Devrimi Yeniden Düşünmek – XII
(Sonuçlar/II)
Bu son seminerde geri kalan üç sonucu işleyeceğiz.
2. İktidar ve Devlet Sorunu
Birinci Enternasyonal’de, Marx ile Bakunin arasında cereyan eden, devlet eliyle yeni ve özgürlükçü bir toplum kurulup kurulamayacağı; proletarya diktatörlüğünün gerekli olup olmadığı ve böyle bir diktatörlüğün mümkün olup olmayacağı tartışmasında, bunca yıl geçtikten ve bunca deney yaşandıktan sonra saptamamız gerekir ki, Bakunin haklı çıkmıştır. Tüm deneyler, devrimle devletin bir doku uyuşmazlığı içinde olduğunu ortaya koymuştur. Daha önceki somut devrimlere ilişkin incelemelerimizde bunun üzerinde etraflı bir şekilde durduğumuzdan konuyu burada uzatmak istemiyorum ve sadece bir sonuç olarak saptamakla yetiniyorum.
Keza buna bağlı olarak, anarşistlerin ısrarla üzerinde durdukları, politik devrim değil, toplumsal devrim saptamasının da doğru olduğunu belirtmek istiyorum. Devrim ya toplumsal devrimdir ya da eğer değilse, herhangi bir politik devrim, bir darbeden öteye gitmeyecek ve herhangi bir gerçek toplumsal emansipasyona yol açmayacaktır.
Yine bununla bağlantılı olarak, toplumsal devrim aşama tanımaz. Aşama mantığı iki nedenle ortaya çıkmıştır: Birincisi, bir iktidarı ele geçirme taktiği olarak aşama; ikincisi de, üretici güçleri bir aşamadan bir başka aşamaya getirme mantığı olarak aşama. İkisi de yanlıştır. Toplumsal devrim, iktidarı (ya da devleti) ele geçirmek değil, iktidarı (ya da devleti) tümüyle yıkmak ve ortadan kaldırmaktır. Bu da aşamalarla değil, kitlelerin bu iktidar ve devlet yapıları içinde yaşamayı reddetmeleriyle olur. Kitleler artık devlet, ordu, polis vb. baskısı altında yaşamak istemediklerinde bir toplumsal devrime girişirler ve herhangi bir iktidarcı taktiği reddederek bu yapıları toptan ve bütünüyle yıkarlar. Gerçek toplumsal emansipasyon ancak böylesine büyük bir değişimle gerçekleşebilir ve bunun aşaması yoktur. Keza, kitleler kapitalizmi reddediyor ve yeni ve özgür bir toplumda yaşamak istiyorlarsa aşama yine gereksiz olacaktır. Ya kapitalizm ya da kapitalizmi reddeden yeni bir toplum. Burjuva demokratik aşamalar falan palavradır. Bunlar devrimi kapitalizmin içine hapsetmeye hizmet eder.
Bu anlamda devrim ulusal sınır tanımaz. Tek ülkede devrim ya da sosyalizm saçmadır. Bununla, devrimin tüm dünyada eş zamanlı olarak gerçekleşeceğini söylemek istemiyorum. Ama bir ya da birkaç ülkede (örneğin bir bölgede) devrim olmuşsa, o devrim ulusal sınırları baştan koşulsuz olarak kaldırmak zorundadır. Elbette çevredeki burjuva ülkeler devrim yapılan ülkeyi ya da bölgeyi ambargoya almak isteyeceklerdir ama devrimi yapan kitleler ulusal sınırları tek taraflı olarak kaldırdıklarında geriye sadece kapitalistlerin ambargosu kalır. Ulusal sınır koyduğunuz zaman siz daha burjuvazi sizi abluka altına almadan kendi kendinizi ulusal sınırlarla ablukaya almış oluyorsunuz. Sınır diye bir şey yoktur. Bu ulus/devletin yarattığı bir ilüzyondur. Devrim bölgesine ya da ülkesine isteyen sınır kontrolü olmadan girebilir. Karşıdevrimciler de dahildir buna. İstilacı kapitalist ülkelerin orduları devrimi bastırmak için geldiklerinde onları sınırlarda karşılamayacağız, devrim yapmış halk denizinde karşılayacak ve orada boğacağız. Elbette bu sırf imanla olmaz. Ama devrim yapmış insanlar, elbette devrimi boğmaya gelenlere karşı direnmenin yolunu da bulacaklardır. Vietnam halkının direnişi bunun en güzel örneğidir.
