Futbol, Güney Afrika ve Ekranlara Yansımayanlar… (Fikret Başkaya)
Futbol, Güney Afrika ve Ekranlara Yansımayanlar…
Fikret Başkaya
11 Hazirandan beri dünyanın gözü Güney Afrika’ya çevrilmiş durumda. Yakın ve yavaş çekimde, biraz da ‘insanüstülük’ izlenimi uyandıran futbolcu görüntüleri, hârika goller, ‘yıldız’ futbolcular, ünlü teknik direktörler, stadyumlardan yükselen uğultuyu bastıran Vuvuzela’nın durmak bilmeyen gürültüsü, her biri kendi takımının renginde ateşli taraftarlar, maskeli fanatikler, büyük bir televizyoncu-gazeteci ordusu, yüzlerce futbol yorumcusu, reklamlar, hiç bir ayrıntıyı kaçırmayan binlerce kamera… Velhasıl tam bir cümbüş ve bir futbolcu borsası… Bu güne kadar yapılan 18 dünya futbol kupasından sonra, 19’uncusu için Güney Afrika’nın seçilmesinin, sıranın Afrika’ya gelmiş olmasının özel bir önemi ve anlamı olduğu, bunun Afrika’nın, özellikle de Kara Afrika’nın tarihinde bir dönüm noktası, bir Afrika Zamanı [Time of Africa] olduğu söyleniyor… Milyarlarca dolar harcanarak gerçekleştirilen bu ‘büyüleyici’ futbol şöleni ortalama bir Afrikalı için, bir Güney Afrikalı için gerçekten bir şölen, bir ‘ulusal gurur’ vesilesi midir? Büyüleyici, şâşalı görüntüler ve sarhoş eden gürültülerin gerisinde nasıl bir gerçeklik gizleniyor? Bu sadece bir futbol oyunundan mı ibarettir? Yoksa futbol başka oyunları ve hesapları gizleme işlevi mi görüyor? Ya da sporla, futbolla ne kadar ilgili? Elbette benzer sorular derin açılımları, kapsamlı tahlilleri davet ediyor ama burada kısaca görünenle görünmeyen, gösterilenle gizlenen ilişkisine kısaca değinmekle yetineceğim. Söz konusu olan gerçekten ileri sürüldüğü gibi bir Afrika zamanımıdır? Dünya kupası için Güney Afrika’nın seçilmesinin bir kaç nedeni var: Birincisi, Güney Afrika kıta’nın en çok ‘Batılılaşmış’ bölgesi; ikincisi, Güney Afrika neoliberal politikaları gözü kara uygulayan ülkelerden biri; üçüncüsü de bir imaj yenileme operasyonu oluşuyla, dünya’ya “farklı” bir Güney Afrika imajı sunmakla ilgili…
Aslında olimpiyat oyunları, dünya futbol kupası gibi büyük organizasyonları sadece birer spor etkinliği saymak, resmin tamamını görmemektir. Küresel çaplı ‘sportif’ etkinliklerin gerçek anlamda sporla ilgisi görünüştedir. Asıl amaç kâr etmek ve kârı büyütmektir. Dolayısıyla bilinen anlamda ekonomik-ticari bir faaliyettir. Velhasıl sermayeyi büyütme operasyonudur… Bu tür sportif etkinlikler [aslında bunların kelimenin jenerik anlamında sporla ilgisi sadece görünüştedir, zira doğası gereği sporun [oyun] paranın ve meta kategorilerinin işe karıştırılmaması gereken tat verici bir oyun olması gerekir] çokuluslu şirketlere sportif alt-yapı, stadyum, otel, yol, hava alanı, köprü, otoyol, metro, vb. yapma ve tabii milyarca kâr sağlama yolunu açıyor. Moda tabirle ‘kentsel dönüşüme’ vesile oluyor… Bu arada FIFA’ya kazandırdığı milyarlarca doları da unutmamak gerekir… Aslında FIFA bir çokuluslu şirkettir. Fakat diğer çokuluslulardan önemli bir farkı var: FIFA’nın küresel oligarşinin ve küresel plütokrasinin hizmetinde ideolojik ve politik bir misyonu da var. Bu tür etkinliklerin önemli bir işlevi de insanlara ‘gerçek sorunları’ bir süreliğine