Devrim İhtiyacı!
Not: Numaratörden yanlışlıklı 350 kadar tıklama silinmiştir.
Toplumlar da biyolojik varlıklar gibi farklı dokulardaki tabakalardan oluşur. Son tahlilde, ölüme gidişi temsil eden ölü tabakalar veya dokular toplumu dibe ve ölüme doğru çekerken, hayatiyeti temsil eden canlı dokular ve tabakalar toplumun yeniden canlanmasını temsil ederler. Bu canlı dokular, ölü dokuların bünyeyi sarıp bütün organizmayı ölüme sürüklememesi için canhıraş bir çaba gösterir, eğer kaçınılmaz bir ölüme gidildiğini görürse, kendini ölü dokulardan ayırmak ve hayatta kalmak için nihai bir savaşa girer. İşte bunun adı devrimdir. Devrim ya canlı dokuların mücadelesiyle bütün bünyeyi hayata döndürür ya da canlı dokunun ölü dokudan kesin kopuşuna ve yeni bir organizma olarak hayatını sürdürmesine yol açar.
Devrimler, sınıfsal oldukları kadar kültürel mücadelelerin de sonucudurlar. Bazen sınıf savaşı oldukça ön planda görünür, bazen de temelinde yine sınıf çatışması yatan kültürel savaş, neredeyse sınıf savaşını bile gölgeleyecek ölçüde ön plana geçebilir. Ölü doku, bazen sınıfsal olarak yıkıma giden üst sınıflarda kendini gösterir, bazen de durgunluğuyla bir bataklığa dönüşmüş alt sınıflarda. Ölü dokuyu oluşturan bu alt sınıflar, durgunluklarıyla, hareketsizlikleriyle, müptezellikleriyle, obezlikleri ve bayağılıklarıyla bünyeyi çürüttükleri gibi, kendilerinin toplumun tepesindeki aynada bir yansıması olan müptezel bir iktidar sınıfı ve aygıtı yaratarak, ironiktir ki, bir çeşit “proletarya diktatörlüğü” yoluyla toplumu ölüme sürüklerler.
O tarihi momentte toplumun ölü dokusunu oluşturan ve durgun bir bataklığa benzeyen bu “alt sınıf diktatörlüğü”, toplumun canlı dokusunu oluşturan görece kültürlü orta ve hatta üst sınıfları ya umutsuzluğa sevk eder ya da kesin bir “kurtuluş savaşı”na. Ya da bu ikisi iç içe geçebilir. Fakat şurası kesindir ki, canlı doku ölü dokunun bataklığı tarafından yutulmak istemiyorsa savaşmak zorundadır. Ve sonunda nihai savaş vuku bulur. Toplumun tek kurtuluşu olan devrim başlar böylece. Aslında bu devrim, bataklığa gömülmüş alt sınıfların da kurtuluşudur ve başladığı an, en alttakiler, canlı dokudakilerden bile daha büyük bir silkinişe ve yaşam mücadelesine girebilirler.
“Savaş”tan söz ettim ama sanılmasın ki devrim bir kan banyosudur. Tam tersine kan banyosu devrimin bastırıldığı yerde ortaya çıkar. Devrim, bir toplumsal şenliktir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devrimi olan Rusya’daki 1917 Şubat Devrimi, aynı zamanda gerçek bir toplumsal barış ve kardeşliği de ilan etmiş ve koca Rus toplumu bir anda büyük bir yaşam sevinciyle şenlikli bir topluma dönüşmüştür.
Bugünkü Cumhuriyet’te Tayfun Atay, seçim üzerine yazdığı yazıda, “Bitmiş bir iktidarın uzun ölümünü izlemeye devam edeceğiz önümüzdeki dönemde de” demiş. Evet ama bu “uzun ölüm” belki de bir devrimle “ani ölüme” de dönüşebilir. Devrim, ölü dokularla ve bu ölü dokuları temsil eden iktidarla birlikte ölüme gitmek istemeyen toplumun tek kurtuluş yolu olarak gündeme gelebilir.
Toplumsal bir devrim bize doğru yaklaşıyor.
Not: Seçim sonuçlarını gösteren renkli haritaya baktım. İç Anadolu’nun doğusunda, Güney Doğu Anadolu’nun kuzey batısında bulunan, resmi adı Tunceli olan Dersim diyarı, yine aynı ayrıksı duruşunu korumuş. C.Başkanlığı seçimlerinde batıdaki İzmir, Aydın ya da Edirne illileriyle birlikte turuncuya boyanıyor; milletvekilleri seçimlerinde, diğer güneydoğu illeriyle birlikte de yeşile. Türkiye’de, Muharrem İnce’ye yüzde 58; HDP’ye yüzde 51 oy veren, yani CHP-HDP ittifakını bu kadar bilinçli uygulayan başka il yok. Öte yandan, batı illerinde CHP’li seçmenin HDP’ye verdiği ittifak desteği gerçekten hayranlık uyandırıcı bir bilincin göstergesi. Sözünü ettiğim bu iki olgu bile, toplumun geleceğinden umutlu olmaya yeter. Canlı doku böylesi bir bilinç gösterebiliyorsa neden iyimser olmayalım.
http://www.gunzileli.com/2010/09/15/uc-ulus/
Gün Zileli
25 Haziran 2018
“Üç Ulus” yazısının altındaki şu yorum Nasname’cileri çok güzel tarif ediyor:
anton 25 Eylül 10 / 8pm
“Mikro milliyetçilik veya kimliksel alanlara dönüş siyasetsizliğin (sınıfsal siyasetsizlik diye okuyabilirsiniz) bir tezahürüdür. Yeni dünya düzenine eklemlenmekte zorluk çeken veya zorluk çıkartan gruplar tepkilerini meşrulaşan kimlik siyasetleri üzerinden dillendirmeye başladılar. ‘Kendi için sınıf’ olamayan toplumsal sınıflar küçük statü/grup/kimliksel tabakalara bölünerek siyasal alanda görünür hale geliyorlar. Küreselleşmenin dayattığı kimlikler denebilir bunlar için.”
“…Politik mücadelede; birbirileri ile mücadele eden iki cephenin de gerici olması durumu vardır. Bu cepheler arasında göreceli farklılıklar bulunması; onların esas neteliğini degiştirmez. Dolayısı ile, bir hareketi değerlendirirken sadece belli bir andaki tavrına ve o anda kiminle mücadele ettiğinden çok; esasta stratejik doğrultusuna bakmak zorundayız. Yani, bir hareket stratejik olarak, toplumu ileriye mi, geriye mi götürüyor? Buna bakılmalıdır. Bu genel ilkeyi güncele ugularsak, sormamız gereken soru şu olur: AKP’nin Kemalist rejimi geriletmesi hatta onu yenilgiye uğratması iyidir, ama AKP nasıl bir düzen getirecek? AKP’nin getireceği düzenin Kemalist rejimden daha ileri, daha demokratik olacağına dair bir güvence bir kanıt var mıdır?
…
Değişim ama nasıl bir değişim?
AKP değişim sloganını çok kullanıyor. Evet, gerçekten AKP değişimden yana. Ancak, toplumdaki tüm kesimler de değişmden yana. TÜSİAD, Kürtler, Aleviler, sosyalitler tümü de değişim istiyor. Peki, ama herkesin istediği değişim aynı yönlü veya aynı nitelikli bir değişim midir? Elbette hayır.
Genel anlamda, her değişimi ilerici görmek ve desteklemek doğru değildir. Örnegin, İran’daki Şahlık rejimi faşist bir rejimdi. Ama ondan sonra gelen dinci rejim; Şahlık rejiminden daha ileri ve daha demokratik bir rejim değildi, hatta ondan da geri bir rejim oldu. Bütün baskı ve zulme rağmen, Şahlık rejminde her türlü muhalefet varlığını sürdürebiliyordu. Ancak, dinci rejimde; neredeyse tüm muhalefet fiziken imha edildi. Bugün İran’lı kadınların durumunun da Sahlık döneminden daha iyi olduğunu kimse iddia edemez. Demek ki, Şahlığın yıkılması, yani değişim gerekli ve doğrudur. Ancak, bu değişimin dinci bir diktatörlük biçiminde olması; elbette toplumu ileriye ve daha demokratik bir yapıya götürmemiştir. Dolaysı ile bu değişim ilerye doğru bir değişim değildir ve olumlu görülüp, desteklenmez.
…
AKP, „milli egemenlik“, demokrasi, seçim, kuvetler ayrılığı, laiklik gibi kavramları da; özellikle batı burjuva demokrasilerinde bilinen ve kullanılan anlamlarından köklü bir biçimde farklı anlamda kullanıyor. Ki, aslında son referandum bu anlayşın çok açık olarak sergilenmesidir. AKP için „milli egemenlik“ çoğunluğun egemenliğidir. Kim bu çoğunluğa sahipse; onun dediği olacaktır. Bu nedenledir ki, AKP; burjuva hukukunda „toplumsal bir uzlaşma“ metni olarak kabul edilen anayasayı, çoğunluk eli ile ve toplumun diğer kesimlerini dışlayarak değiştirmeye çalışmaktadır.
…
Amaç, değişim ve demokrasi kamufulajı altında, siyasal islamın iktidarını sağlamlaştırmak ve bu iktidarı yasal denetimden uzak; mutlak bir iktidar haline getirmektir…”
https://474987.forumromanum.com/member/forum/entry.user_474987.4.1110399005.hayir-raver.html
Gün, iyimser olmak için hiçbir neden yok! Tam tersine… Kendimizi kandırmaya çalışmayalım ve “devrimci iyimserlik” (!) veya “devrimci romantiklik” (!) gibi eskiden beri aşinası olduğumuz hayalperestliklerin üzerine artık ve nihayet sifon çekelim.
Şimdi durum eskisinden de daha kötümser olmamızı gerektiriyor çünkü;
1. Cumhurbaşkanı Parlementoda bundan böyle MHP’ye de ihtiyaç duyacağından şoven ve milliyetçi damar ve uygulama daha çok güçlenecektir.
2. Artı,İyi Parti’ye ciddi bir bölümü CHP’den giden oylar ise bu şovenizmin ve milliyetçiliğin aslında laik kesimlerde de ne derece etkin olduğunun göstergesidir.
Belki tek “iyimser” (!) olmamıza neden olabilecek şey ar damarı çatlamış Doğu’nun ve şer tarikatını tam sille yemiş olmasıdır ki, doğrusu bu da bizim açımızdan bile ancak züğürt tesellisi kandırmacası yerine geçer.
Heyhat, kötümser, çok kötümser olmak durumundayız.
Yani sadece r-e-a-l-i-s-t olmaktan söz ediyorum, o kadar!
Sevgiler. Hadi
“Dünkü kan davası çatışmasının ardından bu sabah şok saldırı” haberinin altında bir okuyucu yorumu:
“Bu tür olaylar için OHAL’in hiçbir önleyici katkısnı gördünüzmü,örnek gösterilen Fransa benzer olaylar için OHAL uyguluyor,bizde ise keyfi yönetim için”
Abi kullandığın harita çok eski 😀
daha iyi 🙂
Kullandığın eski harita, reel sosyalizmi içten içe özlediğini gösteriyor 😛 😀
Devlet Destekli Bir Ölü Diriltme Ritüeli:
‘İslâmi Rönesans Çabaları’
Geçen 16 yılda kurulamayan ‘kültürel hegemonya’yı tesis etmek rejiminin kızıl elmalarından birisi. Erdoğan konuşmalarında sıklıkla bu konuya dikkat çekerek kendi tabanına kültürel alanda muktedir olma çağrıları yapıyor. Bu çağrılara en derli toplu karşılığı verenler ise Erdoğan rejiminin koruyucu kanatları altında İslâmi bir yeniden doğuşun, bir rönesansın peşinden koşan sağ cenahtaki araştırmacı ve düşünürler.
‘İhsan Fazlıoğlu’ ve ‘İbrahim Halil Üçer’ gibi entelektüeller, üniversiteler ile belediyelerin düzenlediği sempozyumlara, muteber vakıfların finanse ettiği toplantılara ve TRT olmak üzere değişik yayın organlarındaki programlara katılıyor, bu mecralarda Arapça ve Farsçadan ödünç alınmış kavramları harmanlayarak İslâm düşünce ve bilim tarihine dair konuşmalar yapıyor, dersler veriyorlar. Bu derslerde, kavramların etimolojik kökenlerine dair dinleyicilerin üzerine boca ettikleri malumatlarla tahkim edilen bir otorite makamından hitap ediyor, bugün unutulan ama aslında tam da ‘biz’ olanı, bizim onsuz bir hiç olacağımız ancak onun bizsiz değerinden bir şey yitirmeyeceği kadim mirası, İslâm dünyasının renkli, derin ve iddiaya göre son derece güncel düşünsel mirasını hatırlatıyorlar. Elbette bu hatırlatma çabasına bir yayıncılık faaliyeti de eşlik ediyor. Özellikle 2017’de Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları tarafından basılan ‘İslâm Düşünce Atlası’ ve ona eşlik eden aynı isimle kurulmuş web sitesi, son dönemdeki bu hatırlatma çabalarının en yetkin örneği olarak kabul edilebilir.
Bu çabalarda XV. yüzyıl İtalya’sına benzer bir kültürel keşif heyecanını hissetmemek, söz aralarına serpiştirilen tedavülden kalkmış Arapça ve Farsça kavramlarda ve bunların anlamları ve önemleri üzerine yapılan uzun izahatlarda XV. yüzyıl hümanistlerinin Antik Yunanca bir kavramı yeniden dolaşıma sokarken aldığı zevkin yankısını duymamak zor. Rönesans dendiğinde aklınıza tikel bir örnek olarak XV. ve XVI. yüzyıllarda İtalyan yarımadasında yaşanan bir kültürel hareket gelmesin. Jack Goody’nin ‘Rönesanslar’ adlı kitabında işaret ettiği üzere bilimsel, sanatsal veya dinî konularda geçmişte dile getirilen fikir ve düşüncelerin yeniden değerlendirilip dolaşıma sokulması anlamında ‘Rönesans’, ne Avrupa’ya ne de geç ortaçağlara özgü bir olgu. Her yazılı kültür pekâlâ yüzünü geçmişine dönerek bu birikimi yeniden hayata geçirmek isteyebilir. İslâmcı entelektüellerin sözünü ettiğimiz hummalı çalışmalarında da ‘kültürel hegemonya kurabilmek amacıyla’ böyle bir rönesansı tetikleme çabası saklı.
Öte yandan, Jack Goody, bu geçmişe dönüş çabalarının her zaman bir kültürel açılım ve atılım ile sonuçlanmayabileceğini ve tutucu bir nitelik de arz edebileceklerini hatırlatıyor. Bu durumda sorulması gereken soru, Türkiye’deki bu kadim kaynaklara dönüş çabalarının niteliğidir. Bugün karşı karşıya olduğumuz İslâmi düşünce kaynaklarına dönüş çabaları, gerçekten ‘İtalyan Rönesansı’nda olduğuna benzer bir kültürel açılım ve atılım yaratma potansiyeline sahip mi? Söz konusu çabalar, İslâm düşüncesinin tarihî metinlerden yola çıkarak bugüne dair güncel ve özgün sözler üretebilir mi?
Bu soruların yanıtı, yaşanan sürecin özgün niteliklerinde gizli. Bir kere, bu ‘İslâmi geçmişe dönüş çabalarına öncülük eden bir burjuvazi’ mevcut değil.
Ne entelektüelleri himaye ederek eski metinlere dönüş çabalarını finanse edenler,
Ne de ortaya çıkan ürünleri gerçek bir ilgi ile takip ederek tüketenler,
Bir birey olarak kendi kavrama ve dönüştürme gücünü merkeze alan ve dünyaya damgasını vurma arzusuna sahip rekabetçi kentsoylular.
Hiçbiri yok.
Düzenlenen seminerler, üniversitelerde açılan programlar, televizyonlardaki yapımlar ve yayımlanan kitaplar, büyük oranda, doğrudan ya da dolaylı yollarla aktarılan ‘kamu kaynakları’na muhtaç. Kaynakları aktaran ‘kamu gücü’, gündemi de zımni olarak belirliyor. Dolayısıyla bu çabalar, bilginin peşinde geçmiş zamanın metinlerine dalan bireylerin, süreç içerisinde, kimi zaman çıkmaz yollara saplandıkları, kendilerine yeni yollar açtıkları ve bu metinlerden farklı olasılık ve imkânları ortaya çıkardıkları nihai durağı belirsiz bir sürecin parçası değiller. Hedeflenen ‘İslâmi Rönesans’ın (‘Anadolu Oligarşisi’nin) yaklaşık rotası, finansmanı sağlayan güçlerin ideolojik gündemleriyle en başından belirlenmiş. Burada yürünecek yol bakımından da, varılacak hedefler bakımından da sürprize yer yok.
Unutmamak gerekir ki, ‘İtalyan Rönesansı’ böylesi bir belirgin rotadan büyük ölçüde yoksundu. Rönesans insanları antik dünyayı dirilttiklerini zannetseler de, XV. yüzyıl İtalya’sında yaşanan süreç, gerçekte, bir yeniden doğuştan çok ‘yeni-olanın doğuşu’ydu. ‘Şanlı Roma’ ve ‘Bilge Antik Yunan’ imgeleri, tarihsel gerçeklikten hayli farklı, geçmişin son derece seçmeci, çarpık ve yaratıcı bir okuması yoluyla yaratılmakta ve düşünürlere bu halleriyle ilham kaynağı olmaktaydı. Rönesans düşüncesi bu yaratıcı gündemsizliği sayesinde, eski metinlerden hareketle ortaya yepyeni fikirler çıkardı. Avrupa Rönesansı, Antik Yunan ve Roma kaynaklarından ‘siyasallığın imkânı’nı üretti. Cumhuriyet dönemi Roma’sının ve Antik Atina’nın abartılı derecede idealleştirilmiş ve genelleştirilmiş imgeleri üzerinden insanların prensipteki eşitliğini varsayan, kamusal hayatı yücelten, siyasi erki bu kamusallıktan türeten ve gayri şahsi bir idare altında genelleşme eğiliminde bir yurttaşlık fikrinin kentsel mekân temelinde kurulması düşüncesi böylelikle gelişmeye başladı. Bu siyasallık nosyonunun pek çok unsurunu, tek tek eski metinlerde bulmak mümkündü. Ancak, Avrupalı düşünürlerin idarenin doğasına ve ilkelerine dair gerçekleştirdikleri bu terkip son derece yeni ve özgündü.
İslâm düşünce tarihinin metinlerine geri dönmeye çabalayan Türkiye’deki ‘İslâmcı entelektüeller’ de, bireyin insan olmak bakımından sahip olduğu yaratıcı potansiyeli baskılamayacak böylesi bir yeni söz üretebilirler mi?
Bir çıkmazda olduğunu iddia ettikleri ‘Batı düşüncesi’ karşısında, ‘siyasal’ olanı ‘idari’ olan ile ikame etmeyecek, Batı siyasallığına alternatif olup onu aşacak bir kavrayış ortaya koyabilirler mi?
İslâmi literatür böyle bir yeni terkibe hiç de kapalı değildir. Kendilerine dönülen eski metinlerde, insanın, kamusal varoluşunu, bireyselliğini ve toplumla olan yaratıcı ilişkilerini geliştirmesine imkân verecek fikir ve nosyonlar tikel olarak mevcuttur. En azından Abbasiler döneminden bu yana siyasi birliğin ‘genos’ yerine ‘ethnos’ üzerinden kurulmasına dönük eğilim, İslâm fıkhı tüzel kişilik kavramını açıkça tanımlamasa dahi hükmi bir şahıs olarak kamu adına irade beyanında bulunulabileceğini ima eden kimi hadisler, veya idarenin gayri şahsiliği bakımından vakıfların bir örnek teşkil etmeleri bu imkânı gösteren işaretlerdir.
‘Alev Erkilet’, ‘Cihangir İslam’ ve ‘İhsan Eliaçık’ gibi ‘eleştirel İslâmcılar’ da aslına bakılırsa, kelimenin tam anlamıyla ‘siyasal’ bir İslâmcılığı böylesi unsurlardan ve sınırlı bir gündeme sıkışmadan türetme imkânı peşinde koşuyorlar. Ancak, İslâmcı hareketin kamu kaynakları ile beslenen ana gövdesinin böyle bir yeni terkibi meydana getirmesi zor görünüyor. Zira ‘kültürel hegemonya’ hedefinin sınırlı gündemi içerisine sıkışan bu hareket, nihai durağını henüz ilk adımlarını atmadan belirlemiş olduğu için, yöneldiği metinler ile arasında mesafe koyabilecek, eleştirel bir biçimde bunları yeniden yorumlayacak, İslâmi yeniden doğuşu İslâmi ‘yeninin-doğuşu’na dönüştürerek bir yeni sözden yoksun. İnsanın yaratıcı özneliğinin ortaya çıkacağı yeni çerçeve üretecek kentsoylu özgüveninden de, proleter cesaretinden de yoksun.
Bu yoksunluk, İslâmi metinlere yöneliş çabalarında metin ile okuyucu arasındaki ilişkinin karşılıklılığını kısıtlıyor ve hermenötik hassasiyetlerin derinleşmesine de ket vuruyor. Bu çabalar çerçevesinde tek tek metinleri tedvînî olarak kavramak, yani onlara yazılmış eserler olarak yaklaşarak tarihselleştirmek, dönemlerle, kişilerle ve birbirleri ile ilişkilendirerek okumak hâlâ mümkün. Ancak bir bütün olarak İslâm kültürü söz konusu olduğunda, onun tenzîlî olduğu, yani açığa çıkarılan, indirilen bir dizge olduğu kanaati baskın. Dönülecek olan böylelikle aşkınlaştırılıyor ve kendi iç çeşitliliği saklı kalmak kaydıyla ona mutlak bir değer atfediliyor. Bu aşkın kültürden, gündelik hayatın yönelimsizliği karşısında bizlere bir yönelim kazandırması, toplumsallığın her daim müzakerelere ve karşılıklı tavizlere dayanan öngörülemezliği karşısında özlenen kesinliği sağlaması ve kendimizi sabitleyeceğimiz bir epistemolojik ve ontolojik çıpa işlevi görmesi bekleniyor. Maurice Bloch’un çalışmalarını takiben, ‘ritüel’i, gündelik hayatın canlılığının ölümün ve sonsuz olanın aşkınlığı tarafından fethedildiği bir dramatik bir süreç, gündelik yaşamın canlılığını örten ve ondaki müzakere ve çatışmaları bastıran formelleşmiş bir pratikler bütünü olarak kavrarsak, yöneldiği metinlerle arasındaki mesafe yokluğu, İslâmi rönesans çabalarına uhrevi bir hava katarak onları bir çeşit ritüele dönüştürüyor diyebiliriz.
İslâm kültürü üzerine ‘Kültür Bakanlığı’nca veya diğer kamu kurumlarının katkılarıyla yayımlanan parlak baskılı, güzel ciltli kitaplar ve şık kapaklarına özenilmiş eserler, biraz da bu nedenle âdeta birer ‘liturjik öge’ olarak tasarlanıyor, içerdikleri fikirlerin yüceliğine, azametine ve kadametine formları ile işaret etmeleri bekleniyor. Kamu televizyonlarında yayınlanan, farklı yaş gruplarına ve hedef kitlelere dönük benzer temalı programlarda ve düzenlenen seminerlerde hep aynı isimler ve benzer fikirler ‘birer dua gibi’ tekrarlanırken, ‘Batı’nın artık bir çıkmaza girdiği, ‘Batı’nın büyük krizinin yakın olduğu ve bu krizi çözecek olanın ‘Batı’nın içerisinden değil, onun aksi olan ‘Doğu’dan çıkacağı söylenerek ahir zamanların yaklaştığı müjdeleniyor. Bu ‘rönesans çabaları’, geçmişi anlamlı bir biçimde bugüne bağlamak yerine, zamanında gerçekleştirdiği şanlı işleri yüksek sesle anlatarak ve bunları bugün tekrarlamasının zamanının geldiğini merhumun kulağına döne döne fısıldayarak yapılan kolektif bir ‘ölü diriltme ritüeli’ni andırıyorlar.
İslâmi bir rönesans tetikleme çabalarının ayinsel niteliği en çok, kullanılan dil içerisinde kendisini belli ediyor. İslâmcı düşünürler, kadim olanın değerini, daima kadimin dili ve kavramları içerisinde anlatmaya, geçmişin dilini diriltmeye özel bir önem veriyorlar. ‘Kuramsal’ yerine ‘nazarî’, ‘bölüm’ yerine ‘cüz’ diyerek gündelik hayatta artık sık karşılaşılmayan kelime tercihleri ile okuyucunun karşısına çıkıyorlar. Dahası, dünyevi olguları ‘tevhit’ ve ‘imamet’ gibi dinsel bagajı hayli yüklü kavramlarla analiz ediyor ve eski kaynağın orijinal dilinden doğrudan yapılan blok alıntılarla sözlerine uhrevilik katmayı ihmal etmiyorlar. Bu dilin mahir kullanımının bir örneğini, ‘Tahsin Görgün’ün 13 Ocak 2018’de İstanbul Şehir Üniversitesi’nde yaptığı ‘Dünya Tarihinde İslam Medeniyetinin Yeri’ başlıklı konuşmasından takip etmek mümkün. Düzenleyicilerini sunduğu transkripsiyondan takip edersek, şunları söylüyor Görgün:
İslâm kültürünün güncelliğine ve bugüne dair anlamlı çözümler sunduğuna ilişkin iddiaların böylesi mistifiye edici bir dil içerisinde ileri sürülmesi, bunlar üzerine analitik bir biçimde fikir yürütmeyi de zorlaştırıyor. Sözünü ettiğimiz metinler, çoğu durumda önermelerini analitik bir argümantasyon yoluyla temellendirmekten veya ampirik verilerle desteklemekten ziyade, kavramlar arasındaki dilsel bağlantılara, etimolojik analizlere, kafiyeli önermelerin estetiğine ve eski metinlerden alınarak dogmalaştırılan ilkelere dayanarak okuyucuyu ikna etmeye çabalıyorlar. Söylemin biçimsel nitelikleri epistemolojik bir otorite halini almaya başlıyor, analitik ve eleştirel düşünce özlü ifadelerle, ‘güzel’ söz öbekleriyle ve sloganvari kalıplarla ikame ediliyor. Örneğin ‘mensubiyet, mesuliyet yaratır’ türünden önermeler, ikna güçlerini analitik çözümlemelerden çok kavramlar arasındaki fonetik uyumdan ve etimolojik bağlardan alıyor.
Bu diriltme çabalarının mekânsallığı üzerine de birkaç noktayı vurgulamak gerekir. ‘Avam’a yabancı olan bir dilin mistifiye edici nitelikte kullanıldığı ve liturjik imgelerle bezeli ayinsel pratikler hemen her zaman kapalı bir mekânsallığı imler. Ancak kullanılan dilde mahir olan ve ayin objelerinin hakiki anlamlarına ve hikmetlerine hakim olan küçük bir elitin gerçek erişimine imkân veren bir iç mekân (Yeruşalim’deki Büyük Tapınak’ın iç odası misali) böylesi pratiklerin kalbinde durur. ‘İslâm Rönesansı’ çabalarında bu iç mekân, baş harfleri büyük yazılması gereken bir muhayyel ‘İslâm Kültürü’dür. Bu kültürün aşkınlığı da onun kapalı bir mekânsallığın terimleri içerisinde kavranışındadır. Kamu kaynaklarıyla beslenen ‘İslâmi Rönesans’ arayışlarında bütün söylemler meşruiyetlerini bu iç mekâna olan inanç ve güvenden alır, hikmeti ve mutlak hakikati barındıran bu ‘İslâm Kültürü’nü imlerler. Geçmiş metinlerden eleştirel bir terkip ortaya çıkararak İslâm tarihini ve birikimini bugün ile yeni bir biçimde ilişkilendirme ihtimalini boğan da, bu ayinsel çabalarda İslâm kültürünün söz konusu kapalı mekânsallık çerçevesinde düşünülmesidir.
Burada kapalılıktan kasıt ‘içerisi’ ile ‘dışarısı’ arasındaki mutlak bir ‘ilişkisizlik hali’ değil, aralarında türlü ilişkilerin olduğu bu iç ile dış arasındaki ayrımın ‘kesinliği ve tartışılmazlığı’dır.
İslâmi entelektüeller elbette ‘İslâm Kültürü’nü kendi kendisine ortaya çıkmış bir yekûn olarak düşünmezler. Diriltilmesi arzu edilen ‘İslâm Kültürü’nün hem çevresindeki farklı kültür havzalarıyla, hem de yayıldığı coğrafyalardaki tarihî birikimlerle önemli ilişkileri olduğu teslim edilir. Dahası, bu kültürü bir dışsallık olarak güncel sorunlarımızla ilişkilendirmek de mümkün ve gerekli görülür. ‘İslâm Kültürü’ tahayyülündeki kapalılık ise bu zamansal ve mekânsal ilişkilerin ‘asli’ değil, ‘arızi’ olarak değerlendirilmesinde, ‘İslâm Kültürü’nün ilke olarak kendi kendisine yeterli bir bütün, bir küre olarak kavranmasındadır. Yoksa bu bütün ne homojendir, ne de durağandır. Kendi içerisinde pek çok tartışmayı, görüş ayrılıklarını ve uzlaşmaz pozisyonları barındırır. Hâttâ İslâm, statik bir medeniyetten ziyade bir medenileşme hareketi olarak da kavranabilir. Ancak bu medenileşme hareketi, eğer ki, İslâm Kültür küresinin dışarısındaki evlatlarının onda doğru yönelmeleri anlamında kavranmıyorsa, bu durumda ‘İslâm Kültürü’nün kendi kendisini gerçekleştirmesi ve kemale ermesi anlamında, bu kürenin içerisindeki bir hareket olarak kavranır. Dolayısıyla ‘İslâm Kültürü’nün ne diğer kültürlerle ilişkileri, ne de iç dinamiği onun sınırlarını belirsizleştirir, ontolojik bir kararverilemezlik atfederek onu açmaz. İslâm Kültür’ünün ‘ne’liği sorusunun yanıtı, bizim ona dair bilgimizden bağımsız olarak, daima bellidir ve keşfedilmeyi beklemektedir. Herhangi bir unsurun ‘ona mı ait olduğu’ yoksa ‘onun sınırlarının ötesine mi düştüğü’ de prensipte kesin olarak belirlenebilir. Bu belirgin sınırları içerisinde kendine ait hareketli bir evren olan ve kendine has bir dil geliştiren İslâm kültürü, paradigmatik doğası gereği diğer kültürlerden ayrılabilir, onlarla arızi ilişkiler geliştirebilir ancak ortak bir bağlam içerisinde onlarla mukayese edilemez.
Böylesi kapalı bir ‘kültür muhayyilesi’ne dayanan bir ‘İslâmi Rönesans’ın, varsaydığı bu kültürel özün sınırlarını aşarak belirsizleştirecek, ondan hareketle daha önce söylenmemiş olanı ortaya çıkaracak bir ‘yeninin doğuşu hareketi’ olamayacağı açıktır.
Ancak kapalı bir kültürün diriltilmesi anlamındaki bir rönesans fikrinin de son derece güçlü bir tema olduğu, yarattığı ayinselliğin etkileyiciliği ve hegemonik bakımdan taşıdığı potansiyel de teslim edilmeli. Kutsal iç odaya atıf yapan mistifiye edici bu dil içerisinden son derece güçlü bir kimlik ve aidiyet hissi çıkabilir, güçlü bir cemaat tasavvuru ortaya koyulabilir. Bir kültüre ait olduğumuzun ve yalnız bu kültüre ait olduğumuzun bilincinde olduğumuz müddetçe kendimiz olarak kalabileceğimizin, aksi durumda yoz bir yabancılaşma içerisinde kaybolacağımızın ve Tevfik Fikret’in ‘Halûk’u durumuna düşeceğimizin hatırlatılması etkili bir disiplin tekniğidir. Bu kültür dairesinin içerisine girmemiz için yapılan çağrının peşinden, kültür dairesi içerisinde bizi konumlandıran, bize çeşitli ödevler ve sorumluluklar yükleyen, bedenimizi ve düşüncelerimizi, kendilik algımızı ve ötekini yorumlama biçimimizi dönüştürmeye sahip, tahakküm kurucu çağrılar gelir. Mademki bizler artık yeniden hatırlanma, keşfedilme ve diriltilme vakti gelmiş bir kültüre mensubuz, öyleyse bu mensubiyetimiz beraberinde bize çeşitli mesuliyetler de getirecektir.
Böylesi bir rönesans söylemi, güçlü ve istikrarlı idari yapılar kurmak ve despotik bir sistemi yeniden üretebilmek için son derece işlevseldir. Zira son tahlilde bunlar, toplumu eşitlemeden aynılaştırmaya yarar. Adalet nosyonunun geleneksel kavranış biçimlerine atıfla insanlar arasındaki eşitsizlikleri onanırken, tevhit kavramına atıfla kapalı bir kültür uzayının mülkiyetine alınarak herkes aynılaştırılır.
Öte yandan bu ‘İslâmi Rönesans’ söyleminden, Avrupa düşüncesinin türettiği anlamda bir siyasallık imkânı çıkarmak mümkün değildir. Burada ‘siyasal’ olan ‘idari’ olan ile ikame edilir. Zira disipline edici idare mantığının aksine, ‘siyasal’ olan, eşitsizlerin aynılığını değil, farklı olanların eşitliğini talep eder. Politikanın mekânı da birbirlerinden farklı olanların, hiçbir özsel ortaklığa ön gereksinim duymaksızın ve eşitlik temelinde bir araya geldikleri, mistifiye edici törensel monologların değil, eleştirel akla dayalı gündemsiz diyalogların yankılandığı mekândır. Politik olan bu bakımdan ‘kapalılığa’ değil, ‘açıklığa’ ihtiyaç duyar, ‘agora’nın ve ‘kent meydanları’nın açıklığını talep eder. Bir kültürel hegemonya kurma çabası olarak ortaya çıkan devlet destekli ‘İslâmi Rönesans’ çabalarına, tam da böyle bir siyasallığa imkân vermek amacıyla, birey olarak kendi varlığımızı korumak ve tarihi yapma becerimize sahip çıkmak amacıyla karşı durmak ve siyasal olanı savunmak gerekir. Zira siyasal olan, dinî mensubiyeti olan da dahil herkesi ve her kesimi tek bir şartla, siyasal olanın bu açıklığını bastırmak amacı gütmemesi şartıyla içerir ve diyalog içerisinde kendisini sürekli yeniden var etmeye çağırır.
Doğancan Özsel
18 Haziran
‘Birikim’ dergisi
Bu durumda bir devrim arzulamak ve istemek dogru dur ve ülkenin gereğini ortaya koyuyor ama elbet sartlarin müsait olmazi lazım.anlasildi ki secim ille bu İslam fasist birliğinden kurtulunmayacaktir en son deneme buyudu, ince sonunda sonu getirmedi ve secim devlet manipülasyon sona erdi. Artik bundan sonra hersey daha karanlık ve korku dolu olacak, fasist ceteler is basinda dün görüldü gibi. Bu kitlenin arzuları gercekleyene kadar rahat yok yani aslinda tabu olan m. K Atatürk resmi olarak devlet basinda silinmesi ille olacaktir. Bu sartlarda kesinlikle secim katilmamak gerekiyordu. Evet dogru haklisiniz devrim gerek!
reelsosyalistler mi yapmış bu haritayı?
Yukarıda paylaşılan Birikim dergisi yazısı güzelmiş.
Bir ekleme ve düzeltme yapılmalı yalnız.
Yapılan şey, bir “ölü diriltme ritüeli”nden ziyade, “geleceklerini gömme”, yani “gençliklerini kaybetme” ritüeline benziyor. Veya en azından “başka gençleri kazanamama” ritüeline.
Bu insanlar, kendi tabanlarının dışındaki (ki o gençliğin geçirmekte olduğu değişim de ortadadır) gençliği nasıl kazanabileceklerini düşünüyorlar?
Örnek verecek olursak, Hollywood süper kahramanları hayranı “uzun” saçlı delikanlıları ya da AVM müdavimi “kısa” şortlu kızları mesela.
Aşağıdaki bir sosyal medya paylaşımında da değinildiği üzere:
“Şehir, cami merkezli olmaktan AVM merkezli hale getirildi. AVM merkezli şehrin insanı, cami cemaati olmaktan çıkıp AVM müdavimi haline geldi. AVM müdavimi toplum için komşuluk artık fantaziden öte bir şey ifade etmiyor. Bu cinayeti kim işledi ?!!!”
https://mobile.twitter.com/akdrcelebi/status/934740391844286464
devrim gerek ama yapacak özne yok…bu konunun tartışılması çok erken..
öncelikli soru.. bu otokrat iktidar nasıl çökecek?
hayat bence çok yalın…
ekonomisi çökmüş, populist bir faşist iktidar nasıl ayakta kalır? Roma ayaktakımını fetih ve yağma ile besleyen Roma düzenini örnek alır mı?
Ayakta kalmak için elinde kalan imkanlar neler?
Kapitalist ekonomik sistem; finans kapitali; tefeci, sömürgeci ve militer hegemonik karakteri ile bu TC ile ne yapar?
Özetle.. Batı emperyalist sistemin ihtiyaçlarını görmesi karşılığında iktidara tutunabilir.
Ortadoğuda savaşa ne zaman ve hangi şiddette ihtiyaç duyulacaksa onun bir taşeronu olma dışında seçenei var mı?
Barış diyen M. İnce yerine RTE seçilmişse bu savaşın da seçimidir. Türkiye burjuvazisi daha da zayıflamış, yağmacı mafyatik bir sermaye çetesinin parçası olmuştur.
Eğer bir devrim gündeme gelecekse bu yağmacı devletin toplumu sürükleyeceği savaş ve sefalet sürecinden sonra olabilir… Hazır olunmazsa bilinen hacıyatmazlar M. İnce kılığında yeniden iktidarlarını kurarlar.
“[..] aslinda tabu olan m. K Atatürk resmi olarak devlet basinda silinmesi ille olacaktir.”
Bunun kotu/yanlis bir gelisme olacagini mi soyluyorsunuz?
Eger oyle diyorsaniz, neden?
“Evet dogru haklisiniz devrim gerek!”
Bu son secimi devrimden saymiyorsunuz anlasilan.
Halbuki, dikkatle bakarsaniz, hayli ciddi ve kapsamli bir devrim oldugunu goreceginizi dusunuyorum.
bu topraklarda hiç devrim olmadı.
birçok devrimci öldü.
yaşayanlar da devrim olmasını hiç istemedi-zileli hariç- bir de ben.
devrimciler yaşadıkça karşı devrimci olurlar bundan sonrası.
insan ölünce devrim de yapamaz ki.
ancak devrimin ne olduğunu bile bilmeyen nesillere ne denir?
yeniyetmeler için devrim, cafebarlarda bulunmayan bir şey.
devrim de evrim de hayal ü hoş oldu.
en iyisi çevrim.
çevir kazı yanmasın.
aa yeni ideoloci bulmuşam. ÇEVRİMİZM.
Jack Goody – Yaban Aklın Evcilleştirilmesi
Claude Levi-Strauss’un ünlü yapıtı ‘Yaban Düşünce’, Batı dünyasında büyük yankılar uyandırmış bir çalışmadır ve çağdaş düşüncenin klasikleri arasında yer alır.
‘İlkel’ olarak adlandırılan toplumların sınıflandırma ve adlandırma biçimlerini yapısalcı bir analizle değerlendirip, ele aldığı kültürlerin zenginliklerini gözler önüne sererek ilkel denilen toplumlarla gelişmiş toplumlar arasındaki derin yakınlığı vurgulayan bu çalışma, ortaya birçok soru atıyordu; bu kitapta tanınmış antropolog Jack Goody, düşünce sistemlerinin işleyişi, toplumsal örgütlenme ve düşünce arasındaki ilişki, sözlü bilginin yazılı ortama aktarılışı sırasında uğradığı değişiklikler, yazının toplumsal düşünce ve örgütlenme biçimlerindeki payı gibi sorulara cevap aramakta ve yazılı iletişimin toplum hayatına etkilerini irdelemektedir.
Bu sorularla ilgili doyurucu yanıtlar ortaya koymak amacıyla belli zihniyetler arasındaki genel farklılıkları iletişim yöntemlerindeki değişikliklere, özellikle de yazının gelişimi sırasında gözlenen bir dizi değişikliğe bağlayarak konuyla ilgili belli bir çerçeve saptamaya çalışmaktadır. Tartışma teorik hususların yanında, yazarın bizzat Batı Afrika’dan elde ettiği bir takım deneysel bulgulara ve Ortadoğunun eski toplumları hakkındaki birçok kaynak malzemeye dayandırılmaktadır.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/yaban-aklin-evcillestirilmesi/256903.html
Jack Goody – Kapitalizm ve Modernlik
Tarihçiler ve sosyal bilimciler arasında, Avrupa’nın 19. yüzyıldan beri ‘ekonomik büyüme’ hususunda diğer tüm kıtaları geride bıraktığı, bugün ise birkaç kıtanın ona yetinmek üzere olduğuna dair genel bir kabul vardır. Avrupa’nın bu üstünlüğü ne zaman elde etmeye başladığı ise ‘büyük tartışma’nın konusudur.
Avrupa’nın klasik zamanlardan beri üstün olduğu düşüncesinin dayanaklarını, klasik dönemi takip eden feodalizmi ve ardından kapitalizm, modernleşme ve sanayileşme süreçlerine geçişi ele alan Jack Goody, bu geçiş döneminin ve dolayısıyla üstünlüğün ne zaman başladığını ve sebeplerini irdeliyor.
Kapitalizm, modernleşme ve sanayileşmenin kökenleri ile ilgili tartışmaların durumunu gözden geçiren yazar, literatürde sunulan tüm açıklamaların sorgulamaya muhtaç olduğunu belirtiyor. Özellikle de ‘Batı’lı yorumcuların, insanlık tarihinin gelişiminde ‘Batı’ya atfettikleri biricikliği ve belirleyici rolü sorguluyor. Avrasya, Hindistan, Çin ve Afrika gibi ‘Batı-dışı coğrafya’da hem arşiv hem de alan araştırması yapan yazar: Avrupa’nın geçmişteki ve halihazırdaki sorunlarına, entelektüel ve kişisel yaşamları ‘Batı’ya ve ‘Batı’nın sözlü ve yazılı kaynaklarına bağlı olanlarınkinden daha farklı bir bakış ve alternatif bir kurgu sunuyor.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/kapitalizm-ve-modernlik/118028.html
Jack Goody – Tarih Hırsızlığı
‘Tarih Hırsızlığı’, tarihyazımı aracılığıyla tarihin ‘Batı’ tarafından ele geçirilişini anlatıyor. Bu ‘hırsızlık’, geçmişin çoğu zaman ‘Batı Avrupa ölçeği’nde yaşanmış süreçlere göre kavramsallaştırılıp sunulmasını, ardından da dünyanın geri kalanına dayatılmasını ifade ediyor.
Bazı tarihçilere göre ‘Rönesans’tan, bazılarına göre ise ancak 19. yüzyıldan itibaren küresel ölçekte üstünlüğü ele geçiren ‘Batı’nın bu öne geçişinin nedenlerinin araştırılması 19. ve 20. yüzyıl tarihyazımının tercihli konularından biri oldu.
