Fikret Başkaya / Greta Thunberg’in mektubu…
Çocuk yaşında iklim mücadelesinin sembolü haline gelen İsveçli Greta Thunberg, Glasgow İklim Zirvesi öncesinde yazdığı bir mektupla sorumlu hükümetleri suçluyor, daha geç olmadan harekete geçmeleri gereğini bir defa daha hatırlatıyor…
1994’den beri iklim zirveleri düzenleniyor ve her zirveden sonra durum daha da kötüleşiyor… 200 kadar devlet ve hükümet başkanı, COP (Taraflar Konferansı] zirvelerinde şov yapıp dağılıyor. Geçtiğimiz ağustos ayında, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin(IPCC) son raporuna gönderme yaparak, durumun insanlığın kırmızı çizgisi olduğunu söylemişti. Greta Thunberg, bunun bir alarm sayılması gerekirken hiçbir karşılık bulmadığını, ekoloji ve iklim krizinin inkâr edildiğini söylüyor. “Gezegeni kurtarmak istiyoruz ama sürdürülemez yaşam tarzını değiştirmeye yanaşmıyoruz. CO2 emisyonunun acilen ve radikal olarak azaltılması gerekiyor, kısa vadede sorunun üstesinden gelecek teknolojik bir çözüm de mümkün olmadığına göre, toplumu radikal olarak değiştirmekten başka çare yok,” diyor…
Aslında durum kötüleşmeye devam ediyor. Yapılan tahminlere göre, 2021’in ikinci en yüksek emisyon yılı olacağı ve gaz emisyonunun 2030’a kadar, 2010 yılına göre %16 artacağı belirtiliyor. Durum çok vahim; tüm ülkeler vaat ettiklerini yapsalar bile, XXI’inci yüzyılın sonuna kadar sıcaklık 2,7 derece yükselecek… 2030’a kadar fosil yakıt üretimi ikiye katlanacak ki bu, atmosfer ısısını 1.5 derecenin altında tutma hedefinin iki katı… Bu da sistemi değiştirmeden hedefe ulaşmak imkânsız demek… Zaten belirlenen hedefler yetersiz… Tabii rakamlar da manipüle ediliyor. Uyduruk istatistiklerle gerçek durum gizleniyor. Greta, bu konuyla ilgili olarak, kendi ülkesi İsveç ile İngiltere’den ve tabii en büyük emisyonu yapan ABD’den ve Çin’den örnekler veriyor… Thunberg’e göre, bugün itibariyle iklim kriziyle ciddi bir şekilde mücadele edecek gerçek bir liderlik yok… Ayrıca, kamuoyunun duyarlılığını artıracak medya zaafı var…Glasgow Zirvesi’nin başarılı olması için çok şey yapmak gerekiyor. Greta, “Her şeyden önce ihtiyacımız olan şey, dürüstlük, dayanışma ve cesaret,” diyor…
Greta’ya göre, iklim krizi çok derindeki bir krizin emaresi… Aslında söz konusu olan sosyal bir kriz… Bir eşitsizlik krizi ki kökleri sömürgecilik dönemine ve daha gerilere uzanıyor. “Öyle bir kriz ki bazı insanlar kendilerini başkalarından üstün görüyor ve onları sömürmeye, ülkelerinin kaynaklarını çalmaya hakkı olduğunu düşünüyorlar… Velhasıl,” diyor, Greta Thunberg, “Sorunun kaynağına inmeden, radikal bir yaklaşım olmadıkça, krizle gerçek bir yüzleşme de mümkün olmayacak.”
“Gerçi sorun çok büyük, durum çok vahim ama çözümsüz de değil… Umutsuz olmak için bir neden yok… Pekâlâ bu durumla yüzleşebiliriz ama değiştirmeye hazır olmak, cüret etmek kaydıyla… Şeylerin gerçeğini kavramış bir dünya lideri, bir büyük ülke, bir büyük televizyon kanalı, bir büyük gazete gerekiyor… Yeter ki vakitlice harekete geçilebilsin,” diyor Greta. Zaman daralıyor. Yüksek düzeyde konferanslar devam ederken, karbon gazı emisyonu da hız kesmeden pupa-yelken yol alıyor… Greta, mektubunu “O lider kim olacak,”sorusuyla sonlandırıyor…
Aslında Greta, adını anmasa da iklim krizinin ve ekolojik yıkımın kapitalizmin eseri olduğunu söylemek istiyor. Kapitalizm dahilinde iklim krizi, ekolojik kriz ve sayısız sosyal kötülükler (işsizlik, yoksulluk, açlık, aşağılanma, ahlaki çürüme…) istisna değil kuraldır. Eğer öyleyse, işe şeylerin gerçeğini söyleyerek başlamak gerekecek… Hem saçma üretimi, saçma tüketimi ve saçma yaşamı sorun etmeyeceksin hem de çözümden, insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmaktan söz edeceksin… Öyle bir şey mümkün değil.