de olsa unutturmaktır… Bu yüzden futbol ‘toplumun afyonudur’ denecektir… Bir başka işlevi de, ayıbın üstünü örtme ve unutturmadır… 1978 de Dünya Futbol Şampiyonası Arjantin’de yapılmıştı. Arjantin’de 1976’dan beri General Videla liderliğindeki askerî cunta iktidardaydı. Kanlı-işkenceci devlet terör rejimi, muhalifleri, komünistleri, sosyalistleri ‘kaybetmekle’ meşguldü… Rejim muhaliflerinin savaş uçaklarından okyanusa atıldığı günlerdi… Oysa dünya kupası günlerinde Buenos Aires’ten dünya’ya yansıyanlar çok farklıydı. Dünya kupası devlet terör rejimini ‘meşrulaştırma’, ‘imaj temizleme’ işlevi görmüştü…
Güney Afrika 1994 yılına kadar ırkçılığın timsali bir Apertheid rejimiydi. Nelson Mandela liderliğindeki ANC’nin [Afrika Ulusal Kongresi] zaferiyle Apretheid son buldu ve Mandela devlet başkanı seçildi. Elbette ırka dayalı, sosyal hiyerarşinin geçerli olduğu bir toplumda Apertheid rejiminin yıkılması önemliydi ama ırk ayrımcılığına maruz siyahlar için bu ‘dönüşüm’ gerçekten sorunun çözüldüğü anlamına geliyor muydu? Güney Afrika, 19.’uncu Dünya futbol kupası için yaklaşık 4,5 milyar dolar harcadı. Bu harcamanın yapıldığı ülkede nüfusun %47’si günde 1,5 euro’nun altında gelirle ‘yaşamaya’ çalışıyor. İnsanları büyüleyen futbol şöleninin faturasını ödeyecek olanlar da onlar! Kupa Afrika’da yapılıyor ama biletlerin sadece %2’si Afrikalılara satılmış… 1976 de dünya olimpiyat oyunları Kanada’nın Montréal kentinde yapılmıştı. Olimpiyatların neden olduğu borcun ödenmesi geçen yıla [2009] kadar sürdü. Yunanistan 2004 de olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yaptı… Ülkenin bu günkü durumunun gerisinde olimpiyat şovu için yapılan hovardalığın payı önemsiz değildir… Güney Afrika, futbol şampiyonası için 6 yeni stadyum inşa etti veya yeniledi. 11 Temmuzdan sonra bu devasa stadyumlar ne olacak? Kimbilir belki arada bir ‘dev konserler’ için kullanılır… Sadece kupa güvenliği için 180 milyon dolar harcama öngörüldü ve 42 bin yeni polis alındı… Küçük esnaflar ve seyyar satıcılar güvenlik gerekçesi ve görüntü güzelliği için stadyum çevresinden kovuldu. Aksi halde dünyaya sunulmak istenen ülke imajı kirlenirdi… Hükümet futbol şovu için kaynak buluyor da, eğitim ve sağlık için bulamıyor. Neoliberal politikaların bir gereği olarak, eğitim ve sağlık hizmetleri özelleştiriliyor, geniş kesimler için bu hizmetlere ulaşmak imkânsız hale geliyor. Resmi rakamlar ülkede işsizlik oranının %24 olduğunu gösteriyor ama genç Güney Afrikalılar söz konusu olduğunda işsizlik oranı %45’le % 50 arasında değişiyor… Aslında ekranlara yansımasa da, ülke sosyal patlamanın eşiğine gelmiş durumda. Yoksuzluklar da insan havsalasını zorlayacak boyutlarda… Güney Afrika dünya’da gelir dağılımı dengesizliğinin en büyük olduğu iki ülkeden biri, diğeri ‘yükselen yıldız’ olarak sunulan Brezilya… Böyle bir ülkede küçük hırsızlık olaylarının bu ölçüde yaygın oluşu neden şaşırtıcı olsun… Resmi rakamlara göre yılda 20 bin cinayet işleniyor, 55 bin kadının ırzına geçiliyor ve 120 bin kapkaç ve hırsızlık vakası yaşanıyor. Erkeklerde yaşam uzunluğu 53 yıl 8 ay, kadınlarda 57 yıl 2 ay…
Hem piyasa ekonomisi şampiyonluğu yapıp hem de başka türlü olmasını umut etmek elbette mümkün değildir. Irk ayrımcılığının geçerli olduğu 1994 öncesinde rejim hak talebiyle sokağa çıkanlara gerçek mermilerle karşılık veriyordu. Şimdilerde artık plastik mermilerle karşılık veriyor… Irkçı rejimden farklı olan bir şey bu; ikincisi, eskiden zenginler hep beyazlardı, 1994’den sonra siyahlardan da süper zenginler türedi ve bu yeni yetme zenginlere kara elmaslar deniyor. Mâlum zenginin [kapitalistin] siyahı, beyazı olmaz…; üçüncüsü, Irk ayrımcılığı zamanında siyahlar Banthustan denilen ‘adacıklarda’ hapisti, Banthustanı terketmeleri yasaktı. Kentlerin gecekondularında yaşayanlarsa ‘sürekli oturma’ hakkından mahrumdu, her an bulundukları yerlerden kovulabiliyorlardı. Bugün artık Banthustan’lar yok ve orakiler township denilen devasa gecekondularda ‘özgürce’ yaşayabilir… Açlığın, işsizliğin, yoksulluğun, sefaletin kol gezdiği, sağlık, eğitim, ulaşım hizmetlerinin son derecede yetersiz, elektrik ve su kesintilerinin vaka-i âdiyeden olduğu şu ünlü gecekondular, townshipler… Mandela’nın suyu özelleştirmesinin ardından Güney Afrika’da tarihinin en büyü kolera salgını yaşandı. Suyun özelleştirilmesini izleyen iki yılda 114 bin kişi koleraya yakalandı ve 260 kişi öldü… Aids de denilen HIV virüsü ülke nüfusunun %18, 1’ini kuşatmış durumda. Nerdeyse her beş Güney Afrikalı’dan biri virüsle cebelleşiyor… Stadyum inşaatında çalışan işçiler ücret artışı talebiyle greve gittiklerinde, 400’ü işten atıldı. Kimse işçilerin ne kadar ücret aldığı, hangi şartlarda çalıştığı, nasıl geçindiğiyle ilgilenmedi. İşçiler stadyum inşaatını geciktirmekle, kupaya zarar vermekle bile suçlandılar… Bu terazinin bu sikleti çekeceği mi sanılıyor?
Kültüralizmle buraya kadar
Öyleyse sorun nedir? Ne ile ilgilidir? Irk ayrımcılığının şeklen ortadan kalkması, reel olarak ayrımcılığın ortadan kalktığı anlamına geliyor mu? Eğer ayrımcılık sadece ırkı- rengi angaje etseydi, sorunun çözümü de kolay olurdu. Oysa, ayrımcılık asıl sınıfsal mahiyettedir. 1994 öncesinde ulusal gelirin %66’sına nüfusu 5 milyon olan Beyazlar el koyuyordu, geri kalan %33’ü de nüfusu 45 milyon olan Siyahlara kalıyordu. Bu durum 1994 sonrasında hiç bir köklü değişikliğe uğramadı. Sadece zenginler arasına siyan azınlık dahil oldu. Eşitlik ilkesi neyi gerektirirdi? Ulusal gelirin ve zenginliğin %10’unun Beyazlara, %90’ının da Siyahlara ait olmasını… Topraklar, çiftlikler, evler, işletmeler, fabrikalar, bankalar… eskiden kime ait idiyse, yine onların olmaya devam ederken, neler ne kadar değişebilirdi? Appertheid sonrası hükümetlerin toprak reformu diye bir kaygıları ve öncelikleri oldu mu? Anayasaya ayrımcılığı yasaklayan bir- iki madde eklemekle, bazı kanunlarda değişiklik yapmakla ayrımcılığın ortadan kalkması mümkün müdür? Neoliberal politikalar pupa-yelken yol alırken, ekonomik apartheid da kaçınılmaz olarak derinleşiyor. Bir özgürlük hareketi, bir ulusal kurtuluş hareketi, bir sosyal emansipasyon hareketi, sadece bazı biçimsel hakların gerçekleşmesini amaçlıyor, onun ötesine geçemiyorsa, kurtuluşu, özgürleşmeyi [emansipasyonu] bir bütün olarak görmüyorsa, kimi kültürel ve ‘kimlik’ haklarıyla