Proletarya diktatörlüğü denen şey proletarya üzerinde bir diktatörlüktür. Proletarya adına proletaryaya kamçı sallamaktır. Bütün deneyler bunu göstermiştir. Bununla proletaryanın gerçek bir iradeye sahip olmayacağını söylemek istemiyorum. Elbette olacaktır ve olmalıdır da. Ama bu devlet değildir, ordu değildir, polis değildir. Proletaryanın kendisi, diğer ezilen toplumsal sınıflarla birlikte devrimini elbette sonuna kadar savunacaktır. Ama bunu tek tek burjuvaları baskı altına alarak yapmayacaktır. Burjuva sınıfının bireyleri de devrim yapılmış bir ülkede diğer insanlarla aynı özgürlükçü haklara sahip olmalıdır. Bir insana salt burjuva kökenli diye zulüm yapmak devrime değil, ancak bürokratik bir diktatörlüğe yakışır. Devrim, özgürlükte sınır tanımaz ve bu özgürlük, devrilen sınıf mensupları için de geçerlidir. Böyle bir özgürlükçülük, devrilen sınıfların karşıdevrimci kalkışmalarını zayıflatmanın da en iyi yoludur. Bolşevikler tersini yaparak en büyük hatayı yapmış ve bastırılan burjuvazi hem karşıdevrimci direnişini güçlendirmiş hem de monolitik bir ortamda bu sefer komünist partisinin içine sızmıştır. Yeltsin’ler gökten zembille inmedi. En büyük karşıdevrimciler komünist partilerinin içinden çıkmıştır.
Unutulmaması gereken bir nokta da devrimin bir an değil (iktidarcılar böyle görür), bugünden başlayan ve kapitalizm devrildiktean sonra da süren sonsuz bir süreç olduğudur. Devrim aynı bisiklet gibidir. Durduğu an düşer.
Devrim, silahlı mücadeleden ve iç savaştan ne kadar uzak dursa o kadar iyidir. Silahlı mücadele yanlıları, daha çok devletçi iktidar yanlılarıdır. Onların amacı esasen iktidarı ele geçirmekten ibaret olduğundan silahlı mücadeleyi tek yol olarak önerirler. Elbette bunun zıddı olarar parlamenter seçim yolunu öneriyor değilim. Önerdiğimiz, kitlelerin devrimidir. Tarihe bakalım. Gerçek devrimlerin çoğu esasen kansız gerçekleşmiştir. Fransız devriminin başlangıcında çok az kan dökülmüştür. 1917 Şubat ve Ekim devrimlerinde de öyle. Çünkü halk devrimden yana iradesini koyduğu zaman silahlı karşıdevrimin yapacağı çok fazla bir şey yoktur ve orduyu oluşturan bireylerin halkın saflarına geçmesi kaçınılmazdır. Kan dökülmesi devrimlerde değil, devrimlerin ardından iktidara gelenlerin bir yandan baskıcı politikalar uygulamalarıyla, bir yandan da baskıcılığın karşıdevrime güç vermesiyle ya da dış devletlerin istilasıyla (Paris komünü, 1956 Macar Devrimi) olmuştur. İç savaş da devrim için son derece zararlıdır. İç savaş sadece ve sadece devrilen karşıdevrimini ve daha da kötüsü devrim adına iktidara gelen kliklerin karşıdevrimini ve diktatörlüğünü güçlendirir.
Bununla bağlantılı olarak, illegal örgütlenmenin devrim için hiç de elverişli bir örgütlenme olmadığını belirtmeliyim. İllegal örgütlenme karşıdevrimci polisin örgüte sızmasını hiçbir zaman önlememiştir. Zaten illegal örgütlenmenin esas amacı, polise karşı direnişten çok örgüt üyelerini birbirinden kopartarak denetim altında tutmaktır. İllegal örgüt, yukardaki şefler için şeffaftır. Polis için bile yarı şeffaftır. Polis en sıkı illegal örgütlenmelere bile sızma yeteneğine sahip olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Bu tür illegal örgütlenmeler, çok sayıda değerli devrimcinin boşu boşuna yakalanıp heder olmalarına neden olmuştur. İllegal örgütün şeffaf olmadığı tek unsur tabandaki üyelerdir. Bu üyeler yukarıyı asla göremezler. Örgüt içine sızan polisi de göremezler. Kör bir disiplin içinde ufukları daralır ve kitlelerden koparlar. Demokrasinin uygulanmasının imkansız olduğu bu tür örgütler iktidara geldikten sonra asla demokrasi uygulayamazlar. Kendi kapalı kutu ve despotik örgütlenmelerini tüm toplumun üzerinde tahakküm kurmakta kullanırlar. Bu devrimin ölümüdür.
