Fikret Başkaya / “ Devletin Ülkesi ve Milleti…”(1)
“ Görüntü gerçek olsaydı, bilime gerek kalmazdı”
Karl Marx
Anayasada ‘devletin ülkesi ve milleti’ deniyor. Bir devlet var, bir de onun ülkesi ve milleti var… İlişkinin yönü devletten halka, emekçi kitlelere doğru… Bu, Eski Rejimlere (Ancien Régimes) mahsus bir şeydir. Orada ilişkinin yönü kraldan, padişahtan, imparatordan, Saraydan halka, halklara, kitlelere doğrudur… Halk tebâdır, tâbî olandır… İradesinin bir kıymet-i harbiyesi yoktur… Cumhuriyet söz konusu olduğundaysa, ilişkisinin yönünün halktan, emekçi çoğunluktan devlete doğru olması gerekir. Aksi halde gerçek bir cumhuriyetten söz etmek mümkün değildir. Padişahın, kralın… sahneden çekilmesi, değilse etkisizleştirilmesi gereklidir ama yeterli koşul değildir.
Türkiye’de durum, mefhum-u muhalifinden gidilerek tanımlanıyor. Padişah yok, o halde cumhuriyettir deniyor… Cumhuriyetin, res publica’nın bir karşılığı var: Cumhuriyet, halk iradesinin tecelli etmesini varsayar. Türkiye’de Cumhuriyet denilen rejime geçişte halkın hiçbir dahli olmadı. Rejimin adını Cumhuriyet koyup, hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra, sayısız kayıt ve şartı dayatırsanız, orada gerçek bir cumhuriyetten söz etmek mümkün olmaz… Türkiye’de kayıtsız şartsız halk hakimiyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) genel kurul salonunun duvarından başka yerde yok ve hiçbir zaman da olmadı… Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek, şeyleri adıyla çağırmak önemlidir…
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğunun doğrudan devamıdır. Osmanlı İmparatorluğunda devlet kutsaldır… Onun doğrudan devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nde daha da kutsaldır… Devletin kutsal sayıldığı yerde gerisi teferruattır denir… Dolayısıyla gerçek bir cumhuriyetten ve demokrasiden söz etmek abesle iştigalden başka bir şey değildir…
Bu rejim bugüne kadar halktan gelen hiçbir hak-özgürlük talebine olumlu cevap vermemiştir… Devletin kutsal sayıldığı yerde başka türlü olabilir miydi? Eğer halktan gelen bir hak, özgürlük ve sosyal eşitlik talebine olumlu cevap verirse, kutsal devletin büyüsünün bozulmasından korkarlar… Yol bir kere açılırsa, kimin geçeceği belli olmaz diye düşünürler… Geride kalan dönemde bağnaz resmî ideoloji ve resmi tarih rejimin niteliğinin tartışılmasını-anlaşılmasını engelledi. Rejimin niteliğini sorgulamaya cüret edenlerin başına neler geldiği de ilgili olanların malumudur…
Siyasi partilerin ve seçimlerin varlığı, bir başına halk iradesinin tecellisi anlamına gelmiyor. Bizde siyasi partiler halkın değil, devletin partileridir. Halkın kendi partisini kurmasına izin verilmez, bir şekilde kurulursa da yaşamasını, etkili olmasını engellenmek için her yola başvurulur. Seçimlerde ‘devlet partilerine’ verilen oyun da reel bir karşılığı yoktur… Zira, hiçbir zaman seçilenler seçenleri temsil etmiyor… Zaten siyasi partiler anti-demokratik bir yapı ve işleyişe sahiptirler… Tek adam örgütleridirler… Misyonları bütçeyi, hazineyi müşterekleri yağmalatmak, yağmalamak, doğayı kalan etmektir… Seçimler kitleleri aldatmak, oyalamak için sergilenen sefil bir sirk oyunundan başka bir şey değildir… Demokrasi eşittir seçim diye bir kural mı var? Bugüne kadar manzara hep öyleydi… Halkların Demokratik Partisiyle (HDP) niye uğraşıyorlar sanıyorsunuz? Neden önünü kesmek için utanmazca şeyler yapıyorlar? Devlet Partisi olmadığı için… Asıl Devlet Partisinden geçer not almadığı için… Halkın iradesini temsil etme potansiyeline sahip olduğu için… 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) önünü kesmek, etkisizleştirmek için neler yapıldığının bir üyesi olarak canlı şahidiyim…
Entelektüel faaliyetin misyonu ve varlık nedeni, var olanın, yaşanılanın, olup-bitenin radikal eleştirisini yapmak, şeylerin gerçeğine nüfuz etmektir… Her türlü resmi/egemen ideolojisi kategorisinin ipliğini pazara çıkarmaktır… Şimdilerde kibarca ‘organize suç örgütü’ denilenler “tartışılıyormuş gibi” gibi yapılıyor… Rejimin niteliğini sorun etmeden, söylenen sözün bir karşılığı olur mu?
