Düşman Hemen Arkanızda…
Bugün bu sitede Yavuz Alogan’ın “İç Savaş Benzeri Şiddet Ortamı” başlıklı, önemli bir yazısını yayınladım. Yazısının son paragrafında şöyle diyor Alogan:
“Tezkere’ye gelince, Türkiye’nin Suriye’yle savaşması mümkün görünmüyor. Bu yönde bir harekât üçüncü dünya savaşını başlatabilir ya da savaş öncesinde TSK’nın deneme balonu olarak kullanılması anlamına gelir. İran/Suriye/Rusya/Çin bir NATO ülkesinin Suriye topraklarına girmesine asla razı olmaz. Bütün mesele, sınır ötesindeki PKK-PYD güçleri ile sınıra yakın bölgelerdeki IŞİD’i tasfiye etmektir. Nitekim RTE de ilk kez bu ikisinin aynı şey olduğunu söyledi.”
Bu tespite katılıyorum. Bence de bu savaşta bölge devletleri ve emperyalist güçler, sonunda bir şekilde anlaşırlar ama bu çatışma ortamında henüz devlet olamamış güçleri de bir güzel harcarlar. Cumhurbaşkanı’nın, Alogan’ın da dikkat çektiği açıklaması bunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Kanımca amaç, Suriye’nin zayıf durumundan yararlanarak Suriye sınırında defacto bir durum yaratmak, Kobane’yi korumak ve IŞİD’a karşı mücadele adına sınırdan biraz ilerde bir “güvenli bölge” yaratmak, bu arada PKK-PYD’yi de o bölgeden atmaktır.
Kürt politikacılar bunu göremiyorlar mı, yoksa “barış süreci” gözlerini iyice kararttığından görmek mi istemiyorlar? Türkiye’nin PYD’ye silah yardımı yapmasını talep ediyorlar. Bu konuda Türkiye’nin yardımını talep etmek saçmalıktır. Türkiye PYD’ye silah vermeyecektir. Hatta şu sıra Türkiye hükümeti, IŞİD’in bir an önce Kobane’yi ele geçirmesini beklemektedir. Böyle bir durum doğduğunda TSK, Suriye’nin sınır bölgelerine girecek, IŞİD’i o bölgeden kovalayacak, PYD’nin hâkim olduğu alana konacak ve Suriye’ye de daha ileri bir harekât yapmayacağı güvencesini verecektir. Böylece, sonuç olarak o bölgede yine bölge devletlerinin ve emperyalist güçlerin borusu ötmüş olacaktır.
Unutulmaması gereken husus şudur: Bölgedeki IŞİD gibi reaksiyoner güçler de, bölgedeki karşıdevrimci devletler de (Suriye ve Türkiye devletleri), emperyalist güçler de (batılı ve doğulu emperyalist bloklar) bölge halklarının düşmanıdır. Bunların hiçbiriyle ittifak yapılamaz, aralarındaki tepişmelerde taraf tutulamaz. Bu eşekler tepişirken arada olan otlara olur.
Tek çözüm, emperyalist ve devlet güçlerinin hepsinden (ABD, Avrupa, Rusya, Çin) uzak durmak ve bölge halklarının karşıdevrimci devletlere (Suriye, Türkiye, İran, Irak) ve reaksiyon güçlerine (IŞİD, Nusra vb.) karşı ortak mücadelesini örgütlemektir.
Gün Zileli
6 Ekim 2014
ROJOVA SAVUNMA DIRENISI ve IYI SEYIRCILER
Anarsist olarak ne kadar savasa, oldurmeye, olmeye, asker olmaya karsi olsak da, kendimizi savunmak icin bazi yollara bas vurabiliriz.
ISID kurdistan topraklarindaki halklara karsi saldiriyor, kafa kesiyor, silahla olduruyor, Kadinlar tecavuze ugruyor ve pazarlarda seks ve is kolesi olarak satiyor, Hayvanlarin bogazini kesip acemilere savas egitimi yapitiriliyor, esir aldiklarini ciplak soyup kisiliklerini yok edercesine iskence ediyor. Ellerini arkadan baglayip, yere yatiriyor ve silahla vuruyor. Diz cokturup bogazini rambo bicagi ile kesiyor.
Kurdler ve seyirciler kendi topraklarinda kardeslerine ve yillarca birlikte yasadigi arkadaslarina yapilan bu vahseti turk`ye sinirlari icinden karsi tarafi ( Kobani ) seyrederek , turk ordusu ve polisinin arkasindan Kobane ye bakiyor. turk`ye kurdistanin sinirda seyredenler daha sonra arkalarini donerek mitingler, gosteriler yapacak. Konu bu kadar basit olacak Bagiracaklar, cagiracaklar, agitlar yakacaklar, kimisi destanlar yazacak.
Avrupa da ki Rojavaya destek eylemlikleri hergun yapiliyor . Katilim cosku ve istek cok az. Avrupadakiler kendi yasam kalitesini dusurmemek icin yerlerinden kalkip destek sunmalari oldukca zor herhalde. 3800 Km otesi ozlem ve hisetmek oldukca zor gibi. Gozden irak, gonulden irak.
turk`ye metropolerinde Rojava direnisine destek yeterli degil , Gezi Direnisene donemedi. Agac sevgisi ve iktidaridaki partiyi degistirme sevgisi , irak ve suriyede olanlara karsi olma sevgisine donusemedi. Isin ucunda Gezi eylemliklerinde vatan bolunmeyecek, rejim degismeyecek, iktidardaki parti degisecek, Gezi parki duracak, kurdler ermeniler ve diyer halklar icin isteklerde bulunulmayacak , yoksuluk on plana cikmayacak, hapishaneler yikilmayacak. istekleri partilerin reform planlari yapacak
Bu yasanan direnis ve utanc tum insanlik adinadir. turkiyeli Sol, Sosyalist, Anarsist, antifasist, antiemperyalist, humanist, ekocu, hayvan haklaricilari, direniste yer almalidir.
Fasist MHP ve seriatci fasist Dinciler her yerde saldirilarini yukselti. Marksistler, Leninstler, Anarsistler birakin sivil fasistlere karsi kendilerin savunmayi, aciz bir sekilde okul idaresine bagli resmi guvenlige siginiyorlar. 1980 askeri fasist cunta evveli verilen devrimci antifasist mucadele ne kadar hatali ve eksik ise ( o donemde buyuk cogunluk antifasist mucadele MHP,UGD,UOD ve Akincilarla sinirlaniyordu. Direk devlet ve kurumlari hedeflenilmiyordu. ) keza bir o kadar dogruydu ve yapilmasda gerekiyordu. Fasistlere ( Milliyetci, Uluscu, Kokten Dinci ) karsisindaki devrimci tavrimiz ne zaman ortaya koyacagiz. Sohret ve para uzerine cevrilmis sol icerikli flim ve dizilerde devrimcileri aciz, korkak, surekli dayak yiyen, pasif, ozguvensiz, ( 10 fasist 50 devrimciyi pataklayip mekanlarini, panellerin basilmasi) zavali, ezilmis,herzaman siddet goren, ani zamanda duygusal, romantik olarak gosteriliyor. Bu topraklarda arabesk kulturu ve yasami her zaman cok kuvetlidir. Bu tip flimler, sanat eserleri goklere cikartmis ve halkin nabzina gore serbet usuluyla oyalamistir. Bu duygulari korukleyen ticari flimler simdi gercek hayatta olmaya basladi
Devrimler her zaman proleterya ve koylu sinif savasiyla olur mantigi ile Rojavaya bakanlar yanilmaktatir. Devrimler ezilenler, yoksular tarafindanda yapilir. Rojavada bir Devrim yapildi. Yari Anarsist , yari sosyalist. Kendi partisini, idari bicimini, askeri yapilanmasini yok etmemis devrim. Zaman ve sartlarin getirdigi tamamlanmamis bugunku devrim. Ozyonetim ve konfederalist bir yapiya donusme arifesindeki bir devrim. Bu daha baslangic devrimler surecek. Insanin kendi kendini yonetigi, kendi vicdani ve kararlari dogrultusunda yasayacagi, topraklari kendi gibi her turlu canliyla paylastigi devrime evrilecek. Tabi kapitalistler, emperyalistler, milliyetciler, otoriterler, iktidarlar ellerini bu devrimden cekerlerse.
Bu kiyim seyredilerek bertaraf olunamaz.
Kurd burjuvazisini bazi uyeleri BDP ve HDP nin icinde burokratik mevkilerini koruyarak yer aliyorlar. Fasist diktator R.T.E ve surasina, ABD ve AB ve silahli gucu NATO ya guvendiklerini soyluyorlar. Sinif ve iktidar isbirligi ozlemiyle.
Kurd halki ve diyer halklar !
“Devlet ve tum kurumlari, partiler sana karsidir”.
“Guvenmemelisin”,
“Kendini onlara teslim etmemelisin”.
“Oz savunma pozisyonunda yer almalisin”.
“Sen kendine ve halka guvenmelisin ve barisi, cozumu halklarla yapmalisin”
“Cozumler ,yol haritalari, barislar bunlarin hepsi kapitalislerin, iktidarlarin oda kapisina yoneliktir, kandirmacadir”. “Bu senin isteklerini devlet yapmaz, sana yaptirir”.
Osmanlinin son doneminden bu yana surekli kurdler, ermeniler ve bu topraklarda yasan diyer halklar surekli kandirilmis ( kandirilmak istenmis) yok edilmis. Halada halklar kendilerini naif bir sekilde kandiriyorlar.
turk devleti ve diyer devletler PKK,PYD desiz Rojeva istemektedir. Kobane direnisi kirilinca ISID le bir sekilde anlasacaklar.
Devletler ozelikle ulus devletler, neoliberaler insanin gozune baka baka yalan soylerler.
5 ve 10 yil sonra sinamalarda Kobani kusatmasi adli flim cevrilecek. Romanlar yazilacak, TV dizileri olacak. Altin Palmiye ,koza, Cannes,Venedik, istanbul, flim festivalerinde odul alacak. Bizlerde flim bitiminde vayyy beee diyecegiz. Kobane icin bugun hic birsey yapmiyanlar, sinemaya uyarliyan yonetmen , rejisorler ve artisler parayi ve sohreti kapacak ve podyumda foto cekip Kobanedeki dirami anlatip ilgi odaklari olacaklar. Bazi solcu ve demokratlar ben demistim, boyle yazmistim , gordunuzmu dedigim cikti, gibi haricten gazel okuyacaklar. Mechul asker aniti ve General, devlet kurtarici bilmem kim adiyla anitlar dikilecek. Asker ve halk her zaman mechuldur.
Kobanideki diram degildir, direnis, guven, birliktelik ve cesaret vardir, yasanmaktatir..