Kapitalizm sınırsız büyüme dinamiğine dayalı bir sistemdir. Büyümeden yapamaz. Her seferinde daha çok üretmek, daha çok tüketmek, kirletmek, yok etmek zorunluluğu vardır… Hiçbir kapitalist, bana bu kadar yeter, burada durayım diyemez… Zira vahşi bir rekabet ortamında varlığını sürdürebilmek için büyümesi, büyümesi, daha çok büyümesi gerekiyor… Bu, kapitalist patronun kişisel iradesinin bir kıymet-i harbiyesi yok demektir… Gerçi kapitalizm sınırsız büyüme-genişleme dinamiğine ve eğilimine sahiptir ama dünyanın kaynakları sonsuz değildir, sınırlıdır… Zira, üretmek doğadan bir şey çekmek, eksiltmek, azaltmak demektir… Üretirken de tüketirken de kirletmek demektir… Kapitalistler yaptıklarının ekolojik ve sosyal sonuçlarıyla ilgili değillerdir.
Bir zaman geliyor, şimdilerde olduğu gibi, sınırsız büyüme doğal kaynakların sınırına dayanıyor ve metabolik bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Başka türlü söylersek, doğanın kendini yenileme hızıyla (ritmiyle), kapitalizmin kendini yeniden ve yeniden üretme hızı (ritmi) arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor… Buna dünya limit aşımı günü [earth overshoot day] deniyor. İçinde bulunduğumuz 2021 yılında dünya limit aşımı günü 29 Temmuz’a gerilemişti… Bu, doğanın bir yılda yarattığı yeni kaynağı biz yedi ayda tüketmişiz, yılın beş ayını doğaya borçlu geçireceğiz demektir… Aslında şu borç meselesi artık evrensel bir nitelik kazanmış durumda… Bireyler borçlu, aileler borçlu, şirketler borçlu, belediyeler borçlu, devletler borçlu… İnsanlık da bir bütün olarak doğaya borçlu…
Bu, tartışmasız bir sürdürülemezlik durumu veya aynı anlama gelmek üzere bir uygarlık krizidir… Kapitalizmin bildik krizlerinden biri daha değildir… Artık yüz yüze geldiğimiz sorunların kötü politikaların değil, kötü sistemin- kapitalizmin- eseri olduğunun yüksek sesle söylenmesi gereken bir zamandayız… Şeyleri adıyla çağırmamak bir yalan söyleme yöntemidir… Burjuva politikacıları- başta ‘iktisatçı uleması’ olmak üzere- sömürü düzeninin akıl hocaları, her şeyi bilen köşe yazarları, ne demekse kanaat önderi denilen kişiler, bu aracın hâlâ aynı rotada ilerleyebileceğinden şüphe etmiyorlar…
Kaldı ki kapitalist dünya sisteminin bugünkü durumunu kriz kavramı karşılamıyor… Bu düpedüz bir çöküş halidir ki çöküş, geri dönüşü olmayan eşiğin aşıldığı demeye gelir. Eğer bir uygarlık, bir sosyal sistem, bir üretim tarzı, verili yasal ve kurumsal çerçeve dahilinde toplumun çoğunluğunun temel ihtiyaçlarını [yemek, su, barınma, ısınma, güvenlik, sağlık hizmeti, eğitim, ulaşım…] karşılayamaz duruma gelmişse, orada krizden değil, çöküşten söz edilecektir… Artık ayağımızın altındaki zemin kaymış bulunuyor…
