Fikret Başkaya / “İnsanlık” değil, kapitalizm…
Atmosfer ısınmaya devam ediyor, biyo-çeşitlilik ve canlı türleri hızlı bir tempoyla azalıyor, şimdilerde yok oluşun normalin 100 ila 1000 kat arttığını tahmin ediliyor… Bilim insanları önümüzdeki on yıllarda ekosistem için vazgeçilmez olan 1 milyon türün yok olacağını haber veriyor ve insanın da ‘o türlerden biri’ olduğu pek akla gelmiyor… Kuraklık, seller, orman yangınları artıyor, deniz seviyeleri yükseliyor, okyanuslar tuzlanıyor, balıklar ölüyor, açlık, yoksulluk derinleşiyor, ‘iklim göçleri’ görülmemiş sayılara ulaşıyor, birçok ülke daha şimdiden gıda güvenliğini ve egemenliğini kaybetmiş durumda… Bütün bunlar yaşanırken sermayenin kârları da hızla artmaya devam ediyor. Zirvelerde alınan kararlar, peşi sıra yayınlanan raporlar işlerin her geçen gün daha da sarpa sardığına dair kaygıları açık ediyor, lâkin ekolojik yıkımın, iklim krizinin sorumlusunun ‘insanlık’ olduğu söyleniyor… Binlerce, on binlerce sayfalık değerlendirme raporlarında kapitalizm kavramı hiç geçmiyor…”Konunun uzmanları” ve “her konunun uzmanları” televizyonlarda saatlerce iklim krizini, ekolojik yıkımı ‘tartışıyor…’ hiçbirinin ağzından kapitalizm çıkmıyor… İyi de siz o sorunu hangi temel üzerinde tartışıyorsunuz? Şeyleri adıyla çağırmamak bir yalan söyleme yöntemi değil midir?
Egemen sınıfların hizmetindeki ‘Sivil Toplum Örgütleri’ [NGO’lar) ve büyük medya yıkımın asıl sorumlusunu gözden uzaklaştırmak için seferber olmuş durumda. Asıl sorumlunun insan (Homo Sapiens) olduğu söyleniyor… WWF (Dünya Vahşi Doğayı Koruma Vakfı) 1970 yılından beri vahşi hayvan popülasyonunun %60’ının yok olduğunu ifade ediyor ve yok oluşun insanların aşırı tüketiminden kaynaklandığını ileri sürüyor… Vakfın 148 sayfalık 2018 Raporunda ‘insanlık’ kelimesi 14 kere, ‘tüketim’ kelimesi de 54 defa geçiyor… “Kapitalizm” bir defa dahi geçmiyor… Yok sayarak bir sorun anlaşılabilir, bilince çıkarılabilir mi? Eğer canlı türleri aşırı tüketimden kaynaklanıyorsa, aşırı tüketim de kapitalizmin eseri değil mi?
Kapitalizm sürekli büyümeye mahkûm netameli bir sistemdir. Orada durmak da, yavaşlamak da mümkün değildir. Hiçbir zaman bana bu kadarı yeter demez, diyemez… Varlığını büyümeye borçludur… Büyüme veya yok olma ikilemi söz konusudur… Hem her seferinde daha çok üretme zorunluluğu var ve hem de amacın hasıl olabilmesi için üretilenin satılması, tüketilmesi, Marksist bir kavramı kullanmak gerekirse, realizasyon gerekiyor. Kapitalist endüstriyel tarım (agro-endüstri), canlı türlerinin yok oluşunun başlıca nedenlerinden biri. Yegâne ereği kâr olan bir üretim tarzının doğaya, insana, canlılara saygılı olması mümkün olmadığına göre…
Yegâne ereği, her seferinde daha çok kâr olan bir sistemden doğaya, insana, canlılara saygılı olması, doğanın sınırlarını dikkate almasını beklemek abestir… Kapitalizmi değil de ‘tüketimi’ yıkımın ve kötülüklerin sorumlusu saymanın bir anlamı olabilir mi? Eğer ortada bir saçmalık, bir irrasyonellik varsa, asıl nedene odaklanmak, şeyleri adıyla çağırmak gerekmiyor mu?
