne yazık ki. Üstelik onu hem düşmanları hem de dost bildikleri ve hatta kendi bünyesinde yer alanlar el birliğiyle öldürüyorlar.
Bir yıl kadar önce HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganını temel alan çıkışına, diktatörlüğe karşı olan herkes kulak vermiş, hatta Kürt siyasal hareketine karşı olanların bile kayıtsız kalamadığı bir özgürlük şarkısına dönüşmüştü bu çıkış. HDP, yüzde sekiz olan oyunu bu sayede neredeyse ikiye katlayarak yüzde on üç küsur oy almış, meclise 80 milletvekili sokmuş ve AKP’nin tek başına iktidarına son vermiş, AKP diktatörlüğüne karşı olan kamuoyu kesiminin yüreğine su serpmişti. Bu güzel özgürlük şarkısının dışarıdan ve içerden saldırıya uğraması kaçınılmazdı elbette.
Tersine süreç bu noktadan sonra başladı. Seçimleri yenileyerek iktidarı yeniden almak isteyen ve bu yüzden 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını fiilen tanımayan AKP iktidarı, Suruç’ta, Ankara Garı’nda HDP’ye karşı bombalı saldırılar düzenleyerek; HDP’nin en yüksek oy oranına ulaştığı il ve ilçelerde savaşı ve devlet terörünü fiilen başlatarak, ayrıca HDP binalarına ve mitinglerine yönelik saldırılar düzenleyerek, partiyi kapatma tehdidiyle baskı altına alarak; diğer yandan PKK, bu savaşa savaşla karşılık vererek, hiçbir gerçekleşme koşulu olmadığı halde “özyönetim”ler “ilan edip” şehir ve kasabalarda, kesinlikle geri çekilme ve kendini koruma koşullarının olmadığı ortamlarda, gerilla savaşının bile mantığına aykırı bir şekilde hendek kazıp hem gençleri hem de buralarda yaşayan halkı canavarın ağzına iterek; bununla da kalmayıp, HDP’nin “parlamentoyu işletmediği” türü haksız eleştiriler yönelterek el birliğiyle HDP’yi kıskaca aldılar.
1 Kasım seçimlerine böyle gelindi. Sonuç malum. HDP yüzde iki buçuk oranında oy ve yirmi kadar milletvekili kaybetti, daha da önemlisi AKP, MHP’den ve HDP’den kazandığı oylarla oyunu yüzde 41’den yüzde 49’a yükseltip iktidarı yeniden tek başına ele geçirdi. AKP’nin bu sonucu elde etmesinde PKK ve MHP’nin politikaları belirleyici oldu.
Ne var ki, AKP’nin korkulu rüyası haline gelmiş, özgürlük şarkılarıyla gönülleri fethetmiş HDP’nin öldürülmesi işlemi henüz tamamlanmamıştı. AKP iktidarı, hem devlet güvenlik gücü mensuplarına, hem ailelerine, hem de sözde özyönetim ilan edilip hendek açılan yerlerdeki gençlere, ailelerine ve buralarda yaşayan, ağırlıkla Kürt nüfusa kan ve gözyaşı, zulümden başka bir şey getirmeyen ve dahası özgürlükçü kamuoyunu ve tüm toplumu paralize eden savaşı daha da yoğunlaştırarak sürdürdü. Bodrumlara sığınan insanları bebek, çocuk demeden katletti. Çaresizlikle bodrumlara sığınmış, ambulans bekleyen yaralı, kan kaybeden, susuz kalmış insanları, “silahlı olabilirler” gibi komik bir gerekçeyle uzun ve yavaş bir ölüme sürükledi. Sokak ortasında öldürülmüş kadınların çıplak bedenleri günlerce ortalıkta bırakıldı. Yandaşlar, aktroller “beş yüz leş aldık” diye naralar attılar. Böyle adice bir tutumu savaş sırasında Naziler bile göstermemiştir. PKK de, aslında hiçbir şekilde gerilla savaşının mantığıyla uyuşmayan karşıt savaşı kör gözüm parmağına sürdürmekte ısrar etti. Zaten bir kere o hendekler kazıldıktan ve o gençler orada hiçbir kaçış koşulları olmadan mevzilendirildikten sonra yok oluncaya kadar bu savaşın sürdürülmek zorunda olduğu belliydi. Güçler böylesine eşitsiz bir savaşa sürülmeden önce bunun sonuçları düşünülmeliydi. Kandil’de komutanlık oynayanlar ne yazık ki, bunları düşünecek bir ferasetten yoksun olduklarını ortaya koydular.
Daha da kötüsü oldu HDP açısından. Gerek DBP, gerek KCK, gerek Kandil, HDP’yi teslim alıp artık o güzel şarkılarını söyleyemez hale getirmek için, HDP içindeki bazılarından da yardım alarak bu partinin ve Selahattin Demirtaş’ın sesini kısmak, kendi hoparlörleri haline getirmek için ellerinden geleni yaptılar. Selahattin Demirtaş yine konuşuyor konuşmasına ama bence konuşan artık o değil. Tam anlamıyla bir örgüt kıskacına alındı, bu o kadar belli oluyor ki. Ben olsam onun yerinde, böyle bir duruma düşmektense istifa eder, yerimi “sahibinin sesi”ne bırakırdım. Çünkü özgürlük bülbülü asla “karga” taklidi yapamaz (bu metaforik anlatım için kargalardan özür dileyerek).
Ve ölüm anına geldik: “Ankara saldırısını gerçekleştirdiği iddia edilen TAK üyesi Abdulbaki Sönmez için Van’da taziye evi kuruldu. Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenler Derneği’nce kurulan
taziye evini, HDP’li Tuba Hezer ile DBP ve HDP’liler de ziyaret etti.”
Bence o taziye çadırının yanına bizzat HDP için de bir taziye çadırı kursalarmış iyi olurmuş.
Gün Zileli
23 Şubat 2016
HDP neden ve nasil gönlünüzü fethetmisti? HDP hep buydu.HDP sadece güzel sarkilar söylemisti. Her güzel sarki söyleyenin pesinden gidecekmisiniz.HDP nin imralida kuruldugunu ne cabuk unuttunuz.Nasil bir ihtiyac ne amacla kurdurululmustu? Imralidakinin sözünden cikamayacagi bastan belli degilmiydi? Böyle bir muhasebe daha Samimi olmazmiydi.
Halkların Demokratik Partisi…
Halkın Milliyetçi Partisi
Milliyetçi halk partisi…
***
Şehrin göbeğinde intihar bombası patlatılmasına arka çıkan zihniyet; o 10 Ekim Ankara katliamı ölülerine, yaralılarına sahip çıkabilir mi? Bu canavarca işi tezgahlayanları bir savaş taktiği olarak meşruiyet vermediler m?
*
Bebekler, çocuklar ölmesin diyenleri böylece sanki “yalnızca Kürt çocukları, bebekleri ölmesin” söylemiş duruma düşürmek değil mi bu?
*
Anlaşıldı; “Şahinler”, “güvercinleri” tasfiye etti…
Hep birlikte kaybettik…
çok konformist yorum. Toplumsal mücadele toplumsal her gücünü olumlu ve olumsuz yanlarının inceden inceye hesap edilmesiyle verilir. Ben de bilirim oturduğum yerden “bu zaten böyleydi” demeyi. Unutmayın ki, zaten böyleydi dediğiniz parti bir yıl içinde AKP iktidarını sarstı, adamların ödü koptu.
Daha kurulurken, Imralida, bir cati partisi kurulmaliDIRRR, tüm sol buraya gelmeliDIRRR , soyle olmaliDIRRR, sunlar syle yapmaliDIRRR. ödp cevresi de gelmeliDIRRR , yoksa söyle yapariz. Emep in Leven Tuzel inin Dogru ve onurlu tavrindan sonra hakkinda söylenenler. e bu HDP sizi tavlamak icin özgürlükcü türküler söylemisse sizde takilip pesine gitmisseniz, bu kadar naif lik fazla degilmi?
değil. Çünkü toplumsal mücadele en ufak bir olumlu gelişmeye bile el uzatarak verilir. O kadar hovarda olamayacağız, kusura bakmayın.
HDP AKP iktidarini sasrsmak.? Hesap bozdu desek.Pazarliklarda anlasamadi desek. Iste bu pazarliklarda eli güclensin HDP ve Imralidakilerin diye, ahada bakin Apo solu bile temsil ediyor dedirtebilmek. offf anam off neresinden baslayayim:) Ve hem pazarlik halindeyken. darbeye karsi AKP yi dedemmi korudu. Ahhh Zileli ahhh. Konformizm budur iste. Gercekten zor olandan kacip , pesinden kosulabilecek güzel türküler aramak. Merak etmeyiniz Uygun bir türkücü hep sahneye cikarilacaktir.Sanirim EMEP lilerin bu konu hakkinda HDP nin karar mekanizmalari hakkinda söyleyebilecekleri coook sey vardir. ama söyleyemezler gariplerim.:)
HDP kendine katilmayan sistem disi solu bile ezmeye kalkmadimi? olmadik kara propagandalar itibarsizlastirmalar? böyle bir parti özgürlügün temsilcisi olabilirmi?
Çok doğru bir analiz. Partiyi içinden de bildiğim için bu acı gerçekleri aylardır dost çevrelerinde söylüyor, ancak bu kadar derli toplu anlatamıyordum. Keşke haksızsınız diyebilsem, keşke haksız olsak. Ancak Türkiye halkları için çok güzel bir ihtimal el birliriğiyle paramparça edildi. Çok yazık…
Toplumsal mucadeleler tarihi ` en ufak`lardan olusmus samimi olmayan bir cok laf kalabaligi ile, gercekten tayin edici cizgisinden saptirilmis kandirilmis insanlar gruplar kitleler tarihidir ayni zamanda.
hovarda dedigin her turkunun arkasina takilandir:)
Selahattin Demirtas eyide öbürleri kötü. ne Kadar çocukca… Bu Selahattin Demirtas in ömrü tekziple gecti. Dersimliler HDP ye oy vermezse söyle. Aslinda baskanlik tartisilir. Lazkiyeyi kürtler alsa ne güzel olurdu. Selahattin Demirtas ona verilen rol e kendini biraz kaptirinca yönetmen tarafindan uyarilan, ama basta senaryoyu bilen bir bilincli oyuncuydu. türkü söyledi hepsi bu.
“HDP kendine katilmayan sistem disi solu bile ezmeye kalkmadimi? olmadik kara propagandalar itibarsizlastirmalar? böyle bir parti özgürlügün temsilcisi olabilirmi?” – Çok doğru, TKP’lilere yaptıkları faşist saldırılar biliniyor, bilmeyen haber arşivlerine baksın. HDP tuzaktır.
Beyefendi, sizi okuyanların niyetinizi anlamaları açısından ben de şu benzetmeyi yapacağım, diyelim ki siz bir kasapsınız ve bize ders vereceksiniz, ama dersiniz yine bu yazının adı olsun ve benzer metaforlarla yapılsın, o zaman derste anlamamız gereken şey şu olacaktır: HDP Nasıl öldürülür. Basitçe söylediğiniz şeyler aslında basitçe kafanızdaki şeylerdir, o kadar. Size tavsiyem her aklınıza geleni söylemeyin, biz insanlar açık varlıklarızdır, ya da eskidikçe her yerimize gerici düşünceler üşüşür. Ama ne ilginçtir ki HDP hep aynı şeyi, yani YAŞAM adına konuşurken siz bunu bir benzetme sanıyorsunuz, oysa değil. Onlar yaşam dedikçe sizin orda ölüm nasıl duyuluyor anlamak mümkün değil, yoksa sizdeki gerici kafadan olmasın. Tekrar ediyorum, HDP den anlayacağınız tek şey YAŞAMın kendisidir. Sürekli DİRENİŞ derken onlar, bu da bi benzetme değil, yaptıkları şeyi söylüyorlar, tıpkı sizin yaptığınızı söylediğiniz gibi: “HDP’yi Öldürmek!” Engels’ten şu alıntıya bi bakın, son cümleler size neler çağrıştıracak acaba…
“… Halk içerisindeki faaliyetlerimizin ilk gününden beri, çeşitli ülkelerdeki ulusal sosyalist ve işçi hareketlerinde temas sağlama işinin esas yükünü omuzlayanlar, Marx ile ben olmuştuk. Bu iş, hareketin bütünündeki genişleme oranında artmıştı. Ölümüne dek burada da asıl yükü omuzlayan Marx idi. Ama onun ölümünden sonra, gitgide artan hacimdeki işi tek başına benim yapmam gerekti. O zamandan beri, çeşitli ulusal işçi partileri için, aralarında doğrudan bir ilişki kurmak kural haline geldi ve çok şükür ki gitgide artmaktadır. Gene de benden yardım istekleri, teorik çalışmalarım yönünden, benim dileyebileceğimden daha sık olmaktadır. Şu da var ki, benim gibi bu harekette elli yıldan fazla bir zaman faal olan bir kimse, bununla ilişkisi olan işlere, gecikmeye tahammülü olmayan, yerine getirilmesi zorunlu bir görev gözüyle bakar. Bizim olaylarla dolu zamanımızda, tıpkı 16. yüzyılda olduğu gibi, toplumsal konularda salt teorisyenler, ancak gericiliğin safında bulunurlar ve bu nedenle bunlar, sözcüğün tam anlamıyla teoriysen bile değil, yalnızca gericiliğin savunucularıdır.”
Friedrich Engels, Kapital III, önsöz.
Eee hem cb seçimlerinde Demirtaşı desteklememiştiniz hem de Hdp’ye bir yıl kadar önce yollarımız ayrıldı demiştiniz, yani desteklemediğiniz daha doğrusu desteklemeye değer görmediğiniz kurum ve kişilere sonradan Pkk’ye laf etmek için methiyeler düzmeniz ne kadar doğru?
galiba isim ve eposta girilmesi zorunlu olmayınca, sizin gibi dürüst sözler sarf eden birine saldırmak da pek keyif veriyor bazı türk solcularına herhalde. yukarıdaki yorum sahiplerinden sadece biri isim vermiş, o da adından ve tavrından tahmin edilebileceği gibi, bir kadın. diğerleri, bildiğimiz “anonim” erkekler. bunları, yazınızın içeriğinden bağımsız olarak yazmak istedim, yazınızda önemli iddialar var, şahsen bu kadar açık seçik bir sonuca ulaşmam mümkün değil, o kadar siyasi analiz yapabilecek kapasitede değilim. ama en azından taziye çadırı konusunda farklı düşündüğümü söyleyebilirim. insanlar, yakın buldukları kişilerin kayıpları için taziyede bulunabilirler. belki eleştirilmesi gereken, bu taziyenin, şu konjonktürde meclisteki hdp temsilcisi tarafından yapılmasıdır…
İstifa çağrısı kolaycılıktan başka bir şey değil. Demirtaş’ın istifası HDP’yi iyice sağa çeker. Ama boşuna konuşuyoruz. Belli ki siz kafanızda HDP’yi çoktan bitirmişsiniz. Bu yazıdan sonra Deli Gaffar, Yavuz Alogan tarzında ulusalcı sosyalistlerden takdir almanız kesindir. HDP’den umudu kestiğinize göre bundan sonra yine sol / sosyalist kemalist cepheye yanaşacak ve onlarla blok arayışına girecekseniz sanırım. Ama şunu da hesaba katmamazlık etmeyin ki savaş atmosferi gerilediğinde tıpkı geçen sene yaşandığı gibi HDP yine yükselişe geçecek. O boşluğu sol kemalistlerin doldurması mümkün değil.
gün hocam, geç de olsa aynı noktada buluşmuş olmamız güzel ama insan buna sevinemiyor. ben bu süreçte haksız çıkmayı tercih ederdim. ancak kusuruma bakmayın, görünen köy de kılavuz istemiyor, en başından beri PKK’nin ne olduğuna dair yazıp çizdik, HDP projesinin gerçek amacı konusunda konuştuk. bize edilen hakaretlerin içinde faşist sözcüğü en kibar olanıydı. bunca tantanadan sonra nereye vardık? türkiye solu, devrimciler koskoca bir yılı kaybettiler. üstelik 1996’dan beri döne döne tekrarlanan bir masal yüzünden.
söylediklerinizi hala çok naif, çok safça buluyorum, lütfen beni affedin. HDP ölmedi, HDP zaten hep buydu. sizin gibi abilerimiz de dahil arkadaşlarımız, yoldaşlarımız ona olmadığı bir anlamı vehmettiler. oysa bizi ilgilendiren HDP’nin yaşaması ya da ölmesi değil, BHH gibi ortak muhalefet zeminlerinin yaşayabilmesiydi. HDP projesi işe yaradı, BHH kadük ve etkisiz bir örgüte dönüştü. asıl cenaze bizim cenazemizdir.
baki selam ve sevgiyle
Deli Gaffar
Korkmayiin. Bisey olmaz. Ocalan masayi kuracaktir, yeni pazarliklar yapilacaktir, HDP tekrar sistemce olumlanacaktir, sizde türkü söylemeye devam edeceksiniz sapsikler:) korkmaayiiin:)
hakaret mi? Şapşıkin anlamını bilmiyorum da
bhh kendi kendini öldürdü gaffar kardaş
hdp’yi oluşturan potansiyel türkiye özgürlükçü potansiyelinin çok önmeli bir kıasmıdır ve ondan umut kesmek söz konusu değildir, tam tersine.
ben de bunu diyorum zaten. Ben birisinin yakını için taziyede bulunmasına bir şey demem. Fakat hdp vekilinin tam şu sırada o çadıra gitmesi ve katliamı onaylar sözler etmesi, hdpye ve onu desteklemiş kitleye arkadan indirilmiş bir hançerdir
Yanılıyorsnz. Ben, bir yıldır hdp’yi destekliyorum. Destekleme toplantılarına da katıldım. yazı da yazdım. Selahattin demirtaş çizgisi desteklenmelidir yazımı okumadıysanız tavsiye ederim. Öte yandan pkk ile bir derdim yok, gerektiğinde devletin ve faşistlerin saldırılarına karşı bu örgütü de savundum ve savunurum. Benim sorunum özgürlük mücadelesinin ve Kürt halk kitlelerinin, hatta o hendeklerdeki gençlerin zarar görmemesidir.
web sitem yok malesef
herneyse, zaten önemli olan da bu olmasa gerek
gelelim asıl can alıcı noktaya; genel olarak humanist duruşunuzu, antimilitarist yaklaşımlarınızı takdir ediyorum ama şu bizim mahallenin kendi içindeki “özeleştiri” ve kendine yakın saflardakileri öncelikle “eleştirme” yeteneğini, karşımızda koca bir “faşizan gelenek ve iktidar bulunurken” içselleştirmenin o saf duruşumuzun tam da bu pratiğin değirmenine su taşıdığını ne zaman ve ne şekilde anlamlandıracağız? pante rei… ve sular akarken o sulara bakan ve çözümleyen değil yön veren olmalıyız; eğer diğerlerinden daha sağlıklı düşünebiliyorsak? ve de o pratiği hayata geçirmenin yollarını önermelerimizle sunabilmeliyiz diğerlerine!… eleştirmek kolay! ölmek zor! ölümlerin gölgesinde cümle kurmaya çalışmak “hayata yüklemeye çalıştığımız anlamların estetiğini görünür kılmak kadar” ZOR” günlerden geçiyoruz malesef….
Bu sitede her şart ve koşulda HDP yi savunmuş HDP li biri olarak üzülerek söylemeliyimki HDP yi aslında biz HDP liler epeydir öldürmeye çalıştığımızı söylemeliyim.Hiç bir dış faktör toplumsal muhalefetin politik örgütü olabilmiş HDP gibi partileri öldürme şansı yoktur.Tam tersine devlet iktidar ve her türlü dışşal faktörün saldırısından daha güçlenerek çıkar alternatif başarı siyaseti ama maalesef partiye alternatif başarı siyasetinin ne kurumlarını ne kuralları işleyişleri temel kriterlerini partiye taşıyamadık dar bir kadro partisi anlayışını aşamadık ve bu öldürme işinide HDP içinden yapıldığını söylemeliyim.Yinede umut yok diyemeyiz yukardaki yazının çok eksiği yanlışı var haziranda chp ye oy verip kasımda akp ye oy verenlerin azınsanmayacak oranda olmasına rağmen zileli bunu bilerek yazmayıp akp nin hdp ve MHP den aldığı oyla tek başına kasımda iktidar olduğunu savunup chp yi sinsice gizlemesi enteresandır.araştırması yapılmıştır haziranda hdp ye oy verip kasımda akp ye geçiş yapanların sayısı haziranda chp ye oy verip kasımda akp ye oy verenlerden az olmasına rağmen zilelinin gizlemesi kadim kürt ve HDP fobisidir???yani sadece devlet iktidarla uğraşmıyoruz haaabunların yalanı dolanıylada uğraşıyoruz.kına yakın HDP ölürse size madalya vermezler ……nızı bellerler daha rahat yaparlar geçenlerde ödp nin il kongresine katıldım takıldım siz iktidar olunda belki bizi dövmezsınız çünkü bütün iktidarlar bizi dövüyor dedim sanmıyorum onların iktidar olma ihtimali hiç olmamasına rağmen bu gün bizim dövülmemize katılmasa da itiraz edemeyip yol verenlerin yarın bizide bu gariban halkıda döveceğine eminim????
odp ve hdp orneginden sonra alinacak ders sudur. hareketi domine eden orgut, bilesenlerinden bagimsiz hareket etmemeli ve her bilesenle bir esitler demokrasisi kurulmali 2. olarak harekete motivasyonu sagliyacak ve herkesin mutabik oldugu konulari one cikarip mucadele hattini bunun ustune oturtmali yani hareket ici homojenite saglanmali . odp ve hdp deneyiminden sonra 3. bir luxumuz yok diye dusunuyorum
bende bilmiyorum Selahattin Demirtas sevimli taraftarlarina sapsik dedigine göre hakaret olmasa gerek:)
iyi
BHH kendini öldürmedi. BHH yi HDP türkülerinin pesine takanlar öldürdü. Zileli gibiler.
BHH nin yasayabilecegi , BHH yi yasatabilecek islenmemis potansiyel su an bile kendini ham olarak Artvin de gösteriyor. BHH yi öldürenler bunun üzerine düsünmelidirler. Neden HDP yi kuran akil HDP disinda gelisebilecek bir sol hareketten bu kadar ürker ve onu yok etmeye calisir? HDP buydu yine bu. O bilinen siyasal akil birlikten kullanmayi anlar. Gerisi sol laf kalabaligi ve anlamsiz tutarsiz göstermelik sloganlar türküler.
Alex 20 arkadas, ben tarihte, özerklik öz yönetim birey , kimlik özgürlüge bu Kadar vurgu yapip, kendinden olmayani elestireni bu Kadar ötekilestiren baska bir anlayis görmedim HDP nin ust aklindan baska. o yüzden söylüyorum ki o özerklikler o özgürlükcü vurgularin hic biri Samimi degildi. imrali tutanaklarini okuduktan sonra kisinin kendi öz saygisini koruyarak HDP bileseni olmasini anlayamam. varsin kürt dusmani vs ilan edileyim.ayrica söylemek isterimki, kürt halkinin mücadelesine verilecek en iyi destek kürt hareketinin disindan bir muhalafeti gelistirebilmekten gecmiyormu? gerisi kurt hareketetine siginmak onun gucu ve potansiyeli üzerinden kendini yasatmak , türkü söylemek degilmi. konformizm bu degilde nedir?
Gaffarın HDP varoluşuna dair söylediklerine katılıyorum ama yerine ne konması gerektiği bölü bir hayli manipülatif. Birleşik Haziran Hareketi Ölü doğmuş bir bebek.
Merdan Yanardağ’ın ulusalcı söylemlerine ne dersiniz?
http://www.nasname.com/a/ya-pkkye-dur-dersiniz-ya-da-cehslige-teslim-olursunuz
Berivan’ın zihni biat zihni. Hangi konudan konuşulduğunun farkında değil. ne “kasaplar” hakkında, ne teorisyenlere ait “gerçeği” biliyor.
Kasap o intihar bombacısından daha “iyi” bir insandır; seçerek öldürür! Bir şekilde, sınırlı da olsa bir yarar hesabı içinde davranır; o kitle katliamcısı ise kim, nasıl, suçlu, masum ayırdetmeden salt niceliksel çok insan öldürerek “kâr” hesabı gözetmektedir.
*
Engels’e gelince.. Bir ayet, bir hadis alıntısı ile saçma sapan haklılık, meşruiyet arayan dogma aklı ile Engels’in bir ilgisi olabilir mi?
**************
HDP’yi destekleyen “Batlıların”, sosyalistlerin şimdi Deli Gaffar’ın eleştirileri veya aşağılamalarına maruz kalması beklenebilir bir durum.
Bu nedenle ben zaman zaman HDP yerine “HDP söylemini savunmaktan” söz ettim.
Hatta HDP’nin zamanında M. Kemal’in TKP’si olabileceğini; bir adamın iki dudağı arasında kaderi çizilecek yapıya güven duymanın güçlüğünü.. Ve Demirtaş söylemini destekledim.. Yine BU SÖYLEMİ desteklerim.
Siyaset öncelikle bir teori, bir söylem, bir kurgu değil mi?
İnanılan bir söyleme, “gerçekçi” bir kurguya sahip çıkmak değil mi?
Bu anlamda bu söyleme Demirtaş ihanet ediyor veya gereken güçte sahip çıkamıyorsa bu onun sorunu!
Yazık ki, “Deli Gaffar” yeterince “deli” değil!
Gerçek “delilik” çok sığ kafanın anlayamayacağı bu ayırımlar üzerinden siyaset üretebilmektir.
Biatçı, tapınıcı ; teori ve pratiği önemseyerek değil de, kişilere, partilere göre yön çizenler aşağılanabilir ama 7 Haziran öncesi HDP projesini destekleyenler değil.
Deli Gaffar ve benzerleri bilinçaltlarında yatan Türk Milliyetçiliğini kayıran eğilimleri ile Sur’da, Cizre’de korkunç katliamların dehşeti ile yolunu şaşırmış insanları ne güzel anında teşhis ediyorlar.
Bebek ve kadınları acımasızca öldürmüş o zavallı insanların cenaze törenlerine tek laf etmiş mi?
Tümüyle ama tümüyle askerî-silahlı olmayan hedeflere yönelmiş intihar bombacılığı en büyük insanlık suçlarından birisidir.
2. Ankara Katliamı da bu sınıfa girer; bu ve benzeri katliamları savunanlar bence, insanlıktan çıkmış yaratıklar veya siyaset-kabile hırsı ile “hakikati” kaybetmiş zavallılardır. Bu tipler insanlığa yalnızca Stalin’in dünyasını vaadedebilirler!
*
Taraf değilim artık! Her iki taraftan her hangi birinin çılgın cinayetlerini onaylamak zorunda değilim…
Deli Gaffar zeki ve duyarlı bir insan.. ama bence hepimizn bir şekilde zehirlendiği milliyetçi duyguların etkisinden tümüyle arınamamış…
HDP’nin sonunda PKK ve Devlet şiddeti arasında öğütülmesi ne ben haklıydım yerine, yazık oldu demesi gerekir.