Kapitalizm bizi de girdabına alarak çöküyor denildiğinde, bir mum gibi sönecek denmiş olmuyor, olmamalıdır… Birincisi; bir sosyal sistemin, uygarlığın çöküşü bir canlının, bir insanın, bir kuşun ölümü gibi anlık bir şey değildir… Zamana yayılmış bir süreç, bir eğilim olarak tezahür eder… Ve ikincisi; bu dünyanın egemenleri, küresel oligarşi, küresel plütokrasi, ‘yerli ve milli’ egemenler’ hiçbir zaman, siz buradan buyurun demezler… Her türlü zora, şiddete devlet terörüne, savaşa, çatışmaya, vahşete başvurarak çöküşü olabildiğince uzatmaya çalışırlar … [Şimdilerde en kârlı, en revaçta sanayilerin silah sanayileri olması bir tesadüf değil.]. O halde, bir politik öznenin etkili, güven veren bir program ve perspektifle dünyayı bu hale getirenlerin karşısına dikilmesi gerekecek ki bu mümkün; irade sahibi insanlar olduğumuza göre… Velhasıl, ilelebet, “Sayın Seyirciler” olmak zorunda değiliz…
Sayın Başkaya
Bilim gözlemle başlarmış, öyle olsun. İdeolojik adı modern Bilim, saklı adı Metafizik olan en son ve en verimli din ve Allah’a karşı çıkılamaz. Kısacası ne Erdoğan dua ile köprü yapabilir ne de İran imamları dua ile petrol çıkarabilir.
Koca kelle bilim adam- karısı dilinde, hangi din-Allah olursa olsun, son din-Allah olan Bilim hariç, mal mülk için tüm dünyayı yok et emri verse, ne cevap alacağını, ağzım bozuk olduğundan söylemeyeceğim. Bilindiği gibi dünyayı avucunda tutan Amerika, Avrupa Birliği, İngiltere, Çin, Rusya ve birkaç ufaklık tüm yaşama son vermeye yarış içindeler. Son zamanlarda ha oldu ha olacak gece yarısı kıyametine, tekrar, son 100 saniye içine girdik. Bakınız https://thebulletin.org/doomsday-clock/
Neyse sadede geleyim.
Katkısı çok büyük olduğundan boyundan büyük işlere karışmasına izin verilen bir bilim adamı bile “bir sorunun varsa ve devletten yardım beklersen iki sorunun var” dedi. Uşak kendini eklemeyi unutmuş: “bilim adam-karılarından yardım beklersen ÜÇ sorunun var”
Modernlik ve post modernliğin simgeleri Sayın Başkaya ve Sayın Küçük Hanım Thurnberg sadece devletlerden değil devletlerin en sadık ve en dalkavuk uşakları bilim adam-karılarından yardım umuyorlar.
Batıp delecek kadar göze çarpan bir hakikate göz kapatanların gözlerini açalım: Bilim adam-karıları her dine (İslam, Hıristiyan, Yahudilik, Hinduizm, Budizm, vs); her politik rejime (faşist, diktatörlük, totaliterlik, liberal, faşist-liberal Merkel Hanım Almanya’sı, komünist, konfüçyüsçü-komünist Çin, liberalizm, vs.); her türlü ekonomik sisteme (kapitalizm, sosyalizm, devlet-kapitalizmi, karman çorman kapitalizm, vs.); her türlü ideolojiye utanmadan ve hatta büyük bir coşkunlukla hizmetçilik ederler.
1550 civarında, daha 16-18 yaşında, insanların gönüllü köleliğine dikkat çekti ama nedense bu çok yüksek zekâlı bilim adam-karıları duymamışlar.
Kim bu yüksek zekâlı bilim adam-karıları? Modern çağ sahnesine nasıl fırladılar. Yaklaşık on birinci yüzyılda başlayan, Rönesans ile ünlü olan, 19. yüzyılda kıvamına gelen safhalarda gökyüzü tanrılar yere indirildi; Doğa, Doğal Kaynaklar oldu; İnsan, İnsan Kaynakları oldu; Doğa ve Toplum araçlaştırıldı. Araç olarak kullananlar da Doğa ve Toplum mühendisi veya teknisyeni oldular. Aşağılık duyguları olmasın diye yüksek makamlardaki efendileri bunları vaftizden geçirip cici bici Doğa ve Sosyal bilim adam-karıları diye adlandırdılar. Her türlü gaddarlara uşaklık yapmalarından doğacak vicdan pislikleri de böylece ebediyen, tekrar ve tekrar, yıkandı.