Jack Goody bu tarihyazımını, Marx, Weber, Norbert Elias, Fernand Braudel, Moses Finley ve Perry Anderson gibi kuramcılar ve tarihçiler üzerinden inceleyip eleştirel bir bakış geliştirirken, ‘Batı niye üstün geldi? Doğu niye geri kaldı?’ sorusunu hem ‘Avrupa-merkezci perspektif’i, hem de dayandırıldığı olgusal zemindeki hatalar bakımından çok ciddi bir eleştiriye tabi tutuyor.
Demokrasi, kapitalizm, bireycilik ve aşk gibi kurumların bulunuşunu sadece ‘Batı’ya mal etmenin, diğer kültürlere yönelik bir hırsızlık olduğunu vurgulayan Goody, farklı kültürleri bir arada incelemeye olanak verecek ve modası geçmiş basit ‘Batı / Doğu karşıtlaştırmaları’nın yerini alacak yeni bir karşılaştırmalı yöntem öneriyor.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/tarih-hirsizligi/270797.html
Jack Goody – Rönesanslar
Dünyanın en seçkin sosyal bilimcilerinden biri son binyılın önemli tarihsel meselelerinden birini konu ediniyor: ‘Avrupa Rönesansı’, modernite anlayışımızın odağındaki benzersiz konumunu hak ediyor mu?
Jack Goody, Avrupa örneğini, İslam, Çin ve Hint kültürlerinde gerçekleşmiş benzer rönesanslarla bağlantılı olarak irdeliyor ve Avrupa’nın bu yabancı kültürlere olan borcu üzerinde duruyor.
Yayınevimiz tarafından yayımlanan ve kısa sürede ikinci baskı yapan ‘Tarih Hırsızlığı’nda geliştirdiği ‘Avrupa merkezciliğe eleştirel yaklaşım’ı ışığında, ayrıntılı ve geniş kapsamlı bir tarihsel çözümlemede bulunuyor.
Belki de Arnold J. Toynbee’nin ‘The Study of History’ adlı kitabından bu yana kimse Goody’nin ‘Rönesanslar’da üstlendiği işe kalkışmamıştır. İddialı ama kolay okunabilen bu kitabın, ‘Rönesans’ ve genel olarak ‘Batı uygarlığı tarihi araştırmacıları’nın, insanbilimcilerin, toplumbilimcilerin ve modernitenin nasıl inşa edildiğini merak eden herkesin ilgisini çekeceğini umuyoruz.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/ronesanslar/371012.html
Jack Goody – Mit, Ritüel ve Söz
Jack Goody dünyanın önde gelen sosyal bilimcilerinden biridir. Geçtiğimiz yarı asırda antropoloji, tarih, sosyal ve kültürel çalışmalar gibi alanlardaki yazıları onu günümüzün en çok okunan, alıntılanan ve tercüme edilen akademisyenlerinden biri kılmıştır.
‘Mit, Ritüel ve Söz’, mit, sözlülük ve okuryazarlık gibi birbiriyle ilişkili ve uzun bir süredir antropolojinin mihenktaşları olmuş konulara geri dönmektedir.
Bu cilt, klasik makaleleri son döneme ait ve henüz yayımlanmamış eserlerle birleştirerek bu temalar üzerine geliştirilen, geçtiğimiz yarı asra ait en önemli yazıları bir araya getirmiştir. Ve dolayısıyla eleştirel okuma ve araştırmanın tarihini temsil etmektedir.
Goody, karakteristik bir biçimde açık ve anlaşılır bir üslupla, modern antropolojinin temelini oluşturan kavramsal şemalara değinerek güncel teorik akımlara güçlü eleştiriler getirir. LoDagaa’daki Bagre miti üzerine yaptığı oldukça etkileyici çalışmalardan yola çıkıp çeşitlemelerin, imgelemin ve yaratıcılığın gücünü vurgulamış, bir yandan da metodoloji ve analiz sorunlarına dikkat çekerek sözlü ‘literatür’ün yapısalcı ve işlevselci yorumlarına meydan okumuştur. Derinlemesine bakabilen ve yer yer provokatif niteliğe bürünen bu makaleler yeni tartışmaları tetikleyecek, sosyal antropoloji hocaları ve öğrencileri için paha biçilmez bir bilgi kaynağı olacaktır.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/mit-rituel-ve-soz/428914.html
Jack Goody
Yazılı ve Sözel Arasındaki Etkileşim:
Okur-Yazarlık, Aile, Kültür ve Devlet Üzerine İncelemeler
İnsanların etkileşiminde konuşulan ‘dil’in temel önem taşıdığını geniş çapta kabul ederken, yazının bu etkileşimdeki rolünü pek az hesaba katarız.
Jack Goody bu kapsamlı eserinde, iletişimin sözel ve yazılı halleri arasındaki karmaşık ve çoğu zaman zihin bulandıran ilişkiyi derinlemesine inceliyor. Yazar, yazılı ve sözel arasındaki etkileşimi başlıca üç büyük bağlamda ele alıyor; bunlar,
1. Belli toplumlarda içkin olan etkileşim,
2. Kültürler veya toplumlar arasında yazılı ya da yazısız olan etkileşim,
3. Bireylerin dil bağlantılı yaşamları içindeki etkileşim.
Yazı sistemleri içindeki tarihsel değişimlerin ortaya çıkış sırası ile ilgili özgün analizler, yazının Avrasya kültürleri üzerindeki tarihsel etkisi ve Batı Afrika’daki belli bazı sözel ve yazılı kültürler arasındaki etkileşim, okur-yazarlıkla ilgili çağdaş konuların araştırılmasında (‘sosyolojik’ olsun, ‘psikolojik’ olsun) kapsamlı ve verimli incelemelerin ana hatları olarak öne çıkmaktadır.
‘…figüratif sanat ‘dilden ayrı olamaz’; grafik formların bütün gelişimi ‘konuşma’ ile bağlantılıdır. Olası tarihi gelişme çizgisi kavramını bir tarafa bırakırsak, açıktır ki, hiç kimse sadece bir nesnenin ikonunu yapmak için uğraşmaz; bir tarlada duran bir at, dil açısından bakıldığında bir attır ve hayvanı kategoriler sistemi içine yerleştirir. Aynı zamanda araştırmanın daha geniş bağlamında hayvanlara hız, beslenme gibi belli genel karakteristik özellikler yükleriz ve bunu çeşitli mitolojik, siyasi ve ekonomik kavramlarla ilişkilendiririz. Ne zihnimizdekiler ne de tuval üzerine aktarılanlar, dış dünyanın temsil edilişinde dil kullanımından bağımsız olabilirler, çünkü bu sadece kategorilerden bağımsızlık değil, anlatımın içine gömülmüş olan birikmiş deneylerden de bağımsızlık anlamına gelmek demektir…’
https://www.kitapyurdu.com/kitap/yazili-ve-sozel-arasindaki-etkilesim-amp-okuryazarlik-aile-kultur-ve-devlet-uzerine-incelemeler/292856.html
Mayıs ayında 1686 lira olan açlık sınırı haziranda 1714,
5492 lira olan yoksulluk sınırı da 5584 liraya yükseldi.
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) 2018 Haziran ayı açlık ve yoksulluk sınırı verilerini açıkladı.
Bu kapsamda dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarının (açlık sınırı) 1714,35 TL, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarının ise (yoksulluk sınırı) 5584,20 TL olduğu belirtildi. Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise 2121,66 TL olarak hesaplandı.
Mayıs ayında açlık sınırı 1686,12 lira, yoksulluk sınırı ise 5492,24 liraydı.
FİYATI ARTAN VE SABİT KALAN ÜRÜNLER
TÜRK-İŞ’in paylaştığı verilere göre gıda harcaması çalışmasına temel alınan beslenme kalıbında yer alan ürünlerin fiyatları Haziran 2018 itibariyle şu şekilde değişim gösterdi:
“Süt, yoğurt, peynir grubunda; genel olarak ortalamada önemli bir fiyat değişikliği dikkati çekmedi. Ancak bazı marketlerde ürün çeşidinin azaldığı tespit edildi. Et, tavuk, balık, sakatat, bakliyat ürünlerinin bulunduğu grupta; hesaplamada dikkate alınan kıyma ve kuşbaşı et, tavuk ile sakatat fiyatı değişmedi. Satışta olan kültür balık fiyatları bu ay aynı kaldı.
Yumurtanın fiyatı da değişmedi. Bakliyat ürünlerinde (kuru fasulye, kırmızı-yeşil mercimek, nohut, barbunya vb.), bazı marketlerde yeşil ve kırmızı mercimek fiyatında indirim görülmüş, diğerlerinin fiyatı aynı kalmıştır. Yaş sebze-meyve fiyatlarında, mevsim koşullarına bağlı olarak beklenen gerileme yerine artış dikkati çekti. Özellikle kuru soğan ve patates fiyatı, ayın ilk haftalarına nazaran son hafta yüksek oranda artış gösterdi. Türk Mutfağında sıklıkla kullanılan bu ürünlerdeki fiyat artışı, seçim dönemi gündeminin de en fazla tartışılan konularından oldu. Geçtiğimiz ay 4.52 TL olan ortalama sebze-meyve fiyatı bu ay 5.02 TL’ye yükseldi. Ortalama kilogram fiyatı 4.19 TL olan sebze 4.87’ye yükselirken, meyve ortalama kilogram fiyatı 4.96 TL iken 5.23 TL oldu. Hesaplama yapılırken —her zaman olduğu gibi- pazarda yaygın bulunan mevsim ürünleri esas alındı. Bu ay 15 sebzenin fiyatındaki değişim kapsanırken, meyve sayısı 11 ürün oldu.
Araştırmada (her zaman olduğu gibi) ürünlerin tek tek ağırlığı yerine harcama sepetindeki meyve-sebze tüketiminin toplam miktarından hareket edildi. Ekmek, pirinç, un, makarna, irmik gibi ürünlerin bulunduğu grupta; ekmek fiyatı yine 200 gramı 1.00 TL tutarında olurken, bulgur fiyatı biraz gerilemiş, irmik fiyatında ise artış görülmüştür. Diğer ürünlerin fiyatı ise aynı kalmıştır. Son grup içinde yer alan gıda maddelerinden; tereyağı, margarin, zeytinyağı fiyatı yine değişmedi, ayçiçekyağı fiyatında ise bazı marketlerde uygulanan promosyon sonucu biraz gerileme görüldü. Siyah ve yeşil zeytinde, siyah zeytin fiyatındaki artış ortalama fiyatı yükseltti. Yağlı tohum (ceviz, fındık, fıstık, ayçekirdeği vb.) ürünlerinden antep fıstığı ve ayçekirdeği fiyatı arttı. Baharat (kimyon, nane, karabiber, vb.) ürünleri fiyatı değişmedi. Şeker fiyatı arttı, tuz, reçel, bal, pekmez fiyatı ile çay, ıhlamur ve salça fiyatı aynı kaldı.”
https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201806261034019205-yoksulluk-siniri-haziran-ayi/
zileli beş gün önce, akp’nin oyları saadet’e kayacak. hdp en az %15 alacak. ince ikinci turda erdoğanı ezip geçecek diye yazıyordu.
şimdi hiçbir özeleştiri yapmadan, okuyucularından özür dilemeden devrim olacak demeye başladı. zileli eğer bunama/alzheimar veya şizofreni gibi rahatsızlıkların yoksa aşırı sorumsuz ve yetersiz ve yeteneksiz birisin.
“Küresel tüketim sistemine ve popüler kültüre son hızla entegre kılınmaya çalışılan Türkiye’de yetişkinlerden değil belki, ama gençlerden yana hiç iç açıcı tablo görmüyorum. Türkiye’de orta yaş ve üstü kesimlerin dini serbestiyete kavuştuğuna, devlet kurumları ve sivil toplumda İslamî pratiklerin hızla arttığına şahit oluyor ve bunun için iktidardakilere teşekkür ediyorum. Okullarda din derslerinin artırılması, imam hatiplerin çoğaltılması, kız-erkek müstakil sınıflara doğru atılımların başlatılması elbette önemli adımlar. Lakin tek başlarına tıpkı Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin modernleştirilmesi gibi üsten inmeci ve hormonel bir gelişme olmaktan kurtulamıyorlar.”
Ateist bile olmayan gençler geliyor, farkında mısınız?
İdeal neslin inşası için beş adım
Mustafa ALP
İlim dergisi – MAYIS 2016 11. Sayı
http://www.ilimdergisi.org/FileUpload/as912738/File/ilimdergisi11.pdf
“önermeler, ikna güçlerini analitik çözümlemelerden çok kavramlar arasındaki fonetik uyumdan ve etimolojik bağlardan alıyor”
Biz bu filmi – pardon kitab[lar]ı daha önce görmemiş miydik zaten?
Bkz;
Kur’an,
dinî-tasavvufî edebiyatın nazım biçimleri ve konuları,
seci, yani nesirde (düzyazı) kafiye,
vb.
tahminler üzerine özeleştiri yapılmaz. Ayrıca akp’nin oyları saate kayacak demedim, kaysa iyi olur dedim. Eğer 2. tura kalınabilseydi gerçekten de İnce kazanırdı.
Atatürk’ün cumhuriyeti koruma görevini gençliğe vermesi gibi, Zileli de toplumsal devrimi gerçekleştirecek olanın – veya gerçekleştirecek kesimlerden birinin – gençlik olduğunu düşünüyor olmalı yanılmıyorsam.
Kısacası, ikisi de gençlikten yana umutlular.
Kurtuluş Savaşı ve yeni devletin kuruluşu sırasında kitlelerin desteğini alabilmek için İslami söylemleri kullanan Kemalistlerin ilerleyen dönemdeki pratiklerini teşhir eden Siyasal İslamcı çevreler, neden önceki asırlarda tam olarak aynı şeyi yapan başka iktidarların, örneğin Emevi, Abbasi, Osmanlı “halife”lerinin ve hizmetlerindeki “saray uleması”nın pratiklerini unutturmak isterler?
İktidarların inancı araçsallaştırması gibi, onlar da tarihi araçsallaştırdıkları için olmasın?
gençlik önemlidir ama sırf gençlik diye düşünmüyorum. Toplumsal yapılar alt üst olduğu zaman altından neler çıkacağı bilinmez.
“Atatürk’ün cumhuriyeti koruma görevini gençliğe vermesi gibi,”
Cemil Meric’in cok yerinde bir sozu var: Mabedi kazlar, hazineyi ejderha bekler..
Cumhuriyeti kutsal birseymis gibi konumlandirisaniz, onu kazlar korur.
Ikincisi, MKA’nin genclere yoenlik o tercihinin cok basit bir sebebi vardi: Cumhuriyeti ‘kur’arken kendi yasitlarindan cok az kisinin fikrini/olurunu al(abil)misti. Yani, bir oldu-bittiden soz ediyoruz. Dolayisi ile, endoktrine edecegi (sartlandiracagi) genclerden baskasina oyle bir gorevi sutlamasi sozkonusu degildi.
“Zileli de toplumsal devrimi gerçekleştirecek olanın – veya gerçekleştirecek kesimlerden birinin – gençlik olduğunu düşünüyor olmalı yanılmıyorsam.”
Genclik ‘gerçekleştir’mez, yakit olur.
“Kısacası, ikisi de gençlikten yana umutlular.”
Genclerin yaslanmayacagina (akillanmayacagina) yonelik umutlar cok da gercekci degil bence.
İnsanlar sokağa çıkmaya korkuyor. Sokakta silahlı çeteler var artık. SADAT var. Ne devrimi?
[Devrimden] son[ra] gülen iyi güler.
şu anda demedim ki.
Necip bak isteğin oldu…
Yazdığına göre en kapsamlı devriminizi 24 haziranda gerçekleştirmişsiniz.
Finans sistemini devlet bankalarını büyük oranda katılım bankasına ve örtülü ödeneğe dönüştürdünüz.
OHAL devam ediyor, en basit anayasal tanımla, anayasal özgürlükler askıda demektir.
Okullardaki imam hatip oranı en maksimum seviyede hatta devlet liseleri görüntüde seçmeli derslerle imam hatipleştirildi. Üniversitelere 16 yıldır istediğiniz rektörleri, öğretim görevlilerini atadınız. Kendini bu uygulamalardan kurtarabileceğini zanneden, sürece aymaz Boğaziçi, ODTÜ gibi bilim kalelerini de zapt ettiniz. Hatta en yetkili ağızdan bu okullarda komünist öğrencilere eğitim hakkı vermeyiz diye açıkladınız… Eğitim tüm kurum ve müfredatı ile hizmetinizde. İlköğretimi dahi MEB protokolleriyle tarikatlara açtınız hepsinden vahim şekilde küçücük çocukları tarikat yurtlarına mahkum ettiniz.
İşçi haklarını söylemeye gerek yok OHAL gerekçeniz ile dobra ve güzel şekilde özetlediniz fikrinizi. Sendikal alanda Hava-İş dahil tüm sendikalar devlet destekli ak sendikalarca kuşatıldı hatta birçok iş kolunda ak sendikalar hakimiyet sağladı. Sarı sendika Türk-İş aranır oldu bizim cenahta.
Klasik burjuvaziyi, İstanbul Burjuvazisini biat ettirdiniz, 150 Milyar dolar kamu ihalesi verdiğiniz 5’i 1 yerde şirketlerle kendi burjuvazinizi, kendi finans kapitalinizi yarattınız
Kadın, Çocuk, hayvan hakları konusunda uygulamalar hep kötüydü artık mevzuat olarak dahi, fıtrat(!) olarak dahi çok gerilerdeyiz.
Ordu ve polis gücüne ek olarak milis güçlerinize de(seçim gecesi silahlı sevinme grupları) en güçlü şekilde hakimsiniz.
Herhalde hala askeri vesayet kemalist ordu vs. demek senin gibi biri için bile fazla yüzsüzce olur…
Dış politika ve kamu atamalarınız, liyakat sistemi ve her türlü kamusal derecelendirmeden asude bir şekilde elinizde ve tasarrufunuzda. Muhaliflerin bir KHK’lık iş güvenliği var
Adalet Bakanlığı adliye ve ceza evi uygulamaları, Sulh Ceza MAhkemeleri eliyle gelen tutuklama sistem ve usulleri, osmanlıdan beri gelen içtihat geleneğinin ortadan kaldırılması, Yüksek yargıç profilleri ve bu profillerle oluşturulan HD ve CD’leri, ve danıştay şeması… Vardığınız mülkün temeli olan adalet
Osmanlının bile son dönem, en önemli kurumlarından biri kabul ettiği Sayıştay’ı ortadan kaldırdınız ne raporu ne denetimi kaldı,
Manevi motivasyonunuz Türban, yargı makamı hariç (Evrensel hukuk kuralları gereği sadece Hakimlik hariç bırakılacak şekilde olmalıydı), ki bence olması gerektiği gibi oldu, normalleşti ve bırak rektörlerin falan selam durmasını, türbanlı subay var, ordu ona selam duruyor.
Not: Bu görüşüm yeni değil alemdaroğlu döneminde Türban yasağına karşı merkez kampüsten bugün böldüğünüz Cerrahpaşa’ya solcularla birlikte yapılan türbanlı öğrencilerin eğitim hakkını savunan büyük yürüyüşe katılmış az sayıdaki solcu öğrenciden biriyim. Hala da bu görüşümün o zamanki davranışımın arkasındayım, samimi eğitim hakkı mücadelesi veren Türbanlı Kızların yanında olmuş olmaktan onur duyuyorum
Doğu ve Güneydoğu’da olan galibiyetiniz açık. Muhataplarınıza 1938’e rahmet okuttunuz.
Selo’ya da gün yüzü göstermezsiniz artık…
Burjuva oy sistemi ile dahi yapılan seçimler neticesinde oy alarak seçmen iradesi ile göreve gelmiş yerel yöneticiler yerine İç İşleri kayyumları ile yönettiğiniz mahalli birimleriniz var. Bak bunu da başardınız artık yerelde oy verdiğimizde kazansak ta, seçtiğimiz yerel yönetici durur mu yoksa siz mi belirlersiniz bilemiyoruz bu kadar köşeye sıkıştırdınız… Sizin metal yorgunlarını sayamıyorum bile
Her türlü rövanşı aldınız. size muhalif tüm toplum kesimlerinin nasibini aldığı yaygın veya simgesel onlarca olay var. Ölüler ve acılar yarıştırılmaz. 28 Şubat çok insanı mağdur etti, belki benim eksikliğimdir ama samimi olarak yazayım can kaybı duymadım 28 Şubat ile ilgili. Ödediğiniz bedel tartışılsa da ödediğiniz bedelden çok fazlasını kazandığınız aşikar…
Bak sizin kesim; Tükan Saylan’dan, Berkin Elvan’a, Ethem Sarısülüğ’e, Atanamayan intihar eden cumhuriyet öğretmeninden, Kuddisi okkır’dan, Erol Manisalı’dan birçok başka kişiye her görüş ve her neviden muhalifinizin canını almayı başardı. Hapis, tutukluluk, medeni ölü haline getirmeleri saymıyorum bile… Nedir intikam duygunuzu soğutacak, tatmin edecek olan Necip? iskiliplinin yerinde kemal kılıçdaroğlu olması mı? Anıtkabirin kapanması falan mı?
Günahsız Türk Diplomatına saldıran diaspora Ermenisinin ruh halinden çıkmanızı ne sağlayacak sence?
Medya mağduriyetinize yıllar önce son verdiniz.
Benim gibi solculara TÜYAP’larda sizin stand hakkınızı savunan salaklara, güzel bir ders verecek nitelikte; önceden ele geçirmiş olmanıza rağmen tescilide alalım dediğiniz son doğan operasyonuyla medyanın yüzde 95’ini aldınız.
Artık ortalama yüzlere bile tahammülünüz yok… Yazılarından gördüğüm birikimine saygımdan söylüyorum inan, senin bile saçma bulacağın hurafe düzeyindeki fikri sabitler sadece boy gösteriyor açık oturumlarda…
Bak manevi rövanşları da aldınız teker teker. Ruhu şad olsun rahmetli Erbakan hocanın manevi hedefleri de aşıldı. taksime cami derdi çamlıcaya cami derdi, yaptınız üstüne çifte gittiniz AKM’yi yıktınız düşmanınız yerle bir oldu, osmanlıdan gelen Mustafa Kemal’in okuduğu okulları kapattınız tarih oldu. Topçu Kışlasını da kanırta kanırta yaptıracaksınız belli ki… Başka manevi rövanş kaldı mı. Patrikhanenin orta kapı hala kapalıdır. Sizin orta kapıda hala kapalı mı necip? Ne olursa açacaksınız orta kapıyı?
Fenerbahçe dışında tüm kulüpleri her türlü federasyonu aldınız. (İYİ Kİ FENERBAHÇE VAR 🙂 )
Muhteşem bir kitle yakaladınız. Alay için söylemiyorum. açılım denince oy veriyor, barış deyince oy veriyor, savaş deyince oy veriyor, kandırıldım deyince oy veriyor, asla aldatılmam deyince oy veriyor. Kelimelerin simgeselliğine takılma, örnek varsay. Kısa zamanlı her türlü fikri tezata, en ağır çelişkilere rağmen oy aldığınız yekpare kitle.. Artık kalan yüzde 47’yi dövmeyi bile gereksiz kılan beton blok…
Bak necip senin entellektüel gevezelikle yazdığın, daha tabandaki samimi akplilerin koyduk mu dediği sorunun sosyal medyada ironilere konu olan cevabı gibi koydunuz. Yazında bahsettiğin büyük devriminizi, hepimize-geleceğimize koyarak taçlandırdınız. Biz muhalifler kendi fay kırıklarımızı aşamadık.
Afyon mermeri, mozaiki yendi paramparça etti…
Artık korkular daha da arttı. Muhalif bakkal, berber bile telefonda eleştiri yapamıyor… İtalyan locası üyesi gibi yüzyüze konuşalım falan diyor 🙂 İnsanlar harıl harıl sosyal medya paylaşımlarını siliyor… İç işleri bakanı size bu topraklarda yaşam hakkı yok diyecek kadar fütursuz ve samimi, kamuya açık konuşmalar, telefon görüşmeleri yapıyor.
Biz haziranı severdik necip. 3 haziranla, 15-16 Haziranla, Geziyle anımsardık haziranı. Devrimci bir romantizm ile, belkide bu nedenle sosyolojik ön görülerimizin önüne geçti duygularımız. Bu iktidarın gitme ihtimali bile bu kadar güzelken gidişi ne muhteşem olurdu, en çok da hazirana yakışırdı bu baskının dağılışı dedik ama olamadı.
Umudundan dolayı Gün Zileli’den öz eleştiri isteyen arkadaşa da söyleyeyim: Senin zihniyetindekilerin öz eleştiri isteğinin, tükürüğünü isteyenden farkı yok. Mevcudun tadını çıkar fazlasını boşver bence…
Ben-hur’daki yarış sahnesi sonrası mesella’nın dediği gibi “düşman harap, bihtap ve yerle bir…” Biz durduramıyoruz necip anladık… yendiniz, koydunuz vs… Ama sen ne zaman durduracaksın necip bu baskıyı??
Yukarıda söylediğin anlı şanlı 24 Haziran devriminizden sen ne bekliyorsun onu anlat? Devrimin sonraya dair programı olur, senin reisinden beklentin ne necip efendi? Alacağın hangi rövanş yakacağın hangi can kaldı?
Medyanın yüzde 95’ini aldığınız bir ortamda, 300-500 muhalif kişinin takip ettiği nicel yönden boktan(gün abi tanımlama için kusura bakma:)) bir internet sitesinde bulunmanın nedeni ne? En büyük erdemin ihbarcılık olduğu yeni Türkiye’nizde bu siteye de bayrak mı dikeceksiniz. Çok tali bir yerdesin necip buralarda harcanma bence… Kalyon’a git, Cengiz’e git, Limak’a git pastadan payını al necippppp
Doksanlarda görüşleri taban tabana zıt olmasına, sonuna kadar islamcı olmasına rağmen mücadeleye saygı duyan “Mahir Çayan bir aksiyon şairidir” diyebilecek kadar adil samimi islamcı gençler, islamcı yayınlar vardı. Hiçbir görüşüne katılmasam da Bedel ödeyen fikir ve dava adamı olan islamcılar vardı. Sizin tarafınızda da o güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler galiba necip? elimizde kala kala mücahitten müteahhite dönüşenleri savunan necipler kaldı sanırım.
Bize eleştirilerini anladık Necip Efendi. Sen 24 Haziran devriminden ne bekliyorsun onu söyle bize????
Sokrates yenildi, Bedrettin yenildi, Denizler yenildi, Mahir yenileceğini bile bile gitti kızıldereye… Özgürlükten ve demokrasiden yana olmanın yenilgilerle harmanlandığı sadece direnişle onurlandığı topraklarda yaşıyoruz… Biz gerçeğimizin farkındayız. Ne güzel söylemiş Nazım “mesele esir düşmekte değil teslim olmamakta…” diye. Bizde yenildik diğer yenilgilerde ki adaletsizlikleri aratmayan, adil olmayan, imkanların eşit olmadığı,her türlü baskının meşru kabul edildiği bir 24 haziranda… Bir umudu paylaştık en azından oy verenlerce… Umudu büyütmeye çalıştık elimizden geldiğince(bak sana orta yapayım “geldiğİNCE”) Umudun olduğu yerde mücadele hep var olacaktır çünkü. Hayat devam ediyor ve Nazım’ın dediği gibi teslim olmayacağız çünkü bizim topraklarımızda mücadele mecburiyettir birazda… Biz sayımıza bakmadan nitelikle niceliği yenmeye çalışmaya devam edeceğiz, bir avuç kalsak ta umudu büyütmeye çalışacağız İncedir, Selodur umuda karşılık bir kırıntı bulmaya çalışacağız belki olur diye…
Karıncaya sormuşlar nereye gidiyorsun diye? hacca gidiyorum deyince sen varamazsın ki yolda ölürsün demişler. O da en azından yolunda ölürüm diye cevap vermiş. Kısaca senin büyük devrim koydu ama umudu çalamadı, buda sana dert olsun… Sen züğürt tesellisi de, alay et istersen
Bak biz solcular zaten en güzel “eleştiri” yaparız zaten. En istikrarlı işleyen müessesemiz eleştiridir. bu konuda sana ihtiyacımız yok hadi başka kapıya…
Gün abi sende yaklaşıyor yaklaşıyor diyorsun. ömrümüz godot’yu beklemekle geçti :))))))) Geliyor değil Geldi de artık ya da bir takvim söyle gözünü seveyim:)))))) Bak necip ben 24 haziranda devrimi yaptım diyor
Kaan Arslanoğlu yazmış:
Ülkemiz bir hak-hukuk ülkesi olsaydı hdp tüm bu katliamlara suç ortaklığından on yıllar önce kapatılırdı. Ülkemiz aydınlarında az buçuk siyasi uygarlık bulunsaydı bu partinin adını telaffuzu bile ayıp sayarlardı. Ülkemiz sol güçlerinde çeyrek solculuk kalsa bu partiyi kendileri zorla kapatırdı.
Yüzlerce aydının, binlerce devrimcinin, işçinin, öğretmenin, sıradan vatandaşın, on binlerce Kürdün ve Alevinin katillerinden bahsediyoruz. Sivillerden… Çatışan silahlı güçlerden kayıplar da bir o kadar. Dünyanın gelmiş geçmiş en gaddar faşist örgütlerinden birinden söz ediyoruz.
Peki Vatan Partisi o konuda haklı mı? Maalesef hayır… Olsaydı.. diyoruz… Çünkü terör ve alçaklık tek yönden saldırmıyor. En az yedi büyük koldan büyük bir vahşet altındayız. O yüzden de hiçbir akıl ve vicdan tek bir şer odağına yoğunlaşamıyor. Her katliamcı çete ve onun yandaşları melanette karşı tarafı işaret ediyor. Toplumsal vicdan denen şey o yüzden yerlerde sürünüyor. Olsaydı.. diyoruz. Bu ülkede sırtımızı dayayacağımız elinden masum kanı akmayan tek bir güç kalmamıştır.
Kimi kime şikayet edeceğiz? Katliamcıyı katliamcıya, faşisti faşiste şikayet et. Suriye’yi kana bulayanlardan mı, Irak’ta soykırım yapanlardan mı medet umacağız. Savın ne kadar haklıysa bu yolla o derece pisliğe bulanıyor. Vatan Partisi’nin 77’den beri yaptığı şey? Elimizde hiçbir haklı dava, kirletilmemiş hiçbir temiz iddia bırakmıyor birileri. Bir siyasi mafyadan yakınan illa ki başka bir siyasi mafyanın adamı çıkıyor.
En son Kılıçdaroğlu gibilere sesleniyorum. Kendi aklın yok, biliyorum. Türkiye sol örgütleri, entelijansiyası gibi ithal beyinle, aplikasyonlu korteks ile fikir yürütüyorsun. O yüzden hdp’ye yaklaşanın bırak solculuğu, insanlığını kaybedeceğini göremiyorsun. Buraya kadar tamam. 12 Eylül’de başlayan bilgi işlem süreci tamamlanmış, tek tek hiçbirinizin kabahati yok. TOPTAN ANDROİD OLMUŞUZ. Ama ara sıra hiç mi vicdanın sızlamıyor be adam! 90 yaşında insanlar sürüne sürüne sandık başına geliyor, sen onların oylarını başka partiye satıyorsun.
Sokakta çeteler varmış! Kan dökülmesinden korkmuşlarmış! Korkmayız! Haklıysak korkmayız. Hak bizi korur. Değil mi ya Ali! Ama haklı değiliz ki!
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=356696128192734&set=a.122361948292821.1073741828.100015570494359&type=3&theater
“Kirli bir sokak serserisini/çete elemanını aratmayan S. S.,
İçişleri bakanı olabiliyorsa,
Bahçeli’nin bir mafya bozuntusunu ziyaret etmesi;
Bir başka mafya bozuntusu olan S. Peker’in “İş adamı” sıfatıyla devlet katında itibar görmesi şaşırtıcı değil;
T.C.
Devletleşen bir Çetedir”
(Nasname)
“Birbirini besleyen iki yanlıştan
Sadece birine yönelirseniz
Yanlışı mahkum edemezsiniz;
Sadece birine yönelmek, diğerini örtük olarak olumlamaktır;
Sonuçta
Yanlışa hizmet etmiş oluyorsunuz;
40 yıldır birbirini besleyen PKK-Devlet oyununda olduğu gibi…”
(Nasname)
24 Haziran Seçimlerinin Gösterdikleri
Marksist Tutum
http://marksist.net/marksist-tutum/24-haziran-secimlerinin-gosterdikleri
24 Haziran dersleri ve sınıf mücadelesi için perspektifler
http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/24-haziran-dersleri-ve-sinif-mucadelesi-icin-perspektifler
İran halkı yeniden ayakta!
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/iran-halki-yeniden-ayakta
Tıpkı geçen yıl yapılan hileli referandumda olduğu gibi, OHAL ve diktatörlük koşullarında yapılan şaibeli seçimlere katılmak suretiyle bu seçim sonuçlarını meşru kabul etmek demek, gayrımeşru Recep Tayyip Erdoğan iktidarına ve Cumhurpatronluğu rejimine meşruiyet kazandırmak değil midir?
meşru kabul etmek diye bir şey yok.
kafayı iyice yemiş!
🙂
“Necip bak isteğin oldu…”
‘Isteğin’ degil de ‘ongordugun’ deseydiniz daha isabetli olurdu.
Simdi.. uzun bir metin yzmissiniz ve beni olan bitenin mesulleri arasinda sayarmis gibi bir ses tonunda olmus.
Normal olarak, bu yaklasima itiraz etmem lazim; ama, bu sekilde karikaturize etmek de bakul edilebilir bir yontemdir. Abartmamak, ayni cizgide cok radikal sekillerde devam etmek kaydiyla.
Bunu soyledikten hemen sonra, benim AKP’yi temsil etmedigimi, AKP ile birebir rezonanasta filan olmadigimi da ekleyeyim.
[Isin aslini ararsaniz, ben –bunca omrumde– kimseyle pek de rezonans halinde olmadim –en azindan anlamli bir zaman icin. Yapim boyle.]
“Yazdığına göre en kapsamlı devriminizi 24 haziranda gerçekleştirmişsiniz.”
Ben yapmadim; dogrudan/dolayli bir katkim da olmadi; ama, evet, ‘Balkan Oligarsisi’ artik sedyeden tabuta dogru yol aliyor diyebilirim.
“Finans sistemini devlet bankalarını büyük oranda katılım bankasına ve örtülü ödeneğe dönüştürdünüz.”
Gecis doneminde gerekli oldugu dusunulmus olsa gerek. Cunku, mevcut bankalar, hala daha eski efendilerinin temposuyla yurumekte israr ediyorlar.
“OHAL devam ediyor, en basit anayasal tanımla, anayasal özgürlükler askıda demektir.”
Kismen dogru. Kismen de onemli degil.
Burada sizin bahsettiginiz ozgurlukler, ‘gidisati salinima sokacak faaliyetlere yonelik kisitlamalar’ olsa gerek.
Bu sizin icin onemli olabilir; ama, daha buyuk resimde o kadar da onemli/anlamli degil.
Su iki yaziya goz atamnizi oneririm.
http://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/garip-ama-gercek-isci-sinifi-geldi-trakya-akpye-kaymaya-basladi,19018
http://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/isci-sinifi-neden-erdogana-oy-verdi,20002
Siz, eger, basmakalip kibirli solculardan iseniz, yukaridaki linklerde yazilanlarin oznelerinin birer ‘comar’ oldugunu soyleyerek de, onlarin ‘bilincsiz’ oldugunu da vurgulayarak gecistirebilirsiniz.
Ama, kazin ayagi oyle degil.
Reality is: You’re irrelevant.
“Okullardaki imam hatip oranı en maksimum seviyede hatta devlet liseleri görüntüde seçmeli derslerle imam hatipleştirildi.”
Eski/mevcut hali daha iyi miydi?
Sirf IHL’leri meslek lisesinden sayip cezalandirmak ugruna, sanat okullarinin dibine kibrit suyu dokulmustu.
Uretim icin gerekli insan gucunu sifirlayip, bir dunya duz lise mezunu peydahlamak daha mi iyiydi?
Ben, ozellikle bu konuda tahmin edebileceginizde cok daha dertliyim.
Bundan 20-30 sene kadar once, bir ciraklik okulu kurmak istedik. Kanunu da cikmisti. Ama, kurban oldugum solcular konuyu oyle bir sapitti, oyle bir talepler zinciri ile carcar ettiler ki, kurmak mumkun olmadi. Olmadi, cunku, hem bildigimiz lise mufredatinin birebir uygulanmasini istediler, hem de konuyu getirip getirip emek somurusune bagladilar. Uzun uzun dusunduk. Vazgectik. Cunku, durduk yerde topun agzina yerlestirilmek sozkonusuydu.
Simdi o muhayyel/mutasavver ciraklar, ya bir AVM’de guvenlik gorevlisi olarak, ya da bir dagda ‘terorist’ olarak hayatlarini kazaniyorlar (!).
Halbuki, her OSB’de bu tur okullar kurulabilseydi, baslangicta sorunlari olsa bile, zamanla kurumlasip. ciddi katkilari olabilirdi.
Olamadi.
O solcularimiz da, somuruyu engellemis olmanin gonul/vicdan huzuru (!) ile yola devam ediyorlar…
“Üniversitelere 16 yıldır istediğiniz rektörleri, öğretim görevlilerini atadınız.”
Bilmeyen de, bu zat-i muhteremler Turkiye’yi saha kaldiracak calismalar yapiyordu da engellendiler sanacak. Alakasi yok.
Bos ve ideolojik fasafisolarla makam isgalinden oteye bir sey yapmiyorlardi. Yokluklarini hisseden varsa beri gelsin.
“Kendini bu uygulamalardan kurtarabileceğini zanneden, sürece aymaz Boğaziçi, ODTÜ gibi bilim kalelerini de zapt ettiniz.”
Gene ayni sey.. Bogazici/ODTU.. Bilim yuvasinin ne oldugunu bilmesem, bu dediklerinize kanacagim..
“İşçi haklarını söylemeye gerek yok OHAL gerekçeniz ile dobra ve güzel şekilde özetlediniz fikrinizi.”
Herhangi bir yerde ise girmis olmak, o isyerinin tekelini size vermez. Grev tehdidi ile, nufusun geri kalan kisminin ihtiyaci olan hizmetleri/urunleri engellemek hakkiniz yoktur.
Sartlari begenmeyenin ayrilip baska yerde is bulmak ozgurlugu bakidir, tabii ki.
Isveren de, isci bulmadigi zaman, daha iyi sartlar teklif ederek isci aramak zorunda kalir. Denge bulunur.
En isabetli ‘toplu pazarlik’ budur.
“Klasik burjuvaziyi, İstanbul Burjuvazisini biat ettirdiniz, 150 Milyar dolar kamu ihalesi verdiğiniz 5’i 1 yerde şirketlerle kendi burjuvazinizi, kendi finans kapitalinizi yarattınız.”
‘Klasik burjuvazi’, ‘İstanbul Burjuvazisi’ kendisini coktan tuketti.
Yattigi yerden para kazanmak, ‘hayat tarzi’ni baskalarinin subvanse etmesini beklemek/dayatmak disinda bir yasam emareleri yoktu cok uzun zamandan beri…
Biliyor musunuz; mesela, ‘Klasik burjuvazi’nin, ‘İstanbul Burjuvazisi’nin hamilerinden birisi olan Dogus Holding (Sahenk), 3-5 sene once Isvicre’de bir Porsce araba galerisi almis (onu da isletemedigi icin simdi satiyor).
Ya da hepsi Turkiye’de ya da Ege’deki/Akdeniz’deki civar ulkelerde yat limani isletmeciligine filan soyunmuslar…
Asagida, Rahmi Koc’un ‘meslekte 60 yili’ kutlamasi var.
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/otokoc-ve-rahmi-koca-cem-yilmazli-kutlama-40873240
Orada bahsedilen ‘vizyon’, herhalde, ‘ben, yanimda, cember sakalli ve turbanli calistirmam’ olsa gerek.
‘Beyaz Turkler’imiz bu lakirdiyi cok sevmisti; ‘Ayol, pek de cagdas’ olmustu..
Ama, bu kadar ‘secici’ (!) olunca, grup, var olani dahi zor devam ettirir.
[Kaptanini da Israil’den getirmesi hos olmus. ]
Bu da 50nc senesi hakkinda..
http://www.radikal.com.tr/ekonomi/rahmi-koc-sogukta-parca-sayarak-ise-basladim-dedigi-otokocta-50-yili-devirdi-885606/
Tahmin ediyorum, o bahsettigi Anadolu’da bayileri gezisi ilk ve sondur.
Diyecegim o ki, devlet eliyle ellerine tutusturulmus islerin devaminda lavas isler pesinde kosmalarina itirazim yok, tabii ki; ama, bunlarla mi kalkinacaktik biz?
“Kadın, Çocuk, hayvan hakları konusunda uygulamalar hep kötüydü artık mevzuat olarak dahi, fıtrat(!) olarak dahi çok gerilerdeyiz.”
[Citation Needed]
“Ordu ve polis gücüne ek olarak milis güçlerinize de(seçim gecesi silahlı sevinme grupları) en güçlü şekilde hakimsiniz.”
50 sene once de tersiydi. Tutmadi.
Simdi de boyle.
Hayat bu.
Sahi, ‘Zinde gucler’ deyince ne anliyordunuz siz?
“Herhalde hala askeri vesayet kemalist ordu vs. demek senin gibi biri için bile fazla yüzsüzce olur…”
Tamamen kalkmis degil; ama, evet, onermli bir geriletme sozkonusu.
“Dış politika ve kamu atamalarınız, liyakat sistemi ve her türlü kamusal derecelendirmeden asude bir şekilde elinizde ve tasarrufunuzda.”
Liyakat dediginiz ‘top sakal’ filan ile olculurdu, degil mi?
“Muhaliflerin bir KHK’lık iş güvenliği var”
Isten atilamayan memur, burokratik oligarsi demektir.
“Osmanlının bile son dönem, en önemli kurumlarından biri kabul ettiği Sayıştay’ı ortadan kaldırdınız ne raporu ne denetimi kaldı,”
Lazimsa yeniden canlandirilir.
“türbanlı subay var, ordu ona selam duruyor.”
Ordu, kime selam duracagina kendisi karar veremez.
“Doğu ve Güneydoğu’da olan galibiyetiniz açık. Muhataplarınıza 1938’e rahmet okuttunuz.”
Yok. 38’in eline su dokmek kimin haddine.
Hem fareler gibi magaralarda kimyasal silahlarla zehirleyeceksin, hem de ‘sen ilerici oldun artik, bizdensin, sakin aglama bile’ diyeceksin..
“Selo’ya da gün yüzü göstermezsiniz artık…”
Mekteb-i Yusufiyede yeterince tahsil gorup akillanmasi lazim. Bu haliyle, cozumden maada soruna kaynaklik ediyor, malesef.
“Burjuva oy sistemi ile dahi yapılan seçimler neticesinde oy alarak seçmen iradesi ile göreve gelmiş yerel yöneticiler yerine İç İşleri kayyumları ile yönettiğiniz mahalli birimleriniz var.”
Oyunu kurallarina gore oynaMAmakta israr ederseniz, kurallarin baska bir kismi devreye girer.
“Her türlü rövanşı aldınız.”
‘Rovans’ degil; ‘duzeltme’ (‘correction’) demek daha dogru olur.
“Bak sizin kesim; Tükan Saylan’dan, Berkin Elvan’a, Ethem Sarısülüğ’e, Atanamayan intihar eden cumhuriyet öğretmeninden, Kuddisi okkır’dan, Erol Manisalı’dan birçok başka kişiye her görüş ve her neviden muhalifinizin canını almayı başardı.”