yetiniyorsa [elbette bu söz konusu hakları küçümsemek anlamına gelmez], sorunu kültüralizm dahilinde algılıyorsa, onun gerçek bir özgürlük hareketi sayılması mümkün müdür? Elbette Sibel Özbudun’un yazdığı gibi, etnisite ve sınıf bağdaşmaz, çelişik kategoriler değildir.1 Kültüralizm aşamasında kalmak, ulaşılması gereken hedef 100 kilometreyken, 28’inci kilometrede durmak gibi bir şeydir… Zira, kültürel/kimlik hakları diğerlerinden ayrı ele alınamaz. Bilindiği gibi, sömürme/ sömürülme, ezme/ ezilme ilişkisi, çelişkisi ve hiyerarşisi bir bütündür. Ekonomik planda özerk olmayan bir insan için diğer hakların gerçekleşmesi de zaten mümkün değildir. Kimi kültürel, etnik ve kimlik haklarını ‘tanıma’ egemen sınıflar için pek maliyetli bir şey değildir ama sınıfsal mahiyetteki talepler söz konusu olduğunda durum değişir… Güney Afrika, sınıfsal temele oturmayan ANC gibi hareketlerin son tahlilde ‘başka görüntüler’ altında eskiyi yeniden üretip – sürdürmenin ötesine geçemediğinin en açık kanıtıdır. Şimdilerde küresel oligarşi ve küresel plütokrasi kültüralizm kozunu oynuyor ve oynayabiliyor… O halde işe bu oyunu bozarak başlamak gerekiyor… Bu arada Güney Afrika’dan öğrenilecek çok şey var…
1 Bkz: Sibel Özbudun, Sınıf ile Etnisite Gerçekten Bağdaşmaz mı?, Özgür Üniversite [ ozguruniversite. org] 15 Haziren 2010.
Dünya Kupası Protestoları ve Brezilya’da “Sol” Hükümetin Cibilliyeti
Serhat Koldaş
18 July 2014
Brezilya’da düzenlenen 2014 Dünya Kupası, grevler ve protesto gösterileri eşliğinde başladı. Bu Dünya Kupası, sadece kupaya katılan ülke takımlarının ve futbolcuların performansları, atılan goller, maçlarda alınan sürpriz sonuçlar ya da kupanın final maçıyla anılmayacak. Brezilya işçi sınıfının ve yoksul kitlelerin gerçekleştirdikleri grevler ve protesto gösterileri kupaya damgasını vurmuştur. Bu protestolar, işçi ve emekçilerin öncelikleri ve çıkarlarıyla egemen sınıfın öncelik ve çıkarlarının uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olduğunu net bir biçimde ortaya koymuştur.
Futbol turnuvasının arifesinde işçi sınıfının pek çok kesiminin katıldığı eylemler gerçekleştirildi. Otobüs şoförleri, polis memurları, metro çalışanları ve öğretmenler ücretlerin yükseltilmesi talebiyle grevler gerçekleştirdi. Sistemin ikiyüzlülüğüne isyan eden gençler, evsizler, yerli kabilelere mensup gençler, gecekondu mahallelerinde yaşayan yoksul halk protestolar düzenledi. Sao Paulo kentinde otobüs şoförleri araçlarını yol ortasında bırakıp trafiği kilitleyerek iş durdurdu. Evsiz İşçiler Hareketi stadyum inşa edilen bir alanı işgal ederek konut taleplerini yükseltti. Kitleler Brezilya milli takımının otobüsüne saldırdı. Başkentte ve büyük kentlerde onlarca protesto gerçekleşti. Polisin kitle eylemlerine saldırması sonucunda sokak çatışmaları yaşandı.
Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de burjuva medya Brezilya’daki dev protestoları olabildiğince gizlemeye çalışmış, gündeme getirmek zorunda kaldığında ise geçiştirmeyi tercih etmiştir. Protestoların boyutları, arka planında yer alan gerçekler, Brezilya’da kapitalist egemenlerin çevirdiği dolaplar vb. ise zinhar gündeme getirilmemiştir.
Brezilya hükümeti eğitim, sağlık, toplu ulaşım ve diğer kamu hizmetleri için ayrılan bütçede kısıntıya giderken, Dünya Kupası hazırlıkları için bütçeden 30 milyar Brezilya reali (yaklaşık 13 milyar 650 milyon Amerikan doları) para ayırmıştır. İşçi ve emekçilerin eğitim, sağlık, toplu ulaşımın ucuzlatılması ve sosyal konut gibi yakıcı ihtiyaçları karşılanmazken, Dünya Kupası gerekçesiyle yapılan müsrif harcamalar yoksul kitleleri çileden çıkarmıştır. Örneğin futbola ilginin düşük olduğu ve lig maçlarında ortalama 600-700 taraftarın stada geldiği Amazon bölgesinin Manaus kentinde 44 bin koltuk kapasiteli bir stadyum inşa etmek için devlet bütçesinden yaklaşık 300 milyon dolar para harcandı. Bu stat Dünya Kupası boyunca sadece 4 maç için kullanılacak. Kupa bittikten sonra lig maçlarında 44 bin seyirci kapasiteli stadyuma ihtiyaç duyulmayacak. Stat kullanılsa bile tribünler boş kalacak. Üstelik stadın bakımı için her yıl yaklaşık 3 milyon dolar masraf yapılması gerekecek. Hükümet bu masraftan kurtulmak için stadyumun hapishaneye dönüştürülmesini bile düşünüyor!
Brezilya futbolunun sembollerinden biri kabul edilen Maracana Stadyumu son 15 yılda 3 kez yenilendi. Yenilemeler için 500 milyon dolardan fazla masraf yapıldı. Harcanan para, sıfırdan inşa edilen pek çok stadyumun maliyetinden daha fazla. Üstelik Maracana stadyumunun işletmesi 35 yıllığına özelleştirildi. İşletmeyi devralan konsorsiyumun içerisinde Amerikan AEG şirketiyle Brezilyalı bir inşaat tekeli de var. Stadın işletmesini alan konsorsiyum ilk iki yıl hiç para ödemeyecek, 33 yıl boyunca ise yılda sadece 3 milyon dolar kira ödeyecek. Yani yenilemek için 500 milyon dolardan fazla masraf edilen stadyum, 100 milyon dolar karşılığında (ki bu para 35 yılda taksitle ödenecek) özel şirketlere peşkeş çekilmiştir.
Futbola düşkünlüğü ile bilinen Brezilyalı işçi ve emekçilerin stadyumlarda Dünya Kupası maçlarını izlemesi de mümkün değildir. Maçı stadyumda izlemek için bilete yüzlerce dolar ödemek gerekiyor. Maç biletlerine binlerce dolar harcamak, şehir şehir gezip otel ve ulaşım masraflarını karşılayarak maçları takip etmek için orta ve üst sınıflara mensup olmak gerekiyor. İşçi ve emekçiler maçları ancak televizyondan izleyebiliyor.
Brezilya’da Dünya Kupası hazırlıklarını ve yapılan masrafları savunan burjuva medya, Dünya Kupasının ülke ekonomisine milyarlarca dolar kazandıracağını propaganda ediyor. Dünya Kupasının birilerine milyarlarca dolar kazandırdığı elbette doğrudur. Ancak milyarlarca doları kazanan Brezilya burjuvazisi ve uluslararası burjuvazidir.
FIFA’nın genel sekreteri Brezilya’daki Dünya Kupası organizasyonu için 3 milyar 300 milyon dolar harcayacaklarını, buna mukabil 3 milyar 500 milyon dolar gelir elde edeceklerini, sadece 200 milyon dolar kâr edeceklerini açıkladı. BDO adlı bağımsız bir denetim şirketi ise FIFA’nın gelirinin gerçekte 5 milyar dolar olacağını hesaplıyor. Bu gelirin büyük kısmını televizyon yayın haklarının satışı oluşturuyor. Profesyonel futbol, dünya çapında milyarlarca doların döndüğü dev bir sektördür. Küresel bir kapitalist organizasyon olan FIFA bu kârlı sektörü yönetiyor. Muazzam güce ve etkiye sahip bu küresel kapitalist örgüt, Dünya Kupası düzenleyeceği ülkeye kupa hazırlıklarıyla ilgili her istediğini yaptırabiliyor. Brezilya hükümeti, FIFA patronlarının talepleri doğrultusunda stadyum inşaatları ve altyapı çalışmaları yaptı. Hükümet yeni kanunlar çıkardı, indirimli biletler kaldırıldı. Kitle eylemlerine karşı Dünya Kupası organizasyonunun güvenliğini sağlamak üzere 100 bin polis ve 60 bin asker seferber edildi. Ayrıca stadyumların ve çeşitli donanımların korunması için 20 bin özel güvenlik elemanı kiralandı. Terörle mücadele yasasında yapılan değişiklikle protesto yürüyüşleri “terör eylemi” kapsamına alındı. Federal hükümet ayaklanmalara karşı 10 bin polisten müteşekkil “acil müdahale timi” oluşturdu.