Örneğin salt hava kirliliğinden günde 30 bin kişi ölür ve bu sivri kelleli bilim adam-karılarına göre nedeni cahillik veya cahiller.
Başa döneyim. Bilim gözlemle başlarmış.
Bakalım bir gözü kör edecek kadar batan bir gözleme. Yazılı belgelere dayanan ve günümüzün hem anası hem babası olan Medeniyet (son 8-10 bin yıl) sürecinde insanların %90’ından fazlası fakir fukaraydı. Bunlar isteseler de istemeseler de, sürdürebilirlik sürdürdüler ama şimdi, her zaman olduğu gibi, gözler başyıldızlarda; ne yardan ne de serden geçmek isteyen bilim adam-karıları ile medya ucubelerinde, diğer bir deyişle, seyredenlerle seyrettirenlerde, zaten bir Batı icadı olan Doğa’yı yeniden araçlaştırma peşinde olanlarda.
İstemeyerek vereceğim bir örnek: Benim büyüdüğüm mahallede solan elbiselerin içi dışa çevrilirdi, yırtıklar yamalanırdı, sadece zenginlerin ayakkabısı vardı (ben okula bile nalınla giderdim) vs. vs. vs. Şimdi yırtık pantolon daha pahalı, bulunduğum Avrupa şehrinde dünyaya gelecek 10-20 yıl yetecek kadar ayakkabı var. Google, Amazon, Facebook satış reklamları reklamları sayesinde dünyanın en zenginleri. Ama sakın toplum mühendislerine sormayın, çeneleri düşük bu dalkavukların.
Çene düşüklüklerine bir örnek: yüz binlerce güzellik ve sağlık jimnastiği salonlarını dolduracak kadar kitap var özel mülkiyet, mal, meta, para, vs. vs. vs. vs, vs. gevezeliği yapar.
Amerika bazı Kızılderililerden toprak satın almak istedi. Kızılderililer “toprak bizim değil, biz para kullanmıyoruz” diyerek sadece Amerika’nın suratına değil, hala meslekleri devrim yapıp dünyayı değiştirme ilahileri okumak olan devrimcilerin suratlarına tükürdüler.
Şimdiki gibi sefil muhacir değil, hâşâ huzurdan, Portekizli dünya keşifçileri, Batı Afrika kıyısında siyahlara cinci boncuk verip altın ve kıymetli taşlar aldılar. Medya pornografisini unutursak, güzelliği metaya tercih eden Afrikalılar kazandılar ama hala hor görülmekteler.
Kristof Kolomb sadece baharat peşinde değildi. Hıristiyanlar, aynı zamanda, Medeniyet treninin son lokomotifi olmaya başlayan Avrupa zorbalarının gaddarlığından kaçarak bir zamanlar kovuldukları cenneti bulmak peşinde idiler — gerçi bunu kafayı özgürlükle bozan özgür okullarda duymazsın, ama olsun, “the show must go on!” — Arayanlar buldular ama tanımadılar. Hatta kaçtıkları gaddarları taklit ettiler, tıpkı sol rejimleri gibi.
Bu son örnek yanıtımın özeti sayılır. Toplum mühendisi ve medya ucubesi Doğa’yı görse bile tanımazlar. Bu sürekli arayan arayıcıların ayırt etme kıstasını da kaybettiler. Görecelik mutlakıyet oldu. Herkes birbirinin aynısı ama herkes, maşallah, tek ve değişik. Hatırlatalım: akıl yürütmenin ilk kuralı her şeyin tek olması, ama olsun, esas olan alış-veriş. Bulsa bulsa kendileri gibi İnsan Kaynakları ve Doğal Kaynaklar.
Bu mahlûklar, “daha fazla araştırma gerekir” mantarsıyla kendilerine sürekli iş yaratırlar. Bir mucize! İlk devridaim makinesi! Bu mahlûklar, utanmadan dünyayı harabeye çevirmede uşaklık ettikleri efendilerine (devlet, endüstri, banka, iş adam-karıları ) yaltakçılık ilahileri çekerek suçu cahilliğe ve cahillere yüklerler!