Armutlarla, elmalari ve baska her turlu sebze ve meyveyi ayni sepete koyarak bir arguman olusturmaga calisiyorsunuz.
Yukarida saydiklarinizin baslarina gelenlerden kimlerin sorumlu oldugu ya cok acik degil, ya da kendi cenahlari (propoganda malzemesi) oldugunu iskalamissiniz.
“Anıtkabirin kapanması falan mı?”
Benim onerim, hazir MKA da Alevilerin kutsallari arasina siz(diril)mis, Anitkabir bir (glorified) CemEvi olsun.
Boylece taslar daha bir yerli yerine oturur.
“Günahsız Türk Diplomatına saldıran diaspora Ermenisinin ruh halinden çıkmanızı ne sağlayacak sence?”
Konuyla alaksi yok cok ama; ‘Günahsız Türk Diplomatı’ dediklerinizin neredeyse tamami belli bir ‘cagdas’ tarikatin/zumrenin mensuplari degil miydi?
Bu konuda Yalcin Kucuk cok ince detaylar veriyor.
Hem, kuzum, sen 12 yasindaki bir Ermeni kizini evlatlik (!) al, hem de onu savas pilotu olarak Kurtlerin (ya da bir kisim Kripto Ermenilerin) uzerine sal..
E, Ermeniler de hepten somsalak degil ya, bir kisim Selanik taifesini Asala uzerinden bicmelerini cok yadirgamamak gerekir.
“Medya mağduriyetinize yıllar önce son verdiniz.”
Ben ise, bunun hala daha (yani, yeterince) gerceklesMEmis oldugu kanaatindeyim.
“Benim gibi solculara”
Buradaki ‘benim gibi’nin acikliga kavusturumasi lazim.
Ben, Turkiye’de ‘solcu’ diyebilecegim bir tip bulamadim.
Onun yerine, ‘muhalif’ olanlarin kendilerini ‘solcu’ diye tanittiklarina sahit oldum hep.
Yani, ‘bulbul otumlu kanarya’lar.. ‘Bulbul’ de lafin gelisi.
Kimisi, (gizledigi, ya da bilindigi halde pek konusulmayan) etnik aidiyetinden dolayi, kimisi de (gizledigi, ya da bilindigi halde pek konusulmayan) inanc grubu aidiyetinden dolayi, her daim kendisini ‘muhalif’ sayanlar.
Bir de, tabii ki, ‘IYI BIR SEY’ [TM] olarak lanse edilegeldigi icin, havasi oldugu icin, kendisini ‘solcu’ diye tanitanlar.
Bu genellemenin haricinde pek bir sey yok.
Ve, bunlar, ‘solcu’ filan degiller. Yarali parmaga isedikleri gorulmemistir.
Yukaridaki gruplardan birisine ait ya da ‘Balkan Oligarsisi’nin murtezikasi (yeni dille, ‘otlakci’ da diyebiliriz) iseniz, kendinizi tehdit altinda gormeniz dogal.
Dogal, cunku asil otekilestirmeyi yapanlarin yaninda/arkasinda yer aliyorsunuz.
“senin bile saçma bulacağın hurafe düzeyindeki fikri sabitler sadece boy gösteriyor açık oturumlarda…”
Buna katiliyorum. Cunku, o ufuklara sahip kadrolara firsat verilmemis.
‘Cala cala bir havaya benzer’ derler.
Yani, zaman lazim.
Yetisecekler.
“Bak manevi rövanşları da aldınız teker teker.”
Yok. Tekrar edeyim. Bu bir ‘rovans’ degil.
Gaspedilmis mevziler geri aliniyor.
“taksime cami derdi çamlıcaya cami derdi”
Ben, bu Taksim konusunu cidden merak ediyorum.
‘Taksim bizden sorulur’ diye diretmenin sebebi nedir?
Orada kiliseler, havralar varsa (ki, var) neden cami olamasin?
Acikca soyleyeyim: Icinde gidip ibadet edecek degilim, tabii ki; ama bu (adi konulmamis) ‘kurtarilmis bolge’likin kirilmasi icin, oraya cami yapilmasina taraftarim.
“Osmanlıdan gelen Mustafa Kemal’in okuduğu okulları kapattınız tarih oldu.”
Mustaf KJemal’in benim gozumde bir kutsalligi yok.
Gittigi tuvalet, okudugu okul, su bu.. farketmez.
Bir baska emekli general.
Onun kutsalligini dayatanlar yuzunden, fikrada Adana’da imamlik yapan Oflu imamim dedigi uzere, ‘gomun amk!’ demek noktasindayim.
Nedir bu yaw.
Eksiklerini yanlislarini konusmak suc. Ama, sira ona methiyeler dizenlere gelince, susup, kafa siusirmelerini dinleyecegiz bir omurdur.
Neden?
“Sizin orta kapıda hala kapalı mı necip? Ne olursa açacaksınız orta kapıyı?”
5816 nolu kanunun kaldirilmasi gerekiyor.
“Fenerbahçe dışında tüm kulüpleri her türlü federasyonu aldınız. (İYİ Kİ FENERBAHÇE VAR ???? )”
Hayal kirikligina ugrayacaginizi dusunuyorum.
“Artık kalan yüzde 47’yi dövmeyi bile gereksiz kılan beton blok…”
‘Geri kalan’ (iyi bir terim secimi) yuzde 47, aslinda kendi kendisini dovuyor. Bitmez tukenmez bir burhan ayini bu.
Yok, albaylar kacirdi, yok bizi kesecekler.. Sonunda birisi cikti ve ‘sizofrenler’ dedi.. Sahi, kimdi o?
“Biz muhalifler kendi fay kırıklarımızı aşamadık.”
Hic asabileceginizi de sanmiyorum.
Etnik ve/ya inanc ayriligi uzerine bina edilen muhalefetin kendi icindeki fay hatlari [kendi aralarindaki fark(lar)] kirilamaz/butunlestirilemezdir cunku.
“Afyon mermeri, mozaiki yendi paramparça etti…”
Yok. Oyle degil. ‘Mozaik’ dediginiz sey yeniden oirganize ediliyor/oluyor.
“Artık korkular daha da arttı.”
Ben, bunun uzun zamandir boyle oldugunu gozlemliyorum. Yani, yeni birsey degil.
Fark su, eskiden, o tukakalar, geldikleri yere puskurtulebiliyor; beyzadelerimiz de cici hayatlarina devam edebiliyorlardi.
Simdi o pek de mumkun degil. O yuzden… ‘yedigimiz hurmalar’ korkulari..
“Biz haziranı severdik necip. 3 haziranla, 15-16 Haziranla, Geziyle anımsardık haziranı. Devrimci bir romantizm ile, belkide bu nedenle sosyolojik ön görülerimizin önüne geçti duygularımız. Bu iktidarın gitme ihtimali bile bu kadar güzelken gidişi ne muhteşem olurdu, en çok da hazirana yakışırdı bu baskının dağılışı dedik ama olamadı.”
Hamhayallerinizin gerceklesmeyisinizin sorumlusu ben degilim.
Sizi o yolda (ha geldi, ha gelecek diye diye) tesci edenlere donup sormaniz daha mantikli olur bence.
“Ama sen ne zaman durduracaksın necip bu baskıyı??”
Baski benden gelmiyor.
Baski, sizin kendinize uygyuladiginiz ‘self-alienation’dan (‘oz-otekilestirme’den) kaynaklaniyor.
Neredeyse her konuda ‘ben karsiyim/muhalifim’ yaklasiminda bu mukadderdir:
Size de karsi/muhalif olanlar olur ve bu eger cogunluk ise, kazanmak sansiniz da cok az olur.
Hele de, tarihsel olarak, bu ‘karsi/muhalif’ olduklariniz ile oturup konusmaniza tepeden bakmaciliginiz, kibiriniz el vermiyorsa; sonuc ister istemez ciddi bir yalnizlik olur.
Yani, ‘zugurt aga’ tavirlarinizi, tepeden bakmaciliginizi ve temelsiz kibrinizi birakmaniz lazim once.
Ya da, beklersiniz, sonra kendiliginden olur.
“Yukarıda söylediğin anlı şanlı 24 Haziran devriminizden sen ne bekliyorsun onu anlat?”
100 senedir olamayanlarin olmak yoluna girecegini dusunuyorum.
Uzun uzun ve detayli yazmak icin zamanim yok. Zaman olsa da yeterince mufassla yazabilecegimi sanmiyorum. Zaman gosterecek diyelim.
“Medyanın yüzde 95’ini aldığınız bir ortamda, 300-500 muhalif kişinin takip ettiği nicel yönden boktan(gün abi tanımlama için kusura bakma:)) bir internet sitesinde bulunmanın nedeni ne?”
Daha once yazmistgim. Diyalog ve anlamak.
“Çok tali bir yerdesin necip buralarda harcanma bence… Kalyon’a git, Cengiz’e git, Limak’a git pastadan payını al necippppp”
Burada ciddi bir irtifa kaybi ve ucuzlama sozkonusu.
Siz, goruldugu uzere, kendinizi yalnizlastirmak mi istiyorsunuz yoksa.
“Bedrettin yenildi, ”
Bedrettin, ikbal pesinde bir burokrat eskisiydi. Size onu kutsal solcu diye yutturmuslar. Muhalif bile sayilmazdi aslinda –baskasinin kapikulu olmak haric.
“Denizler yenildi, Mahir yenileceğini bile bile gitti kızıldereye…”
Bunlar da, Melika Sultan’a Asik Yedi Genc misali..
Olmegi marifet bildiler.
Neyi savunduklarini dahi bildiklerini sanmiyorum.
“Özgürlükten ve demokrasiden yana olmanın yenilgilerle harmanlandığı sadece direnişle onurlandığı topraklarda yaşıyoruz…”
Ben bu tur beylik laflari pek kaale almiyorum. Cogunluga ragmeden ozgurluk, ozgurluk degil, tahakkumdur. Baas demokrasisi de demokrasi degil.
“Biz gerçeğimizin farkındayız. Ne güzel söylemiş Nazım “mesele esir düşmekte değil teslim olmamakta…” diye.”
Ve, gidip, SSCB’ye teslim olmus garibim. Karin tokluguna ve ilhamsiz seyler yazip hayatta kalmaga calisarak.
“Hayat devam ediyor ve Nazım’ın dediği gibi teslim olmayacağız”
Bence, Filipinler’deki o proverbial Japon Askeri modundan cikabilseniz cok daha rahat hissedeceksiniz. Kimse sizi teslim almakla mesgul degil, cunku.
“Biz sayımıza bakmadan nitelikle niceliği yenmeye çalışmaya devam edeceğiz, bir avuç kalsak ta umudu büyütmeye çalışacağız”
Ne diyeyim?
‘Hayatta basarilar’ dilersem kabul eder misiniz.
“Gün abi sende yaklaşıyor yaklaşıyor diyorsun.”
Yunus’un Geyikli Kul Hasan icin soyledigi bir dortluk vardir:
Geyiklinin Kul Hasan soz eytmis kendunden
Kudret dilidur soyler, mana onun nesudur.
“İktidara sahip olanlar”ın “idam cezasını geri getireceğiz” demeleri eleştiri konusu oluyor.
Bu eleştirilere genel olarak katılmakla birlikte, idam cezasının sadece tek bir suç için geri getirilmesinin çok da yanlış olmadığı görüşündeyim:
Memleketin dahilinde iktidara sahip olanların gaflet ve dalalet, ve hatta hıyanet içinde bulunması, hatta bu iktidar sahiplerinin şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmesi.
Bu sayede sadece “iktidara karşı olanlar” değil, “iktidara sahip olanlar” da kimsenin idam edilmemesi için gereken azami gayreti göstereceklerdir.
Öyleyse bütün idamları ortadan kaldırabilmek için böyle bir kanun değişikliğini savunmamız gerekmez mi?
Diğer iktidar sahiplerinin aksine, CHP’de ve TSK’da iktidara sahip olanlar, örneğin K. Kılıçdaroğlu, M. İnce, H. Akar gibiler, hiçbir zaman gaflet, dalalet, hıyanet içinde bulunmamışlar ve şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmemişlerdir ve gelecekte de etmeyeceklerdir.
Çünkü bu onların “fıtrat”larına aykırıdır.
Tıpkı, M. Barzani’nin aksine, A. Öcalan ve S. Demirtaş’ın asla böyle bir şeyi yapmayacak olmaları gibi.
“Benim onerim, hazir MKA da Alevilerin kutsallari arasina siz(diril)mis, Anitkabir bir (glorified) CemEvi olsun.”
Çok iyi fikir.
Tıpkı Kabe’den çıkarılan putların yerlerine iade edilerek isteyenin Allah’la beraber Lat, Uzza ve Menat’a da tapabilme özgürlüğünün sağlanması gerektiği gibi.
Başörtüsü ve İmam-Hatipler meselesindeki özgürlükçü tutumlarını alkışladığımız AK Parti iktidarı bunun öncülüğünü yaparak Suudi Arabistan hükümetini ikna etmelidir.
İnanç özgürlüğü davasının şampiyonlarına da bu yakışırdı.
Şeyh Bedreddin, Hacı Bektaş, Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal yolundan giden gençliğe hitabe
“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet. İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, meczublar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
Meali:
Türkiye Cumhuriyeti;
Şeyh Bedreddin ayaklanmasını medh eden ihtilalcilerin,
Hacı Bektaş’ın tarikatına mensub tarikatçıların,
Taptuk Emre gibi şeyhlere mürid olan meczub Yunus Emre’nin şiirleriyle aydınlanan dervişlerin,
Pir Sultan Abdal’ın yolundan giden mezhebçilerin,
memleketi olamaz.
Aslında ilk yazıma, metodlu ve kendi bakış açına göre tutarlı bir cevap verdiğinin hakkını teslim etmeliyim.
General De Gaulle ‘e sormuşlar “savaşı kim kazandı diye?” o da “kaybetseydik” kimi asacaktınız diye cevap vermiş.
Seninde bu sitedeki yazılarının iktidara yakınlığından olsa gerek ve/veya Troçki’nin fikirlerini Troçki eleştirilerinden öğrenmenin verdiği alışkanlıkla Necip’in fikirlerini sitedeki necip eleştirilerinden öğrendiğimden olsa gerek, seni iktidarla özdeşleştirip ilk yazıyı sana hitaben yazmıştım. De Gaulle’nin dediği gibi galibiyeti sahipleniyorsan, eleştiriyi de kabul etmen gerekir. Yinede kutsadığın 24 Haziran Devriminde doğrudan ve/veya dolaylı bir katkın olmamasına da sevinmedim desem yalan olur. Birini muhatap alıp yazarken hele birde karşı tarafa sallamaya başlamışsan bazen had aşımları oluyor. Bu nedenle ilk yazımdaki “muhbirlik imam” ve sana “şaibeli ticari şirketleri adres göstermem” bence de şık olmamış onun için özür dilerim.
Yeni Türkiye’niz de muhaliflere yönelik o kadar asılsız suçlama varken ve bizler sokakta bu tip yaftalamaları sürekli resmi kurumlar ağzından yaşarken, sende bu sitede genel teamülün aksine ve aykırı fikir sahibi olarak benim kantarın biraz fazla kaçan topuzuna hedef olmuşsun kabul et 🙁 kusura bakma
Tüm bu yukarıda yazdıklarım dışında metodlu ve kendince tutarlı yazdıkların keşke birazda gerçekle örtüşseydi demekten alamadım kendimi. Tarafkirlik ve güncellikten uzak yorumlamaların, tutarlı cevabın yaldızlarının çabuk dökülmesine neden olmuş. Esas soruya cevap vermemeni de fazlasıyla kaçak güreş olarak yorumluyorum.
“Siz, eger, basmakalip kibirli solculardan iseniz, yukaridaki linklerde yazilanlarin oznelerinin birer ‘comar’ oldugunu soyleyerek de, onlarin ‘bilincsiz’ oldugunu da vurgulayarak gecistirebilirsiniz.” Diye yazmışsın.
Cevabından önce okuduğum yazılardı. Zarfa değil mazrufa bakacak bir tecrübeye sahibim neyse ki. Ama bu yeni bir tespit değil daha öncede-1980 sonrasında işçi sınıfının sandık tercihleri maalesef benimle değil çoğunlukla seninle aynı yönde oldu. Bu akışı da henüz kıramadığımız bir gerçek. Fakat bu tercihin haklılığını göstermez. Seküler ve barışçı yaşam tarzının hüküm sürdüğü Trakya da, nefret kustuğunuz; toplum mühendisliğine başvurup, matematik hesaplamalarla demokrasiden vareste şekilde mikro seçim bölgesi yaratmanıza ve suni(yapay manasında) bir akp adacığı oluşturmanıza yarar sadece… Artvin ve başka yerlerde kullandığınız truva atlarına ek bir pratik yaratır…
Ama ben bu cevabının başka noktasına takıldım aslında. Madem kibir en sevdiğin günah Necip. Bu kibiri solcular veya muhaliflerde bu kadar titiz şekilde görürken İktidardakinin KİBİRİNİ, TEPEDEN BAKIŞINI niye görmüyorsun. Senin bu kadar şaşı bakmanı(yine aynı hataya düşmeyeyim) seninkilerin bu kadar şaşı bakmasını açıkla bana.
Birgün Deniz Som ben hergün Cumhuriyet Gazetesine dolmuşla gelip gidiyorum Q-7 ye binen Yalıda oturan yazar bana “elitist” diyor demişti. Hangimiz elit demişti.
Senin mahalledekilerin kibrinden bahsetsene biraz? Yoksa senin mahalledeki greogor samsalar çoktan böceğe dönüştü de söylemeye dilin mi varmıyor?
Bankacılık sektörü ve Finans Kapital hakkındaki cevabına katılmıyorum ama ekonomik veriler, açılan kapanan şube ve yabancı şube sayıları, ortaklık yapıları ve el değiştirmelerle ilgili teknik bilgileri paylaşıp seni sıkmak istemem. Bunları en azından DİE, BDDK ve Sicil Kayıtlarından teyit edecek kudrettesin ve birçoğuna da vakıf olduğuna eminim. Gerçekler inkar edilmekle yok olmuyor maalesef…
Evet eskiden de liselerin durumu daha iyi değildi. Meslek elemanı ve ara elaman yetiştiren sanayiyi ve sınıfı nitelikli şekilde besleyen üretime katkılı lise modelleri düz liselere eklenmeliydi. Ama bu seni geldiğimiz noktada haklı çıkarmaz.
Suimisal emsal olmaz Necip. Açtığın ve düz liseleri dönüştürdüğün imam hatiplilerle mi sağlayacaksın ara eleman ihtiyacını üretime yönelik eğitimi. Evet geçmiş kötüydü şimdi geçmişten daha da kötü durumdayız. Genel Sınav sonuçları, dünya ortalamaları ve bilimsel sıralamalara bir baksana yoksa dış güçlerin oyunu mu tüm bunlarda. Matematik neticelerini de mi kabul etmiyorsun.
Seni geçmişin kötülüklerini abartarak anlatıp 16 yıla gelince susturan ne onu söyle? Bizim kıramadığımız seninkileri 16 yıla kör baktıran?
“Bilmeyen de, bu zat-i muhteremler Turkiye’yi saha kaldiracak calismalar yapiyordu da engellendiler sanacak. Alakasi yok. Bos ve ideolojik fasafisolarla makam isgalinden oteye bir sey yapmiyorlardi. Yokluklarini hisseden varsa beri gelsin. Gene ayni sey.. Bogazici/ODTU.. Bilim yuvasinin ne oldugunu bilmesem, bu dediklerinize kanacagim.”
İnsafa gel istersen seni en azından akademik emeğe kör bakacak biri olarak tanımlamak istemem. Biraz uluslararası karşılaştırmalı bilimsel makale sıralamalarına bak ve yıllara göre performansları mukayese et istersen.
“Herhangi bir yerde ise girmis olmak, o isyerinin tekelini size vermez. Grev tehdidi ile, nufusun geri kalan kisminin ihtiyaci olan hizmetleri/urunleri engellemek hakkiniz yoktur. Sartlari begenmeyenin ayrilip baska yerde is bulmak ozgurlugu bakidir, tabii ki. Isveren de, isci bulmadigi zaman, daha iyi sartlar teklif ederek isci aramak zorunda kalir. Denge bulunur. En isabetli ‘toplu pazarlik’ budur.”
HAH İŞTE ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YERE GELDİK İŞTE. YUKARIDAKİ SORULARIMIN CEVABI BURADA ASLINDA DEĞİL Mİ NECİP? ÖRGÜTLENME VE GREV HAKKI VERİLMEMELİ DEĞİL Mİ? 16 YILA KADAR HER TÜRLÜ ELEŞTİREL SİNİR UCU AÇIK NECİP’İN BİRDEN GÖZÜNE PERDE İNMESİNİN CEVABI BU. BAK BANA ATIF VERDİĞİN YAZIDA DA YAZIYOR İŞTE İŞÇİ SINIFI SENİNKİLERE OY VERİYOR, SEKÜLER KENTLERİ ZAPT EDİYORSUNUZ SINIFIN GÜCÜYLE. BIRAKIN ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GREV HAKKINI SERBEST, TÜM ÇALIŞAN KESİMLERE TANIYIN BU HAKLARI. Kibirli solcular palazlanmasın diye mi yapıyorsunuz bunları. Benim toplumu etkileyecek diye grev hakkım olmamalı ama senin bir tek kişi tüm grevleri durdurabilmeli ve tüm çalışma alanını düzenlemeli. Bu ne yaman çelişki necip
İstanbul Burjuvazisi ve Klasik burjuvaziyi savunmak bana düşmez ama sanayi tesisi oranlarına bakmakta fayda var… Senin kaplanlar mı yoka diğerleri mi daha çok sanayi tesisi kurmuş ve işletiyor. Patent, buluş vs. Marka üstünlüğü hangisinde. HAklısın devlet eliyle tüccar yaratılmamalı eğer bugünkü 5’i bir yerde şirketlere ve uygulamalara karşı çıkacak tutarlılıktaysan tabi
“Kadın, Çocuk, hayvan hakları konusunda uygulamalar hep kötüydü artık mevzuat olarak dahi, fıtrat(!) olarak dahi çok gerilerdeyiz.”[Citation Needed]
Yapma necip en azından bu konuda mutabık olabilmeliyiz. İstanbul Barosunun bu konudaki komisyon verilerine bakabilirsin.
Silahlı bürokrasi ve milis yapılanmasına karşı 50 sene öncesinden cevap verebilmen bir çaresizliğin sonucu mu? Rahmetli Doğan Avcıoğlu ile mi AKlıyorsun kendini. Hani rövanş yoktu diyeceğim ama senin rövanşlarda hayali olmaya başladı. Unuttun galiba zinde güçlermiş… devrimci öğrenciler, sendikacılar, işçiler devrimciler falan 12 Martlarda, 12 Eylüllerde ezildiğinde: Faik Türünler, Kenan Evrenler açtı sizin tayfaya bu yolu. Bak onların açtığı yoldan kanlı pazar kahramanı İsmail Kahraman Meclis Başkanı oldu… Yavuz hırsızlığa gerek yok sanırım. Tarihi yeniden yazmak A-HABER’e mahsus diye düşünüyordum, şaşırttın beni
“Isten atilamayan memur, burokratik oligarsi demektir.”
Sence sadece memur mu etkileniyor KHK’lardan.
“Osmanlının bile son dönem, en önemli kurumlarından biri kabul ettiği Sayıştay’ı ortadan kaldırdınız ne raporu ne denetimi kaldı,” Lazimsa yeniden canlandirilir.
Tabi canım denetime, kuvvetler ayrılığına ne gerek var. Bakarsınız ileride lazım olursa açarsınız.
Mekteb-i Yusufiyede yeterince tahsil gorup akillanmasi lazim. Bu haliyle, cozumden maada soruna kaynaklik ediyor, malesef.
Bu lafına diyecek birşey bulamıyorum alkışlıyorum seni. Senin için Arthur Uİ’nin önlenebilir tırmanışı tamamlanmış. Bravo…
Oyunu kurallarina gore oynaMAmakta israr ederseniz, kurallarin baska bir kismi devreye girer.
Bu kurallar maç oynanırken de değişebilir mi Necip?
“Armutlarla, elmalari ve baska her turlu sebze ve meyveyi ayni sepete koyarak bir arguman olusturmaga calisiyorsunuz.Yukarida saydiklarinizin baslarina gelenlerden kimlerin sorumlu oldugu ya cok acik degil, ya da kendi cenahlari (propoganda malzemesi) oldugunu iskalamissiniz.”
Haklı olabilirsin mağduriyet ortak noktası üzerinden hareket ettim. Belki senin dediğin gibi bazıları çıkarı için can vermiştir. Sen sana göre mağduriyet tanımını hak edenleri seç. Yine de az mı?
Alevilik falan derken Kemal Tahir’in dediği gibi hemen sırmalar dökülmeye mi başlıyor sanki. Müslümanlardan ayırıyor musun Kavmi Necip saymıyor musun onları?
Bu kadar etnik sorgulamaya merakını gidereyim etnik olarak Türk aile olarak ta sünni bir aileden geliyorum
Ermeni konusundaki eleştirel görüşlerin bugünkü iktidarın ataları olan ermeni mallarına çöken iç anadolu, doğu anadolu eşrafını, hamidiye alaylarını, kırımları kapsıyor mu yoksa tüm cevabındaki pragmatist uygulamana, kemalistleri verdim ya daha ne istiyorsun benden tavrına devam mı?
“Yani, ‘bulbul otumlu kanarya’lar.. ‘Bulbul’ de lafin gelisi.”
Boşver KARGA varsay beni. Bak yukarıda yazmışsın “Kibirli solcuların” “çomar” tuzağına düşme… Gerçi nezaketiniz de “çöplük, pislik, affedersiniz ermeni” demek var ama
Yukaridaki gruplardan birisine ait ya da ‘Balkan Oligarsisi’nin murtezikasi (yeni dille, ‘otlakci’ da diyebiliriz) iseniz, kendinizi tehdit altinda gormeniz dogal.
Sende paranoya olmuş necip bu konu. Git biraz beyaz kuleyi dolaş, kordonda tur at, tavernaya uğra korkularının kaynağına in. Gece punduna getirirsen evi de taşlarsın 🙂
Gaspedilmis mevziler geri aliniyor.
Misal Versene??
“Sizin orta kapıda hala kapalı mı necip? Ne olursa açacaksınız orta kapıyı?”
5816 nolu kanunun kaldirilmasi gerekiyor. Demişsin
Güncel ol Necip kendi 5816’nızı yarattınız SCH’likleri istatistiklerine bak Cumhurbaşkanlığına Hakaretten kaç tutuklu, kaç hükümlü var. Mustafa Kemal güzellemelerinden rahatsız olan Necip “tanrının tüm sıfatlarını üzerinde toplamış” diye taraftarlarının tanımladığı bir lidere olan övgüleri nasıl karşılıyorsun? Onlar kafanı şişirmiyor mu yoksa şimdi güçlü olmaları haklı olmaları için yeterli mi?
“Fenerbahçe dışında tüm kulüpleri her türlü federasyonu aldınız. (İYİ Kİ FENERBAHÇE VAR ???? )” Hayal kirikligina ugrayacaginizi dusunuyorum.
Fenerbahçe Benim için bir dogmadır 🙂 🙂 🙂 bu konuda tartışmayalım lütfen. Bu konuda da kaynak istersen İslam Çupi’yi öneririm. Hem liderinizin(yine aynı hata haklısın) seninkilerin liderinin üye olupta başkan olamadığı tek kurumuz:)
“Hamhayallerinizin gerceklesmeyisinizin sorumlusu ben degilim.” Haklısın, davacının aptalı derdini mübaşire anlatırmış ne diyeyim 🙂
Baski benden gelmiyor.
Doğrudan senden gelmiyor tabi ki ama bu ifadeye katılmıyorum aslında. Bir kadına haksız Recm cezası verdiğini bilen kadının diğerleri taş atarken attığı gül için. Kadının: onların attıkları taş değil senin attığın gül kafamı yardı dediği gibi… Çemberin içinde kafası dışarıda olanların yarattığı en kötü adaletsizlik duygusu. Senin kastetmiyorum(nezaket için söylemiyorum kişiyi tanımadan-gözlemlemeden varılabilecek bir kanaat değil ondan dolayı) . Bile bile görmemek… Senin terminoloji ile söylersen gözleri olup görmeyenler, dili olup susan dilsiz şeytanlar. Org – Uruk hai farkı
Yani, ‘zugurt aga’ tavirlarinizi, tepeden bakmaciliginizi ve temelsiz kibrinizi birakmaniz lazim once.
Hukukta bir tabir vardır kabul manasına gelmemekle birlikte bir an için doğru varsaysak diye, bende öyle sorayım yeni muktedirden pay almak için mi?
100 senedir olamayanlarin olmak yoluna girecegini dusunuyorum. Uzun uzun ve detayli yazmak icin zamanim yok. Zaman olsa da yeterince mufassla yazabilecegimi sanmiyorum. Zaman gosterecek diyelim.
Çok kaçamak cevap olmuş yakışmamış
Diyalog ve anlamak. Burada ciddi bir irtifa kaybi ve ucuzlama sozkonusu.
Doğru cevap. yukarıdaki özrümü tekrarlıyorum.
İki senedir darbeye karşı duranları övdüğünüz bir ortamda 12 Mart faşist darbesine karşı savaşırken ölenleri ucuzlatmak sence doğru mu, tutarlı mı? Bu cevapta çok kötü ve kaçamak bir cevap olmuş. Nazım’a gelince sen sevme necip bırak dünya takdir etsin. Necip Fazıl’ın şiirlerini(hepsini değil) sevmek için sağcı olmak gerekmediğini anladığında belki Nazım’ı seversin. Kalan ömründe Nazım’dan mahrum olmamanı dilerim. Ve emin ol bu senin için olabilecek en iyi dilek:)
“Biz sayımıza bakmadan nitelikle niceliği yenmeye çalışmaya devam edeceğiz, bir avuç kalsak ta umudu büyütmeye çalışacağız” Ne diyeyim? ‘Hayatta basarilar’ dilersem kabul eder misiniz.
Niye etmeyim dedim zarf değil mazrufa bakarım. Sağol. yeter ki hayatın doğal akışına uygun günler yaşayalım
Yunus’un Geyikli Kul Hasan icin soyledigi bir dortluk vardir:
Geyiklinin Kul Hasan soz eytmis kendunden
Kudret dilidur soyler, mana onun nesudur.
Bununda cevabını gün abi versin artık ben yoruldum. Gün Abiiiiiii! odunu kap gel Necip sana sallamış burda 🙂 🙂 🙂
Birazda ben kafanı şişirmiş oldum. Yapacak birşey yok. Hadi Kolay gelsin
Demirtaş’ı, HDP’yi ve PKK’yi eleştirecek olanların önce TC’yi eleştirmeleri gerekir. Ondan sonra yapacakları bütün eleştirilerde haklı olurlar. Nasname gibi örneğin.
Önüne gelen herkese terörist ve terör destekçisi diyen TC’nin önce kendi pisliğini temizlemesi lazım. Herşeyden önce, bu konuda herkesin bildiği birtakım iddialar var. TC’nin, arka planda PKK’yle işbirliği yapan veya ona göz yuman unsurlarıyla ilgili.
Neden? Çünkü böyle bir düşman, TC’ye lazım. Kendi düzenini yürütebilmek, hiç sorgulanmamasını ve herkesçe benimsenmesini sağlamak için bir öcüye ihtiyacı var. Bu öcü “terör” olur, “irtica” olur, “komünizm” olur, Osmanlı’da “Kızılbaşlık” olur, Batı’da “Radikal İslam” olur, bunlardan başka bir şey de olabilir. Yeter ki “Şeytan” olsun.
“Şeytan” sadece tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında rol alan bir “villain” değil.
Necip (14 Temmuz 2013):
Necip (29 Haziran 2018):
Konunun, Marksist-Engelist-Leninist-Stalinist-Troçkist-Maoist-FidelCastroist-Sosyalist-Komünist-‘Sol’ist ve türevi lagalugalarla ilgisi yok.
Kapitalistlerin ilk amacı, daima kâr elde etmektır, ikinci amacı, eğer yalpalamaya başlarlarsa mevcut durumlarını korumaya çırpınmaktır.
‘Ciraklik okulu’ adı altında, sömürü merkezlerine (‘KOBİ-irisi’ ve türevlerine), ‘sömürülecek insan’ tasarlayıp transfer etmek amaçlanır. AVM’de güvenlik görevlisi olarak ‘sömürülmek’, dağda terörist olarak ‘sömürülmek’, ‘ciraklik okulu’nda ‘sömürülecek insan’ tasarlamayı amaçlamak, aynıdır. Kapitalistler, tereyağından kıl çeker gibi, kendilerinin ‘gaddar sömürücü’ olMAdığı yalanını yaymak için kumpaslar kurmakta maharetlidir.
Kapitalistler, ‘istihdam yaratan’ ile ‘istihdam edilen-edilecek olan’ arasındaki ‘kölelik sözleşmesi’nden hoşnut olmayan hangi tarafsa, sözleşmeye bağlı kalmak zorunda olmadığı, bir başka ‘kölelik sözleşmesi’nin peşine düşebileceği, hayatın akışının bu olduğu yalanını yayarlar. ‘Kölelik sözleşmesi’nde, kapitalistler, daima sömürü temelli hareket ederler, ‘kölelik sözleşmesi’ daima kapitalistlerin amaçlarına göre dizayn edilir.
Nihai sonuçlar:
1. ‘Kölelik’in ‘sözleşme’ kelimesi ile birleştirilmesi kapitalistlerin icadıdır. Kapitalistler, ne kadar ‘vefakâr’ oldukları yalanını yaymak amacıyla, insanların kendilerini sömürtmek için kapitalistlerle masaya oturup, ‘sadece ama sadece kapitaliste saygı’ çerçevesinde bir sözleşme imzalama ‘özgürlükleri’ olduğunu söylerler. İnsanlar sömürülmeye karşı mücadele ettiğindeyse, kapitalistler, Marksist-Engelist-Leninist-Stalinist-Troçkist-Maoist-FidelCastroist-Sosyalist-Komünist-‘Sol’ist ve türevi lagalugalarla çamur sıçratmaya daima hazırdır.
2. Sömürülenlerin, özgürlük amacıyla mücadele etmesi için herhangi bir ‘-izm’in şemsiyesi altına girmesi gerekmez.
3. ‘Doğa’daki, hayvanlar alemindeki sömürü mekanizması ile, insanlar arasında kapitalistler tarafından körüklenen sömürü mekanizması ‘aynı değil’dir.
4. Kapitalistlerin tesislerine, ‘insan-kas-kol’ gücü yerine, ‘makine-robot’ gücü getirmesi, sömürü mekanizmasının biteceği-bittiği anlamına gelmez. Kapitalistin tesisinde ‘makine-robot’ ile ürettiği malı satın alacak olan, ‘makine-robot’ değil, yine ‘insan’dır. Geliri (ücreti, maaşı, parası) olmayan insan, ‘makine-robot’ ile üretilen malı da alamaz. ‘Makine-robot’ ile üretim yapıp maliyetini minimuma indirdiği sevincini yaşayan, fakat, ürettiği malı ‘geliri azalan insan’a satamayan kapitalistin ulaşacağı son istasyonun adı ‘iflas’tır.
Yakın gelecek,
(a) Kapitalistlerin minimum maliyet ile maksimum kâr elde etme amacının daha da perçinlenmesi,
(b) Kapitalistlerin tesislerinde ‘makine-robot’ kullanımının yaygınlaşması,
(c) Üretilen malları satın alacak olan insanların nasıl gelir elde edeceği ve-veya mevcut gelirlerini nasıl arttıracağı,
faktörleri arasında yeniden şekillenecektir.
5. ‘Emekçi & İşçi’lerin diktatörlük kurma hayal ve planlarına hayır. ‘Kapitalistler’in devam etmekte olan diktatörlüklerine hayır.
6. Cecil Rhodes = Necip.
Vehbi Koç’un veya Necip’in, Kenan Evren’e gönderdiği mektubun tamamı:
Sayın Orgeneral Kenan Evren,
Devlet Başkanı
Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı
ANKARA, 3 Ekim 1980
Sayın Başkan,
Atatürk, 1919’da Ankara’ya geldiği zaman, 18 yaşında idim. Balya çemberlerinden süngü yapılarak, Kurtuluş Savaşı’nı veren ordunun donatıldığını hatırlıyorum.
Aradan 60 yıl ve pek çok olay geçti. Yaşadığımız iyi ve kötü günlerin sonunda vardığım hüküm şudur:
Türk milleti, kendisine birlik ruhu verildiği takdirde, her işi başarır, her hedefe varır.
İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü, radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere katılmamak mümkün değildi.
Ülkemin hizmetinde geçen 60 yılı düşünürken, tecrübelerime dayanarak birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim. Sizin başarınızın, bütün olduğu milletin tek ümidi olduğuna inanıyorum. Bilgi ve tecrübe arasındaki muvazeneye verdiğiniz önem ise bütün kamuoyunun malumu. Bu bakımdan, faydalı olacağını sandığım hatırlatmalarımı size iletmeyi, bir memleket görevi olarak görüyorum.
Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek İstiklal Savaşı’na başlama kararı vermesinden sonra, memleket kurtarıldı ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyetimizin 57 yıllık hayatında, memleketimiz şu tarihi olaylarla karşı karşıya kaldı:
– 1946’da, Demokrat Parti’nin kurulması ile çok partili sisteme geçildi.
– 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir grup ihtilal yaparak, iktidarı ele aldı.
– 25 Haziran 1962’de, idare sivillere bırakıldı ve İnönü Hükümeti kuruldu.
– 12 Mart 1971’de Silahlı Kuvvetler muhtıra vererek Demirel Hükümeti’ni düşürdü, 20 Mart 1971’de Nihat Erim, partiler üstü bir hükümet kurdu.
– 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetler emir ve komuta zinciri içinde ve emirle Parlamento’yu feshetti. 21 Eylül 1980’de Bülend Ulusu Hükümeti kuruldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri, daima şerefli hizmetler yapmış ve millet hayatımızın her döneminde, milli bütünlüğümüzün devamını sağlamıştır. Memlekette işler çıkmaza girdiği zaman, Türk Ordusu müdahale etmekte ve sonradan kışlasına çekilerek, devlet idaresini sivil hükümetlere terk etmektedir.
1973 seçimlerinden sonra yedi sene boyunca, iktidara gelen hükümetlerin aldıkları kararlarda parti menfaati ve rey politikası ağır bastığı için memleket bir çıkmaza girmiştir.
O hale gelinmiştir ki, öğretmen öğrencisinden, amir memurundan, anne ve baba çocuğundan, fabrika müdürü işçisinden korkar olmuştur. O zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri Korutürk ile Milli Güvenlik Kurulu’nun uyarıları nazarı dikkate alınmadığı için, Silahlı Kuvvetler, mecburen devlet idaresini ele almıştır.
12 Eylül 1980 Cuma günü, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren’in radyo ve televizyon konuşmasında, devlet idaresinin niçin ele alındığı, bundan sonra ne yapılacağı, gayet açık bir lisanla millete duyurulmuştur. Orgeneral Evren’in anarşi, bölücülük, din istismarı, ekonomik ve politik durumla ilgili sözleri millet üzerinde müspet tesir yapmış ve tam bir tasvip görmüştür.
Nelere Dikkat Edilmeli?
1. İki seneden beri devam eden sıkıyönetim yüzünden, Silahlı Kuvvetler asli görevi olmayan konularla karşı karşıya gelmiş ve yorulmuştur. Devlet idaresi bütünüyle ele alındıktan sonra, uygulamaya konacak önemli yeni kararlar yüzünden, Silahlı Kuvvetlerimiz’in yıpranması mukadderdir. Bundan dolayı “temel” kanuni düzenlemeler yapıldıktan sonra ordunun kışlasına dönmesi, demokrasimizin devamı için elzemdir. Ordu, yanlış kararlar alır ve yıpranırsa, memlekete diktatörlük, onun arkasından komünizm gelebilir. Bu tehlike karşısında, Silahlı Kuvvetlerimiz’in bu devrede alacağı kararlardan kendisine yardımcı olmak, vatanını seven her Türk için milli bir vazifedir.
2. Türkiye, birçok anlaşmalarla Batı Dünyası’na bağlıdır. Bu anlaşmalar “Hür Demokratik Parlamenter” sisteme göre düzenlenmiştir. Demokrasiye dönüş uzadığı takdirde, Batılı ülkeler ve onların kuruluşları, endişe duyarlar, bir takım taahhütlerini yerine getirmezler. Bundan dolayı, konuşmalara ve beyanlara çok dikkat etmek, “vaktinde demokrasiye dönüleceği” inancını sarsmamak lazımdır.
3. İki yıl boyunca 5200 vatandaşın anarşi yüzünden canını kaybetmiş olması ve memlekete büyük miktarda silah ve cephane sokulmuş bulunması, vaziyetin ciddiyetini, vahametini göstermektedir. Bu durumda; anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar, bir an önce çıkarılmalıdır.
4. Şimdi; “Faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek, Türk işçisini istismar ediyor” propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında, işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar dikkatle incelenerek, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.
5. Kıdem tazminatı karşılıkları, kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra geriye kalan kısım, kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faiz ile kullandırılmalı, bu fonun, yeni işgücü yaratması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bu kaynak da devletin açıklarını kapatmaya kullanılır ve ekonomik fayda sağlamaz.
6. Vergi kanunları dikkatle hazırlanmalı, vergi yükü yayılmalıdır. Bu defa herkesin, kazancı nispetinde vergi ödeyeceği bir sistem getirilmelidir.
7. 1973 seçimlerinden sonra iktidara gelen partiler; valiler, emniyet müdürleri, müsteşarlar ve devlet kadrolarından çalışanlar arasında kendi görüşlerine göre değişiklikler yaptıkları için, bir kısmı korkudan hiçbir karar alamamıştır. Bundan dolayı hizmetler aksamış, işler yürümez olmuştur. Gazetelerde okuduğumuza nazaran, bugünkü idare de, bazı değişikliklerle başlamıştı. Bu değişiklikler yapılırken son derece dikkatli olunmalı, 12 Eylül’den sonra şevkle işe başlayan memurların itibarı ihya edilmelidir.
8. Hatalı bir tebliğ veya kanun çıkmaması için, Anayasa Mahkemesi üyelerinin veya tarafsız hukukçuların mütalaaları alınmalıdır.
9. Türkiye’nin enerji meselesi de, öncelikle ele alınmalıdır. Petrol sarfiyatını azaltmak için elden gelen her çareye başvurulmalı, 1981’de petrol ihtiyacımızı temin etme çareleri süratle alınmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile aranmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile uyarılmalı, enerji tasarrufuna yönlendirilmelidir.
10. Doğu Berlin’de kurulan Türk Komünist Partisi, memleketi dışarıdan ve içeriden yıkmak için son yıllarda çok şeyler yapmıştır ve hala da yapmaya devam etmektedir. 12 Eylül Harekâtı’nın ilk günlerinde sinmiş gözüken solcular, aldıkları emirlerle şimdi yeniden harekete geçmişler, bomba atmışlar, pankart asmışlar, polislerimizi şehit etmeye, vatandaşlarımızı öldürmeye devam etmişlerdir.