Dünya Kupası hazırlıkları boyunca işçi sınıfına saldırılar yoğunlaştı. Devlet, kamu bütçesini Dünya Kupası vesilesiyle kapitalistlerin çıkarları için çarçur etti. Buna karşı gelişen protestolara saldırdı. Dünya Kupasına yetiştirilmeye çalışılan inşaatlarda yaşanan iş cinayetlerinde çok sayıda işçi hayatını kaybetti. Stadyum, park alanı vb. inşaatlar için “kentsel dönüşüm” yapıldı. Yoksul aileler yaşadıkları yerlerden sürüldüler.
Reformizmin işçi sınıfına ihaneti
Bütün bunların yaşandığı Brezilya’da şu anda bir “sol” koalisyon hükümeti iktidarda. Bu hükümetin başını çeken İşçi Partisi (PT), Brezilya Komünist Partisi (PCB) ve diğer hükümet güçleri Dünya Kupasının sosyal harcamalara engel olarak görülmemesi gerektiğini açıkladı. Dünya Kupası protestolarının sağcı-gerici nitelikte olduğu ve amacının federal hükümetin istikrarını bozmak olduğu iddia edildi. Geçen yıl Haziran ayında ulaşım zamlarıyla patlak veren büyük protesto dalgasıyla ilgili olarak “solcu” hükümet ve yandaşları benzer değerlendirmeler yapmışlardı. İşçi ve emekçilerin talepleri ve yoksul kitlelerin tepkileri üzerinde yükselen protesto dalgası, işçi sınıfı ve sol adına hareket ettiğini iddia eden hükümeti zora sokmuştu. Dünya Kupası için harcayacak milyarlarca doları bulabilen hükümet, yoksul emekçilerin eğitim, sağlık, ulaşım, konut gibi en temel sorunlarını çözmek ve kamu çalışanlarının ücretlerini yükseltmek için para bulamıyor! Bu durumun işçi sınıfı açısından makul bir açıklaması yoktur. Zamanında başlamadığı ve iyi planlayamadığı için Dünya Kupası hazırlıklarını yetiştirmeyi beceremeyen hükümet, stadyum, yol ve havaalanı inşaatlarını hızlandırmaya çalışarak iş cinayetlerine neden oldu. Koalisyon hükümeti bileşeni sol partilerin ve FIFA’nın eline işçi kanı bulaşmıştır.
2002 yılında seçimleri kazanarak hükümeti kuran İşçi Partisi, tipik bir “burjuva işçi partisi” olduğunu kısa sürede ispatlamıştı.[*] Geçmişte metal işçilerine liderlik etmiş olan İşçi Partisi lideri Lula, yoksullara yönelik popülist politikalarla (40 milyon yoksul Brezilyalıya ayda 60 dolar sağlamak gibi) kitleleri yatıştırdı. Öte yandan Lula, kendisinden önceki neo-liberal politikalar izleyen hükümetlerin mirasına da sahip çıkarak burjuvaziyle kucaklaştı. Yüksek faiz oranları ile spekülatif finans sermayesini ülkeye çeken Lula, özel sektöre sağlanan ucuz krediler, arazi tahsisleri ve ucuz işgücü sayesinde yatırımların hızla artmasını sağladı. Ekonominin hızlı büyümesi işsizliğin bir miktar azalmasını ve ücretlerin yükselmesini sağladı. 2011 yılına kadar başta kalan Lula’nın ve onun halefi, halen başkanlık koltuğunda oturan Dilma Rousseff’in ne kapitalist sömürü düzeniyle ne de burjuva devlet aygıtıyla ilgili bir dertleri oldu.