Karakok Otonomu
Tek çözüm, emperyalist devlet güçleri (ABD, Avrupa, Rusya, Çin) ve karşıdevrimci devletler (Suriye, Türkiye, İran, Irak) ve reaksiyon güçleri (IŞİD, Nusra vb.) arasındaki savaşta (Irak ve Suriye Kürtleri dışında) hiçbir tarafı tutmadan bir kenara çekilmek ve bunların birbirlerini tüketmelerini beklemektir.
Sizin analizinize gore PKK/PYD cok naif olmali, eger silah icin Turkiye ve NATOya guveniyorlarsa. Oyle mi gercekten?
Bence aci gercek PKK’nin da TC ve Suriye gibi bolge devletlerinden, ve kendi ulusal cikarlari icin mucadele eden binbir silahli gucten bir farki olmadigi. Yoksa PKK’nin bu “naif” tavrini anlayamayiz.
Olgular acik: Kobani’da sivil halk kalmadi cunku insanlar coktan Turkiye sinirini gectiler, dolayisiyla PKK su anda halki korumuyor.
Peki kendi militanlarinin canini tehlikeye atarak PKK ne yapmaya calisiyor?
Bence cevap suna yakin; bolgede yeni muttefik arayan emperyalist gucler var. PKK’da savas kabiliyetini ve azmini gosteriyor iste… Ayrica Bookchincilik donusuyle yillarca kazandigi sempatinin belki de bin mislini, simdi ana-akim gazete-TVlerde gozuken kadin gerillalarin savasirken cekilmis resim ve videolariyla kazaniyor. Bati kamuoyu nezdinde ki yuzeysel bir sekularizm algisina seslense de, ise yariyor.
Halbuki butun bu goruntunun altinda, ezilen ve somurulen Kurtlerin cikarlariyla PKKnin cikarlari arasinda ortak bir yan yok. Bir cok noktada Kurt ve Arap asiret liderleriyle anlasmis, OSO ile ittifak kurmus, NATO ile isbirligi yapmak isteyen bir PKK var. Simdi bu orgut naif mi, yoksa karsi-devrimci mi?
Solculara PKK çağrısı
Bugüne kadar insan hakları diye, halkların kardeşliği diye, ezilen uluslara yardım diye, enternasyonal dayanışma diye, PKK’ya ya destek verdiniz ya da en azından olumlu baktınız.
Sizin bu desteğiniz sayesinde PKK terörü, kendisini insani amaçlarla hareket eden bir mazlum örgütü gibi sunabildi.
Amerika’nın ve Avrupa emperyalist devletlerinin PKK’ya desteğini görmek ve kabullenmek istemediniz…
Ama görüyorsunuz ki sizin gerilla dediğiniz PKK artık açıkça Amerikan askeri!
Koca Türkiye’ye savaş ilan edecek kadar cesur olan bu örgüt neden IŞİD’le erkek gibi, gerilla gibi savaşamaz da Amerika’dan destek ister!
Siz, Amerikan silahı ile, Amerikan istihbaratı ile, Amerikan yönlendirmesi ve amaçları için savaşan bu PKK’ya hâlâ mazlum mu diyeceksiniz!
Artık uyanın. PKK Amerikan askeridir.
PKK’ya verdiğiniz doğrudan ya da dolaylı her destek, sizi de solculuktan çıkartır Amerikancı yapar!
Bundan sonrası için tercih sizin, ya siz de AKP ile birlikte, PKK ile birlikte Amerikan Koalisyonu’na katılacaksınız, ya da Sol’da kalacaksınız!
Saçmalamışsın Tuna. Bugün Kobane’de direnen PKK tarihinin en anti-emperyalist konumundadır. Türkiye devleti, IŞİD’ci reaksiyonerler ve emperyalistler elbirliğiyle Kobane’deki direnişi yenilgiye uğratmaya çalışıyorlar.
Örgütün ne olduğu ayrı mevzu. Ama bir direniş varsa desteklemek gerekir. Aynı Stalingrad’daki direnişin desteklenmesi gerektiği gibi.
Öte yandan, devrimciler, beyazlara karşı zaman zaman ittifak yapmışlardı, devrimi bastıran Bolşeviklerle.
PKK ne olursa olsun, bugün Kobane, IŞId’ın, emperyalistlerin, Türkiye’nin ve Suriye’nin kuşatması altındadır. Devrimci görev Kobane’nin direnişine omuz vermektir. Emperyalistler ve Türkiye, Kobane’nin bir an önce düşmesini istemektedir. Neden? Çünkü doğan boşluğu NATO güçleri (Türkeiye başta) dolduracaktır.
Malum “stalingrad direnisi” ancak cepheden kacan binlerce rus askerinin arkadan vurulmasiyla “kazanildi”. “Halk Savasi” ve “hakli savas” sacmaliklarini ise bugun batili liberal tarihciler bile sorguluyor:
http://www.libcom.org/library/second-world-war-battle-books-james-heartfield
Direnis varsa desteklemek gerekir tavrinizi anlamak ise cok guc. Moral yuklu kelimeleri kullanmayip “nesnel durumun nesnel tahlilini” yapmaya calisalim.
PKK Kobane’de sizce ne icin savasiyor?
Neden NATO’dan silah istiyor?
Neden Turkiye ile antlasmak istiyor?
Bu ittifak planlari yoksul Kurd koylusunun ve iscisinin, issizinin ve ev kadinin cikarlari ile ne olcude bagdasiyor?
Bunlarin cevabi – ne kadar zor olursa olsun – tam olarak verilmeden, Kobane’de PKKya verilen destegin politik anlami hep golgelenir.
Bu arada Tuna Ackgz’ye elbette katilmiyorum. Ne demekmis “erkek gibi, gerilla gibi” savasmak? Uluslararasi savasin erkeklikle kadinlikla hic bir ilgisi olamaz. Istisnasiz butun ulusal savaslar -adi ustunde- “er meydaninda” goremeyeceginiz generallerin, zenginlerin, ve haliyle ulusal elitlerin cikarlarina hizmet ederler. Gercek mertligi gosteren, bu savaslarin yukunu tasiyan kadinlardir her zaman. Ve modern savas teknolojisi, Dadaloglunun iki yuzyil once soyledigi gibi mertligi butunuyle dislar…
Bir de sunu unutuyorsunuz bana kalirsa;
Rojava Kobane’den ibaret degil. Ki aslinda Kobane Rojava’nin cok kucuk bir bati ucu. Bati ucu demek, Sam’a ve Esad’in yonetimine en yakin ucu demek…
Eger TC ve NATO gercekten sessiz ise – ki katiliyorum bence de Kobane’nin dusmesi bekleniyor- bile, bu PKKnin genel olarak stratejisinin NATO ile, TC ile veya TCsiz, bir ittifak arayisinda olmadigi anlamina kesinlikle gelmiyor…
Oncelik muglak bir direnis degil, Kobane Kurtlerinin can sagligi, hali olmali. Binlerce Kobane beyazlarin eline dussun, ama bir tane Kurt emekcisi bile dara dusmesin. Bunu diyebilmeli ve eger PKK Kurt emekcisini dusunmuyorsa biz oradaki sinif kardeslerimizi dusunerek bagimsiz hareket edebilmeliyiz.
Bakin Ukrayna’da da aynisi oldu. Ve hatirlarsaniz bir kac ay once de direnis namina simdiki Ukrayna hukumetini olusturan unsurlarin mesru oldugunu savunmustunuz. O zaman hem Ukrayna milliyetciliginin hem Rusya ve Rus milliyetciliginin Ukrayna emekcilerine dusman oldugunu, iki tarafinda savunulamayacagini soylemeye calismistim. Nihayetinde bugun Ukrayna iki milliyetcilik arasinda bolunmus bir tarafi NATOnun diger tarafi Rusya’nin destekledigi parcalanmis bir topluma donustu. Iki tarafta da asiri sagci, fasizan unsurlar guc kazandi. Bagimsiz, enternasyonalist, iscilerden yana bir politik cizgi savunulamaz hale geldi…
yavas yavas milliyetci sekter bir dunya icinde gomulup kalacagiz boyle giderse, ve en zayif tarafi direnis adina desteklemek ile heba olacak sol…
Aslında her musibetin sorumlusu Rusya, Çin, İran, Esed, Ergenekoncular ve oryantalist Türk solcularıdır. Bu şer cephesi bu kadar direnmeseydi, Türk-Kürt ittifakı öncülüğünde müslüman-demokrat aktivistler yedi düveli fethedip radikal demokratik-cumhuriyetler konfederasyonunu çoktan kurmuş olacaklardı.
mikail firtinaci ve Tuna Ackgz daltonlarin iki kardesi siz nerede yasiyorsunuz. Beyniniz veya gozleriniz, kulaklariniz varmi ha. Yoksa sizde benim gibi devlet kadrosundanmisiniz? Yormayin bizi.
Rojava’da devrim ve karşı devrim
Rojava’da bir halk devrimi yaşanıyor. IŞİD’in Rojava’ya saldırmasının da, AKP’nin de
artık ayyuka çıktığı üzere buna çeşitli yollarda ve seviyelerde destek
olmasının sebebi de bu. Bu saldırılar basit bir Kürt düşmanlığı,
Kürdistan düşmanlığının ötesinde, Rojava devrimine yönelik tarihte çok
gördüğümüz tarzda karşı-devrimci bir saldırı. Rojava devrimi IŞİD ve AKP için çok kritik, çünkü, son onyıllarda Dünya’da vuku bulan belki de en
önemli halk devrimi olan Rojava, IŞİD’in ilerleyişini durdurduktan
sonra, önce Ortadoğu’da sonra da Dünya’da başka topraklara da
yayılabilir. Peki nedir bu devrimi devrim yapan?
Rojava genellikle Suriye’deki savaş üzerinden konuşulmakla birlikte,
özellikle son dönemde Rojava’da aynı zamanda toplumsal bir devrimin
gerçekleştiği Türkiye ve Dünya kamuoyunun daha çok gündemine gelmeye
başladı. Bu konudaki en güncel ve kapsamlı analizlerden birisini ise
Özgür Gündem’de Boğaziçi Üniversitesi’nden sosyolog Nazan Üstündağ
yaptı. Üstündağ, Eylül ayı boyunca SAMER araştırma ekibi olarak
Rojava’da gerçekleştirdikleri incelemeleri kaleme aldığı bu ilk
yazısında Rojava’da gerçekleşenin özel ve başarılı bir halk devrimi
olduğunun altını çiziyor. Bu kelimenin geniş anlamıyla radikal bir
toplumsal dönüşüm anlamında bir devrim değil sadece, somut anlamında
merkezi devlet aygıtının, halkın iktidarı devralması ile çözüldüğü, bir
halk devrimi.