*
Yanlış olan HDP değildi; yanlış olan Kürt ve Türk halkının arkaik, milliyetçi, tahakkümcü dünyası içinde güçlenmesine izin verilmemesiydi…
En büyük suç, Kürt ve Türk halkının henüz özgüven taşımayan, biatçı, köle, şiddete tapan tarihsel karakterini henüz terkedememiş olmasıydı…
Acaba, bu yaşananlar şunun göstergesi olamaz mı?: Kürt örgütlülüğü silahlı mücadelesinde; kırsal gerilla taktiği miadını doldurdu kentsel halk savaşına evriliyor, parlamenterist mücadele miadını doldurdu dolduruyor (ki, zaten tasfiye edilecekti ya da vasfını yeterince yerine getiremiyordu) dobra dobra halk savaşı içindeliğini vurgulayarak, esas rölüne yöneliyor… Belki de, o zaman Bülbül, daha güzel şarkılar söyleyeceğini düşünüyordur… Kaldı ki, kendi adıma da,Taziye Çadırında yer aldıklarını duyunca ilk tepkim “saçmalamışlar” diye, oldu. Biraz sakinleşip düşününce, “cesurca” dedim. Ne, kimden gizleniyor ki, her şey çırılçıplak ortada, HDP bu değil mi? HDP, Kürt Ulusal mücadelesinin siyasal temsilcisi değilmi?….. Ne yani, şimdi, böyle “Türkiyelileşemezler” diye, eleştirimi getireceğiz.
O ölen intihar bombacısı gence de acınabilir… Ama..ama… topluma, insanlığa mesaj olarak aşağılanmalıdır; Acınarak aşağılanmalıdır!
Davası bir “insanlık” davası olanlar, böyle tehdit eder mi? “Ankara’daki de 4 yaşındaki çocuk, Diyarbakır’da Cizre’de 3 aylık çocuklar ölmesin istiyorsak…” ve “Barış” diyorl
Açıklaması şu; “aynen cevap vereceğiz!”
Bu şiddete tapan zihniyet bir bölge, bir iktidar kazanabilir ama sonra….
Bu kafa çok geçmeden Kürt Bölgesinde, parti-iktidar içi savaşlarda da benzer vahşi yöntemleri kullandığında şaşıracak mıyız?
Bu “yöntemleri” ile kendilerine kuracakları ulus-devlet iktidarının siyasal yapısının da “felsefî temelleri” atılıyor; “Hayırlı olsun!”
***
“.. HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, olaya ilişkin açıklamalarda bulundu….: “Cenaze törenleri geriye kalanların acısıdır. Konuya geride kalanların psikolojisi üzerinden bakmak gerekir. O eylemi onaylamak Ankara’dakilerin acısına duyarsız olmak gibi ele alınmamalıdır. Ölenlerin kimliğine bakmaksızın ölenlerin ailelerinin acılarını paylaşıyoruz. Olaya insan hakları bağlamıyla yaklaşıyoruz. Oradaki bir arkadaşımızın acıyı paylaşması bu insanların niye bu kadar kolay ölüme gidiyor olmalarıyla ilgilidir. Öfkeyle sergilenen tavırları anlamaya çalışmak asla onaylamak anlamına gelmez. Her katıldığınız cenaze ortamındaki söylemlerin ortağı olmazsınız. Eğer gerçekten ölümlerden rahatsızlık duyuyorsak, asker polis, sivil, Kürt gençler ölmesin istiyorsak, Ankara’daki de 4 yaşındaki çocuk, Diyarbakır’da Cizre’de 3 aylık çocuklar ölmesin istiyorsak bu sorunların barışçı çözümüne dair ısrarlı davranmak zorundayız.”
Kürt ulusal mücadelesi IŞID gibi insanları parçalayan bombacı olmuşsa, o harekete yazık olmuş, kendi milliyetçi hedefleri açısından da yanlış bir yol bu.
Türk Meclisinde Olan Partiler Talep Ettiğimiz Anayasayı Yapabilirler mi?
İbrahim GÜÇLÜ
Sömürgeci Kemalist Türk Devleti’nin, kurulduğu günden bugüne kadar anayasa sorunu tartışılmaktadır.
Anayasanın tartışılması demek, hiç şüphe yok ki devlet yapısının tartışılması demektir.
Sömürgeci Kemalist Türk Devleti, isminde de anlaşıldığı gibi sosyolojik yapıya, var olan farklı ulusların, etnik toplulukların, dinlerin, mezheplerin, fikirlerin, sınıf ve tabakaların varlık gerçeklerine göre kurulmuş bir devlet değildir.
Devlet, sömürgeci, işgalci, üniter, faşist otoriter, hak ve özgürlükleri gasp eden bir devlet.
Bundan dolayı da, yapılan tüm anayasalar ihtiyaca cevap vermeyen, demokratik, çoğul, katılımcı, çağdaş, toplumsal sözleşme niteliğinde olmayan anayasalar olmuşlardır.
Sadece Teknik kanun metni niteliğinde belgeler olmuştur.
Buna karşılık, her açıdan çoğulculuğa cevap verecek bir anayasanın nasıl olacağını yıllardır yazıyoruz/yazıyorum.
Son makalemde de, nasıl bir anayasa? Konusunda yazdım.
Yapılacak anayasanın:
Federal bir devletin,
Devleti, bütün milletlerin ve etnik toplulukların devleti yapacak,
Bütün milletlerin ve etnik toplulukların toplumsal/kolektif haklarını kurumlaştıracak,
Egemenliği ve iktidarı milletler ve etnik topluluklar arasında paylaşılmasını sağlayacak,
Devleti niteliksel olarak ve üniter olmayan bir devlet kapsamında değiştirecek,
Devletin sömürgeci ve otoriter karakterine son verecek,
Devletin mevcut kurumlarının yerine, yeni, çoğulcu, demokratik, herkesi temsil eden kurumların oluşmasına yol açacak,
Tüm vatandaşların, ulusal ve etnik toplulukların özellikle de Kürtlerin kendi kendisini yöneteceği bir idari yapıyı inşa edecek,
Herkesin gerçek anlamda vatandaş yapacak,,
Eşitlikçi hak paylaşımı ile barışçıl koşulları yaratacak,
Hukukun üstünlüğüne dayalı devlet yapısını şekillendirecek,
Bir anayasa olmasını önermiştim.
Buna karşılık dostlarım, arkadaşlarım, okuyucularım, meclisteki partilerin karakteri ve yapısal özellikleri analiz edildiği zaman, böyle bir anayasa yapmaları mümkün mü? Sorusunu soruyorlar.
Bu soruyu sormalarına hak veriyorum.
Benim bu soruya cevabım: Meclisteki partilerin, böyle bir anayasa yapamayacaklarıdır.
Dört parti geçen dönemde de meclisteydiler. Anayasa için, “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” oluşturdular. Aylarca bir çalışma yapmalarına ve 60 maddede yani en genel maddelerde anlaştıklarını söylemelerine rağmen, bir anayasa yapamadılar.
Yeni dönemde de, dört parti, anayasa için “Anayasa Uzlaşma Komisyonunu” oluşturdular. Daha esas çalışmalara başlamadan komisyon dağıldı.
( I )
Anayasa yapımında partiler için en sorunlu konu, yeni anayasa mı yapacaklar, ya da mevcut anayasayı mı değiştirecekler?
Siyasi partilerin yaklaşımlarına bakıldığı zaman:
İki parti (CHP ve MHP), kesinlikle yeni anayasa istemiyorlar.
Ak Parti, yeni anayasa ister görünmesine rağmen, mevcut devlet için yarı-demokratik parametrelerle bir belge oluşturma çabası içinde.
HDP, yeni bir anayasa ister görünmesine ve adem-i merkeziyetçilikten dem vurmasına rağmen, üniter devleti aşan parametrelerde bir devlet tasarımları yok.
( II )
Yeni anayasa, çoğulcu, katılımcı, yerelleşen, çağdaş, federal, bir demokratik karakteri öngörür.
Ak Parti, yarı-demokrat bir parti karakterinde.
CHP ve MHP, tartışmasız demokrat olmayan partiler.
HDP de demokrat bir parti değildir. KCK Sözleşmesinin öngördüğü totaliter sisteme sırtını dayayan bir parti.
( III )
Yeni anayasa, yeni bir devlet tasarımını öngörür. Bu devlet, mevcut verili sosyolojik gerçeklik karşısında federal bir devlet olmak zorundadır.
Ak Parti, tekçi ve üniter devleti savunuyor. Tek devlet, tek millet, tek bayrak v.b. değerlerine bağlı. Eski Kemalist devlette niteliksel değişiklik yapmak istemiyor.
CHP ve MHP daha geri bir paradigmaya yani ırkçı devlet paradigmasına sahipler.
HDP, PKK ve liderinin tezlerine bağlı. Bu tezler, demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus tezleridir. Bu tezler de üniter devlet içinde PKK elitine yer açmaya çalışan bir paradigmadır.
Özcesi partilerin hiç birinin federal devlet tasarımı yoktur.
( IV )
Yeni anayasa, kolektif hakların kurumlaşması ve tanınması konusunda bir zihniyeti öngörür.
Ne yazık ki, meclisteki tüm partiler başta halkların kendi kendisini yönetme kolektif hakkı olmak üzere bütün kolektif haklar konusunda sakat, eksik, demokratik olmayan anlayışlara sahipler.
Diyar-ı Bekir, 23 Şubat 2016
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/ibrahim-guclu/2399-turk-meclisinde-olan-partiler-talep-ettigimiz-anayasayi-yapabilirler-mi
ayni linkte fazlasi var
http://odatv.com/tayyipi-cemaatten-uzaklastiramadik-2402161200.html
ulusalci kesimde kürt hareketiyle anlasabilecek bir cizgiye tekabul ediyor Merdan Yanardag bütün eksikleriyle birlikte.
Ama BHH’nin Kürt hareketiyle ittifak yapmasını önlemek yönünde gayret sarfetti ve yazılar yazdı. Bu sitedeki Merdan Yanardağ’la ilgili yazıya bakınız. Portreler bölümünde var.
Ben şahsen, Sur’da, Cizre’de insan avında görev yaparken ölmüş bir özel harekatçının taziyesine gitmezdim. Kusura bakma Ayhan Bilgen, senin kadar insancıl duygulara sahip değilim.
evinizdeki su boruları patladığında sizi düşünemiyorum, siz tartışanlar bakalım boruyu hangi en analist veya teorist olanınız çözecek. muhtmelen siz tartışırken kiminiz boruların metal veya plastik olduğunu söyleyecek, kiminiz de suyun kimyasını analiz edecek, bazılarınız da patlayan boruyu lanetleyecek falan… bu arada patlamış borudan akan su da yeni sorunlara yol açacak, hatta sizi de sürükleyecek. Neden bu örneği veriyorum, çünkü çok basit, bi kere içtiğiniz su, onu ne kadar iyi bilirseniz de o, “su” sözcüğü değildir, yani yazarken konuşurken hiçbir hakikate dokunmuyorsunuz, evinizi su basmış hala konuşuyor durumundan çıkamadınız. hani alet edevatınız, hemen işe koyulup tamir edin veya yenileyin, ama olmaz tabi, beyefendiler teorisini yapacaklar ya, veya birini çağırıp ona yaptıracaklar, tabi orda da sınıf çelişkileri ortaya çıkacak, mesela gelen kişi kürt mü, iyi yapar mı, ne kadara falan yapar, bunları nasıl düşünmeliyim falan…
Malesef durumunuz şu, uyanık esnafı oynuyorsunuz, HDP sizi kurtardığında diyecektiniz ki ya benim de bu işte emeğim var, hatta onlara yol gösterdim, ama HDP sıkıştığında, saldırılara maruz kaldığında, onun yanında görünmek tehlikeli tabi ve siz de kaçacak düşünce veya görüş arıyıp tüm yükü HDP ye bırakıyorsunuz… Bergson diyordu, bunlar sahte sorunlardır, “gerçek” ise ona sadece katılmanızı bekliyor…
Bugunku duruma bakilirsa Merdan Yanardag sanki dogru yapmis:)
Merdan Yanardag Kürt Ulusal Hareketini iyi tanir. Beraber çalismisligi vardir.
BHH nin kürt ulusal hareketi ile ittifak yapmasina karsi olmayi en büyük günah olarak önkabul eden baagzi kafalara birsey anlatmak mumkun degil.daha coook turku soylersiniz.
tutumu ortada. Bütün gücüyle bu ittifakı önlemeye çalıştı.
kırk dereden su getirdi. Kronstadt’ın bastırılmasını bile savundu:
http://www.gunzileli.com/2015/05/05/merdan-yanardagin-zirvalamalari-uzerine-birkac-deginme/
hiç de değil. http://www.gunzileli.com/2015/05/05/merdan-yanardagin-zirvalamalari-uzerine-birkac-deginme/
hdp’yi her koşulda savunduk ve savunuruz. Ama bu saçmalamalarını da savunacağımız anlamına gelmez.
cok dogru / biz batidakiler artik meydanlarda rahat degiliz /en basit uckuyular pazarin kalkmasina karsi yaptigimiz eylemde / esnaf ve bolge halki / bizim ustunuze yuruyerek / rahatsiz etdi / batidaki kitleninde silahli mucadele etmesini bekleniyorsa bu cok baska / bir zemin arkadaslari surucda / ankarda kaybetmis biri olarak / ayni eylem benzerini sirf aktorler degistigi icin onamakda cok garip / sidet ne tarafdan gelirse gelsin sivilleri ve savunmasiz insanlari vurdugu surece hayir / toplumlarin kendilerini savunma veya mesrumudafe durumlari bu sekilde olmamali /
Goetz, kötülüğü son derece önemser çünkü kötülük, Tanrı yaratacağı her şeyi yarattıktan sonra, yaratabilmesi için insanlığa bıraktığı tek şeydir. “İnsan” der Goetz, “kendi içindeki insanı imha etmek ve gecenin devasa karanlık bedenine, bir kadın gibi açılmak için yaratılır” (3. Perde, 9. sahne). Goetz’e göre, Tanrı onun katliamlarına engel olmadığına göre, dolaylı olarak bu katliamları onaylıyor olması gerekir, öyleyse günahkârlar, onun ikiyüzlüce arkasına gizlendiği bir araçtır: “Sana teşekkürler ey Tanrı’m. Irzına geçilmiş kadınlar, kazığa vurulmuş çocuklar, kafası kopartılmış adamlar için, teşekkürler” (1. perde, 3. sahne)
Olasi bir turkiye suriye savasinda , suriyenin yaninda olmasi muhtemel, abd bati emperyalizm turkiye nin muttefiki olmaya hevesli bir siyasal akla, proje ye karsi olmanin neresi kötü. ben diyorum ki kürt hareketiyle ittifak yapmayi tartisalim. zileli diyorki ama o kurt hareketiyle ittifak yapmaya karsi idi. kurt hareketi ile ittifak yapmak tartisilmadan kabul edilecek bir tabu. oyle olmazsa, sovenist olunuyor Kemalist olunuyor perincekci olunuyor. Merdan yanardagin kürt hareketiyle ittifak yapilmasina karsi cikmasi onu neden otomatikman ulusalci yapiyor. zileli de tipik HDP liler gibi kendinden olmayani hemen yaftaliyor. ben demedimki kurt hareketi ile ittifaka karsi degildir Merdan Yanardag. Ben dedimki neden mutlak her zaman her kosulda kürt harketinin ne dedigine ne yapmak istedigine pazarliklari ve planlarina aldirmadan, onunla ittifak yapayimki? Merdan yanardag ve cevresi Perincekten cok farkli olarak bir utopyayi dillendiriyor, emperyalizm siz akp siz bir kurt sorunu cozumu.. e bu ulkede emperyalizme karsi olmayi kurt dusmani ulusalci olmakla esleyenlerin yuzeyselligi bu. ne deyim. Bereket AKP ve Tayyip var diyesim geliyor bazen. yoksa coktan pyd abd tc ye eklemlenmis ve suriyeye ozerk demokratiklik getirmeye rojava devrimini genisletmeye koyulmus olurdu. bende burada Zileliye emperyalizmi animsatmakla mesgul olurdum umutsuzca. Tekrar ile, kurt hareketi ile ittifak yapmak sol imanin ilk sartimidir?Gercekten AKP ve Tayyibe sukretmek gerekiyor diye dusunuyorum bazen.
Havasindanmidir suyundanmidir, kisi bir kez HDP ye bulasinca hep ayni argumanlara sahip oluyor. HDP yi desteklemeyen sovendir kurt alerjisi vardir, kürt hareketi ile kayitsiz sartsiz ittifak etmeye odur budur sudur. vs. Zileliyede bulasmis , bir iki yazi sonrasi Ozgurlukcu den farki kalmayan bir tarzda yanitlar alirsam sasmam.
http://www.abcgazetesi.com/bolgede-ve-ulkede-tablo-netlesiyor-6935yy.htm
E.Helvacioglunu Zileli benden iyi tanir. yazisindaki düsüncelerinde ne kadar samimidir bilemem( eski Aydinlikci olunca kisi ben hep bir soru isareti koyarim) Ama bu yazinin hicte Ulusalci oldugunu dusunmuyorum, ve bu dusuncede olan birinin halihazirdaki pratok yönelim ve tutumuxyla Kürt hareketi ile ittifaka karsi cikmasi Kadar dogal ne olabilir diye düsünüyorum. Merdan yanardag sanirim bu cizgide duruyor.
Sanirim cocuklasma baslamis Zilelide. Kronstati bile savununca Merdan Yanardag,kizmis Zileli , konu ile alakasi ne ise. HDP icinde Kronstati savunan en az bes Marxist leninist Stalinist maoist grup sayarim. eski bir 68 li yazar böyle kisisel duygusal savunular yapabiliyor. ama Merdan yanardag kronstati savunduuu. imralidaki seyler onuruna dokunmuyor ama kronstati Merdan yanardag savundu diye taaa nereye sicriyor. ergen devrimci iken Boyle tartisirdik biz, yazik.:)
sitenize baglanmak yavaslatilmis bunuda söyliyeyim. bilesiniz.
http://www.abcgazetesi.com/bolgede-ve-ulkede-tablo-netlesiyor-6935yy.htm
Soru: teknik anlamda ittifak nedir? HDP ye katilmak ve mas edilmek ittifak olarak adlandirilabilinirmi. katilmayana tehditler savunan bir siyasi grup ile teknik anlamda bir ittifak yapilabilinirmi, karar mekanizmalari . neyse bu Kadar yeter. kurt ulusula hareketine kelimenin teknik anlamiyla bir ittifak yapmak mumkun degilki, birakin ittifakin icerigini bir yana.
Bu topraklarda olacak şey değil..
*
O taziye’ye gidip bu insanı buraya gönderenlerin suçlandığı; bu cesedi bile kalmamış “zavallının” da vahşi iktidar aklı ile yapılan karşılıklı mücadelenin de kurbanı olduğu; IŞİD vb. bombacılarının da benzer canavarların aleti olduğu… bir açıklama…
*
Bu açıklama yoksa, intihar bombacısı ve örgütüne ağır eleştiri yapılmıyorsa, bu eyleme de onay verilmiş olur…
*
Son açıklamalar ile anlaşılan HDP de diğer partiler gibi İnsanları aptal yerine koyarak politika üretme sürecine girmeye başladı…
Niçe yazmış
“Canavarla mücadele eden canavarlaşır…”
Tüm hikâye bu.
Son beşbin yıl böyle geçti…
Yeni bir şey yok…
http://www.nasname.com/a/pkknin-kurdlerle-bitmeyen-bitmeyecek-savasi
Huffington Post’ta Stanley Weiss imzasıyla yayınlanan makalede, NATO’nun ‘ittifaka ihanet eden’ bir üyesini ihraç edecek mekanizması bulunmadığı, aksine NATO anlaşmasının 5. Maddesine göre bir NATO üyesine yapılan saldırının tüm üyelere yapılmış sayıldığı ve tüm bu etkenlerin NATO için Aşil’in Topuğu’na dönüştüğü kaydedildi.
Türkiye’nin talepleriyle beraber, NATO için 5. Maddeye bağlı olarak ittifakın değerlerini paylaşmayan ve davranışlarıyla müttefiklerini tehlikeye sürükleyen ‘sorunlu bir üyeyi’ savunma zamanının geldiği belirtilen makalede şu ifadeler yer aldı:
‘Türkiye Tamamlayamayacağı Savaşlara Yöneldi’
“Türkiye yarım yüzyıl boyunca Ortadoğu’da Müslüman çoğunluğa sahip bir ülkenin laik ve demokratik olabileceğini kanıtlayan sadık bir müttefikti ancak Suriye’deki IŞİD’e verdiği bilinen destekle NATO’daki müttefiklerinden oldukça uzaklaşmış durumda. İslamcı Recep Tayyip Erdoğan 2003’te iktidara geldiğinden beri Türkiye keskin bir şekilde otoriterleşti, İslamcı teröristleri kucaklayarak bölgede tamamlayamayacağı savaşlara yöneldi. IŞİD’le savaşan 25 milyonluk Kürtlerle çatışmalar yükseldi, kasım ayında uçağı düşürülen Rusya ile soğuk savaş giderek ısınıyor. Şehirlerinde bombalar patlarken ve sınırları düşmanlarıyla kuşatılırken Türk liderler NATO’dan kayıtsız şartsız destek talep ediyor.”
NATO’nun Türkiye’yi savunmak yerine bu ülkenin Batı’ya yönelik saldırganlıklarını gözden geçirmesi gerektiği belirtilen makalede, “Eğer bu saldırganlıklar yabana atılamayacak boyuttaysa ki kesinlikle öyledir, NATO üst kurulu sürekli saldırgan tavırlarla uluslararası toplumu 3. Dünya Savaşı’na sürüklemeden önce Türkiye’yi resmen ihraç etmeli” denildi.
‘Kürdistan Türkiye’nin Yerini Alabilir’
Batı’nın müttefikleri 2 yıl önce IŞİD savaşçılarını Kobani’den atmaya çalışırken Türk tanklarının sınırda sessizce beklediği kaydedilen yazıda, Türkiye’nin IŞİD’le savaşırmış gibi görünürken Suriye’de YPG mevzilerini bombaladığı kaydedilerek şu ifadelere yer verildi:
“YPG İslamcı teröristlere karşı ABD ile çok yakın çalıştı… Artık ABD’nin Erdoğan’ın Türkiye’si yerine Kürtleri seçme zamanı geldi. ABD’nin desteğiyle bir Kürt devleti bölgeyi istikrara kavuşturacak değerli bir bölgesel müttefik olabilir. Başka bir deyişle Kürdistan Türkiye’nin eskiden oynadığı rolü üstlenebilir.”
Yazının sonunda “NATO Aşil’in topuğu olmadan da yapabilir, kendi yararı için Türkiye’yi ittifaktan atma zamanı geldi” denildi
http://www.nerinaazad.com/news/regions/america/abdli-uzman-turkiyenin-saldirilari-ypgnin-ilerleyisini-durduramaz
Türkiye’nin Kürtler’e karşı Suriye’ye girmesi durumunda hem yurtiçi hem yurtdışında büyük tepkilerin olacağı tahminini dile getiren Barkey, “Onun için ben şu anda bir kara harekatı olacağını öngörmüyorum. Ama böyle savaş durumlarında hiç beklenmedik bir olay da çıkabilir ve Türkiye girebilir,” diye konuştu….
Barkey, Türkiye’de hem hükümet hem de hükümete yakın gazetelerin “geri dönüş yok, PYD bunu kabul edinceye kadar bombalayacağız” şeklinde söylemlerin olduğunu da belirterek, “Yani öyle bir şekilde konuşuyorlar ki geri adım atmak, bir çeşit müzakere yolu bulmak çok zor oluyor. Halbuki bu en baştan çok daha değişik şekilde çözümlenebilirdi ama maalesef geldiğimiz noktadan ciddi bir geri dönüş çok zor” dedi.
Siyasi partiler ne kadar demokrattır? Parti içi demokrasi ne kadar mevcuttur? Aday tespitinden meclisteki parmak kaldırılacak konulara kadar gerçekten demokratik özgürlük işliyor mu? Parti başkanları sadece halkın değil, başkanı olduğu vekiller ve kadroların başında bile diktatörlük mü yapıyor dersiniz? Kendi partisinde demokrasiyi uygulamayanların demokratlığı inandırıcı mıdır?
İnsanlar milletvekili seçtiklerini zannederler, aslında birer sekreter seçmektedirler. Uygulatıcılar değildir seçilenler, uygulayıcıdırlar. Bir dava partisi hiçbir yerde iktidara gelemez. Gelmesi için gerçekten ve her yönden değişmesi, egemen güçlerin tehlikeli saymayacak şekilde onlardan yana olması gerekir.
Sadece iki partinin olduğu yerlerde bile hiçbir zaman, hiçbir parti çoğunluğu sağlayarak iktidar olmuş değildir. Çünkü seçimlere katılmayanlar vardır, yönlendirilenler, kandırılanlar, halka sorulmadan aday gösterilenler, kendisini tam olarak temsil etmediğinden mecburen kendisine en yakın olduğunu sandığı veya ehven kişiyi seçmek zorunda bırakılanlar vardır.
http://www.diken.com.tr/hdpnin-intihari/
***
Son olarak HDP’li siyasetçilerin Ankara bombacısına taziye ziyaretinde bulunması, HDP’nin bir nevi intiharı anlamına geliyor.
HDP’den rahatsız olan iktidar mensupları yıllarca uğraşsaydı, HDP’nin bu ziyaretle kendine verdiği zararı veremezdi.
Bu tür, günü kurtaran, duyguları okşayan, siyasetin felsefesine aykırı, sorumsuz davranışlar, devletin Kürtlere uyguladığı baskıyı, vahşeti toplumun bir kesiminde meşrulaştırmaktan başka bir şeye yaramaz.
Bundan en çok da Kürtler zarar görüyor. Çünkü insanlar ölüyor. Şehirler yok ediliyor. Halk evini yurdunu terk ediyor. Nitekim geçen gün Sur’dan kaçan bir aile Akdeniz’da Batı’ya göç ederken kurtarıldı.
Tüm bu acılar yetmezmiş gibi Ankara’da masum insanlarımızı öldüren teröristleri yücelten, ona övgüler dizen bir tavrın doğurduğu algı, Kürtler için taşınması zor bir yük. Kürtler bunu hak etmiyor.
Ortada bir katliam var. Bu katliamı yapanları yüceltmek, onlara itibar atfetmek… Gerçekten akıl alır gibi değil. Bir terör eylemini desteklemek, meşru, demokratik siyaset yapan bir partinin asla benimseyemeyeceği bir davranıştır
İnsan yanlışını itiraf etmez, yüzleşmezse, böyle battıkça batar. Sonra tehdit etmeye başlar; günümüz siyasetinde haksız ve zorba olanın adı faşistik davranış sınıfına girer. HDP faşistleşiyor mu?
A. Hakan kişiliği, son dönem “yumuşaklığı” bir yana yazdığı ağır bir eleştiri de olsa…
Sivillerin de bulunduğu bir mekana yönelen İntihar bombacılığının arkasında durmak için insanın insanlığından vazgeçmesi gerekir.. Sonra gerisi gelir zaten.. Gidişat bu..