Bu defa girişilen ıslahat hareketinin, muvaffak olmaması için;
– Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin arasını açmak,
– Konsey üyeleri ile hükümetin arasını açmak,
– Silahlı Kuvvetler kademeleri ile hükümetin arasını açarak, cunta kurmaya yöneltmek,
Amacıyla; Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir.
11. 1960 yılında zararı görülmüş olan ihbarlar, bu devrede de başlamıştır. Kötü niyetli insanlar, şahsi düşmanlıkları yüzünden, bu gibi ihbarları yaparlar. İhbarlar yüzünden çok vakit kaybedilir ve bir takım yanlış işler yapılır. Bu kötü niyetli teşebbüslere fırsat verilmemelidir. Nitekim Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal hakkında, birtakım dedikodular başlatılmıştır. Turgut Özal, bir dahi değildir. Onun da hataları olabilir. Fakat bu nazik dönemde, mevcudun içinde, meselelerimizi en iyi bilen insandır. Dedikodulara bakmadan, kendisini tutmakta fayda vardır.
12. Yunanlılarla olan ihtilaflı meselelerimizi, başta Kıbrıs, Ege Kıta Sahanlığı ve FIR hattı olmak üzere, bu dönemde, milletimizin Silahlı Kuvvetlerimiz’e olan güveni içinde, muhakkak çözüme bağlanmalıdır.
13. Sık beyanatlarda bulunarak veya kamuoyuna tepkisini dikkate almadan basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir. Mesela 31 Ekim 1980 tarihinde CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılan Bülent Ecevit’in yazdığı istifa mektubunun kamuoyuna açıklanmasının mahzurlu görüldüğü hakkındaki beyanat, yanlış olmuştur. Bu mektubun açıklanmasında, hiçbir mahzur yoktu.
14. Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu defa, siyasi partilerin istismar edemeyecekleri şekilde düzene sokulmalıdır.
15. Bugünkü yönetim kadrosunun “iktidar hastalığı”na yakalanmasına ve “Biz, en iyi düşünürüz” görüşüne saplanmasına imkân verilmemelidir.
Sayın Başkan,
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumdan kurtulması için birbirimize yardımcı olarak, Kuvayı Milliye devrinde olduğu gibi elbirliği, iş birliği yaparak geceli gündüzlü çalışmamız, güçlüklere katlanmamız, maddi manevi fedakârlıklar yapmamız şarttır. Bu memleket ayakta durursa, hepimiz mesut oluruz. Aksi takdirde, bugünleri çok ararız. Varlığımızın, memleketin varlığına bağlı olduğuna inanan ben ve arkadaşlarım, memleketimizin kalkınmasında bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da elimizden gelen bütün imkânları kullanacağız.
Bize, ancak bizden hayır geleceğini bilmekteyiz.
Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede, zatıâlilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum.
Yukarıda yazdıklarım hakkında herhangi bir bilgi arzu edilirse, emrinize amadeyim.
Vehbi Koç veya ‘Necip’
Kaynak:
Abdullah Köktürk
“Vehbi Koç’un Mektubu”
25 Ocak 2016
( http://www.aynahaber.org/yazarlar/abdullah-kokturk/vehbi-koc-un-mektubu/183/ )
Necip bey, aşağıdaki şey fıtratın zorunlu sonucu mudur?
http://marksist.net/selim-fuat/planli-eskitme
“aşağıdaki şey fıtratın zorunlu sonucu mudur?”
Zorunlu olup olmadigini bilemem; ama, evet, boyle bir olgu mevcut.
Orasi oyle de, marksist.net’in karikaturize ettigi, abarttigi kadar da degil.
Yani, ortada bir ‘kapitalist’ kabal var ve bunlar bu tur seyleri kotariyorlar.
Hayir.
Bence o mumkun degil.
Kendi aralarindaki rekabet buna imkan tanimaz –baska hicbirsey olmasa bile.
Peki, ne var?
Walla.. o kadar parametre var ki, saymakla bitmez.
Ben, mesela, ‘ucuz alacak kadar zengin degilim’ dusturu ile hareket etmekle beraber, bazan, bile bile, ayda yilda bir defa kullanacagim bir seyi (bozulursa bozulsun) diyerek satin alabiliyorum.
Aradaki fiyat farkini, tasarima gosteril(mey)en ozeni, iscilikteki lackaligi ve hammade seciminde yanlislari gore gore bunu yaptigim oluyor.
Bu bir oncelikler meselesi.
Kisa zamanda iskartaya cikacagini bile bile, simdi ucuzunu alayim, ilerde gerekirse dogru durust bir sey alirim diyerek yapilan bile bile lades.
Baska insanlar da, eminim, farkli durumlarda benzer tercihlerde bulunuyor.
Bunun kabahatini ‘kapitalizm’ ocusune yuklemek cok da dogru degil.
Ote yandan, evet, herkes gibi, ‘zimbirti’ ureticileri de karlarini maksimize etmek ister. Bunun icin de, elinde geleni yapar.
[Bildigim bir sey var, mesela: BMW, arabalarinin aklite algisini dusurmeden, yani fiyatini dusurmek zorunda kalmadan, kullanim omrunu nasil azaltiriz diye hayli calisma yapti.
Diger otomobil ureticileri de, mesela, motorun oldugu bolmeyi, sadece yetkli saticilarin acmasini saglayacak duzenlemelere heves ettiler.
Pek de basarili olduklari soylenemez. Cunku, tayin edici degiller; olamazlar da.]
Isin bir de ‘zemane’ vechesi var.
Gunumuzde, teknolojinin urune yansima hizi cok artti. Dolayisi ile, kisa zamanda yeni ve daha ustun (sayilan) yetenekleri olan urunler piyasaya cikarilabiliyor.
Bu rekabet baskisi, ureticileri, hem fiyat acisindan hem de tasarima (urun muhendisligine) yeterince zaman/para ayirmak acisindan zorluyor.
O yuzden, pismemis, yalap sap haslanmis, urunler piyasaya suruluyor.
Musteriler de, bundan cok fazla sikayetci degil.
Simdilik.
Ama, bu, ilanihaye surmez, suremez.
Hem bu hiz yavaslayacaktir; hem de musterinin istahi azalacasktir.
‘Zemane vechesi’ dedigim de budur.
‘Bu bir demdir; gelir gecer’ demek istiyorum.
“Aslında ilk yazıma, metodlu ve kendi bakış açına göre tutarlı bir cevap verdiğinin hakkını teslim etmeliyim.”
Tesekkur ederim.
Bu, benim bu “300-500 muhalif kişinin takip ettiği nicel yönden boktan bir internet sitesinde bulunma”ma ruhsat anlamina da geliyor mu? 😉
“De Gaulle’nin dediği gibi galibiyeti sahipleniyorsan, eleştiriyi de kabul etmen gerekir.”
‘Galibiyeti sahiplendiriliriyor’ olmak sozkonusu, daha cok.
Ama, yine de elestirileri ciddiye alip cevaplmak isterim –en azindan onlari da elestirmek cinsinden.
“Esas soruya cevap vermemeni de fazlasıyla kaçak güreş olarak yorumluyorum.”
Devrim’in neler getirebilecegini konusmak mumkun, tabii ki; ama, bu ‘dogmamis cocuga don bicmek’ olur.
Tamam, cocuk dogdu, gerci; ama, yine de cok erken.
Ote yandan, yatip kalkip, devrim devrim diyenlere, ‘devrim’in olmus olmasi yeterince mujde degil mi? 🙂
‘Siz devrim istiyordunuz; aha, size devrim!’ kabilinden..
“Ama bu yeni bir tespit değil daha öncede-1980 sonrasında işçi sınıfının sandık tercihleri maalesef benimle değil çoğunlukla seninle aynı yönde oldu.”
Yeni olMAmasi daha da anlamli degil midir?
Demek ki, en azindan, 80’den beri (40 senedir) asagi yukari ayni tutarlilikla devam ediyor ve bizim devrimcilerimiz hala daha ayni nakarati soyluyorlar.
“Bu akışı da henüz kıramadığımız bir gerçek. Fakat bu tercihin haklılığını göstermez.”
Arapcada ‘Sana 39 kisi esek derse gul gec; ama, 40nc kiside git bir semer al’ derler.
“Seküler ve barışçı yaşam tarzının hüküm sürdüğü Trakya da,”
Bahsettigimiz gelisme, Trakya’nin sanayilesmesinden *sonra* olduguna gore, sizin kutsadiginiz donemi bir tur feodal ya da sanayi oncesi donem saymaliyiz.
Tek basina bu bile, sizin esas aldiginiz ideolojiyi tepetaklak etmiyor mu?
“İktidardakinin KİBİRİNİ, TEPEDEN BAKIŞINI niye görmüyorsun.”
Iktidardakilerin henuz dogru durust iktidar olamayisi yuzunden kibirleri o kadar bariz degil. Ote yandan, muhaliflerinki cok daha yerlesik ve kesif. Ozellikle de, tanimadiklari, tanismadiklari halk kesimlerine yonelik.
“Birgün Deniz Som ben hergün Cumhuriyet Gazetesine dolmuşla gelip gidiyorum Q-7 ye binen Yalıda oturan yazar bana “elitist” diyor demişti. Hangimiz elit demişti.”
Deniz Som’a selamlarimi iletin, lutfen: Elit olmak icin zengin olmak sart degil. Elitist olmak icin de elit olmak gerekmiyor.
“Senin mahalledekilerin kibrinden bahsetsene biraz?”
Benim mahallem hangisi?
Gercerkten bilmek istiyorum?
“Açtığın ve düz liseleri dönüştürdüğün imam hatiplilerle mi sağlayacaksın ara eleman ihtiyacını üretime yönelik eğitimi.”
Kisisel cevabim: Ben, o konuda, umidi –kaybolmak derecesinde– azalmis birisiyim. O kadar ki, ise yaramaz olduktan sonra, ha duz liseli olmus, ha IHL der noktadayim.
“Evet geçmiş kötüydü şimdi geçmişten daha da kötü durumdayız. Genel Sınav sonuçları, dünya ortalamaları ve bilimsel sıralamalara bir baksana yoksa dış güçlerin oyunu mu tüm bunlarda. Matematik neticelerini de mi kabul etmiyorsun.”
Bu konuyu, yillar once (herhalde 15 sene kadar oldu) bir Amrikan Koleji muduruyle konusmustum. Degisen sosyoekonomik yapinin onlara yansimasini anlatmisti bana.
Veliler, eskisinden farkli olarak, profosyonellerden olusuyormus ezici cogunlukla.
Ve, gun boyu calisan, aksama da eve dinlenme icin gelen bu veliler, iyi para kazandiklari icin, okula ‘parasini veriyoruz, bu cocugu egitmek, mesgul etmek vs sizin goreviniz’ restini cekiyormus.
Buna ek olararak, biraz da vicdan azabi yuzunden olsa gerek ki, cocugun cebine de bolca para koyuyorlarmis. Bu yuzden, okulda uyusturucu aldi yurudu diyordu bu ABD’li mudur.
Yani, diyecegim o ki, egitim kalitesinin dususunde cok farkli etmenler var.
‘Marka okullar’ meraki bunlardan birisi.
Halbuki, zerduz palan vurmakla olmuyor.
Ogrenecegiz.
“İnsafa gel istersen seni en azından akademik emeğe kör bakacak biri olarak tanımlamak istemem. Biraz uluslararası karşılaştırmalı bilimsel makale sıralamalarına bak ve yıllara göre performansları mukayese et istersen.”
Ben, son derece insafli (fakat, bir o kadar da samimi) fikirlerimi yazmistim. Agir geldiyse, affola.
“ÖRGÜTLENME VE GREV HAKKI VERİLMEMELİ DEĞİL Mİ?”
Sizin bu ‘hak’ dedikleriniz birer ‘ozgurluk’tur. Ve, evet, bunlar taninmalidir.
“BAK BANA ATIF VERDİĞİN YAZIDA DA YAZIYOR İŞTE İŞÇİ SINIFI SENİNKİLERE OY VERİYOR, SEKÜLER KENTLERİ ZAPT EDİYORSUNUZ SINIFIN GÜCÜYLE.”
Bu ‘seninkiler’ lafi baydi artik. Isabetisliklerinize katkida bulunuyor.
Konuya donecek olursam, hayir burada bir ‘sinif’ filan da yok. Herkes kendisi/ailesi icin en uygun olanini secmege calisiyor sadece.
“BIRAKIN ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GREV HAKKINI SERBEST, TÜM ÇALIŞAN KESİMLERE TANIYIN BU HAKLARI.”
Kimse orgutlenmesin diyen yok ki. Orgutlensinler, tabii ki. Ama, ‘grev yapiyoruz’ diyerek isletmenin kapisina kilit vurmak ne demektir?
Bu nasil bir ‘hak’tir?
Isverene taninan ‘lock out’ (lokavt) da ayni kapiya cikiyor: Isyerini faaliyetten men etmek.
Ikisi de yanlis.
Aldigi ucreti ya da diger sartlari begenmeyen, istifayi basip gidebilmeli. Gidebiliyor da. [Kidem tazminati isimli carpiklikla ilgili kanaatlerimi daha once buralarda yazmistim.]
Kisi issiz kalmis ise, ve orgutlu ise, orgutu ona bu donemde yardimci olmali.
O kadar.
“Kibirli solcular palazlanmasın diye mi yapıyorsunuz bunları.”
Elin seysiyle gerdege girmegi pek de seven ‘solcu’lara, evet, bu firsati tanimamak lazim.
Ister grev olsun isterse (guya karsi tedbir) lokavt, isyerinin kapisina kilit vurmaga kadar gider. Gecmiste bunu gorduk.
[Ilk aklima gelen, Incirli’deki ‘Omur Tesisleri’dir. Iflah olmadi, kapandi. Ne isverene yar oldu, ne de isciye.]
Bu ahmak grev mantigindaki sakatlik su: Isveren, iscinin istedigi her zammi verebilir ve bunu da urettigi neyse onun uzerine koyabilir.
Yok boyle bir dunya.
Hic kimse, hicbir isveren, zaten cogunu grev suresince kaybettigi, musterilerine yeni fiyatlari dayatamaz. Ona bu hak verilmemistir.
“Benim toplumu etkileyecek diye grev hakkım olmamalı ama senin bir tek kişi tüm grevleri durdurabilmeli ve tüm çalışma alanını düzenlemeli. Bu ne yaman çelişki necip”
Celiski degil. Isteyen istedigi zaman, istifasini basip, gidebilmek ozgurlugune sahip oldugu muddetce, celiski gormuyorum.
“İstanbul Burjuvazisi ve Klasik burjuvaziyi savunmak bana düşmez ama sanayi tesisi oranlarına bakmakta fayda var…”
Bu rakamlar, ozellikle de baslangic zamanlarini da dikkate alirsak, sizin sandiginiz gibi cikmaz.
Bu kesimin son 30-40 yilda devreye aldigi tesis, digerlerininkiyle kiyaslandiginda devede kulak kalir.
Bakiniz, aklima simdi geldigi icin –fakat, hep de ilginc buldugum– bir seye degineyim (yaziyi daha da uzatmak bahasina).
Biliyorsunuz, ozellikle 80 sonrasinda, Almanya mahrecli bir ‘Islami sermeye’ furyasi yasandi.
Oradaki iscilerin parasini toplayip Turkiye’de bir seyler (fabrikalar, daha cok) yapmak adina gayretlerden bahsediyorum.
Bunlarin cogu da, turlu cesitli sebeplerle, akamete ugradi.
Benim deginecegim orasi degil.
Surasi:
Sizce, neden Koc/Sabanci/Eczacibasi filan gibi yerlesik gruplar bu kaynakla hic ilgilenmediler?
Bu konuda biraz dusunmek ister misiniz?
“Senin kaplanlar mı yoka diğerleri mi daha çok sanayi tesisi kurmuş ve işletiyor.”
Birincisi.
“Patent, buluş vs. Marka üstünlüğü hangisinde.”
Bunlar onemli degil cok da. Zaman icinde, para kazanan, bunlari edinebilir. Zaten, bircok urunde patent filan da sozkonusu degil. [Kagit mendil, tuvalet kagidi, dis macunu, sofben, kutulanmis sut, yogurt vs.de ne patenti olacak ki.]
“HAklısın devlet eliyle tüccar yaratılmamalı eğer bugünkü 5’i bir yerde şirketlere ve uygulamalara karşı çıkacak tutarlılıktaysan tabi”
Ornek: Dogus’un insaatten cikmis (fakat bir daha geri donmemis) bir grup oldugunu biliyorsunuz degil mi?
Digerlerinin de benzer yonleri var.
Agir islerden hep kactilar.
Birileri de bunlari yapmali oysa.
Bu tur isleri yapacak birilerini ya bulacaksiniz, ya da peydahlayacaksiniz.
Yaspilan budur.
“Yapma necip en azından bu konuda mutabık olabilmeliyiz.”
Yok. Degiliz.
Maslow’un Ihtiyaclar Piramidine benzer sekilde, bir de toplumlarin/insanlarin onemsedigi sorunlar piramidi vardir.
Mesela, insanlar, karinlari acken, hayvan haklarini filan onemsemezler. Onu yapabilmek icin belli bir refah seviyesine gelmis olmak gerekiyor.
Bugunku durum budur.
“Silahlı bürokrasi ve milis yapılanmasına karşı 50 sene öncesinden cevap verebilmen bir çaresizliğin sonucu mu?”
Degil. Yerlesikligini gostermek acisindan onemli ama.
“Tarihi yeniden yazmak A-HABER’e mahsus diye düşünüyordum, şaşırttın beni”
Tarihi yazmak yanlis tabii ki; ama, selective nisyan da dogru degil.
“Sence sadece memur mu etkileniyor KHK’lardan.”
‘Sadece’ kelimesi cok inceltiyor kapsami. Muhakkak o kapsamda istisnalari vardir.
Ornek verebilir misiniz?
“Tabi canım denetime, kuvvetler ayrılığına ne gerek var. Bakarsınız ileride lazım olursa açarsınız.”
Noel Baba inanci gibidir bu sizin soylediginiz ‘kuvvetler ayrılığı’..
Yani, inanirsaniz, vardir; ama, gercekte yoktur.
Hic de olmamistir.
Sizin ‘kuvvetler ayrılığı’ dediginiz sey, konunun siyaset-disi aktorlerin uhdesine birakilmasi demektir.
O siyeset-disi aktorlerden birisi, sizin cok kutsadiginiz bu ‘ayri kuvvet’lerden birisini ya da hepsini, baslarindaki mukaddes sahsiyetlerin birer kasedini bularak, ya da ailesinden benzer seyler peydahlayarak, parmaginda dolandirir ve sizin hic haberiniz olmaz.
O yuzden, ben, siyaset-disi aktorlere bosluk birakmak anlamina gelecek bu tur yapilanmalara karsiyim.
Bir baska cagirisim:
Epeyi zamandir, malum, Merkez Bankasinin bagimsiz olmasi gerektigini bir tabu, bir dogma gibi yerlestirmege calisiyor birileri.
Ben de, kendi kendime soruyorum: ‘Nasil yani? Italya’nin ortasindaki bagimsiz Vatikan gibi mi?’ ve ‘Kimden bagimsiz?’ ve ‘Niye?’
“Bu lafına diyecek birşey bulamıyorum alkışlıyorum seni.”
Tesekur ederim. Ben, alkislarinizla yasiyorum zaten. 😉
“Bu kurallar maç oynanırken de değişebilir mi Necip?”
Evet.
Oyun sirasinda bambaska seyler yapmaga kalkisan, muhatabinin da bambaska seyler yapmasini kabullenmis demektir.
Bu, butun oyunlarin en ust (super) kuralidir.
“Sen sana göre mağduriyet tanımını hak edenleri seç. Yine de az mı?”
Az ya da cok olmasi bir seyi degistirmiyor. Birilerinin magduriyetinden baska birilerinin alacak cikartmasidir asil sorun.
“Alevilik falan derken Kemal Tahir’in dediği gibi hemen sırmalar dökülmeye mi başlıyor sanki. Müslümanlardan ayırıyor musun Kavmi Necip saymıyor musun onları?”
Yok. Oyle degil.
Ortada, uzerinde karsilikli bir maskeli balo var. Herkes bu maskeler arkasindan konusuyor.
Ben bundan sikayetciyim.
Aleviler bazi haklari talep ediyor. Tamam.
Ama, ‘kim Alevi’ dediginiz zaman herkes arazi oluyor.
Neymis, hedef gosterilirlermis..
Bunu samimi bulmuyorum.
Tamam, musluman mahallesinde salyangoz satmayaaim (yani, Alevilere Sunni ilmihal dayatmayalim); ama, bunun tersi de –nerede Alevi oldugunu bilmeden– herkese Alevi ilahiyatini ogretmek zorunda olmak degil ki.
“Bu kadar etnik sorgulamaya merakını gidereyim etnik olarak Türk aile olarak ta sünni bir aileden geliyorum”
Sonunda Turk oldugunuzu itiraf ettirmis mi oldum 😉 Ayip etmisim.
“Ermeni konusundaki eleştirel görüşlerin bugünkü iktidarın ataları olan ermeni mallarına çöken iç anadolu, doğu anadolu eşrafını, hamidiye alaylarını, kırımları kapsıyor mu”
Kapsiyordur da; Sabiha Gokcen’i oraya gonderen de ben miydim?
“Misal Versene??”
Ilk ve en onemli ornek. TSK.
Sonra, egitim sistemi.
Daha da artirmak mumkun ama yer yetmez.
“Güncel ol Necip kendi 5816’nızı yarattınız SCH’likleri istatistiklerine bak Cumhurbaşkanlığına Hakaretten kaç tutuklu, kaç hükümlü var.”
Ehem-muhim meselesi. Bu bir.
Ikincisi, bir makama hakaret filanin suc sayilmasi baska, kisiyi ozel kanunla ilanihaye koruma altina almak baska.
“Mustafa Kemal güzellemelerinden rahatsız olan Necip “tanrının tüm sıfatlarını üzerinde toplamış” diye taraftarlarının tanımladığı bir lidere olan övgüleri nasıl karşılıyorsun?”
Kisisel gorusleridir.
“Onlar kafanı şişirmiyor mu yoksa şimdi güçlü olmaları haklı olmaları için yeterli mi?”
Guruhlarin nakaratlarini hic ciddiye almis degilim; ne eskiden, ne simdi, ne de gelecekte.
“Fenerbahçe Benim için bir dogmadır”
Benim degildir. Bilinen sekliyle, futbolla (‘seyir sporlari’ ile) hic ilgilenmedim.
Olan ilgim de, finansmani, yonetimi filan gibi, sosyoekonomik tarafi oldu sadece.
Soyle de diyebilirim: Ben oynanan maci degil de seyirciyi seyretmegi tercih ederim.
“Hem liderinizin(yine aynı hata haklısın) seninkilerin liderinin üye olupta başkan olamadığı tek kurumuz:)”
Oyle sandiginiza memnun olmuslardir eminim.
“Bile bile görmemek…”
Beni yanlis yorumluyorsunuz.
Alakasiz gibi gorunecek bir ornekle baslamak isterim. Kisisel bir ornek.
Ben de hayvanlari cok severim; ama, muhterem yengeniz hanimefendinin eline su dokemem.
Elinden gelse butun ilcedeki, ildeki, ulkedeki, dunyadaki her turlu sokak hayvanini ya yerinde tedavi ettirecek, besleyecek, ya da evimize alacak..
O kadar ki, sirf bu hayvan sevgisi yuzunden, normalde karincayi dahi incitemeyecek olan bu zat-i muhtereme, hayvanlara cile veren herhangi birisinin yakalasa kitir kitir dograr. O kadar yani.
Ben ise haddimi bilmegi ogrendim. Kucuk bir kopegim vardi, evladim da diyebilirim. Yaslilik kaynakli rahatsizliklardan dolayi hayata veda etti. Gozlerimin onunde eridi gitti.
O kadar sarsti ki beni, simdi bile, bahsi gectiginde, gozlerimden yas geliyor; mani olamiyorum. Su kadar soyleyeyim: Babam oldu aglamadim. Bu yavrucagin ismi gectiginde ise gozlerimden yas bosalir.
Gozlerimin onunde eriyip gitmesinden bir tek ders cikardim: Haddini bileceksin; Allahi oynamayacaksin…
Yok iste. Elinden gelenden daha fazlasini yapamiyorsun. [Yenge hanima bunu anlatamiyorum pek.]
Simdi.. donelim konumuza..
Herseyi degisle bile, bazi seyleri goruyorum tabii ki.
Bunlarin (gorebildiklerim) icinden cok azini ha da hicbirini ben kisisel gayretimle cozemem. O asikar.
Ama, bazilari ise, ortak gayretlerle cozulebilir.
Geri kalani ise cozulebilir degil.
Asil problem de, anlasilan, bu cozulebilir olmayanlar.
Peki, nedir bunlar?
Muhalefetini ontolojik bir sekilde etnik/inanc aidiyetine dayandiranlarin talepleri.
Toplumun geri kalaninin topyekin Alevi ya da Kurt olmaga karar vermesini talep etmek anlamli degilse –ki, bence, degil–, bu talepler cozumsuzdur.
Buna ek olarak, yukarida da bahsettim, kimin ne adina hangi talepleri dile getirdigi, bunlarda hangilerinin hangi onceliklerde oldugunu da bilemiyorsam, bu sadece cozumsuzlugu artiriyor.
Kisisel olarak, konu benden buyuk olsa bile, benim acmazim bu.
“Çok kaçamak cevap olmuş yakışmamış”
Yerim dar, yenim dar.
Saka bir yana, gercekten detayli ve uzun bir konu.
Cok olsa, sistemik acidan ipuclari vermek adina, olsa olsa, Cemil Ertem’in yazilarini onerebilirim.
“İki senedir darbeye karşı duranları övdüğünüz bir ortamda 12 Mart faşist darbesine karşı savaşırken ölenleri ucuzlatmak sence doğru mu, tutarlı mı?”
Hayir, degil belki. Ama, biteviye sakiz etmek de kabak tadi veriyor.
“Nazım’a gelince sen sevme necip bırak dünya takdir etsin.”
Dunyanin umurunda filan degil, tabii ki.
Ama, bir kac siirini sevmedigimi soylemedim ki.
Ote yandan, omletini begendigim yumurtayi yumurtlayan tavugu yuceltmek aliskanligim da yok, malesef.
“Birazda ben kafanı şişirmiş oldum.”
Ben sikayetci degilim. Sizi bilemem, tabii ki.
Daha once de yazdim: Zevzeklik ile zirzopluk arasinda gezinen seyler yaziyorsunuz.
“Kapitalistlerin ilk amacı, daima kâr elde etmektır, ikinci amacı, eğer yalpalamaya başlarlarsa mevcut durumlarını korumaya çırpınmaktır.”
Hayir. Bu, sirf ‘kapitalist’lere ozgu degildir. Butun canli organizmalar tam olarak boyle davranir.
O yuzden, yazdiklarinizin geri kalani havada kaliyor.
“AVM’de güvenlik görevlisi olarak ‘sömürülmek’, dağda terörist olarak ‘sömürülmek’, ‘ciraklik okulu’nda ‘sömürülecek insan’ tasarlamayı amaçlamak, aynıdır.”
Yasamak, oyleyse, hem somurulmek hem de somurmek demektir.
Degil mi benim tatlisu filozofu tomurcugu kardesim.
“6. Cecil Rhodes = Necip.”
Necipistan’a ozgurluk. Biji Necip.
“Vehbi Koç’un veya Necip’in, Kenan Evren’e gönderdiği mektubun tamamı:”
Bu muymus?
Vay adiler, en onemli kismini sansurlemisler, demek ki.
Orada, Vehbi bey, servetini de bana biraktigini yaziyordu.
Nerde bu devlet?
Adalet istiyorum.
Devrim İhtiyacı mı yoksa bir cahilin faşist ruhu mu?
Yıllardır zengin bir ülke mahallesinde ihtiyarlar öldürülüp satılacak maları çalınmaktaydı. Nihayet 16-30 yaşı arasındaki gençlerden oluşan şebeke ele geçti. Mahkemede avukatları aşağıdaki savunmayı yaptı.
Biyolojik varlıklar farklı dokulardaki tabakalardan oluşur. Son tahlilde, ölüme gidişi temsil eden ölü tabakalar veya dokular canlıyı dibe ve ölüme doğru çekerken, hayatiyeti temsil eden canlı dokular ve tabakalar bireyin yeniden canlanmasını temsil ederler. Bu canlı dokular, ölü dokuların bünyeyi sarıp bütün organizmayı ölüme sürüklememesi için canhıraş bir çaba gösterir, eğer kaçınılmaz bir ölüme gidildiğini görürse, kendini ölü dokulardan ayırmak ve hayatta kalmak için nihai bir savaşa girer. İşte bunun adı kapitalizmdir. Bu kapitalizmin motoru ve ideolojisidir.
Tabii bu yukarıdaki, aynı zamanda faşist ideolojisidir.
Bundan şüphe edenler Norman O. Brown’ın “Life Against Death” kitabını okusun veya ırkçılığını unutarak bu lak lakın İngiltere’de keşfinden on ve hatta yüz binlerce yıl önce mitleriyle “ölümsüz yaşam olmaz” diye ifade eden çıplak vahşiler hakkında bilgi edinsin veya bu siteyi süsleyen İspanya’da faşistlerin sloganı “Viva la muerte” ne demek olduğunu öğrensin, hatta kendi kendine dünyanın her yerinde rastlanan ve özellikle tarım toplumlarında zirveye ulaşan “kurban” vermenin ne anlama geldiğini sorsun.
Allah bizi Lenin clonları politikacılardan korusun! Amin!
kapitalistlerin temel güdüsü artık azami kar değil azami büyümedir. azami kar standardı 2. dünya savaşı öncesi dünyasında geçerli bir tespitti.
aşağıdaki amazonun ciro / net kar grafiğini 100 sene önceki bir sanayiciye göstersek bu çılgınlık derdi.
http://static1.uk.businessinsider.com/image/56abe874dd089536188b4569-1200-900/20160129_amazon_bi.png
işte bu yüzden marksizm günümüz dünyasını açıklama gücü olmayan bir teoridir.
marksizme göre kapitalizm; bağımsız üreticilerin nispeten serbest piyasada azami kar için birbirleriyle rekabetinin eleştirel teorisidir.
oysa bugünkü sosyoekonomik sistem, devlet destekli üretici olmayan firmaların azami kontrol için birbirleriyle ortaklığıdır.
Alaaddin Çakıcı, Etyen Mahçupyan’ı ölümle tehdit etmiş.
https://www.yeniakit.com.tr/haber/alaattin-cakici-hakan-albayrak-etyen-mahcupyan-ali-bayramoglunu-niye-tehdit-etti-487145.html
“kapitalistlerin temel güdüsü artık azami kar değil azami büyümedir. azami kar standardı 2. dünya savaşı öncesi dünyasında geçerli bir tespitti.”
Peki “azami ücret” olamaz mı?
Hep “asgari ücret”i konuşuyoruz ama “azami ücret” hiç gündeme gelmiyor nedense.
“Dedelerinizin mezarını dahi size çok gören
Bir barbar devlet şemsiyesinde;
Bu devletin Solcu/Dinci savunucularıyla
“Halklar” ve “Ümmet” adı altında kardeşçe(!) yaşayabileceğinize inanıyorsanız,
Yeri bilinmeyecek mezarlara girmeyi hak ediyorsunuz demektir.”
(Nasname)
Sayın Gün Zileli,
“Devrim İhtiyacı!” sosyal darvinizm değil mi?
İkinci soru:
Toplum sınıflardan oluşuyorsa, toplumun kültürü ile sınıflardan oluşan toplumun kültürü arasında fark ne?
Klasik devrim teorisinde belli bir sınıf devrime ulaşmayı sağlamada seçilir. Eğer bu sınıf, varmak istediği amaçlar sınıflar karışımı kültürel sorunları da savunmayı kapsamazsa, örneğin eşcinseller ve kadınlar özgürlüğü ve eşitliği, devrim amacına ulaşmada ne derece başarılı olabilir? Olduğu halde siz buna “devrim” mi diyeceksiniz?
Bunun üzerinde düşünmem gerekiyor. Bir hafta kadar izin verin bana. Sonrasında belki yeni bir yazı daha yazabilirim. Sorularınız için teşekkürler.
[“Tek Yol Devrim” mi, “Üçüncü Yol UKKTH” mi?]
Üçüncü Yol Ve Düşünce Esareti
Nasname
Bir ülkenin siyasal yapısını etkilemenin, yönlendirmenin ve ele geçirmenin değişik yolları vardır; fiili işgal, ekonomik alanda bağımlı kılmak en açık görülen yöntemlerdir. En tehlikeli yöntem ise, denetim altına alınmak istenen halkın düşünme biçimini belirlemektir. Cesaret, fedakarlık, yiğitlik gibi özellikler ezilen bir halkın kurtuluş mücadelesinde çok önemlidir. Ancak bu özelliklere ‘doğru düşünmek’ eşlik etmiyorsa amaca ulaşmak olanaklı değildir. Tıpkı Kürd halkının ödediği bunca bedele karşın, özgürlük hedefine ulaşamaması gibi.
Doğru düşünmenin nasıl olanaklı olabileceği konusu, ilk çağlardan beri düşünürlerin önemli bir uğraşı olmuştur. Bu uğraşlar sonucu ortaya çıkan farklı yaklaşımlar, farklı insanları etkileyerek onların düşünme biçimini şekillendirmiştir. İlk sistematik filozof olarak kabul edilen Aristoteles, kendinden önceki mantık bilgilerini sistemleştirerek, onun özel bir disiplin olmasını sağladı. Mantık çalışmalarını, doğru düşünmenin aleti anlamına gelen ‘Organon’ adlı kitap(lar)da bir araya getiren Aristoteles, ortaçağ boyunca etkili oldu. Klasik mantık, biçimsel mantık olarak da bilinen bu düşünme biçiminin, doğayı ve toplumu açıklamada, anlamada yetersiz olduğunu ve bu nedenle de aşılması gerektiğini düşünen Francis BACON, ‘Novum Organon’ (yeni alet) adlı çalışmasıyla, bilim ve felsefeyi skolastik’lerin (Aristoteles mantığının) baskısından kurtardı. 17.Yüzyılda başlayan bilimsel gelişmelerin, bu yeni düşünce anlayışından bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir. Bacon’dan sonra bir çok düşünür bu konuda önemli çalışmalar yaptı. Ancak Hegel’in diyalektik mantık anlayışı bu çalışmalar içinde özellikli bir yere sahiptir kuşkusuz.
Biçimsel mantığın; ‘bir şey ya doğrudur ya da yanlıştır, bir şey hem doğru hem de yanlış olamaz, doğru ve yanlış dışında üçüncü bir seçenek olamaz, karşıtlardan biri doğruysa öbürü zorunlu olarak yanlıştır, ikisi aynı anda doğru veya yanlış olamazlar’ anlayışına karşın, diyalektik mantık; ‘karşıtların birlik oluşturabileceğini, karşıtların aynı anda doğru veya yanlış olabileceğini, birinin hem doğru hem de yanlış yönlerinin olabileceğini, birinin yanlışlığının karşıtını zorunlu olarak doğrulamadığını, karşıtların dışında üçüncü bir seçeneğin olanaklı olduğu’ anlayışıyla, özellikle, doğal ve toplumsal olaylarda kalıplarla düşünmenin yetersizliğini gösterdi.
Avrupa düşün dünyasında, Rönesans ile birlikte etkisini kaybeden klasik mantığın anti-demokratik ülkelerde hala revaçta olması düşündürücüdür. Yaşadığımız coğrafyada genel olarak ilgi gören klasik mantığın, Türk eğitim sisteminde özellikli bir yere sahip olması tesadüfi değildir. Türkiye cumhuriyetinin ideolojik alt yapısının şekillenmesinde önemli bir yere sahip olan Ziya Gökalp’in, Malta sürgünü sonrasında söyledikleri, konumuz bağlamında dikkat çekicidir.
Bilindiği gibi Alman hayranı İttihat ve Terakki yöneticileri sürgün (yaklaşık 2 yıl) dönüşünde İngiltere’ye sempatilerini dile getirmişlerdi. İngiltere’nin onayıyla tekrar önemli görevlere getirilen eski İttihatçıların, ‘Malta’da ciddi bir eğitimden geçirildikleri, bu eğitim sonucunda İngiltere’nin düşünce biçimini benimsedikleri’ değerlendirmesi dikkate değerdir. Sürgün dönüşü Gökalp, İngilizlerin dilini öğrenmenin kolay fakat mantıklarını öğrenmenin zor olduğunu, bütün milletlerdeki mantığın benzerliğine karşın İngilizlerin farklı bir mantığa sahip olduğunu, İngilizlerin bir ülkeyi işgal etmeden de oradaki çıkarlarını koruyacak yöntemlere sahip olduğunu’ söylüyordu.
Anlaşılan Gökalp, İngilizlerden öğrendiklerini, ‘Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak’ anlayışıyla, Kürd halkına uygulamaktan geri kalmamış. Fiili işgalin yeterli olmadığını bilen egemen sistemler, egemenlik altında tutmak istedikleri halkların düşünme biçimlerini belirlemeye çalışırlar. Bu amacın gerçekleşmesi için de en uygun yöntem, Aristoteles mantığıdır şüphesiz.
Devletin yüz yıldır, Öcalan’ın da otuz yıldır yapmaya çalıştığı şey, halkın düşün(me)me biçimini belirlemektir. Karşıtını kendi içinden çıkarma konusunda tecrübeli olan devlet, ‘ya benim yanımdasın ya da karşıtımın’ dayatmasıyla, Kürd halkını iki yanlıştan birini seçmeye zorladı hep. Son günlerde, İmralı- Meclis ve Genelkurmay üçgeninde yaşanan diyalogların sağlıklı tahlil edilebilmesi için, öncelikle, klasik mantığın dar kalıplarından sıyrılmak ve diyalektik mantığın çok yönlü düşünme olanaklarından yararlanmak gerekiyor.
“Bugüne kadar kaç devrim (ihtiyacı) tanıdın ki?”
Bir karikatürde iki taş devri adamı arasında şöyle bir diyalog geçiyordu:
– Aa! Şurada “tanımlayamadığım uçan bir cisim” var!
– Ulan bugüne kadar kaç cisim tanıdın ki?
Biriktirici Birikim (banka gibi bir şey galiba) kullandığı eleştiriyi (J. Goody) eleştirmeden, “Kuran’da yazılıysa doğrudur” benzeri ve hiç de Marksistliklerine yakışmayan duruk mantıktaki “Üçüncü durumun olanaksızlığı” ilkesiyle bağlamış – “Öte yandan, Jack Goody, bu geçmişe dönüş çabalarının her zaman bir kültürel açılım ve atılım ile sonuçlanmayabileceğini ve tutucu bir nitelik de arz edebileceklerini hatırlatıyor.” Yani, kim ne derse desin, yarın ya yağmur yağacak veya yağmayacak. Bunun diğer bir çeşidinin bu sitede bini bir para: koşullar oluşunca devrim olacak, koşullar oluşmamışsa devrim olmayacak. Ya olacak ya da olmayacak falan filan.
Her neyse, bu yazıyı buraya kesip yapıştırana bir hatırlatma: en az üç yıldır bu sitede bir kişinin bile antropoloji bilmediğini defalarca söyledim. Irkçılardan oluşan bu sitede ilkeller hakkında bilgi televizyon ve Hollywood filmleri. Sonsuz önemli ve sonsuz marjinal gibi görünen bir konu olan yazının insan bilincindeki yarattığı yaraları ve ezenlerin elinde en büyük bir silah olduğunu bilen bir kişi bile yok. İşleri güçleri yerel geyik sohbetleri.
Goody’den iki alıntı:
1. “It impressed me that in one version of the [myth of the] Bagre God and the spirits had organized life. Another version was about how the water-spirits, the fairies had helped mankind to invent culture. And in a third version man himself had gone out and invented how to build a house and the rest. All these were within the same myth, theological and humanistic versions together. It gave me a different idea about human beings, that the LoDagaa were always thinking “Was it god or was it mankind that invented this?”
“It was very important to me that some of my friends could become university lecturers, having been brought up in a small, oral village and now learn everything from books. Certainly they lost a lot on the way, they lost the Bagre because Goody’s written version was the real one, done with old men whom they hadn’t known. I had to explain to them that my version was chance, I could have written down a hundred other versions if I had the time, the money and the energy. The written version was only one of many (J. Goody 1972, The Myth of the Bagre, Cambridge)”
2. Qu’est-ce que l’esprit ? Le point de vue d’un anthropologue
L’idée d’esprit ne peut être conçue qu’en opposition au corps ou au cerveau. Cette opposition semble largement répandue, sinon universelle, dans les sociétés humaines, sous une forme ou sous une autre, le spirituel ou l’immatériel étant opposé à la chair, au monde, au matériel. Elle est donc liée à la notion du corps et de l’âme, un dualisme dont on trouve une version extrême dans les croyances cathares que ce qui est du monde a une valeur négative en comparaison du spirituel et que pour les Parfaits, c’est une faute de procréer des enfants et de perpétuer le mal.
Ce dualisme a tendu à être mis de côté dans les discussions récentes par les psychologues et les philosophes, bien que la différence entre les actions volontaires et les actions automatiques et la question de la conscience soulèvent encore des problèmes.
Il reste cependant un autre problème. Jusqu’à quel point les opérations mentales (l’esprit) sont-elles organisées par les processus génétiques vus comme gabarits ou comme dispositions, ou jusqu’à quel point sont-elles le produit du comportement appris, de la culture ?
L’approche de la science cognitive prend la première orientation très fermement, mais il faut laisser de la place pour la transformation des opérations mentales à travers les changements des technologies de l’intellect, comme l’usage du langage, l’écriture, le mot imprimé ou numérisé.
Jack Goody
Bilmem eklemeye gerek var mı?
Bu sitedekiler, “science cognitive” hapishanesinde mahpus ve gardiyanlar.
Bolluk istiyorsan “pozitif olacaksın” İLERLEME dininin sofu müminleri.
Bakın mesela yerel dedikodu uzmanı Necip dahisine.
Herif dünyanın her yerinde, diktatör, totaliter, sosyalist, komünist, sağcı, solcu, kapitalist, liberal, demokratik olsun, bütün rejimlerin ümitlerini genç nesillere bağladıklarını, hatta bu yüzeysel inanç altında asıl İLERLEME inancı olduğunu bile bilmez, lak lak eder durur. Keşke param olsa da Necip gibi bir enayiyi dünya turuna çıkarıp her gittiğimiz ülkede, odun yaşken bükülür kadim atasözünün modern tezahürü okul bir yana, salt bayilerde sergilenen magazinlerde kendisi gibi alık alık sırıtan ama genç e güzelleri göstersem. Çok büyük bir belki, bu araba satıcısı mutfak filozofu uyanır.
Sayın “3 Hadi 25 Haziran”
“Yani sadece r-e-a-l-i-s-t olmaktan söz ediyorum, o kadar!”
Bence, bu tuhaf bir “realist”lik. En basit bir şekilde kendimi ifade edersem, sanki Gün’ün istek, arzu, iyimserliği, romantikliği, hayalperestliği, nedense, gerçek değil.
Bence, siz bir ideoloji savunuyorsunuz ve sanki bu ideoloji gerçek ile gerçek dışına düşenleri ayırt edebiliyor.
Bence, gerçeği gerçekten görsek gerçekten gerçek olduğuna inanmamız için gerçek ötesi bir kanıtlama yöntemi, kıstasına ihtiyacımız olacak. Galiba yine karşımıza o meşhur Allah işi çıkacak gibi.