3. Devrimin Organları
Tabii ki, parti diktatörlüğü değil, özyönetimsel Sovyet yönetimi. Sadece büyük sovyetler değil, her küçük birimde sovyet yönetimleri. Halkın kendi kendisini gerçekten yönetmesidir bu.
Tabii ki tek parti diktötürlüğü değil, tüm siyasi partilere özgürlük. Devrimden sonra tam bir özgürlük olacağı için siyasi ya da toplumsal partiler üzerindeki her türlü yasak kalkacaktır. Mutlak örgütlenme özgürlüğü.
Hemen sorulacaktır. Parlamento var mı ki, siyasi partiler olsun. Hani Sovyetler yönetecekti? Evet Sovyetler yönetecek ama bu neden parlamentonun ortadan kalkmasını gerektirsin ki. Bolşevikler iktidara geldikten sonra Kurucu Meclis seçimlerini yaptılar ama seçimlerde çoğunluğu Sosyalist Devrimcilere kaptırınca bu kurumu bir kararla (ya da darbeyle) ortadan kaldırdılar. Doğru muydu böyle yapmaları? Hiç de değil. Ben olsam şöyle yapardım: Evet, Kurucu Meclis devam edecektir ama yetkileri elinden alınmış olarak, daha doğrusu esas yetki Sovyetlerde olmak koşuluyla. Ben olsam kurucu meclisi korur, onu ve genel oyu devrimin barometresi, bir tansiyon ölçer olarak kullanırdım. Denecektir ki, yetkisi olmayan bir meclisi kim ne yapsın? Hiç yetkisi olmayacak demiyoruz ki. Parlamento ya da meclis pekâlâ bir senato organı gibi kullanılabilir. Böylece Sovyet kendi denetim organını da yaratmış olur. Şöyle diyelim: Sovyet bir karar aldı. Bu karar, senato görevi yapan parlamentoya gider; diyelim ki parlamento kararı reddetti. Karar yeniden Sovyete gelir. Son karar Sovyetindir.
Bunun faydaları nedir? Birincisi, denetim her zaman faydalı bir şeydir; ikincisi, böyle bir önlem, burjuvaziyi böler, devrimden sonra kendilerini yasal alanda ve parlamento çevresinde ifade edeceğini düşünen burjuva kesimleri devrime karşı aktif direnişten bu yolla vazgeçebilir ve karşıdevrimci cephe böylece zayıflatılır. Üçüncüsü, genel seçim, devrimin ne kadar desteklendiğini, ne kadar desteklenmediğini gösteren bir tansiyon ölçücü de olur, böylece halk kitlelerindeki devrime yönelik hoşnutsuzluk ya da desteğin ölçülmesi sağlanmış olur. Denecektir ki, birçok imkana sahip olan burjuvazi halkı manüple edemez mi? Bu soruda bir haklılık payı vardır, ancak devrim sonrası koşulları bütünüyle değerlendirmemektedir. Burjuvazinin eski eğitim olanaklarından yararlanmış kesimlerinin öne çıkma potansiyeli elbette dikkate alınmalıdır ama unutulmaması gereken nokta, devrimin burjuvaziyi mülksüzleştirmiş olacağı gerçeğidir. Mülksüzleştirilen burjuvazi eskisi gibi halkı manüple edecek medya olanaklarına sahip olamayacaktır. Keza kuracakları siyasal partiler, burjuva düzenindeki olanaklara sahip olamayacaklardır. Bütün bunlara rağmen diyelim ki, genel seçimlerde burjuva partileri çoğunluğu kazandılar, parlamentoda ağır bastılar, bu devrimi ortadan kaldırmaz, çünkü esas karar organı parlamento değil, sovyet olacaktır.