*
“HDP’den yapılan yazılı açıklamada, Hakan’ın ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncülüğünde yürütülen ‘HDP’yi provoke etme’ kampanyası’na alet olduğu belirtilirken, “Ülkeyi kan gölüne çevirenlere şirinlik yaparak kendini rezil rüsva duruma düşürenleri unutmayacağız” denildi.”
Ülkeyi kan gölüne çevirenler belli; burada bu adamlar her zaman nefret ve tiksintiyle anıldı..Kuşkusuz ki asıl sorumlu onlar!
Ama.. ama.. bu son intihar bombacısının bu kan gölüne katkısı yok mu?
Kendi adıma yazıyorum.. Çok üzgünüm! Çok! Kendimi kandırılmış hissediyorum… O Demirtaş söylemlerinden sonra bu zavallı bombacının arkasında duran, onu savunan bu adamların artık tüm sözleri ne çok değersizleşti..
Demek Barış, yalnızca Kürtlerin ölmeyeceği bir barışmış!
Demek o sosyalist milliyetçi ruhsuz adamların bizi HDP konusunda eleştirileri haklıymış!
Bu bir oyunmuş; İktidar ve aldatma oyunlarından birisi…
arsivliktir
https://www.youtube.com/watch?v=MY9HX3spsag&ebc=ANyPxKqiPzjcVvwPe8FhLaECYJZ-t-KGibgwKDNoQVJ2wWm0UwP_aAGU402lFp3VBUlMkHg2cDt62_LZLexb4YYjyTJDfYhkbg
http://marksist.net/okurlarimizdan/emperyalist-savas-yayginlasirken-egemenlerin-kurtlere-saldirilari-da-artiyor.htm
Demirtaş kınamış.. ve asıl katilleri suçlamış..
Hatası şu…..
Demirtaş’ın kitlesi ve “sempati” topluluğu “asıl katillerin”, gerçek canavarların kim olduğunu biliyor. Söylemesine gerek yok. Asıl suçlunun, kıyımcı faşizmin ve katliamcıların kim olduğunu biliyor. Sorun bu değil!
Bu ülkede siyasal mücadele biçimlerini de önemseyen insanlar var.
Canavarla mücadele ederken canavarlaşıyor musunuz diye kendine soru soruluyor…
Suçlama elbette kişisel değil..
Ankara, Suruç katliamları ve Güneydoğudaki cinayetlere meşruiyet verebilecek bir yönteme karşı gösterilen tutarsız ve samimiyetsiz yaklaşımlardır insanı kahreden..
Düşmanının canavarlığını onaylarcasına gösterilen yalpalamalar…
Bu algıyı değiştirme şansları kaldığını sanmıyorum..
Niyeti, kişisel eğilimi.. önemsiz…
Bu algıya hizmet eden bir örgüt davranışı gösterdiler… Alçakça, ahlaksızca bir dezenfermasyon bekledikleri halde tutumları gereken kararlılığı taşımıyordu…
eminim Zileli ilgilenecektir:)
http://www.etha.com.tr/Haber/2016/02/27/politika/cizre-sovyeti-haydar-ozkan/
açılamıyor. kopyalar mısınız
Etkin Haber Ajansı / 27 Şubat 2016 Cumartesi, 08:45
HAYDAR ÖZKAN- Sovyet, Rusça “Konsey”, “Meclis” demektir. Rusya’da 1905 ve 1917 büyük halk ayaklanmalarının içinden, ayaklanmanın iradesini temsil eden “İşçi ve Asker Konseyleri” çıktı. Devrim kırlık bölgelere yayılınca “Köylü Konseyleri” ortaya çıktı. Ayaklanan halkın doğrudan demokrasi organları olarak Sovyetler, 1905’te genel grevi örgütlediler, 1917’de şehirleri yönettiler. Lenin Nisan 1917’de ülkeye döndüğünde, “Bütün iktidar Sovyetlere” sloganını öne sürdü. Nihayet 1917 Ekimi’nde toplanan 2. Tüm Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri Kongresi bütün iktidarı ele aldı ve bunu uygulayacak Bolşevik bir hükümet seçti.
Sovyet tipi devlet, halk meclislerine dayanan devlettir. Eski devlet aygıtını ezer, tasfiye eder ve yerine halk meclislerinden oluşan yeni tipte bir devlet kurar. Halk Meclisleri, bizzat yeni devletin ta kendisidir.
Türkiye’de, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle inşa edilen faşist diktatörlük rejimi hüküm sürmektedir. Aynı zamanda, Kürdistan’ı sömürge boyunduruğu altında tutan, sömürgeci faşist bir diktatörlüktür bu. Kürdistan’da sömürge zulmüyle Türkiye’de (söz, eylem, örgütlenme özgürlüğünün azgınca bastırıldığı) faşist zulüm iç içe geçmiş, kaynaşmıştır.
Sömürgeci faşist diktatörlüğün düzen içi, evrimci, parlamenter yoldan dönüştürülmesi mümkün değildir. 2002-2010 AKP deneyimi de bunu somut olarak ispatlamaktadır. TÜSİAD’ın “burjuva değişim” programı iflas etti. Faşist rejim 2015’te 1990’lardaki “fabrika ayarlarına” geri döndü. Sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı ezilenlerin yegane gerçek alternatifi “İşçi-emekçi Sovyet Cumhuriyetleri Birliği”dir. Burada kast edilen, iki Sovyet cumhuriyetinin, Türkiye ve Kürdistan Sovyet Cumhuriyetlerinin (kendi kaderini tayin etme hakkı saklı kalarak) federatif birliğidir.
Bu saptama, komünist programın tozlu sayfalarında kalmıyor, bizzat siyasal sınıf mücadelelerinin pratiği bunu ortaya koyuyor. Saray’ın faşist zulmüne direnen Kürdistan halkları, yaşadıkları kent ve ilçelerin yönetimini bizzat ele alarak “Halk Meclisleri yönetimini” kuruyorlar. Halk Meclisleri, ayaklanan halkın iradesinin doğrudan temsilcisi olarak ortaya çıkıyor. Bu, düpedüz, “Sovyetik” bir yönetim biçimidir. Örneğin faşist devlet güçleri kovulup hendeklerle çevrilen ve iki ay boyunca Halk Meclisi tarafından yönetilen Cizre bunun en canlı örneğidir.
Sovyet Cizre iki ay dayanmıştır. Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç, direnişçilerle kader birliği içinde vahşice katledilmiştir. Tıpkı Paris Komünü gibi, Cizre halkı da “Göğü fethe çıkmıştır”. Ve yine tıpkı komünarların duvar diplerinde kurşuna dizilmesi gibi, Cizre Direnişçileri de bodrumlarda bombalanarak, bedenlerine benzin dökülerek yakılmıştır. Ama hiçbir vahşet, Cizre’nin iki ay boyunca bizzat Cizre halkı tarafından yönetildiği gerçeğini hafızalardan silemeyecektir.
Davutoğlu “Stalinist anlayışa geçit vermeyeceğiz” diyor! Stalin, dünyanın bütün burjuvaları için işçi-emekçi iktidarının sembolüdür. Halk Meclisleri, yerel iktidarı ele geçirince sadece sömürgecilik değil, Türk burjuvazisinin yönetimi tümüyle yıkılıyor. Davutoğlu ve Saray’ın kabuslarına Stalin’in girmesi boşuna değil! Mesele ulusal sorunun “özerklik” programıyla çözülmesinden ibaret olsaydı, iktidar çevreleri belki buna burjuva bir giysi bulabilirlerdi. Oysa, “özyönetim” bundan çok daha ilerisidir, Halk Meclisleri yönetimidir.
Kürdistan İşçi Partisi, orta sınıfların reaksiyonunu da göğüsleyerek yoksulların kahramanca devrimci savaşını örgütlüyor. Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, İdil… Kürdistan yine önden yürüyor. Adım adım Kürdistan Sovyetleri inşa ediliyor. Ulusal biçim altında bir işçi-emekçi iktidarı ortaya çıkıyor.
Türkiye Sovyetlerini kim kuracak? Kürdistan’dan başlayan “Özyönetim” hamlesine Batı’dan hangi devrimci dinamikler omuz verecek?
1. Gerçek sovyetlerin içine boşaltan, iktidara geldikten sonra bizzat Bolşeviklerdir.
2. Stalin işçi ve köylülerin en büyük düşmanlarından biridir. İşçileri iç pasaport düzenine tabi tutarak ölümüne çalıştırmış, köylülüğün üçte birini gulaglara sürmüş, geri kalanını doevlet kölesi haline getirmiştir. Stalin, Hitler’den bile daha fazla komünist katletmiştir.
3. Cizre vb. yerlerdeki özyönetim ilanlarının gerçek sovyetlerle bir ilgisi yoktur. Halkın iradesiyle değil, örgütün iradesiyle ilan edilmiştir. Ayrıca özyönetim, ilan edilmez yapılır. Rusya’daki gerçek sovyetler, “gel beni ez” anlamına gelecek özyönetim ilanı türü şeyleri asla yapmamış, gerçek işçi köylü ve asker iradesiyle fiilen ortaya çıkmışlardır. Öyle ki bu güçlü irade karşısında çarlık devleti. bu ikili iktidar durumunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Sovyetler, seni ezeceği daha başından belli olan devlete meydan okuyarak kurulmaz. Güçlü bir halk iradesiyle fiilen ortaya çıkar. Duran Kalkan bile geçenlerde “bu kadar güçlü bir şekilde üzerimize geleceklerini tahmin etmemiştik” demiştir. Sonuç olarak, yukarıdaki arkadaş bise masal okumakta ve ninni söylemektedir. Oralarda ezilen ve acı çeken halkın çektiklerine ise yüreğinin hiç acımadığı anlaşılmaktadır. Güçlerin böylesine eşitsiz bir savaşa sürülmesini onaylayanlar eğer dürüstlerse, o gençleri orada yalnız bırakmamalı, gidip yanlarında dövüşmelidirler. Kısacası bu kadar aymazlık yetti artık.
Ölümünün 1. yılında saygıyla andığımız Yaşar Kemal bakın nasıl seslenmiş… elbet “kardeşlik” kavramı geçtiği için bazılarının tüyleri diken diken olacak.
– – – – – –
“Ey Türk halkı, Kürt halkı, bu toprakların kültür zenginliği olan tüm halklar, sözüm hepinizedir. Yirmi yıldan fazladır bu ülkede herkesin onuruyla, barış içinde yaşaması için çağrıda bulundum. Bu çağrıları bu kitapta toplayarak bir kez daha sesleniyorum. Bu kardeş kavgasında binlerce, binlerce gencimizi toprağa verdik. Çok kötülük, zulüm oldu. Bu savaş bin yıllık kardeşliğin yolunu kesti. Dostluk topraklarına öfke ve kin tohumları serpildi.
Bugün bu ülkede yaratıcılığımız eksilmişse, vicdanımız vurdumduymaz olmuşsa, şiddet hayatımızın her alanında üstümüze çökmüşse, hiçbir kuruma güvenimiz kalmamışsa, bunlar bir kuşak ömrü süregelen bir kirli savaşın insanlığımızda açtığı yaralardır.
Her savaş, adı ne olursa olsun, bir yıkımdır, insanların ölüm fermanıdır, üstünde yaşadığımız toprakların, doğamızın ölüm fermanıdır, insanlığımızı çürütür, vicdanımızı çürütür.
İnsanlık doğamızı korumanın yaşamımızın birinci koşulu olduğu bilincine nasıl varmışsa, dilleri ve kültürleri korumanın da aynı olduğunun bilincine çoktan vardı. İnsanlığın yarattığı insanı insan yapan kültürler hepimizin zenginliğidir.
Coğrafyasından ve çok kültürlü bir toprak olduğundan dolayı çağlar boyu dünya kültürüne kaynaklık etmiş Anadolu, binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Böyle bir zenginliği yok etmek, insanların yüreğine kin ve öç tohumlarını ekmek hiçbir ülkeye hayır getirmez.
Bugün bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor. Ben diyorum ki bu yaraların sağılması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle el ele verelim.
Bu bir çağrıdır. Sözüm sizedir.”
– – – – –
” Türklerin en Kürt’ü, Kürtlerin en Türk’ü Yaşar Kemal ”
böyle tanımlamış Sait Faik ,Yaşar Kemal’i’…
Gezi de ,Ulusalcisi, Shoveni, M Kemal in askeri, darbecisi ayaklaninca DEVRIMDIR BU diyen Zileli, isin içinde Kürtler olunca Cizreye Sovyet i layik görmemis.
……………..
Davutoğlu “Stalinist anlayışa geçit vermeyeceğiz” diyor! Stalin, dünyanın bütün burjuvaları için işçi-emekçi iktidarının sembolüdür. Halk Meclisleri, yerel iktidarı ele geçirince sadece sömürgecilik değil, Türk burjuvazisinin yönetimi tümüyle yıkılıyor. Davutoğlu ve Saray’ın kabuslarına Stalin’in girmesi boşuna değil! Mesele ulusal sorunun “özerklik” programıyla çözülmesinden ibaret olsaydı, iktidar çevreleri belki buna burjuva bir giysi bulabilirlerdi. Oysa, “özyönetim” bundan çok daha ilerisidir, Halk Meclisleri yönetimidir.
………………………..
HDP bilesenleri Kronstadt i savunmaktanda ileri gitmisler galiba:)
ABD’den bazı kişilerin durumu nasıl gördüğü hakkında fikir vermek için Huffpost Politics’den Başka Bir Yazı:
The Enemy of My Enemy: Russia and the Kurds Reshape the Syrian Civil War
Joseph V. Micallef
Best Selling Military History and World Affairs Author and Keynote Speaker
Yazıdan 3 paragraf:
(…)
The historic Kurdish region covers northern Syria, southeastern Turkey and northern Iraq, with some spillover into northwestern Iran and the southern Caucasus. In the subsequent reorganization of the former Middle East territories of the Ottoman Empire that followed the end of World War I, there was even some discussion of creating a Kurdish state.
The Treaty of Sevres which brought an end to hostilities with the Ottoman Empire and which subsequently dissolved it had stipulated the organization of an autonomous Kurdistan region. This region only included Kurds living in Turkish Anatolia however and did not include Kurds living in the French and English mandate territories of Syria and Iraq. That treaty was never implemented however and was subsequently replaced with the 1924 Treaty of Lausanne. The Lausanne treaty dropped any reference to an autonomous Kurdish state.
(…)
The autonomous Kurdish state of Rojava would allow Erbil an alternative route for exporting its oil. This option would require the construction of an oil pipeline along Syria’s northern frontier and sufficient military control to insure its security. Neither objective would be easy or is quickly achievable. In addition that pipeline would need to transit either Turkish or Syrian soil for its final stretch to access the Mediterranean.
Vahşet bodrumunda kardeşi Orhan Tunç ile katledilen
Mehmet Tunç’un son sözleri:
“Biz direndik,diz çökmedik bizimle gurur duyun”
Kimligi DNA eslesmesiyle tesbit edilen Tunc’un cenazesi bugün Urfa’dan Cizre’ye gönderiliyor.
Mehmet TUNÇ’un vasiyeti : “Şayet biz infaz edilirsek, vasiyetimdir kimse cenaze törenimize gelip şov yapmasın. İstemiyorum.”
o gençler gerçekten gurur duyulacak kadar kahraman ama yöneticileri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
gezi parki protestolarinin sosyalist anlamda devrim ile alakasi olmadigini daha önce yazmistim. bunu nerden anliyoruz: protestocularin taleplerinden. gezi de devlete ve kapitalist sömürü iliskilerine dair tek bir itiraz yok, gezi parki protestocularinin talepleri internette var, bakilabilir. gezi parki prostetolari 1960larda menderes iktidarina karsi yapilan protestolarla ayni; yani kemalist-laik-devletci fraksiyonun islamci-liberal fraksiyon ile iktidar kavgasi.
kürdistanda ki ulusal direniste bundan farkli degil. kürdistanda direnen insanlarin itirazi T.C.’nin asimilasyoncu-türkcü politikalarina, yoksa sosyalist anlamda T.C.’nin-devletin varligina ve kapitalist ekonomik sömürü iliskilerine karsi bir itiraz yok. iktidari-devleti-kapitalist ekonomik sömürü iliskilerinin varligini hedeflemen böylesi iktidar mücadelelerinde kitlelerin rolü satrancta ki piyon’dan farkli degildir, yani siradan insanlarin (nefer-piyade) iktidar icin mücadele eden yönetici-elit kesim icin manevra kütlesi (manövriermasse) rolünden öte bir anlami yoktur.
60’ın tespiti güzel.
Gezi’deki Türk ulusolcuları devrimci oluyor da Kürt ulusolcuları neden olmuyor?
Her iki olay da AKP iktidarına karşı bir ayaklanma değil mi?
Devletin bir başka memuresi ise, Kobanê ile Gezi’yi aynı kefeye koyarak gerçek yüzünü gösterdi. HDP Eş Genl Başkanı Figen Yüksekdağ’da tıpkı meslektaşı S.S. gibi Kürdlerin yakınlaşmasından ve bu yakınlaşmanın ulusal bir zemin yaratmasından korkuyor. “Halkların Kardeşliği” adı altında Kürdleri Ulusal Sorun’dan uzaklaştırmayı amaçlayan bu zihniyet, Kobanê’de savaş ve direnişin Kürdlere mal edilmesinden rahatsız. Çünkü direnen Kürdler diğer Kürdlerle dayanışma içine girdiğinde ulusal bir çizgide buluşacaklar ve kazanımları da ulusal olacaktır.
Gezi’de, bazı iyi niyetli özgürlükçüler olsa da, organizasyonun Doğu Perinçek, eski Generaller, CHP, Halk Evleri gibi Kemalist faşist kişi/kurumlara ait olduğu artık aşikardır. Bu faşist kurumlar kaybettikleri saltanatlarını geri almak için askeri darbe yapmayı/yaptırmayı amaçlıyorlardı. İktidardan aldıkları payı arttırmak anlamına gelen bu olaylar sistemin iç hesaplaşmasıydı sadece. Oysa Kobanê’de sömürge bir halkın barbar saldırılara karşı ülkelerini koruması söz konusu ve bu mücadele (ismi konulmasa da) tamamen Ulusal bir mücadeledir. Gezi ve Kobanê’yi aynı kefeye koymakla Üstündağ, hem savaşanlara hakaret etmiş oluyor hem de Kürdlerin ulusal tüm haklarını yok sayarak sistem içi bir kavgaya indirgiyor.
(Nasname)
http://www.nasname.com/a/halklarin-soytarilari-neden-huzursuz
“o gençler gerçekten gurur duyulacak kadar kahraman ama yöneticileri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.”
Qualis rex, talis grex.
Talis grex, qualis rex.
zırva
eğer ikincisi diktatörlüğün işine yarıyorsa devrimci falan değildir.
60 nolu yorumcu benim. Kürt hareketini elestirenleri Kürt düsmanligi ile suçlamanin dayanilmaz avantajini kullanmayi deniyeyim dedim .:) Gerçekten çok kolay oluyor. Beyninin hiç bir kivrimina ihtiyaç duymuyor salvo atiyorsun ve inanan çikiyor.:)
………………………………
İmralı tutanaklarında Roboski, Gezi Deirenişi, 17-25 Aralık ve Özgecan cinayetinde Öcalan’ın tavrı, AKP ile PKK arasında sürdürülen sürecin nasıl ‘kirli’ bir ittifak olduğunu da ortaya koyuyor.
Başlık birçoğunuza ‘ağır’ gelecektir gayet normaldir, yalnız muhalif medya olarak adlandırılan sol-liberal, ve Gülen Cemaati medyasının geçtiğimiz günlerde yayınlanan İmralı tutanaklarına dair suskunluğu, bu ağır ithamı da beraberinde getiriyor.
Mezopotamya Yayınları tarafından ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa’ adı altında basılan ve çözüm süreci boyunca İmralı heyeti-devlet ve Abdullah Öcalan üçlüsü arasında gerçekleştirilen görüşmelerin aktarıldığı bu kitap bir hafta evvel sosyal medya aracılığıyla internette ulaşılabilir hale gelmişti.
Kitabı indirip içindekileri okuduktan sonra, özellikle Öcalan ile AKP arasındaki bu görüşmelerden ulusal basında kıyametleri koparması gereken metinleri aradım. Lakin sadece ‘ulusalcı’ olarak nitelendirilen bir takım medya kuruluşlarında yıllardır süre giden PKK-AKP ortaklığını vurgulayan tek tük metinler haberleştirildi. Bunun dışında Türk solu olduğunu iddia eden liberal cenah, Kürt siyasi hareketi ve son dönemki çizgisiyle ‘gerçek muhalefet biziz’ imajı vermeye çalışan Gülen Cemaati medyasının ise bu hususta fazlasıyla sessiz kaldığını görüyoruz.
Aslında kitabı derinlikleriyle incelediğimizde pazarlığın bir tarafında oturan AKP ve Erdoğan ile birlikte aslında kıyasıya eleştirilmesi gereken bir Kürt siyasi hareketi ve Abdullah Öcalan olduğunu da düşünürsek belki bu sessizlik biraz anlam kazanabilir.
‘Çözüm’ uğruna Katliamları Silmek
Çözüm sürecinin belki de en önemli kırılma noktalarından birisiydi Roboski’de gerçekleştirilen o katliam. 28 Aralık 2011 tarihinde TSK uçaklarının PKK’lı bir kafile diyerek vurduğu 34 sivil Kürt vatandaşın katledilmesi. Bu katliamın baş sorumlularının kim olduğu yıllardır tartışılan bir konu olsa da, TSK ve AKP iktidarının bu katliamdan üzerine tek bir sorumluluk almama gayret ve çabası sürekli devam etmiştir. İşte gelin bakın bahse konu PKK’nın lideri Abdullah Öcalan ne söylemiş bu katliam için;
“… Bu arada Roboskili ailelere selamımı söyleyin. Tabii onların durumu dramatiktir. Ama şunu da yapabilseniz iyi olur: Madem biz barışmadan söz ediyoruz, bu barışın genel bir prototipi olarak Roboskili aileler ile AKP’yi bir araya getirip bir uzlaşma sağlayabilirsiniz. Anladığım kadarıyla Roboski meselesi AKP’yi çok zorluyor. Bunun diğer faili meçhuller, kirli olaylarla anılması daha doğru olur”. (Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa, Mezopotamya Yayınları, 2015, p.40)”.
Çözüm sürecinin ilk adımlarının atıldığı ve İmralı heyetinin Öcalan ile görüşmeye başladığı ilk toplantılardan birisinde, Mart 2013’de sarfedilen sözlerden birisi. Amiyane tabirle Öcalan Roboski katliamının AKP’yi zor durumda bıraktığı ve bu yüzden Ergenekon vb. derin örgütlere ihale edilmesini istiyor. Yorumu okuyuculara bırakıp, sürecin anatomisini incelemeye devam edelim.
Heyetin ilk zamanlarında içinde yer alan Selahattin Demirtaş ile görüşmelerinde Öcalan, ilk aylarda sürekli olarak AKP’yi kurtaran gücün kendisi olduğunu tekrarlıyor. ‘AKP’yi on yıldır ayakta tutan benim’ diyen Öcalan, MHP ve CHP içerisindeki faşist zihniyetten ötürü çözümün sadece AKP ile olması gerektiğini defalarca tekrarlıyor, bu bağlamda İmralı’ya gelen ‘devlet’ heyetine de sıklıkla mesajlar veriyor.
2013 yılında başlayan bu görüşmeler aslında AKP’nin ve Erdoğan iktidarının iki defa sallantıya uğradığı zaman dilimi ile de paralel ilerliyor. Haziran Gezi direnişi ve 17-25 Aralık soruşturmaları. Gezi meselesi ilginçtir zira 7 Haziran ve 24 Haziran’da yapılan her iki görüşmede de Gezi meselesine neredeyse hiç değinilmemiş olup, 24 Haziran’da görüşmeye katılamayan Sırrı Süreyya Önder’in Gezi üzerine Kürt siyasi hareketine getirdiği eleştiri ise Pervin Buldan tarafından dile getirilmiş olmasına rağmen, Öcalan tarafından herhangi bir yorum yapılmamıştır.
İlerleyen zamanlarda ise Gezi sürecinde AKP’ye verdiği desteği şu sözlerle ifade ediyor Öcalan: “… Ben de Haziran’da tavır değiştirmişim. Ben de dedim ki doğrudur, tavır değiştirdim. Değiştirmeseydim Hakan da Başbakan da şimdiye kadar gitmişti.”
Esas ilgi çekici olan ise 17-25 Aralık soruşturmalarına Öcalan ve HDP’lilerden oluşan İmralı Heyeti’nin bakışı. Görüşmelerin başlangıcında Cemaat’e yönelik sert bir tutumu olmayan hatta PKK’nın dağ kadrosundan Bahoz Erdal’ın Cemaat’e yönelik sert açıklamalarını tenkit ederek ‘Fethullah Gülen’i en iyi anlayacak benim’ sözü ile Cemaat ile ilişkiyi sıcak tutun talimatı veren Öcalan, bir süre sonra KCK operasyonlarındaki Cemaat’in rolünü keşfedip sert bir U dönüşü yapmıştır.
Erdoğan’ın dillere pelesenk ettiği ‘paralel devlet’ kavramı bizatihi Öcalan tarafından ilk olarak dillendirilmiş, Öcalan bu ‘paralel’ devletin Erdoğan ve AKP iktidarına karşı bir darbe girişimi içerisinde olduğunu defalarca belirtme ihtiyacı hissetmiştir. Paralel devleti Gülen Cemaati’nin yönettiğini söyleyen Öcalan, devlet yetkilisine açık çeki şu sözlerle veriyor: “… Paralel devleti bitirin, biz de gerillayı indirelim. Bunlar dururken biz nasıl yapalım” (s.145).
Başlıktaki ‘rezillik’ kısmı ise ilerleyen sayfalarda karşımıza çıkıyor. Hırsızlık ve yolsuzluk skandallarının delilleriyle, kasetleriyle ortaya çıktığı o günlerde, HDP’nin İmralı heyetinden Sırrı Süreyya Önder Başbakan ve İçişleri Bakanı ile yaptığı toplantısındaki şu çirkin öneri ile karşımıza çıkıyor;
“… Sözlerime ‘peki çare’ nedir sorusunu sorarak devam ettim. Cevaben, artık süreç konusunda hükümetin hiçbir bahanesinin kalmadığını, kaygı olarak sunduğu şeylerin son operasyonlarla berhava olduğunu, tek çıkışın geniş bir demokratik ittifaktan geçtiğini, buna cesaret edip geniş ve nitelikli bir demokrasi ittifakı yapmaları durumunda bu komploların sadece ‘yolsuzluk’ boyutunda kalacağını… (sf.217-218).
Yani Sırrı Bey, çözüm sürecinde kendileri ile yapılacak bir ittifak ile 17-25 Aralık soruşturmalarının önemsiz bir ‘yolsuzluk’ meselesine indirgenebileceğini söylüyor AKP iktidarına. Bu ‘rezil’ teklifin yanıtı ne olmuştur bilinmez lakin Kürt siyasi hareketinin hem Gezi hem de 17-25 soruşturmalarındaki pasifliği yıllar boyunca eleştirilmeye mahkum olacaktır.