İnsan tarihi boyunca, bazılar alçak gönüllü olup gerçeği olduğu gibi kabul etti ve uydurdukları bir sürü mitlerle nasıl başladığını ve ne olduğunu dile getirdi.
Belli bir süredir gerçek gerçeğin gerçekten peşinde koşanlar çıktı. Şimdiye kadar doğu, batı, güney, kuzeyde kimse gerçek gerçeği bulamadı. Ama son zamanlarda iyice kabaran hindilerle iyice öten horozlar çıktı. Bunlar modern bilim adamları ve şimdi bilim karıları. Bunlar daha temkinli olduklarından gerçeğin varlığın varsayarlar. Ne var ki, buldukları gerçek gerçek tam değil. Evren sona erdiğinde belki bileceğiz, belki bilmeyeceğiz. Bu hindi ve horozlara göre evren de Kapital oyununa gelmiş, tüketicilikle kafayı yemiş, yedikçe yiyor, şiştikçe şişiyor. Bir gün (yazar Gün değil) gelecek ve o kadar şişecek ki yeniden patlayacak. Yani, tek öğreneceğimiz, bildiğimiz “the show must go on!” olacak.
Ben kendin Gün’ün yazdıklarına hiç katılmıyorum ama, anladığım kadar ve yanlış yorumlamıyorsam, isteklerine, hayalperestliğine tamamıyla katılıyorum.
Bence, gerçek dünya başka iyimser veya kötümser olmak başka. Biri, insanın yarattığı gerçek dünya; diğeri, insanın yarattığı gerçek dünya karşısında alınan tutum, ideoloji, hatta en eski ve artık kimsenin söylemeye bile cesaret edemediği ahlak.
Eğer biraz daha ısırıcı konuşursam başımıza gelen belaların hepsi “realist” olduklarını sanan, iddia eden, hatta şairler gibi rüya aleminde yaşayanları ya vitrinlerde süs eden veya kırımdan geçirenlerin yüzünden geldi.
Bu bir uyarı. Bence siz hayalperestlik yerine hayal kırıklığınızı ifade etmişsiniz. Size katılmamak için bir neden görmüyorum.
aramızda hala “kapitalist”lerin ürün tüketmek, yani bireysel olarak tüketim nesnelerine sahip olmak için çalıştıklarını/yaşadıklarını/varolduklarını düşünen naif arkadaşlar var.
bir defa kapitalistler bir sınıf olarak toplumsal ilişkiler içerisinde böyle incelenmezler ancak yine de geçmişte yani 2. dünya savaşı öncesi sermaye birikiminin sınırlı olduğu koşullarda belki batı kapitalizmi içerisinde bu görünün bir yeri olabilirdi. günümüzde ise bu tümüyle geçersiz bir orta sınıf kuruntusudur.
niye ve nasıl mı? çok basit bir varsayımsal örnekle kanıtlamak mümkün: bugünün dünyasında 10 milyar dolarla sahip olunamayıp 100 milyar dolarla veya 1 trilyon dolarla sahip olunabilecek tek bir tüketim nesnesi yoktur. üstelik fiyatı yapay olarak spekülatif olarak şişirilmiş nesnelere rağmen…
ve kendini kapitalist sanan necip ile necip in yanında çalışan asgari ücretli emekçinin 10 milyar dolarlık servet varlığına ulaşma ihtimalleri tam olarak aynıdır.
bugün kapitalizm sonrası büyüme ve kontrol ekonomisi içerisinde yaşıyoruz. dünya çapında akrabalıklarla birbirine bağlı az sayıda aileden oluşan global elitler ve büyük devletler içiçe geçmiş durumda. bu ikisini görmeyen bir toplumsal muhalefet, 60 senedir olduğu gibi demokrasi ve özgürlük diye diye kendilerini bitirirler. bazen biraz daha demokratik olurlar. kazanım derler. bazen daha az demokratik olurlar. demokrasi mücadelesini yükseltelim derler. biyolojik ömürleri böyle kısır döngüde tükenir gider.
Necipgillere Cevap;
Cevaben yazdığın Diyalog ve anlama çabası güzel bir başlık ama birbirine bu kadar zıt fikirlerle, sadece kendi inandıklarımızı tekrar etmemiz, yazışmayı muhataplı birmonolog haline çeviriyor. Bu nedenle muhatabı çoğullaştırarak önümde toplanmış necip bir kitleye yazıyormuş gibi devam edeyim. 🙂 🙂
Kendi cevabıma girmeden şu noktayı belirtmek istedim. Sevgili Marksist Tutum; Necip’in bir kapitalist olduğu tespitini kullanman güzelde, bu tespit(kapitalist olması) necipin yazdıklarını tutarlı hale getiriyor aslında. Zaten sorun kapitalist Necip’in tercihi değil kapitalist Necip’in sömürdüklerinin, yani sınıfın tercihi, niye gerek oy olarak gerekse yöntem olarak bizimle değil necipgillerle paralellik gösteriyorlar? Eminim ki çok teorik ve haklı bir cevabın vardır ama bildiklerini güncel hayatla yüzleştirince aldığın cevap seni tatmin ediyor mu esas mesele bu.
Diğer yandan kapitalist misin değil misin bilemem ama necip keçiboynuzu gibi bir yapın var. Bir sürü odun bir damla bal misali. Şiiri sevmezsin, Futbol sevmezsin, gerçekleri sevmezsin, varsa yoksa güncelliği kalmamış argümanlarla Selanik düşmanlığı…
Sevgili Necipgiller;
Bana yazdığın cevap gösteriyor ki kaynak olarak müracaat ettiğimiz veriler bile tamamen zıt. Ya da sen gerçeği inkar etmeyi bir klavye metodu olarak kullanmayı tercih ediyorsun. Dünyanın merkezi ayağımı bastığım yer, inanmıyorsan gel de ölç hesabı…
Yeni Türkiye bileşenlerinin sanayi ve üretimdeki payı için senin yazdıklarını(iddia ettiklerini) İSO verileri ile tekrar karşılaştırdım. İlk 10- İlk 50 -ilk 250 İçinde senin kaplanlar dediğin gibi bir paya sahip değil Necip.
Sana verilen cevap doğru ise otomotiv yan sanayi sektöründe imişsin. Hiçbir başka veriye inanmıyorsan kendi sektörünün verilerine bak. Bak bakalım ilk onda kaç tane eski Türkiye kaç tane yeni Türkiye otomotiv Şirketi var. Kısaca senin babayiğitler çok geride, daha çok fırın ekmek yemeleri lazım.
Benim savunduğum düşünce açısından sorun yok burjuvazinin tamamı kötüdür ve emeğin sömürüsü üzerinden asalak yaşam tarzını sürdürür. Onun için ha eski Türkiye burjuvazisi ha öncesi olmakla birlikte özellikle son 16 senedir palazlandırılan yeni Türkiye Burjuvazisi, bana göre sadece kötünün renk tonlarından ibaret. Kartaca yıkılmalıdır yani. böyle dedikten sonra sorun yok.
Senin doğuş kötüdür Cengız iyidir hayallerine göre yaptığın afaki ve hatta saçma tasnifte verisel olarak sıkıntı var. Yoksa eski türkiye burjuvazisi ile yeni türkiye burjuvazisi arasında sunni bir denge var sen bu dengeyi yeni türkiye burjuvazisinden yana mı bozacaksın necip? 🙂
İstihdam yönünden de kendi skalaları ile adil bir mukayese yaparsan senin kaplanlar epey geride…
Marka, patent, buluş vs. İçin yazdıklarında TPE verilerine dayanan Marka derneklerinin araştırmaları ile karşılaştırıldığında da doğru çıkmıyor maalesef. Hele burada birde katma değerli, ar-ge getirisi yakalamış Marka, patent, buluş üzerinden mukayese yaptığında(bu konuda detaylı tasnif yapılmış araştırmalar var. TPE ve Sanayi-Ticaret Odaları kaynaklarından elde edebilirsin)daha da perişan durumda savunduğun Yeni Türkiye bileşenleri.
Üst yazısı devrim olan anarşik bir sitede bu verilere atıf yapmak tuhaf gözükebilir sana ama sen bizim terminolojiyi kullanınca senin tarafın(kapitalist taraf) verileri ile cevap vermek mubah oluyor.
Kadın, Çocuk ve Hayvan haklarında geri gidiş konusunda bile mutabık olamadığımıza göre hangi konuda mutabık olabiliriz bilmiyorum ama… İstanbul Barosu’nun Kadın Hakları, Çocuk Hakları ve Hayvan Hakları komisyonlarının çalışma sonuçlarını ve raporlarını incelemeni tavsiye ederim:
2002-2018 ve 2010-2018 arası artış-dağılım-çeşitlenme hızına bir bakman da iyi olur. İstatistikler seni ağır şekilde yalanlıyor. Bak bu konuda gerçekleri inkar etmenin, kör bakışının doğru olmasını çok isterdim aslında ama maalesef Yeni Türkiye’nin yarattığı kültür kodlarının, bu istatistikte ki aslan payını görmüyor olman “oportünizm” veya “sübjektif görüşüdür” demekle açıklanamayacak kadar kötü bence
Doğuda yaşananlar üzerine söylediğin argümanlar, Sabiha Gökçen sembolü üzerinden yaptığın göndermeler bugün yapılanları makul ve haklı kılmaz. En çok ta Orhan Miroğlu gibi, sen ve senin söylemlerindeki tiplerin; günceli ıskalamak, gözden uzak tutmak için İnönü-38 üzerine saatlerce anlatımlar yapıp konu Şimdiki muktedirlere gelince sus-pus olmanızdan sıkıldım. 1938 veya başkası, 24 Haziran devrimcilerinin şimdi yaptıklarını AKlamıyor necip. İki tarafta hala aynı şeylerden dertli. Bize sizin yalanlar dert oluyor sizde diz çöktürememeniz…
İlk yazımda 1998 Cerrahpaşa yürüyüşünden bahsetmiştim. Türbanlı kızlar çok güzel bir şarkı söylüyordu necip sadece nakaratı kalmış maalesef aklımda
“…GÖĞE SAVRULAN YUMRUKLAR ZALİM GİTMEDEN İNER Mİ HİÇ …” diye
meselenin tamda özü burası necip. sizin yumruklar zalim gitmeden iniverdi. Senin için zalimin değişmesi yeterli olabilir benim için değil…. Bu konuda durduğun nokta için çok rahat şunu söyleyebilirim sizin düşünce zalim seçer bizim fikri geleneğimiz her türlü zalime karşı çıkar… aramızdaki fark buralarda ortaya çıkıyor…
24 Haziran devrimcileri ile özdeşim kuramıyorum dedin ya belkide gücün kötü tarafına tamamen teslim olmanı engelleyen içinde iyilik kırıntıları vardır 🙂 🙂 🙂 Ama bunu aşmak için sanırım sıkı bir jedi ustası gerekiyor sana… 🙂 Arayışlarını sürdür.
Bak senin muteber kabul edeceğin kaynaklardan alınmış bir istatistik daha vereyim sana: 2002 yılı terörden kaynaklı ölen güvenlik gücü sayısı 7 vatandaş sayısı 7. 2017 Yılı ölen güvenlik gücü sayısı 293 vatandaş sayısı artık verilmiyor. 2013 yılından beri ayrı istatistik tutuluyor. Bu rakamlara sınır ötesinde hayatını kaybedenler, düşmandan ölenler dahil değil… Sen cenaze protokol düzenlemesi yapmaktan başka fikri derinliği olmayan 24 Haziran devrimcilerini savunmaya, Sabiha Gökçen’e küfrederek kendini avutmaya devam et…
Bak 24 Haziran galipleri tam da senin özlediğin demokrasiyi haklı çıkaracak açıklamalarla, telefonlarla girdiler sezona. Sen muhataplarına sabiha gökçen anlatmaya devam et
Aleviler, kendini belli etsin demişsin. Bu insanlar çok fazla bedel ödeyerek kendilerini belli ettiler ve ediyorlar zaten… Eğer aralarında senin dediğin gibi sinmişleri varsa. Son 16 Yılda devlette en önemli görevlere getirilen büyük bir kısımı da dahil, ak ve boz tosunların yarattığı maraş, çorum, sivas vb. deneylerin payı olabilir mi acaba bu sinmişlikte? Konuşmak ne kadar kolay değil mi Necip.
Hayatın acı gerçekleri ile payitaht Abdülhamid dizisinin gerçekleri farklı anlayacağın… Sizin Kızıl Sultan ingiliz elçisini tokatlamadı kardeş… İngiliz elçisinin buyruğuna girdi onun zamanında imparatorluğun 2/3 toprağı gitti, kıbrıs gitti vs. uyan artık 🙂 🙂
Ya Necip sen nasıl kapitalistsin. Bir savcılık talebi ve bir sulh ceza hakimliği kararı ile mülkiyet hakkının ortadan kaldırılabildiği, el değiştirebildiği bir ortamda, “terör finansmanı” düzenlemesinin arkasına sığınılarak babadan bağlanan emekli maaşlarına, 100 yıllık veraset mallarına dahi el konulabildiği bir ortamda mülkiyet güvenliği konusunda ne düşünüyorsun onu söyle. Anladık İşçiye, kadına, çocuğa, hayvana, çevreciye hak vermeyeceksin de. Evrensel Burjuva hukuk sisteminin tanıdığı güvencelerden bile yoksun olmak nasıl bir duygu bir kapitalist için. Özel ve/veya Kamu mülklerini yağmalamanın karşı konulamaz cazibesi mi birleştirdi yoksa senin 24 haziran devrimcilerini aynı potada… Ne de olsa geçmişten gelen tecrübe ile dolu bir bagajları var, senin eşraf ve esnaf kardeşlerin… Bütün bu süslü laflarının dışında körlüğünüzün nedeni bu olabilir mi?
Aman dikkat et tabi, bu kısacık 16 yılda ne çok uzun bıçaklar gecesi yaşandı ne çok reichstag yangınları çıktı. Güvenmekte zor hep değil mi? hep korku, hep korku… Bitaraf olan bertaraf mı olur ne dersin?
2010 Referandumunda çok duyduk bu görüşleri necip. “gerçek devrim”, “üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü”, “geçmişi ile yüzleşen türkiye…” Hepsinin geldiği noktayı gördük. Sen görmesen de kör gözüm parmağına hesabı görülüyor. Yani… Hala aynı terane tam anlamıyla iktidar olamadılar vız, vız, vız… Her tarafa hakim ve iktidar oldunuz ama ruhen ezikliğinizi gideremiyorsanız sorunun cevabı iktisatçılarda, güvenlikçlerde, Mülkiyelilerde değil psikologlarda…
Ben senden Şerife Boz dinlemekten sıkılacağım sen benden Mahir. Ben senden Necip Fazılı Şiiri dinlemekten sıkılmayacağım sen Nazım dinlemekten sıkılabilirsin… Diyaloğun kaçınılmaz sonucu senin açından… Bir yazıda okumuştum çok iştirak etmesem de herkes kahramanları kadar yer tutuyor fikri hayatta diyordu… Herkesin özgül ağırlık yorumu kendine tabi
Gelecek hangimizi haklı çıkaracak en azından ömrümüz kadar gözlemleme şansımız olacak. Sizin 24 haziran devrimi uygulamaları ve öncesi; Geçici ve özgürlüklerin tamamının askıya alındığı Türkiye ve bölge tarihi açısından kötü, kapkara bir dönem olarak hatırlanacak ve yazılacak. Artık bekleyelim hayat oynasın turnosol kağıdı görevini.
Çok somut olarak söyleyeyim sana. Fikir ve basın özgürlüğü yönünden özellikle 2010 sonrası dönem 90’lardan çok daha geridedir. Hukuk uygulamaları açısından çok daha geridedir. İşçi hakları açısından çok daha geridedir(bu senin için güzel birşey ne de olsa necipin yan sanayisinde hakkını arayan işçi, iş bırakınca grev yerine manchesterde başka bir fabrikada çalışır. Bu kadar özgürdür),Anayasal özgürlükler(sen gereksiz bulabilirsin benim için önemli) açısından çok daha gerideyiz.
Samimi ve senin gibi kaçak güreşmeden cevaplayayım sorunu. İllaki bir seçim yapmak zorunda kalırsam, 24 Haziran islamcıları ile Kemalistler arasında. Tercihim Kemalistlerden yana olacaktır. Yine senin jargonla ifade edersek Selanik kültürel yaşamı mı yoksa Yozgat mı diye sorarsan tercihim Selanikten yana olacaktır. Tüm bu yüz yıllık deneyimden sonra Amed’di, Botandı yukarıdakilerden hangisinin kendileri için doğru olduğuna kendileri karar versin varsın.
Yüzüklerin efendisinde insanların devri bitti orgların çağı başladı diye aklımda kalan bir cümle vardı.
Sende şunun samimi cevabını ver. Bak 24 Haziranın ilk güzel sözlerini duymaya başladın bakanların ağzından.
Nasıl Cemil’in beklediği senin beklediğin devrime uyuyor mu?
Endülüs’te sarayı ve söylediği yeri görmek nasip olmuştu. Şehri teslim ettikten sonra günün ilk kızıllığı camlara vurunca gözünden iki damla yaş gelen Sultan Ebu Abdullah’a annesi “erkekler gibi dövüşmediğin şehrin için kahpeler gibi ağla” demiş.
İlk yazıya döneyim senin hayatta başarı dileklerini kabul etmiştim. Seninde iyi dileklerinle Mücadele sürecektir 🙂 ve moda tabiri ile hayır bloğu özgürlükler ve demokrasi için hukukun içinde dövüşmeye devam edecektir. Ya siz görüpte susan, beton blok içindeki ikircikli necipgiller, siz yaşananları gördükçe ağlayabilecek samimiyeti kendinizde bulabilecek misiniz?
“Devrim[cilik ve İlericilik] İhtiyacı” ile ilgili olarak aşağıdaki yazının altındaki şu tartışma ilginçmiş;
http://www.gunzileli.com/2007/08/21/kemalizmin-alti-oku/
BaranaS 29 Ekim 10 / 2pm
Gün Zileli,tarihte ilerici ve devrimci olan ne varsa ona saldırmaktadır.
Bu bir dönüşümdür.
Gün Zileli’nin düşünceleri özünde,”Yalan Söyleyen Tarih Utansın” vb sağcı tezlerden farklı değildir.
Zileli ve F.Başkaya vb.leri AKP’nin ideologlarıdır.
Tarihte ilerici ve devrimci olan 29 Ekim 10 / 5pm
Ilerici ve devrimci iskenceler, ilerici ve devrimci katliamlar, ilerici ve devrimci daragaçlari, ilerici ve devrimci soykirim, ilerici ve devrimci bombalama, ilerici ve devrimci açlik, ilerici ve devrimci zulüm, ilerici ve devrimci ayrimcilik, ilerici ve devrimci baski, ilerici ve devrimci falaka, ilerici ve devrimci cop, ilerici ve devrimci elektrik, ilerici ve devrimci filistin askisi, ilerici ve devrimci asit poli hidro karbonik, ilerici ve devrimci akil hastanesi, ileric ve devrimci toplama kampi, ilerici ve devrimci gulag, ilerici ve devrimci iskelet, ilerici ve devrimci mezar, ilerici ve devrimci tabut, ilerici ve devrimci Veli Küçük, ilerici ve devrimci Levent Temiz, ilerici ve devrimci Temizöz, ilerici ve devrimci cuntaci generaller, ilerici ve devrimci cellat, ilerici ve devrimci vampir, ilerici ve devrimci kurt adam, ilerici ve devrimci iskencecisine garsoniyer ayarlayan ilerici ve devrimci adam, ilerici ve devrimci fasist iskencecilerine yalakalik yapan ilerici ve devrimci müsvedde, ilerici ve devrimci? Nereye ilerlemis, neyi devirmis?
BaranaS 29 Ekim 10 / 9pm
İlericilik ve gericilik savaşımında işte size düşen de ilerici/devrimci ne varsa ona saldırmak.
Biliniyor:
İlerici hiç bir değer yargısıyla bağı kalmamış,sola dışardan küfür yazıları döşenmeyi ve kin kusmayı marifet sayan bu yeni sağcılar AKP tarafından sola saldırtılmaktadır.
Aynı yerden şu satırlar ise çok tanıdık başka bir yorumcuya aitmiş gibi sanki;
Neo fasistler 26 Ekim 10 / 1am
Kendine sosyalist diyen bazi ögrenciler Türbanli kizlara saldirarak üniversiteye girmelerini engellemeye çalisiyorlar, bu nedir? Bir cins sosyalizmin intihari mi? Yoksa bu gençler alevi dinci radikali olup mezhep çatismasi çikarmaya mi ugrasiyorlar? Nedir?
Şu yorumcu ise “24 Haziran devrimi”nin – daha o zamandan – güzel bir tarifini yapmamış mı?
Yusuf Cemal 8 Aralık 12 / 1pm
Allahtan Anadolu’nun fedakar halkindan fazla kalmadi da rahat nefes alabiliyoruz. Simdi o halk sehirli oldu, siniflari doldurdu. Hatta sinif bile atladilar.
Ameleligi kim yapacak simdi kurtler de haklarini alinca? E o insaatlar o kadar kar getirmez Kurt Memed nobete gitmeyince. O zaman da Anadolu’nun fedakar halkinin muteahhit kismisi da azla yetinmek zorunda kalir mesela. Ki o fedakar halk ne cefalar cekerek muteahhit oldu, ne cefalar cekerek mafya oldu, kimbilir hangi Ermeninin malina el koydular da ilk sermayelerini elde ettiler, kimbilir kimleri kaziklayarak sinif atladilar. Kolay mi ama? Yazik oldu o fedakar, o cefakar halka, hic bir seyden cekmedi kendi yaptiklarindan cektigi kadar.
“Necipgillere Cevap;”
Siz, buna cevap mi diyorsunuz?
Klasik bir asker mektubu gibi; ’emmimgillere selam; annemgillere-babam hurmet iderum’ turunden tugla gibi bir yazi.
“Cevaben yazdığın Diyalog ve anlama çabası güzel bir başlık ama birbirine bu kadar zıt fikirlerle, sadece kendi inandıklarımızı tekrar etmemiz, yazışmayı muhataplı birmonolog haline çeviriyor.”
Size, ‘muhalif’ sifatinin tekelini kim verdiyse, size tavsiyem, karsiliginda ne verdiyseniz onu geri istemeniz.
Sonra da, sizin dediklerinize de baskalarinin ‘muhalif’ olabilceceklerine kendinizi alistirmanizi oneriyorum.
Ben, sizin yazdiklariniza, yazdiklarinizin hemen altina, kendi goruslerimi yaziyorum –yani, diyalog olsun diye gayret ediyorum–; fakat, siz bunu yapMAmak bir yana, asagida da acikca soylediginiz uzere, beni ‘ben’ olrarak muhatap alMAyip, cogullastirarak –butun gunah ve kotulukleri tasidigini dusundugunuz bir kitleye katarak– otekilestiriyorsunuz.
“Bu nedenle muhatabı çoğullaştırarak önümde toplanmış necip bir kitleye yazıyormuş gibi devam edeyim. ???? ????”
Yok. Boyle diyaloig filan olmaz.
Sizin, gunah kecilerinizin surusunde ben yokum.
Ben, sadece, bana hitaben yazilmis bir kec seye cevap verecegim.
“Şiiri sevmezsin”
Siir sevmez soylemisler hakkinda; eylemisler Necip’e buhtan buhtan ustune..
Sizin anlamaniza yardimci olsun diye soyle bir seyler yazmistim: Omletini begendigim yumurtayi yumurtlayan tavugu yuceltmek aliskanligim da yok.
Evet. Aynen oyle.
‘Salkim Sogut’, ‘Karli Kayin Ormani’ vb gibi bir iki siirini begeniyor olmam, benim, Nazim Hikmet’e tapinmami gerektirmiyor.
Dahasi, yukarida bahsettigim siirler, kisi olarak Nazim Hikmet, olmasini bekledigim yerde olmayisindan dolayi, bir hayal kirikligidir.
“Sevgili Necipgiller;”
Buradan sonrasi benimle ilgili degil.
“ve kendini kapitalist sanan necip”
Ben, ‘degilim’ diyorum.
Birileri de, israrla, ‘yok; sen kapitalistsin’ diyor.
Burada da, kendimi kapitalist sandigim soyleniyor.
Bir araya gelip bir karar verseniz..
“ile necip in yanında çalışan asgari ücretli emekçinin 10 milyar dolarlık servet varlığına ulaşma ihtimalleri tam olarak aynıdır.”
Yanlis.
O, mutasavver, ‘asgari ücretli emekçinin’ sansi cok daha yuksektir; cunku, benim omrum oyle bir hedefe yonelmeme imkan tanimaz.
GENÇLER DEİZM TEHDİTİ ALTINDA İMİŞ
AKP’nin namlı mebuslarından Metin Külünk müthiş bir deizm korkusu içinde imiş. Bu konuda Sözcü gazetesinin 7 Nisan 2018 tarihli sayısında yayımlanan haber şöyle:
«Konya Milli Eğitim Müdürlüğü, geçtiğimiz günlerde ‘Gençlik ve İnanç’ konulu çalıştay düzenledi. Çalıştayda, imam hatip öğrencilerinin deizme kaydığı belirtildi. Benzer bir açıklama ise dün AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk’ten geldi. Kayseri’de, Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Kırşehir Şube Başkanlığı’nın düzenlediği ‘Büyük Türkiye İdeali’ adlı konferansta konuşan Külünk şunları söyledi: “Eğer tedbir almazsak bu milletin evlatlarını bekleyen tehlike; Kur’an’sız İslam, Peygambersiz Kur’an’dır. Daha ötesini söylüyorum, Allah’ın yeryüzünde hiçbir şeye karışmayacağını iddia ettikleri deizmdir. Her noktaya sirayet edecek tehlikenin farkında olun. Bu tehlikeyi fark etmezsek 10-15 yıl sonra bambaşka bir tehlikeyle karşı karşıya geleceğiz.”» [Salih GÜNER (DHA)]
Bu müthiş korku ifşaatını, bir süredir okuduğunuz “Demokrasisiz Halk” yazı dizisi dolayısıyla ele alamadım, erteledim. Kısmet bugünmüş. Ama bu AKP’nin korku verici, benim için umut verici olan gelişim yeni başladı. Kuşku yok ki giderek büyüyecek: Korkulan deizm nedir, yeni mi ortaya çıktı, bizim ülkede neden AKP iktidarında ortaya çıktı, çıkıyor; 1923-1950 döneminin azgın(!) laiklik döneminde böyle bir tehlike var mıydı; imam hatip öğrencilerinin benimseyip kaydığı “Deizm” bir tehlike midir? Bu sorulara şimdi yalın cevaplar arayacağız. Ama önce bir tanımını aktaralım:
«Evreni yaratan, işleyişi için doğa kanunlarını koyan, ayrıca insanlığa ve evrene müdahalede bulunmayan; doğruları keşfetmeleri için insanlara akıl veren bir Tanrıya duyulan inanç deizmi ifade etmektedir. Deistler genellikle bu doğrultuda evreni Tanrı tarafından tasarlanan, hareketi başlatılan; dışarıdan müdahale olmadan doğa kanunlarına uygun şekilde işleyen bir bütünlük olarak görme eğilimindedir. Kehanetlerin, mucizelerin, dinsel dogmaların, demagojilerin ve kaynağı ilahi ilan edilen dinlerin reddinden dolayı peygamberler, kutsal kitaplar, sevap, günâh, ibâdet, dua, vahiy, melek, cin, şeytan, cennet, cehennem, ahiret ve kader gibi kavramların bu inanışta yeri yoktur. Belirli bir öncüsü, merkezi bulunmaması sebebiyle deizmde ihtiyaç duyulan tek şey sağduyulu olmak ve her şeyi akıl süzgecinden geçirmektir.»[i]
Vikipedide yer alan ve tarafımdan denetlenmiş olan bu basit tanım doğrudur. Daha kestirmeden gidecek olursak: Deist denen kişi bir yaratıcı tanrıya inanır ama dinlere, dinlerin peygamberlerine ve kutsal kitaplarına inanmaz. Ancak başlangıçta bir dine, onun peygamberine, kutsal kitabına inanmış kişidir ve uygulamalara duyduğu tepki yüzünden deist olmuştur.Tepkinin büyük payı din kurumuna (kilise, sinagog, cami, tapınak örgütlerine ve ruhban sınıfına) karşı duyulan tepkidir. Ayrıca, dinin günümüz gerçekleriyle karşılaştığı çelişkiler de söz konusudur. Bu konuda daha fazla yazmak istemiyorum. Çünkü gereksinim duyarsanız okuyacağınız kitaplar var.
Şimdi gelelim yaptığı açıklama ve takındığı tavır ile din ve inanç komiserliğine özenen Metin Külünk efendiye ve avamî bir dille “Millet deist oluyorsa sana ne be efendi?” diye soralım. Kim ki Metin Külünk efendiye “Sana ne be!” der, sonuna kadar haklıdır. Çünkü bu çıkışmanın anayasal dayanağı vardır:
– Madde 24: Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. (Ve devamı).
– Madde 25: Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.
– Madde 26: Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. (Ve devamı).
Herkes, Anayasa’nın en azından bu üç maddesine dayanarak, Metin Külünk’ün yüzüne karşı “zort çekmek” ve yüzüne karşı “Yürrü kereste müdürü!” demek hakkına sahiptir.
Metin Külünk: “Eğer tedbir almazsak bu milletin evlatlarını bekleyen tehlike; Kur’an’sız İslam, Peygambersiz Kur’an’dır […] deizmdir” diyor.
Deizm de bir inançtır ve bu nedenle Anayasa’nın 24, 25 ve 26. maddelerinin koruması altındadır. Allah’a inanan kimse Müslüman, Musevî ve Hıristiyan oluyor da neden Deist olamasın? Anayasa’ya göre kimse Hz.Muhammed’e ve Kuran’a inanmak zorunda değil.Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Ateist de olabilirler. Bu, Metin Külünk’ü neden dertlendirip ilgilendirsin?
Bu türden Metin Külünkler, Cumhuriyet’in maddi ve manevî mamelekinin (patrimoine, mal, miras, kalıt) satılmasına, çarçur edilmesine ses çıkarmazlar ama kendi hadlerini aşan alanlarda racon keserler. Derler ya “Bu kafayla gidersen askere nah alırsın teskere!…” Sizin İslâmınız (yani Metin Külünklerin özel İslâmı) yenilgiye mahkûmdur efendi! Ülkenin madenlerinin, fabrikalarının, kamu mal ve şirketlerin, limanlarının, meralarının, otlaklarının, çayırlarının, ormanlarının, akarsularının yok pahasına ağyara (dost olmayanlar, yabancı kimseler, eller) satılmasına ses çıkartmayan sizin İslâmınız yıkılmaya mahkûmdur! Siz bu kafayla ülkenin kentlerini de satarsınız! Gerçek ve yurtsever bir Müslüman böyle bir ihanet ve utanca katlanamaz!
İslâm’ın kurulmasından sonra neler oldu evrende ve dünyada?
Paris’te ARTE televizyonunda milyonlarca yıl önceki Almanya’nın durumu hakkında bir belgesel seyrediyorum. Araştırmacılar taşları, kayaları bıçkı ile kalıp kalıp kesiyorlar. Buldukları kalıntılar arasında dağların oluşumu döneminden kalma kuş ve kertenkele, balık ve öteki deniz canlısı fosilleri var. Bu örneği son tanıklık olarak veriyorum. Yoksa Türkiye’deki dağlarda, taa Everest’te binlerce benzer örnek var. Bu örneklere göre bir soru: Tanrı dağları mı yoksa canlıları mı önce yarattı. Bu sorunun yanıtı kuşkusuz din öğrenimi gören çocuklar ve gençler için son derece önemlidir.
Sorduğum soruya Kaf Suresi’nin 38.ayeti cevap olabilir mi?
«Ve andolsun ki, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattık. Ve Bize (hiç) bir yorgunluk dokunmadı.” (50-Kaf-38)»
Güzel ve iyi de, bunca yöresel canlı fosillerini neden dağların bağrına kaktın? Bir program karışıklığı mı? Bilgisayar kullanan, televizyonlarda bilimsel belgesellere bakan her çocuk (en azından 13’ünden itibaren) Kaf 38’de istediği cevabı bulamaz ve Deistliğin ilk tohumları filizlenmeye başlar.
Yoksullar ve gençler için “Kurtuluş” konusunda, uzun sözün en kısası olarak: Yoksullar; dua ve sadaka yerine adalet, eşitlik, kardeşlik ve demokrasi istedikleri zaman siyasal bilinç oluşur.
Gençler, dünyanın yönetimini insan aklının egemenliğine bıraktığı zaman, vicdan ve inanç özgürlüğüne kavuşur. “Laik” bir dünya ve evren düzenini kabul ettiği zaman, vicdan ve inanç bunalımına girmez.
İslâmcı mıntıkanın en harbî âlim ve zalim muallimi Hayrettin Karaman “Zaruretler Yasakları Kaldırır” [ii] adlı yazısında bakın İslâmı nasıl güncelliyor:
[Hem cahil hem edepsiz olduğu yazdığından belli olan bir şahıs, bundan önceki yazımda “ihtiyacını başka türlü giderme imkânına sahip olmayan Müslümanın, ihtiyacı kadar faizli kredi alabileceğine” dair Hanefî fıkıh âlimlerinden naklettiğim hükmü bana yapıştırıyor ve gazetesinde resmimi de basarak, “Hoca coştu, faize fetva verdi” diyor. Aynı âlimler rüşvet vermeyi ve daha başka -normal hallerdeki- haramları da zaruret sayılan ihtiyaç sebebiyle caiz görüyorlar, bunları da nakletmiştim ama o -nedense- yalnızca faizi zikrediyor.
Bire insafsız ve edepsiz cahil, o yazıların ilkinde, senin gibilerin saptırmalarını engellemek için yazdığım şu satırları niçin okumazsın:
Önce şu hususu açık ve kesin olarak ifade etmek isterim ki, benim inancıma göre reel faizin azı da çoğu da haramdır, banka faizleri de İslâm’ın faiz yasağının kapsamı içindedir. Müslümanların vazifesi faizsiz banka, faizsiz kredi (karz-ı hasen), tekâfül sigortacılığı, faize bulaşmayan şirketler ve kooperatifler… oluşturarak, mevcut olanları destekleyerek ticareti, ekonomiyi ve karz ihtiyaçlarını faizden arındırmaktır.
Bunların bulunmadığı, bulunduğu halde yeterli olmadığı veya ihtiyaç sahibine cevap vermediği durumlarda Müslümanlar ne yapacaklar?
Lüks olmayan ihtiyaçlarını karşılamadan, sıkıntılara katlanarak hayatlarına devam mı edecekler, yoksa “ihtiyaçları zaruret sayan ve zaruretlerin haramları askıya aldığını bildiren” kuralı uygulayarak ruhsattan istifade mi edecekler?]
Hayrettin Karaman için kim «Hoca coştu, faize fetva verdi» diye yazdıysa çok haklı. Çünkü yazıda ve konuşmada yapılan alıntı ve verilen referansların tek amacı vardır: Kendi iddiasını kanıtlamak ve doğrulatmak. Hayrettin Karaman da Müslümanların «“ihtiyaçları zaruret sayan ve zaruretlerin haramları askıya aldığını bildiren” kuralı uygulayarak ruhsattan istifade edecekler» diyor. Yani “Faiz caizdir” diye fetva veriyor.
Hayrettin Karaman, yazısının bir yerinde alıntı yapıyor: «”Normal hallerde, yani devlet gelirlerinin giderleri karşıladığı durumlarda Müslümanların, zekâttan başka bir ödeme yükümlülükleri yoktur. Amme ihtiyacı ve menfâati gerektirdiği halde devletin malvarlığının belli bir harcama için yeterli olmaması halinde, durumu müsait olan Müslümanlardan vergi alınmasının caiz olduğunda ittifak edilmiştir. Bu hüküm, İslâm’ın getirdiği kardeşlik ve sosyal dayanışma esasları yanında “amme menfâatine riayet, mefsedeti defetmenin menfâati korumadan önce gelmesi, çok zararı defetmek için az zararın göze alınması, umûma ait zararı defetmek için husûsi zararın yüklenilmesi” kaidelerine bağlanmıştır (Kardâvi, Fıkhu’z-Zekât, s. 1073 vd.)» diyor.
Yani, bu alıntının tercümesi şu: “Normal hallerde” devlet hazinesi halktan alınan vergilerle dolar. Günümüzdeki gibi. Ama İslamî devlette halktan vergi almak anormal. Normal olan ise cihad seferlerinde ele geçen ganimet, esirler, yağma kaynaklı zenginliklerle hazineyi doldurmak. Esir ticareti yapmak. Bunları yapamayınca devlet zayıflar ve yıkılır. “Anormal haller” ise bunun tersi: Barış dönemi, küffarın memleketine sefer yapamamak hali.
Bir başka alıntı: [“Bir insan emir, ya da devlet başkanı nezdinde, bir işini tesviye etsin, düzeltsin, yoluna koysun, böylece meşrû olan bir menfâati elde etsin ve bir zarardan kurtulsun diye, bu maksatla, birine rüşvet verse bu caiz midir?”
Cevap: “Alana haramdır, verene caizdir” (İbn Nüceym, Risâle fi’r-Rüşve, Mecmuâ, s. 112, 115).
«Bakın rüşvetle ilgili hadisten hareket ettik, bu noktaya geldik. Şunu bir daha tekrarlıyorum: Burada emirin, valinin veya sultanın, rüşvetinizle sizin evrakınıza imza atması, size isteğinizi vermesi, istediğiniz emri çıkarması hadisesi vukua gelmezse, siz hemen bir haftada veya 24 saat içinde ölmezsiniz; ama meşrû bir menfaat elinizden gider ve siz artık ondan istifade edemezsiniz. Edemeyince, demek ki, fıkıh bunu bir zarûret olarak kabul ediyor ve bundan dolayı rüşvet verirsin diyor. Bu senin için caizdir. Ama karşı taraf için haramdır. İşte önemli özel veya amme ihtiyacını gidermek için faiz vererek kredi temini de böyledir; günahı, başka türlü, mesela ortaklık yoluyla sermaye vermeyen yüklenir.”[iii]»
“Tunuslu Muhammed Tahir b. Aşûr’un (merhum), özellikle içtimai ihtiyaca (genel zarûret ve ihtiyaca) dikkat çekmek üzere yaptığı bir tasnifi göz önüne almak faydalı olacaktır.
İbn Âşûr’a göre fukahâ, zarûretin ferdlere ait ve geçici olan çeşidi üzerinde durmuş, örneklerini de bu çeşitten seçmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan “…darda kalana (zarûrete düşene) başkasının payına el uzatmamak ve gerekli miktarı aşmamak üzere (haramı yemek ve ondan faydalanmakta) günah yoktur” (Bakara: 2/173) meâlindeki âyet, geçici ve özel olan zarûretlerle ilgilidir.
Bazı örnekler:
1-Erkeklere ipek giymek haramdır; deri hastalığı çeken ve pamuklu vb. gömlek giydiği takdirde rahatsız olanların ipek iç gömleği giymeleri caiz görülmüştür (Buhârî, Cihad, 91; Libas, 29; İbn Nüceym, el-Eşbâh, c. I, s. 110).
2-Yalan söylemek haramdır; fakat arabulmak, mal ve cana yönelen haksız bir zararı önlemek vb. ihtiyaçlarla yalan söylenmesine cevaz verilmiştir.
3-Genel kaide, “alması haram olan bir şeyin vermesi de haram ve yasaktır” şeklindedir (Mecelle, md. 34). Ancak ihtiyaç sebebiyle; yani ihtiyacı başka türlü gidermek mümkün olmadığı yahut güçlük bulunduğu zaman, alınması haram olan bazı şeylerin verilmesi caiz görülmüştür. Yukarıda zikredilen rüşvet buna bir örnektir. Ayrıca gasp etmek haram olduğu halde bir şahıs, bir çocuğun malına zorla el koysa (gasp etse), çocuğun vasisi, bu malın bir kısmını gasp edene bırakmak suretiyle geri kalanını kurtarabilir (İbn Nüceym, s. 189). Mecelle şârihi bu ruhsatı, “zarûretler yasakları mübah kılar” kaidesine bağlamak suretiyle “ihtiyacın zarûret gibi değerlendirildiğini” açıkça ifade etmiştir (Durar, c. I, s. 91).
El-Eşbâh şârihi Hamevî, “Önemli ihtiyaç sebebiyle kredi arayan kişi bulamadığı takdirde faiz ödeyerek ödünç para alabilir” şeklinde ifade ettiği ruhsatı da yukarıdaki kaideye bağlamıştır. Bu örnekte faiz “alana haram, verene ihtiyaç sebebiyle caizdir” (c. I, s. 189).
4-Evlenmesinin iyileşmesini sağlayacağı umulan akıl hastasının bir defaya mahsus olmak üzere evlenmesi caiz ve sahih görülmüştür (İbn Nüceym, s. 119).”[iv]]
Bu okuduğunuz zırvaların tamamı bir din adamının tek başına verdiği fetvaya (görüşe) dayanıyor. Günümüzde fetva tek kişinin, tek adamın, başyücenin, despotun, diktatörün yaptığı yasa anlamına gelir. Böyle bir durumu, böyle bir yetkiye muhatap olmayı günümüzde (kullaşmadan) kim kabul eder? Hayrettin Karaman, yaptığı alıntılarla eski fetvaları güncelleştiriyor. Dine göre faiz caiz değil ama fetvacılar bir yolunu buluyor. Bireylerin fetva verdiği bir yerde TBMM fetva niyetine yasa çıkartamaz mı? 2018 yılında “fetva”dan söz etmek çılgınlıktır. Böyle bir durumda gençler elbette deist olur, bundan sonrası ateizmdir.
Tevrat ve Kuran’ın dünyanın oluşumuyla ilgili ayetleri bilimsel açıdan geçersizdir. Yalana dolana göz yuman ayetleri ise onur kırıcı ve sinir bozucudur. Derleme ve saptırılmış hadislere inanmak pek mümkün değil. Her önüne gelenin günümüz olay ve olguları için, özel yorumlarına ve sahihliği kuşkulu hadislere dayanarak fetva vermesi kabul edilemez. Bu laubalilikler karşısında günümüz gençleri deist ya da ateist olmayıp da ne yapsın.
Huzur dini olduğu iddia edilen İslâm, çağının dışında düşünüp yaşayan mürtecinin elinde siyasallaştıkça huzuru yok eder, ediyor. Bu nedenle, AKP’nin devr-i saadetinde(!) Türkiye toplumu giderek yozlaşıyor ve huzursuz bir topluluk oluyor. Oluyor da ne, çoktan oldu!
Türkiye toplumu deistler, ateistler sayesinde komadan çıkar, dengesini bulur, sağlığını kazanır, hapishaneler boşalır. Aranızdan biri bu yazımı Hayrettin Karaman’a göndersin lütfen.
ÖZDEMİR İNCE
30 MAYIS 2018
http://ozdemirince.com/gencler-deizm-tehditi-altinda-imis/
yaşadığım şehirde bahçeli-müstakil tek bir ev kalmadı.
en azı 3 katlı bir sürü apartman.
kedi, köpek beslemek hayal.
çevredeki küçümen ilçelerde, köylerde ev aradım.
bir çobani köpeğim, bir yorkşahr köpeğim, bir maltizim, 2 enikli bir kedim var. (son bahçeli evlerden birindeydim ve onu da mütahite verdiler.)
ben ne yapacağım, nereye gideceğim?
bana çingene mahallesi olan bir şehir söyleyin; ancak orada bir ev bulabilirim.
Yukaridaki “Siz, buna cevap mi diyorsunuz?” diye baslayan cevabim yanlislikla anonim gitmis. Bana aittir.
“ben ne yapacağım, nereye gideceğim?”
Benzer bir sorun ile ben de karsi karsiyayim.
Ucuz bir cozumu yok, malesef.
Ya sehir-koy kesisiminde bir yer bakacaksiniz. Ki, bunun da maliyeti basta ulasim olmak uzere, diger mahrumiyetler cinsinden oluyor.
Ya da, sansiniz varsa, sit alani oldugu icin insaat yapilamayan bir yer bulacaksiniz. Boyle yerler vardir eminim, ama, nerelerde oldugunu bilmiyorum.
Düzeltildi.
Necip sen, (özetle) Anadolu oligarşisinin, Balkan oligarşisinin yıllar boyu uyguladığı ötekileştirmenin aynısını veya benzerini uygulaması durumunda kendi ayağına kurşun sıkacağı, kovmaya çalıştığı ötekileştirmeyi bizzat kendisinin başkalarına karşı girişmesinin kendileri için iyi olmayacağını söylemiştin. Balkan oligarşisinin izlediği çizgiyi Anadolu oligarşisinin izlememesi gerektiğini, bunu bir temenni olarak değil tespit olarak yazdığını da belirtmiştin.
Burada mesele kişi ismi değil. Bir kişinin fiili nedeniyle,
a) Başına gelen soruşturmanın [ve muhtemel cezanın] gerekçelerini,
b) Böyle bir soruşturmanın [ve muhtemel cezanın] Anadolu oligarşisinin devam ettirdiği ‘ötekileştirmeyi’ körükleyip körüklemediğini sana soruyorum.
Fiil: Bir kişi, dinle ilgili, toplumun genelinin rağbet göstermeyebileceği olasılığı yüksek olduğuna inanılan bir söz, cümle ortaya koydu.
Soruşturma gerekçesi: ‘Halkın dini değerlerini aşağılamak’ ifadesi ne demek, bu değerleri belirleyen, tasnif eden kişi ve kurumların isimleri nedir? Bu ifade, soruşturma açmak ve cezai müeyyide uygulamak için gerekçe gösterilebilir mi?
Berna Laçin isimli, mesleği oyunculuk olduğu söylenen bir kişi var.
Bu kişi twitter adresinde şunu yazmış:
#idam çözüm olsaydı
Medine toprakları tecavüzde rekor kırmazdı!
Konuşturmayın şimdi beni!
Bırakın artık bilim insanları, nörologlar,psikiyatrlar, psikologlar,toplum bilimciler ,hukukçular el birliği verip çare üretsin.
Devlet, tribün sesleriyle toplum inşaa etmez!
Bu yazdıklarına karşı soruşturma açılmış:
İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı: 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesi uyarınca işin gerçeğini araştırmak üzere adı geçen hakkında, ‘halkın dini değerlerini aşağılama’ suçundan soruşturma başlatılmıştır.
Gün abi,
Türkiyeli anarşistlerin somut, elle tutulur bir devrim stratejisi var mı? Varsa bu konuda yazılmış bir kaynak gösterebilir misin? Yoksa onlar bu meseleyi “kervan yolda düzülür” mantığıyla mı geçiştiriyorlar?
benim ekitap var: Anarşizme Kenar Notları. Propaganda Yayınları
Osmanlı, 29 Ekim Devrimi, 24 Haziran Karşı-Devrimi
İdealize edilen “Cumhuriyet”ten önce sadece “astığı astık kestiği kestik” padişahlar mı vardı söylendiği gibi?
“Osmanlı saltanatının 16.cı yüzyıl ortalarını izleyen son 370 yıllık döneminde, şahsi istibdat (otokrasi) örneklerine çok ender rastlanır. Kısa sürede hüsran ve idamla sonuçlanan bir-iki istisna (Genç Osman, belki III. Ahmet ve III. Selim) dışında, kurumsal dengeleri başarıyla altederek mutlak kişisel iktidarlarını kurabilen hükümdarların sayısı üçü geçmez: IV. Murat, II. Mahmud ve II. Abdülhamid. Bunlardan gerçek anlamda bir zulüm ve terör düzeni getiren ise sadece birincisidir. Konuyu doğru bir perspektife oturtabilmek açısından ayrıca hatırlatmakta yarar vardır ki, örneğin Abdülhamid’in 32 yıllık istibdadı sırasında siyasi nedenle idam veya katl edilen iki kişi (Mithat ve Mahmut Celaleddin Paşalar) varken, Cumhuriyetin sadece ilk on yılı için bu rakam en az birkaç yüz düzeyindedir.
[…]
Osmanlı hükümdarları, Batılı meslekdaşları gibi sağlam ve tartışmasız bir otoriteye hiçbir zaman sahip olamamışlardır. 16.cı yüzyıl sonrası padişahların yarıdan fazlası darbe ile devrilmiştir; aralarında hayaları sıkılarak linç edilenler (II. Osman), cariyelerin feryatları arasında bıçaklanıp boğazlananlar (III. Selim), hücresinde makasla bilekleri kesilenler (Abdülaziz) vardır. Saltanatın yalnızca son yüzyirmi yılında, dokuz padişahın altısı (III. Selim, IV. Mustafa, Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamid, Vahdettin) sivil veya askeri ayaklanmalar sonucu tahttan indirilmişlerdir; bunlardan üçü katledilmiş, ikisi ölünceye kadar hapsedilmiş, biri yurt dışına kaçmaya mecbur kalmıştır.
[…]
Abdülhamid-sonrası kuşağın ilk temsilcisi olan Abdülmecid Efendi (son halife), yabana atılmayacak ölçüde modern düşünceli ve kültürlü bir zattır. Milli Mücadeleyi başından itibaren desteklemiştir. Batı tarzında iyi bir ressamdır (İslam halifesi sıfatını taşıyacak biri için bu husus özellikle ilgiye değer!). Oğlu Ömer Faruk Efendi, Osmanlı hanedanı tarihinde ilk kez Batı’da – Viyana’nın ünlü Theresianum akademisinde – eğitim görmüş, Prusya ordusunda subay olarak yetişmiştir. Kişisel zerafet ve kültür açılarından, Milli Mücadele liderlerinin pek çoğunu gölgede bırakır.”
https://nisanyan.com/?s=soru-12
“Unutmamak gerekir ki son devir Osmanlı padişahlarının normal rolü – bir tek Abdülhamid istisna edilirse – bir çeşit siyaset-üstü devlet başkanlığını oynamaktan ibaret kalmıştır. Bir Abdülmecid veya Abdülaziz’in gerçek siyasi konumu, günümüzdeki cumhurbaşkanlarından pek farklı değildir. 1922’de Vahdettin’i bertaraf ederek yeni rejimi tasarlama aşamasına gelen milliyetçi şeflerin aklındaki ideal model ise, herhalde İttihat ve Terakki günlerinin etliye-sütlüye karışmayan Sultan Reşat modeli olmalıdır.
[…]
Tek Parti devletinde parti umumi reisliği, önemsiz bir makam değildir. Gerek 1927 (20-23.cü maddeler) gerekse 1931 tüzüğü (18.-20.ci maddeler) uyarınca, “Fırka namına söz söylemek selahiyetini ancak umumi reis haizdir.” Umumi reis ile onun re’sen seçtiği ve azlettiği bir başkan yardımcısı ve bir genel sekreterden oluşan üç kişilik Parti Başkanlık Divanı, “Büyük Millet Meclisi intihabını [seçimini] idare ve Fırkanın mebus namzetlerini tesbit eder.” Milletvekili adayları, “umumi reis tarafından ilan olunur.”
Bir başka deyimle CHP tüzüğü, devletin en üst egemenlik organı olan TBMM seçimlerini “yönetmek” ve Meclis üyelerini belirlemek hakkını, geri alınmaz ve değişmez bir şekilde, Mustafa Kemal’e (ve onun istediği gibi seçip azledebildiği iki kişiye) bırakmaktadır.
Tarihte hiçbir Osmanlı padişahının mebusan meclisi üyelerini belirlemek yetkisine sahip olmadığı hatırlanmalıdır. Ayan meclisinde (senatoda) ise padişahın atama yetkisi var, fakat azil yetkisi yoktur. İşin veraset yönü bir yana bırakılırsa, Osmanlı saltanatı ile Tek Parti cumhurbaşkanlığı arasında hangisinin “monarşi” tanımına daha fazla girdiği, tartışılmaya değer bir konudur.”
https://nisanyan.com/?s=soru-10
“1876 Kanun-u Esasisi, İslam ülkeleri tarihinin ilk yazılı anayasasıdır. Bu anayasaya göre seçilen Osmanlı Meclis-i Mebusanı da, herhangi bir İslam ülkesinde toplanan modern anlamda ilk parlamentodur.
Kıyaslamak açısından belirtelim ki, o dönemde Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden biri olan Avusturya-Macaristan imparatorluğu ilk genel parlamentosuna 1867’de (Türkiye’den sadece 9 yıl önce) kavuşmuştur. Rusya’da ilk parlamento 1905’te (Türkiye’den 29 yıl sonra) kurulacaktır. Mısır’da 1878’de kurulan meclis gerçi Türkiye’ninkinden daha kalıcı olmuştur. Buna karşılık İran’da ilk yasama meclisi 1906’da kurulacak, bu meclis de kısa bir süre içinde ülkenin kaosa yuvarlanmasıyla etkinliğini yitirecek ve ortadan kalkacaktır.
1908’den itibaren Türkiye, aktif, ciddi ve en azından 1912’ye dek bir hayli özgür bir parlamentoya sahip olmuştur. Büyük Millet Meclisi’nin Tek Parti tahakkümüne teslim olduğu 1923 yılı öncesinde Türkiye, İslam aleminde işler bir parlamentoya sahip olan iki bağımsız ülkeden biridir (öteki Arnavutluk).”
https://nisanyan.com/?s=soru-17
https://demirden-kapilar.blogspot.com/2018/06/secimler-ve-sonras-uzerine-chp-basarl.html
Hitap ve muhatap alınış şeklinden rahatsızlık duymanız dışında, kendince karşı tarafı tahkir etmeye çalışan espri gayretleri ile dolu, esas sorulardan yine kaçtığınız, bir cevap vermişsiniz. Sizin çok sevdiğiniz bir hitap tarzı ile başlayarak, İstediğiniz gibi cümle altlarına yazarak yanıtlamaya çalışayım.
Eyyyyyyyy Necip;
“Siz, buna cevap mi diyorsunuz? Klasik bir asker mektubu gibi; ’emmimgillere selam; annemgillere-babam hurmet iderum’ turunden tugla gibi bir yazi.” diye yazmışsınız
Öncelikle Asker mektupları duygusal metinlerdir. Sıla, Anne-Baba özlemi taşır. Teskere ile gelecek özgür günlerin beklentisini taşır, hissettirir. Benimde ülkem için özgür ve demokratik günler özlemimin, sizde bir olumlu aksülamel yaratmaması çok doğal. Aynı heyecanları paylaşmıyoruz, en temel konularda bile aynı endişeleri duymuyoruz sizinle. Bu nedenle muhatabı çoğullaştırıp düşüncelerimi yazmıştım. Siz size uygun olan yerlerini alırsınız diye düşünerek… Toptancı red sizin tercihiniz ve alışık olduğunuz bir kolaylık(kaçış) olmuş sanırım.
“Cevaben yazdığın Diyalog ve anlama çabası güzel bir başlık ama birbirine bu kadar zıt fikirlerle, sadece kendi inandıklarımızı tekrar etmemiz, yazışmayı muhataplı birmonolog haline çeviriyor. Size, ‘muhalif’ sifatinin tekelini kim verdiyse, size tavsiyem, karsiliginda ne verdiyseniz onu geri istemeniz. Sonra da, sizin dediklerinize de baskalarinin ‘muhalif’ olabilceceklerine kendinizi alistirmanizi oneriyorum.”
Sizin düşündüğünüz gibi kimsenin kimseye muhaliflik sıfatı vermesine bu konuda tekel oluşturmasına gerek yok. Hele bu ülkede(sanırım hiç olmadığınızdan olsa gerek); sağcı ve/veya solcu herhangi bir muhalifin ödüllendirildiği çok fazla görülmemiştir. En çokta geldiğimiz aşamada… bu konuda tekel oluşturmak bir yana yelpazeyi sonuna kadar açtık.
Sanırım farkında değilsiniz. Hayır Bloku oluşturabilmek ve/veya ortak zemin yakalamak adına; en azından parlementer sistemin devamı ve tek adam rejimine karşı olmak, çevre duyarlılığı- kadın-çocuk-hayvan hakları başlığı altında birleşmek bile muhalif olmak açısından yeterli olabiliyor. En azından diyalog için, özgürlükleri genişletmek için.
Benim dediklerime muhalif olmanız sorun değil benim açımdan. Bu yeni birşey de değil zaten. Bu ülke sizin tarzınızda insanlar sayesinde iktidara değil muhalefete “muhalefet” yapan garabet bir yöntemin patentli sahibi oldu. Onun için sizin 16 yıldır her haliyle muktedir bir iktidar mevcutken “yaptılarsa da tam hakim olmadıklarından yaptılar” , “isteyerek yapmamışlardır” gibi yaftalamalarla varsa yoksa kemalist döneme, Rumeli kadrolarına sallayarak kendinizi tatmin etmenizi de kabullenmek ve/veya adil bulmak zorunda değilim sanırım.
“Ben, sizin yazdiklariniza, yazdiklarinizin hemen altina, kendi goruslerimi yaziyorum –yani, diyalog olsun diye gayret ediyorum–; fakat, siz bunu yapMAmak bir yana, asagida da acikca soylediginiz uzere, beni ‘ben’ olrarak muhatap alMAyip, cogullastirarak –butun gunah ve kotulukleri tasidigini dusundugunuz bir kitleye katarak– otekilestiriyorsunuz.Yok. Boyle diyaloig filan olmaz.”
Karşılığını vermeniz ve aynı yöntemle cevaplamanız koşuluyla bende aşağıdaki sorularımın cevaplarını alayım lütfen? Ya da isterseniz cevap yazmayın siz bilirsiniz benimki sadece yöntem beklentisi ve merak.
“Sizin, gunah kecilerinizin surusunde ben yokum.Ben, sadece, bana hitaben yazilmis bir kec seye cevap verecegim.” demişsiniz
“Selanik” , “Kibirli Solculuk”, “Ölüme aşık 68’liler” derken genelleme yaparken herhangi bir sıkıntı görmeyip aynı yöntemle, önemli sıfatlarla payeler vererek savunduğunuz, yücelttiğiniz iktidarla bir tutulunca, sürüden ayrılma gayretiniz fazlaca köylü kurnazı bir tutum kanaatime göre… Küçükken kendinize yapılmasını istemediğiniz bir davranışı karşındakine yapmayın diye öğretmemişler sanırım size 🙂
“Şiiri sevmezsin” Siir sevmez soylemisler hakkinda; eylemisler Necip’e buhtan buhtan ustune..Sizin anlamaniza yardimci olsun diye soyle bir seyler yazmistim: Omletini begendigim yumurtayi yumurtlayan tavugu yuceltmek aliskanligim da yok.Evet. Aynen oyle.‘Salkim Sogut’, ‘Karli Kayin Ormani’ vb gibi bir iki siirini begeniyor olmam, benim, Nazim Hikmet’e tapinmami gerektirmiyor.
Buna ek olarak ilk yazınızın alıntısı da şu
“Ve, gidip, SSCB’ye teslim olmus garibim. Karin tokluguna ve ilhamsiz seyler yazip hayatta kalmaga calisarak.”
Bakın çok sevdiğiniz Karlı Kayın Ormanı’nı 14 Mart 1956da yazmıştır mesela Nazım. Tam da karın tokluğuna ilhamsız şeyler yazıp hayata kalmaya çalıştığı gariban bulduğunuz dönemde sizi en çok etkileyen iki şiirinden birini yazmayı başarmış. İlk aklınıza gelen iki şiirinden biri olduğuna göre yorumlarınız ile beğenileriniz çok örtüşmüyor sanırım. Artık “tavuğa” biraz daha saygı duyarsınız belki.
Bundan sonrası benle ilgili değil kısmı da tam bir kaçış örneği…
Önceki yazılarınızda yazdığınız ve hiçbir objektif değerlendirme yap(a)madığınız fikrine varmamı sağlayacak cevaplarınızdan devam edelim, beyhude de olsa karşı yanıt bekleyerek:
“Güncel ol Necip kendi 5816’nızı yarattınız SCH’likleri istatistiklerine bak Cumhurbaşkanlığına Hakaretten kaç tutuklu, kaç hükümlü var.Ehem-muhim meselesi. Bu bir.
Ikincisi, bir makama hakaret filanin suc sayilmasi baska, kisiyi ozel kanunla ilanihaye koruma altina almak baska.”
Son altı yılda TCK.299’dan açılan 2 bin 673 davanın 1505’i karara bağlanırken bunlardan sadece 280’inde beraat kararı çıktı. Sadece 2015 yılında 238 kişi cumhurbaşkanına hakaretten ceza alırken, 151 kişi hakkında verilen cezanın açıklanması geri bırakıldı. Sadece 120 davada beraat kararı verildi. Cumhurbaşkanının avukatlarının referandum sonrası ağustos ayında geri çektiği şikayet sayısı 4 bin. Derdest dosyaların haricinde ve ek bir istatistik. Ortada makamı değil şahsı koruyan bir hukuk uygulaması olduğu, yaşanan hukuki pratik açısından çok sarih. Siz bu uygulamayı açıktan savunurken, 5816 rahatsızlığını dile getirince bende hiçbir inandırıcılık ve samimiyet algısı yaratmıyorsunuz maalesef. Herhalde benimde bunu söylemek hakkım vardır. Yoksa bir hukukçu olarak bilmediğim seni koruyan ve seni eleştirilmez kılan bir yasa veya khk mı çıktı. Son günlerde takip edilemiyor da…
Bakın bu soruma cevap vermemişsiniz?
“Ya Necip sen nasıl kapitalistsin. Bir savcılık talebi ve bir sulh ceza hakimliği kararı ile mülkiyet hakkının ortadan kaldırılabildiği, el değiştirebildiği bir ortamda, “terör finansmanı” düzenlemesinin arkasına sığınılarak babadan bağlanan emekli maaşlarına, 100 yıllık veraset mallarına dahi el konulabildiği bir ortamda mülkiyet güvenliği konusunda ne düşünüyorsun onu söyle. Anladık İşçiye, kadına, çocuğa, hayvana, çevreciye hak vermeyeceksin de. Evrensel Burjuva hukuk sisteminin tanıdığı güvencelerden bile yoksun olmak nasıl bir duygu bir kapitalist için. Özel ve/veya Kamu mülklerini yağmalamanın karşı konulamaz cazibesi mi birleştirdi yoksa senin 24 haziran devrimcilerini aynı potada… Ne de olsa geçmişten gelen tecrübe ile dolu bir bagajları var, senin eşraf ve esnaf kardeşlerin… Bütün bu süslü laflarının dışında körlüğünüzün nedeni bu olabilir mi?”
Sağ görüşlü İŞVEREN bir insan olarak bugünkü iktidar sürecinin mülkiyet güvenliğini getirdiği nokta konusunda memnuniyetiniz veya görüşleriniz nedir?
Kadın cinayetleri, hakları konusunda geri gitmediğimiz fikrindesiniz. Oysa istatistikler daha önce söylediğim gibi sizi yalanlıyor. Devlet erkini kullanan iktidarın önleme sorumluluğunu herhalde tartışmayız.(Önleme sorumluluğu Selaniklilerde falan demeyecekseniz). O zaman bu aşağıdaki tamamı baro raporlarından alınmış bir önceki yıllara göre %380 artışı ve istatistikleri nereye koyuyorsunuz. 24 Haziran devriminden büyük beklentileriniz olduğuna göre bu konuda bize umut vereceğiniz olumlu beklentiniz nedir?
“Son beş yılda öldürülen kadınlardan 608’inin faili kocası veya eski kocasıydı. 161’inin faili erkek arkadaşı veya eski erkek arkadaşıydı. 213’ünün faili ailedeki erkekler (babası, oğlu, erkek kardeşi, damadı, kayınpederi) veya akrabasıydı. Erkeklerin kadınları öldürmek için öne sürdüğü bahaneler ise şöyle: Aldatılma şüphesi, barışma isteğinin reddi, kadının ayrılma ya da boşanma isteği ve “namus ya da töre”. Ve 1134 cinayetin; 217‘sinde kadına yönelik sistematik şiddet, taciz veya tehdit vardı. 141’i şiddet ve taciz karşısında kadınların, güvenlikleri için resmi bir kuruma başvurmasına rağmen yaşandı.234 cinayet, ayrılık veya boşanma sürecinde işlendi.1134 cinayetin 676’sı çiftlerden birine ait veya ortak evde ya da kadın veya erkeğin ailesinin evinde gerçekleşti.225 cinayet, kamuya açık alanda yaşandı. Kadının işyeri ve evin önünde gerçekleşen cinayetler ise erkeğin kadını takibini içeren planlı cinayetlerdi” Bu istatistiklere hastahanede ölenler dahil değil. 16 Yılda yaratılan Yeni Türkiye kültür kodlarının bunda etkisi var mı sence? Yasa koyucunun ve yasa uygulayıcıların paylarını nasıl görüyorsun. Zira aynı kişiler daha da güçlü şekilde yönetmeye devam edecekler ülkeyi?
Çocuklara ilişkin suçlarda iktidarın geçmiş kanun teklifi engellemeleri sicilini bir yana bırakırsak, son on yılda yaşanan olağanüstü artış hızı karşısında, teveccüh gösterdiğiniz devrim geçmiş 16 yıl pratikle sizce nasıl bir farklılık getirebilir? Buradaki istatistikleri istiyorsanız onları da yazabilirim ama okumayı bile insanın yüreği kaldırmıyor inanın…
İçişleri bakanının 24 haziran sonrası ilk icraat olarak HDP eş başkanını ikrarlı şekilde tehdit etmesini, şehit cenazelerindeki protokol düzenleme azmini nasıl değerlendiriyorsunuz. Kurtulduğunuz Balkan İktidarına göre size daha olumlu, daha demokratik hissettiren açıklamalar mı? Daha önce yazdım. Sizin muteber kabul edeceğiniz kaynaklardan alınmış bir istatistik: 2002 yılı terörden kaynaklı ölen güvenlik gücü sayısı 7 vatandaş sayısı 7. 2017 Yılı ölen güvenlik gücü sayısı 293 vatandaş sayısı artık verilmiyor. 2013 yılından beri ayrı istatistik tutuluyor. Bu rakamlara sınır ötesinde hayatını kaybedenler, düşmandan ölenler dahil değil… 24 Haziran Devrimi neticesinde bu “güvenlik sorununun” çözümü konusunda seni umutlu kılan bir beklentin var mı?
Ekonomi her yönden çuvallıyor. Kamuda Kemal Derviş uygulamalarının meyvelerini topladıkları dönem haricinde sağ politikalar açısından bile tamamen yanlış yönetilen bir kamu maliyesi mevcut. Diğer yazılarında atıf yaptığın 24 Haziranla özdeş Anadolu kaplanlarının üretimdeki payı, büyüklüğü, sanayideki sıralaması, marka değeri, patent buluş sıralaması da eski Türkiye diye tabir ettiğin burjuvazi ile mukayese edildiğinde istatistiki gerçeklerle örtüşmüyor. İSO ilk 500(2016-2017) aşağıda
http://www.iso500.org.tr/500-buyuk-sanayi-kurulusu/2017/
Diğer verileride TPE ve bağlı sitelerden teyit edebilirsin.
Kısaca “24 Haziran’ı” en büyük devrim ilan ederek bütün bu tartışmalara-yazışmalara sebep oldunuz. Bu bağlamda senle diyaloğa giren biri olarak 24 HAZİRAN DEVRİMİ tanımı yapan Necipten “devrimin” kerametini, “devrimden” beklentilerini öğrenmeye çalışmak çabası sadece benimkisi.
Not: Devrim kelimesinin de hiç bu kadar ucuz ve kötü kullanıldığını hissetmemiştim sayende öğrenmiş oldum
Hosunuza gidecek seyler soyleMEmek ihtimalimin oldugunu bile bile bu soruyu sordugunuzu umuyorum.
“Fiil: Bir kişi, dinle ilgili, toplumun genelinin rağbet göstermeyebileceği olasılığı yüksek olduğuna inanılan bir söz, cümle ortaya koydu.”
Yok. Oyle soylerseniz yeterince genellestirmemis olursunuz.
Onun yerine, ‘Fiil: Bir kişi, toplumun genelinin rağbet göstermeyebileceği olasılığı yüksek olduğuna inanılan bir söz, cümle ortaya koydu.’ deseydiniz cok daha kapsayici olurdu.
“Soruşturma gerekçesi: ‘Halkın dini değerlerini aşağılamak’ ifadesi ne demek, bu değerleri belirleyen, tasnif eden kişi ve kurumların isimleri nedir?”
Boyle bir kurum (resmi anlamda, kurum) yoktur. Ortaya cikan tepkiye bakilarak /varmis/ gibi davranilir.
“Bu ifade, soruşturma açmak ve cezai müeyyide uygulamak için gerekçe gösterilebilir mi?”
Kimin, nerede ve nasil soyledigine bagli olarak degisir.
“Berna Laçin isimli, mesleği oyunculuk olduğu söylenen bir kişi var.”
Hatirliyorum. Vakt -i zamaninda spikerlik yapan, onune uzatilmis metinleri okuyan, dislek sarisin bimbodan bahsediyorsunuz zannedersem.
Daha sonralari da, anlasilan, ‘onune uzatilmis metinleri okuyan’liktran ‘onune uzatilmis metinleri ezberleyip tekrarlayan’ olmus –buna tiyatro diyoruz. Bunu yapanlar ‘sanatci’ diye de yutturuldugu gibi, ‘aydin’ filan da dendigi de gorulur. Her ikisi de degildirler, bence.
“Medine toprakları tecavüzde rekor kırmazdı!
Konuşturmayın şimdi beni!”
Ben, aksine, hanimfendiyi konusturmak isterdim. Konu hakkinda ne gibi bir bilgisinin olldugunu merak ediyorum –aslinda pek de etmiyorum, cunku bilgiden yola cikarak konustugunu dusunmuyorum.
Fakat, icimizde bu konuda gercekten bilgisi olan varsa, lutfen beni de aydinlatsin:
Medine topraklari ne zaman tecavuzde rekor kirdi?
Eldeki kayitlar nelerdir?
“Devlet, tribün sesleriyle toplum inşaa etmez!” diye buyurmus cok bilmis hanimefendi?
Devlet, halkin/ahalinin, sesine kulak filan vermez; onun yerine bir kac murekkep yalamis teknotratin dediklerini mi uygularmis?
“Bu yazdıklarına karşı soruşturma açılmış:”
Birsey cikacagi yok.
Ama, hep derim ya, ksnunda suc olarak tanimlanmadigi halde, aptalligin cezalandirilmasi gerekir –cezalandirilir da.
Hasb el kader meshur olmuslarin (ki, bunlara ‘celebrity’ de diyoruz), kendilerini birsey sanmalarina birsey diyemem; ama, onlari birsey sayip laflarindan etkilenenlerin varligi da bir gercek.
O ‘etkilenen’ler arasinda ters bulanlar da olabilir.
Onlarin tekilerini dikkate almaksizin, sanki kendi mahallesindeymiscesine, ipe sapa gelmez seyleri soyleyenlerin aptalligidir, evet, cezalandirilmalarina yol acmak ihtimalini buyuten.
Savcilik sorusturmasi, aslinda, bu kotu ihtimali bertaraf etmek icindir ve hanimefendiyi kollamak amacina hizmet eder –o hic boyle bilmeyecekse de.
“Düzeltildi.”
Dalginliktan kaynaklansa da, kabahat bendeydi.
Duzlettiginiz icin, tesekkur ederim.
Yaşasın 4 Temmuz Devrimi!
Artık 4 Temmuz sadece Amerika’nın değil, Dünya’nın Kurtuluş Günü’dür!
“Sağ”lı “Sol”lu “Kurtuluş”lar
Kurtuluş Cephesi: Sol
Kurtuluş Günü: Sağ
https://demokrasiicinbirlik.com/2018/07/04/urfadan-secim-manzaralari/
Birikim: Benim Birikim Blues, Hangi Birikim?
Önsöz: “bir rönesansın peşinden koşan sağ cenahtaki C.”
Aman allahım ne kadar kibar bu herifler! Yoksa aynaya bakıp kendi kendilerini mi görmüşler. Aynada sol sağ olmuş ama “araştırmacı ve düşünürler” değişmemiş.
Benim Birikim Blues
Evvel zaman içinde Avrupa zenginliği göz kamaştırır iken, Türkiye daha da zengin olmada ve daha da kalabalık mavi gözlü sarışın bir orta sınıf yaratma yolunda dev adımlarla ilerler iken, Türkiye AB kapısında “biz de mavi gözlü sarışınız” derken, ben şimdiki kadar enayi iken, cin gibi bir anarşistle bu dergiye Avrupa hakkında bir yazı gönderdik. Avrupa, her iyi bakımlı moruk gibi, dışı cici bici içi çürük, insanları bunalım içinde serseme dönmüş ve benzeri fikirler dile getirdik. Tabii bu arada hepsinin yanlış olduğu belli oldu. Şimdi daha da fazla insanlar süt ve bal diyarı Avrupa’ya kapak atmak istiyorlar. Hata bendeydi ve hâlâ aynı hata içindeyim. Avrupa süslerini bir tarafa atıp TEK ALLAH’A açık açık tapan Amerika’da büyüdüm diyebilirim. Gerçi Avrupa da süsleri Thatcher ile atıp aynı yolu tuttu ama o başka bir hikaye. Zaten Amerika’nın iftiharı mavi gözlü sarışın olma ırkçılığı ve olmayanları kırımdan geçirme temizlik mühendisliği Avrupa’dan oraya gitmişti ve hâlâ, Avrupa Amerika’dan daha ırkçı. Bilgi bankası Birikim’in
cevabı eşsiz şahaneydi: Hoca’nın çorba ve kepçe fıkrası.
Biri her kepçe çorbayı yuttuğunda “aman allahım ne tasız tuzsuz bir çorba!” dermiş. Hoca da “ver şu kepçeyi biz de tatsız tuzsuz çorbayı içelim!” demiş.
Dergiye yakından bakayım dedim. Lo and behold, dergide yazan herifler ve karılar 10-15 dil bilen, 10-15 Avrupa ve ABD üniversite diplomalı, sayısız kitaplar köşe yazıları ve köşe dönme yazıları yazan, günde 10-15 kitap okuyan, yaratıcı, yüksek zekalı, iyi aile çocukları. Cin anarşist o zaman belki bu ışığı çoktan görmüş aralarına girmek istiyordu. Tarihin cilvesi çok. Cin anarşist sosya medya yıldızı olmuş.
Kısacası bu herifler ve karılar halihazırda mavi gözlü ve sarışın ama üst yapı, yani omuzlardan yukarısı, tamam da; alt yapı, özellikle belden aşağı, Avrupalılar gibi tam değil.
Peki, ‘Blues’ nerede?
Birkaç yıl önce aynı binada benden 15-20 yaş küçük ama doktor doktor dolaşanlar benim hâlâ eşek gibi çalıştığımı gördüklerinden işin sırrına ermek istediler. Ben de Birikimciler, solcular, devrimciler gibi kasılarak diskura geçtim: Genetik, epigenetik, sağlığın ve ölümün tıplaştırılması, baş ağrısına çare bulunmadığı halde 5-6 yüz çeşit baş ağrısının keşfi, adi böceklerin antibiyotiklerle maçını kazanmalarını, ‘crispr-cas9’ın önce pahalı ama sonra her güzel ve yaralı metalar ucuzlayıp, hayır özür dilerim demokrasiye şükür, aşağı doğru yayılacağını, … Yüzlerindeki ifadeden içlerinden geçenleri okudum: “Fuc* the discourse, we need our health.” Haklılardı, utandım.
Birikim diskurcular ve cin anarşist gibi politika Carl Linnaeus’u bu utanmaya ve haklı bulmaya popüler bir isim takar rafa koyarlar. İsim? Popülizm. Point à la ligne!?
Ne var ki, popülizm yeniden canlandı. Trump, Avrupa ve sayısız diğer maymunlar, mesela. Ama ne güzel değil mi? The show must go on! Birikim herif ve karılara ve cin anarşist politika Carl Linnaeus’a yeni iş çıktı. Yeni diskurlar, yeni incelemeler, yeni kitaplar, yeni köşe (dönme) yazıları …
Hangi Birikim?
Tarih boyunca yüz binlerce birikim yok edildi veya bu herifler ve karıların tek tanrılı dinlerinin tek tanrılarını çağrıştıran TEK BİRİKİM’E katıldı. Şu an bile her gün sayısız birikimler 4-5 yüz yıldır “ya bat, ya yüz” narasıyla TEK BİRİKİM’E mal edilmekte.
Örnek mi? Sayısız ama bu site devrim peşinde, aceleden iş işten geçmiş konularla kafalarını şişirmek istemeyenler sitesi. Gerçekçi, bugün, hemen daha da mavi gözlü sarışın olmak isteyenler. Ama olsun:
“When journalists, developers, surf tourists, and conservation NGOs cast Papua New Guineans as living in a prior nature and prior culture, they devalue their knowledge and practice, facilitating their dispossession. … It shows how racist rhetorics of representation underlie all uneven patterns of development and seeks a more robust understanding of the ideological work that capital requires for constant regeneration.
Driven by mass media fantasies of wild, untouched beaches with swells that have yet to be discovered, surfers seek authentic experiences that match these ideals. These virtualisms are continuously re‐created as the tourist industry crafts sites of both surfer fantasies and idealized surfer lifestyles. These surfer fantasies reflect and create limits on the potential for the communities that are targeted. Locals are depicted as natural surfers whose lifestyle on the margins of capital is idealized, while they are also structurally limited in their capacity to create and manage such tourist destinations. … The accumulation by dispossession (Birikim?) is made possible by certain representational strategies deployed by international capital.
…
… rhetoric restructures the world of Papua New Guineans to define them as incapable, in need, and outside the natural order of things as a way to facilitate external control. These processes are to be found in some unusual places, including business training workshops, field biology and conservation, and surfer tourism.
…
Driven by mass media fantasies of wild, untouched beaches with swells that have yet to be discovered, surfers seek authentic experiences that match these ideals. These virtualisms are continuously re‐created as the tourist industry crafts sites of both surfer fantasies and idealized surfer lifestyles (sosyal medya olabilir mi?). The rhetoric of the savage slot is not limited to the tourist industry. By seeking to create “new persons, new forms of social reproduction, and new social networks” , the rhetoric of capacity building reinforces the idea that Papua New Guineans lack the capabilities necessary to operate contemporaneously …”
Şimdi de bu sitedekilerin hepsinin birden çıldıracağı, gerici, tutucu yobaz, batıl itikatlıların bir ilahisi:
“Discovering the Already Known”
“West contrasts Western scientific and Gimi (Eastern Highlands Province) epistemologies as they relate to discoveries about the environment. “Discovering” positions Western scientists as founders and owners of knowledge about Papua New Guinea’s flora and fauna. They are, in this, very much like surfers. Gimi philosophers, by contrast, see human and nonhuman as mutually creating each other. Instead of discovering extant species of tree kangaroo, for example, Gimi view their relationships with these animals as inviting each other into the world; Gimi exist only because they exist, and vice versa. Where many contemporary studies of multispecies ethnography stop in their analysis, West continues by highlighting the real‐world implications of biological and conservation research. An animal’s “discovery” by Western biologists results in a dispossession that removes knowledge of it from the control of Gimi. These, West argues, are effective challenges to indigenous sovereignty.”
Aman zahmet edip dilinizi veya kurban olam kalem tutan ellerinizi yormayın, ben orada yaşamak için başvurdum ama oralılar siz ve Birikim bankacıları gibi yüksek zekalıları tercih ediyormuş. Çivi çiviyi sökermiş, ezenlerle başa çıkmak için ezenlere benzeyen çok dilli, çok zekalı, çok becerikli, çok uslu ve itaatkar orta sınıflıları tercih ediyorlar.
Not: Kesip yapıştıran anlamadan kesip yapıştırdığını anlamaz ama bunu anlar, galiba. Yani Birikim’de çıkmışsa, kutsal değil, ya pasif seyirci mürit! Birikim yazarı inclemesini, bu yüksek zekalı gibi, her okuduğunu şipşak anlayan sevgili Türk halkına sunmuş. Bu herif anlamamış ama hangi beğendim/beğenmedim düğmesine bastığı belli.
Anarşizm ne?
Ben anarşist değilim. Üstelik bu site anarşizmin allahını bilen ve pratiğini yapan sağcı ve solcu anarşist dolu. Sadece dışarıdan bakıp satıhsal görüşlerimi yazacağım.
Önce, bir giriş mahiyetinde, şahit olduğum bir konferans.
Çin’de uzun zaman yaşamış bir filozof Daoizm’i anlatır. Konferans bittiğinde bu konuda yeni olan biri sorar:
– Bu eşsiz bir felsefe, neden Çin’de tutturmadı?
– Rahiplerin eline geçti.
Not: Bu sitede anarşizmin allahını bilen sağ ve sol anarşistlik rahipleri gibi mesela.
Olumlu bir tanım zaten anarşizmi kısıtlar, tanımlanan kısıtlı anarşizm tam tersi olur. Eğer kısıtlamayan bir tanım vermek istersem dünya, doğa, evren, kozmos en yakını ama bu defa “bunlar ne?” sorusu ortaya çıkar.
En iyisi zıddı ile tanımlamak: ANARŞİZMİN tam tersi BİLENLER veya halk arasındaki adlarıyla KOCA KELLELER!
Ama hepsi değil. Tarih boyunca, azınlıkta da olsalar, bilenler, dolaylı veya dolaysız “aman karışma, daha b*k edersin” dediler. Bir de tarihi olmayanlar var; ayak takımları veya ayağa dolaşanlar. Bunlar da düzen isteyen bilenlerin tersi. Ancak sopa, yasa, aç bırakma gibi içte savaşla yola getirilenler. Bu anarşizmin 60’larda son temsilcileri hippiler. Sakın Marksist-Leninist-Stalinist ve şimdi bazıları anarşist kılığında Selahattin Demirtaş’ı Destekleyen ’68’li düzen isteyen, daha doğrusu düzenli düzen isteyen moruklarla karıştırmayın. Kapitalizm “herkes düzenli ama bazıları daha düzenli” diyor. Bu Türk koca kelleleri ve her yerde mantar gibi biten benzerleri herkesin düzenli olmasını istiyorlar.
Her halükârda, bilenler, yani cesur ve kahramanlar, anarşiye son vermek, etrafı düzene sokmak için anarşiye karşı savaş açtılar. Mitler bunu satır arası da olsa dile getirir. Çoğu, diğer canlıların böyle burnu havada kibirli olmadan pekala yaşadıklarına işaret eder ve hatta insanlardan daha da akıllı olduklarını ima ederler. En basitinden yiyecek kısıntısında kış uykusuna yatanlar. Anarşi, el değmemiş, temiz, mükemmel tasavvur edilir. Aman, bilen koca keller duymasın! Her neyse, kapı komşu ve çok bilinen Antik Yunan yaradılış mitinde bunu yakında olduğunuzdan daha iyi görürsünüz. Zeus’a kadar düzensizlik hüküm sürer, cesur ve kahraman oğullar (not: ümitleri GELECEKTEKİ gençlere bağlamayı nihayet burjuva aydınları açık açık ilan etmeden çok daha önce) suçu babalarınının kamışlarında bulup keserler. Bu bilinir ama ayıp diye öğretilmez. Yani, ‘politically correct’ olmak yeni bir şey değil. Bu ayıp kapamanın diğer bir adı da kamu sırrı (‘public secret’): bilinir ama itiraf edilmez.
Savaşçı erkekler, ve şimdi erkek olmak isteyen karılar da, milyonlarca zafer kazandılar. Milyonlarca maceralarını meşru ve gerekli kılan nedenler icat ettiler. Milyonlarca okul açıp, hem birbirleriyle hem de cimri, zorlamasan bir türlü vermeyen anarşik doğaya karşı savaşlarını ve zaferlerini tarih, coğrafya, doğa bilim, sosyal bilim falan filan adlarıyla çocukların beyinlerini doldurdular.
Şimdi artık hem dev boyutlarda çevre bozukluğu, hem de tıka basa dolu yüksek zeka beyin bozukluğu ile karşı karşıyayız.
Fakat, ne olursa olsun, bu ölüm kalım savaşı içindeki Koca Kelleler hak yolundan şaşmazlar. Dışarıda yeni gezegenlere taşınmaya; içerde seyahate hazırlık babında, genetik becerilerle, pahada ağır yükte hafif olsun diye eskiden anarşik doğanın kaprislerine mahkum insanları bedensiz salt beyinden ibaret mahluklar yapmaya hazırlanıyorlar. Sanırım Sosyal Medya bu hazırlığın deneyi.
“Sizin çok sevdiğiniz bir hitap tarzı ile başlayarak,”
Aha, iste yine ayni sey: Dakka bir, ofsayt bir.
Benim neyi sevdigimi nereden biliyorsunuz?
“İstediğiniz gibi cümle altlarına yazarak yanıtlamaya çalışayım.”
Fakat, malesef, yine olmamis.
“Öncelikle Asker mektupları duygusal metinlerdir. Sıla, Anne-Baba özlemi taşır. Teskere ile gelecek özgür günlerin beklentisini taşır, hissettirir.”
Baska bir deyisle, sizin yazdiklarizla birebir ortusuyor.
Iyi de, daha nesine itiraz ediyorsunuz.
“Benimde ülkem için özgür ve demokratik günler özlemimin, sizde bir olumlu aksülamel yaratmaması çok doğal.”
Sizin ozlemlerinizden hareketle tarifsiz heyecanlara garkolamiyorsam kabahat benim mi?
Boyle, ici bos, ‘özgür ve demokratik günler özlemi’ dile getirenlerin bini bir para…
Sorun su: Siz (ya da sizin gibi lakirdilar eden) tek bir taife degilsiniz.
Ayni bos lakirdilari etmekle beraber, kendi aranizda dahi bir birlik saglayamiyorsunuz; saglamaniz da mumkun degil.
Mumkun degil, cunku, her ne kadar ‘buyuk cogunluk’un basarili olMAmasini istemek ortak bir arzu olsa da, her ‘muhalif’ grup/zumre, digerlerinden herhangi birisinin basarili olmasini daha da az ister.
Bunun boyle oldugunu, gecmiste bu tur ‘muhalif’ hareketlerin cok daha aktif oldugu 70’lerde cok fazla gormedik mi?
Amip gibi bolunduler biteviye.
Ayni seyi, Gezi Olaylarinda da gormedik mi? ‘Bilesen’lerden birisi ya da digeri ‘olusum’u gaspetmege kalkti, ya da sabote etti.
Sebebi, pek aciklanmasa da, aslinda birbirlerine karsi olan guvensizlikleri, hatta husumetleri benzerlikleri ya da ortak hedeflerinden cok daha agir basiyor.
Sonuc?
Sonuc su: Cikip acikca, kim(ler) icin ‘özgür ve demokratik günler özlemi’ ile yanip tutustugunuzu ifsa etmediginiz, o istikamette anlamli bir adim da atmadiginiz muddetce, diger ‘muhalif’ grup lar (ve ben de) size ‘yaw, he he’ deyip yola devam eder.