İktidar ikiliği
Türkiye’de kökleri 1910’lu yılların Teşkilat-ı Mahsusa’sına kadar gerilere giden, biri benim Asıl Devlet Partisi, dediğim, diğeri de ‘görünen iktidar’ olmak üzere ikili bir iktidar yapısı geçerli… Rotayı belirleyen Asıl Devlet Partisi’dir… Görünen iktidar değil. Geride kalan yüzyılda işlenen siyasi cinayetlerin ve kitle katliamların faili Asıl Devlet Partisidir… İkili yapı varlığını korudukça, bu ülkede demokratikleşme de, siyasi cinayetlerin ve katliamların önünü kesmek de mümkün olmaz… Eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in dediği gibi “devlet bazen rotanın dışına çıkmıyor”, tam tersine, asıl devlet partisi rotayı belirliyor. Gerekli gördüğü zamanlarda rejimi dizayn ediyor. Muhtemel bir demokratikleşmenin önünü kesmek için ne gerekiyorsa yapıyor…
Maalesef ortalama insan görüneni gerçek sanıyor… Bizde eğitimli kesimler, diplomalılar da öyle sanır… Okullarda, üniversitelerde aldıkları eğitim öyle sanmaları için kurgulanmıştır… Eğitim, gençlerin sorgulama yeteneğini dumura uğratıyor. Mesela 17 bin ‘faili meçhul cinayetin’ olduğuna inanıyor… Devlet tarafından yapılan vahşi katliamı görmüyor… “Gözaltında kayıplar” söylemini de sorun etmeden kabullenir… Gözaltına almanın bir anlamı, bir karşılığı yok mu? Yakalanıp bir odaya tıkılan, kapı da dışardan kilitlenmişken, içindeki buharlaşıyor mu?
Şimdilerde ‘organize suç örgütleri’ (mafya) tartışılıyormuş gibi yapılıyor… Bizde, genel bir çerçevede ‘organize suç örgütü’ denilenler, benim asıl devlet partisi dediğim iktidar odağının taşeronlarıdır… Elbette bunun istisnası da olabilir ama istisnalar kaideyi bozmaz denmiştir… Uzağa gitmeye gerek yok. 2015 Haziran seçimlerinden beri olup-bitenlere dikkatli bir gözle bakan, ne demek istediğimi anlayacaktır… AKP’nin arkasına, MHP’yi, Vatan Partisini, Büyük Birlik Partisini kim neden dizdi sanıyorsunuz…
İkili yapı varlığını korudukça, Kürt sorununun çözümü de demokratikleşme de mümkün olmayacak… Zira, asıl devlet partisi varlığını iç ve dış düşmanlara borçludur…Dış düşman zaten hazırdır… Ülke sınırları dışındaki herkes dış düşmandır. Fakat iç düşmanın ‘yaratılması’ gerekir… O iş de asıl devlet patisine düşüyor… İç düşman da başta Kürtler olmak üzere, sosyalistler, komünistler, hak ve özgürlük talebinde bulunan herkestir… Demokratikleşmenin önünü kesmenin yolu Kürt sorununu çözmemekten geçiyor…
Eğer şeyleri anlamak, bilince çıkarmak gibi samimi bir niyetiniz varsa, önce resmî ideolojiyi ve resmi tarihi sorun etmek, şeylere eleştirel bir gözle bakmak gerekecek… Ne ile cebelleştiğini anlamanın başkaca bir yolu yok…
————————————————————————————————————
(1). Bkz: Mete Kaan Kaynar, Devletin Ülkesi ve Milleti, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2001
Bu makalede kısmen doğrularla yanlışlar birlikte savunulmuş, yazarin kafasi çok karişik anlaşılan!