Peki ya Gülen Cemaati’nin suskunluğu? Üstelik kendilerine Öcalan’dan böyle sert ithamlar söz konusu iken. Burada Cemaat’in durumu tam anlamıyla ‘yukarı tükürsen sakal, aşağı tükürsen bıyık’. Zira Erdoğan’ı devirmek adına her türlü ittifaka açık olan Gülen Cemaati’nin özellikle son seçimlerde HDP ile arayı sıcak tutma süreci halihazırda bile devam ediyorken, böylesi bir topa çok sert bir şekilde girmemesi bu ittifakın çatırdamasını istememekten kaynaklanıyor olsa gerek.
Sürecin neden sürmediği, Türkiye’nin Suriye ve Irak politikasının bu süreçle birlikte nasıl şekillendiği, Davutoğlu Başbakan olduktan sonra sürecin hangi evreye dönüştüğü ise başka bir yazının konusu. Lakin son bir söz olarak, Öcalan’ın ‘darbe paranoyasından’ da bahsetmek gerek. Türkiye’de her gün rutine dönen kadın cinayetlerinden birisi olan Özgecan Aslan cinayetini bile bakın nasıl darbe mekanizması haline getirmiş Öcalan;
“… Ben son Özgecan tecavüzünün politik bir tecavüz olduğuna inanıyorum. Çok tesadüf değiller. AKP’nin birkaç bakanı da bu idam tartışmalarına girdi… Ama bu idam tartışmaları bilinçlidir. Bir darbe gelirse Tayyip Bey’i de götürecek” (s.445).
Yani Özgecan cinayeti önceden tasarlanmış, sırf idam tartışmaları ortaya çıksın diye planlanmış ve bu tartışmaların son raddesinde Erdoğan’ın devrilmesi hesaplanmış Öcalan’a göre. Bülent Arınç’a karşı iddia edilen sözde sahte suikast girişimi bile daha yaratıcıydı. Bu hususta Öcalan’ın yetersiz olduğunu ve yeni senaryolar üretmesini tavsiye ederek bitirmekte fayda var.
Çağlar Ezikoğlu
Kim bu adama sus artik diyecek sorun bu….
Öcalan;
“… Ben son Özgecan tecavüzünün politik bir tecavüz olduğuna inanıyorum. Çok tesadüf değiller. AKP’nin birkaç bakanı da bu idam tartışmalarına girdi… Ama bu idam tartışmaları bilinçlidir. Bir darbe gelirse Tayyip Bey’i de götürecek” (s.445).
Deniz Baykal kendini söyle savunmus; ben Türkiyenin cikarlarini düsündüm. ..Biri bu adama Nürnberg mahkemelirini animsatmali, tüm üst düzey Nazi ler generaller orada ayni seyi söylemisti:)
28 Şubat’ın Deniz Gezmiş’i doğum günü (1947) olması münasebetiyle yine onu ve ideolojisini yüceltme mesajları ve yazıları yayınlanmakta. Bu vesileyle ben de 18 Mayıs 2012’de Zaman’da yayınlanan bir yazımı kısaltarak yeniden okuyucuya sunmak istiyorum.
***
İdam edildiklerinde yirmilerinin başlarında olan üç genç öyle görünüyor onları şahsen tanıyan veya haklarındaki kitaplardan bilgi edinen sevenlerinin gönlünde yaşamakta. Bunun en önemli sebebi, hiç kuşkusuz, çok erken bir yaşta ve dramatik şekilde hayata veda etmeleri. Bir diğer sebep, siyasî suçla ve hukukun zorlanmasıyla idam sehpasına çıkartılmaları. Gezmiş, Aslan ve İnan’ın suçu, anayasayı zor yoluyla değiştirmeye teşebbüs etmekti. Bunu yapmaya güçleri yoktu. Birçok kişi ve çevre idam suçuna ortak oldu veya göz yumdu. Yargılamayı yapan mahkemeler âdil ve hukukun hâkimiyetine uygun değildi. Siyasiler açık veya örtülü olarak askerlerle işbirliği yaptı. Medya idamları engelleyici yayın cesaretini sergileyemedi.
Ne yazık ki, tarihimizin bu acı olayı bir “ticarî”, siyasî, ideolojik ranta dönüştürüldü. Bu isimler etrafında, samimî ve içten acıları çevreleyip boğan efsaneler oluşturuldu. İdamlar yalan yanlış birçok şeyi yeni nesillere benimsettirmenin aracı olarak kullanıldı.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı kesinlikle haksız ve gayri âdildi. Ancak bu, onların birçok eyleminin evrensel hukukta yeri bulunan ve faillerinin cezalandırılmasını gerektiren suçlar teşkil etmediğini göstermiyor. Ne yazık ki Gezmiş ve arkadaşları banka soyma, adam kaçırma, darp ve baskı-şiddet yoluyla eğitimi engelleme gibi suçlardan uzak kalmadılar. Amaçları ve ideolojileri bu davranışları suç olmaktan çıkartmaz. “Devrimciler bu suçları işlerlerse yargılanmazlar, zira onlar devrimci ve devrim iyi bir şey, ama meselâ ülkücüler işlerlerse cezalandırılır” diyemeyeceğimize göre, suçları için yargılanmaları mukadderdi ve gerekliydi. Normal şartlarda birkaç sene ceza yer ve 1974 affıyla tahliye edilirlerdi.
Gezmiş ve arkadaşları büyük fikir adamı değildi. Heyecanı aklının önüne geçen, dünyanın diyalektik ve tarihsel materyalizm gereği sosyalizme doğru aktığına iman eden gençlerdi. Erken davranıp Türkiye’nin Lenin’i olmak istediler. İnançlarına göre davaları yolunda şiddet kullanmak meşruydu. Şiddeti sadece kaçınılmaz bulmuyor, aynı zamanda seviyorlardı.
Gezmiş ve arkadaşları sosyalist olmaya ilâveten ulusalcı ve Kemalist idi. Bir kısmı komünist devrim öncesinde Milli Demokratik Devrim’i (MDD) şart görmekteydi. Asıl itirazları Kemalist baskı rejimine değildi, emperyalizm ve kapitalizm adını verdikleri canavaraydı. Ülkücülerle de aralarında fazla bir fark yoktu; çoğu ülkücü daha ulusal çaplı ve “yerel” referanslı bir sosyalizme zaten teşneydi. Nitekim sosyalizmin çökmesinden sonra birçok sosyalist ulusalcılığını daha net sergilemeye başladı; faşizmin sol kanadında yer tutup sağ kanadına göz kırpmaya koyuldu.
Gezmiş ve arkadaşları bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi verdiklerini söylemekteydi ama onların ne olduğu ve aralarında nasıl bir ilişki bulunduğu hakkında bilgisizdi. Özgürlüğün bağımsızlıkla aynı veya onun sonucu olmadığının en büyük ispatı 1960’lardaki sosyalist dünya olmasına rağmen genç devrimcilerde bunu ne görecek göz ne de kavrayacak ilmî donanım vardı. Özgürlük dillerinde şarkı olmuşsa da, başarılı olup hedefledikleri rejimi kursalardı, özgürlüğü yok edecek ve kendilerinin kullandığı kadar özgürlüğü bile mumla aratacak bir despotizmin tesisine katkıda bulunmuş veya aracılık etmiş olacaklardı.
Gezmiş ve arkadaşlarının haksız ve adâletsiz idamlarını ve bunun sorumlularını her vicdan sahibi insanın kınaması gerekir. Ama bunu yapan vicdan gerçek bir vicdansa, siyasî amaçlarla suç işlenmesine, şiddetin yüceltilmesine ve üç gencin canı üzerinden insanlığa felaket getirmiş bir ideolojinin aklanıp paklanıp tahta oturtulmasına da itiraz etmesi beklenir.
Atilla Yayla, 28 Şubat 2016, “YeniYüzyıl” gazetesi
bi buna bak:
Vahşet bodrumunda kardeşi Orhan Tunç ile katledilen
Mehmet Tunç’un son sözleri:
“Biz direndik,diz çökmedik bizimle gurur duyun”
Kimligi DNA eslesmesiyle tesbit edilen Tunc’un cenazesi bugün Urfa’dan Cizre’ye gönderiliyor.
Mehmet TUNÇ’un vasiyeti : “Şayet biz infaz edilirsek, vasiyetimdir kimse cenaze törenimize gelip şov yapmasın. İstemiyorum.”
Bide buna:
Bu arada Roboskili ailelere selamımı söyleyin. Tabii onların durumu dramatiktir. Ama şunu da yapabilseniz iyi olur: Madem biz barışmadan söz ediyoruz, bu barışın genel bir prototipi olarak Roboskili aileler ile AKP’yi bir araya getirip bir uzlaşma sağlayabilirsiniz. Anladığım kadarıyla Roboski meselesi AKP’yi çok zorluyor. Bunun diğer faili meçhuller, kirli olaylarla anılması daha doğru olur”. (Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa, Mezopotamya Yayınları, 2015, p.40)”.
Zileli ,bu ülkede senaryo yazilamiyor sen yaz varsin kimse cekmesin filme.
Antikürt Taksim eylemlerinden uzak duralım – Bedel Boselî
Taksim eylemcileri kazanırsa Kürtler kaybeder; Taksim eylemcileri yenilirse yine Kürdün anası ağlar. Onun için bize ne!
İstanbul “Gezi Parkı” eyleminin ön saflarındaydım, bir gazeteci-yazar olarak. Biberlisi, portakallısı bol bol gaz yedim. İki defa hedef gözetilerek atılan gaz bombaları başımın yanından geçti.
Eylemi gerçekleştirenlerin sloganlarını, flamalarına, kendi aralarındaki konuşmalarına baktığımda aslında meselenin Gezi Parkı olmadığını, eylemi gerçekleştirenlerin AKP’yi aratacak faşist hedeflere sahip olduklarını gördüm. Nitekim bol bol sohbetler ederek, sohbetler arasında hedefe yönelik sorular sıkıştırarak bunu doğrulamış oldum.
Hak ve adalet isteyen azınlığın yanı sıra, kitlenin büyük çoğunluğu Hükümetin Kürt-Devlet savaşını bitirdiğini sandığı için oradaydı. Orada bulunan kitleden çoğunluğun talepleri şunlardı:
– Devlet, Kürtleri katletmeye devam etmeli.
– Polis diktatorlüğüne dayanan yani sözde İslami Türkiye Cumhuriyeti derhal eskisi gibi askeri diktatorlüğe yani sözde Laikliğe geçmeli. Ordu yönetime gelmeli.
– Müslümanların hak ve hürriyeti tekrar elinden alınmalı, türban resmi kurumlarda yasaklanmalı.
Bu taleplere sahip çoğunluğun içinde samimi taleplere sahip sosyalisti, çevrecisi, mazlumu, Kürtçüsü, İslami’si de vardı. İşte bu noktada Kürt gençliğine seslenişim bu yönde olacaktır:
Sakın gaza gelip bu eylemlere destek vermeyin. Hatta hiç bir tarafa destek vermeyin. Onları baş başa bırakın. Bırakın polis diktatoryası ile asker diktatoryası birbirini zayıflatsın. Batı Kürdistan taktiğini uygulayalım.
Herhalde “Asker göreve”, “Mustafa Kemalin askerleriyiz” gibi temel sloganlara sahip, Türk bayraklı kitlenin peşine takılacak değiliz!
Olayın başka boyutu da var. Polis göstericilere büyük zulümler yaptı, çok katı davrandı. Bu kabul edilemez. Her ne kadar eylemciler ve polis bize karşı olsalar da “ben insanım” diyen her kesin o zulme itiraz etmesi gerekir.
Evet, eğer PKK silahlı güçlerini Güney Kürdistan’a çekmemiş olsaydı, yani Kürt kanı dökülmeye devam etseydi kesinlikle bu eylem bu şekilde büyümezdi. Buna emin olun.
(Yüksekova Haber)
basbakan davutoglu pkk’ye neden “stalinist” etiketi yapistirmaya calisiyor? simdiye kadar batili emperyalist devletlerin cikarlarina uymadigi icin devlet kuramamis kürt ulusalcilarinin son zamanlarda amerika ve avrupa icin parner konumuna gelmeleri, devlet reson’unu kürtlerin asimilasyonu üzerine insa etmis T.C.’yi fena halde rahatsiz ediyor. davutoglu, stalinist etiketi ile PKK-PYD’yi türkiye ve dünya kamuoyu nezdinde diskredite etmeye, itibarsizlastirmaya calisiyor. davutoglu’nun bu stalinist suclamasi ile sayin zileli gibi anti-stalinistlerin bile sempatisini kazanma ihtimali var bence. yaniliyor muyum sayin zileli?
Zaman, zaman insan! İnsan olmuş bir onurlu insan..
Kendini öldürtmeyi seçer; haklılığının, davasının sahiciliğini kanıtlamak için…
Önlerinde saygı ile ile eğiliyorum..
“Masum” insanları öldürmeyi aklına bile getirmeden, cesedini zalimlerin, faşist katillerin suratına bir “eldiven” gibi çarptığı inancıyla ölmeye hazır olanlar ve böylece bu inançla ölen güzel insanların olmadığı dünyada yaşamaya utanıyorum bazen..
Bu duygu, bu inanç ile yaratıldı bugün,
“insanlık” dediğimiz şey… İnsanlık onuru denilen, hayatı yaşanılır kılan tek sebep!
Acı ama.. belki de en doğrusu bu; insan bir inancın değerini, önemini, sahiciliğini öldürerek değil, ölerek kanıtlar…
Orada “istemeden” insanları öldürse de, temel amacı, gerektiği için “ölerek”, hatta yalnızca ölmeye “yatmış” tüm Kürt mazlumları, mazlum insanlar için bedenini-insanlığını kurban edenler.. ne güzel insanlarsınız…
***
ama.. ama…
iktidar ve milliyetçi ulusçu hesaplar içindeki örgüt şefleri…
zerre saygım yok bu adamlara..
Tarih gösteriyor; nice iktidarcı, bencil egosu şişmiş adam bu güzelim cesetler üzerinden hak etmedikleri, layık olmadıkları payeler ve makamları elde etti…
Bu hikâye de bu yolda ilerliyor…
bütün gonlumle tüm samimiyetimle ölesiye, cikacak ,,bir suriye turkiye savasinda türkiyenin yenilmesini diliyorum, yine ben ulusalci soven yine ben ulusalci.., imralidaki Adam turkiyeyi kurtarmak icin cirpiniyor……..ozgurlukcu solcularin dogal lideri ha . uyuyup uyanmamak istiyorum bazen.
yanılıyorsun arkadaş. bu çok eski bir stalinist argümandır. Bakıyorum artık davutoğlu’nun söylemlerinden bile medet umar hale geldiniz.
vah vah!
vah vah vah!
23 Temmuz 2013 tarihinden beri Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.(Vikipedi)
“Gezi eleştirilemez. Gezi’ye yapılan bütün eleştiriler yanlıştır ve iktidarın işine gelir. Bir insan ya Gezi’den yana olmak zorundadır ya iktidardan yana, üçüncüsü olmaya hakkı yoktur. Gezi’ye katılmayı doğru bulmayıp tarafsız kalmayı savunanlar da iktidar yanlısıdır.”
Birçok kişi gibi sn. Zileli’nin de Gezi’ye bakışı böyledir veya böyle olmasa bile yazdıkları öyle anlaşılıyor.
http://marksist.net/marksist-tutum/hdk-genel-meclisi-28-subatta-toplandi.htm
ilk cümle hariç, doğru.
Bu mantık -74’e verdiğiniz cevapta da bu ifadeyi kullanmışsınız- Stalinistlerin kullandığı totaliter bir argüman değil midir? “Ya benden yanasın ya karşı taraftan. Benimle değilsen düşmanımsın.” mantığı.
http://www.nasname.com/a/kim-bu-utangac-aydinlar
sözkonusu açıklama;
http://www.sediyani.com/?p=11552
Hayır. Sadece netlik.
http://marksist.net/zehra-aras/hukumetin-master-plani.htm
türkiye sol,sosyalist hareketi bundan sonra hdpden umut bagliyorsa
vay halimize………bende hdpye inanmistim artik o proje bitmisitir.zaten öcalan insiyatif ille baslamisdi bu olusum demek
hdp kendini kürt milliyetciliginde kalip devlet ile masaya oturup
bogun egerek ne koprarisam kar deyip özgürlü birakip kendi
kürdistan hayalina devam edecektir.fazla yoruma gerek yok bizler kendi isimize bakalim ve güclü bir halk muhalefeti olusturulalim.türkiye halklari bizi bekliyor!
katılıyorum.
senin kadar konum değiştiren anarşist görmedim gün zileli. bir öylesin bir böyle. şimdi yine kemalist sosyalist kesimle blok kurma evresindesin.
Abi senin siteye de kayyum her an gelebilirmiş…
Yardıma ihtiyacın varsa gelelim mi abi?
Başımızın üstünde yerin var…
sağol. Haber veririm sana.
Kimseye etmem şikayet ağlarım ben hâlime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
***
Söz: İhsan Raif Hanım (1877-1926)
Müzik: Müzeyyen Senar
http://www.youtube.com/watch?v=_A3T8lRrXgg
Saygılar ve sevgiler…
1990’larda da Türkiye Sosyalist hareketin PKK “yandaşı” olmasını büyük hata gördüm.
“Son tahlilde”, PKK, HDP bir ulusal “kurtuluş” mücadelesidir. Sosyalist düşünce açısından, her zaman, yalnızca DIŞARDAN, hem desteklenebilecek hem eleştirilebilecek bir siyasal hareket olarak kabul edilmeliydi. Sonuçta “ufku” sınırlı, “kendince acil” insanî talepleri saygı ile kabul edilebilecek; yöntemi ile reddedilecek bir siyasal hareket olarak görülmeliydi..
Olmadı; ya “kuyruğuna” takılındı ya tümden reddedildi. Egemen ideoloji için sosyalistleri marjinalize etmekte bulunmaz fırsattı bu; tüm sosyalistleri bir “PKK yandaşı” olarak yaftalamak.. Bu “ince” siyaset sanırım başarılamadı..
DIŞARDA kalarak desteklemek ve gerektikçe eleştirme bağımsızlığını koruyabilmek…
Bence bunun en önemli nedeni de arkasında 150 yıllık sosyalist düşünce birikimi bulunmasına karşın, bu geçmişi özümlememiş ve zamana, yeni koşullara, SSCB deneyimini eleştirel olarak aşabilmiş bir senteze ulaşamamış Marksizmle kalakalmış olmak…
PKK hareketi 1990’larda güçlenirken, 1989 SSCB yıkılışı çakıştı.. Zaten “köylücü”, Stalinist geleneğe yaslanan, bağımsız bir düşünce üretme yeteneği hiç bulunmayan özgüvensiz Türkiye solunu, kararlı, fedakar ve SİLAHLI PKK hareketi fazla etkiledi; güce tapan gelenek, kuruluşunda ML “kokusu” bulunsa da özünde bir ulusal kurtuluş ideolojisi taşıyan bir siyasal harekete kolayca eklemlenmeye sürükledi…
*
Teorisyen ve literatüre hakim birisi değilim.. Aöatörüm! Kanaatlerimi yazıyorum…
*
Bu “eklemlenme” hem sol hareketi gerçek tabanından kopardı; (bu “yanlış” taktik, -yöntem- burjuvazinin insafsızca sömürdüğü, dezenforme ettiği fırsatı sunmuştu…) hem de Kürt Halkının haklı taleplerine Batı’dan verilecek desteği sınırladı…
Türkiye Sosyalist hareketi ile Kürt halkının haklı mücadelesi aynılaştırılarak, Burjuvaziye de Batı’da anti-Kürt ve anti-sosyalist mücadelenin aynılığı propagandası imkanı verildi.
Yazık ki, Türkiye Sosyalist mücadelesi arkasında “uyuyan”, sol, anarşist, sosyalist, hümanist tarihe ait “bilgelikten” çok uzak. Entelektüel militanlık yerine, salt özgeci, teşhirci, reklamcı, ağıtçı, sığ ve riyakâr bir hümanizma ile ayakta kalmaya çalışıyor.
Geldiğimiz yer, hak ettiğimizdir! Özgürlükçü sosyalist-Anarşist bir sentezi arama yerine “sıradan” ve sınırlı bir saygı duyulacak bir ulusal kurtuluş hareketinin parçası olmak bence utanç verici… ve bu sonuçta Kürt halkının haklı mücadelesine verilebilecek katkıyı da azalttı!
*
Bu “özgürlük” mücadelesine hayatını adamış, tüm zamanını bu düşünsel süreçlere feda etmiş insanlara haksızlık etmek istemiyorum…
Sezgilerim, kanaatim budur!
sayin zileli’nin yaptigi nedir:
önce soyut-abstrak olan “özgürlük” kavramini idealize et, sonra da HDP’ye o “özgürlük ideali”ni gerceklestirecek siyasi parti misyonu yükle, bu gercekci olmayan özgürlük ideali kapitalist dünyanin gerceklerine carpip tuz buz olunca da “HDP’yi dolayisiyla özgürlük idealimizi öldürdüler” diye agit yak ve hatta suclu ara. dikkat edilirse sayin zilali’nin dünyayi kavramasi söyle oluyor: AKP ve yandaslari=diktatörlük; AKP karsiti olanlar, bunlara HDP de dahil=özgürlük cephesi
-burda intihar eylemlerini lanetleyen ahlak zaptiyeleri, buna sayin zileli ve ogürsel de dahil, birseyi idealize etmek yada lanetlemek ile anlamak, aciklamak ayni seyler degildir. intihar eylemi nedir, ne anlama gelir? örnek: hamas, pkk, el kaide, ISID gibi örgütler intihar eylemlerine basvururken ABD, israil, T.C. gibi devletler neden böyle bir eylem tarzina tenezül etmezler yada ihtiyac duymazlar. devletlerin de böyle eylem tarzlarina basvurdugu nadiren de olsa görülmüstür, mesela japonya 2. dünya savasinin sonunda amerikaya karsi böyle eylemlere basvurmustur. bu ön bilgilerden söyle bir analiz-tespit yapmak mümkün: intihar-feda eylemi savasan iki taraftan gücsüz tarafin güclüye karsi basvurdugu bir eylem bicimidir. mesela amerika devleti dünyanin bir numarali süper gücü olarak intihar eylemine basvursa bütün dünyaya maskara olur. her türlü askeri teknik ve personel gücüne sahip amerika, israil, T.C. gibi devletlerin böyle bir eylem tarzina tenezül etmezken, pkk, el kaide, hamas gibi örgütlerin böyle yöntemlere basvurmasinin asimetrik bir savasin ürünü oldugu sanirim anlasildi. japonya’nin ikinci dünya savasinin sonunda üstün amerikan askeri gücüne karsi pilotlarini intihar eylemcileri olarak kullanmasi da yine japon devletinin askeri olarak amerika karsisinda ki gücsüzlügünün göstergesiydi. hal böyleyken, normal savas ok. fakat intihar eylemi kabul edilemez diye ahlak zaptiyeligi yapmakta neyin nesi oluyor? kapitalist devletlerin-ulusalarin rekabetini normal görenler, insanlarin ulusal ve dini ideolojiler sonucu türk, kürt, hristiyan, müslüman diye ayrisip siyasi ve dini liderlerin pesine takilip birbirlerine düsmanlik etmesini “tatli rekabet” diye mesrulastiranlar, is cigrindan cikinca ahlak zaptiyeligine soyunuyorlar: rekabet ok. fakat intihar eylemine ne gerek var, öyle mi?
“Türkiye önemli iç ve dış sorunları olan bir ülke. İşsizlik bir yanda, bölgesel savaş çığlıkları öbür yanda. Amerika’nın sürekli karıştırdığı bir bölgedeyiz. Gerçek bir çözüme ısrarla kavuşturulmayan bir Kürt sorunumuz var.
Ülkemiz binlerce yıllık tarihi olan halkların ve dillerin ülkesi. Ve bu ülke kanlı bir boğazlaşmayı kışkırtan ırkçıların, halkların kardeşliğinden değil düşmanlığından medet umanların yıllar süren vurdumduymazlığı sonucunda uçurumun dibine gelmiş durumda.
Buna bir de Emperyalizmin bölgesel hesaplarını eklediğimizde tablo iyice karanlıklaşıyor.
Kürt sorununu yok sayınca yok olacağını zannedenler, Kürt sorununu Kürtleri yeni bir Türk-İslam imparatorluğunun uç beyliği haline getirerek çözeceğini sananlar, “Kürt sorununu çözerim ama Osmanlı Anayasası’na destek verirlerse” diye şantaj yapanlar…”
(TKP 2011 seçim bildirisinden)
87
Zilelici değilim ama yazdıklarının meşruluğunu gözardı edemem.
Zileli’nin işaret etmeye çalıştığını pek anlamışa benzemiyorsun.
Ankara’da yapılan bombalı eylemin, YPG-PYD-PKK tarafından gerçekleştirilmesi, bu tamamıyla onların plan ve uygulaması olsa bile, RTE’nin (ve AKP’nin) işine yarıyor! Zileli işte bunu anlatmaya çalışıyor!
7 Haziran’daki HDP ile 1 Kasım’daki HDP’nin arasında dağlar kadar fark olmasının asıl sebebi, HDP kadrolarının cesur olamamalarındandır!
7 Haziran sonuçlarında AKP uçuruma adım adım yaklaşıyordu! Kimse bunu görmek istemiyor!
7 Haziran’dan hemen sonra RTE’ye mikrofon uzattıklarında ‘seçim tekrar edilmeli’ dediği anda HDP’ye oy vermiş bütün insanlar (eh artık CHP de gönlü isterse!) sokaklara dökülseydi, TBMM milletvekilleri tarafından işgal edilseydi, Sur’a, İdil’e, Şırnak’a daha Haziran-Temmuz 2015’deyken yürünülseydi, RTE dımdızlak ortada kalırdı, PKK ağzı açık HDP’nin yükselişini izler ve belki de HDP’ye katılırdı!
20 Temmuz 2015’te Suruç’ta bambaşka şeyler olabilirdi, Ceylanpınar’daki eylemi gerçekleştirmeye niyetlenenler buna hiç başlamaz vazgeçer HDP’nin büyüttüğü akıma katılabilirdi, 10 Ekim 2015’te Ankara’da bambaşka şeyler olabilirdi, Tahir Elçi belki ölmezdi!
‘Proxy war’ın ne demek olduğunu Zileli de gayet iyi biliyor!
17 Şubat 2016 Ankara bombalı eylemini gerçekleştiren kişi kim olursa olsun, kendisini patlatmadan saniyeler önce, ‘acaba bu yapacağım RTE’ye mi yarar, yoksa Kürt halkının özgürlük isyanına mı yarar?’ sorusunun cevabı beynine zaten kodlanmış olarak hareket eder: Kürt halkına yardım ettiği beynine kodlanmıştır ama RTE’ye yaradığının farkında değildir!
Öyleyse şu soruyu soralım:
Salih Müslim veya Murat Karayılan niçin üzerine canlı bomba düzeneği kurup, bir meydana girip kendini patlatmıyor da, ‘beynini yıkadıkları insanları’ kullanıyor? Bu soruyu sadece PKK özelinde değil, IŞİD ve diğer yüzlerce örgüt için de sorabilirsin.
Yıllar önce ETA Madrid’de bomba patlatmadan dakikalar önce, bombayı patlatacağı yere haber yollatır, en az insan zaiyatı ile eylem gerçekleştirmeye çalışırdı! Yani ölümü bile estetize etmek (bu kelime bu cümlede ne kadar canice duruyor!) vardı yıllar önce!