Nazan Üstündağ şunları anlatıyor:
1. Suriye rejimi çekildikten sonra yerel merkezi bir devlet kurmak
yerine üç ayrı kantonda komünal yapılar kuran Rojava halkı, kadınlar,
işçiler, köylüler, farklı etnik gruplar olarak kendi kendini yönetmeye
ve korumaya başladı
2. Ortadoğu’da sınırların fiili olarak kalktığı bu dönemde,
Üstündağ’ın deyimiyle “devletin bir check point cürümüne indiği”
Rojava’daki bu devrimi Araplar, Süryaniler ve Kürtler birlikte
gerçekleştiriyorlar.
3. Rojava’da eğitim, adalet, öz savunma, ekonomi ve cinsiyet
ilişkileri merkezi devlet aygıtının devre dışı kalması ile kısa bir
zamanda radikal bir şekilde özgürleşti
4. Asayiş ve güvenlik, halkın öz savunma birlikleri ile
gerçekleşiyor. Yani, merkezi bir devletin kontrolünde, halkın üzerinde
baskı oluşturan bir güvenlik yapısı kurulmuyor. Üstündağ’ın dediği üzere “üstelik hayal, bir gün halk özsavunmasının asayişi gereksiz kılacağı
bir dünyaya kavuşmak”.
5. Kadınlarla ilgili gelişmeler çok çarpıcı: “Cinayet, taciz,
tecavüz, erken evlendirilme, çok eşlilik dahil olmak üzere kadınlara
yönelen tüm şiddet biçimlerini kadınları esas alarak yaklaşan çok güçlü
bir kadın dayanışmasına tanık olduk”, diyor Üstündağ.
6. Rojava’da komünlerden, meclislere, birliktelik içinde oluşturulmuş olan sulh komiteleri adli davaların neredeyse tamamını çözerek, devlet
mahkemesini işlevsiz kılıyor. Adalet alanında da amaç, “savcı ve
avukatların, hakim ve yargıçların fazlalık haline geldiği” bir sistem.
7. Ekonomik altyapı komünal bir modelde örgütleniyor, eski merkezi
devletten alınan topraklar kooperatif şeklinde örgütlenmiş halka
dağıtılıyor
8. Kurulan kadın akademisinde ahlak, devlet, demokratik ulus, kadın
özgürlüğü üzerine yapılan derslerde, halkın yüzlerce yıllık tecrübe ve
bilgileri ile güncel siyasi değerlendirmeler, aralarında bir hiyerarşi
olmadan ortaklaştırılıyor. Nazan Üstündağ’a göre “80 yaşındaki bir
ninenin halk destanlarını ve efsanelerini gençlere anlatarak “eğittiği”
ve bilginin demokratikleştiği, hayatın inceliklerinin bilgi niteliğini
koruduğu” yerler buralar.
Rojava’nın yarattığı fırsat
Mart ayında yine T24’te “Her şeyin mümkün olduğu zamanlarda karamsar
ve iyimser olmak” isimli bir yazı yazmıştım. Kapitalist dünya sisteminin içerisinde olduğu şu anki kriz ve geçiş döneminde, devletler sisteminin gittikçe meşruiyeti kaybettiği, ayaklanmaların ve savaşların arttığı ve artacağı bir dönemden geçiyoruz, demiştim. Böyle dönemler genelde
faşizm gibi felaketlere de yol açabilirken, siyasi irade, akıl ve sebat
gösteren hareketler sayesinde tarihsel fırsatlar da sunabilir. Nasıl ki
bundan 100 yıl önceki benzer dünya sistemi krizi hem sosyalist
devrimlere hem de faşist iktidarlara yol açtıysa, bugün için de savaş ve toplumsal ayaklanmalar farklı alternatif tarihler yaratacaktır.
İşte Rojava devrimi bana bir kez daha devrimlerin savaş zamanlarında
gerçekleştiğini hatırlattı. Paris Komünü Fransa ile Almanya savaşırken,
Paris Komünü’nün devrim hayalini en azından bir süreliğine
gerçekleştiren Bolşevik Devrimi 1. Dünya Savaşı sırasında, Çin Devrimi
de Japonya’nın Çin’i işgali sırasında gerçekleşmişti. Bugün, yeni bir
dünya savaşının arenası olan ortadoğuda, özgürlükçü bir alternatifi
sunan ise bu sefer Kürt siyasi hareketi, onun gençleri, kadınları,
yaşlıları ve hayalleri. Rojava halkı aynı, bunu ilk kez 1871 yılında
Paris Komünü’nde 71 günlüğüne gerçekleştiren Paris halkı gibi, merkezi
devlet aygıtını yok ediyor, işlevsiz kılıyor. Nazan hocanın anlattığı
gibi profesyonel mesleki ayrıcalıklar yok ediliyor, halk yargıyı ve
eğitimi kendileştiriyor. Bilginin, yönetimin ve savunmanın
tekelleştirilmesi aşındırılıyor, bildiğimiz anlamda devlet, Rojava’da
toprağa gömülüyor. Kadınlar özsavunmada, yönetimde, ve gündelik hayatta
güçleniyor, bu sırada devlet işlevsizleşip yok oluyor. Kadına yönelik
şiddetin ve cinayetlerin her gün arttığı, devlet eliyle kadın
özgürlüğünün peyderpey daraltıldığı Türkiye’yi düşündükçe, insanın
“heryer Rojava olsun” diyor.
İşte IŞİD’in Rojava’ya, Kobane’ye bu denli hırsla saldırmasının
sebebi bu. Kobane bu devrimin gerçekleştiği Rojava’nın üç bölgesinden,
üç kantonundan birisi. Kobane halkı insanlık adına IŞİD’e karşı
savaşıyor dendiğinde kastedilen şey de bu. IŞİD için de AKP için de
Kobane’nin düşmesi bir devrimin düşmesi anlamına gelecek, baskıcı
rejimler karşısında gerçekçi ve özgürlükçü bir alternatif kalmayacak.
Kötüler gelecek, veya kötünün iyisine razı edileceğiz. Kobane bu yüzden
düşmemeli, Kobane’ye bu yüzden elimizden gelen her şekilde destek
olmalıyız. Hem o kadim topraklar için, hem kendimiz için. Kobane
yaşarsa, Rojava yaşarsa, tüm bu saldırıya karşı devrimini koruyabilirse, bu Ortadoğu’da özgürlükçü bir kapıyı hepimize açacak.
Büyük bir trajedi yaşanıyor. Batı’nın, TR’nin bölgeye pompaladığı (Kah Irak “ordusu”na kah ÖSO’ya verilenler) ve IŞİD’in ele geçirdiği zırhlılara çözümü yok YPG’nin. ABD “koalisyon”unun uçakları göstermelik iki atış dışında karışmadı ve o tanklar toplar beleşe dövüyor elinde AK dışında birşey olmayanları. Her tarafından facia. IŞİD’in Rojava’nın tamamını ezmesini izleyecekler. Sonrası pazarlık meselesi. TR Kuzey Suriye’yi işgale niyetli (tampon bölge) ama Esad’ın uçaklarından korkuyor, ABD’den uçuşa kapalı bölge veya Esad’ın devrilmesini istiyor. Gerekirse askerleri de yollayacak! ABD Esad’ı şimdilik boşverip IŞİD’i petrollü alanlardan uzak tutmak ve çıkarmak istiyor. IŞİD ile bir uzlaşma da sağlanabilir. Sonunda savaşın içinde kaldık. AKP bunu da yaptı. “10 sene üst üste başbakan oldun, memleketin .ına koydun” diye bağırıyodu bazıları Gezi’de. Mahvedecek bu AKP ülkeyi. “Bizde olmaz” sandığımız şeyler bizde olmaya başlayacak. Savaş, hatta TR içinde IŞİD-benzeri gruplar ile PKK birbirine de girebilir. TR ile ABD IŞİD aleyhine fazla yakınlaşırsa IŞİD TR’de terör eylemi de yapacaktır. Sürecin göçme ihtimalinden bahsetmiyorum bile. Çok gaflette bulunduk, çok acı çekeceğiz.
Solculara TC çağrısı
Bugüne kadar anti-emperyalizm diye, halkların kardeşliği diye, enternasyonal dayanışma diye Kürdistan’ı işgal, Kürtleri inkar ve imha eden ABD emperyalizminin müttefiki TC devletine ve NATO ordusu TSK’ya destek verdiniz ya da en azından olumlu baktınız.
Sizin bu desteğiniz sayesinde Türk devlet terörü, kendisini insani amaçlarla hareket eden bir mazlum devlet gibi sunabildi.
Amerika’nın ve Avrupa emperyalist devletlerinin TC’ye desteğini görmek ve kabullenmek istemediniz…
Ama görüyorsunuz ki sizin anti-emperyalist dediğiniz TC artık açıkça Amerikan askeri!
Koca Türkiye’ye savaş ilan edecek kadar cesur olan bu örgüt arkasında sömürgeci Türk devletinin desteği olduğu için IŞİD’le erkek gibi, gerilla gibi savaşamaz da Amerika’dan destek ister!
Siz, Amerikan silahı ile, Amerikan istihbaratı ile, Amerikan yönlendirmesi ve amaçları için savaşan bu TSK’ya hâlâ mazlum mu diyeceksiniz!
Artık uyanın. Türk ordusu Amerikan askeridir.
TSK’ya verdiğiniz doğrudan ya da dolaylı her destek, sizi de solculuktan çıkartır Amerikancı yapar!
Bundan sonrası için tercih sizin, ya siz de AKP ile birlikte, TSK ile birlikte Amerikan Koalisyonu’na katılacaksınız, ya da Sol’da kalacaksınız!
Kürtlerin ulusal demokratik haklarını gasp eden cephe demokrasi cephesi olamaz!
Sait Almış
Ekim 6, 2014
HDK-HDP dışında kalan sosyalist örgütlerin bir bölümü Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yeni bir muhalefet odağı oluşturmak için harekete geçti. Daha doğrusu Gelenek-SİP-TKP çizgisi ile ÖDP ayrı ayrı oluşturdukları cephelerini birleştirmeye çalışıyorlar. Neden, daha önce değil de şimdi? Çünkü bu iki cephe de Cumhurbaşkanlığı seçiminde seçenek olamadılar.
HDP’nin seçimde gösterdiği başarı da bu partilerin HDP dışında alternatif bir odak oluşturma istemlerine neden oldu.
Bu amaçla harekete geçen ÖDP’nin (Özgürlük ve Dayanışma Partisinin) çağrısıyla iskeletini ÖDP, KP (Komünist Parti) ve HTKP (Halkın Türkiye Komünist partisi) oluşturduğu bir “birliktelik” arayışı gündeme geldi.
