DEVRİMİ YENİDEN DÜŞÜNMEK – VIII
Macar Devrimi (1956)
Aslında ilk Macar Devrimi, 1917 devriminden iki yıl sonra, ünlü Macar komünisti Bela Kun’un önderliğinde gerçekleşti. Karolny’nin hükümeti komünistler tarafından devrildi ve Macar Sovyeti kuruldu. Komünistler, 1917 devriminin yarattığı atmosfer içinde hızla taraftar ve kitle temeli bulmuş olmalarına rağmen bu Sovyet iktidarının temeli yine de zayıftı ve Romanya’nın saldırısıyla kısa sürede yıkıldı; Bela Kun Sovyetler Birliği’ne kaçtı. Daha sonra, 1930’lu yıllardaki Stalin’in büyük temizlikleri sırasında öldürüldü.
İkinci dünya savaşının sonunda Sovyet kızılordusunun Macaristan’ı işgalinin ardından yeni bir Sovyetler Birliği taraftarı rejim kuruldu. Komünist Partisi, sosyal demokratlarla ve diğer reaksiyoner olmayan partilerle başta bir koalisyon hükümeti kursa da, özellikle İçişleri Bakanlığını, dolayısıyla polis ve gizli polis örgütünü ele geçirdi ve kısa süre içinde koalisyon ortaklarını tek tek hükümetten uzaklaştırarak, Sovyet Kızıl Ordusunun desteğinde, Stalin Rusya’sına benzer tek partili bir rejim kurdu. Komünist Partisi’nin başkanı, Stalin’in himayesindeki Matyas Rakosi’ydi. Ne var ki, Macar Komünist Partisi’nin içinde başka eğilimler ve şahsiyetler de vardı. Bunların başında, Sovyet kuklalarından farklı olarak Horty rejimine karşı ülke içinde mücadele etmiş komünistlerin lideri Laszlö Rajk geliyordu. Laszlö Rajk ilk kurulan komünist rejimin İçİşleri Bakanıydı ve GPU’ya benzeyen bir gizli polis örgütü olan AVO’nun ilk örgütleyicisiydi. Diğer yandan, Rakosi’nin, Stalin taklidi aşırı merkeziyetçi rejiminin çizgisini beğenmeyen muhalif komünistler de vardı. Bunlardan biri, ilk komünist hükümette Tarım Bakanlığı yapmış ve köylülere toprak dağıtım programını uygulamış İmre Nagy’di. İmre Nagy, daha sonra Rakosi tarafından uygulanan, köylülerin topraklarını zorla devletleştirme siyasetine muhalif olduğu için 1947’den sonra kızağa çekilmişti. Öte yandan bir diğer muhalif komünist de Janos Kadar’dı. Janos Kadar da Rakosi’nin aşırı devletçi politikalarını eleştiriyor ve küçük mülkiyetle daha barış içinde bir politikanın savunuculuğunu yapıyordu.
Komünist Parti içindeki çelişkiler 1949 yılına doğru sertleşti ve İmre Nagy’nin kızağa çekilmesinin ardından Janos Kadar tutuklandı. En önemli ve kanlı tasfiye ise Rajk ve arkadaşlarına karşı yapıldı. Rajk ve arkadaşları, 1936 Moskova duruşmaları benzeri düzmece yargılamalarla batının ve Tito’nun ajanı olarak suçlanıp idam edildiler. Elbette bu operasyon NKVD-AVO işbirliğiyle ve Stalin’in teşvikiyle yürütüldü. Laszlö Rajk, kendi kurduğu gizli polis örgütünce sorgulanmış ve itirafa zorlanmıştı. Macar Komünist Partisi içinde ve rejimin tepesindekiler arasında bunlar yaşanırken, Macar işçileri ve halk kitleleri, aşırı baskıcı Rakosi rejimine karşı büyük bir hınç beslemekteydi. Zaten halk bu rejimi hiçbir zaman içselleştirmemişti. Halkta işgalci Kızıl Ordu birliklerine karşı da büyük bir tepki vardı. Dolayısıyla halk, köylülüğe karşı daha toleranslı politikalardan yana olan İmre Nagy’e sempati besliyor, Janos Kadar’ı Rakosi’ye karşı daha olumlu buluyordu.