Şimdi eskide kalan bu ‘estetize caniliği’ bile mumla arar hale geldik, patlamış insan vücudu görmeye, bunun normalleşmesine alıştırıldık!
Kürt halkı BİZZAT KENDİSİ ayaklanıp devlete karşı mücadeleye başlarsa, Zileli de orada olur!
Barikatları BİZZAT KÜRT HALKININ KENDİSİ KURARSA, hendekleri BİZZAT KÜRT HALKININ KENDİSİ KAZARSA, Zileli de kiremit taşır, kürek sallar, elektrik kablosu çeker, hiçbir devlet organının yaklaşmaması için gözcülük yapar!
Yani Kürt halkı, Cerattepe direnişinde olduğu gibi bizzat kendi öz gücüyle ayaklanmalıdır!
Bu öz gücün yığışabildiği tek alan HDP’ydi! Şimdi onu da öldürmeye çalışıyorlar! PKK destek olması gerekirken, köstek oluyor!
Zileli’nin demek istediği bu!
“Ankara’da yapılan bombalı eylemin, YPG-PYD-PKK tarafından gerçekleştirilmesi…” Ben böyle bir şey demedim, yani YPG-PYD’nin bu işin içinde olduğunu söylemedim. Bunu söyleyen AKP.
Sizin söyleyip söylememizin önemi yok.
O kısmın tamamına bir daha bakarsanız, zaten tespitinizi doğruladığını göreceksiniz: “Ankara’da yapılan bombalı eylemin, YPG-PYD-PKK tarafından gerçekleştirilmesi, bu tamamıyla onların plan ve uygulaması olsa bile, RTE’nin (ve AKP’nin) işine yarıyor! Zileli işte bunu anlatmaya çalışıyor!”
Marksist Argümancı’nın bir Stalinist olduğu belliydi..
O algılama bozukluğundan anlamalıydım;
cümlesi şu…
“-burda intihar eylemlerini lanetleyen ahlak zaptiyeleri, buna sayin zileli ve ogürsel de dahil, birseyi idealize etmek yada lanetlemek ile anlamak, aciklamak ayni seyler degildir..”
İktidarcı, katil ruhlu peygamber söylemleri artık deşifre oldu.. yemezler!
ne de entel-dantel cümle bu..
tek bir “tarafsız” insanın katline yol açmış bir
intihar bombacısı, yeryüzünün en sefil, en zavallı, en tiksindirici, en acınası yaratığıdır… Bu yaratığı-zavallıyı örgütleyenler, arkasında duranlar, bu argümancı gibi bir şekilde onaylayanlar, o “cesur-rezilden” daha da sefildir…
*
insanlığın 10 bin yıllık geçmişinden bir kaç tane olsun değiştirilemez, reddedilemez, tartışılamaz bir kaç “ahlak” yasası çıkarsamayan zihniyet, bu “ahlakın” savunucularını “zaptiye” diyerek aşağılamaya kalkışmış zavallının en yararlı faaliyeti bence her gün geberesiye içmek olsun; böylece “çevreye” daha az zarar verir…
eklemeliyim…
her bir insan nesli.. geleceğe tek bir “hakikat” cümlesi bırakıyorsa yeterlidir!
150-200 MİLYON YIL yeryüzünde egemen dinazor neslinden ne öğrendik?
M. Argüman gibileri de milyon yıl sonra bile arkalarında bir b.k bırakamaz…
O japon kamikaze dalışları… saygı duyulacak “isyan” intiharları…
hem de arkasında “güneş” imparator palavraları.. Japon milliyetçiliğine ait hipnotizma… olsa bile…
bir pırpır uçak, bir savaş gemisinin bacasından aşağıya dalar..
Arıların, kraliçe arılar için poposunu yırtarak intihar edişine benzer bir savunma taktiği gibi… .
saygı duyulur… Bu saygı.. insan denilen “yaratığın” bu özgeciliğinin çok daha “insanî” potansiyelleri taşıdığı içindir!
Bir sosyalist devrim için de aynı özgecilik, aynı “ruhu” taşıyan insana gereksinme olduğu için!
*
2. Ankara katliamı böyle bir şey değil!
bu ilişki arayışı hem tarihsel hem de bir “tinsel” model arayışı için çok derin ve sanırım tedavisi zor bir cehalettir…
YPG’nin bu eylemle ilgisi yok.
………………
Türkiye’de gerçeklik duygusunu yitirmesi hiç şaşırtıcı olmayan iki siyasetçi Perinçek ve Öcalan’dır. Söylediklerine, yazdıklarına bakarsanız ve inanacak olursanız ülkemiz bu ikisi tarafından rotasyon usulü yönetilmektedir. Erdoğan’ı o kurtarmıştır ve o olmasa çoktan taş taş üstünde kalmayacaktı. Aslında o memleketi kurtaracak adam olmanın ötesinde, zaten kurtarmış bulunmaktadır! Diğeri Erdoğan’ı yönetmektedir ve herkes artık ona mahkûmdur…
Artık bu iddialar bilimin ve bilimden çok uzak olmayan siyasi polemiğin konusu olmaktan çıkmış, psikolojinin alanına girmiştir.
……………
Aydemir Güler
Ulusalcilarda bu argumanlarla konusuyor diye SOL Kürt hareketi icin anti emperyalizmini neden unutuyor. kurt hareketi bu boyutuyla neden elestrilmiyor.
http://www.abcgazetesi.com/akp-ve-ocalanin-suriye-pazarligi-yalanlar-ve-gercekler-10023h.htm
PKK dan Erdoganin AKP sini zora sokacak Gül ve Celik olusumunu dogmadan öldürerek bitirme , Erdogan ve AKP yi kurtarma aciklamasi dense daha dogru olurdu. Artik Celik ve Gül e bakin bunlar PKK nin adamlari denebilir:)
http://odatv.com/pkkdan-gul-arinc-ve-celike-destek-aciklamasi–0703161200.html
PKK’nın Silahlı Macerası, Ana Rahminde Başlar. Hendek Savaşı, Dünkü Çocuktur. Bir Fiyasko ve Felakettir…
İbrahim Güçlü
PKK’nın hayat serüveni karmaşık ve tehlikeli bir serüvendir.
( I )
Genç nesiller ve hafızasını kaybeden orta yaşlı ve yaşlı kuşak, PKK’nın silahı 1984 yılından sonra kullanmaya başladığını bilir ve zan eder. Çünkü Türk ve Kürt Basını PKK’nın silahından bahsederken, 1984 yılını baz alarak, silahlı çatışmanın yıllarını hesap eder.
Bu hesaba göre PKK, 32 yıkılır silah kullanmış oluyor.
Oysa bu tespit ve hesap kesinlikle yanlıştır.
PKK, projelendirildiği günden itibaren, örgütlenme düzeyini, Kürtlerin objektif ve sübjektif koşullarını, sömürgeci devletin konumunu falan hesap etme gereğini düşünmeden silahlı kullanmaya başladı.
Daha başka bir ifadeyle PKK, ana rahminde silahlı gıda aldı ve büyüdü. Doğduğu gün de eline silah verildi. Bu nedenle, Çocuk yaşta sadece silahla oynamadı, aynı zamanda silahı kullanmaya da başladı.
Misyonunu ve projelendirildiği amacı ancak silahla gerçekleştirmek olanaklıydı.
Böyle olunca da, silahının hedefi uzaktakiler ve sömürgeci devlet olmayacaktı. Kürtler olacaktı.
Bu nedenle hedefini: Kürtlerin ulusal ve toplumsal dinamiklerini, Kürt beylerini, aşiret reislerini, şeyhlerini, ağalarını, medrese eğitimli dini adamlarını, münevverleri, aydınları seçti.
Aşiretlerinin bir kesimini yanına almak için, bir kesimin de düşman ilan etti. Böylece toplumsal bölünmüşlüğü arttırdı. Aşiretler ve aileler arası çatışmayı derinleştirdi ve genişletti.
Kürdistan örgütlerini silahla hedef aldı. Onları tasfiye etmeyi amaç haline getirdi. Bunun gereğini yaptı. Kürdistan örgütlerine saldırdı. Binlerce Kürt yurtseverinin katline yol açtı. Bunu sadece Kürdistan’ın Kuzey parçasından değil, Kürdistan’ın bütün parçalarında yaptı.
PKK, kendi içinde de muhaliflerine karşı da ta başından beri silah kullandı. Binlerce taraftarını fiziki olarak ortadan kaldırdı.
Türk sol örgütlerini silahla hedef aldı. Onlarca sol militanı katletti.
PKK, bu zihniyetini, felsefesini, savaş ve araçsal planını, hedefini/hedeflerini kuruluş manifestosunda açıkça İfade etti ve sentezleştirdi.
PKK, her yıl ya da her dönem bir silahlı savaş taktiği izledi. Bu savaşların hepsinden zaferle çıkacağını dile getirdi. Ama hepsinde de yenildi.
Diyebilirim ki, PKK her beş ya da on yıl da bir Kürdistan’ın kuruluşunu ilan etti. Ama sonuçta, Kürdistan Ulus Devletini çöpe attı. Federasyon ve Otonomiyi bile Kürt milletine fazla gördü, layık görmedi.
Daha 2012 yılında Hakkari’de kurtarılmış bölge stratejisini ilan etti. Binlerce gencin ölümüne yol açtı.
Bu nedenle, PKK’nın Hendek/Çukur Savaşı yeni değil eski. 1980 öncesine dayanır. Hilvan’da, Siverek’te, Nusaybin’de, Batman!da bu stratejiyi yürüttü. Milletinin evini başına yıktı.
Bu pencereden bakarsak, PKK’nın Silahlı Macerası, Ana Rahminde Başlar. Hendek Savaşı, Dünkü Çocuktur. Evveliyatı var.
( II )
Şehir Gerillacılığı, Latin Amerika devrimcileri tarafından dünyaya ve özellikle üçüncü dünya ülkelerine ihraç edildi
Ama Latin Amerika ülkelerindeki şehir gerillacılığıyla, Üçüncü dünya ülke devrimcilerinin uyguladığı şehir gerillacılığı arasında köklü ve niteliksel farklar vardır.
Latin Amerika Ülkelerindeki şehir gerillacılığı, büyük metropol ve nüfusu çok kalabalık olan şehirlerde öngörüldü ve uygulandı.
Bu şehir gerillacılığı, metropol şehrin herhangi bir semtine, mahallesine yerleşerek, gerillalarını ve halkı devlete hedef gösteren bir silahlı mücadele biçimi değildi.
Bu silahlı mücadele tarzı, devletin kontrol edemeyeceği küçük gerilla gruplarının, çok iyi seçilmiş iktidar ve işbirlikçisi hedeflere karşı planlanmış ve projelendirilmiş bir silahlı propaganda mücadele tarzıdır.
Kesinlik bir tek sivilin bile öldürülmemesi üzerine kurgulanmıştır.
Latin Gerilla Gerillacılığı aynı zaman FOKOCULUK olarak da tanımlanır.
Buna rağmen, Latin Amerika’daki şehir gerillacılığını sonu, yenilgi ve bir daha başvurulmamak üzere tarihe gömülen bir olay oldu.
Türkiye’de şehir gerillacılığını, silahlı mücadele biçimi olarak seçen örgüt; PKK ve Öcalan’ın devamıyım dediği Mahir Çayan’ın öncülük ettiği Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi (THKP-C) oldu.
Mahir Çayan’ın seçtiği şehir gerillacılığı aslına biraz daha uygundu. Ama yine de sonuç, yenilgi ve yıkım oldu. Mahir Çayan ve arkadaşlarının katliyle son buldu. Ondan geriye kalan Ertuğrul Kürkçü, o da Kürtleri denek haline getirmeye devam ediyor.
Mahir Çayan’ın Şehir Gerillacılığı üzerine 1969-70 yıllarında yapılmış yığınla tartışmalar var. O geleneğin sürdürücüsü olan PKK o tartışmaları bile izlemiş olsaydı, son zamanlardaki Kırma Şehir Gerillacılığını, silahlı mücadele biçimini seçmezdi.
Bunun için de halkçı, Kürtçü, iyi niyetli, başkalarının taşeronu olmamak çok önemli bir konudur. Bunlar da PKK’da yoklar.
Kır gerillacılığını da, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın öncülük ettiği Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından hayata geçirilmeye çalışıldı. Onların mücadelesinin sonucu da yıkım ve felaket oldu. Liderler tutuklandı ve idam edildiler.. Sinan Cemgil’in öncülüğündeki kır gerilla grupları, bir tek mermi patlatmadan Nurhak’da katledildiler.
Ama her iki gerilla grubu da PKK gibi yaygın ve kitlesel olarak Türk halkına zarar vermediler. Bu zarar dar çerçevede, bu örgütlerin militanları çerçevesinde kaldı.
PKK’nın Hendek Savaşı da bunlardan devşirilen kırma şehir gerillacılığıdır. Ama hiçbir şekilde de ve muhtevada da Latin Amerika Şehir gerillacılığına benzemiyor.
Küçük şehirlere, devletin her zaman kendilerini avlayacakları ve halkın devlete hedef haline geldiği bir savaş biçimi. Yıkımcı, tahrip edici, rasyonalite ile alakası olmayan bir mücadele biçimi.
Her şeyden bağımsız PKK’nın Hendek Savaşı’na bakıldığı zaman tam bir cehalet ve akılı dışılığın örneğidir. Ötesi ortaya çıkardığı kent yıkımları ve yüzlerce insanın ölümü ile aynı zamanda bir intihar eylemidir.
Hendek Savaşı, Kürtlerin başına gelen büyük bir felaket ve yıkımdır.
PKK açısından bir yenilgi ve fiyaskodur.
Hendek Savaşı güden üst akıl (İran, Suriye, Irak Şiileri, Rıusya) bakıldığında, tam bir vekâlet savaşı. Kürtlerin de ulusal menfaatlerini savunan bir savaş değildir.
Uygulamalar, PKK/HDP’nin yerel iktidar olduğu alanlarda bu savaşın yürütülmesi, demokrasiye de karşı olan, PKK’nın silahlı güçleriyle diktatörlük oluşturma amaçlıdır da.
Bu nedenle demokrasi savaşı da değildir. “Demokratik Özerklik” de bir gerekçe, bir örtü ve demokrasi adına bir manipülasyondur.
Diyar-i Bekir, 7 Mart 2016
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/ibrahim-guclu/2413-pkk-nin-silahli-macerasi-ana-rahminde-baslar-hendek-savasi-dunku-cocuktur-bir-fiyasko-ve-felakettir
TAK ve Bayık’ın Açıklamalarının Işığında 17 Şubat Eylemi
Garbis Altınoğlu
17 Şubat’ta Ankara’nın en merkezi sayılacak bir yerinde meydana gelen ve büyük çoğunluğu askeri personel olmak üzere 28 kişinin ölümüne ve 61 kişinin yaralanmasına yol açan patlama, bir dizi tartışmayı ve soru işaretini de beraberinde getirdi. (Yaşamını yitirenlerin sayısı 23 Şubat itibariyle 29’a yükseldi.)
Gerek yapılış tarzı, gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ortaklarının meydana gelişinden itibaren bu saldırının sorumlusunun PYD ve onun askeri kanadı YPG olduğunu ileri sürmeleri ve gerekse bu bayların, saldırıyı gerçekleştiren kişinin kimliğini -Salih Neccar- sözümona hemen saptayıp açıklamaları ister istemez haklı kuşkulara yol açmıştı. (Nitekim TAK (=Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adlı örgüt 19 Şubat’ta eylemin, Abdülbaki Sönmez/ Sömer tarafından gerçekleştirildiğini açıklayacaktı.) Buna karşılık hemen hemen tüm veriler bunun Erdoğan kliğinin planladığı bir Kontrgerilla-IŞİD eylemi olduğu izlenimini yaratmıştı. Neydi bunlar?
1) Nasıl becerebildiyse Türk polisi, bedeni paramparça olmuş ve olay yerindeki pek çok kurbanın beden parçalarına karışmış olan Salih Neccar’ın olay yerinden birkaç yüz metre öteye saçılan beden parçalarından birini, yani onun bir parmağını bulmuş ve yapılan analiz sonucu birkaç saat içinde bu kişinin PYD bağlantılı Salih Neccar olduğunu saptamışlardı. (Daha sonra Salih Neccar’ın Rojava’da yaşayan 60 yaşında bir köylü olduğunun ortaya çıkması, Erdoğan ve ortaklarını hiç te mahçup etmeyecekti.)
2) Saldırıda kullanılan araç 11 Aralık’ta İzmir’deki bir oto şirketinden kiralanmış, önce İstanbul’a ve ardından çok sıkı güvenlik önlemlerinin olduğu Diyarbakır’a gitmiş, burada patlayıcı maddeyle yüklendikten sonra rahatlıkla bu kentten çıkabilmiş ve -gene güvenlik önlemlerinin yüksek olduğu- Ankara’ya rahatlıkla girebilmişti. Üstelik bu, 18 Aralık’ta şirkete geri götürülmemesi üzerine yapılan başvuru üzerine -olması gerektiği gibi- polis tarafından ülke çapında aranmaya başlanan ya da aranması gerektiği varsayılan bir araçtı.
3) Saldırı, basında da söylendiği gibi, ülkenin kalbi denen bir yerde, yani başkentte ve güvenlik önlemlerinin en üst düzeyde olduğu bir yerde, yani hava ve deniz kuvvetleri ve genelkurmay karargahlarının ve TBMM’nin çok yakınında ve Türk istihbarat birimlerinin ve polisinin ruhu bile duymadan yapılmıştı. Üstelik bu saldırı; çalıntı, polis tarafından aranan ve de patlayıcı yüklü olduğu halde ülke ve Ankara içinde bu denli rahatlıkla dolaşan bir araçla gerçekleştirilmişti. Hem de Ankara’da bir tür bombalı saldırı yapılacağının bilindiği ve yazılıp çizildiği ve güvenlik önlemlerinin arttırıldığı bir dönemde.
4) Şimdiye kadar Türkiye’ye karşı tek bir silahlı eylem yapmamış, Türkiye’yle ilişkilerini gerginleştirmemeye hep özen göstermiş olan ve Suriye’de uzun süredir İslami-faşist çetelerle çarpışan PYD/ YPG bu saldırıyla hiçbir ilgilerinin olmadığını açıkladı. Zaten önceliği bu çetelerle çarpışmak olan PYD/ YPG’nin Ankara’da böyle gözalıcı bir bombalı saldırı yaparak Suriye’ye askerlerini sokmak ve bu arada Rojava devrimini boğmak için fırsat kollayan Türk gericilerinin eline böyle bir koz vermesi de olanaksızdı. Dolayısıyla Erdoğan ve yakın çevresinin bu eylemden PYD/ YPG’nin sorumlu olduğu yolundaki savlarının hiçbir inandırıcı yanı yoktu.
5) Bu patlama, Erdoğan başta gelmek üzere devlet yetkililerinin günlerdir PYD’ni hedef alan açıklamaları ve özellikle Erdoğan’ın inat ve ısrarla Batılı ülkelere PYD’ni bir terör örgütü olarak kabul ettirme yolundaki yoğun girişimleri sırasında, hatta ABD Başkanı Obama’ya “Ey Amerika! Size kaç kere söyledim. Siz bizimle beraber misiniz yoksa bu terör örgütü PYD ve YPG ile mi berabersiniz?” demesinden sadece bir hafta sonra gerçekleşmişti.
6) Gene bu patlama, Rojava’daki Kürt savaşçı ve sivillerini top ateşine tutan Erdoğan kliğinin Suriye’ye asker gönderme ve Suriye sınırları içinde bir uçuşa yasak bölge kurma çabalarına ABD ve AB katında uluslararası destek sağlamak için yaygara yaptığı ve Suriye’ye karşı bir Türk-Suudi ortak askeri operasyonu yapılacağı yolundaki söylentilerin ortaya çıktığı bir döneme denk gelmişti.
7) TSK personelini hedef alan bu patlamanın Türk genelkurmayının, Erdoğan kliğinin Suriye’ye asker gönderme girişimlerine soğuk baktığı ve böylesi bir operasyona girişmek için bir BM “Güvenlik” Konseyi kararı olması gerektiği kanısında olduğu söylentilerinin yaygın olduğu bir döneme denk gelmesi de dikkat çekici.
Bu durumda, ister istemez her aklıbaşında insan bu eylemin, daha önceki bir dizi patlamada olduğu gibi, devletin kendisinin yaptığı/ ya da yaptırdığı ya da en azından göz yumduğu bir IŞİD-Kontrgerilla saldırısı olduğu sonucuna varmıştı. PKK/ KCK’nın zaman zaman TAK (=Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adını kullanarak bu tür eylemlere oldukça, hatta çok seyrek başvurmuş olması da bu insanları böylesi bir değerlendirmeye götürüyordu. (Geçerken şunu belirteyim: Cemil Bayık’ın TAK ya da “öfkeli Kürt gençleri” ile PKK/ KCK arasında örgütsel bir bağlantı bulunmadığı ve ikincisinin birincileri denetleme/ frenleme olanağına sahip olmadığı savı ya da imasını inandırıcı ve doğru bulmuyorum.) Ama Bayık’ın ve TAK adlı örgütün 19 Şubat’ta yaptığı açıklamalar ve bu örgütün 17 Şubat saldırısını üstlenmesi olaya başka bir boyut kattı.
Bayık’ın Açıklaması
Ankara saldırısından yaklaşık iki gün sonra Fırat Haber Ajansı’nda (ANF) KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın uzun bir söyleşisi yayınlandı. Bayık bu söyleşisinde şöyle diyordu:
“Ankara’da militarizmin merkezinde yapılan eylem de halkımıza karşı yürütülen insanlık dışı vahşi soykırımcı katliamlara karşı misilleme eylemi olabilir. Bu eylemi kimler yapmıştır bilemiyoruz. Ancak şu açıktır ki, Kürtlere karşı bu kadar zalimce bir savaş yürütüldüğü ortamda birilerinin misilleme ve tepki eylemleri yapması anlaşılır bir durumdur. Cizre’de genç, sivil katleden bir devletin bu eylemler neden yapılıyor, demeye hakkı yoktur. Bu eylemlerin sonuçları Kürdistan’da yapılanların yüzde biri bile değildir. Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Silvan’da, İdil’de, Gever’de ve Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinde tanklarla, toplarla yüzlerce sivil katledildi, yüzlercesi yaralandı. Dünyada sivil yerleşim yerlerine böyle tankla, topla saldırıldığı görülmüş müdür? Bu, insanlık suçu değil midir? Ankara’daki eylemi kimin yaptığını bilmiyoruz; ancak Türkiye’nin aydınları, yazarları, basıncıları, siyasetçileri Türk devletinin bu zalimliğine karşı çıkmazsa; öfkeli Kürt gençleri de bu Kürt halkına yapılan saldırılara misilleme yapabilirler. Türkiye’de ahlaksız ve vicdansız bir çifte standart vardır. Kürt çocuğu, kadını, genci, yaşlısı hunharca, zalimce katledilirken sessiz kalanlar, Türkiye’de, hem de askeri hedeflere bir eylem olunca kıyamet koparıyorlar. Kürtlerin kadını, çocuğu, genci öldürülebilir diye bir kanun mu var? Köyleri yakılıp yıkılarak Türkiye metropollerine sürülen Kürtlerin şimdi Kürt şehirlerinin ve kasabalarının yakılıp yıkılması karşısında sessiz kalmasını kimse bekleyemez.” (“Artık yeni bir döneme girildi”, Yeni Özgür Politika, 19 Şubat 2016)
Bayık’ın; başını Erdoğan kliğinin çektiği Türk gericileri, Türk ordusu ve Kontrgerillası’nın Kürt il ve ilçelerinde aylardır sürdürdükleri alçakça eylemlere, zulme ve devlet terörüne karşı tepkisi TÜMÜYLE haklıdır. (Aslında bu değerlendirmenin PKK/ KCK liderlerinin, AKP gericiliğiyle yıllar boyu sürdürdükleri sözde barış görüşmelerinin ve bu liderlerin Türk burjuvazisi ve devleti hakkında yaydıkları içi tümüyle boş ve gerici hayallerin özeleştirisiyle tamamlanması gerekirdi. Ne var ki bu, ayrı bir yazı ya da tartışmanın konusu.) Kuzey Kürdistan’ın aylardır sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı il ve ilçelerinde insanların, ölen yakınlarının cenazelerini almalarına ya da kurallara uygun bir törenle toprağa vermelerine bile izin verilmediği, yüzbinlerce insanın her türlü sağlık hizmetinden yoksun ve aç ve susuz bırakıldığı, dahası, içinde insan olan evlerin ve binaların top, tank ve keskin nişancı ateşine tutulduğu, çocukların, yaşlıların, hastaların, kadınların, engellilerin acımasızca öldürüldüğü, evlerin bodrumlarına sığınmak zorunda kalmış yüzlerce insanın aç, susuz ve yaralı halde ağır ağır ve can çekişerek, bazan da yanarak öldüğü/ öldürüldüğü vb. bir ortamda yaşıyoruz. Türk burjuva devleti, medyası ve partilerinin etkisi altındaki Türk halkının ve hatta Türk aydınlarının çoğunluğunun sessiz kaldığı bu zulüm ve devlet terörü asla unutulmamalıdır. Tarihin kapkara bir sayfası olmaya aday olan bu trajedi karşısında ilerici aydınların ve ne denli zayıf bir konumda olsalar da Türkiyeli devrimci grup ve grupçukların ancak cılız bir tepki vermesi/ verebilmesi ya da hiç tepki vermemesi tek sözcükle utanç vericidir.
Ancak -Erich Maria Remarque’nin 1928’de yayımlanan o nefis savaş-karşıtı romanının adını ödünç almak gerekirse şimdilik ne yazık ki- “Batı cephesinde yeni bir şey yok.” İlerisi için kimse kesin bir tahminde bulunamaz elbet; ancak tarihsel ve siyasal veriler yakın gelecekte ülkenin batısında, Kürt halkının demokrasi ve ulusal kurtuluş savaşımına güçlü ve anlamlı bir destek verecek ve hatta ona yol gösterecek bir işçi ya da halk hareketi olacağına ilişkin bir ipucu sunmuyor. Gene de, Okyanus’un öte yanındaki patronuyla ve Batı Avrupa tekelci burjuvazisiyle arası bozulan, haddini bilmeyen/ çizmeyi aşan Erdoğan kliğinin sonunun yaklaşması ve burjuva partileri arasında ve devlet aygıtı içindeki çelişmelerin daha da keskinleşmesinin, Batı’da önemli bir işçi ve halk hareketinin ortaya çıkışı ve yükselişinin objektif koşullarını daha da olgunlaştırdığını söyleyebiliriz. Dahası, bu klik ve onun devlet olanaklarını kullanarak palazlandırdığı dar bir sermaye grubuna karşı toplumun çok çeşitli sınıf ve katmanları arasında büyük bir öfke ve gerilim birikmiş bulunuyor. Bu öfke, bugün Artvin’de tanık olduğumuz ve çevre duyarlılığı üzerinden gelişen ve objektif olarak anti-kapitalist bir öğe de taşıyan bir direniş biçimini alıyor; yarın daha farklı biçimlerde gelişebilir. Tabii devrimci bir alternatifin yokluğu ve sözümona muhalif burjuva partilerinin süregelen siyasal kısırlığı ve kabızlığı koşullarında, birikmiş olan öfke ve gerilimin ve keskinleşen çelişmelerin ABD ve NATO onaylı bir askeri darbeye yol açması olasılığı da giderek artıyor.
Konumuza dönecek olursak Bayık’ın yakın gelecekte yeniden 17 Şubat eylemi gibi eylemlerin olabileceğini söylediğini görürüz:
“Ankara’daki eylemi kimin yaptığını bilmiyoruz; ancak Türkiye’nin aydınları, yazarları, basıncıları, siyasetçileri Türk devletinin bu zalimliğine karşı çıkmazsa; öfkeli Kürt gençleri de bu Kürt halkına yapılan saldırılara misilleme yapabilirler.” TAK ya da “öfkeli Kürt gençleri” ile PKK/ KCK arasında örgütsel bir bağlantı olmadığı savının doğru olmadığına yukarda değindim. Ama bu çok önemli değil. Asıl önemli husus şu: Esas itibariyle Türk burjuva devlet aygıtını ve onun en önemli parçasını oluşturan ve Kürdistan il ve ilçelerindeki kanlı operasyonları gerçekleştiren orduyu hedef aldığı gözönüne alındığında 17 Şubat eylemi özünde haklı bir nitelik taşır. Hatta, benzer doğru hedeflere, yani Türk burjuva devlet aygıtına ve özellikle onun silahlı birimlerine ve istihbarat örgütlerine yönelmesi ve sivillere zarar vermemesi/ asgari düzeyde zarar vermesi kaydıyla böylesi eylemlerin yinelenmesinin yararlı olabileceği bile söylenebilir. Belki de, tarihinin en geri, en duyarsız ve en apolitik dönemini yaşamakta olan Türk halkının o derin uykusundan uyanabilmesi için böylesi bir şok terapisine gereksinimi var.
Peki, yazımın girişinde üzerinde sırayla durduğum noktalar bu analizin ışığında ne anlama geliyor ya da neyi gösteriyor? Bu açıkçası, TAK denen örgüte, Türk istihbaratının -ya da Suriye politikası Erdoğan kliğinin politikasıyla örtüşen bir başka istihbarat örgütünün, örneğin MOSSAD’ın- sızdığını, en azından bu eylemde yardım ettiğini gösteriyor olabilir. (ABD egemen sınıflarının en gerici ve neo-con/ yeni muhafazakar diye bilinen fraksiyonu; İsrail, Britanya, Suudi Arabistan vb. Ortadoğu’da daha da büyük bir kaosun ve sürekli bir savaş halinin yaşanmasından, Suriye’deki cihatçı gruplara desteğin ve İran’a karşı 1979’dan bu yana uygulanan izolasyon politikasının sürdürülmesinden yanalar. Yeni-Osmanlıcı hayalleri bir karabasana dönüşen ve siyasal iktidarı yitirmemek için elinden gelen herşeyi ve her çılgınlığı yapmaya hazır olan Erdoğan kliği de bu uğursuz bağlaşmanın içinde yer alıyor.) Ne kadar yetenekli ve deneyimli savaşçılardan oluşuyor olursa olsun kentsel mekanlarda savaş deneyimi çok sınırlı olan PKK/ KCK ya da TAK gibi örgütlerin bir iç istihbarat (MİT gibi) ya da bir dış istihbarat (MOSSAD gibi) örgütünün açık ya da üstü örtülü yardım ve desteği olmaksızın, hayli karmaşık ve zor bir nitelik taşıyan 17 Şubat eylemini gerçekleştirmesi neredeyse olanaksız.
Bu eylemin asıl hedefi; elbette yaşamını yitiren askeri personel değildi. Hedef,
a) Suriye’de askeri operasyona serin yaklaşan TSK üst kademesini ikna etmek/ korkutmak,
b) Türkiye’nin Suriye’ye asker göndermesi ve Rojava devrimini ezmesini ve Suriye ordusuna karşı savaşan İslami terör örgütlerine doğrudan destek vermesini sağlamak ve
c) daha da önemlisi -Rusya kalkanı karşısında- ABD ve NATO gibi saldırgan güçlerin Türkiye’nin böylesi bir girişimini aktif bir biçimde desteklemesi için uygun bir siyasal atmosfer yaratmaktı. Bu girişimin çok önemli bir yan ürününün NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek olacağı açıktı. Ne var ki çoğu zaman olduğu gibi, Erdoğan ve akıl hocaları gene konjonktürü doğru değerlendirememişlerdi. ABD egemen sınıflarının Obama kliğinin temsil ettiği ana gövdesi, İsrail-yanlısı genel çizgisini muhafaza etmekle birlikte, en azından bugünkü koşullarda Suriye’deki cihatçı grupları kayıtsız/ koşulsuz desteklemeyi ve Rusya’yla karşı karşıya gelmeyi tercih etmiyor. Erdoğan kliği ve uluslararası destekçilerinin tezgahladığı ve TAK ya da daha doğrusu PKK/ KCK’nın bir tür figüran olarak kullanıldığı bu provokatif adım, işte bu bölgesel ve uluslararası güç ilişkileri nedeniyle beklenen sonucu vermedi. Dolayısıyla Erdoğan kliğinin ve onun uluslararası efendilerinin savaş kışkırtıcılığı planı tutmadı. Ancak bunun böyle olması, aynı çevrelerin bu tutumlarını sürdürmekten ve ilerde de bu tür provokatif eylemlere girişmekten vazgeçecekleri anlamına gelmiyor.
Demek oluyor ki, özünde haklı bir nitelik taşımasına rağmen bugünkü konjonktürde 17 Şubat türü eylemlerin kural olarak Kürt, Türk ve bölge halklarının yararına olacağı söylenemez. Türkiye Kürtleri’nin önemli bir bölümünün ve hatta belki de daha çoğunun Batı’da yaşadığı ve tüm ayrımcı politika ve uygulamalara ve düşmanca kışkırtmalara rağmen her iki halkın önemli ölçüde içiçe geçtikleri biliniyor. Her iki halkın ortak tarihsel mirası (belli bir gerçeklik payı taşıyan şu demagojik “binyıllık kardeşlik” söylemi) da Kürt düşmanlığının köklerinin çok derin olmadığını, örneğin bu düşmanlığın asla bir Rum düşmanlığı ya da Ermeni düşmanlığıyla karşılaştırılabilecek düzeyde olmadığını gösteriyor. Öte yandan bu “pozitif” maddi gerçekliğin yanısıra şu “negatif” faktör de var: Her tür ve renkten Türk gericileri, Kürt halkına ve onları destekleyen ilerici ve devrimci güçlere karşı linç türü saldırılara geçmek için fırsat kollamaktalar. Bu hususlar ve AKP gericiliğinin Kürt düşmanlığını körüklediği dikkate alındığında Kürt ulusal hareketinin, 17 Şubat türü eylemlere istisnai durumlar dışında başvurmamasının çok daha doğru olacağını söyleyebiliriz.
Kesinkes reddedilmemek kaydıyla -o çok kullanılan deyişle- bir Kürt-Türk çatışmasını körükleyebilecek bu tür eylemlerden kaçınmak şu açıdan da doğru olacaktır: PYD/ YPG’nin Suriye’de İslami terör çetelerine karşı başarılı savaşı ve Rojava deneyimi, bölge ve dünya halkları katında Kürt halkına duyulan sempatiyi arttırmıştır. (Bunu, ABD başta gelmek üzere emperyalist devletlerin Kürt ulusal hareketiyle kurduğu ve her an tersine dönebilecek pragmatik ilişkiden ayırmak ve ayrı ele almak gerekir.) Dolayısıyla görünüm itibariyle, IŞİD, El Nusra Cephesi gibi İslami terör örgütlerinin eylemlerini andıran ya da anımsatan eylemler gerçekleştirmek, halklar katında duyulan bu sempatiyi zayıflatabilecek ve Türk gericileri başta gelmek üzere Kürt halkının düşmanlarının PKK/ KCK ve PYD/ YPG gibi örgütleri “terörist” olarak yaftalamasını kolaylaştıracaktır. Birileri bu uyarının temelsiz olduğunu düşünebilirler. Ama ben onlara, 13-15 Ocak 2008 tarih ve “Diyarbakır Patlaması Bağlamında PKK ve Eylem Çizgisi” başlıklı yazımdan bir bölüm sunacak ve durumu gerçek boyutlarıyla kavramalarına yardımcı olmaya çalışacağım:
“2003’de PKK Başkanlık Konseyi tarafından kurulduğu söylenen TAK (=Kürdistan Devriminin Şahinleri), özellikle –PKK’nın uzun süredir tekyanlı olarak sürdürdüğü ateşkese son verdiği- 2004’ten bu yana bankalara, otellere, benzin istasyonlarına, fabrikalara ve yabancı turistlerin bulunduğu tesislere vb. karşı, ölüm ve yaralanmalara da yol açan yaygın bir bombalama kampanyası yürütmüştür. PKK, TAK ile organik bir ilişkisi olmadığını söylüyor. Ancak bir dizi veri (bu örgütün A. Öcalan’ı sahiplenmesi, TAK açıklamalarının içerik ve üslubunun PKK’nınkilerden farksız oluşu, PKK’ya yakın sitelerin ve medya organlarının TAK açıklamalarına yer vermesi, PKK’nın TAK eylemlerini kınamaktan kaçınması vb.) bu örgütün, PKK’nın kamuoyu önünde açıkça savunmayı göze alamayacağı eylemleri gerçekleştirmek üzere oluşturulmuş özel bir birim olduğunu düşündürüyor. PKK’nın eski yöneticilerinden Nizamettin Taş’ın, bu yakınlarda görme fırsatını bulduğum 16 Mart 2006 tarih ve ‘Kani Yılmaz ve Sabri Tori’nin Anısına’ başlıklı yazısında ‘PKK’yi zorlayan eylemlerin TAK adına üslenilmesi gerektiğini, konseyde yer aldığım dönemde, yıllar önce birlikte kararlaştırmıştık’ demesi, bu görüşümü doğruluyor.” (Bu yazımın tümünü okumak isteyenler ona şu linkten erişebilirler: http://kutuphane.halkcephesi.net/Yazarlarold/Garbis/PKK%20eylem%20cizgisi.htm)
Gerek Abdullah Öcalan’ın ve gerekse diğer PKK/ KCK liderlerinin geçmişte buna benzer bir dizi açıklama yaptığı biliniyor. Ama 1984 sonrası dönemde Kürt ulusal hareketinin böylesi eylemlere nisbeten sınırlı bir düzeyde başvurduğunu da biliyoruz. Herhalde gelinen noktada PKK/ KCK, yaşanan deneyimlerden ders çıkarmış ve –ilke olarak reddedilmeyecek olan- 17 Şubat türü eylemlerin götürdüklerinin getirdiklerinden çok daha fazla olduğunu kavramış olmalıdır.
http://www.gelawej.net/index.php/yazarlar/garbis-altinoglu/2404-tak-ve-bayik-in-aciklamalarinin-isiginda-17-subat-eylemi
Vahşet bodrumunda kardeşi Orhan Tunç ile katledilen
Mehmet Tunç’un son sözleri:
“Biz direndik,diz çökmedik bizimle gurur duyun”
Kimligi DNA eslesmesiyle tesbit edilen Tunc’un cenazesi bugün Urfa’dan Cizre’ye gönderiliyor.
Mehmet TUNÇ’un vasiyeti : “Şayet biz infaz edilirsek, vasiyetimdir kimse cenaze törenimize gelip şov yapmasın. İstemiyorum.”
………………..
…………………..
Cizre Halk Meclisi başkanı Mehmet Tunç Cizre’deki katliama karşı halkı yardıma çağırdı ama halk gitmedi. Bundan kim sorumluysa onları tarihin yargısına bırakıyorum. Mehmet Tunç Cizre’li kardeşleriyle birlikte békes (sahipsiz) olarak ölüme yürürken, yüzümüze tek tek ayna tutarak hepimizi teşhir etti, acınası halimizi gözler önüne serdi. O ayna yaşadığımız sürece bize hep utancımızı ve suç ortaklığımızı haykıracak. Mehmet Tunç’un şahsında Cizre, Silopi, İdil ve Sur’a hesap vermeden ve bunun bedelini ödemeden halkı basın açıklamalarıyla gazını alıp sahte ümitlerinden peşinden koşturmak, siyaset konuşmak ve bir şey yapıyormuş gibi görünmek benim değerlerime göre lafazanlık, sahtekârlık ve alçaklıktır. Bu da benim kaldıramayacağım bir şeydir. Zemin dürüst siyasete kapalı.
Doğru sözün bir kıymeti yok. En iyisi hayallerimi ve acımı içime gömüp susmak. İşkenceli de olsa susmak. Hoşça kalın.
Mahmut Alinak
Mahmut Alınak arkadaş vicdanıyla yazmış ama kimseyi suçlamanın alemi yok. Kimse göz göre göre ölüm olan yere gitmez.
Alinak in yazisinin tamamini gondermedim, zaten kendisinin elestriside insanlarin ölüme sürülmesi sonra sahiplenilmemesi.
Doğru.
Gün bey, başkanlık anayasası ve(ya) erken seçim için RTE’nin planlar yaptığı belli. Bunları önümüze atmak için her yolu deniyorlar, deneyecekler.
Geleceğe projeksiyon tutmaya çalışırsak, HDP’yi desteklemeye devam etmeli miyiz? Çünkü RTE, bir erken seçimi kafasına koyduysa, HDP’yi yine baraj altında bırakmak veya parti olarak seçimlere girmesine engel olmak için her yolu deneyecek, deniyor zaten!
HDP, her şeye rağman, diktatörlüğe karşı bir yapı olma vasfını sürdürüyor mu? Bu konu hakkında izlenimleriniz nedir?
Fezlekeler onaylanırsa ne olacak? HDP’nin seyri ne olacak? ‘Selahattin Demirtaş çizgisi’ bu vakitten sonra ne olacak? Tecrübelerinize istinaden neler tavsiye ederseniz? Ayrı bir yazı ne zaman yazacaksınız?
Son taziye olayından sonra hdp’yi desteklenmesi gereken bir parti olarak görmüyorum, açıkçası. elbette fezleke meselesinde şahıs düzeyince savunurum ama benim açımdan hdp parti olarak bitmiştir, hiçbir hükmü yoktur. Eden bulur.
Nelerin nasıl yapılacağına en devrimci öncü anlayışı ile en iyisini ben bilir ve karar veririm anlamına gelen kadro hareketinin çizdiği mücadele pratiğine halkın katılımı yetersiz olup başarısız olmanın sorumluluğunun faturası halka kesilemez.Bu mücadele yöntemleri ve kararlarını alırken halka sormak aklına gelmeyenlerin halkın yerinede de ben bilir yaparım halk beni izlesin yeter anlayışının geldiği yer burasıdır.Kürt özgürlük hareketi ve türkiye toplumsal muhalefetinin politik örgütü HDP nin de bütün devrimci geleneklerin hastalığı olan en devrimci ÖNCÜ anlayışı hastalığını olumlu tüketemediğimiz sürece başarı siyaseti üretmemiz mümkün değildir.Zilelinin HDP bitmiştir desteklenmesi caiz değildir fetvası cübbeli tarzı olmuş HDP deki hastalık kendisindede var galiba kendini ne mok sanıyorsa desteklenmemesi gereken parti olarak ilan etmesi eneneenenenenn devrimci öncülüğünün kendine verdiği fetva yetkisinden olmalı.eklemeyi unutmuş chp MHP vatan partisini destekleyin öneriside yapabilirdi?sanırım ilerde yapacak amiri perinçek gibi hidayete ermek için biraz zamanı kalmış olmalı.Eksiği gediği ile bereketli toprakların özgürlükçü devrimci programı ve anarşizme toplumsal ekolojik kömünalizme en yakın parti HDP olduğunu unutmayın haziran başarısından sonra HDP cıvarında demokrasi bloğu oluşması kaçınılmazdır dikkat edin HDP dışındakı muhalif odaklarda ot bitmemesi hala biricik umut ve seçeneğin HDP olmasından kaynaklıdır.Ceberrut sistemin mağduru halkımız partisi HDP de karar ve uygulama süreçlerine katıldıkça daha az hata yapıp başarı siyaset pratikleri ile alternatif seçenek olacağından HDP nin eminim.
taziye rezaletini eleştirdin mi?
HDP’yi desteklemek modayken HDP’ci ol, yere düştüğünde ise dostça doğruyu göstermek varken bir tekme de sen at. Hayatının otuz senesini milliyetçi sosyalist olarak yaşamış sizin gibi birinin HDP’yi ilk hatasında satması gayet doğal. TKP’li, ÖDP’li dostlarınızla, Deli Gaffur yoldaşınızla bundan sonraki yaşamınızda başarılar.
Devrimci öncü anlayisi elestrisi. duyanda zannederki HDP asagidan yukariya örgütlenmis bir yapi. insan kendini bir kere kaptirinca…. tarikatlasmayi elestirmeyi retorik yapmis bir tarikat müridi olmak gibi birsey.
HDP disindakilerde ot bitmemesi.??Tasidiklari adlarla iliskilendirilmesi güç sloganlarlada olsa KP, HTKP lilerin, kapagi HDP ye atmis (kürt kitleselligine atmis) sola göre , belirli bir kitleyi çekip çevirdigini görmemk haksizlik olur.Bir anlamda basarililar.
ödp kurultaya gidiyor gönül istiyor yeni bir heyecan ve olusum
dogar diye aslinda bakildinda bu cok uzak bir beklenti olmadini
görebiliyoruz.
ödp ilk kurulusunda ki heyecan ve cosku aklimizda ve bana göre
türkiye sol,sosyalist hareket bir yol kaydet mistir o zamandan beri,12eylülün solu bir canavar gösterilmesinden kurtulmusizdir.tekrar halkin zihnine gimis durumundayiz ve yavas yavas anlasiliyor türkiye nasil bir kirli politika döndünü anlamsitir.gezi ille birlikte artik bir genc kitlede var bu genclik eglenmekten ve evrensel degerler sahip olan ve niyahet sesini cikaran bir olusum.ödp bu kiltlere acilabilirse güzel günler gelecektir 🙂 polonyada böyle bir olusum dogmus durumda niye polonyayi örnek gösteriyorum cünkü oradada bir otoriter bir rejime gecis sinyaleri ve anti demokratik uygulmalar basliyor.bizim genclerde zaman ille evrensel ve dünya kriterlerile yasamak isteyecektir,benim arzum hala bir adi sol parti olan diye olusumdan yana ama bu görevi ödp yapa bilirse gerek kalmaz yeni bir partiye.
Devrimci Hareketin tarihinde bir milattir bu.
http://www.etha.com.tr/Haber/2016/03/12/politika/halklarin-birlesik-devrim-hareketi-kuruldu/
HDP parti açıklamasında canlı bombacı taziyesini eleştirdiği bimiyormusun zileli?Siyasi hayatımızda her türden şiddeti rededden en samimi partidir HDP.Sizin bu sitede yaptığınız aslında kendi bildiklerinizin bile inkarına oturuyor.
Güneş balçıkla sıvanmaz bütün bunlardan HDP daha güçlenerek çıkar HDP yi kendinden başka hiç bir güç zayıflatamaz?????
açıklamanın linkini yollasana buraya.
bu link açılmıyor.
Bütün öncü Devrimciler burada:)
AÇIKLAMANIN TAM METNİ
Halkların Birleşik Devrim Hareketi adına Türkçe ve Kürtçe okunan metnin tamamı şu şekilde:
HALKLARIMIZA
Emperyalistler ve gerici ulus-devlet yapıları Ortadoğu’da yaşanan tüm kitlesel katliamların baş sorumlusudur. Emperyalistlerin Suriye’ye müdahalesiyle bölgesel savaş tüm insanlığı tehdit eden topyekun bir dünya savaşına doğru evrilmektedir. Emperyalistler ve yerli gerici faşist işbirlikçi iktidarlar bir yandan bölgedeki statüko, iktidarlarını ve hakimiyetlerini güçlendirerek yeniden kurmak için kendi aralarında kıyasıya rekabet ederken, diğer yandan ulusal, dinsel ve mezhepsel temelde halkları birbirine kırdırarak tüketmesi için de her türlü çabayı göstermektedir. AKP hükümeti emperyalistlerle birleşen ve çatışan çıkarları temelinde bölge halklarına karşı sürdürülen bu kanlı savaşta uluslararası ve bölgesel en kirli ittifaklar içerisindedir. Aynı biçimde ülke içinde de tüm halklarımıza karşı kanlı ve topyekûn bir saldırıya geçmiş durumdadır. Kendine yönelen tüm muhalefeti devlet terörü, sokak infazları, kitlesel katliamlar ve yaygın tutuklamalarla ezmeye çalışırken aynı zamanda Kürt halkına karşı da yüz binlik şehirleri tank ve top ateşiyle yerle bir ederek kitlesel soykırım uygulamaktadır. TC egemenlik sisteminin geleneksel, modern ve tüm gerici ve faşist güçleri arkasında toplayarak tüm muhalefeti ezmek ve tek parti diktatörlüğünü kurmak için çalışmaktadır. Bu kanlı ve faşist ittifakı da Kürt düşmanlığı üzerinden sürdürmektedir.
Bütün bunlar bir yandan halklarımız üzerinde ağır tahribata, acıya ve sömürüye yol açarken bir yandan da devrimci durumu olgunlaştırarak Halklarımızın Birleşik Devriminin önünü açmaktadır. Bugün bölgemizde ve ülkemizde devrim için imkanlar ve fırsatlar her zamankinden daha fazladır. Bu durum başaran bir devrimci öncülüğü acil ihtiyaç haline getirmiş bulunmaktadır.
Bu temelde dünyada ve bölgemizde ırkçı, dinci ve mezhepçi çatışmalar yükselirken bunlara alternatif olarak Rojava devrimi bütün gericilikleri reddeden ve tüm ezilenlere güven veren parlak bir umut ışığı olarak doğmuştur. Bundan dolayı Rojava ve birleşik olarak gelişen öz yönetim direnişi emperyalizmin olduğu gibi faşist AKP ve TC’nin de hedef tahtasındadır. Dolayısıyla bugün Rojava devrimini, Kürt öz yönetim direnişlerini ve halklarımızın Birleşik Devrim mücadelesini savunmak ve sürdürmek demek tüm ezilenlerin, emekçilerin, aydınların, demokratların ve tüm halkın can güvenliğini ve geleceğini savunmak demektir. Söz konusu bütün değerlere sahip çıkmak demek dünya halklarının geleceğini savunmak demektir. Bu düzen altında Türkiye’de hiçbir toplum kesiminin geleceği güvende değildir. Aleviler, laik demokrat kesimler, emekçiler, yoksullar, tüm muhalif güçler saldırı altındadır. Kürt özyönetim direnişleri kırılırsa AKP aynı saldırganlıkla ve acımasızlıkla Türkiye’deki muhalefeti kanla bastıracaktır.
Dolayısıyla Türkiye’de tüm ilerici, devrimci güçlerin ve emekçi halkın geleceği Kürt direnişinin geleceği ile iç içe geçmiştir.
Bizler Türkiye ve Kürdistan devrimci ve sosyalist güçleri olarak işbirlikçi faşist AKP ve TC egemenlik sistemine karşı silahlı mücadele de dahil tüm alanlarda ve tüm araç ve yöntemlerle devrimi yükseltmek için güçlerimizi Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde birleştirdik. Birliğimiz dışımızdaki tüm direniş güçlerine açık olduğu gibi oluşacak tüm mücadele ve eylemlerin de içinde olacak, destek sunacak ve ileriye taşıyacaktır.
Birleşik Devrim Hareketimiz emperyalizme, kapitalizme, şovenizme, faşizme ve ırkçılığa karşı halklarımızın demokratik ve özgür geleceğini kazanmayı hedefler. Sistemle bütünleşen faşist AKP’nin toplumsal dayanaklarıyla birlikte halkın devrimci gücüyle yıkılmasını zorunlu görür.
AKP hükümeti toplumla birlikte doğayı da imha etmektedir. Kadına ve gençliğe düşmandır. İşçi sınıfı ve tüm emekçiler üzerinde sömürüyü ağırlaştırıp, kölelik koşullarını dayatmaktadır. Tüm halk kesimleri üzerinde baskıcı ve katliamcıdır.
Halkların Birleşik Devrim Hareketi, AKP hükümeti ve TC burjuva devletinin saldırısı altındaki tüm bu güçleri eğitip örgütlemeye ve birleştirip mücadeleye seferber etmeyi esas alır.
Halkların Birleşik Devrim Hareketi ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum için, işçi sınıfı ve emekçilerin hak ve özgürlüklerinin elde edilmesi için, Türkiye’de halk iktidarını ve Kürdistan’da demokratik öz yönetimleri kurarak halklarımızın özgür geleceğinin kazanılması için mücadele eder.
Halkların Birleşik Devrim Hareketi, faşizm ve gericilikten zarar gören herkesi başta kadınlar, gençler, işçiler ve emekçiler olmak üzere tüm ezilen halk kesimlerini özgürlük, demokrasi ve halkların kardeşliği için örgütlenmeye, birleşmeye ve mücadele etmeye çağırır.
Eğer önlenmezse mevcut durum kaçınılmaz olarak daha kanlı bir diktatörlüğe doğru gidecektir. Bu gidişi engelleyecek hiçbir düzen gücü ve kurumu kalmamıştır. Bu gidişi yalnız ve yalnız halkların birleşik direnişi ve devrimi önleyebilir. Ya daha kanlı bir diktatörlük kurulacak ya da halklarımız örgütlenip silahlanarak cihatçı faşist AKP çetesini dayanaklarıyla birlikte yerle bir edecektir.
Faşizm yıkılacak, halklarımızın birleşik devrimi kazanacaktır.
Faşizmi halklarımızın birleşik devrimi ile ezeceğiz.
HALKLARIN BİRLEŞİK DEVRİM HAREKETİ
(TKP/ML- PKK- THKP-C/MLSPB- MKP- TKEP/LENİNİST- TİKB- DKP- DEVRİMCİ KARARGAH- MLKP)
“Korkunun karşısındaki sihirli sözcük direniştir”
http://t24.com.tr/haber/kongra-gel-es-baskani-remzi-kartal-ozyonetim-ilanlari-olmasaydi-hdp-1-kasimda-baraji-asamazdi,329540
Yazıyı muhakkak okumanızı öneririm.
HDP’ye hak ettiğinden fazla sorumluluk yükleyen bir yaklaşımı ifade ediyor yazınız. Bu yaklaşımda aşırı iyimser bir siyaset anlayışı rol oynuyor sanırım.
