Fikret Başkaya / Paris Katliamı: “Çığırından çıkmış bir dünya”
Özgür Üniversite
Pazar, 15 Kasım 2015 01:03
Dün akşam İŞİD tarafından Paris’te gerçekleştirilen katliamda, bu yazının yazıldığı dakikalarda, 127 kişinin öldüğü, 99’u ağır olmak üzere 200 kişinin yaralandığı bildiriliyordu. Aslında bu terör eylemi son bir kaç yılda İŞİD tarafından yapılan katliamların sonuncusuydu: Reyhanlı, Charlie Hebdo, Diyarbakır, Suruç, Ankara, Mısır’da Rus uçağının düşürülmesi… Bu katliamın vicdan sahibi insanları derinden yaralamaması mümkün değil, acımız büyük. Katliamda hayatını kaybedenlerin yakınlarının, dostlarının acısını paylaşıyoruz.
isid-fransa-saldirisini-ustlendi-837438
Fransa devlet başkanı Hollande, yaptığı açıklamada, ülke çapında sıkı yönetim ilan edildiğini, sınırların kapatıldığını ve üç gün yas ilan ettiklerini söyledi. Bu trajedi yüreğimizi dağlasa da, olup-bitenlerin “soğuk kanlı” bir değerlendirmesini yapmamıza engel olmamalıdır. Zira, her seferinde sokaklara saçılan insan cesetlerinin bir sorumlular silsilesi, bir sorumlular hiyerarşisi olmalıdır ve var! Dolayısıyla sadece terörist katilleri lânetlemek, mahkûm etmek yeterli değil. Bu asıl yapılması gerekeni yapmaktan, sorumluluktan kaçmak, fotoğrafın bütününü görmemek anlamına gelir. Bu katliamın “reel failleri” İŞİD’ci fanatikler ama başkaları da var! Bu katliamların gerisinde emperyalist çıkarlar için Ortadoğu denilen bölgede “vekalet savaşları” peydahlayan güçler var: ABD, İngiltere, Fransa, bir bütün olarak NATO’cu cephe ve bölgedeki emperyalizm uşağı-müttefiki gerici rejimler var.
François Hollande: ” Saldırının nereden geldiğini biliyoruz” demiş. Bir de “neden oldu?” sorusunu sorabilseydi, durumu netleştirmek kolaylaşırdı. Emekli CIA direktörü James Woolsey de, ABC News’e yaptığı açıklamada: ” ABD ve Fransa’nın İŞİD’in üst düzey yöneticilerini öldürdüğünü, örgütün “biz buradayız, yapabiliyoruz” mesajını vermek istediğini söylemiş…
Eğer neokoncu George Bush yönetimi 12 yıl önce uluslararası hukuku hiçe sayarak ve uyduruk gerekçelerle Irak’a savaş açmasaydı, Irak toplumunu harap etmese, toplumun dokusu parçalamasa, devleti çökertmese, daha önce ABD Suudilerle bir olup, Afganistan’da Taliban’ı peydahlamasa, zira 1979 yılında Brezinski Amerikan diplomasisinin şefi iken, Bin Ladin’i eğitip-donatıp Afganistan’a yollamıştı. O tarihten sonra teröristler emperyalist çıkarlar için kullanılmaya devam ediyor. Ve eğer Fransa, 2011’de NATO’cu ekibe dahil olup, Libya’ya yapılan emperyalist saldırı savaşında şahin rolü oynamasaydı, Libya çökertilmeseydi, Suriye’yi çökertmek için heveslenmeseydi, İŞİD Ankara’nın, Diyarbakır’ın, Paris’in göbeğinde bu kadar kolay katliamlar yapabilir miydi? Dahası, İŞİD diye bir örgüt ortaya çıkar mıydı? Elbette güdümlü hareketlerin her zaman bağımsızlaşma, kendi ajandasına göre hareket etme potansiyeli vardır. İŞİD, ihanete uğramış psikolojisiyle hareket ediyor ve ihanete uğradığı da kesin… Fransız politik eliti Libya ve Suriye’ye karşı yürütülen “vekalet savaşının” önemli aktörlerinden biriydi… Şimdilerde kendi toprağında katliam yapanları daha iki-üç yıl önce “devrimci savaşçılar” ilân ediyordu. Kendi vatandaşlarını da savaşa katılmaya teşvik ediyordu. Çünkü Kaddafi’ye ve Beşar Esad’a karşı savaşıyorlardı. İŞİD’ciler, alevileri, hristiyanları, müslümanları, önlerine çıkan herkesi, kadın, çocuk, yaşlı demeden hunharca öldürürken sorun yoktu! Nitekim Suriye devlet başkanı Beşar Esad, “Bu gün Fransa’da yaşanan bizim 5 yıldır yaşadığımızdır” demiş… Velhasıl, fanatik dinciler başarırlarsa “Suriye’ye demokrasi gelecekti…”
Fakat yanlış hesap Şam’dan, Tahran’dan, Moskova’dan, Pekin’den dönmüştü. Artık tam bir pişkinlik ve utanmazlıkla dün “devrimci savaşçılar ” dediklerine bu gün “dünyanın en tehlikeli terör örgütü” diyebilirlerdi. Suriye’ye “demokrasi götürmek üzere” yola çıkılmıştı… Gerçi Suriye’ye demokrasi ulaşmadı ama Fransa’da hakların ve özgürlüklerin rafa kaldırılması gündeme gelmiş görünüyor. Zira, 1955 yılında Cezayir için çıkarılmış olan kolonyalist sıkı yönetim yasası, hükümete her türlü hak ve özgürlüğü budama, askıya alma yetkisi veriyor. Unutmamak gerekir ki, terörün asıl yaratıcısı daima devlettir, devletlerdir… Devletlerin önce terörü peydahlayıp, sonra da onunla mücadele etmesi, değişmez, iflah olmaz bir gelenektir. Terör üretme ve terörle mücadele diyalektiği mülk sahibi sınıflar ve onların devleti için bulunmaz bir nimettir. Türkiye’nin geride kalan 90 yıllık tarihine bak anlarsın!
Eğer özgürlüğe ve demokrasiye asıl ihtiyacı olanlar gereğini yapmazsa, oligarşilerin oyununu bozmayı başaramazsa, her şeyin daha da kötüye gitmesi, zaten çığırından çıkmış olan dünyanın daha kötüye doğru yuvarlanması kaçınılmaz görünüyor… O zaman devlet terör rejimlerini, “yeni faşizmleri” “demokrasi” diye yutturmaya, ideolojik manipülasyona da gerek duymayacaklar… Zira kapitalist dünya sistemi patinaj yapıyor. Yol alamıyor. Sıkışmış durumda. Genelleşmiş faşizmi dayatma hesapları yapmaları boşuna değil… Onun için mülk sahibi oligarşilerin ve onların devletinin demokrasi, demokratikleşme, demokrasi geldi-gelecek sahte söylemini teşhir ve mahkûm etmek gerekiyor. Eğer sürece vakitlice müdahale edilmezse, geriye mızmızlanmaktan başka bir şey kalmayacak ve iş işten geçecek!