Ben, devrimci partilerin de, parlamento seçimlerine katılmalarının ötesinde, ayrı bir danışma kurulunda ya da organında değerlendirilmesinden yanayım. Sovyetlerin seçimlerine burjuvazi de, devrimci ve sosyalist partiler de katılamamalıdırlar. Sovyet seçimleri, doğrudan fabrikalarda, köylerde, mahallelerde çalışan ve yaşayan insanların tek tek bağımsız temsilcilere oy vermesiyle gerçekleştirilmelidir. Burada tek tek bireylerin seçimi söz konusudur, onların şu ya da bu partiye mensubiyetleri değil, kişisel olarak devrime ve halka hizmet kapasiteleri değerlendirilmelidir. Bu bakımdan, devrimci partiler Sovyet seçimlerine parti olarak katılamamalıdır. Bu durumda devrimci ve sosyalist partilerin devrime katkılarından nasıl yararlanacağız? Bu partiler elbette parlamento seçimlerine katılmalıdırlar ama bu kadarı yetmeyebilir. Bunun ötesinde, bir de bir Danışma Organı yaratılmalı ve bu organın seçimleri ayrıca yapılmalıdır. Bu seçime sadece devrimci ve sosyalist partiler ya da örgütler katılabilmelidir. Böylece, eğer dertleri iktidarı proletaryadan gaspetmek değil de devrime hizmet etmekse bu partiler bu danışma kurulunda oluşturacakları önergelerini sovyete sunabilirler.
Bu konuda söylenecek son birkaç nokta daha kaldı.
Devrim mutlak özgürlük demektir. İfade özgürlüğü anlamında karşıdevrimciler de kendilerini serbestçe ifade etme hakkına sahip olmalıdır. “Ben bu devrimi silahlı mücadele yoluyla sona erdireceğim” diyenin de bunu yazma ve yayma hakkı olmalıdır. Fikirleri bastırmak sadece onu yapana zarar verir. Hele devrim adına fikir bastırmak saçmalıktır. Peki karşıdevrimciler bu dediklerini fiiliyata geçirirse ne olacak diye sorulabilir? Fiilen silahlı ayaklanmaya girişen bir karşıdevrim girişimi olursa elbette devrimi seven ve savunmak isteyen halk kitleleri ona karşı direnecektir ya da dışardan gelen ordulara karşı direnecektir. Böylesi bir özsavunmanın gerekli ve zorunludur. Ama böyle bir durumda dahi fikrin ifade edilmesi bastırılmamalıdır. Fikri bastırmak devrimin ölümüdür. .
Bu anlamda karşıdevrimcilerin polisiye biçimde izlenmesi gibi şeyleri de reddetmeliyiz. Ne ad altında olsun polis gücüne başvuran bir devrim ölmüş ve hatta zıddına dönüşmüş demektir.
Devrim yasayı kaldırır, yerine yasallığı getirir. Yasallık özgürlüğü kutsal bir hak olarak hayata geçirir ve onun koruyucusu olur. Yasa özgürlüğü boğar, yasallık ise özgürlüğün güvencesidir. Yasa cezadır. Yasallık ise cezaya değil, özgürlüğe dayanır ve onu korur.
4. Aydınlanma ve Devrim
Toplumsal devrimin iki vazgeçilmez veçhesi vardır: 1. Özü mülkiyetin toplumsallaştırılması (devletleşmesi değil) olan ekonomik dönüşüm; buna ekonomik devrim de diyebilirsiniz; 2. Özü ezilen sınıfları entelektüel bakımdan mülklüleştirmeye hizmet eden kültürel dönüşüm; buna kültür devrimi de diyebilirsiniz.
Ekonomik devrimle, yüzyıllardır kanları emilen ezilen sınıfların yüzüne kan gelecektir. Ancak yüzüne kan gelen insanın beynine kan gider. O zaman beyin de çalışmaya başlayacak, daha doğrusu bunun koşulları yaratılmış olacaktır. O zaman kültürel devrimin koşulları iyice oluşmuş olacaktır. Elbette bununla, ezilenlerin entelektüel mülklüleşmesi için ekonomik devrimi bekleyelim demek istemiyorum. Bu, bugünden başlatılması gereken bir süreçtir. Bugün bu konuda yapılacak şey, emekçiler için ücret arttırımı mücadelesinden daha öncelikli olarak boş zaman mücadelesini yoğunlaştırmaktır.
Asgari program: Asgari üretim. (azami üretim devrimin sonunu getirir)
Azami Program: Azami entelektüel gelişme (üretimden yorgun düşen işçinin entelektüel mülksüzleşmesi sürer, bu da devrimin sonudur.)
Sermaye birikimi değil, entelektüel birikim. (kalkınma vb. saçmalıkları da devrimi sona erdirmekle özdeştir.)
Böylece seminerlerimizi tamamlamış oluyoruz. Bugüne kadar izleyen arkadaşlara çok teşekkürler. Yeniden buluşmak üzere.
Gün Zileli
25 Ocak 2009
Özgür Üniversite-İstanbul
http://ilerihaber.org/yazarlar/ender-helvacioglu/emekci-aydinlanmasi/238/