Bu birliktelik arayışı şimdiye kadar iki toplantı yaptı. Birincisinde “birlikte mücadele” konusunda ortak irade oluştu. İkincisinde ise “ birlikte mücadeleye çağıran” bir sonuç metni yayımlandı.
Basından izlediğim kadarıyla ne toplantı çağrısı yapan ne katılanlar “birlikte mücadelenin” biçimi konusunda henüz ortak görüş bildirmediler. Ancak söz konusu birlikteliğin sosyalist solun birliği olmadığı görüşü genel kabul gören bir görüş. Yani bu toplantılar sosyalist parti, hareket ve kişileri bir parti içinde birleştirmeyi hedeflemiyor.
Geriye iki alternatif kalıyor; birincisi bu partilerin, grupların ve kişilerin oluşturacağı HDK-HDP türü bir cephe örgütlenmesi, ikincisi demokratik kitle örgütlerini de içine alan bir “demokratik güç ve eylem birliği” platformu.
***
Gelelim “birlikte mücadele” çağrı metnine. Metinde dile getirilen amaç ve hedefler tamamen burjuva demokratik hak ve özgürlüklerdir. Bu da gösteriyor ki, amaçlanan birliktelik ne sosyalistlerin birliği, ne sosyalist cephedir. Amaç ÖDP ve TKP eksenli oluşan iki cephenin Birleşik Muhalefet Hareketi’nin ve Sol Cephenin bir araya getirilmesiyle yeni bir cephenin oluşturulmasıdır.
Nitekim toplantıdan sonra yayımlanan KP Merkez Komitesi bildirisinin başlığı (Solda yeni cephe oluşumunu selamlıyoruz) bu amacı ifşa ediyordu. Sol Gazetesinin “Solda Yeni Bir Cephe Oluşuyor” manşeti de, daha katılımcıların bile bilmediği bir sonucu kamuoyuna ilan etmiş oluyordu. Kemal Okuyan ve Aydemir Güler ekibi daha kapsamı yani cephe örgütlenmesi mi, güç birliği platformu mu olduğu belli olmayan, bu yüzden isim bile verilemeyen oluşuma hem cephe diyor hem de Sol Cephe’yi anımsatan bir isimle duyuruyor: “Sol(da yeni bir) Cephe! İşte halkımızın “alan da kaçan mı” dediği köylü kurnazlığı budur!
***
Peki, KP ekibi bu cesareti nerden buluyor? Bence toplantıya ve sonuç bildirgesine ÖDP ile birlikte vurduğu damgadan buluyor. Sonuç bildirgesi dikkatlice okunursa Gelenek-SİP-TKP hareketinin ve son dönem ÖDP’sinin damgasını taşıdığı çok açık görülecektir. Hedeflenen eşitlik, özgürlük, kardeşlik, bağımsızlık, laiklik ve kamuculuk gibi burjuva demokratik amaçlar Sol Cephe’nin amaç ve hedefleridir. Son dönemde ÖDP’nin de aynı çizgiye gelmesi ile iki hareketin, cephenin bir araya gelmesinin önündeki engeller kalkmış oluyordu.
Daha hiçbir katılımcı toplantıların ne tür bir birliktelikle sonuçlanacağını bilmiyor iken, KP Merkez Komitesi’nin “birlikteliği” yeni bir cephe oluşumu sayması ve Sol Cephe’nin birikiminin bu yeni cepheye aktarılacağını ilan etmesi,”alan da kaçan mı” tavrından başka nasıl adlandırılabilir?
“Ankara toplantılarının açtığı alanın Sol Cephe ve benzeri başka platformlardan daha geniş bir kompozisyonu barındırdığı görülmektedir. Komünist Parti bu durumu olumlu görmekte, Sol Cephe’nin birikiminin benzer ilkesel yaklaşım ve örgütlenme arayışlarının söz konusu olduğu platformlarla bütünleştirilmesinin yerinde olacağını değerlendirmektedir.”
( KP Merkez Komitesi Bildirisi, Birgün Gazetesi, 24 Eylül 2014)
Toplantıların Sol Cephe ile Birleşik Muhalefet Hareketi’nin birleştirilmesi kararı ile sonuçlanması bir olasılıktır. Ancak KP’nin daha bu karar alınmadan kamuoyunu bu doğrultuda şekillendirmeye çalışmasındaki amaç, toplantıların başarısızlığını şimdiden üzerinden atmak olabilir mi?
***
Burjuva partileriyle anti-faşist cephe kurulması fikri başarıya ulaşmamış, sosyalist devrimlerin önünü kesmekten başka bir işlev görmemiş eskimiş bir stratejidir. Günümüzde demokrasi mücadelesi işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleştirilecek sosyalizm mücadelesinin bir parçası olmak zorundadır. Ancak, günümüz sosyalist hareketinin çoğunluğu bu dersi özümsemiş değildir. Hâlâ aşamalı devrim ve burjuva demokrasisi mücadelesine takılı kalan görüşler varlığını sürdürmektedir. Sırf CHP milletvekillerinin katılımını sağlamak amacıyla, kurulmaya çalışan “birlikte mücadele” toplantısının sonuç metninde burjuva demokratik kavramların dışına çıkılmaması bu çarpık anlayışın sonucudur.
CHP milletvekilleri gerçekten anti-faşist ve demokrat kişiler ise, partilerinden ayrılarak bu birliktelikte yer alabilirler. Bu vekilleri hem bir burjuva partisi olan CHP yönetimine bağlı olması, hem çağımızın gerektirdiği anlamda demokrat olmaları mümkün değildir.
***
Gelelim konunun can alıcı noktasına. Türkiye’de Kürt sorununu yok sayan ya da yanlış değerlendiren hiçbir görüş, hareket ya da birlik demokratik sayılamaz. Bugün burjuva demokratik planda dahi demokrat olmanın tek ölçütü Kürt sorununa yaklaşımda saklıdır.
Ankara/Vişnelik toplantılarının sonuç metni bu açıdan sınıfta kalmış sayılmalıdır. Sonuç bildirgesinin ulusal/Kürt sorunu maddesine Gelenek-SİP-TKP çizgisinin ve ÖDP’nin egemen ulus şovenizmi damgasını vurmuştur.
“Kürt sorununda kardeşlik ve birlikte yaşama iradesini güçlendirerek demokratik, adil, onurlu ve eşit yurttaşlığa dayanan bir çözüm için; birlikte mücadele etmek amacıyla ortak bir irade oluşturduğumuzu ilan ediyoruz.”
Bu görüş tamamen küçük burjuva milliyetçiliğinin, sosyalist sol içindeki uzantısı Gelenek-SİP-TKP hareketi ve ÖDP’nin görüşüdür. Bu hareketin ulusların kendi siyasal geleceklerini belirleme mücadelesini desteklemek bir yana, bu haklarının dahi olmadığını savunduğu biliniyor. Toplantı sonuç bildirgesi de bu doğrultuda yazılmış bir metindir.
Leninci görüşe göre, egemen ulus sosyalistlerinin birliktelikten yana olmasına rağmen ayrılma hakkını savunması gerekir. Ezilen ulusun nasıl yaşayacağına egemen ulusun komünistleri karar veremez. Bu hak ve yetki gaspıdır. Ancak bu toplantıyı örgütleyenler ve katılımcıların ezici çoğunluğu sosyalist olmasına karşın bu Leninci ilkeyi unutmuş görünüyor. Ezilen ulusun ayrılma, ayrı devlet kurma demokratik hakkından hiç söz etmeden, birlikte yaşamayı savunan egemen ulus sosyalistlerine Lenin, sosyal şoven adını takmıştır. Bırakın nasıl yaşamaları gerektiğine Kürtler karar versin! Bunu savunmak için komünist olmaya bile gerek yok!
Birlik toplantısı iki açıdan böyle bir hataya düşmüş olabilir. Birincisi HDP karşıtı bir alternatif odak oluşturma istemi, ikincisi ise ulusal hak ve özgürlükleri formüle eden, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı (UKKTH) ilkesinin sadece sosyalistlerin savunması gerektiğine inanmaları ya da savunmayan küçük burjuva milliyetçileri ürkütmek istememeleri.
Sosyal şoven yaklaşımları bilinen parti ve kişiler dışında kalan sosyalistler, sanırım, geniş bir demokrasi birliği ya da cephesi kuruyoruz gerekçesiyle ulusların kendi geleceklerini belirleme Leninci ilkesini göz ardı edebileceklerini düşündüler. Ama unuttukları bir demokrasi gerçeği var, ulusal hak ve özgürlükler burjuva anlamda dahi demokrasinin bir gereğidir.
Kürt sorununda birçok katılımcının içine sindirdiğine inanamadığım bu maddenin; Gelenek-SİP-TKP hareketi ve ÖDP’nin cephelerini birleştirirken, CHP’ye yaktıkları yeşil ışık olarak anlaşılması gerekir.
Ama yaşayacağız ve göreceğiz ki, hayat onları saf dışı bırakacak. Çünkü Ulusal Sorun gibi bir sorunda burjuva demokratik bir hak olan ayrılma hakkını savunamayanlar ne devrimci demokrat, ne sosyalist olabilir.
Ezilen ulusun siyasal haklarını savunamayan, tıpkı burjuvazi gibi onlar adına karar veren bir cephe Marksistler, devrimciler, komünistler tarafından “Sosyal Şoven Cephe” olarak anılacaktır.
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/kurtlerin-ulusal-demokratik-haklarini-gasp-eden-cephe-demokrasi-cephesi-olamaz
kesinlikle pusuda bekliyor iktidar. alçakça bir oyun.
TARİH UNUTMAZ !
Mart 1999’da PKK’nın kurduğu Sürgünde Kürt Parlementosu’nun Başkanı Yaşar Kaya,Tel Aviv’e davet edildi.
İsrail İşçi Partisi MK üyesi Prof.Dr.Erez Biton başkanlığında beş kişilik bir heyet 16 Temmuz 1998’de Brüksel’e giderek Yaşar Kaya ve diğer Sürgünde Kürt parlementosu yöneticileriyle görüşmüştü.
1998 yılının 28-29 Temmuz’unda,CİA ve PKK,Washington’da ”Kürt sorununa çözüm forumu”düzenledi. Bu toplantıdan bir ay önce Washington yönetimi PKK’ya mahkeme kararıyla ABD’de açıkça faaliyet yürütme hakkını tanımıştı.
—
*İş basit, önce gir,böl ve yönet…içeride bunca ırkçı hain olunca.
Kobani önlerinde gözümle gördüğüm gerçek şu:
IŞİD sadece bir paravan. devletin ordusu mekanizmayı kurmuş,doğudaki karakol dibinde toplar yerleştirmiş, dürbünüyle koordinatları belirleyip atış noktalarını bildiriyor. kiralık katilleri olan IŞİDlilere sadece tetiği çekmek kalmış, onlar da bunu yapıyor. o kadar aleni ki, herkes görüyor.
medyayı tam karşıda, batıdaki bir tepeye “can güvenliği” gerekçesiyle yerleştrilmiş…ne kadar olabilirse, o kadar malumat sahibi olabiliyorlar… bunun tek istisnası, nasıl olmuşsa BBC bu maniplasyonu delip, halkın içine karışabiliyor, sınır yakınlarında çekim ve haber yapabiliyor du ki…haberlerde izlediğimiz gibi onlara polisin gaz bombalı saldırısı yoruma yer bırakmayacak kadar açık…
ama bu açık kürt düşmanlığı kini, beni hiç umutsuzluğa sevketmeye yetmedi…çünkü ilkin, kurşun yağmurları altında ceylanlar gibi sekerek, aslanlar gibi koşarak kobani tepelerine fırlayan-tırmanan gençler gördüm..
ve ikinci olarak, “diren kobani taksim seninle” diyen, diyecek olan halklar, inançlar, kadınlar, emekçiler….var.
bu arada tanışıp ayak üstü sohbet ettiğim DAFlı anarşist kadın ve erkek arkadaşlara selam olsun…
BAZILARININ DURUMU ANLAMASI AÇISINDAN…
KİMSENİN KOBANİ’DE ÖLEN SİVİLLERE SEVİNDİĞİ FALAN YOK… SEVİNEMEZ DE… SURİYE’DEKİ KİRLİ SAVAŞ BAŞLADIĞI GÜNDEN BU YANA ÖLEN KEÇİYE BİLE AĞLAYANLARIZ BİZ… AMA SADECE AĞLAYANLAR DEĞİL… UYARANANLAR , DESTEK OLUN DİYENLER, AYAĞA KALKIN DİYENLERİZ…
SONRA SAVAŞ IRAK’A SIÇRADIĞINDA TÜRKMENLER VE YEZİDİLER İÇİN DE AĞLAYANLARIZ SOKAĞA İNELİM DİYENLERİZ…
HANİ O BARZANİ’NİN KILINI BİLE KIPIRDATMADIĞI TÜRKMENLERE, TÜRK HÜKÜMETİNİN KAPIYI BİLE AÇMADIĞI TÜRKMENLERE…
SİZ NESİNİZ PEKİ? SURİYE’DEKİ MUHALİF GRUPLAR DESTEKLENMELİ DİYEN DEMİRTAŞIN ARKASINDAN GİDENLER Mİ? YOKSA TEZKEREYE KARŞI ÇIKIP 3 GÜN SONRA TÜRKİYE BİZE YARDIM ET DİYENLER Mİ?
EVET KOBANİ İÇİN ÜZÜLÜYORUZ, AĞLIYORUZ DA LAKİN KOBANİ’NİN TÜM HALKININ TÜRKİYE’YE TAHLİYESİYLE DERİN BİR OH ÇEKENLERİZ AYNI ZAMANDA…
PEKİ SİZ NİYE SOKAĞA DÖKÜLENLERSİNİZ… YA DA KİM İÇİN GEL BİZİ KURTAR DİYENLERDENSİNİZ?
PKK MEVZİ KAYBETMESİN DİYE KOBANİ’DE IŞİD İLE SAVAŞAN PKK’DAN MI? LİDERİ AVRUPAYA TÜYEN PYD’DEN Mİ? YOKSA KOBAİN i DÜŞERSE TÜRKİYE’Yİ YAKARIZ DİYENLERDEN Mİ?
BİZ VİCDANIMIZI DA AKLIMIZI DA EVDE BIRAKMADIK… ÖNCE UYARDIK ŞİMDİ AĞLIYORUZ… LAKİN SİZE DEĞİL ,SİZİN DE ÇANAK TUTTUĞUNUZ BU KİRLİ SAVAŞTA ÖLEN SİVİLLERE… KÜRT-TÜRK-ARAP AYRIMI YAPMADAN HEM DE…
http://cebaxcor.blogspot.com.tr/2014/10/kobani.html
Pkk, en anti emperyalist durumundadır yazmışsınız. Kendinizce temiz ve vicdanlı bir tarafta durmaya ve herkesi bir çatı altında toplamaya çalışıyorsunuz.
Ahlaki açıdan güzel bir konum. Ancak gerçekçilikten ve gerçeklerden uzak.
Bugünlere aniden gelinmedi. Koalisyon ve Abd askerinin bombalamasıyla oyun olsun ya da olmasın destek gören ve destek isteyen Kürt milliyetçiliği gerçeği ortadadır.
Dahası,bugün sanki Suriye’de olanlarda kimin ne yaptığı senelerdir ortada değilmiş gibi, sağı solu suçlayan, akıl ve vicdan tavsiyesi vermeye çalışan, şövenizmden çıldırarak okul yakan ve türkiye’yi tehdit eden bir siyasi parti ve silahlı örgüt gerçeği orada durmaktadır.
Kobani denen Kubanlı bölgesindeki öz yönetim kendiliğinden bölge halkıyla anlaşılarak mı ortaya çıktı? Hayır. Suriye halkının acısının üzerine inşa edilmiş bir durum.
Başkasının acısıyla yükselenin acısı da büyük olur. Aynı Türkiye’nin muhafazakarlaşmasında zaten muhafazakar olan Kürt halkıyla 90larda çatışmanın payının olması gibi.
İnsanlar bu dış politikaya karşı herkesi uyardıklarında bugün vicdan diyen cephenin çoğunluğu tatava yapma bas geç e bile tahammül edemeden hakaretler savurdu.
Siz bile bugün onların yanında yer alarak tarafınızı belli ettiğiniz halde, daha 6 ay önce ne biçim ithamlarla ve hakaretlerle karşı karşıya kaldınız.
Olan biten şövenizmin şövenizmle sınavıdır. Bu noktada Kuzey Suriye’deki durum emperyalizmin hamleleri sonucu ortaya çıkmıştır. Kanton da kantonun düşmesi de Esad’a karşı yönetilen savaşın sonuçlarındandır.
Bu savaşa en başından karşı olanlar bugün PYD ve IS arasındaki savaşa dahil olmak istememektedir.
Durum bundan ibaret.
işte devlet zehriyle zehirlenmenin sol örnekleri…maalesef ki halkın kendini yönetmesi ve devletsiz bir yaşamı denemesi, tc nin kuklası ışid benzeri maşaların katliamları karşısında bile değişmiyor kanaatler…
hazmedilemeyen, aslında devletin varlığına, kavramına olan itirazlar karşısında duyulan psikolojinin yarattığı panik sonucu sığınılan, devlete akıldışı ve kör tapınç…işte bu kadarı da olmaz, ifadeleri gene de sırıtıyor. iktidar müptelası olma hali, “esadın yanında olmadınız, oh olsun size” mantığı…tıpkı “tersinden akpli mantıkla buluşuyor “madem esad karşıtı muhalefette yer almak istemediniz, buyrun size ışid”…aynı noktada buluşma budur…
ama yanılgılarıyla kalakalsınlar…kürtler hiç değilse, devletsiz bir sosyal yaşamı denediler…tıpkı komünarlar gibi, yenilseler de “hiç değilse denedik ve bunun için teslim olup, itaat etmektense ölmeye değer” diyebilmek…işte bu da bize yeter…diyecem ama…daha mücadele yeni başladı, sadece dost-düşman safları ayrılsın yeter…
İşte şövenizme alet olmanın getirdiği kendini beğenmişlik.
Halk kendini demografik olarak çoğunluk olmayan bir yerde kürt milliyetini önde tutan bir silahlı gücün gölgesinde yönetiyordu değil mi? Bu işin böyle gitmeyeceği Barzani’den destek istenmemesinden bile belliydi. Çünkü ortada Barzani ve PKK arasındaki çekişmeye yem edilmiş ama özerk ve demokratik olduğu için gelecekte de öyle olacağı beklenen bir şehir var. İnsanların kendi propagandasına inanma yetenekleri gerçekten çok yüksek. Bu yüzden bugün Suriye’de insanlar ölüyor.
Bölgeden kaçanların ve otorite boşluğunun Esad’a karşı desteklenen çetelerle hiç alakası yok çünkü. O çeteler de yeni desteklenmeye başladı. Senelerdir değil.Suriye’nin kuzeyinden esat çekilmek zorunda kalırken,telafer ve diğer şehirler düşerken,ypg ısrarla suriye muhalefeti denen ortaya karışık çeteler sürüsüne bize vaatler sunun,size katılalım çağrıları yaparken hep yüksek vicdani ilkelerle hareket ediyordu.
Mesela birisi yazmış,Esad’ın yanında olmadınız,oh olsun deniyor diye. Bence Suriye’de doğru bir taraf yok. Ancak sen islamcı manyaklar alevileri keseceğiz derken kenarda kendi sıranı bekleyip çıkar için heveslenirsen, bugün sağa sola dersini vermeye kalktığın insanlık ve güç karşısında dik duruştan sınıfta kalmışsın demektir.
Bu noktaları ısrarla bilmiyormuş gibi ıskalamak da şövenizmin, kitleleri nasıl uyuttuğuna kanıttır. Yüksek perdeden güç karşıtı söylemlerle, güç için onbinlerin hayatıyla oynayan bir stratejiyi savunmak.
Suriye’de daha çok kan akacaktır. Ne yazık ki,bütün bölge kendi çıkarının peşine düşmüş gruplarca mahvedilmekte.
Bütün bunlar olurken akıllanmayan insanların ısrarla ayırıcı bir dille dost-düşman safları söylemine girmesi her şeyi açıklıyor değil mi?
Şövenizm böyle bir beladır. Ülkenin için batı destekli koalisyonlar silah,para,kafayı yemiş manyak pompalarken kenarda çıkar için beklersiniz ve bu ülkenin acıları size de ziyarete gelince mağdur olmaktan ve dost-düşman edebiyatından vazgeçmezsiniz.
IŞİD’e terörist diyerek sorun çözülmez
Taner AKÇAM
Taraf GAZETESİ
Geçen haftaki yazımın özeti şu idi: IŞİD “terörist örgüt” değildir ve savaş kısa sürede Sünni Arapların “ulusal kurtuluş savaşına” dönecektir, hatta dönmüştür bile. PKK’ye terör örgütü demek, Kürt meselesini ne kadar çözdü ise, IŞİD’e terör örgütü demek de şu andaki sorunu o kadar çözer.
Elbette, IŞİD tiksinti uyandıracak boyutta şiddet sevdalısı!
Elbette eğer Amerikan müdahalesi ve Kürtlerin kucak açması olmasa idi, Yezidiler ve Süryaniler soykırım kurbanı olacaklardı.
Ulus-devletlerin kuruluş tarihlerini bilenler için bunların hiçbirisi şaşırtıcı değil. Unutmayın ki, yakaladığı Rumları canlı canlı gemi kazanlarında yakması ile övünen bir adamı ulusal kahraman ilan etmiş ve anıtını Giresun’un en tepe noktasına dikmiş bir ulusun mensupları olarak bunları tartışıyoruz.
IŞİD ile arasındaki tek fark, onun cinayetlerinin bize YouTube klipleri olarak sunulmamış olmasıdır!
Eğer IŞİD’i ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlamamdan memnun kalınmadı ise, bazı solcuların kızacağını bilsem bile, onları Bolşeviklerle benzetmek isterim. Hem enternasyonalist bir öğretiyi esas almaları (sosyalizm ve İslam dini) hem de saflarında başka ülkelerden birçok savaşçı barındırmaları itibarıyla ilginç bir benzerlik gösteriyorlar.
Aynı IŞİD gibi, Bolşevikler de Batı Dünyası tarafından terörist ilan edildi. Başta İngiltere tüm Batı, ellerindeki imkânlarla anti-Bolşevik ne bulabildilerse hareket geçirdiler. Üstelik, destekledikleri epey Rus da buldular; ordular kuruldu ve her türlü yardım yapıldı. Rus iç savaşı biraz da Batılıların destekleri ile uzadı.
Tüm enternasyonalist olma iddiasına rağmen, Bolşevizm esasında bir Rus hareketi olarak kaldı ve sonuçta kurdukları rejim, Çarlık Rusya’nın başka tür devamından başka bir şey olmadı. Batı eğer Bolşeviklerle daha erken anlaşabilseydi belki bu kadar kan akmayabilirdi.
IŞİD ile Bolşevik örnekleri arasında bir benzerlik daha var; bölge ülkeleri de aynı Ekim Devrimi sonrası Avrupa’sı gibi, çatışmanın kendi topraklarına sıçramasından çekiniyorlar. Şu anda sadece belli bir bölge ile sınırlı savaşın tüm Kürdistan ve Türkiye’de bir başka sivil savaşa dönme ihtimali de var.
Arada ama, altı çizilecek önemli bir fark da var, Batı, Bolşeviklere karşı savaşacak Rus gönüllüler bulabilmişti ama IŞİD’e karşı savaşacak Sünni Arap şu anda bulunamıyor. Pek bulunacağını da zannetmem.
Sonuçta, IŞİD’in evrensel İslam söyleminin uzun vadede çok fazla bir anlamı yok. Nasıl ki Bolşevikler bir Rus hareketi olarak kaldı ise, IŞİD de Sünni Arap hareketi olarak kalır.
Ama bu Sünni karakteri nedeniyle, ne Türkiye’nin ne de diğer bölge Sünni devletlerinin IŞİD’e karşı ciddi bir savaşa gireceklerini zannetmiyorum. Çok zayıf bir ihtimal bu.
Ancak ve ancak IŞİD yerine konabilecek, Sünni Arapları temsil edecek bir başka iktidar odağı bulunur veya yaratılabilirse bu olanaklı olur. Bu da şimdilik ufukta gözükmüyor.
Ayrıca eklemek gerekir ki, İngiltere, ABD ve diğer Batılı devletler saldırdıkça Sünni Araplar daha çok kenetleneceklerdir.
Savaşları daha çok “anti-Emperyalist” olacaktır.
İşgalci güçlere karşı verdikleri kurtuluş savaşı retoriği daha çok kuvvetlenecektir.
Bu durum, bana bizim Kemalistlerin ve Kürt örgütleri de dâhil 68 kuşağının anti-Emperyalist retoriğini hatırlatıyor.
Kendi tarihlerini anlatırken, mangalda kül bırakmayan birçok solcu şimdi, “IŞİD terörüne” karşı Batı’nın müdahalesini isterken, veya Türkiye niye müdahale etmiyor diye hayıflanırken neler hissediyordur acaba? Yardım için, Batı merkezlerini dolaşanlar emperyalist güçlerin uzantısı olma suçlamasından nasıl kurtulacaklar acaba? Hani geçmişte, Ermeni ve Rumları hep böyle suçluyorduk ya!
Kabul! Polemik yapmak hoş değil! Kendi adıma savunduğum ilkeyi tekrar etmek daha doğru: geçmişte de, mazlum insanların imha edilmemeleri için, eğer engellemenin başka koşulu kalmamışsa, müdahaleyi savunurdum, şimdi de savunurum.
Batı ve Türkiye, Kürtlerin, Yezidilerin ve Süryanilerin yanında olmalı; onları yerlerinden yurtlarından söküp atmak isteyen IŞİD ile açık askerî çatışmayı göze almalıdır.
İnsanların kendi evlerinde kalmaları veya zorla terk ettirilmişlerse geri dönmeleri en temel insan hakkıdır ve bu sağlanmalıdır.
1920-22’nin Maraş, Antep ve Adana Ermeni’si ile 2014 Kobani Kürd’ü arasında büyük bir fark yoktur!
Ama Kobani’de yaşananlar ne Batı’nın ne de Türkiye’nin böyle bir stratejisi olmadığını çok açık gösteriyor bize.
Peki, Batı ve Türkiye neyi hedefliyor gerçekten?
IŞİD’i terörist ilan etmekten başka, şimdilik ciddi bir siyasi strateji görülmüyor ortalıkta.
Oysa, Sünni Araplara, Şam’a ve Bağdat’a eklenmeleri dışında siyasi bir seçenek sunulmadan bu sorun çözülmez.
Belki de kapı arkalarında bunun pazarlıkları yapılıyordur, kim bilir!
anonimlere cevap vermek gerekir mi ya da bu da kendini beğenmişliğin bir belirtsi mi sayılmalı…işin bu tarafını bırakalım.
tanımlayamadığımız kavram ve terimler kullanmak çok zaman bizi yanlışlama imkanı doğurduğu gibi…düşünmenin etiğine (namusuna) da uygun olmaz bence…
mesela şovenizm nasıl tanımlanacak diye sormak gerekirse, ne denecek?
bence şöyle bir tanım yapmak kaydıyla bu kelimenin kullanılması gerekli görülebilir…
“şovenizm, kendi kimlik ve aidiyet(ler)ini başkalarınınkinden üstün görerek başka aidiyetleri değersiz, itibarsız kılmak ve bunun üzerinden bu farklı aidiyetleri egemenliğ altına almak ” demek olabilir, bence…
şi,mdi kürt halkının başka bir kimliği-aidiyeti reddi gibi bir şovenist tavır içinde olduğu, doğru bir iddia olabilir mi, kanıtlanabilir mi? elbette bitakım ekstrem örnekler her durumda vardır7olabilir….ama genelde kürtlerin böyle bir yaklaşımı yoktur, olamaz. aksine “herkes farklı, herkes eşit” şiaarı üzerinden bütün aidiyet ve kimliklere, egemenlik ilişkisine girmeden, birlikte eşitlik, özgürlük, kardeşlik içinde yaşamaya daveti söz konusu…
buna karşılık türk devlet ideolojisi paralelinde düşünenlerin yaklaşımı tam da şovenistçe değil mi?
Abd,ışid ve t.c aynı safda.ama cikarlari ve öncelikleri carpisiyor.
Cunku Hepsi iktidar ve rant pesinde.
Bu tartismalar özunde kardes rantta rakip ab-abd,demokratlar-cumhuriyetcilerin kavgalarinin bir benzeri….
(ayrica tc ;suudi arabistan,katar ve birlesik arap emirliklerinden olusan sunni cetenin de uyesi. Bu cete; abd iti. Dertleri sii cepheyi yikmak.komutanlari abd, ama yer yer kafalarina gore planlar da yapiyorlar. Cizmeyi astiklarinda abd kiziyor.hepsi aceleyle hizaya geciyorlar)
Abd-tc-ışid Kavgası: özünde bir yöntem kavgası.
Abd ,esad sonrası suriye de türk,kürt,araplardan olusan (öso,barzani,t.c) taseron bir denetim sistemi istiyor.
Kobani bu sistemde bir puruz.emperyalistletin klasik böl, parçala, yönet politikalarına bir engel.kobani demokratik kantonlariyla ortadoğu’ ya “kötü” örnek oluyor.
Bu yuzden isid kobani ye saldirtildi.
Amac kobani yi yipratmak, isid i de arada bombalayarak, isbirlikci olmayan samimi seriatci kanadini terbiye etmekdi.
( saddam artigi isid cilerin ustu tikrit de bombalandi)
Tc komploya sınıri isid e acip kurtlere kapatarak destek oldu. zira tc birlesik bagimsiz demokratik kurdistan denilince altina kaciriyor.
Abd eger kobaninin dusmesini istemezse (konjokture gore isteyedebilir de)bunu beceriksiz tc ile degil kaliteli usak barzani ile saglayacak.(az once pesmerge tc den kobaniye destek olmak icin siniri acmasini istedi)
Aslinda bunu (kobani katliamini) t.c de istemez .cunku isid sapiklari kobani de katliam yaparsa ; baris (oyalama) sureci sona erecek.guneydoguda savas baslayacak.bu durum sozde istikrarli tc ekonomisini dar bogaza sokacak.buda iktidarini ,usakligini dolayisiyla rantini tehlikeye atacak.ustelik dunyaya da terorist hamisi diye rezil olacak.abd de cok yatirim yaptigi saglam bir bop unsuruna veda edecek.abd bunu istemez.
Peki abd isid i niye vurdu?
Vurdu cunku isid in isbirlikci olmayan batiya ofkeli kanadi petrole yoneldi.
Ayrica isid i vurmak demokrasicilik oyunu araciligi ile dunyadan habersiz halklari (isid in avrupali savascilarini orgutleyen kanat ,kanimca kuresel gladionun denetiminde)kandirmak icin de gerekliydi.
Irak’da da ayni nedenden dolayi ışid ;maliki ve hizbullah a saldirtildi.(maliki iktidari yikildi)
Yagip gurlese de T.c ışid e vuramaz.zira hem ışid le gizli bir ittifaki var ,hem de ışid in samimi kanadinin turkiye deki misilleme eylemlerinden korkar.
“bırakın kobaniyi kurtarayım” tezgahinin iki nedeni var.
-kobani ve suriye ye girip orda kalmak
-kurtleri ve siileri durdurmak
Ama abd nin önceligi petrol.
Herseye ragmen Kobani dusmez ise tum emperyalist yamyamlar ve usaklarinin planlarini bozacaktir kanimca.
Abartı örnekler olunca, istisnalar kaideyi bozmaz a kaçmak iyi ve güzeldir. Sorun böyle çözüldüyse sizce,diyecek bir şey yok.
Herkesin gözünün önünde gerçekleşen olaylardan bahsedilirken,cevap vermeden olayı “Bütün Kürtler böyle değildir” e çekmek de işe yarar. Sanki bütün bir halkı niteleyen biri varmış gibi.
Adam hala türk devleti diye laf atıyor.Ezberler de şövenizmde işe yarar. Bir çeşit inanç ritüelidir.
En son demirtaş da Azerbaycan olsaydı yardım ederdiniz diyordu,bakıyorsunuz ne tarihte böyle bir müdahale var. Ne de Suriye ve Irak’ta Türkiye’nin Türklere bir yardımı.
Ezberler,ezberler. Hiç sorulara cevap yok.
Rojava Anayasası’nda Ekonomi
http://civiroglu.net/rojava-toplumsal-sozlesmesi/
39. Madde: Yeraltı ve yerüstü tüm zenginlikler bütün toplumundur. Bunların kullanımı, harcanması ve işletilmesi ilgili yasalarca düzenlenir.
40. Madde: Demokratik Özerk Yönetimler’deki tüm emlak ve topraklar halkındır. Bunların kullanımı ve dağılımı ilgili yasalarca düzenlenir.
41. Madde: Mülkiyet ve özel mülkiyet hakkı güvence altına alınır. Yasadışı olarak hiç kimse mal ve mülklerini kullanım hakkından mahrum bırakılamaz. Hiç kimsenin toprağı ve mülkü elinden alınamaz. Kamu çıkarı için alınması gerekiyorsa da karşılığı ödenmelidir.
42. Madde: Demokratik Özerk Yönetimler’deki ekonomik sistem; toplumsal gelişim, adalet ve üretimin devamı üzerine kuruludur ve bilimsel-teknolojik imkanlara dayanır. Üretimin geliştirilmesi ve ekonomik icraatların amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak ve onurlu bir yaşamı tesis etmektir. Demokratik Özerk Yönetimler “Herkes çalışmasına göre kazanacak” esasına göre ortak bir ekonomi ve meşru bir yarışı kabul eder, tek elde toplamayı (stoklama) yasaklar ve toplumsal adaleti tesis eder. Ulusal üretim araçlarının mülkiyeti tesis edilir, yurttaş, işçi ve doğa hakları korunur ve ulusal egemenlik güçlendirilir.
Bu programdan ne anliyorsunuz tartismayi oneriyorum. Ben sunu anliyorum:
39 kamu mulkiyeti diyor. dogal kaynaklar icin galiba.
40 soyut bir prensip sanirim, somut ifadesi belirsiz.
41 ozel mulkiyet diyor. acaba kucuk toprak sahibi koyluler icin mi buyuk toprak sahiplerini de (var mi bunlar?) koruyor mu?
42 “herkese emegine gore” gelir kazanilan rekabet eden kooperatifler (pazar sosyalizmi)
Burdan ben karma bir ekonomik model sonucu cikariyorum. Esas buyuk kaynaklar (petrol?) kamu tarafindan yonetilcek (devlet? pyd? konseyler federasyonu?), orta olcekli ekonomik birimler kooperatiflerin olacak, ve kucuk koylu (sanirim bunlar kast ediliyor) topragini ozel isletebilecek.
Yoksa 41 kapitalist isletmeleri de guvence altina mi aliyor?
Keske bunlar tartisilsa biraz da.
http://ilerihaber.org/yazarlar/onur-emre-yagan/rojava-ve-direnis-notlari/272/
http://www.ulusalkanal.com.tr/mazlumun-davasini-savunan-ataturke-saldirir-mi-makale,3275.html
http://ilerihaber.org/yazarlar/metin-culhaoglu/guncel-durum-ve-siyasal-akil/275/
http://ilerihaber.org/yazarlar/ender-helvacioglu/refleksler-bir-kez-kaybolmaya-gorsun/300/
Koridor takıntısı
Seyfi Cengiz
“Koridor aç!” talebi yanlış bir talep değil elbet.
Ancak anlaşılan o ki, daha fazla ısrarın propaganda değeri haricinde pratik bir yararı olmayacak.
Oldukça abartılı Kobani ve direniş güzellemeleri yerine yanlışlardan ve yenilgilerden dersler çıkarmalı.
Örneğin kocaman bir sınır şeridinde bir koridor için devlete muhtaç hale gelindiğinde, dönüp “sınırlarla sorunumuz yok” açıklamaları hatırlanmalı.
Şimdi sorun yaşanıyor o sınırlarla.
Buraya gelinmesinde “sınırlarla sorunumuz yok” tutumunun payı yok mu?
Onlarca yıllık bir mücadele sürecinde Kürtleri bölen sınırlar hala kaldırılmamış, en azından de facto geçersiz kılınmamış ise, bunda Kürdistan’ı pay eden devletlerin toprak bütünlüğüne sadakatin payı yok mu?
Meşruiyet uğruna (devlet tarafından tek muhatap alınmak için veya örgüt çıkarları için) taviz ardına taviz vermenin pratik sonuçları nedir irdelenmelidir.
Hiç değilse şimdi artık koridor takıntısını bırakıp sınırların kaldırılmasını, birlik ve bağımsızlığın tanınmasını öne çıkarmalı.
Bunun için bugünkünden daha elverişli koşullar kolay ele geçmez.
Dava adamları düşmanın taktik ve stratejilerinden de dersler çıkarmalı.
IŞİD denen melanetin “Sünni Birliği” adına kısa bir sürede Irak-Suriye sınırını nasıl fiilen ortadan kaldırdığını görmedik mi?
Bu tecrübeler bir şeyler öğretmeli bize.
Kürt siyasi hareketinin övgüden çok eleştiriye ihtiyacı var.
http://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/koridor-takıntısı/815957755121922
Yazar Seyfi Cengiz, 68 Kuşağındandır. Kurtuluş grubu içerisinde yer aldıktan sonra Kürdistan’da Ayrı Örgütlenme Ayrı Mücadele diyerek ayrılıp Tekoşin adlı Kürt grubunu kurmuştur. Birkaç defa PKK’nin suikast girişimlerinden canını zor kurtarmıştır. Buradaki yazısı da Seyfi’nin bağımsız, sol bir Kürt Marksist özgürlük çizgisinin nasıl bir rota izlemesi gerektiği hakkında S. Cengiz’in bir yaklaşımı olarak görülmelidir.
Gerçekten de PKK’nın-PYD’nin ısrarla Türk devletinden “Koridor Aç da geçelim!” talebi çok tuhaftır ve Seyfi de buna işaret etmektedir.
Seyfi’nin bu yazısı bugünkü Cumhuriyet’te çıkan Nilgün Cerrahoğlu yazısı ile birlikte değerlendirilmelidir. (Harun Reşid’den Sykes-Picot’ya Ortadoğu’nun Şifreleri- http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/131939/Harun_Resid_den_Sykes-Picot_ya_Ortadogu_nun_Sifreleri.html)
Kürt Hareketi Kürdistan’ın hiçbir parçasında henüz tam bağımsızlıktan söz edememektedir. Çünkü bağımsızlık talebi arkasında çok daha güçlü bir siyasal ve dört parçada birden güçlü bir duruşu gerektirir. Sınırları zorlayamadığı ve fiilen tanımadığı bir durumda Kürt siyasetleri hiçbir şekilde bağımsızlıktan söz edemeyecektir.
Bu durumda her parçada ayrı ayrı özerklik talebiyle idare edecektir. Esasında bu talebe Bağdat ve Şam yönetimlerinin güçlü bir itirazları da yoktur ve artık bu itirazı yapacak güçleri de kalmamıştır. İtiraz yapabilecek sadece İran ve Türkiye kalmıştır. İran ise hem kendi özerk yönetim modellerini hayata geçirmesiyle hem de bölgedeki IŞİD, Nusra vb tehditler ve diğer sorunlar nedeniyle Kürdistan’ın bağımsız olarak koparılıp AB-ABD denetimine geçmesindense her parçada özerk bir yönetim modeliyle idare edebleceği kadar idare etmekten yanadır. Öte yandan İran’ın bu yaklaşımı ABD ve AB tarafından da doğru okunmuş ve sıcak bakıldığı anlaşılmıştır. ABD ve AB İran’ı ve dolayısıyla İran’ın içerisinde yer aldığı kampı hedef almaktansa IŞİD’den arındırılmış Irak, Suriye ve Türkiye topraklarının şimdilik eski Misaki Milli sınırları içerisinde kalmasına razıdır. Bu durum Seyfi Cengiz’in ifadesiyle bütün parçaları birleştirip Birleşik Kürdistan yaratmak yerine, “Kürdistan’ı pay eden sömürgeci devletlerin toprak bütünlüğüne saygı göstermektir.”
ABD, AB ve İran’ın her ülkede Kürtlere ayrı ayrı özerklik ortak noktasında buluşmalarının bir başka nedeni de Davutoğlu-Erdoğan iktidarının Sünnilik ve Yeni Osmanlıcılık temelinde nerede duracaklarını pek kestirememeleridir. Kısacası asıl tehlikenin Türkiye’den geleceğini düşünmektedirler. İşte bu nokta Suriye ve İran yönetimiyle de uzlaşacakları nokta olacaktır. Yine ABD ve AB’nin bölgede kurulacak Kürdistan’ın kendi kontrollerinden uzaklaşabileceği, Barzani Kürtçülüğü-İslamcılığı yerine seküler bir Kürt devleti yaratabileceği riskini de hesaba kattıklarını unutmamak gerekiyor.
Artık iflas eden kurucu paradigmanın bugünkü savunucuları AKP rejimiyle uzlaşmanın içerisine girmişler ve artık kendi sağlarından medet umar hale gelmişlerdir. Bunun geldiği son yer Sözcü ve Aydınlık kafasıdır.
Marksist devrimcilerin ne yapması gerektiğini ise veda mektubunda Suphi Nejat Ağırnaslı şu sözlerle dile getirmiştir:
“Türkiye’nin batısında sıradan emekçi insanların hayatını büyüleyecek, sıradan kahramanlar çıkaracak büyük bir çıkışın tohumlarını, hakikat arayışçılığının öncü ve artçı örgütünü yaratmanız dileğiyle.”
Başyazı: Tehlike büyük, ama gücümüz de büyük!
Gerçek
Ekim 18, 2014
Türkiye’nin başına bela olmuş olan Tayyip Erdoğan’lı AKP iktidarı, yeni bir dönemcin eşiğine gelmiş bulunuyor. DAİŞ (IŞİD) denen Frankeştayn’ın yarattığı kargaşada, Esad’ı devirmek amacıyla emperyalist dünya düzeninden Suriye’ye savaş açma iznini koparmaya çalışıyor! Türkiye bir savaşın eşiğine geldi. Amaç Suriye’de Tayyip Erdoğan’ın Rabia işaretine uygun ilk Sünni iktidarı kurup mezhep fitneciliğine Ortadoğu çapında devam etmek. Yani bir Sünni-Şii savaşıyla yangını bütün Ortadoğu’ya yayacaklar!