Yani, onaylarmis gorunse de, kimsenin umurunda degildir.
Ama, siz yine de tumturakli laf sanip tekrar etmege devam edeceksinizdir muhakkak –‘kiymetimi bilmediler’ hayiflanmalariyla.
“Aynı heyecanları paylaşmıyoruz, en temel konularda bile aynı endişeleri duymuyoruz sizinle.”
Neymis bu en temel konular?
Muglak ve iceriksiz ‘özgür ve demokratik günler özlemi’ mi?
‘Karin doyuracak’ bir oneriniz mi var?
“Toptancı red sizin tercihiniz ve alışık olduğunuz bir kolaylık(kaçış) olmuş sanırım.”
Yok.
Halbuki, acikca da yazmistim sebebini.
Iskalamissiniz anlasilan.
“Sizin düşündüğünüz gibi kimsenin kimseye muhaliflik sıfatı vermesine bu konuda tekel oluşturmasına gerek yok.”
Yok. Tabii ki.
Fakat, bazilari Galata Kulesini/Koprusunu kelepir kapattigini sanabiliyor.
“Sanırım farkında değilsiniz. Hayır Bloku oluşturabilmek ve/veya ortak zemin yakalamak adına; en azından parlementer sistemin devamı”
Parlamenter sistem dediginiz cok da matah degil.
Ikinci Dunya Savasinin sonrasinda dagilmakta olan Britanya Imparatorlugunun Turkiye’ye bir rejim ihraciydi. Matah saydiginiz sey odur.
“ve tek adam rejimine karşı olmak, çevre duyarlılığı- kadın-çocuk-hayvan hakları başlığı altında birleşmek bile muhalif olmak açısından yeterli olabiliyor.”
Muhatapsiz muhaliflikler iyidir hostur; ziyadesiyle yogun entellektuel masturbasyonel hazlar demektir.
Ama, o kadar.
“En azından diyalog için, özgürlükleri genişletmek için.”
Eksikligini yasadiginiz ozgurlukleri yazar misiniz lutfen.
““Selanik”, “Kibirli Solculuk”, “Ölüme aşık 68’liler” derken genelleme yaparken herhangi bir sıkıntı görmeyip”
Herhangi bir sıkıntı gormeyisimin nedeni, bu dediginiz tespitleri ilk benim yapmamis olusumdandir.
Mesela, ‘Selanikliler’ (‘donmeh’ de deniyor) konusunu ziyadesyle inceleyen Yalcin Kucuk var. Kimse de cikip tekzip etmis degil –bir iki ‘biz degiliz’den oteye.
‘Kibirli Solculuk’ konusu ise katmerli ve Kemalizm ile ic icedir. ‘Vatandas denize giremiyor’la da temsil edilebilecegi gibi, Mart 1993 taihinde yapila bir soyleside, Mihri Belli soyle diyor:
“Küçükken kendinize yapılmasını istemediğiniz bir davranışı karşındakine yapmayın diye öğretmemişler sanırım size ????”
Yukaridaki alintida, ‘küçükken kendinize yapılmasını istemediğiniz bir davranışı karşındakine yapmayın’na iyi bir ornek var.
Yaparsaniz da, sonra ne olacagina dair ipuclari var orada..
Yani, yedigimiz hurmalar..
Ve, hala daha ‘bugunumuze de sukur’ diyemeyenlerin, sirf kendi dar klikleri icin istedikleri ozgurlukler filan yaveleri..
“Bakın çok sevdiğiniz Karlı Kayın Ormanı’nı”
Cok sevdigimi soylemedim. Begendigimi soyledim. Orada da ‘cok’ yok.
Benim begendiklerim ile sevdiklerim tek bir kume degildir. Begenip sevmediklerim de vardir, sevip begenmediklerim de.
“sizi en çok etkileyen iki şiirinden birini yazmayı başarmış.”
Beni cok etkiledigini nereden cikardiniz?
“İlk aklınıza gelen iki şiirinden biri olduğuna göre yorumlarınız ile beğenileriniz çok örtüşmüyor sanırım.”
Begendigim siir sayisi sadece iki olsa, tamam, o zaman dedikleriniz anlamli olabilirdi.
Belki yuzlerce siirden iki tanesinden bahsediyoruz, onlardan da sadece birisini one cikarmaga calisiyorsunuz.
Istatistikler sizi pek de desteklemiyor gibi.
“Artık “tavuğa” biraz daha saygı duyarsınız belki.”
Yumurtasi ya da eti kadar ancak.
“Cumhurbaşkanının avukatlarının referandum sonrası ağustos ayında geri çektiği şikayet sayısı 4 bin.”
Ben, CB ya da CB’nin avukatlarindan birisi degilim. Dolayisi ile, bu sorularin muhatabi ben degilim.
“Ortada makamı değil şahsı koruyan bir hukuk uygulaması olduğu, yaşanan hukuki pratik açısından çok sarih.”
Ben hukukcu degilim. ‘Cok sarih’ olan bir tek sey goruyorum: Bir makamda birisi oturuyor ve birileri ona hakaret ettikleri iddiasi ile mahkemeye veriliyor.
Kisiye ozel olup olmadigini, RTE’nin CB’liginin sona ermesiden sonra da benzer davalarin acilip acilmadigina bakarak gorecegiz.
“Siz bu uygulamayı açıktan savunurken, 5816 rahatsızlığını dile getirince bende hiçbir inandırıcılık ve samimiyet algısı yaratmıyorsunuz maalesef.”
Simdi uzuntulerden uzuntulere garkoldum. Sizi ikna edemedim ya, uykularim kacar.
Ama, siz yine de –dunya hukuk tarihinde– bir kisi icin, acikca isim de zikredilerek– cikarilmis baska kac tane kanun olduguna bakin isterseniz.
Ozgurluk filan taraftarisiniz ya..
“Ya Necip sen nasıl kapitalistsin.”
Basit. Degilim.
“Evrensel Burjuva hukuk sisteminin tanıdığı güvencelerden bile yoksun olmak nasıl bir duygu bir kapitalist için.”
Bayilirim bu ‘evrensel’ lakirdilarina..
“Özel ve/veya Kamu mülklerini yağmalamanın karşı konulamaz cazibesi mi birleştirdi yoksa senin 24 haziran devrimcilerini aynı potada…”
Yoo. Ben Cemaat denen yapinin cok ciddi ahmaklik yaptigini dusunuyorum –uzun zamandan beri.
Boyundan buyuk islere kalkisti.
Butun aptalliklar ve ahmakliklar gibi, cezalanmasi mukadderdi.
Simdi.. evrensel gakguklar hatirina Cemaat’i savunmak icin kendimde enerji ya da heves bulamiyorsam, kabahat benim degil herhalde.
“Sağ görüşlü İŞVEREN bir insan olarak bugünkü iktidar sürecinin mülkiyet güvenliğini getirdiği nokta konusunda memnuniyetiniz veya görüşleriniz nedir?”
Evren zamaninda tapu delinmisti. Kimse cikip bir sey demedi. 28 Subat’ta milyarlarca dolar buhar oldu ucuruldu. Kimse cikip bir sey demedi.
Simdi, aniden, nedense, Cemaat’in akibeti sozkonusu oldugunda ‘mülkiyet güvenliği’ konusuyor benimle, bir ‘muhalif’..
Ve, ben de ciddiye alip cevap yaziyorum.
“Kadın cinayetleri, hakları konusunda geri gitmediğimiz fikrindesiniz. Oysa istatistikler daha önce söylediğim gibi sizi yalanlıyor.”
Son 100 senenin isttatiskiklerini gormek isterim. Var mi elinizde?
Eger yok ise, genellemeleriniz havada kalir.
“O zaman bu aşağıdaki tamamı baro raporlarından alınmış bir önceki yıllara göre %380 artışı ve istatistikleri nereye koyuyorsunuz. 24 Haziran devriminden büyük beklentileriniz olduğuna göre bu konuda bize umut vereceğiniz olumlu beklentiniz nedir?”
‘Kuresel Isinmacilar’la cok bezer seyler soyluyorsunuz. Yani, ayni el cabuklugu gayretleri..
4.5 milyar senedir var olan Dunya’nin son 200-300 senedir (o da yalap sap) istatistiklerle kiyamete gittigini soylemek gibi.
Eger istatistiklerle konusacaksak, kapsami yeterince genis (ve geriye yonelik uzun) olmasi gerekir.
“16 Yılda yaratılan Yeni Türkiye kültür kodlarının bunda etkisi var mı sence? Yasa koyucunun ve yasa uygulayıcıların paylarını nasıl görüyorsun. Zira aynı kişiler daha da güçlü şekilde yönetmeye devam edecekler ülkeyi?”
Afaki lakirdilarla sonuc almak zor.
‘Yeni Kultur’ kodlari da neymis?
Sehirlesme cig gibi artmis, ve tasradaki insanlar sehirlere yerlesmis.
Sehirdekilerin cici (!) hayatlari da kontamine olmus.
Bu mudur derdiniz?
Asalim keselim mi onlari?
Bu mudur sizin ‘solcu’lugunuz (pardon, ‘muhalif’liginiz)?
Bir de, dikkat ediyorum, surekli cikmayan kanunlardan filan bahsediyorsunuz.
Sanki, kanun cikarmakla halledilecek bir seymis gibi..
Galiba hukukcu filan oldugunuzu soylediniz yukarida bir yerlerde..
Tek aletiniz cekic olunca, hersey civi mi gorunuyor, merak ediyorum.
“Buradaki istatistikleri istiyorsanız onları da yazabilirim ama okumayı bile insanın yüreği kaldırmıyor inanın…”
Bakin, bu klasik bir kaypakliktir:
Oldurulenlerin, acilarin, tek sahip cikani siz imissiniz gibi konusuyorsunuz. Sahte bir suret-i haktanlik yani.
Odun yaranin ih deyicisi bile olmadiginiz halde, kendinize iyilikleri mustulayan birisi payesi biciyorsunuz.
Bu kaypakliktan da kandirmacadan da vaz gecmelisiniz.
Ayrica, ‘yok kanun, yap kanun’ zihniyetiyle olacagini saniyorsunuz anlasilan.
“İçişleri bakanının 24 haziran sonrası ilk icraat olarak HDP eş başkanını ikrarlı şekilde tehdit etmesini, şehit cenazelerindeki protokol düzenleme azmini nasıl değerlendiriyorsunuz.”
Uzun zaman sonra, ilk defa, edilgen olmaktan cikmisa benziyorlar.
Daha onceleri biz PKK’nin uzantisiyiz denildiginde herkes amenna anlaminda sukutla gecistiriyordu.
Kazin ayaginin perdeli oldugunu soylemek lazim bazan.
“Sizin muteber kabul edeceğiniz kaynaklardan alınmış bir istatistik”
Secerek kullaniyorsunuz; ayrica daha oncesini de bilmiyorsunuz.
Ben, askerligimi kuvvet karargahinda yaptim. Orada, Disiplin ve Moral Subesi isminde bir birim vardi. Bir astegmen arkadasim gorev yapiyordu. Rutin islerinden birisi de kuvvetin kayip ve zayi rakamlarini tutmakti. Bir gun moralinin iyi oldugunu gormedim; cunku kayip ve zayi sayisi cok yuksekti. Ve, bunu kamuyla paylasmiyorlardi. [Bu dedigim cok uzun yillar onceye aittir.]
O yuzden, ben, sizin verdiginiz rakamlara ve oralarda gorulen artislara filan itibar edemiyorum. Yeterince eski data icermiyorlar cunku.
“Ekonomi her yönden çuvallıyor.”
Nasil mesela?
Ve, bunun neresi herkese dert olmali?
Devletin borcu yok denecek kadar az.
Ozel sektor ise habire borclanmis.
Kazanirken iyiydi de, zarar ettiklerinde tasasi beni ya da sizi mi tutuyor?
‘Muhalif’lerr birligi dene sey bazan boyle de yapiyor ‘muhalif’lere. Sizi ozel sektorcu ‘muhalif’ler doldurusa getiriyor. Onlarin derdi, borclarini kamuya sutlamak. Siz de onlara tesne oluyorsunuz.
“yanlış yönetilen bir kamu maliyesi mevcut.”
Nasil yani?
Vergi mi toplayamiyor?
Tahsil mi edemiyor?
Kisacasi, ne salliyorsunuz?
“İSO ilk 500(2016-2017) aşağıda”
ISO dediginiz seyin Istanbul Sanayi Odasi oldugunu biliyorsunuz degil mi?
Halbuki, o listede, bambaska illerden sirketler var?
Yani, bu listeye link vererek ne anlatmak istiyorsunuz?
“Not: Devrim kelimesinin de hiç bu kadar ucuz ve kötü kullanıldığını hissetmemiştim sayende öğrenmiş oldum”
Umarim yasiniz genctir, ve ‘daha neler ogreneceksiniz’ dersem isabetli olur. Degilse, oghrenmenin yasi yok da diyebilirim.
Ote yandan, begenmeyisinize sasirmadim. Bu gercek bir devrim; simdi ve burada. Utopyada degil.
yorumcu sosyal darwinizm yazmış zileli de bir düşüneyim demiş. haha 🙂
sosyalistlerin tüm entelektüel birikimleri 19. yüzyılda kalmış, içlerinde en akıllıları bile 50’lerin kültürel marksizmine kadar gidebiliyor.
aloo uyanın sosyal darwinizm sosyobiyoloji oldu. sosyobiyoloji evrimsel psikoloji oldu. evrimsel psikoloji tam bu yıllarda genom ifadesi araştırmaları oluyor. sosyal darwinizm nedir ya hey allam
“Tecavüzün
Nedenini/kaynağını dinde arayan modern cahillerle
Çözümünü/engellenmesini dinde arayan geleneksel cahillerin
Birbirine alternatif olduğu bir toplum her türlü tecavüze açıktır;
Çözüm,
Karşıt(!) cahillerden kurtulmaktır;
Ne Kemalizm
Ne Türk-İslam!”
“Bir devletin başka bir ülkeyi/ulusu işgal veya ilhak etmesi tecavüzdür;
Devletin bu toplu tecavüzüne ses çıkarmayan
Dahası bu tecavüzü bir “hak” olarak gören
Sağcı
Solcu
Dinci
Ve
Diğer devlet kutsayıcıların
“Tecavüz karşıtlığı” samimi ve inandırıcı değildir!”
“Kürdlerin devletleşmesine karşı duran çetelerin (IŞİD/PKK/HAŞDİ-ŞABİ v.s.)
Güney Kürdistan’dan ve devamında tüm Kürdistan’dan sökülüp atılması için
Herkesle işbirliği yapılabilir;
Çünkü bu çetelerden daha kirlisi yoktur!”
(Nasname)
Kibir herkese zararlıdır.
Necip aslında haklı beyler!
Peki ne zaman haksız olacak?
İkinci Kurtuluş Savaşımızı başarıya ulaştıran kurtarıcımız,
Cumhuriyetimizin ikinci kurucusu,
Ulu Önder Recep Tayyip Atamüslüman’ı,
minnet ve şükranla andığımız,
Atamüslüman ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağımıza ant içtiğimiz,
Atamüslümancı Düşünce Dernekleri kurucusu aydınların ülkemizi ilerlettiği,
Atamüslüman Gençliği’nin Cumhuriyet’i ilelebet koruyacağı,
zaman.
Bir gün,
Türkiye ve Kürdistan Sosyalist Devrimi’nin lideri olarak,
Marksizmi yenileyerek Marks’tan sonraki en büyük devrimci düşünür olacak,
Yoldaş Selahattin Devrimcitaş’ı,
minnet ve şükranla anacağımız,
onun devrimci ilkeleri sayesinde devrimi dünyaya yayacağımıza ant içeceğimiz,
Devrimci Düşünce Dernekleri kurucusu sosyalist aydınların onun açtığı yolda devrimi ilerleteceği,
devrimci gençliğin bu Kızıl Bayrağı daha da ileri taşıyarak Dünya Devrimi’ni gerçekleştireceği,
zaman gelecek.
https://www.abcgazetesi.com/politika/yeni-bir-sosyalist-strateji-ihtiyaci/haber-92688
“Ulu Önder Recep Tayyip Atamüslüman’ı”
Illa bir ‘put’ gerekiyor mu?
Bir ‘put’un yerine mutlaka baska bir ‘put’ mu koymak lazim?
‘Put’suzluk mumkun degil mi?
Bence pekala mumkun.
Cari ‘put’tan once oyle bir sey yoktu zaten.
Başyazı: Erdoğan’ın programı TÜSİAD’dan, güvenoyu emperyalistlerden!
Gerçek
Temmuz 5, 2018
Seçimlerin ardından yeni bir yönetim sistemine geçildi. Artık hükümet programı mecliste okunmayacak. Ancak seçimi takip eden günlerde görüldü ki daha hükümet kurulmadan TÜSİAD, Erdoğan’ın eline uygulayacağı programı vermiş. Halka kemer sıktırılacak, bankaların bir dediği iki edilmeyecek, faiz politikasında Merkez Bankası serbest bırakılacak, vergi indirimleri ve teşvik muslukları kesilmeyecek, holdinglerin kârları için huzur ve güven ortamı sağlanacak. OHAL kaldırılacak ama patronların önünü açan grev yasakları ve sendikal baskılar sürecek. Avrupa Birliği yönelişi sürecek, Gümrük Birliği’ne halel gelmeyecek.
Mecliste hükümetin kurulması için güven oylaması da yok. Güvenoyunu ise artık, uluslararası finans kapital ve emperyalist güçler veriyor. Güvenoyunu da geçtiler, hükümete bakan atıyorlar. Uluslararası finans kuruluşları Mehmet Şimşek ve Naci Ağbal kabinede olacak diyor. “Sen kimsin” diyen yok! Öyle olunca Tayyip Erdoğan, Avrupa’dan güvenoyunu aldı, üstüne 3 milyar Avroluk mali desteği de kaptı. NATO, ilk tebrik eden oldu. 11-12 Temmuz’da Brüksel’de NATO toplantısı var. NATO’dan alınacak güvenoyunun bedeli İstanbul Maslak’ta NATO’ya yeni üs vermek ve NATO’nun “mızrak ucu” olmak. (Türkiye’nin NATO’nun yeni kurulmakta olan Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Gücü’nün (VJTF/Spearhead) sorumluluğunu üstlenmesi bekleniyor.) Eski CIA şefi yeni ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da güvenoyunu ilk açıklayanlardan. Mınbiç’te Türk askerini ABD askerinin yanına alıp kendi suçlarına ortak ettikten sonra gerisini getirecekler. Türkiye, Suriye’nin Kuzeyindeki NATO koridorunun bekçisi olacak.
Erdoğan’ın Türkiye’yi anonim şirket gibi yönetme, başka bir ifade ile Türkiye A.Ş.’ye Cumhurpatronu olma hayali aslında yerli-yabancı finans kapital ile parasını verdikten sonra Türkiye’yi istediği gibi kullanmak isteyen emperyalistlerin programıyla uyumlu. İşte ilk birkaç gün içinde geldiğimiz yer bu!
Halkın iradesinin hiçe sayılması sadece seçim hilelerinden ibaret değil. Çok daha fazlası söz konusu. Çünkü hile hurda olmasa, seçimler ikinci tura kalsa, hatta Muharrem İnce kazansa bile temelde değişen bir şey olmayacaktı. Değil mi ki Muharrem İnce seçim kampanyasını “beni Amerikalı yetkililer aradı” diyerek başlattı ve son günlerde TÜSİAD’ın huzuruna çıkarak bitirdi, o da TÜSİAD’ın programını uygulayacak, emperyalizmin güvenoyunu alacaktı. İnsanların istibdada karşı hürriyet özlemini suistimal eden Millet İttifakı kod adlı Amerikan muhalefeti aslında istibdadın yedek lastiğinden başka bir şey değildi. HDP’nin yürüdüğü yol ise NATO Parlamenterler Asamblesi’nden TÜSİAD salonlarına uzandı ve nihayet Amerikan muhalefetinin ardında sonlandı.
Usulsüzlük, oy çalma, baskı hepsi oldu. Ama en büyük hile, sonuç ne olursa olsun tekelci sermayenin ve emperyalizmin kazandığı seçim oyununun kendisiydi. Erdoğan ve Bahçeli, baskın seçim tarihini 24 Haziran olarak belirlediği gün, derhal “hodri meydan” diyen CHP ve diğerleri, baştan bu oyunun figüranları olmayı kabul etmişti. Muharrem İnce’nin seçim gecesi havlu atması da, Meral Akşener’in “Almanlar kaybedince biz de kaybettik” havasına girmesi de bu oyundaki rollerinin gereğiydi.
Tüm bunlara rağmen halkın sandıklara sahip çıkmakta gösterdiği kararlılık ve azim son derece önemlidir. Hapisteki Demirtaş’ın aldığı 4 milyondan fazla oy, HDP’nin tüm baskılara rağmen meclise girmesi, tüm devlet olanaklarını kullanan ve her türlü “silahı” devreye sokan AKP-MHP bloğunun ve Erdoğan’ın yüzde 52-53 aralığında kalması dikkate değerdir. Yani oynanan tiyatronun içinde halkın olduğu kadar istibdadın trajedisini görmek de mümkündür. Türkiye’de istibdad rejimi önemli mevziler elde etmiş olsa da hürriyet mücadelesi de kendini bütün cesametiyle ortaya koymaktadır. Umutsuzluğa, yılgınlığa yer yoktur. Ancak gerçekleri görmek ve artık defalarca düşülen hatalara tekrar düşmekten kaçınmak da şarttır.
Devrimci İşçi Partisi’nin ve öncü işçilerin sandıklara attıkları protesto oyları, olası bir ikinci tur için önerdiğimiz referandum seçeneği, nicelik olarak olmasa da nitelik olarak çok önemlidir. Patron partilerine, işçi düşmanlarına, ABD, AB, NATO ve İsrail dostlarına oy vermemek gerekirdi. Veren verdiyse de artık tüm bunlardan medet ummayı bırakmanın şart olduğu ortadadır. CHP’nin başına kim geçerse geçsin işçinin emekçinin umurunda olmamalıdır artık. İşte görmüyor muyuz? Oy hakkı olmayan emperyalistler, seçime girmeyen TÜSİAD sandıktan kazanan olarak çıkıyor! Çünkü onların gücü paradan geliyor. Bizim, yani işçi sınıfının ise üretimden. Yani aslında onların gücünü yaratan da artık değeri ürettiğimiz için biz işçi ve emekçileriz. Bir anlamda her şey bizim elimizde. Ama tek başına paravanın arkasına geçip mühür basan işçi korkutmaz onları. Korkulu rüyaları işçinin şaltere uzanan elidir. Farklı partilere oy veren işçiler işgal, grev, direniş meydanlarında birleşecektir. Sınıfın üretimden gelen gücünü kimse yok sayamaz, milyonlarca işçi ve emekçi yollara döküldüğünde kimse bunu hileyle görünmez kılamaz. O halde şimdi mücadeleyi kendi güçlü olduğumuz yere çekmeliyiz ve örgütlenmeliyiz.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2018 tarihli 106. sayısında yayınlanmıştır.
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/basyazi-erdoganin-programi-tusiaddan-guvenoyu-emperyalistlerden
Türkiye her geçen gün,
Kanunî Sultan Receb’in kanun hükmünde kararnameleri,
Fatih Sultan Receb’in Suriye ve Irak fütuhatı,
Sultan Genç Receb’in genç ve dinamik iktidarı,
Ve Sultan Yıldırım Receb’in küffarın başına yıldırım gibi inen demir yumruğu ile,
cihangîrâne bir devlet olma yolunda hızla ilerliyor.
“Zâlike fazlullâhi yu’tîhi men yeşâu, vallâhu zü’l-fazli’l-azîm.”
(İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.)
İki “Birikim Eleştirisi” Farkı:
“Birikim Neyin Birikimi?” ve Taylan Kara
“BİRİKİM GARANTİLİ SİYASAL İSLAM
Birikim Dergisi yüzlerce kez bu yanıtı verdi: “Siyasal İslam çok cici“. Sosyalistlere pazarlamaları yetmemiş, Anarşistlere “niye yutmuyorsunuz” diye çıkışıyor. Heidegger, Levinas, Rawls, Laclau, Zizekli dipnotlarla Siyasal İslam pazarlaması…”
[…]
“Çok uzak değil, birkaç yıl öncesine kadar Siyasal İslamı bu ülkede “sosyalist kültür dergisi” Birikim pazarladı.
NOT: Bilen bilir, “modern” sözcüğü “Birikim Dili ve Edebiyatı’nda” “faşo ağa” gibi bir şeydir, ağır hakarettir, kavga sebebidir!”
[…]
“Liberal sol diye tanımlanan bu çevreler, topluma zorla dayatılan dinselleşmeyi, cemaatleşmeyi, siyasal İslam’ın devlet ve toplum içindeki örgütlenmesini sosyalistlerin gözünde önemsizleştirdi. Uyarıda bulunan yazarları ise despotlukla, darbecilikle ve hatta faşistlikle suçladılar.
Birikim Dergisi ve liberal sol çevre, siyasal İslamcıları toplumun gözünde mağdur, ezilen, baskı gören insanlar ve kurumlarını masum sivil toplum kuruluşları olarak meşrulaştırdı.”
[…]
“Yine Birikim Dergisi’nde çıkan aynı yazıda şu ifadeler yer alıyordu:
“İslamcılık aynı zamanda bu tutarsızlıkları sorgulama yeteneğine sahip ve ana dalga itibariyla erkekle kadını hareket içinde eşit ve aynı saflarda görmesi bakımından “feminist” bir hareketti. (4)“
Aksu Bora Birikim’de şunları yazmıştı:
“Yaşam tarzı” dedikleri o boktan orta sınıf güvenliğinin ve kendinden menkul ‘doğru hayat’ nosyonunun tehdit altında olduğunu hissedenler, bayrak mitingleri düzenledi. (5)””
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/birikim-dergisi-ve-liberal-sol-dusuncenin-bu-topluma-verdigi-en-buyuk-zarar
https://twitter.com/tktaylankara
Taylan Kara ulusalcıdır.
Gün’ün “ölü doku-canlı doku” metaforunu günümüz toplumsal biyolojisine uygun bulmadım.
Şu örnekleme daha iyi.. bence ..
Kanser hücreleri sağlıklı dokulara saldırır. Aşırı hareketli, invaziv, doymak bilmezdir. Yaşadığı gövdeyi kendinin de beslendiği vücudu ölüme sürükleyecektir. Tipik Faşist ideoloji aslında. Erken tanı ile kurtuluş mümkündü… Ama burada bu ıskalandı. Ölüm kaçınılmaz!
Ama doğada aslında ölüm yok ki! Dönüşüm var. Ölümden de hayat doğduğunu biliyoruz.
Devrim de ancak kültürel olabilir.
Ülkeyi yönetemiyorlar…Fetret devrine sürükleneceğiz. Bir kaç yıl içinde kemoterapi tedavisine de cevap alınmadığı görülecek..
—
Kaan Aslanoğlu… İlginç tip. Hükümetten Kültür Bakanlığı teklifi alsa reddetmez sanırım..
Eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon, dolandırıcıların kurbanı oldu
Telefon dolandırıcıları 8 kişinin 400 bin TL’sini dolandırdı. Eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Tolon da dolandırıcıların kurbanı oldu. Bir dönem Ergenekon Davası’nda yargılanan ve beraat eden Tolon’u, FETÖ operasyonu bahanesiyle kandırdılar. Tolon’un dolandırıcılara yaklaşık 13 bin dolar kaptırdığı öğrenildi.
Sürekli uyarılara rağmen insanlar aynı yöntemlerle dolandırılmaya devam ediyor. Kendilerini hakim ve savcı olarak tanıtan dolandırıcılar, 8 kişiyi toplamda 400 bin TL dolandırdılar.
TRT haberin haberine göre, dolandırılan isimler arasında eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Tolon vardı. Dolandırıcılar Hurşit Tolon’u FETÖ operasyonu bahanesiyle tuzağa düşürdü.
DOLANDIRICILARA 13 BİN DOLARINI KAPTIRDI
Tolon’a ulaşan dolandırıcılar, FETÖ üyelerinin Tolon’un ev telefonuna bağlı internet hattı üzerinden görüşme yaptığını, bankadaki parasının da ABD’deki bir bankaya gönderilmeye çalışıldığını söylediler. Dolandırıcılar, Tolon’u hem bankada hem de ABD’de operasyon yapılacağına inandırdılar.
Parmak izi alınması için paraları teslim etmesi söylenen Tolon, polis zannettiği dolandırıcılarla buluştu. Parayı teslim etti ancak operasyon göremeyince dolandırıldığını anladı. Tolon’un dolandırıcılara yaklaşık 13 bin dolar kaptırdığı öğrenildi.
DOLANDIRICILARA OPERASYON DÜZENLENDİ
Konuyla ilgili Ankara Emniyet Müdürlüğü ekipleri dolandırıcılara operasyon yaptı. Operasyon sonucunda biri Suriye uyruklu 2 kişi yakalandı.
İki kişi, çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.
Kemalizm veya Kemalist devletin tek partili dönemi de, çok partili dönemleri de, özü ve genel hatlarıyla aynıdır. Kemalizm’de değişen bir şey yok; budanan dalları, tıraş edilen saçları dışında!
Var olan klik dalaşı, devletin re-organizasyonu sürecinin doğal sonucudur. Açıktır ki, “Laik” Kemalistlerin en azından belli bir kesimi, devlet iktidarından tasfiye ediliyor. Bu, Kemalizm’in/Kemalist “ideoloji”nin -daha doğrusu Kemalist devletin- tasfiye edildiği anlamına gelmiyor. Fakat Kemalist devletin biçimlendirilmesi, Kemalizm’in terbiyeye tabi tutulması ve Kemalist “ideolojinin” rektife edilmesi ve geriletilmesi anlamına geliyor.
Mesele “laiklik” veya “din” değil; “nitelikli uşaklık”tır! Mesele, devlet erkinde hangi emperyalizm işbirlikçisi kesimin esasta söz sahibi olacağı; dolayısıyla da emperyalizmin çıkarlarıdır. O halde, “laiklik” ve “din” olan bu iki unsurun da araç olarak kullanıldığı açıktır. Yapılan, kitlelerin gözünü boyamaya dönük halüsinasyon oyunudur. Söz konusu argümanlar, kitlelerin geri duygularına hitap edip, onların hassasiyetleri kullanılarak yedeklenmeleri ve gerici iktidar emellerine ortak edilmeleri için öne çıkarılmaktadır. Oysa iki komprador klik de, laik olmadıkları gibi; din karşısındaki tutumları da, özünde aynıdır.
“Darwin’in biyoloji ya da evrim teorisini insan toplumlarının tarihsel gelişimine uygulayan ve bu çerçeve içinde ‘varoluş mücadelesi’ ya da ‘yaşama savaşı’ ve ‘doğal ayıklanma’ ya da ‘en güçlünün ya da koşullara en iyi bir biçimde uyum sağlayanın ayakta kalışı’ fikirlerine özel bir önem atfeden görüş.
“Sosyal Darwinizm toplumun, en güçlü olanların ayakta kaldığı bir varoluş mücadelesine sahne olduğunu, toplumda, tıpkı doğada hüküm süren doğal ayıklanma gibi, güçsüzü toplum dışına iten ya da marjinalleştiren bir toplumsal ayıklanma sürecinin söz konusu olduğunu, bu yaşama savaşının bir bütün olarak toplumun gelişmesine ve ilerlemesine hizmet ettiğini savunur. Bu anlayış güçlüyü, toplumsal mücadelede ayakta kalanları bencil, yarışmacı, tutkulu, zengin, yaratıcı ve zengin zeki ve saldırgan olarak, buna karşın yaşama savaşından yenik çıkanları da güçsüz, pısırık, özgeci, korkak budala gibi terimlerle tanımlar.”
Göreceğiniz gibi, benim fikirlerim sosyal Darwinizmin tam tersidir. Ben bu yazıda, kazananların budala, kaybedenlerin ise yaratıcı olduğunu ileri sürüyorum. Bugün toplumda mücadele bir kültür savaşına dönüşmüş durumda. Toplumun canlı ve yaratıcı tarafı, ne yazık ki bugün baskı altındadır. Durgun bataklık ise, her seferinde muzafferlerin çıkarına hizmet etmektedir. ezen-ezilen ilişkisi tersine dönmüştür. Ezilenler bir anlamda ezen konumuna gelmiştir. Fakat bu bir kültürel atılımla değil, tam tersine geri kültürün etkisi altındaki ezilenlerin kendisiyle birlikte tüm toplumu da bataklığa çekmesiyle gerçekleşmektedir. Ezilenlerin tarihte her zaman olumlu gelişmelere hizmet edeceği tam bir efsanedir. Ezilenler, eğer toplumsal bir emansipasyon durumu yoksa genelde ezenlerin hizmetindedirler ve onlara iktidarı vererek toplumun canlı dokusunun ezilmesine hizmet ederler. Yazıda anlatmak istediğim buydu. SonuÇTA ÖNERDİĞİM, canlı dokunun kendisiyle birlikte tüm toplumun ve bataklıktaki ezilenlerin de kurtulabilmesi için canhıraş bir yaşam mücadelesi vermesi gerektiğidir. Sosyal Darwinizm, “ilerlemenin” ezen seçkinlerin sayesinde olduğunu ileri sürer. Ben ise bugün toplumsal kurtuluşun, ezilen ilerici kültürün üstündeki ölü tabakayı atması ve çekilmek istendiği bataklıktan kendini çekip çıkarmasıyla mümkün olduğunu ileri sürüyorum. Bataklığın kuruyup yaşanır bir yer hale gelmesi de buna bağlıdır.
Sayın 76 Anonim
“yorumcu sosyal darwinizm yazmış zileli de bir düşüneyim demiş. haha”
Yorumu ben yapmıştım. Sosyal darwinizmin sosyobiyoloji, evrimsel psikoloji ve genom ifadesi evriminden geçtiğini bilmiyordum.
Çok ilginç bir entelektüel evrim. Doğa biliminde benzeri bir gelişme oldu: “Parçacık fiziği”.
Gittikçe daha derinlere inilmekte, eski satıhsal düşünceler daha sağlam zeminlere oturtulmakta.
“sosyalistlerin tüm entelektüel birikimleri 19. yüzyılda kalmış, içlerinde en akıllıları bile 50’lerin kültürel marksizmine kadar gidebiliyor.”
Bu dediğinizi pek anlamadım ama sanırım eski fikirleri kullanarak tekrar gaf yapacağım:
Diğer ilginç gelişme de üst yapıda yer alan bilinç, entelektüel yankı, daha derindeki, alt yapı, değişmelere ayak uyduracak kadar hızlanmış. Belki İnternet ve Sosyal Medya sayesinde bu derinden değişmeler hemen dünyaya yayılıyor. Sanki nitelik önce niceliğe, sonra da, nicelik niteliğe dönüşmüş.
Tabii, hemen göze çarpan bir zorluk da var. Sorunum şu:
‘Sosyobiyoloji’, eğer insanın doğal bir varlık olduğunu kabullenirsek ‘evrimsel psikoloji’ ve ‘genom’ kelimeleri, aynı sosyal darwinizm gibi, sosyal dünyanın doğal dünyadan kaynaklandığını, doğal dünyanın doğal bir sonucu olduğunu ileri sürer ve sosyal dünyayı doğal dünyaya indirger gibi bir intiba yaratıyor.
Yanlış mı düşünüyorum?
Not: Ben sizi kibirli bulmadım. Kapsamları daha geniş konular hakkında uyarınız ve uyandırmanız için teşekkürler. Bu konuları kurcalayacağım.
Kerameti Kendinden Menkul Bilge necip;
Başka okuyan kişiler varsa zaman kaybı ve saygısızlık oluyor ama demagoji yaptığın için hepsinin altına satır satır yazdığım cevaplar aşağıda mevcut.
“Sizin çok sevdiğiniz bir hitap tarzı ile başlayarak,”
Aha, iste yine ayni sey: Dak(İ)ka bir, ofsayt bir.
Benim neyi sevdigimi nereden biliyorsunuz?”
Yazdıklarından tahmin edebiliyorum. Çok karmaşık bir insan değilsin necip. Senin gibi iki üç tane genel kavram altında kendini bilge gibi göstermeye çalışıp, sadece iktidar güzellemesi yapan, sadece 1930’lara sallayabilen eski taraf yazarı kılıklı çok insan var “bilge” necip. Aynı senin karşı tarafına tahmini değerler yükleyip kendince suçlayıcı yazılar yazman gibi yani…
“İstediğiniz gibi cümle altlarına yazarak yanıtlamaya çalışayım.”Fakat, malesef, yine olmamis.”
Kargaya bokun kıymetli demişler gitmiş denize yapmış. Büyük öğretmen necip uyan! maalesef karar makamı değilsin! Senin hiç önemsemediğim takdirlerini kazanmak ve/veya senin içten pazarlıklı fikirlerine, kabullerine göre hareket etmek için yazmadım hiç birini. Düşündüğün kadar umurumda değilsin yani.
“Baska bir deyisle, sizin yazdiklarizla birebir ortusuyor. Iyi de, daha nesine itiraz ediyorsunuz.”
Ne kadar anlatırsan anlat, anlatmaya çalıştıkların karşı tarafın idrak kapasitesi ile sınırlı kalıyor. Sen böyle anladıysan sorun yok. Sen anladığın haliyle idare et.
En azından yazdıklarımın senin cevaplarına benzemesindense, asker mektubu ile bir tutulmasını yeğlerim. Neticede asker mektupları samimi söylemek istediğini ileten düz metinler. Seninkiler gibi içeriksiz, samimiyetsiz ve klişe laf cambazlıklarıyla faşizm güzellemelerinden, karalamalardan ibaret değil.
“Sizin ozlemlerinizden hareketle tarifsiz heyecanlara garkolamiyorsam kabahat benim mi?Boyle, ici bos, ‘özgür ve demokratik günler özlemi’ dile getirenlerin bini bir para…
Sorun su: Siz (ya da sizin gibi lakirdilar eden) tek bir taife degilsiniz.”
Seninle aynı özlemleri paylaşsaydım fikrimden kuşku duyabilirdim gerçekten. Sürekli “beni kategorize ediyorsun”, “nereden biliyorsun” diye suçlayıp benzer bir soru ve tasnif metodunu kullanman, senin fikirsel tutarsızlığının yöntemine olan yansıması. Öncelikle bu kadar uzun yazacağına sürekli kaçtığın Senin 24 HAziran devriminden beklentilerin ne onu yazsaydın en azından beklentinin özetini öğrenirdik ama tablo beklenti dahi ifade edemeyecek kadar karanlık olunca… Sadece olmayan polemik yeteneğinle konuyu özünden saptırmaya çalışıyorsun bu da hemen sırıtıyor. Seni 24 Haziran Devrimcileriyle birleştireni söyle. Ya da artık söyleme, olmayan fikir ve beklentinin izahı yoktur çünkü. Bu beşinci sefer. Yine yanıtsız bırakırsan artık sormayacağım merak etme. Susmak ikrardan gelir Fikirsiz Bilge necip.
“Ayni bos lakirdilari etmekle beraber, kendi aranizda dahi bir birlik saglayamiyorsunuz; saglamaniz da mumkun degil. Mumkun degil, cunku, her ne kadar ‘buyuk cogunluk’un basarili olMAmasini istemek ortak bir arzu olsa da, her ‘muhalif’ grup/zumre, digerlerinden herhangi birisinin basarili olmasini daha da az ister. Bunun boyle oldugunu, gecmiste bu tur ‘muhalif’ hareketlerin cok daha aktif oldugu 70’lerde cok fazla gormedik mi? Amip gibi bolunduler biteviye. Ayni seyi, Gezi Olaylarinda da gormedik mi? ‘Bilesen’lerden birisi ya da digeri ‘olusum’u gaspetmege kalkti, ya da sabote etti.
Sebebi, pek aciklanmasa da, aslinda birbirlerine karsi olan guvensizlikleri, hatta husumetleri benzerlikleri ya da ortak hedeflerinden cok daha agir basiyor. Sonuc? Sonuc su: Cikip acikca, kim(ler) icin ‘özgür ve demokratik günler özlemi’ ile yanip tutustugunuzu ifsa etmediginiz, o istikamette anlamli bir adim da atmadiginiz muddetce, diger ‘muhalif’ grup lar (ve ben de) size ‘yaw, he he’ deyip yola devam eder.
Yani, onaylarmis gorunse de, kimsenin umurunda degildir.
Ama, siz yine de tumturakli laf sanip tekrar etmege devam edeceksinizdir muhakkak –‘kiymetimi bilmediler’ hayiflanmalariyla.”
Bizim demokrasi lakırdıları boşmuş. Bütün yazın bundan ibaret. Senin 24 HAziran lakırdılarını dolu kılan ne? Beklentin nedir necip? Sorularıma verdiğin “yerim yok” , “cemil erten oku” vb. yüzeysel cevap bütünü mü? Tek karşılığın. Lakırdı yapmayan dolu necip.
Yine aynı kolaylık değil mi necip? Soldan birçok insanın kabul ettiği, aşina olduğu birlik olamıyoruz, fraksiyon patlaması oluyor vb. konuları tekrar edip, kendince muhalefete muhalefet yaparak mı gideriyorsun muhalefet açlığını. Komik bir mastürbasyon gerçekten. En başından beri söylüyorum. İktidarı eleştiremeyen Bilge necip, sadece sola ve solun kendi içinde geliştirdiği eleştirileri papağan gibi tekrarlayarak kendi tarafını haklı çıkaramazsın. Suimisal emsal olmaz. Muhalefet(türü-görüşü vs. önemli geğil) ağırlıklı olarak iktidara karşı yapılır. Hayatın doğal akışı budur. Sen anormalleri normal kabul ede ede muhalefet kelimesinin sözlük anlamını bile unutmuşun sanırım. Muhalefete muhalif necip
“Aynı heyecanları paylaşmıyoruz, en temel konularda bile aynı endişeleri duymuyoruz sizinle.Neymis bu en temel konular? Muglak ve iceriksiz ‘özgür ve demokratik günler özlemi’ mi?”
Yazıları ön yargısız okuyabilme şansın olsa en azından en temel konular vurgusunu belki anlaya bilirdin. Epey bir yazıştık karşılıklı ama yine kısaca saymaya çalışayım sana. Senin gibi yerim yok ağlaması yapmadan.