İşçi Partisi döneminde Brezilya dünyanın 6. büyük ekonomisi haline geldi. İşçi ve emekçilerin hali ise halen içler acısıdır. Milyonlarca insan evsiz, tenekeden yapılma derme çatma barakalarda yaşıyor. Duraklarda uzayıp giden kuyruklar ve aşırı sıcakta balık istifi doluşulan kalabalık otobüsler toplu ulaşımı toplu eziyete çeviriyor. Öğretmenler düşük ücretlerle geçinebilmek için çırpınıyor. Çatısı akan okullarda sürdürülen eğitimin kalitesi de düşük. Sağlık hizmetleri de gayet sağlıksız koşullarda sürdürülüyor. Kalabalık ve kirli devlet hastanelerinde, yıkık dökük muayenehanelerde düşük ücretlerle çalıştırılan doktorlar ek iş olarak özel hastalarına hizmet veriyor. Bazı ilaçlar az bulunuyor ve çok pahalı satılıyor. Dünya Kupasını izlemeye gelecek zenginler için dev statlar, lüks oteller ve yeni havaalanları inşa etmek için milyarlarca dolar harcayan İşçi Partisi hükümeti, yıllardır işçi ve emekçilerin en temel taleplerini “yeterince para yok” diyerek geri çeviriyordu. Havaalanlarını ve otoyolları özel sektöre peşkeş çeken hükümet, yıllardır kendisini destekleyen yoksul emekçilerin sabrını taşırmaya başladı. Geçen yıl Haziran ayında otobüs biletlerine zam yapılması üzerine başlayan protestolar yüz binlerin katıldığı bir kitle hareketine dönüşmüştü. 17 Haziran 2013’te gerçekleşen gösterilere 1 milyondan fazla insan katılmıştı. 17 Haziran gösterileri, askeri diktatörlüğün devrildiği 1985 yılındaki eylemlerden bu yana en kitlesel eylemlerdi. Dünya Kupası vesilesiyle gerçekleşen eylemler, geçen yıl başlayan Haziran eylemlerinin devamı niteliğindedir. Dünya Kupası vesilesiyle hükümeti ve FIFA’yı protesto gösterilerine 2 milyona yakın insan katıldı. Futbolla yatıp futbolla kalktığı anlatılan Brezilya’nın yoksul halkı futbol illüzyonuna ve cafcaflı gösterilerin büyüsüne kapılmamış, burjuva sol hükümetin Dünya Kupası vesilesiyle açığa çıkan ikiyüzlülüğüne karşı sınıfsal tepkilerini ortaya koymuştur.
90’lı yıllar boyunca izlenen neo-liberal politikalar, sınıf çelişkilerinin keskin bir biçimde yaşandığı Latin Amerika’da işçi sınıfının ve yoksul kitlelerin ayağa kalkmasına ve burjuva düzeni sarsmasına yol açmıştı. 2000’li yıllarda pek çok Latin Amerika ülkesinde, ayağa kalkan işçi-emekçi kitlelerin önünü kesmek için reformist sol partiler ya da popülist politikalarla kitleleri yatıştıracak liderler ileri sürüldü. Brezilya’da, Venezuela’da, Bolivya’da, Arjantin’de ve Ekvador’da devrimci uyanışın ateşini söndürme işini bu siyasetçiler üstlendi. Brezilya örneği, burjuva işçi partilerinin sınıflar mücadelesinde oynadıkları uğursuz rolü bir kez daha göstermiştir.
Brezilya’da yoksul kitlelerin eylemleri, devrimci mücadelenin önüne dikilen burjuva işçi partisi engelinin, ezilenleri kandırma ve kapitalist düzenin istikrarını sağlama açısından işlevini yitirmeye başladığının işaretidir. Sınıf hareketinin ilerlemesi ve Brezilya İşçi Partisi engelinin alt edilmesi, gerçek bir devrimci seçeneğin yaratılmasına bağlıdır. Zamanında İşçi Partisi’ne teslim olup bu parti içinde likidite olan sosyalist grupların bu görevi başarması hiç de kolay değil. Tüm dünyada olduğu gibi Latin Amerika’da da Bolşevizmi temel alan devrimci sınıf örgütlerinin ve enternasyonalin inşası halen en temel sorundur.
(Kaynak: Marksist Tutum, Temmuz 2014, no:112)
http://marksist.net/node/3487
http://www.hurriyet.com.tr/okulda-futbol-maci-kanli-bitti-40084209
Bu tür olaylar eğitim sisteminin de, futbolun da ne kadar yoz olduğunu, çürümüş bir düzenin devamlılığına yaradığını gösteriyor.