1956 yılında halkın Rakosi rejimine karşı tepkisi iyice kabarmaya başladı. Muhalif aydınlar Petöfi derneği etrafında toplanarak seslerini açıktan açığa duyurmaya başladılar. AVO’nun baskıları da para etmiyordu artık. Halk, korku sınırını yavaş yavaş aşmaya başlamıştı. Zaten devrimlerde bu korku sınırının aşılması çok önemlidir. İşkence ve ölüm, insanları bastırmakta bir noktaya kadar işlevseldir; halk işkence, baskı, ölüm ve zulmü küçümsemeye başladığı zaman baskıcıların işi bitmiş demektir.
Stalin’in ölümünden ve Kruşçev’in Stalin’in suçlarını kısmen kabul etmesinden cesaret alan Halkın Rakosi rejimine tepkisi Parti içinde de ses vermeye başladı ve Rakosi, halktan ve muhaliflerden gelen baskının sonucunda, 1956 yılının ikinci yarısında Laszlö Rajk’ın itibarını iade etmek zorunda kaldı. Petöfi derneğinin en etkili eylemi, bu kararın hemen ardından Laszlö Rajk ve idam edilen 11 arkadaşı için sembolik bir cenaze töreni düzenlemesi oldu. Budapeşte’de, yüzbinlerce insanın katılımıyla yapılan bu gösteri devrimin habercisiydi.
Halkın rejime karşı kabaran öfkesi, yine kendiliğinden ve basit gibi görünen bir olayla patlak verdi. 1956 yılının Ekim ayı başlarında Budapeşte Üniversitesi’nin öğrencileri, Sovyet askeri birliklerinin ülkeyi terk etmesini de içeren 8 taleplik bir bildiri yayımlayarak gösterilere başladılar. AVO, bu gösterileri silah zoruyla bastırmaya kalkışınca Budapeşte’nin tüm fabrikaları sokaklara döküldü ve böylece devrim başlamış oldu. Bir anda ülke çapında tüm fabrikalarda işçi konseyleri kuruldu ve bu işçi konseyleri fabrikaların yönetimini devraldılar. Bu tam bir aşağıdan işçi devrimiydi. İşçi ayaklanmasının organları olan işçi konseyleri birbirleriyle paralel bağlantılar içindeydiler. Sokaklarda barikatlar kuruldu, bir tarafta Macar işçileri ve halk, diğer yanda Sovyet birlikleri ve AVO’nun silahlı birlikleri arasında kanlı çatışmalar cereyan etti. Halkın en önde gelen talebi, Rakosi rejiminin sona ermesi, AVO’nun dağıtılması ve Sovyet Birlikleri’nin ülkeyi terk etmesiydi.
Birkaç gün süren çatışmaların sonucunda halk üstün geldi ve Macar ordusunun önemli birlikleri halk safına geçti. Albay Malater bu saf değiştirmede en önde gelen isim olarak parladı. Tepeden tırnağa silahlanmış işçiler, AVO binasını sararak direnenlerin teslim olmasını istedi. Teslim olmaktan başka bir çare kalmadığını gören AVO mensupları elleri enselerinde dışarı çıkarken, öfkeli işçiler tarafından kurşuna dizildiler. Bu olay, ezilen halkın tüm birikmiş öfkesini serbest bırakan devrimin neredeyse kaçınılmaz ve gözü kara bir vahşete de yol açabileceğini gösterir. Halkın Stalin’e ve Stalinistlere öfkesi o kadar büyüktü ki, Budapeşte’deki devasa Stalin heykelinin bacakları kaynak işçileri tarafından eritildi ve heykel devrildi; Stalin heykelinin başı gövdesinden koparıldı.
Macar ordusunun saf değiştirmesiyle birlikte yenildiğini anlayan Rakosi rejimi, Sovyetler Birliği’ndeki Kruşçev yönetiminin de baskısıyla istifa etti. Sovyetler Birliği için devrimi durdurmanın tek yolu, askeri birliklerini çekiyormuş gibi davranmak ve komünist partisinin içinden, halkın sevdiği bir lidere hükümet kurdurmaktı. Bu lider İmre Nagy’den başkası olamazdı. Bu arada, Kruşcev yanlısı Janos Kadar da hapisten çıkartılmıştı.