Yıkımdan ‘aşırı nüfusun’ sorumlu olduğunu söylemek de yaygın bir tevatür… Bu dünyada yaşayan herkesin yıkımdan aynı derecede sorumlu olduğunu söylemenin bir inandırıcılığı olabilir mi? Eğer ortada bir yıkım varsa, işler sarpa sarmışsa, bir sürdürülemezlik durumu veya aynı anlama gelmek üzere bir uygarlık krizi ortaya çıkmışsa, bunun nedeni dar bir ayrıcalıklı küresel azınlığın yaratılan zenginliğe el koymasıdır… Atmosferin ısınmasında asıl sorumlu olan ‘Büyük İnsanlık’ değil, dünya nüfusunun sadece %10’unu oluşturan “mutlu azınlık”. En zengin %10 atmosferin ısınmasına neden olan karbon gazı emisyonunun %50’sinden sorumlu… Sorumluluk ayrıcalıklı azınlığa ait ama iklim krizinin, ekolojik yıkımın, biyolojik çeşitliliğin yok olmasının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda olanlar bu dünyanın zenginliğini üreten yeryüzünün lânetlileri, Büyük İnsanlık… Asıl sorumlu, insana canlılara, doğaya saygısız kolonyalist, emperyalist kapitalist sistem… Velhasıl yıkıma maruz kalanlarla, yıkımdan kâr edenler ayrımını iyi yapmak gerekiyor…
Aslında ekolojik yıkımın, iklim krizinin başlıca nedenini nüfus artışına bağlamak, küresel oligarşinin ve temsilcilerinin suçunu başkalarının üzerine atmak, asıl sorumluyu görünmez kılmaktır… Kapitalizmde ‘benden sonra tufan’ anlayışı geçerlidir… Kapitalistler insanların kaderiyle de ekolojik yıkımla da ilgili değillerdir… Öylesi kaygılara yabancıdırlar. Nüfus artışını, ne demekse ‘aşırı nüfusu’ günah keçisi saymak ideolojik bir manipülasyondur… Eğer bugün dünya ölçeğinde, nüfus artışı oranı farklılık gösteriyorsa, zengin ülkelerde düşük, yoksul ülkelerde yüksekse, bunun nedeni zenginliğin küresel planda aşırı eşitsiz bölüşülmesindendir. Bir şey daha var: insanlık dendiğinde, sosyal eşitsizlikler, sınıfsal farklılıklar, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ilişkisi, sınıf çatışmaları görünmez kılınıyor… Netice itibariyle insanlık dendiği zaman bir genelleme, bir soyutlama yapılmış oluyor…
Her toplumda zenginlerin nüfusu yoksullardan daha az artar. Bu, dünya ölçeğinde de öyledir… Zengin ülkelerden yoksul ülkelere doğru gidildikçe nüfusun daha çok arttığı gözlenir. Fakat yoksulluğu yaratan da kapitalizmdir. Mesela yoksul kesimden 10 çocuklu bir aileden biri okuyup devlet bürokrasisinde görev alsa, ekseri ikiden fazla çocuğu olmazdı! Kaldı ki, kapitalizm göreli ve mutlak yoksulluk yaratmadan yol alamaz. Dünya nüfusu %30 azalsa, ekolojik yıkım ve iklim krizi cephesinde değişen bir şey olmazdı…
Yüz yüze geldiğimiz sorunlar, sayısız kötülükler, akılsızlıklar, radikal dönüşümleri gerektiriyor… Yeni bir perspektife ve paradigmaya acilen ihtiyaç var. Sürdürülebilir bir yaşam için üretim, tüketim ve yaşam tarzımızı radikal olarak değiştirmemiz gerekiyor ve bu mümkün…
Bir sorunu yaratanlardan çözüm beklenemeyeceğine göre, iş başa düşüyor… Bozulanı yapmak da sonuçta yeryüzünün lanetlilerine kalıyor ve yapılacak olan da bir sır değil… Vakitlice insanlığa yıkımdan, ölümden, savaştan, açlık, yoksulluk, sefaletten, aşağılanmadan… başka bir şey teklif etmeyen lânetli kapitalizmden çıkmak gerekiyor… Zira geç kalınırsa geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir…