Gün Zileli ile Komün kitabı üzerine söyleşi (BirGün Gazetesi Kitap Eki, Ahmet Külsoy)
Birgün Gazetesi, Kitap Eki’nde (23.01.2010) yayınlanmıştır.
Gün Zileli ile Komün kitabı üzerine söyleşi:
Geleceğe İlişkin Bir Devrim Tasarımı mı?
Ahmet Külsoy
AK: Yaba yayınları tarafından 2007 yılında basılan Komün adlı kitabınıza roman adı vermemiş, “Geleceğe İlişkin Bir Politik Alegori” alt başlığını koymuşsun. Oysa kitap bir roman formunda yazılmış. Neden “roman” demedin?
GZ: Düşünmeye 1960′lı yıllarda edebiyatla başlayan biri olduğum halde, daha sonra edebiyattan uzun süre koptum. İnsanın koptuğu bir alana geri dönmesi kolay olmuyor. Dolayısıyla romanda iddialı biri değilim. Gerçi bundan önce iki romanım yayımlandı: Deniz Orada (Sel Yayınları, 1995); Bahar ve Tipi (Telos Yayınları, 1997).
Komün‘ü roman olarak nitelendirip nitelendirmemekte uzun süre tereddüt ettim ve sonunda bunun, roman formunda yazılsa da aslında bir politik alegori olduğuna karar verdim.
AK: Politik ütopya demek daha doğru değil mi?
GZ: Bunu da düşündüm. Belki öyle de değerlendirilebilirdi ama ben bir ütopya yazarı da değilim. Kitaptaki olayların 2046 yılında, yani kitabın yazıldığı tarihten yaklaşık kırk yıl sonra geçiyor olması o kitabın ütopya türü bir kitap olmasını zorunlu kılmaz. Ayrıca ütopya alanında da iddialı değilim. Örneğin o zamana ilişkin teknik gelişmeler oldukça beceriksizce verilmiştir.
AK: Peki nedir kitabın iddiası? Politik arena mı söz konusu?
GZ: Öyle denebilir belki. Daha doğrusu tam o da değil. Geleceğin toplumuna, hatta daha da ayrıntılandırılmış bir ifade kullanacak olursak geleceğin devrimine ilişkin bir öngörü diyelim.
AK: Elbette bütün öngörüler gibi sadece bir iddia, öyle değil mi?
GZ: Tabii ki. Benim bile emin olmaktan uzak olduğum bir iddia. Bir sezgi belki. Daha doğrusu geçmişin devrimlerinden çıkan bazı durumların geleceğin devrimlerine taşınması ve orada yeniden kurgulanması.
AK: Nedir bunlar?
GZ: Kitabın başlarındaki hararetli tartışmalarda bulmak mümkün bunun yanıtını. Bir sel baskınının ardından İstanbul’un bir işçi bölgesinde kendiliğinden bir ayaklanma olur ve bir bölge komünü kurulur…
AK: Bildiğimiz fabrika işçileri mi?
GZ: Evet, bildiğimiz fabrika işçileri. O zaman fabrika kalacak mı diye soranlar olabilir ama ben gelecek öngörülerinde bulunan biri değilim. Benim derdim sadece devrim anında ortaya çıkan bir durumu bir gelecek alagorisi içinde gündeme getirmekti.
AK: Nedir o durum?
GZ: İşçiler kendi komünlerini kurar kurmaz fraksiyon yasağı getiriyorlar. Bunun bir anlamı var.
AK: Nedir o?
GZ: Aslında bunun için 2046′ya gitmeye gerek yoktu belki. Venezüella’da gelişen tabandan işçi ve işsiz hareketi aynı sorunları yaşıyor bugün?
AK: Kendi komünlerinde fraksiyon yasağı mı koyuyorlar?
GZ: Evet, öyle denebilir. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Pek ihtimal verilmez ama işçi sınıfının derinden derine işleyen bir kolektif belleği vardır. Işçiler 20, yüzyılda, Fikret Başkaya’nın tabiriyle emansipasyoniçin ayağa kalktılar ve “işçi sınıfı partileri” tarafından baskı altına alındılar. Çok kötü bir hayal kırıklığıydı bu. Tabii, şimdi de Venezüella’da kendi özyönetim organlarını kurarken, o tür partilere “aman siz durun bakalım şöyle” diyorlar haklı olarak. Yani kendilerini “kurtarıcılarından kurtarıyorlar”, yaşanan budur.
AK: Komün‘de de bu mu işleniyor?
GZ: Evet, bu, kitabın önemli temalarından biridir. Ama sadece bununla kısıtlı değil. Bir de çeşitli kurumlar var. Örneğin polis kurumu da tamamen değişmiştir, hatta adı bile polis değil artık. Polis de özelleştirilmiş. Bilinen işkence yöntemlerinin yerini özel sorgu yöntemleri almış. “Düzeltimevi” denen cezaevlerinde artık tutuklulura internet bağlantısı var vb. Ama özünde değişen bir şey yok.
AK: Kitabın sonunda bir yenilgi var. Bu anlamda kitaba kötümser de denebilir. Hem işçiler komünde yeniliyor, hem de işçilerden yana bir tutumu olan Deniz adındaki öğretmen idam ediliyor. Üstelik idam cezası kalktığı halde, sonradan yeniden konmuş. Abdülhak Hamit’in Makber şiirinde olduğu gibi her yer karanlık mı yani… tabiri caizse…
GZ: Bugün iyimser olmak için bir neden görmüyorum.
AK: Ya 2046?
GZ: Kimse bilemez. Ama iki tür karamsarlık vardır. Biri gerçekçi karamsarlık, diğeri yenilgici karamsarlık. İkincisi kötüdür, mücadeleye darbe indirir. Ama gerçekçi karamsarlık insanı her türlü zor koşula hazır olmaya teşvik eder, boş iyimserlikten ve örgütlerin körüklediği, “iyi günler göreceğiz çocuklar” naifliğinden korur. Gerçekçi olan, gerçekten iyi günlerin koşullarını da yaratır.
AK: Kitabınız buna hizmet ediyor mu?
GZ: Bilmiyorum, emin değilim. Böyle iddialarda bulunacak kadar özgüvenim yok. Ama şu kadarını söyleyebilirim: Bu kitap devrim tartışmalarına bir yerlerden bir şeyler katmayı hedefliyor. Belki de 2046 yılında insanlar bu kitabı okuyup güleceklerdir, adam ne saçma şeyler tahayyül etmiş geleceğe ilişkin diyerek. Eğer devrim insanlığın gündeminden bütünüyle kalkacaksa o gülümsemeleri ben de bugünden hissediyor olabilirim. Ne var ki, devrimin insanlığın gündeminden kalkacağını hiç ama hiç sanmıyorum.
AK: Sağ ol Gün.
GZ: Sen de sağ ol Ahmet.
26 Aralık 2009
İlgili Link: http://www.gunzileli.com/komun/