1) “Devlet-partisi” tanımının hiç bir bilimsel bir yanı yok!
Her şeyden önce yani devletin tanimını yapmadan devletin tarihsel türlerinin tanıminı yapnak gerekir. Keza devletin türünden bağımsız devlet tanımı yapmak, tarihsel olarak bir devlet tezinin olmamasına işaret ernektir.
Devletin çiktiği tarihten bu güne 3 tür devlet türü oluşmuş (1 bacaklı yürütme, 2 bacakli yargı ve 3 bacakli yasama devletleri ) ve bu 3 devlet türünunünde en temel ortak noktası ise TEMSILIYETİZM’DİR!
Devletin kutsanarak dinleştiripmesi.dokunulmazliklarıyla memurun ilahlaştırılması, milletin kul köle/paryalaştırılması ile ilgili bir durumdur. Dolayısiyla kastlaşmanın kaynağında temsiliyetist yapı yatmaktadır. Milletin/halķin kendi kendisini yönetmesi hikayesi de bu temsiliyetizmden beslenmektedir.
Yazarin devlet partisi diye adlandirdığı şey, aslinda eski adıyla derin-devlet/gladyo/PDY vsvs gibi adlandırılan şeydir.
Devletin partileşmesi, partinin devletleşmesi olgulari ise zaman zaman ortaya çıkan ve velirli koşullarda ortaya çıkan temsiliyetizmin GEÇİCİ bir biçimidir. Aynı durum bir biçimi ile sovyet-temsiliyetizminde de yaşanmıştır.
Tam da bu nedenle devlet partisi tanımi, partiyi öne aĺıp devleti öteleyen yanlış bir kullanıma sahip olduğundan, bu tanımın bilimsel bir içerigi de yoktur.
Yani demem o ki; devletteki kastlaşmanin temelinde siyasal organizasyonlar partiler devlet partileri değil, siyasal parti kastlarıni da (siz buna mafyatik kastlari da vs de ekleyin) içine alacak şekilde tarihsel olarak devlet yapısınin tüm doku ve kurumlarıa işlemiş temsiliyetizm belirlemektedir.
İster yürutme şeklinde örgütlenmiş olan tek bacakli köleci devletlerde olursa olsun, ister yargı şeklinde örgütlenmiş olan 2 bacakli feodal devletlerde olursa olsun, ister yasama şeklinde örgütlenmis 3 bacaklı kapitalist devletlerde olursa olsun, ister devletin kutsanarak dinleşmesi (yazarin kullandıği bu mantiğa göre siz buna devlet-dini de diyebilirsiniz) dokunulmazlıklariyla memurun/kralın/papazın/kadinin (vs vs) ilahlaştırılmasi, dolayısiyla milletin halķin kul ķole haline getirilmesi, yani tüm bu süreçleri temsiyetizm belirlememtedir.
Temsiliyetizm açısından özde HDP ninde bir temsiliyetizme tekabül ettiğini, o yüzden temsiliyetist yapıdan ve diğer kast gruplarından farklı olmadıiğını da görmek gerekecektir.
Temsiyetist devlet geneği ve temsiliyetist zlhniyetin kodlarında ne seçim-güvenligi (sandikta dayatilan seçilmen/atanman-teröruzmini seçmekle yükümlü köleler) vardır, ne de hukuk-güvenliği vardır.
Eskilerin deyimiyle “körler, sağirlar birlirlerini ağırlar” tarzında göeünen temsiyetizm her daim memuriyetizmin besler, her seferinde bu memuriyetist-kast milletin maliba canina ve haklarina el koyarak gasp ederek bir asalak gibi yaşamlarinı sürdurmektedir.
(Devami gelecek)