İşçi ve halk devrimi büyük bir coşku içinde ilerliyordu. Rakosi’nin devrilip İmre Nagy’nin gelmesi, devrimi yatıştıracağına daha da coşturmuş, İmre Nagy ve hükümeti, her ne kadar halka sakinleşme çağrısında bulunmuşsa da, kabaran büyük devrim dalgasıyla devrimin peşinden sürüklenmiştir. İmra Nagy hükümetinin ayaklanan halkın taleplerine boyun eğişinin en belirgin örneği, yeni Macaristan hükümetinin Varşova Paktından çıktığını ve bağımsızlığını ilan etmesi olmuştur. Kruşçev yönetimi bu kadarına izin veremezdi.
Bundan sonraki gelişmeler son derece dramatik ve öğreticidir. Macaristan’dan çekilir gibi yapan Sovyet birlikleri tankları Macaristan sınırında konuşlandı. Albay Malater’in de içinde bulunduğu Macar askeri heyetiyle Sovyetler Birliği askeri heyeti Budapeşte yakınlarında bir kasabada, “Sovyet birliklerinin ülkeyi nasıl ve ne biçimde tahliye edeceğini” görüşmek üzere masaya oturdular. Görüşmeler sırasında içeri giden makineli tüfekli NKVD birlikleri albay Malater’i ve diğer Macar subaylarını teslim alarak kaçırdı. Malater ve arkadaşları Sovyetler Birliği’ne götürülüp idam edildi. Bundan sonra Sovyet birlikleri ve diğer Varşova Paktı ülkelerinin orduları ülkeyi istila etmek ve devrimi bastırmak üzere Budapeşte’nin üzerine yürüdüler. İşçi konseyleri, istilacılara karşı direnme kararı aldı ve işçiler sokaklarda barikat kurdular. Macar halkı tanklara karşı kahramanca savaştı. Bir hafta süren kanlı çarpışmalardan sonra istilacılar ve Kruşcev tarafından kurulan kukla hükümetin başına getirilen eski muhalif Janos Kadar duruma hakim oldu. İmre Nagy ve hükümetinin diğer üyeleri Yugoslav elçiliğine sığındılar. Kendilerine öldürülmeyecekleri sözü verilmesi üzerine teslim oldular ve Sovyetler Birliği’nde iki yıl hapis tutulduktan sonra idam edildiler.
İşçi konseylerinin varlığı buna rağmen hemen sona ermedi. Konseyler varlıklarını uzunca bir süre devam ettirdiler ve Kadar rejimine karşı bir işçi talepleri ağırlığı yaratmaya çalıştılar.
1956 Macar devrimi, 20. yüzyılın en büyük devrimlerinden biridir. Hem bilinç, hem de mücadele ve örgütlenme becerisi ve kitlesellik açısından. Bu devrimin karşıdevrim olduğu iddiası sadece Stalinistlerin bir safsatasıdır. Bu devrim, merkezi ve güçlü görünen bir rejimi yıkmış ve Sovyet devriminden de büyük bir işçi inisiyatifini ortaya koymuştur. Bu devrim, aynı zamanda aşağıdan bir halk devriminin merkezi iktidar aygıtını parçalayabileceğini bir kez daha kanıtlamıştır, aynı Paris komününde olduğu gibi; aynı 1917 Rusya’sında olduğu gibi. Ne var ki, ülke içinde bir merkezi gücü yenmek yetmemektedir. Bu kez devrim, dışardan istilacı bir merkezi gücün orduları tarafından bastırılmaktadır. Bu da, devrimi yeniden düşünürken varılan sonuçlarda ele alınması gereken önemli bir noktadır.
Macar devrimini tek başına da ele almamak gerekir. 1953 Poznan ve Doğu Alman işçi ayaklanmaları bu devrimin öncelidir. 1968 Prag baharı ve 1980’li yıllarda Polonya Solidarnoş mücadelesi ise sonrasıdır. Doğu Avrupa işçi sınıfı Stalinist rejimleri başından itibaren ve hiçbir zaman kabul etmemiş, pasif veya aktif direnişlere gitmiş, alternatif örgütlenmeler yaratmış ve bulduğu her fırsatta ayaklanmıştır. Macar devrimi bu direnişin zirvesini oluşturan bir toplumsal devrimdir.
9 Aralık 2009
Gün Zileli
Özgür Üniversite-İstanbul