Kobani’nin başında dolaşan bela da bununla ilgili. AKP hükümeti DAİŞ’i kışkırtarak bütün dünyaya ve Kürtlere “tampon bölge”nin ne kadar gerekli olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bu tehlikenin karşısında kim savaşıyor? Kürt halkı! Dün Şengal’de, bugün Kobani’de. Türkiye içinde Hizbullah’la kim mücadele ediyor? Kürt halkı. Bugün, Kurban Bayramı’nın son gününden bu yana AKP ile kim mücadele ediyor? Kürt halkı.
Gezi ile başlayan halk isyanının “çapulcu”ları bunu göremiyor. Kürt halkına destek olmadılar. Oysa burada anlatılan sizin hikâyenizdir. Heykellerle sınırlamayalım ufkumuzu. Hayata bakalım. Atatürk’ü önemseyebilirsiniz. Ama onun eserinin laiklik olduğuna inanıyorsanız, bugün Ortadoğu’da ve Türkiye’de laikliği Kürt halkının savunmakta olduğunu görmelisiniz. DAİŞ (IŞİD), Tayyip Erdoğan’ın bizi inandırmaya çalıştığı gibi Türkiye dışında değil. Kapılarımızın altından, pencerelerimizin pervazından sızmaya çoktan başladı. Yoksul mahallelerde uyuşturucu çukuruna düşmüş yoksul gençlerimize bir gelecek vaat ediyor! DAİŞ sadece Kobani’nin başına bela değil. İşçiler, emekçiler, Aleviler, kadınlar, aydınlar, gençler, uyanın! Bugün Kobani’dir, yarın Türkiye sırada! Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Sünni-Şii savaşı politikası devam ettikçe bu bataklıkta büyüyecektir tehlike!
Tehlike büyük, ama gücümüz de büyük. Türkiye bir yıl içinde iki defa halk isyanı ile sarsıldı. Önce İstanbul’da, Ankara’da, Adana’da, Antalya’da, Armutlu’da. Sonra Diyarbakır’da, Siirt’te, Mardin’de, Hakkâri’de. İki halkın mücadelesi birleşirse, her şey değişir.
Birleştirici güç işçi sınıfı olacaktır. Madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde ölen, merdiven altı atölyelerde, taşeron işinde, örgütsüz işyerlerinde karın tokluğuna 12 saat ter döken, hakkını aradığında aynen “çapulcu” Türk ya da “vandal” Kürt gibi polisin coplu-gazlı saldırısına uğrayan ve yine Tayyip Erdoğan tarafından “ayak takımı” olarak aşağılanan işçiler bir gün ayağa kalktığında bu zalim iktidar ve onun ardından bütün bir sömürü, baskı ve ayrımcılık düzeni devrilecektir.
Görev, ufukta görünmeye başlayan o büyük mücadele için hazırlanmaktır. Görev, işçi sınıfının devrimci partisini inşa edebilmektir.
Bu yazı, Gerçek gazetesinin Ekim 2014 tarihli 60. sayısının başyazısı olarak yayınlanmıştır.
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/basyazi-tehlike-buyuk-ama-gucumuz-de-buyuk
http://www.nasname.com/a/rojava-kurdistani-kimligine-kavustu
http://www.ulusalkanal.com.tr/kurtlere-ve-alevilere-kurulan-dersim-tuzagi-makale,3435.html
http://ilerihaber.org/yazarlar/yavuz-alogan/okudugunu-anlamak/479/
http://www.ulusalkanal.com.tr/kurtlere-ozerklik-vaadiyle-kurulan-tuzak-makale,3588.html
Irak ve Suriye’de Savaşa ve İşgale Evet Koordinasyonu
Kenan Alpay
Farkında olunmayacak gibi değil, savaşa ve işgale karşı çıkmak epeyce değer kaybetti. Sol-sosyalist, liberal ve Türk-Kürt ulusalcı siyasi çizgilerin aydın, sanatçı, akademisyen ve siyasetçileri Irak ve Suriye’de rutine dönen katliamları, gittikçe derinleşen işgalleri basbayağı kanıksamış haldeler.
IŞİD’in profesyonel manada görsel şova dönüştürdüğü cinayet seanslarından başka bela bilinmiyor adeta. Müzelerdeki antik eserlerin kırılıp dökülmesinden başka barbarlık henüz keşfedilememiş sanki. Tavlanmaya çalışılan Kürtlerin ve Ezidilerin yurtlarından edilme dramından başka bu coğrafyada trajedi yokmuş gibi davranmak belli ki geniş bir cephenin menfaati gereği.
Bombalar Müzelere İlişmesin Yeter
Musul Arkeoloji Müzesi’ndeki arkeolojik döneme ait heykelleri ellerindeki balyozlarla parçalayan IŞİD militanlarının paylaşılan videoları modern toplumlarda muazzam bir infiale sebep oldu. Musul müzesindeki nadide sanat eserlerine yapılan trajikomik saldırı uzun yıllar boyunca kanları heder edilen Müslüman halkın gördüğü ilgi ve alakadan milyon kat daha fazlasını gördü. Bağdat ve Musul başta olmak üzere Irak’ın bütün şehirlerini füzelerle bombardıman eden ABD öncülüğündeki Batılı müttefikler ve ardından fanatik Şii iktidar kliğinin İran ile birlikte Sünni bölgelerde giriştiği kapsamlı yağma ve tehcir operasyonları hiç bu kadar popüler olmamıştı.
Dram, trajedi, hüzün, yokluk ve kayıp hemen her şeyiyle Batılı değerlere, Batının ve bölgedeki despotik iktidarların stratejik hesaplarına göre kamuoyuna takdim ediliyor. Mesele Irak’ın sahip olduğu tarihi eserlerin yağmalanması ise bu konuda Murat Özer’in Haksöz Haber’de yayınlanan “Irak’ta Tarihî Eserleri ve Kütüphaneleri Kim Yok Etti?” başlıklı makalesi çok aydınlatıcı bir kronoloji ve arka plan sunuyor. Amerikan ordusunun işgal döneminde kimlerle, hangi yöntemlerle ve nasıl bir piyasa oluşturarak bu işi yaptığını saklamak ve geride bıraktıkları imitasyonlar üzerinden barbarları karikatürize etmeleri ne yazık ki hiç de eğlenceli sonuçlar doğurmuyor.
Egemen güçler tarafından oluşturulan Irak ve Suriye algısı (ne kadar acıtıcı olursa olsun) gerçeği bastırıyor, önemsizleştiriyor ve nihayet görünmez kılıyor. IŞİD sergilediği olağan üstü performansla hem Suriye’deki hem de Irak’taki despotizmi ve despotik iktidarı ayakta tutma gayretindeki sömürgeci işgalin bu algı operasyonuna paha biçilemez bir destek sunuyor. Müzelerde sergilenen eserlerin başına gelenler milyonlarca insanın canına, ailesine, namusuna, yuvasına musallat olan bin türlü musibetten daha fazla kaygı uyandırıyor Batı’da. İnsansız bir coğrafya, İslamsız bir medeniyet tasavvuru Robinson Crusoe’dan bu yana hala belirleyici oluyor bu bakış açısında.
Esed/Baas rejimiyle birlikte Suriye halkına karşı savaşan İran ve başta Lübnan Hizbullahı olmak üzere bölge ülkelerinden getirilen Şii milisler ittifak edilmişçesine ‘yabancı savaşçı’ veya ‘işgal gücü’ sayılmıyor. Irak’taki manzara daha beter bir tabloyu ihtiva ediyor. ABD ve müttefikleri savaş uçaklarıyla Musul başta olmak üzere bütün Sünni bölgeleri bombardıman ediyorken İran bütün askeri varlığıyla Irak’taki işgalin kara operasyonlarını uhdesine alıyor. Sadece Musul, Selahattin, Anbar gibi vilayetlerde değil başta Bağdat olmak üzere Irak’ta hâkim olan ordu, askeri birlikler Irak’a değil her şeyiyle İran’a ait durumda.
‘Yetenekli Askeri Taktisyen’ Demek ha!
Fransız haber ajansı AFP’ye göre Musul’a yönelik askeri harekât öncesinde planlanan Tıkrit’in düşürülmesi için 30 bin kişilik bir saldırı koordine ediliyor. Fakat ortalıkta Irak ordusu diye bir askeri varlık yok. ABD’nin havadan İran’ın karadan koordine ettiği müttefik cephenin başında İran’ın Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani yer alıyor. AFP ve diğer Batılı ajansalar Suriye’de olduğu gibi Irak’taki İran askeri varlığını da Fars haber ajansı gibi görüyor ve okurlarına servis ediyor.
Hemen hiç kimse Kudüs Ordusu’nun, Kasım Süleymani’nin veya İran tarafından işgalin açık unsuru haline getirilen gönüllü-paralı Şii milislerin Irak ve Suriye’deki varlığını anormal karşılamıyor. Süleymani’nin operasyon ve koordinasyon yeteneğini, askeri taktik ve stratejideki dehasını anlatmaktan işgalci, katliamcı vasıflarına sıra gelmiyor nedense. Bu bilinçli görmezden gelme sonucunda İran hem Suriye’yi hem de Irak’ı askeri ve politik manada neredeyse tamamen kontrol altına almış durumda.
Şii Türbeleri’ni ziyaret ve koruma adı altında bölgeye derinlemesine nüfuz eden, bunun için açık-örtülü silahlı operasyonlara girişen İran, ABD ve Batılı müttefikleriyle muazzam bir uyum içinde çalışıyor. İran, Suriye ve Irak’taki hegemonyasını tahkim etmek için öncelikle Türkiye ve Suudi Arabistan ile çatışıyor. Irak ve Suriye’ye asker göndermek, kara harekâtına girişmek istemeyen ABD bu işi çoktan İran ordusuna, Irak’taki Şii milis kuvvetlerine ve kısmen de Peşmerge’ye devretmiş durumda.
İşte bütün bu manzara İslam İnkılabı ilkelerinin Rusya desteğiyle Suriye’de, ABD ve Batı ittifakı desteğiyle Irak’ta yeniden nasıl bedenlendiğini özetliyor. “Türkiye’nin bölge politikası çöküyor, Acem/Fars diplomasisi kazanıyor” dedikleri tam da budur işte. Irak ve Suriye’deki “emperyalist işgale evet” sloganı şimdinin modası. Ama bu moda ne Şam’a ne de Bağdat’a uyar, bizden söylemesi!
http://www.haksozhaber.net/irak-ve-suriyede-savasa-ve-isgale-evet-koordinasyonu-28887yy.htm