Her burjuva siyasetinin ikili bir karakter taşıdığını öncelikle teslim etmek gerekiyor. Burjuva siyasetinin bir legal bir de illegal yönü vardır. Tıpkı kapitalist toplumda ücretli iş ile boş zaman arasındaki çelişki gibi ya da bir metanın satış fiyatında hem kar hem de maliyet gideri olması gibi…
Bir siyasal hareketin legal yönü, yasalarca sınırlanmış ve hukuki olanı tanımlar. İllegal yönü ise yasaları çiğnemeden iş göremeyen bir yapıya gönderme yapar (akp’nin legal bir parti olması ancak illegal olarak da Ortadoğu ve sunni coğrafyada selefi örgütleri desteklemesi, onlara silah sağlaması, işide kalkan olması vb.gibi, ya da tc ordusuna bakarsak tsk legal tarafıdır bu işin ancak onun bir de illegal yapılanması vardır (tarihte karakol örgütü, teşkılatı mahsusa, yakın geçmişte jitem, şimdilerde kürdistanda görülen siyah cipliler vs.) MHP’nin silahlı kanadı onun jitem eskisi silahşörleri, mafyatik ağları, ortaasyaya uzanan türkmen cephesidir. CHP zaten eli kanlı bir silahlı tarafından kurulmuş, devletin legal görünümü idi. Asker sınıfın partisiydi (80 darbesiyle kadem kademe devletten tasfiye edildiler. Yazarları, çizerleri suikaste kurban gitti (uğur mumcular vs.), İslamcılık tehdidini özellikle sol kanatları erken fark etti. Çünkü devleti biliyorlar ve ellerinden sessizce kayışına şahit oluyorlardı ve bu noktada kürtleri yanlarına almanın zaruriyeti ve aciliyetini fark ederek onlara yer açmak durumunda kaldılar)
HDP de keza böyledir. Arkasında bir örgüt desteği ve silahlı kanadı barındırmadığı zaman kesinlikle mağlup olmaya mahkûmdur. Öncelikle burjuva siyaset zemininde hareket etmek durumundadır. Bununla birlikte büyük ölçüde ezilenler üzerine söylem geliştiren bir siyasi partidir. Kürt hareketinin legal kanadıdır. Bu açıdan hareket zemini de yine yasal sınırlar çerçevesinde olacaktır. Bir siyasi partinin temsilcisi, kitlesi olarak silahsızlardır. Kendilerini en fazla pasif direnişle savunabileceklerdir.
Ancak bizler tarihten biliriz ki sınıfımızın siyasi varoluşu hep engellenmiş, yasaklanmış, öncü unsurları illegaliteye zorlanmış, kadroları tevkifata uğramış, işkenceden, darağacından geçirilmişlerdir. Bu açıdan sınıfımızın zaten legal olarak siyaset yapabilmesinin koşulları neredeyse yoktur (Yani bir ingilterenin labour partisi gibi bile kurumsallaşması zor) Ancak belli tarihsel momentlerde bu duruma sistem alan açmak durumunda kalmaktadır (solun kitleselleşmesi karşısında 70 lerin CHP sinin sola kaymasına göz yumulmak zorunda kalınması gibi, 2000 sonrasında da kürtlere yasal zeminde alan açılması kaçınılmaz olmuştur.)
Bu durumda solcu, ezilen ve sosyalistlerin silahlı bir kanadı olmak durumunda mıdır? Bunun koşulları ve zemini nedir? Sorulması gereken soru bu…Bu soruna odaklanmak gerekir. Bence sınıfımızın en büyük silahı “direniş”, “dayanışma”, “grev” yani onun örgütlü gücüdür. Ancak bu gücünü büyük ölçüde uğradığı devasa kıyım ve yıkımlarla (80 darbesi gibi) kaybetmiştir. Bu da yetmezmiş gibi, toplumun kendisi neredeyse bir hapishaneye dönmüş, f tipleri, güvenlikleştirme (2001 sonrası kamera sisteminden tutun da her türlü biyo kimlik politikası) vs. ile bugün geldiğimiz nokta sistem dışı alanların muazzam daraldığı gerçeğidir. Yani otonom bir direnişin imkanları paramparça edilmekte ancak burada sınıfımızın gelenekleri ve gücüyle kimi patika ve yarıklar açılabilmektedir. Benim hendek ve ya barikatlarda gördüğüm gerçeklik budur.
“Şimdi, özgürlük şarkılarıyla bir yıldır gönlümüzü fetheden HDP’nin öldürülüşüne tanık oluyoruz ne yazık ki. Üstelik onu hem düşmanları hem de dost bildikleri ve hatta kendi bünyesinde yer alanlar el birliğiyle öldürüyorlar.”
HDP’nin öldürülmesi mevzu bahis değil, HDP’nin tarihsel rolünü tamamlaması en fazla söz konusu olabilir. Burada akp nin temel stratejisi hdp yi şiddetle özleştirerek onu baraj altına itmek. Ancak buradaki temel dinamik sadece türkiye matrisinde belirlenmiyor. Yani suriyedeki gelişmeler, mülteci kriziyle birlikte topyekün bir analiz yapmak lazım.
“diğer yandan PKK, bu savaşa savaşla karşılık vererek, hiçbir gerçekleşme koşulu olmadığı halde “özyönetim”ler “ilan edip” şehir ve kasabalarda, kesinlikle geri çekilme ve kendini koruma koşullarının olmadığı ortamlarda, gerilla savaşının bile mantığına aykırı bir şekilde hendek kazıp hem gençleri hem de buralarda yaşayan halkı canavarın ağzına iterek; bununla da kalmayıp, HDP’nin “parlamentoyu işletmediği” türü haksız eleştiriler yönelterek el birliğiyle HDP’yi kıskaca aldılar.”
Kürtlere eziyet etmek için devletin ihtiyacı olmayan şey gerekçedir. Burada yanılıyorsunuz. Kürtler akp stratejisine gelmedikleri , yani akp ye oy vermedikleri için cezalandırılıyor. Burada hendek ve barikat meselesi yok. Bu hendekler daha öncesinde de vardı. Fiili olarak pkk nin kontrol ettiği bölgeler zaten buralar. Devletin esamesinin kaymakamlık binası, askeriye vb. resmi dairelerde okunduğu ancak gerisinin aşiret, kürt siyaseti ve kaçakçılık dengesinde örgütlendiği bir toplumsal hayattan söz ediyoruz.
“AKP’nin bu sonucu elde etmesinde PKK ve MHP’nin politikaları belirleyici oldu.”
Akp ve pkk yi aynı janusun farklı yüzleri olarak görmek fantazmasına diyecek sözüm yok. Her fantastik öge gibi dikkat çekici ve muhakkak alıcısı olur.
“Ve ölüm anına geldik: “Ankara saldırısını gerçekleştirdiği iddia edilen TAK üyesi Abdulbaki Sönmez için Van’da taziye evi kuruldu. Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenler Derneği’nce kurulan
taziye evini, HDP’li Tuba Hezer ile DBP ve HDP’liler de ziyaret etti.”
Ölen askerlerin cenazelerine katılmalarından daha gerçekçi bir iş yapmışlar. Bu, en azından kendileri açısından tutarlı bir durum, ve bunu eleştirecek bir pozisyonda da kendimi görmüyorum. Aylardır kürt coğrafyasında sizin de belirttiğiniz gibi “nazi” ötesi bir şiddet var. Burada heralde bireysel anarşist eylemleri hele hele askeri bir araca yönelmiş eylemi filistin direnişinin yöntemlerini salt “terörist” olarak yaftalamak fazla kolaycı bir çözüm olur.
“Bence o taziye çadırının yanına bizzat HDP için de bir taziye çadırı kursalarmış iyi olurmuş.”
HDP’nin hergünü taziye, ölüm, işkence, tevkifat vs. ile geçiyor. HDP ‘ ye değil ancak türkiyenin hala kendi kabının dışına çıkmaya yeltenmeyen solcularına, kürtlerle dayanışmayan kesimlerine bir fatiha okumak sınıfımız için daha hayırlı olabilir.
TAK üstlenmeden önce EMEP li Mustafa YALCINER:
Mahir Kaynak `kimin iisine yariyorsa o derdi^. Kimin isine yariyor? Ne ABD nin ne Rusya nin, ne Esad in ne YPG nin.
Bakin Y.Safak Iran Ida katip^hepsi ortak diyor^.Ama hic biriniin isine yaramiyor.YPG ile sorunlu olan tek bir aktör var.
(Mustafa YALCINER , Ozgür Gündem,20.02.2016)
TAK saldiriyi üstlendikten sonra Mustafa YALCINER:
zzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz
Iste böyle birseydir HDP ye kapagi atmak. bu arkadaslar (EMEP liler) cepte keklik olmamakla övünürlerdi , gülesi geliyor insanin.
simdi Halklarin devrimci hareketinin bilesenlerine bakiyorum. Gelecekte cok hos seyler olacak cooook:) Biji serok Apo ortami yumusatinca ne diyecekler merak ediyorum:) cook eglenceli seyler yasayacagiz coook.
HDP nin taziyeyi elestirdigi aciklamasini israrla bekliyoruz Sayin Ozgürlükcü yoksa hayal görecek kadar cosmus bir murit olmaktan uyduran bir murit olma asamasina gecmis oldugunuzu dusunecegiz.
Aman ödp Kurultayi da bir Yariltay a dönüsmesinde …Bikti Zileli yazmaktan.
Aslında kendi metafizğiniz içinde sallanıp duruyorsunuz, Gün Beye ek olarak bazı yorumcuların ısrarla haklı çıkmaya çalışması hakikate dokunmalarından değil, aksine zayıf ama kibirli olmalarından kaynaklanıyor. Bunu da taziye konusundaki tavırlarından görüyoruz. Bi kere ölüm, ölen kişiye olan yakınlığınıza bağlı olarak gider veya gitmezsiniz. Kendi metafiziğiniz içinde istediğiniz kişiye terörist deyip istediinize kahraman diyorsanız, başka bir metafizikte de bu kural geçer. Zekanızı bildiğiniz şeye kadar yükseltip yine kendinizi doğrulamaktan ve kendinizden yana olmaktan başka bir iş için kullanmadığınız açık… Kaldı ki metafiziğinizin anlamsız olduğunu nerden anlıyoruz: siz ki biyo-politiğin uygalınışının basit bir örneğisiniz. Eğer “ölüm” yaşam karşısındaki yegane ve tek negatif güç ise, ona karşı yaşamdan yana olmak için gerekçeye ihtiyaç olmaz. Üstelik bu metafiziğin hiç değil aksine Fiziğin yani Yaşamın konusudur. Sizin aklınız, “terörist gitti kendini patlattı” diyor ama şunu söylemiyor: savaş mekaniği içinde işlerin ve güçlerin durumlara ve pozisyonlara göre nasıl anlam değiştirdiğini hesaba katmıyor, ve de eylemi yapanların ifadelerine de değinmiyor… Ben sizin söylediklerinize hiçbir değer vermiyorum, taziyeye niye gittiler gibi bir detaya takılacağınıza bu yazının en başına gidip incelik zariflik ve saygının orda eksik olduğunu görürsünüz. Harper Lee diye bir yazar öldü denilerek değersizleştiriln güncel bir olaya değiniliyor ve sonra yazı başlıyor. Oysa doğrusu bu değil, tamam bu yazar ölmüş ama o daha dün yaşıyordu ve tamamen canlıydı, ona bir iki saygı cümlesi de yapılabilirdi. Çünkü yazı kendi konusuna öyle çabuk koşmak istiyor ki bu taze olayı ezip geçyor, tek kelimeyle saygısızlık. Şunu söylemek gerek sizin klavyede isimleri yazdığınıız ve değersizleştirmek için birbirinizle rekabete girdiğiniz bu kişiler henüz ve tamamen ölmediler… Foucaultdan bu yana daha çok yaşam demeliyiz, onun şu cümleleri ne çok şey söylüyor: “Nietzche’den beri biliyoruz ki değersiz görme bir bilgi aracıdır ve alışıldık değer hiyerarşileri sarsılmadan bilginin sırları ifşa edilemez.” Daha dün İthaki denen yayınevinin Virginia Woolf için yazdıkları ortada. Bi de buna biyografi diyorlar, diyelim ki öyle o zaman durum daha vahim, çünkü “biyo” en baştan beri “yaşam” demek ve size harf bilgisi verildiği diye her cümleyi basamazsınız. Birine yazar diğerine terörist deyip yaşamı onların şahsında değersizleştiremezsiniz. Ve kafanız çalışıyor diye aklınızı siz sürüyor değilsiniz. Biraz daha dikkat yaşama… ölüm belki sandığınız şey ama yaşam asla sizin sandığınız şey değildir, o sizden önce de vardı sizden sonra da olacaktır. Sizin “terörist” dediğiniz bombacı ölümü icat etmedi ama “özgürlük” denen şeyi de icat etmedi…
sevgili özgürlükçü…
bu meseledeki yalpalamaların farkında olmalısın. Kafa karışıklığının. Tutarsızlığın. Parti içindeki “bölünmenin”..
Londra’da da o zavallı bombacının posterleri taşındı..
*
Demirtaş kınadı ama.. bu resmi kınama mesajları ile çelişen tutumlara net tavır gösterilmedi. Bence o milletvekili ya ikna edilecek, samimi biçimde “günah çıkartacak” ya da partiden atılacaktı…
Bir yanıyla da önemli değil; burada tüm ölüler, katliamlar unutulur; kurbanlar da, katiller de…
Sonuçta hepimiz bu toprağın şiddete tapan evlatlarıyız; en acımasız, en zulümkâr olanlar kazanır!
Devlet ve PKK arasındaki siyasal şiddete ait “felsefe” de fark bence yok; sonuçları itibariyle nicelikseldir! HDP de arada harcanacak bir politik araç…
PKK mazlum bir halkı temsil ettiği için “hoşgörülüyor.” daha kolay bağışlanıyor…
ogürsel’e cevaben….
“Devlet ve PKK arasındaki siyasal şiddete ait “felsefe” de fark bence yok; sonuçları itibariyle nicelikseldir! HDP de arada harcanacak bir politik araç…
PKK mazlum bir halkı temsil ettiği için “hoşgörülüyor.” daha kolay bağışlanıyor…”
Devletin uyguladığı şiddet sınıfsaldır evet. Şiddet onun için vazgeçilmez ve onsuz yapamayacağı bir şeydir. Bu şiddetin kurbanı öncelikle kadınlardır, ev içine hapsolmuş, varoluşları bir eril figürün otoritesine biat etmekten öteye geçemeyecek olan kadınlar- eğer ücretli bir işi ve sosyal güvencesi yok ise. Kadınların günümüzde bile bir köle gibi satılabildiğine şahit oluyoruz, küçük kız çocuklarının evlendirilmesinin devlet tarafından “geleneğimizde var” diye normalleştirildiğine hatta…
Devlet şiddetinin kurbanları yine önemli ölçüde emekçilerdir. Onlar işverenin ona sunduğu hayat dünyası kadar var olabilirler. Bu dünyada ise iki şekilde var olunabilir. Ya çok çalışarak rezil ve sefil bir hayat sürersin ve bunun sonucu alkolik, sınıf düşmüş ve bedenen ve zihnen yıpranarak iş göremez hale gelirsin. Ya da sınıfa ihanet ederek patronun ihbarcısı, ispiyoncusu, yalakası olarak rezil biri olarak yaşarsın. Her iki durumda da rezil bir insan olacaksın. Devletin gözetiminde polis-mafya-şirket-sendika dörtlüsünde kendine yer edinebileceğin bir hayat ikincisi.
Devlet şiddetinden geçen unsurları bir hiyerarşiye tabi tutacak olursak önce etnik azınlıkların geldiğini, sonrasında da bizzat sınıfımızın asli unsuru olan emekçilerin ve nihayet sınıfımızın öncü devrimcilerinin geldiğini görebiliriz.
Buradaki şiddetin fiili boyutu yanında bir de görünmeyen boyutu vardır. Bu boyut ise sınıfımızın gençlerinin gün be gün geleceksiz bir toplumda ümitsiz, sersefil yaşama kendilerini alıştırarak nihilizm batağına saplanmasını içerir. Bu nihilizm ise kendisine akacak mecraları eğer bu mecrayı sol dolduramazsa lümpen sağ siyasetlerde ve linç kültürünü gelenekselleştiren kanallarda bulacaktır.
Devlet şiddeti sınıf olarak dayanışma olanaklarımızın ve kendimize has bir dayanışma dilinin kökünden koparılmasını içerir. Her soruna “hayırlısı, inşallah olur, maşallah, kesinlikle öyle” gibi tamamıyla geçiştirici ve esasında bir konuşulmayan dil olarak cevap verir ve bu alışkanlığı sürdürürüz. Düşünmeye alan açmayan, laf hürriyetini doğduğu yerde boğan, üç işçinin yaptığı eylemi bile akıl almaz bir şiddetle boğan, yetmeyip sınıfımızın lümpen unsurlarını milliyetçi güruhlar halinde üstümüze salan bir şiddettir bu…
Bu şiddetin kaynakları elbette kapitalizmin inşa sürecinde aranmalı… Otonomisi elinden alınan küçük mülklüler, zaten varoluşu itibarıyla sessizleştirilmiş mülksüz milyonların ezile ezile, bedel ödemesiyle modern hukuk sınırlarına ittirilen bir devlet ve onun şiddetinin sonucu doğan ezilen ulus milliyetçiliği ile bezenmiş ve modern hukuk sınırlarına aşan bir yarı-devlet ile karşı karşıyayız…Bence p.kk nin şiddetini tüm bu ontolojik zemin üzerinde düşünmek gerekir. Yani p.kk nin katlettiği ve yine sınıfımızdan olan unsurlar, sadece toplumsal ilişkileri daha iyi bir gelecek adına ters yüz etme konusundaki kararlılığımızı perçinlemeye yardımcı olmalıdır. Ölenlerimiz için yas tutmanın sırası değil…Sınıfımızın kararlı ve özgürleştirici dinamiklerini sığ ve uçsuz bucaksız tartışmalarla heba etmek için harcayacaksak, yarın bir gün kapı komşularımızca bizzat yurdumuzdan edinmeye katlanmak ve yersiz yurtsuz özneler olarak bu şiddet diyalektiğinde salınmaya mecbur kalmak durumunda olacağımızı dikkatinize sunarım.
Ezcümle kimse bu memlekette bana solcular adam öldürüyor dedirtemezsiniz noktasında olmak durumunda değiliz. Ancak hasımlarımızdan öğrenecek çok olmasa da bazı şeylerimiz var diye düşünüyorum.
Tayyip gidecek de totaliter “solcular” mı özgürlük getirecek?
Yüzde 65’i sağcı, dinsel tutucu, yüzde 5 okur yazar bir toplumda kurulacak “sol” devlet, Stalin’in devletinden farklı olabilir mi? Ekonomik süreç nasıl olabilir; devlet kölesi bir işçi sınıfı dışında seçenek bulabilir mi?
Ne mutlu; retorik de hazır; Stalin’in ve benzerlerinin sözlerini kes-kopyala-yapıştır; haykır…
Bu “19. yy Avrasya sosyalizmi” iflas etmedi mi?
Yeni bir despotik sınıf için bu kadar tantanaya değer mi? Yeni patronlar, yeni zalimler için…
Alıştığımız zalimler yerine!
Eger Ankara eylemini bir sol örgüt yapmis ve kendince gerekcelendirmis olsa idi, hem HDP bilesenleri hem Pkk,hem Ocalan, o sol örgütün ne provakatörlügünü birakirdi, ne bilmem kimin ajani olmasini.
Eyyy halklarin birlesik devrimci hareketi yada hdp bileseni olmayan sol , saldiri ve dayaklara hazir olun:)
ipch…
PKK’ya devlet örgütü verilse.. Ne yapar? Yanıtı belli..
*
Kadınlar, emekçiler, gençler üzerine yazdıklarınız..Tümüyle katılıyorum.. Bence de somut, nesnel gerçeklik bu..
Ama ne acı ki, ben “dayanacak” bir işçi sınıfı göremiyorum. İşçi sınıfı adına mücadele eden samimi, dürüst, özgeci insanlara büyük saygım var.. Ama arkalarında bir sınıf yok; sınıf bilincinde devrim yapılabilecek bir halk yok…
Hala “sınıf” olarak kendilerine “milliyet”, “mezhep” seçmiş ezici bir çoğunluk var.. Zihniyetin değişmesi çoğu kez bir kuşak gerektiriyor!
Ve zaten sol’u da şiddete sürükleyen bu “yalnızlık.”
Bu sebeple “özgürlükçü sosyalizm” öncesi “ara döneme” ait (ki, bu belki şimdilik en olağanüstü iyimser bakışla önümüzdeki en az 20-30 yıl; belki de 50!)
toplumsal siyasal biçimler üzerine de kafa yorulmalı diye düşünüyorum…
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/486330/Canli_bombanin_taziye_ziyaretine_HDP_den_aciklama.html
ozgurlukcu , attiginiz linkte HDP nin taziyeyi elestirmesine rasrliyamadim ben. siz her okudugunuzu böyle kavriyorsaniz. doktora ihtiyaciniz var.
ve geldik yeni bir katliama daha…
düşünelim…
bu katliam..
Cizre’de, Sur’da o işlenen cinayetlerin yanıtı mıydı? Bilmiyoruz! Olabilir mi? Hayır diyemiyoruz!
Çok insanın ciğeri yandı; yapılan zalimlikler karşısında “nasıl olursa olsun” bir intikam hırsı ile çılgınca da olsa bir “cevap” verme arzusu uyanmış olabilir; savaşın mantığı ve kâğıt üzerinde.. bu anlaşılır!
ama.. ama..
orada ölenler arasında bu zalimliklere karşı yüreği yananlar yok muydu?
hayatı boyunca zalimlerin suç ortağı olmamış bir kaç insan yok muydu?
Kürt, alevi yok muydu?
yalnızca evladını seven, hakkaniyet içinde yaşamaya çalışan erdemli insan yok muydu?
Kaç kişi öldü; kaç insan kalan hayatını sakat, ölümü arzulayacak yılları yaşayacak?
*
bence bu tür
İntihar bombacılığı faşist, tahakkümcü, psikopat bir siyasetin savunabileceği bir yöntemdir.
İnsan hayatını değersizleştiren her savaş yöntemi, o “ideoloji” ve “davayı” da değersizleştirir; çürütür.
Bu yöntemle olur da “kazanılmışsa”, kazanılan her ne ise bu “psikopati” döner, o toplumu da vurur; psikopatik bir toplum düzeni içinde kurulacak bu iktidarın “türdeşlerine” yönelik cinayetleri bile bir kutsallık halesi altında gerçekleştirilir…
*
İntihar bombacıları ile Pirus zaferleri kazanılır; zaferi kazananların cesetleri gömülmedikçe o zafer, hiç bir zaman hiç kimse için zafer sınıfına giremez…
Çılgın bir cinayet, katliam yarıştırmacasının, bilinen deyimle, cehennem kapılarının herkes için ardına kadar açıldığı utanılası bir savaş haline gelir…
Zalimler kadar zalimleşebiliyorsan, canavarca saldırılara, canavarlaşarak karşı çıkıyorsan… yalnızca bir “görünüm” olarak mazlumsun.. O zalimle aynısın…
*
İnsanlığın çektiği acı bu gezegene sığmaz… Onbinlerce yıldır.. İsyancılar, zalimler kadar zalimleşebildiği içindir ki bu kısır döngü sürüyor…
Çekilen acı intihar bombacılığını haklı kılsaydı, binlerce yıldır kadınlar çektiği acı ile “olur da” gezegeni patlatsalar haklı olurlardı!
*
Tümüyle askeri olmayan, tek bir “sıradan” insanın hayatına mal olabilecek bir intihar bombacılığını savunmak, bence devletçi, tahakkümcü, sömürücü bir egemenlik arayışının parçasıdır; kanıtıdır….. ve bağışlanmaz bir insanlık suçudur.
Bence… Reyhanlı, Suruç ve 3 Ankara katliamı… Hepsi de devletçi, tahakkümcü, mafyatik katil “aynı” şeflere hizmet eden (tarafı fark etmez) eylemlerdi…
Eğer bu katliamın kendisi tarafından yapıldığını reddetmezse PKK, halk düşmanı bir örgüt olduğunu açıkça ilan etmiş olacak.
Eski milletvekili ve yazar Hüseyin Aygün, Ankara’da yaşanan katliama ilişkin Cemil Bayık’a 3 soru yöneltti.
Aygün’ün sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama şöyle:
Cemil Bayık, Times’a, ‘Türkler Kürt kentlerini yağmalayıp yıktılar, intikam hisleriyle doluyuz, gerillalarımıza intikam çağrısı yapıyoruz, her emir meşrudur’ demiş.
Birincisi, ‘Kürt kentlerini yağmalayıp yıkan’ Türk halkı değil, AKP ve onun polis örgütü ve askeri liderliğidir. Yoksul ve kardeş Türk halkını zan altında bırakamazsınız.
İkincisi, AKP Sur’da masumları katlediyor diye, siz Ankara’da ODTÜ’lü öğrencileri, dershaneye giden liselileri, kadınları, çocukları mı katledeceksiniz? O halde, siz AKP’yi taklit ediyorsunuz.
Üçüncüsü, ‘İntikam’, ‘her eylem meşrudur’ sözlerinizle, siz Kürt sorununa çözüm mü arıyorsunuz, yoksa 7 Haziran’da Saray’da planlanan Türkiye’nin kaosa sürüklenmesi senaryosuna katkı mı yapıyorsunuz?
Kızılay’daki saldırı Sur’da yapılandan bin kat daha vahşidir, büyük bir insanlık suçudur.
Katliami reddetse inanacakmisiniz Zileli ?
Özgür Gündem’de Hüseyin Ali müstear adıyla köşe yazısı yayımlanan Mustafa Karasu, “Ankara’da Çevik Kuvvet Polislerini hedefleyen eylemden sonra AKP iktidarının ‘ezeceğiz, yok edeceğiz’ söylemleri, kirli savaşın daha da şiddetleneceğini ve sivil katliamların Cizre, Silopi, İdil ve Sur’da olduğu gibi pervasızca gerçekleştirileceğini ortaya koymaktadır. Bu gerçeklik bile faşist AKP iktidarına karşı oluşmuş HBDH’nin ne kadar doğru zamanda ilan edildiğini ortaya koymaktadır.”
anonim 122 kimliğini açıklamasan zileli olduğunu düşüneceğim açıklamaları nerenle okuduğun belli olmuyor son ankara bombasındada HDP açıklaması aynıdır HDP siyasi hayatımızda her türden şiddeti reddedip demokratik siyaset yapan tek partidir demokratik siyaset araçlarından başka bir aracı olmayıp demokratik siyaset yapması bile engellenip komple hemen bütün yönetimleri tutuklanmış tek partidir HDP nin senin gibi efendi hizmetkarlarına ihtiyacı olmadığı gibi iftira saldır ve itibarsızlaştırmada ırkçı faşistlerle bu seviye ile yarışamazsınız onlar hiç olmasa yerlerini inkar etmeden bu hizmeti görüyorlar senin gibi anonnimanonimgiller kendini solcu sannedip yada satıp efendiye bu hizmeti yapıyorsunuz devam edin insanlık tarihinde toplumsal muhalefetin politik örgütleri devlet-iktidar ve her türden hegemonya hizmetindekilerin saldırılarından daha güçlenerek çıkar efendiniz bize zarar veremezken kendini gizleyen yalamalar hiç bir şey yapamazsınız HDP yi arayacak günleriniz yakındır???????
Almanyadan özür dileyen Cemil Bayik Türk halkindan da özür dileyecekmi?
PKK ve HDP deki bazi beyinler ciddi ciddi, cok kan dökülürse bir kürt türk savasi cikarsa yugoslavya tipi bir mudahale olur diye hesap yapiyor. inaniyorlar buna
Biri bu aciklamayi aciklayabilirmi?
Mustafa Karasu, “Ankara’da Çevik Kuvvet Polislerini hedefleyen eylemden sonra AK Parti iktidarının ‘ezeceğiz, yok edeceğiz’ söylemleri, kirli savaşın daha da şiddetleneceğini ve sivil katliamların Cizre, Silopi, İdil ve Sur’da olduğu gibi pervasızca gerçekleştirileceğini ortaya koymaktadır. Bu gerçeklik bile faşist AKP iktidarına karşı oluşmuş HBDH’nin ne kadar doğru zamanda ilan edildiğini ortaya koymaktadır” ifadelerini kullandı.
`Eğer bu katliamın kendisi tarafından yapıldığını reddetmezse PKK, halk düşmanı bir örgüt olduğunu açıkça ilan etmiş olacak.`
Red ediyor zaten PKK degil TAK yapmis olabilir diyor.
Bati basinina demec vermis bir kandil sakini, Türkiyenin Saddami Erdogandir.
Iste politikalari bu. akillari sira dis mudahale sagliyacaklar. Akil bu zeka bu ahlak bu.
neden inanmayayım. Ama yapmayacaklar bu açıklamayı, tam tersini yapıyorlar zaten şu sıra.
açıklama şu: Daha fazla sivil kanı dökeceğiz demek istiyor.
şaka mı yapıyorsunuz. TAK yaptı deamenin ben yaptım demekten farkı yoktur.
Özgürlükçü..
seni anlıyorum; “devlet” ve PKK, HDP’yi bu kör savaşın içine çekmeye çalışıyor..
HDP’nin PKK reddiyesi ile devlet HDP yi bir günde bitirir! Kabul ediyorum.. Bir çok HDP’linin içine sinmese de.yutkunmak zorunda kalıyor.. “Batının”, acımasız, zehirlenmiş yığınları HDP’yi “yalnız” yakalasa topluca linç eder!
Alçakça, adaletsiz, tümüyle “belden aşağı” siyaset koşullarında …
HDP’nin gidecek yeri yok! Bu olgu, bu toplumun suçudur; HDP’nin değil…Bulunduğu “mevziyi” savunmak zorunda.. Ama kolay değil.. İki acımasız yapı arasında; yalnızca halka sığınabilir ve halk.. aciz.. milliyetçi..
Hdp’nin yapması gerekeni bir sosyalist hareket yapmalıydı; güçlü bir sosyalist hareket yok… Yazık ki…
İki milliyetçi “şahin” taraf arasında “slalom” yapıyor…
“Güvercin” gibi indirecek devlet.. fırsat kolluyor…
*
Nasıl ki RTE çürümüş bir toplumun temsilcisiyse, HDP’de “barışçı-sol” damarın temsilcisi.. ama.. bırakmıyorlar; bırakmayacaklar.. Devlet HDP’nin Kürt milliyetçisi, silahlı bir örgüt olmasını istiyor… Ki infaz etsin…
İşi zor…
Bu “tutarsız” sürüklenişi aklı başında insanları sevindirmiyor..
Ve belki yargılamak için erken…
Savaş’a da itirazım yok.. ama bu intihar bombacılığı konusunda netleşmeleri gerekir.. Dilerim bu konuda zaman kaybedilmez…
Kürt Halkı için de, kuracakları “özgür” bir dünyanın “felsefesi” bu “seçimle” şekillenecek..
*
İspanyol faşistlerinin sloganıydı.. “Viva la muerte”
Yaşasın ölüm!
Ölümü yüceltenler faşistlerdir ve intihar bombacılığı tam da budur…
Faşistlerle “solun” arasında bir fark olmalı değil mi?
İnsanlar ölerek de olsa yaşamı yüceltmeli…
Bak, 10 Ekim Ankara katliamında ölen güzel bir delikanlının dostu da son katliamda öldü…
O intihar bombacısı zavallı, kendini kaç kez öldürmüş oldu bu katliamda… En derin ideallerini de katletti mi, kendisiyle birlikte nice masumu da mahvederek…
*
Toplum çılgın, aklını yitirmiş bir sürece sürükleniyor… Bu koşullarda tutunulacak en sağlam dal, sağlam, tartışılmaz “insanî” ilkelerdir…
Yoksa herkesin hali harap…
ozgürlükcu sen dusnmuyor yazmiyorsun kiraat ediyorsun. her yazdiginin sonuna amiin yada sadakalahul aziiim ekleyesim geliyor.
ogürsel ve sayin zileli olup biteni anlamaya calismak yerine ahlak zaptiyeligi-ahlak yargicligi yapmaya devam ediyorlar. kürt ulusal hareketi sempatizanlarinin yaptigi belli olan ankarada ki intihar eylemi ne anlama geliyor?
-son olarak cözüm sürecinde uzlasmaya calisan türk ve kürt milliyetciligi radikal bir kopusu yasiyor. kürt halki icinde ulusalci-milliyetci ideoloji, türk halki icinde ise irkci-fasist ideoloji yayginlasiyor. kürt hareketinin batida ki eylemlerine paralel olarak irkci-fasist türklerin kürtlere yönelik linc kampanyalarinin artacagini tahmin etmek zor degil.
-devlet, kürdistanda ulusalci kürtleri her türlü siddet ile ezmeye calisirken, kürt ulusal hareketi ise kürdistanda aldigi darbelerin etkisi ile savasi asker-sivil ayrimi yapmadan batiya tasimaya basladi. kürt hareketinin aslinda bir zayiflik-caresizlik göstergesi olan intihar eylemleri ile siyasi ve ekonomik bir krize yol acip T.C.’ye geri adim attirmaya calistigini iddia etmek yanlis olmaz.
sonuc: AKP hükümetinin, T.C.’nin emperyalist emellerine ayak bagi olan ve devlet bütcesine pahaliya mal olan kürt sorununu cözme girisimi basarisizlikla sonuclanmis durumda. hatta suriyede ki gelismelerle alakali olarak kürt sorununun T.C. icin 90li yillara nazaran daha da büyük bir soruna dönüstügünü söyleyebiliriz. daha önce bu sayfada yazdigim seyleri tekrar edeyim: kapitalist ekonomi ile ortaya cikan ulus devletler de “ulusal sorunun” demokrasi ve insan haklari ile cözülmesi mümkün degildir. kapitalizmde ulusal sorun bir insan haklari-demokrasi sorunu olmayip, “ayrilikcilik-bölücülük” anlamina gelen ayri bir devlet kurma hak iddiasidir. ayri bir ulus-millet olma iddiasi, dolayisi ile son kertede ayri bir devlet kurma hedefi ile yola koyulan ulusal bir hareketi siyasi-kültürel haklar taniyarak söndürmek mümkün degildir. her kapitalist devlet kendi kurulus hikayesinden bunu bilir. bundan dolayi bir devletin kendisine karsi ulusal hak talebi ile ortaya cikan bir harekete yaklasimi istisnasiz siddet ile ezmektir. AKP’nin kürt sorununu bir taraftan kismi tavizler vererek, görüsmeler yaparak, kültürel haklar taniyarak, diger yandan ise siddet ile ezmeye calismasi celiski gibi yorumlansada degildir. tayyip’in acikca söyledigi gibi: ” sana tanidigim haklarla yetin ve sesini kes, yoksa siddetle, zorla ezerim” politikasidir. hava durumu tahmini yapar gibi siyasi tahmin yapma ahmakligina düsmeden su kadarini söyleyebiliriz: kürt ulusalcilarinin irak ve suriyede elde ettikleri siyasi statülere bakarsak, T.C.’nin kuzey kürdistanda kürt milliyetci-ulusalci hareketini siddet ile bitirmesinin imkansiz oldugunu söyleyebiliriz.
Ankara saldirisini TAK ustlenirse sessizlige bürünecek , yada onlarda hakli Kürdistanda neler oluyor savunusu yapacak en az 10 örgüt sayarim.
“Fakir fukarayı incitmen sakın
mal yemez tamahkâr zengine bakın.”
— Köroğlu
“Sivil halka karşı davranışların temeli, bölge halkının gelenek ve adetlerine büyük bir saygı olmalı, gerillanın ahlaki bakımından askere göre ezici üstünlüğünü kanıtlamalıdır.”
— Che Guevara, Gerilla Savaşı
Halka zarar veren eylemler konusunda kafalar karışık, solun bu konuda en duyarlı olması gereken kesimlerinde bile.
Askeri bir hedefe yönelmiş ama tarz itibariyle kitlesel sivil ölümlerinin olmamasının yalnızca tesadüf olduğu önceki eylemde başladı bu. Sanki TAK denilen şeyi ilk kez görmüşmüşüz gibi, 30 değil 3 sivil öldü diye TAK’ın döktüğü kanda boncuk arayanlar baş gösterdi.
Örgütsel olarak en güçlü dönemini yaşayan Kürt hareketi, taktiksel, stratejik ve ideolojik olarak sıkışmış durumda. Tıpkı 90 ortaları gibi. O dönemde sosyalizmden uzaklaşmanın bunalımını yaşıyordu; bugün Ortadoğu’da emperyalizme ve faşizme net bir tavır almadan, hatta biriyle zaman zaman “birlikte çalışarak”, diğeriyle “mutabakat”lar yaparak ulusal ve toplumsal kurtuluşa yaklaşamıyor olmanın.
Daha önce başvurduğu tüm yöntemleri, bunlar çok kötü sonuçlar doğurmuş olsa bile yineleyerek bu sıkışıklıktan çıkacağını düşünüyor. Adeta bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyor kendi tarihi.
Hayır, öldüğü, yok olacağı için değil; dedik ya örgütsel açıdan alabildiğine güçlü bir dönemde. Hayati tehlikesi olan bir şey varsa, bu hareketin genetik kodlarındaki sosyalizan, halk kurtuluşçu değerler.
Che Guevara’dan bu yana tüm gerillacıların “Hipokrat Yemini” haline gelmiş ‘Önce halka zarar verme’ ilkesinden vazgeçerse pragmatist politikaların geçici galibiyetler elde edebildiği Ortadoğu zeminine daha sağlam basacağını düşünüyor. Oysa 90’larda olduğu gibi bugün de halka zarar veren eylemler yalnızca devrimciliğin halklar nezdindeki meşruiyetini bombalayacak. O gün olduğu gibi bugün de devrimci, demokrat, Türk ve Kürt yurtsever herkesin halkın tırnağına zarar veren her tür eyleme cephe alması bu yüzden şart.
Dün sahibinin sesi bir gazeteci bile TV’de “PKK sivilleri hedef almaya mı başladı?” diye şaşkınlıkla anlamaya çalışıyordu. Tarihinde böyle şeyler yapmış olsa bile, daha önceki Mavi Çarşı, Çetinkaya, Kapalıçarşı vb eylemlere gösterilen haklı ve kolektif tepkinin sonucu bunlara devam etmemişti çünkü. Dolayısıyla, Kürt halkının yaşadığı baskılar gerekçe gösterilerek yapılan “Katliamlara ve/veya katliam girişimlerine karşı çıkarsak, o baskılara rıza göstermiş gibi mi oluruz?” diye düşünmeden hep birlikte karşı çıkmak gerek. ‘Sivil halka saldırmak insanlık suçudur’ diyen HDK açıklaması bu yüzden kayda değer.
Ama, aynı şehirde, 1 buçuk kilometre mesafede, tam olarak aynı yöntemle, sivillerin de öldüğü, çok daha fazlasının ölebileceği bir yerde yapılmış bir önceki saldırı için “Etme bulma dünyası, derler. Sen bu kadar ahlak, hukuk, kural, insanlık, hiç bir değer tanımaz zulmeder, zalimlik yaparsan birisi de kalkar sana dur der” diyen Duran Kalkan’la birlikte daha 2 gün önce Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin kuruluşunu açıklayan sol yapılar ilk saldırıya güçlü tepki göstermemiş olmanın özeleştirisini vermedikleri sürece halkın asgari güvenini kazanamazlar.
Asıl katilin kim olduğuna kimsenin şüphesi yok.
Dün Sur’da yaralıları kurşuna dizen, bugün Gever’de katliam yapanlar asıl suçlular. Ama Ankara’nın göbeğinde, sivil halka zarar veren bombaları patlatanlar da onların değirmenine kan taşımaktan başka bir şey yapmıyor.
1. Bu yazının kaleme alındığı bu dakikalarda bu saldırı henüz resmi olarak üstlenilmiş değil. Ancak sosyal ağlarda Kürt yurtsever hesapların, eğer saldırı TAK eylemi ise sahiplenme beyan ettiğini görüyoruz. Hatta benzer bir eylemde ölecek olursa hakkını helal edenler var. Bu da bu vahşet kimin eseri olursa olsun, kafalardaki bulanıklığı çok açık gösteriyor. Son saldırı kendine TAK adını veren grubun olsun olmasın, halka zarar veren eylemler konusunda burada söylenenler geçerlidir. ↩
Ankara katliaminin sebebi suclusu Kürdistanda katliam yapanlardir deniyor. tamamen gayri ahlaki ve ustu ortulu Ankara katliamini mesrulastirmaktir bu. Ankara katliaminin suclusu katliami yapanlardir, Tipki Cizre katliamini yapanlarin suclu oldugu gibi.
kesinlikle
Kemal Okuyan
16/03/2016 Çarşamba
Tarafınızı seçin
“Tarafınızı seçecek, ya benden ya ötekinden yana olacaksınız.” Böyle demekteler bize, herkese…
“Ben milli iradeyim, halk oyuyla geldim, istediğimi yaparım” diye söze başlıyor iktidarda olan.
“Gazetecileri içeri tıkar, gazetelere el koyabilirim; kadınlara sokağa çıkmayın der, gün gelir sokağa çıkma yasağı koyarım sivil yerleşimlerinde halka zulmetmek için; büyük ülkelere ülkeyi satar, zayıf gördüklerime savaş açarım; okulları imam mektebine çevirir, imamları bakan-hâkim-hekim yaparım; istersem ben de Kürdüm der, dilersem Kürtleri düşman ilan ederim; bir gün çözümcü olur, ertesi gün savaşçı; İsrail’e van minüt diye dayılanır, bir dakika biter yaltaklanırım; işçiyi sopalar, öğrenciyi döverim; halka küfreder, karşılığında herkese hakaret davası açarım; ya bendensindir ya da düşman.”
“Ben ulusal kurtuluşum, Kürtlerin kaderini tayin edeceğim, istediğimi yaparım” diye söze başlıyor dağda olan.
“Yeri gelir çözüm sürecine laf söyleyeni eleştirir, gün gelir Erdoğan’ı faşist ilan ederim; ister Gezi’de diktatörü kurtarırım, ister herkesi Gezi ruhunu canlandırmaya çağırırım; ABD’yle stratejik ortak olabilir, aynı anda emperyalizmin oyunlarından bahsedebilirim; cephe önerisi yapar, olmadı tehdit ederim; sivil halkın katline karşı duyarlılık isterim, sivillerin bombalanmasını meşru görürüm; Erdoğan’ı dün biz kurtardık diye övünür, bugün Erdoğan’ı düşürünceye kadar savaşacağız derim; tarafınızı seçin.”
Taraf olmayanlar düşman ilan edilecek besbelli. Siyasi iktidar böyle söylüyor. PKK ise “herkes safını belirlesin” demekte.
Neye göre karar vereceğiz?
Türkler ve Kürtler mi burada taraflar? Ya etnik kimlikler üzerinden bir ayrışma ve çözüm istemiyorsak! Ya Türksek ve Kürtsek veyahut değilsek!
Amerikancılarla ABD emperyalizmine karşı olanlar mı taraflaşmış? AKP bir ara Arap dünyasına, hatta Asya’dan Latin Amerika’ya her bir yere “Amerika’nın çanına ot tıkayacağız” diye fısıldıyordu tam da BOP’un eş başkanlığı ile övünürken. NATO’yu “sınırlarımızı lütfen koruyunuz” diye ülkeye davet etmekten hiç sıkılmıyor ama muhalifleri kökü dışarıda diye suçlayabiliyordu. Beri tarafta “ABD’ye düşman değiliz”den “biji Obama”ya veya “Biz ABD çıkarlarına daha çok hizmet ederiz”e varan bir çizgi… Üstüne yaşasın devrim mücadelesi! Buradan da taraf çıkmıyor.
Bir tarafta laiklikten yana olanlar, diğer tarafta yobazlar mı var? İktidar yobazların elinde o kesin de, diğerlerinin laiklikle pek ilgisi yok. O kadar yok ki, Türkiye’nin aydınlanmacı-ilerici birikimine “laiklik elitizimdir, inkarcı ve imhacı politikaların aracıdır” diye saldırıldı yıllarca. Şimdi ise Saidi Nursi’de ortaklaşıyorlar.
Piyasa düzenine, kapitalist sisteme gelince… Her şeyin başı ve sonuna… Temel meseleye… Bu konuda bir taraflaşma söz konusu mu? Patronların egemenliği ile emekçilerin iktidarı karşı karşıya mı? Taraflaşma bunun üzerine mi?
Yok.
Peki neyin kavgası bu?
“Kürt halkının eşitlik, özgürlük, adalet kavgası”.
Bir halkın eşitlik, özgürlük, adalet arayışına kimse bir şey diyemez. Ancak eşitlik, özgürlük, adalet nasıl gelecek; bu konuda tartışmak mümkün.
Düne kadar “birlikte, kardeşçe yaşam” deniyordu. Deniyordu ama “Kürt” olmayan bir eşitlik, özgürlük, adalet arayışına tepeden bakarak, hatta onu meşru görmeyerek hangi kardeşlik? Nasıl bir Türkiye sorusuna yanıt vermeden nasıl bir birliktelik? “Kürtler özgürleştiğinde Türkler de özgürleşecek” bir yanıt olabilir mi?
Yanıt olmadığı için şimdi iş, ölçüsüz şiddette birbiriyle yarışan iki taraf arasında seçim yapma dayatmasına geldi dayandı. Ve hızla Türklerle Kürtlere indirgenen bir taraflaşmaya…
Biz yokuz ya da aslında böyle bir taraflaşma yok.
Bu sömürü düzeninin, kapitalizmin, burjuva diktatörlüğünün herhangi bir temsilcisinin hele hele bugünkü diktatörün “hainleeeeer” diye bağırması umurumuzda değil.
“Ne yaparsak yapalım, bizi desteklemek zorundasınız, çünkü biz mazlum bir halkın temsilcileriyiz” diyenlerle de yolumuz ayrı.
Bilinsin ki, bu sıkışmayı aşmak isteyenler çoğalıyor. Ankara’daki patlama bu “taraflaşma”da saf belirlemeyi değil, bu “taraflaşma”dan çıkışı hızlandırdı. Hükümete kızgınlık artıyor; halklara karşı “misilleme” hakkına da!
Evet, taraflaşma gerekiyor
137 nolu halk dalkavuklugu yapan yoruma cevap:
-günümüz burjuva dünyasinda 11 eylül ikiz kuleler saldirisi gibi eylemlerden sonra bush’un dedigi gibi: “ya bizdensiniz ya karsi taraftan, 3. bir taraf yok” dayatmasi normal görülüyor. bu “rengini belli et” dayatmasinin solcu moralist-ahlakci versiyonuda söyle oluyor: “ankarada ki intihar eylemi gibi eylemleri kiniyor musun kinamiyor musun, eylemciyi lanetliyor musun lanetlemiyor musun”
-ahlak yargiclari ve “halk” denilen soyut-abstrak kütleyi idealize eden halk dalkavuklarina cevabim: burjuva dünyasinin curcunasinda taraf olmak zorunda degilim. siyasi-toplumsal eylemleri ahlaki-duygusal bakis acisi ile mahkum etmek yada desteklemek marxistlik degildir. marxist bakis olaylarin-olgularin sebebini, kaynagini aydinlatmaya calisir. ogürsel gibi ahlak yargiclari “ne degisti, ne oldu ki kürt ulusalcilari intihar eylemlerine basladilar, intihar eylemi ne anlama gelir” gibi sorular ile olan biteni anlamak yerine “zavalli intihar eylemcisi” gibi laflarla sözümona intihar eylemcisini asagilamaya calisiyorlar.
-137 nolu yorumda halk dalkavuklugu yapan solcuda che’nin tamamen pragmatist-oportünist bir bakis acisi ile yazdiklarindan alinti yapmis. yani halkin destegini almak icin halki elestirmeyeceksin, halkin her türlü dini-geleneksel adet-törelerine, bunlar gerici, akil-mantik ile alakasi olmayan gelenekler de olsa saygi duyacaksin.
-“halki-sivil halk” denilen soyut kütleyi idealize edenlere cevabim: ister türkiyede olsun isterse de baska bir memlekette farketmez, halk siyaset ile alakasi olmayan masum u pak bir kütle degildir. türk halki da kürt halki da taraftir. gerek T.C. devleti gereksede kürt hareketi siyasi-ekonomik-toplumsal gücünü halk denilen insanlardan aliyor. türk ve kürt halkinin taraf oldugunu nerden anliyoruz: kürtlerin bir kismi kürt hareketine aktif destek verirken -taban- bir kismininda AKP hükümetine ve devlete destek verdiklerini görüyoruz. türk halkinin taraf oldugunu nerden anliyoruz: mesela halkin AKP’ye verdigi oylardan. su anda kürt illerinde adeta bir ic savas yürüten T.C. devleti ve AKP hükümetinin operasyonlarina batida ki türk halkinin tam destek verdigini biliyoruz. inanmayan halk dalkavuklari sokakta ki insanlara sorsunlar. yani devlet kürdistanda sefere cikarken cephe gerisinin yani türk halkinin devlete desteginin tam oldugunu biliyor, bunun rahatligi ile hareket ediyor. türk halkinin taraf oldugunu baska nerden anliyoruz: mesela ISID ankara da yada rojavada kürt-alevi katlederken sevinclerini, taraflarini acikca belli etmelerinden.
-kürt ulusal hareketinin hedeflerine ulasamamasinin sebebi T.C. gibi tepeden tirnaga donanmis askeri bir NATO devleti ile savasmasidir. yani basarisizligin sebebi PKK ile T.C. arasinda ki asimetrik güc iliskisi oldugu halde, 137 nolu dalkavuk solcu PKK’nin basarisizligini anti-emperyalist olmamasina bagliyor. yani kürt ulusal hareketleri iran, irak, suriye, T.C. gibi devletlerin yanisira birde güclü emperyalist devletleri karsilarina alirlarsa basarili olurlar diye kürtlere akil satiyor bu solcu. bu arkadas sunu anlamamis: gecmiste iki kutuplu dünyada reel sosyalistler ulusal hareketleri idealize edip dogal müttefik olarak gördüler ve destek verdiler. ulusal hareketlerde sosyalist blokun bu destegine dayanarak bir takim basarilar elde ettiler. sosyalist blokun artik olmadigi bir dünyada PKK’den anti-emperyalistlik bekleyen sosyalistler, kapitalist dünyanin gerceklerini algilamamakta israr ediyorlar.
-bu yazdiklarimdan söyle bir sonuc cikmaz: devletin politikalarina tam destek veren türk halki intihar eylemleri ile ölümü hak ediyor. nasil bir sonuc cikar: sosyalistlerin isi safini-tarafini bilincli bir sekilde devletten yana belli etmis halka dalkavukluk yapmak olamaz. halki idealize eden dalkavuk solcular-sosyalistler suna kafa yorsunlar: günümüz kapitalist dünyasinda milliyetci-ulusalci ideolojilere neden bu kadar ragbet ediliyor? devletler vatan-millet-sakarya edebiyati ile vatandaslarinin tam destegini alirken, sosyalistler bu durum karsisinda nasil politikalar belirlemeliler vs.
Marxist arguman ibretliksin.
Marxist arguman :.
…………..
-”halki-sivil halk” denilen soyut kütleyi idealize edenlere cevabim: ister türkiyede olsun isterse de baska bir memlekette farketmez, halk siyaset ile alakasi olmayan masum u pak bir kütle degildir. türk halki da kürt halki da taraftir. gerek T.C. devleti gereksede kürt hareketi siyasi-ekonomik-toplumsal gücünü halk denilen insanlardan aliyor. türk ve kürt halkinin taraf oldugunu nerden anliyoruz: kürtlerin bir kismi kürt hareketine aktif destek verirken -taban- bir kismininda AKP hükümetine ve devlete destek verdiklerini görüyoruz
………………
bunu yazan herseyi yazar. Japon halki Hirosima ve Nagazakiyi haketmisti mesela. Marxist argumani insan haklari mahkemesine gonderseler ceza alir. curumenin derinligi.
Bu sitede HDP ye saldıran bütün efendi hizmetkarlarının DİKKATİNE!!!!!
1-Bütün kanallarda tartışılan tek konu ve parti kürtler ve HDP dir ama nedense bu tartışmalarda HDP li pyd li kimse yoktur bütün tv mit it zevatı HDP yi eleştirmekle meşguldür.
2-Adeta toplumsal hafıza inşa ve algı yönetimi yapılırken kurulan mahkemenin savcısı hakimi savunması her tarafı efendi hizmetindekiler temsil edip bütün güçleriyle HDP yi itibarsızlaştırmak istendiği çok açıktır.
eGEMEN EFENDİ bütün bu olanaklarına rağmen HDP yi istediği seviyede itibarsızlaştıramamış olmalıki sizlere efendinin İHTİYACI olmuş olmalı galiba sizde işlevinizde çok başarısızsınız bir türlü bitiremediniz HDP iyisi bırakın HDP yi kendi işinize bakın
Yakında HDP yi PYD yi hatta pkk yi arayacağınız günler göreceksiniz İŞİD li günler hani 80 öncesi faşist ülkücü MHP polis devlet işbirliğinin aynını sokakta işid polis devlet birlikte saldırdığında pkk yi bile arayacak günleriniz yakındır işte hizmetlerinizin sonucunda mükafatınızı alacaksınız biz HDP lilere bir şey olmaz biz zaten alışkınız da size biraz zor gelecek sanırım hizmetinizle egemen olanların zulmüne uğramak devam edin yakında HDP kadar İŞİD TAŞI kafanıza düşer??????
Newruz ile birlikte turkiye’de bir ic savasin fitili ateslenebilir. Oluk oluk kan isteyen kurtler degil, sedat pekerdir. Isid zihniyetidir. Durrutti nin eylemleri fasizme karsi atilan kararli yumruklardi. Suru toleda yapmak isteyenler kurtler degil, bizzat bu ulkenin muktedirleridir. 3 akademisyen tutuklandi henuz, yuksekova bombalaniyor. Arti devrimci avukatlar tutuklaniyor. Her gun taciz tecavuz kadin ve isci cinayetleri oluyor. Bombalar tepemize yagiyor ve siz halen legal siyasetin gunesinde sezlong acip, parlamento havuzunda serinleriz saniyosunuz. Dalga tsunami olmus, legal bir demokrat sorf hazirliginda…Hanimlar beyler, gemi su aliyor, firtina yakin. Herkes kendi kaptani olsun ve kendine durruttilerin, kurtlerin mi yaninda yoksa fasizmin mi kanatlarinda olacagim diye sorsun..
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/ensar-siperinin-son-neferi-altan-tan