Yeni gelen sistem ile ülkenin uzun yıllardır olumlu olumsuz biriktirdiği ve hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmemiş olsa bile çoğulcu (yani senin mutlu olduğun gibi “çoğunlukçu” değil) bir ortamın zemini olabilecek, ihtimalini taşıyan parlementer sistem tüm teamülleri ile beraber ortadan kalkıyor. Bu bağlamda senin hiç önemsemediğini kendince “kaset komploları”vs. gibi yöntemlerin etkin olabileceği yönündeki kaygı ve evrensel eleştirilerle(!) gereksiz var saydığın yasama, yürütme yargı erklerinin ayrılığı tek elde toplanarak, sistem görüntüde bile olsa denetim mekanizmalarından tamamen yoksun bırakılıyor. HYK ve SYK atamalarına ve yüksek yargı atamalarına, atama şekline atama sayılarına bakman yeterli. Ben senin makul bulduğun bu atama, sayı ve şekillerini büyük tehlike ve anti demokratik buluyorum. Denetim mekanizmasının tasfiyesi olarak algılıyorum. Şimdi kapadık istersek ileride açarız şeklinde saçmaladığın “sayıştay” denetimi nerdeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Bu senin aşağıda yanıtladığım kamu maliyesi sorularını da anlamsız kılıyor. Zira rapor ve inceleme yok ki neyi konuşacağız. Senin sadece memurları etkiliyor gibi algıladığın, yazdığın; KHK’lar neticesinde oluşan kanun yerine tek kişinin buyruğu(eskiden en azından bakanlar kurulunun ve zorlu şartlara bağlı olan) en temel konuları yasama denetiminden uzak bir şekilde kolaylıkla düzenleyebiliryor. Bu kişiden bağımsız ve çok sıkıntılı bir mutlaklık. Yargısal içtihatlar anayasaya aykırı şekilde geliştiriliyor ve yerel mahkemeler AYM ve AİHM kararlarını uygulamaktan imtina edebiliyor. Daha ötesi, daha basiti olabilir mi? Umarım ki hiç olmaz ama birgün tahliye beklersen veya SCH kararı ile tutuklanırsan dediklerimi anlarsın ama anlamanı yine de istemem. Bu durumlar seni Selahattin yusuffiyede eğitim görüyor diye mutlu edebilir ama beni etmiyor.. Osmanlıdan beri gelen senin sallamadığın ve alay ettiğin evrensel düzenlemelerle uyumlu özel hukuk kuralları tamamen çelişik şekilde yeni içtihatlarla ortadan kaldırılıyor.
İşçilerin Grev Hakkı olmamasını savunuyorsun ben olması gerektiğini düşünüyorum. İşçi özlük hakları, Kıdem tazminatı ve diğer konularda tamamen aykırı fikirlere sahibiz. Sen oyunun kurallarının maç içinde değişebileceğini yazdın ve bunu yapılabilir kabul ettin. Ben değişemez olduğunu düşünüyorum. Senin herhangi bir etik kaygın yok kazanmak için her yol mubahtır diyorsun ben bu fikride değilim. Sen seçilmiş yerel yöneticiler yerine politik gerekçelerle kayyum atanabilir, zorla istifa müessesesi çalıştırılabilir diyorsun(Sadece HDP değil aynı uygulama nüanslı şekilde CHP ve Bazı akp Belediyelerine de uygulandı) Ben bunu kabul edilemez buluyorum.
Sen devlet liselerinde ki İHL oranını makul devlet liselerinin İHL’leştirilmelerini makbul buluyorsun ben buna tamamen karşıyım. Alevilere haklar tanınmasına karşısın ben değilim. Senin selanik lakırdılarını ve hassasiyetlerini paylaşmıyorum.
Sen ODTÜ, Boğaziçi dahil buraları bilimsel yapılar olarak görmediğini, üniversiteler konusunda iktidar uygulamalarının, rektör ve kadro atamaları uygulamalarının doğru olduğunu savunuyorsun ve ben idari yönden özerkliğinin korunmasını ve arttırılmasını savunuyorum. Atamaların yapılış şekli ve yöntemlerine karşıyım. Muhtemelen beğenmediğin Sezer dönemi rektör atamaları binlerce defa daha adil ve seçime saygılı idi. Sen ekonominin iyi gittiğini düşünüyorsun ben sürdürülebilir bir ekonomik durum olmadığını ve çok kötü gittiğini düşünüyorum. Sen kadın ve çocuk haklarında geri gitme, kadın cinayetlerinde artış görmüyorsun ben farklı ve tamamen zıt fikirdeyim. Devletin güvenlik algısında ve yeni geçtiği konsepte sence problem yok, bence “en azından” hukuken var. Sen TCK 299’u çok doğru buluyor, 5186’dan nefret ediyorsun(Bu kanunu çıkaran da sandığınızın aksine sizin 24 Hazirancıların Atası kabul ettiği Andan Menderes iktidarıdır. Senin sağcı dedelerin yani Bilge Necip), Ben her iki kanun maddesini de yanlış buluyorum. 5186’nın çok uzun yıllardır güncel ve etkin olmadığını ama TCK 299’un güncel ve sürekli can yakan bir madde olduğunu savunuyorum. Sen Mustafa Kemal’i öcüleştirip bunun üzerinden bir duruş sergiliyorsun, ben tercih zorunda kalırsan Kemalistleri senin 24 Hazirancılara tercih edeceğimi söylüyorum. Sen 24 HAziranı devrim görüyorsun, ben ise çok önemli kazanımların kaybedildiği, müktesep hakların ortadan kaldırıldığı kötü bir yenilgi olarak kabul ediyorum. Sanayi ve üretimdeki pay devlet eliyle yaratılan yeni müteahhit yapısına bakışlarımız tamamen farklı. Sen olumluyorsun, ben olumsuz buluyorum. Medyanın mevcut yeni durumundan memnunsun hatta yeterli değil daha fazlası olmalı diyorsun. Ben eskisinden de memnun değildim ama şimdikinden hiç ama hiç değilim. Doğrudan yaşamı etkileyen tüm bu konularda seninle farklı düşünüyoruz anlayacağın. Neymiş bu temel konular soruna yazdığım cevap ilk yazdığım değil bu arada, öncekilerde de var. Senin için temel konular olmayabilir benim için çok temel konular sanırım “temel konu” algımız bile farklı sizden.
Kısaca daha bunlarda mutabık değiliz, Bu konularda asgari müşterekte buluşamıyoruz. Birde ilerisini nasıl tartışacağız. Ben sosyalist bir sistemden yanayım, sen mevcut sistem içindeki kolektif ve/veya bireysel hakların genişletilmesine dahi karşısın. .
“Fakat, bazilari Galata Kulesini/Koprusunu kelepir kapattigini sanabiliyor.”
Sarkastik bile olsa tüm espri çabalarını anlayışla karşılarım. Takiyeci polemik çabalarını olduğu gibi.
“Parlamenter sistem dediginiz cok da matah degil. Ikinci Dunya Savasinin sonrasinda dagilmakta olan Britanya Imparatorlugunun Turkiye’ye bir rejim ihraciydi. Matah saydiginiz sey odur.”
Böyle bir derinlik karşısında bir şey demek zor tabi. Parlementer sistemi bu kadar basite indirgemek için sizin gibi bilge olmak gerekiyor. Sadece bize değil Fransa vb. birçok ülkeye de ihraç etti herhalde. İkinci dünya savaşından önce oluşturulmuş meclisler ve gelenekleri de sanırım sokak faaliyetiydi. Seçim, parlamento seçim sistemleri de ikinci dünya savaşında başladı değil mi? En güzel espriniz bu olmuş bence. Doğaçlama da daha başarılısınız. Kendinizi planlı espri yapacağım diye zorlamayın benzeri görüşlerinizi söyleyin yeter.
“Muhatapsiz muhaliflikler iyidir hostur; ziyadesiyle yogun entellektuel masturbasyonel hazlar demektir.Ama, o kadar.”
Siz maalesef bundan bile mahrumsunuz. Sadece muhalefete muhalefet yapabilerek tatmin olabiliyorsunuz.
“En azından diyalog için, özgürlükleri genişletmek için.”
Eksikligini yasadiginiz ozgurlukleri yazar misiniz lutfen.
Toplantı ve yürüyüş özgürlüğü olabilir mi mesela? Grev hakkı, Dernekleşme ve sendikalaşma konusundaki özgürlükler(Avrupa Birliği raporlarına bakabilirsiniz.), Memurların grev hakkı, Kamuya seçilme kriterlerindeki mülakat sistemi ile idari görevlere seçilebilme özgürlüğü, Hukuki itiraz mekanizmalarının çalışmaması, çalıştırılmaması, Adil yargılanma hakkı/özgürlüğü, Adil seçim hakkı(OHAL altında yapılan genel ve yerel seçimler, Adayların seçim propogandalarının engellenmesi), Haber alma özgürlüğü(çok memnun olduğun TRT ve medya uygulamaları, sansür, haber yasakları)
Basılmamış kitabı toplatıp şimdi milletvekili olan yazarını içeri atmıştı bu iktidar hatırladınız mı? Ergenekon, Balyoz, Fenerbahçe ve diğer yargılamalardaki özgürlük ihlallerini mesela anımsıyor musunuz Necip Bey? Ne zaman mağdurun kim olduğuna bakmadan zulme zulüm diyebileceksiniz Necip Bey? Sizinkilerin sicili bir hayli iyi anlayacağınız bu süreçte.
Demans hastaları geçmişi çok iyi hatırlarken günceli ve yakın geçmişi hiç hatırlamazmış. Sizin için endişeleniyorum sadece Kemalist dönem dediğiniz 1920-1950 arasını hatırlıyorsunuz, özellikle son 16 sene sizde yok dikkat edin kendinize. Bir doktora görünün lütfen
Önem vermediğin Anayasa maddeleri ile seni sıkmayayım. OHAL tanımına bir bak verdiği yetkilere bir bak. OHAL dediğin şey necipe göre başkasına göre farklı tanımlanamaz Bilge necip OHAL: olağan özgürlüklerin askıya alındığı bir olağan üstü dönem rejimidir. 2 Senedir tüm ülke genelinde OHAL var daha önce hiçbir zaman ülkenin tamamında uygulanmadı, bölgesel uygulama hariç en uzun süreli OHAL’i yaşıyoruz. Sen hangi özgürlüğü soruyorsun Necip. Olanı söyle onu tartışalım. 24 Haziranı kutsama özgürlüğünü mü? Muhalefeti kamu gücüyle tehdit etme, muhalefete küfür etme özgürlüğünü mü?
“Herhangi bir sıkıntı gormeyisimin nedeni, bu dediginiz tespitleri ilk benim yapmamis olusumdandir………Yukaridaki alintida, ‘küçükken kendinize yapılmasını istemediğiniz bir davranışı karşındakine yapmayın’na iyi bir ornek var.
Keşke Mihri Belli’nin objektifliğin de olabilsen o zaman sorun kalmaz gerçekten. Yalçın Küçük’e gelince istediğin tarafını alman güzel olmuş bir de asrın liderinin hakkında yazdıklarını, eğitim sistemi hakkında yazdıklarını oku, onları yorumla… Ah oportünizm sen nelere kadirsin Bilge necip Yalçın Küçük ile aynı safta… Suimisal emsal olmaz seni haklı çıkarmaz unutma…
“Yaparsaniz da, sonra ne olacagina dair ipuclari var orada..
Yani, yedigimiz hurmalar.. Ve, hala daha ‘bugunumuze de sukur’ diyemeyenlerin, sirf kendi dar klikleri icin istedikleri ozgurlukler filan yaveleri..”
Önemsiz mi? Herhangi bir özgürlük talebini isteyene göre değerlendirmek sizin aczinizdir. Zarfa değil mazrufa bakın. Sizin olduğu kadar herkesin muhatap alınma hakkı vardır. Erdem o konuda mağdur olmadan da mağduru savunabilmektir.
“Bakın çok sevdiğiniz Karlı Kayın Ormanı’nı” Cok sevdigimi soylemedim. Begendigimi soyledim. Orada da ‘cok’ yok. Benim begendiklerim ile sevdiklerim tek bir kume degildir. Begenip sevmediklerim de vardir, sevip begenmediklerim de.
“sizi en çok etkileyen iki şiirinden birini yazmayı başarmış.”
Beni cok etkiledigini nereden cikardiniz?
Genelde insanları en çok etkileyen şey ilk akla gelen, ilk çağrışım yapandır. Bilgeliğiniz mertebesinde olmadığımdan sanırım. Mazur görün sizin beyninizin çalışma sistemini çözmek zor.
Begendigim siir sayisi sadece iki olsa, tamam, o zaman dedikleriniz anlamli olabilirdi.
Bende çok fazla bir şiir beğeniniz olduğu intibasını uyandırmadığınız için yazmıştım. Umarım ikiden fazladır. Siziniçin kazanım olur
“Artık “tavuğa” biraz daha saygı duyarsınız belki.”Yumurtasi ya da eti kadar ancak.
Bu cümle aklıma bir anıyı getirdi. Yıllar önce gülhane parkında özel horoz türlerini sergiliyorlardı. Çok güzel, süt beyazı bir ispenç horoz vardı aralarında ödül kazanmış. Orta yaşlı bir kadın oradan geçerken ne yapayın “250 gram eti var” demişti. Estetik ve anlayış biraz geç gelişir derler. Nazım benim gözümde şiirine de, biyografisine de saygı duyulacak ve en azından ortalama beğeniyi-takdiri kazanabilecek bir insan. Dediğim gibi siz sevmeyin, eminim Nazım’ın hatırası için büyük kayıp olmayacaktır. Nihat Doğan Bile çabalıyor bakın
“Dolayisi ile, bu sorularin muhatabi ben degilim.Ben hukukcu degilim. ‘Cok sarih’ olan bir tek sey goruyorum: Bir makamda birisi oturuyor ve birileri ona hakaret ettikleri iddiasi ile mahkemeye veriliyor. Kisiye ozel olup olmadigini, RTE’nin CB’liginin sona ermesiden sonra da benzer davalarin acilip acilmadigina bakarak gorecegiz.
İşine geldiği gibi cevap verme adetin devam etmiş “dünyanın merkezi burası istersen ölçde görelim” CB’nın avukatı da senin gibi düşündüğü için dava açıyor bu davaları, senden ayrı bir gerekçesi yok yani. Dolayısıyla bu sorunun doğrudan muhatabısın. Gene demagoji yapmışsın
“Siz bu uygulamayı açıktan savunurken, 5816 rahatsızlığını dile getirince bende hiçbir inandırıcılık ve samimiyet algısı yaratmıyorsunuz maalesef.” Simdi uzuntulerden uzuntulere garkoldum. Sizi ikna edemedim ya, uykularim kacar.
Yukarıda dediğim gibi sarkastikte olsa espri çabası hoşuma gider ama sen doğaçlamada daha başarılısın. Yeteneğin olmayan konuda zorlama kendini, fikirlerini söylemen yeterli.
Yasa gerekçesini de sağcı dedelerine sor. Kanunu çıkaran onlar. Hatta bugün savunduklarına sor, sana dedelerinin niye yaptığını anlatsınlar. Evet kişiye özel yasa ve yasa uygulaması olmamalı.
Ama Senin sağcı dedelerinde anlamıyordu sende anlamıyorsun işte kumaş bu ne yapalım
“Ya Necip sen nasıl kapitalistsin.”Basit. Degilim.”
Doğrudur birkaç kuşak oturuşması gerekir derler. Nazlı olmak ile nazenin olmak farklıdır. Kısmet ileri nesillerine necip…
Bayilirim bu ‘evrensel’ lakirdilarina.”
Bayıldığınız kesin bütün parlementer sistem deneyimlerini İngiltere’nin 2. Dünya savaşı yenilgisine bağladığınıza göre sizin yerelliğinizle mücadele edecek bir evrensel sistem yok gerçekten.
“Yoo. Ben Cemaat denen yapinin cok ciddi ahmaklik yaptigini dusunuyorum –uzun zamandan beri.Boyundan buyuk islere kalkisti.Butun aptalliklar ve ahmakliklar gibi, cezalanmasi mukadderdi.Simdi.. evrensel gakguklar hatirina Cemaat’i savunmak icin kendimde enerji ya da heves bulamiyorsam, kabahat benim degil herhalde……Ve, ben de ciddiye alip cevap yaziyorum.”
Birincisi Cevap yazıyor olmanız bir lütuf değil. isterseniz bundan sonra yazmayabilirsiniz. Bana bir katma değeriniz yok sadece saygı meselesidir. Ben bana yazılana cevap veririm fıtrat meselesi.
Biz bu devlet eliyle terör yapan FETÖ çetesine, arsız yapıya karşı çağlayan adliyesinde, FETÖ’cü polislere karşı adliye önünde, gezide, silyivri de mücadele ederken, senin 24 haziran devrimcilerinin ne halt ettiği arşivlerinde duruyor. Yapılan övgüler, karartılan hayatlar… Sana ilk yazılarda söylediğim, bu yapıyla mücadele ederken canından olmuş Türkan Saylan’lar ve diğerlerinin oluşturduğu geniş yelpazeyi hatırladın mı necip? Tek kişinin buyruğu ile yok saymakla geçmiş ve günahlar ortadan kalkmıyor maalesef.
İktidarın, Liyakatı yok edip yaptıkları atamalardan tutta, çetenin sahip olduğu mali-idari-adli kuvvetin oluşma(hadi esas gücünün oluşturma dönemine) dönemine bakta öyle salla istersen. Kandırılan Necip
Ne güzel Memleket Ne Güzel Necipler… Cemaate karşı Mücadele verirken hapis yatan Ahmet Şık , Fetö ye karşı mücadele verilirken hapis yatan Ahmet Şık. Senin hiç mücadele enerjin olmadı zaten necip, hep konjektürü kovaladın mücadele edenlerle alay ederek. Zamanında kolkola iken yaptıkları zulümleri çok destekledin ondan olabilir mi? Mağdur TSK Mensupları olduğu için mi sempatik geliyordu yoksa. Siz 24 Hazirancıların bari bu konuda biraz yüzü kızarsın sizden başka beklentimiz yok.
Evet hukuk kurallarının evrensel niteliği vardır necip. İste o zamanda anlamıyordun. Sadece muhalifi cezalandırma aracı görüyordun şimdide öyle. cemaatin amk senin mantığın ters onu anlatıyorum sana. Bugün güçlüyken sen uygularsın yarın başkası güçlü olur sana uygularlar beğenmediğin evrensellik tam da bunu engeller işte. Halkevleri üyesi Gençlerden tutta, ibrahim kaboğluna kadar ne çok insanı halen aynı potada mağdur ettiklerini de görmek için biraz vicdan gerekir.
Cemaati umursadığım falan yok, senin imalarından çekinip görüşlerimi yazmaktan çekinecek de değilim. Şükür o şerefsizlere hep karşı olmuş ve kesintisiz nefretle onlarla aktif şekilde mücadele etmiş biriyim. Kişisel geçmişime güveniyorum yani. Üzerime yapışmayacağının verdiği rahatlık var senden farklı olarak.
O zamanda küfrediyordum(güçlülerken) şimdide küfrediyorum. Ama sen o beğenmediğin evrensel lakırdılara dikkat etmez, evrensel kabul görmüş en azından hukuk usul kurallarını yok sayarsan senin aymazlığının cezasını(eğer gün abinin istediği devrim olmaz senin devrimler devam ederde burjuva hukuk sisteminde kalmaya devam edersek) AİHM kararlarıyla oluşacak yüklü tazminatları, sadece senin çocukların değil benimde çocuklarım öder ve bunlarda hiç öyle küçümsenecek rakkamlar olmaz. Aynı kanal istanbulla çevrenin geri dönülmez şekilde mahfına sebep olup, ekolojik dengeyi bok ettiğin zaman ortaya çıkacak ceremenin sonuçlarını hepimizin çekeceği gibi. Maalesef seninle aynı gemideyiz yani bazı konularda. Kısaca her suçu olağan hukuk içinde cezalandırmak mümkündür. Nokta.
Son 100 senenin isttatiskiklerini gormek isterim. Var mi elinizde? Eger yok ise, genellemeleriniz havada kalir.
Kadir Mısırlıoğlu’na sor senin aranın iyi olacağını tahmin ediyorum. Bende yok Versin sana sultan vahdettin dönemi istatistiklerini, kadı sicillerini. Payitaht dizisinden de veri alabilirsin daha gerilere gideceksen
2002-2018 arası dönem yorum yapman için yeterli gelmiyorsa konuşmaya gerek yok. Bak bu temel konuda bile mutabık olamıyoruz işte.
‘Kuresel Isinmacilar’la cok bezer seyler soyluyorsunuz. Yani, ayni el cabuklugu gayretleri. 4.5 milyar senedir var olan Dunya’nin son 200-300 senedir (o da yalap sap) istatistiklerle kiyamete gittigini soylemek gibi. Eger istatistiklerle konusacaksak, kapsami yeterince genis (ve geriye yonelik uzun) olmasi gerekir.
Doğru yüz seneye yayalım ki son 16 yıllık kötülükler küçük gözüksün gözden kaçsın değil mi? En saçma algı yönetimi. Bizden öncede vardı… Sen zaten 16 yıldır bunun için, eskiden gelen kötülükleri çözmek için iktidar oluyorsun. 24 haziran devrimi ile 5 sene daha icazet aldın. Bak benim düşüncem iktidar olamıyor. 16 Yıldır neyi çözdüler de? gelecek 5 Senede, devrimle taçlanan dönemde neyi çözecekler.
“16 Yılda yaratılan Yeni Türkiye kültür kodlarının bunda etkisi var mı sence? Yasa koyucunun ve yasa uygulayıcıların paylarını nasıl görüyorsun. Zira aynı kişiler daha da güçlü şekilde yönetmeye devam edecekler ülkeyi?, Afaki lakirdilarla sonuc almak zor.”
Doğru cinayete kurban giden, şiddete maruz kalan, sığınma evlerindeki kadınlara anlatın realist lakırdılarınızı
‘Yeni Kultur’ kodlari da neymis? Bu mudur derdiniz? Asalim keselim mi onlari?Bu mudur sizin ‘solcu’lugunuz (pardon, ‘muhalif’liginiz)?
İki konuyu birbirine karıştırmışsınız. Çarpık kentleşme, hazine arazisi yeşil alanların tahribi, kentsel dönüşüm ile yaşanan mağduriyetler konusunda çok eleştirim var tabi ama sizinle bu kadar eski fasıl varken yeni bir fasıl açmak istemem doğrusu. Siz memnunsanız bugünkü kentleşme anlayışından sorun yok sizin için. Sizin daha temel, çocukluğunuza giden sorunlarınız var. Ben hayatımda kimsenin asılıp kesilmesini savunmadım ve istememde.
En büyük oy aldığınız grupları asıp kesmekte canlıya ve sanata, sadece eti ve yumurtası için saygı duyan biri için kendi ayağına sıkmak olur. İnsani olarak olmasa bile faydasal nedenlerle sizinde buna karşı çıkacağınıza eminim. Sonuç ikimizde asılıp kesilme istemiyoruz yani sadece gidiş yollarımız ve konuya baktığımız yer farklı
“Bir de, dikkat ediyorum, surekli cikmayan kanunlardan filan bahsediyorsunuz. Sanki, kanun cikarmakla halledilecek bir seymis gibi.Galiba hukukcu filan oldugunuzu soylediniz yukarida bir yerlerde. Tek aletiniz cekic olunca, hersey civi mi gorunuyor, merak ediyorum.”
Doğrudur. Çok uzun bir yazı değil biraz yukarı çıkıp hukukçu olduğumu yazdığımı görebilirdiniz. Daha da daraltayım avukatım. Yasalar en azından yönetim anlayışınızı ortaya koyan ve devlet iradesinin olması gerekeni söylediği, özel ve kamu hayatını düzenleyen normlar bütünüdür. Çok önemsiz bulduğunuza göre: bir muhalifinize karşı değil, eşitinize karşı herhangi bir yasayı ihlal etmenizi tavsiye ederim. Bakın müeyyidelerle nasıl öğretirler size yasanın önemini ve çekiçle çiviyi.
Gücünüz yasaları uygulamamak hakkınızdan geliyorsa veya sizin gibi maç içinde kural değiştirmeyi mubah sayan bir etik kalibrasyona sahipseniz farklı yorumlayabilirsiniz. Kılıçdaroğlu falan değil Devlet Büyüklerine eleştiri(hakaret değil eleştiri) yaparak başlayın mesela yaşayarak test edin hukuk uygulamalarını. Ya da alenen Mustafa Kemal’e sövün bakalım 5816’mı uygulanıyor yoksa takipsizlik kararı mı veriliyor bu dönemde.
“Buradaki istatistikleri istiyorsanız onları da yazabilirim ama okumayı bile insanın yüreği kaldırmıyor inanın…” Bakin, bu klasik bir kaypakliktir:”
Konuya insani bakabilmek diyelim. Sizin gibi çocuk ölümleri ve istismarının ağır oransal artışlarını, mağdur ve maktullerin yaş aralıkların ülkeyi kimin yönettiğinden vareste şekilde normal kaşılayamam ve sadece bir istatistik olarak göremememden olsa gerek. Bu konuda ensar vakfına yazmanız sizin için daha tutarlı olur.
“Oldurulenlerin, acilarin, tek sahip cikani siz imissiniz gibi konusuyorsunuz. Sahte bir suret-i haktanlik yani.Odun yaranin ih deyicisi bile olmadiginiz halde, kendinize iyilikleri mustulayan birisi payesi biciyorsunuz. Bu kaypakliktan da kandirmacadan da vaz gecmelisiniz.”
Sıkışmanın verdiği nezaketsizlik içerisindesiniz. Dediğim gibi kerameti kendinden menkul birkaç klasik sol jargon eleştirisi, hiçbir alt yapı ortaya koymadığınız afaki, hayali 24 haziran devrim nağralarınız haricinde, sadece konuyu özünden kaçırmaya yönelik beyanlardan ibaret tüm yazdıklarınız. Muştuyu veren ve bekleyen sizsiniz benim 24 hazirandan daha karanlık günler dışında hiçbir beklentim yok sizin var. Anlatın bir türlü içeriğini açıklayamadığınız muştuyu
Kaypaklık(!) kötü bir kelime. Testinin içinde ne varsa ağzından o dökülür misali sizin ağzınızdan da o dökülmüş
Ayrica, ‘yok kanun, yap kanun’ zihniyetiyle olacagini saniyorsunuz anlasilan….Uzun zaman sonra, ilk defa, edilgen olmaktan cikmisa benziyorlar. Daha onceleri biz PKK’nin uzantisiyiz denildiginde herkes amenna anlaminda sukutla gecistiriyordu.Kazin ayaginin perdeli oldugunu soylemek lazim bazan.
Doğru mesela oslo da görüşerek, dolmabahçe’de mutabakat yaparak, Habur sınırına seyyar adliye götürerek sükuta çekiliyordu değil mi muhalifler. Şimdi neyse ki sizin iktidar geldi de had bildiriyor. Öğreniyoruz kazın ayaklarının çeşidini. Başkasına kaypak derken dikkat edin “iki yüzlülüğünüz” fazlasıyla sırıtyor.
“Sizin muteber kabul edeceğiniz kaynaklardan alınmış bir istatistik, Secerek kullaniyorsunuz; ayrica daha oncesini de bilmiyorsunuz.Ben, askerligimi kuvvet karargahinda yaptim. Orada, Disiplin ve Moral Subesi isminde bir birim vardi. Bir astegmen arkadasim gorev yapiyordu. Rutin islerinden birisi de kuvvetin kayip ve zayi rakamlarini tutmakti. Bir gun moralinin iyi oldugunu gormedim; cunku kayip ve zayi sayisi cok yuksekti. Ve, bunu kamuyla paylasmiyorlardi. [Bu dedigim cok uzun yillar onceye aittir.]O yuzden, ben, sizin verdiginiz rakamlara ve oralarda gorulen artislara filan itibar edemiyorum. Yeterince eski data icermiyorlar cunku.
Eski data iddiam yok siz okuduğunuzu yorumlayamıyorsunuz sadece. 2002-2017 Tarihleri rakkamlarını verdim önceden iyi veya kötü demedim.
Necip Bey uyanın artık 16 Yıldır ülkeyi İsmet İnönü yönetmiyor. Son mitinge çilleri getirdi sizin 24 hazirancılar, Ağar’ın oğlu milletvekili oldu farkında mısınız. Sizin yalandan reddetiğiniz mirası onlar özünde sahiplendi anlayacağınız. Siz 2002-2017 istatistiklerini yorumlayacak kadar dürüst olun yeter. 2002’den 2017Ye olan artışı nasıl yorumluyorsunuz
“Ekonomi her yönden çuvallıyor.” Nasil mesela? Ve, bunun neresi herkese dert olmali? Devletin borcu yok denecek kadar az.Ozel sektor ise habire borclanmis.Kazanirken iyiydi de, zarar ettiklerinde tasasi beni ya da sizi mi tutuyor?
Bu yorumunuzla kapitalist ve işveren olmadığınıza inandım. Enflasyon oranları ve pahalılık mesala, faiz oranları ve kur durumuyla bunların güncel fiyatlara yansıması, kira artış oranları, temel gıda maddelerindeki fiyat artışı, yakıt ve enerji fiyatları ile bunun üzerindeki dolaylı vergiler. haberleşme ücretleri üzerindeki vergi yükü ve zamlar, Sevmediğiniz sendika ve TUİK’in açıkladığı açlık yoksulluk sınırları, taban fiyatlar, eğitim ücretleri, bütçe açığı daha sayabilirim isterseniz bunlar beni geriyor sizi germiyorsa ne mutlu size
‘Muhalif’lerr birligi dene sey bazan boyle de yapiyor ‘muhalif’lere. Sizi ozel sektorcu ‘muhalif’ler doldurusa getiriyor. Onlarin derdi, borclarini kamuya sutlamak. Siz de onlara tesne oluyorsunuz.“yanlış yönetilen bir kamu maliyesi mevcut.” Nasil yani? Vergi mi toplayamiyor? Tahsil mi edemiyor? Kisacasi, ne salliyorsunuz?
SENCE SON 16 YILDA BU KADAR VERGİ BARIŞI/AFFI NİYE ÇIKTI. SAYDIN MI KAÇ KERE YAPILDI? ZEVK OLSUN DİYE Mİ? SGK PRİM AFLARI NİYE ÇIKTI? AĞIR ÖTV ARTIŞLARI DOLAYLI VERGİ ARTIŞLARI NİYE OLDU? TAHSİL ETTİKLERİ İÇİN Mİ? ÖZEL SEKTÖR MÜ TAHSİL EDİYOR BUNLARI? Tahsil ettikleri için mi sürekli aflar? (Büyük harfle yazmamın özel bir sebebi yok hızlı yazarken caps lock açık kaldı, anlamak istemeyeceğini bildiğim için dönüp düzeltmeyi ve vakit harcamayı gereksiz gördüm.) Bu kadar bütçe açığına rağmen kamu harcamalarının oranı, nevi, dağılımı ve tutarı sence normal mi? Satılan kamu malları seni rahatsız etmiyor olabilir beni ediyor. Bütçe yeni sistemde değişecek olan bakanlıklara göre yapılan dağılım normal mi?
Bak senin aslanlar en son İmar Affı getirdi para toplamak için çok normal değil mi? Adını barış koyunca barış olmuyor adına necip devrim deyince devrim olmadığı gibi
Sen 5’i 1 yerde şirketlerin kamuya yüklediği maliyeti(sana göre adı “değişik” yatırım yöntemi) özel sektör maliyeti mi sayıyorsun? Kısaca sen ne sallıyorsun Bilge necip
ISO dediginiz seyin Istanbul Sanayi Odasi oldugunu biliyorsunuz degil mi? Halbuki, o listede, bambaska illerden sirketler var? Yani, bu listeye link vererek ne anlatmak istiyorsunuz?
İçeriğe bak Bilge necip. Türkiye listesi orada verilen ilk 10’da ilk 100’de, 500’deki Şirketler. Senin anadolu kaplanlarının oranı dediğin gibi değil yalan söylüyorsun diyorum yani kandıralı…
“Umarim yasiniz genctir, ve ‘daha neler ogreneceksiniz’ dersem isabetli olur. Degilse, oghrenmenin yasi yok da diyebilirim. Ote yandan, begenmeyisinize sasirmadim. Bu gercek bir devrim; simdi ve burada. Utopyada degil.”
Sana devrimin ile mutluluklar ortaçağın bilgesi yüce necip…
İki “Şeyh” Ve İki “Said” Farkı Ve Solun Kafa Karışıklığı
“Şeyh Bedreddin İsyanı” feodal olmayan, ilerici, devrimci ve hatta komünist bir hareket iken nasıl oluyor da “Şeyh Said İsyanı” feodal, gerici, karşıdevrimci bir hareket olabiliyor?
“İki Şeyh”in (Bedreddin/Said) farkı neden “İki Said” (Şeyh/Nursi) arasındaki farkla kıyaslanamayacak kadar büyüktür?
Türban – pardon “başörtüsü sakızı”nı çiğneyen, “başörtülü bacımın temcit pilavı”nı yiyen Necip Bey (afiyet bal şeker olsun, umarım beğenmişlerdir) bunların üstüne bir de “Ergenekon ayranı” ve “Alparslan Arslan tatlısı” alırlar mı acaba?
–
Alparslan Arslan hakkında istenen ceza belli oldu
Danıştay saldırısı sanığı Alparslan Arslan’ın, “kasten adam öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet, 4 kişiyi “kasten öldürmeye teşebbüs etme” suçundan ise 80 yıla kadar hapsi istendi.
Danıştay 2. Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in yaşamını yitirdiği, 4 kişinin yaralandığı 17 Mayıs 2006’da düzenlenen silahlı saldırıya ilişkin Ergenekon davasından ayrılan Danıştay saldırısı davasında sanıklardan Alparslan Arslan’ın “kamu görevlisini öldürmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet, dört kişiyi öldürmeye teşebbüsten de toplam 80 yıla kadar hapsi istendi.
Ergenekon ana dava dosyasından ayrıldıktan sonra “yetkisizlik” kararıyla Ankara’ya gönderilen davanın duruşmasına bazı sanık avukatları, saldırıda hayatını kaybeden Mustafa Yücel Özbilgin’in mirasçılarının avukatı Gökhan Özbilgin ve Danıştayın avukatı katıldı. Sanıklardan Danıştay saldırganı Alparslan Aslan ve başka suçtan tutuklu Erhan Timuroğlu ile tutuklu bulunduğu cezaevinden telekonferans sistemiyle bağlantı kuruldu.
Mahkeme Başkanı Abdullah Köksal, kendi kararları gibi Yargıtay 5. Ceza Dairesinin, “anayasayı ihlal” ve “silahlı terör örgütü” suçlarından dosyanın ayrılarak, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki Ergenekon davasıyla birleştirilmesine; “adam öldürmek”, “adam öldürmeye teşebbüs” ve “ruhsatsız silah bulundurmak” suçlarından ise davanın Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine karar verildiğini açıkladı.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/alparslan-arslan-hakkinda-istenen-ceza-belli-oldu-40888558
Necip Bey Suriye’deki Esad diktatörlüğüne karşı.
Necip Bey İsrail’deki Siyonist rejime karşı.
Siyonist rejim Esad diktatörlüğünü bombalıyor:
“Son dakika… İsrail tekrar vurdu
Suriye’nin Dera kentinde yaşanan şiddetli çatışmadan kaçarak İsrail’in işgalinde bulunan Golan tepeleri yakınına kamp kuran Suriye muhaliflerine rejim güçlerinin top atışı yapmasına İsrail’in karşılık verdiği bildirildi.”
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/son-dakika-israil-esad-rejimine-ait-noktalari-vurdu-40888930
Necip Bey:
“Yetmez (çünkü Esad diktatörlüğü de Siyonist rejimi bombalamalı) ama evet!”
“Kerameti Kendinden Menkul Bilge necip;”
Bende keramet aramaniz ilginc. Galiba da bulmussunuz. O daha da ilginc.
Halbuki, benim oyle bir iddiam sozkonusu bile degil.
Fakat, keramet gormek israrinizin sebeplerini de merak etmiyor degilim.
“Yazdıklarından tahmin edebiliyorum. Çok karmaşık bir insan değilsin necip.”
Bu dogru. Sade birisiyim.
“Büyük öğretmen necip uyan! maalesef karar makamı değilsin!”
Benimle ilgili hukumler dile getirildiginde, bunlarin isabetli olup olmadigi acisindan karar makami benim.
“Ne kadar anlatırsan anlat, anlatmaya çalıştıkların karşı tarafın idrak kapasitesi ile sınırlı kalıyor.”
Ditto.
“En azından yazdıklarımın senin cevaplarına benzemesindense, asker mektubu ile bir tutulmasını yeğlerim.”
E, o zaman, neye itiraz ediyorsunuz?
“Seninle aynı özlemleri paylaşsaydım fikrimden kuşku duyabilirdim gerçekten.”
Sabit fikirli olmak icin iyi bir gerekce degil bu.
“Öncelikle bu kadar uzun yazacağına sürekli kaçtığın Senin 24 HAziran devriminden beklentilerin ne onu yazsaydın en azından beklentinin özetini öğrenirdik ama tablo beklenti dahi ifade edemeyecek kadar karanlık olunca…”
Beni ‘karsi taraf’in sozcusu sanmaktaki israriniz yuzunden olsa gerek, hala daha ayni seyi tekrarliyorsunuz.
‘Devrim’ oldugunu soyleyisim bir tespittir.
“Bizim demokrasi lakırdıları boşmuş.”
Evet, bostur.
Hicaz dilencileri gibi, surekli ayni seyleri soyleyerek bir yere varacaginizi umar bir goruntu vermekten oteye gidemiyor.
“Sorularıma verdiğin “yerim yok” , “cemil erten oku” vb. yüzeysel cevap bütünü mü? Tek karşılığın.”
Durun, sebebini hala daha anlamayisinizin sebebini tahmin edeyim: Siz, beni ‘karsi taraf;in sozcusu filan saniyorsunuz; ya da illa da oyle gormek istiyorsunuz.
Oyle olmadigini anlam, galiba, zor geliyor.
Tekrar soyluyorum: Degilim.
‘Cemil Ertem’i tavsiye edisimin sebbei de, onun bu surecin mutfaginda olusudur. O anlatiyor, nelerin daha iyi olacagina dair umitleri vs. Yani, bu konuda, neredeyse, birincil kaynak sayilir.
“iktidarı eleştiremeyen Bilge necip, sadece sola ve solun kendi içinde geliştirdiği eleştirileri papağan gibi tekrarlayarak kendi tarafını haklı çıkaramazsın.”
Bu sitede iktidari elestirmenin bir anlami yok ki. Klavyeyi eline alan herkesin yaptigi seyi bir de ben niye yapayim?
Ben, ayaklari yere degmeyen, mesnetsiz elestirilerle bir yere varilmayacagini anlatmaga calisiyorum.
‘Muhalif’lere ‘muhalif’ olmak dedigimiz sey de bu.
Hep beraber ‘muhalif’lik ayinleri duzenlemek arzunuzu anliyorum, bana ‘burada ne isin var’ mealinden serzenislerinizden bunu cikarsiyorum, ama, uzgunum, olmadik seyler soyleyip bunlara herkesin katilmasina alismis olmaniz, o yaklasimin dogru oldugu anlamina gelmiyor.
“Muhalefet (türü-görüşü vs. önemli geğil) ağırlıklı olarak iktidara karşı yapılır.”
Ayni fikirde olmadigim asikar degil mi, hala daha.
Hem ‘türü-görüşü vs’ onemlidir hem de ayaklari yere basmali.
Kisacasi, bos konusarak muhalefet ediyorum sanmak iktidara yarar. O da bir yere kadar. Aslinda kimseye faydasi yoktur.
“Yeni gelen sistem ile ülkenin uzun yıllardır olumlu olumsuz biriktirdiği ve hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmemiş olsa bile çoğulcu (yani senin mutlu olduğun gibi “çoğunlukçu” değil) bir ortamın zemini olabilecek, ihtimalini taşıyan parlementer sistem tüm teamülleri ile beraber ortadan kalkıyor.”
Bu bahsettiginiz sistemden siz de pek memnun degilsiniz; sozlerinizden onu anliyorum.
Ona ragmen, ‘bildik seytan bilmedik seytana yegdir’e siginiyorsunuz.
Ben ise, evet, ‘yeterince uzun zaman denedik, basimiz goge ermedi; yeni bir seyler denemek gerekiyordu’ diyorum.
‘Ben dedim, oldu’ degil, tabii ki; ama, anlasilan buyukce bir cogunluk da benzer seyleri dusunuyor olsa gerek ki, bu konuda aktif bir seyler yaptilar.
Yapilan degisiklik iyi midir, kotu mudur; bunu –herseyde oldugu uzere– zaman gosterecek. Buyuk bir ihtimalle de, her ikisinin karisimi bir seyler olacak.
Fakat, bu, yapilanin bir ‘devrim’ oldugu gercegini degistirmez.
“HYK ve SYK atamalarına ve yüksek yargı atamalarına, atama şekline atama sayılarına bakman yeterli.”
Daha onceki sekli ‘sah’ degildi; bunun da ‘sahbaz’ olmasini umit ediyor degilim.
Fakat, sunu da soylemem lazim: ‘Kurumlar heyetleri secer, heyetler kurullari secer, kurullar baskanlarini secer’ turunden ‘demokrasicilik’ sosuna bulanmis prosesleri, ben, fazlasiyla ‘anonimize’ buluyorum. Ortaya cikan sonuclarin sorumlusu ya da sahibi belli olmuyor.
Nasil ki, biz, Belediye Meclisi uyelerini seciyor, onlar da baskanlarini seciyor degilse; baskani ayri, meclisi ayri seciliyorsa, benzer bir yontemin daha dogru oldugunu dusunuyorum.
Boylece, kimin sorumlu tutulabilecegi daha kolay oluyor.
Siz buna ‘tek adam’ diyebilirsiniz; bence sorun degil. En azindan, yeterince begenmiyorsam, hangi ‘tek adam’i alasagi edecegimi biliyorum.
“Şimdi kapadık istersek ileride açarız şeklinde saçmaladığın “sayıştay” denetimi nerdeyse tamamen ortadan kaldırıldı.”
Bu tur ‘kurum’larin sakatligi su: Zaman icinde gorev/yetki sahalarini kendiliginden genisletmege meylediyorlar.
‘Yerindelik denetimi’ filana basliyorlar.
Ayni seyi, AYM’de gorduk.
Isguzarlik aliskanliklari kesbetmelerinin onune gecmek, belki de yeniden olusturulmalari gerekiyor.
“KHK’lar neticesinde oluşan kanun yerine tek kişinin buyruğu(eskiden en azından bakanlar kurulunun ve zorlu şartlara bağlı olan) en temel konuları yasama denetiminden uzak bir şekilde kolaylıkla düzenleyebiliryor.”
Gercekci olmak lazim.
Su anda, ‘hukuk sistemi’miz (o sistemi isletecek olan bireyler acisindan, en azindan) allak bullak.
Kimin kim oldugu hala daha belli degil.
Cemaati’i yargilayacak hakim, sonradan ortaya cikiyor ki, kendisi Cemaat’in aktif bir uyesi imis..
Bu durumda, ‘sistem’, ‘denetim’ filan dediginiz seylere nasil guvenecegiz?
Zor.
O bakimdan, ortada sanki guvenilir bir yapi varmis, gibi bana ‘evrensel’ gakguklardan bahsettiginiz zaman, sizin hangi alemde ne cektiginizi merak eder oluyorum.
“Bu durumlar seni Selahattin yusuffiyede eğitim görüyor diye mutlu edebilir ama beni etmiyor..”
Yapacak bir seyimin olmamasi beni kahrediyor, tabii ki.
“işçilerin Grev Hakkı olmamasını savunuyorsun ben olması gerektiğini düşünüyorum.”
Avukat olarak bir meslek dayanismasini mi seziyorum: Yani, ‘surekli yeni davalar ciksin, avukatlar da is bulsun’ mu?
Saka bir yana (ki, tamami saka degildi), bir isyerinde emegi kadar riski olan birilerinin o is yerinin kapisina kilit vurmak ‘hak’kini hangi mantikla izah edebiliyorsunuz?
Turekiye’de/dunyada, hicbir isyeri tekel degil. Yani, ‘orada is bulamazsan, baska yerde hic bulamazsin’ diyemeyiz.
Bu durumda, oradaki sartlari/ucreti yeterli bulmayanin ayrilmak ozgurlugu varsa –ki, var–, bundan daha fazlasini ‘hak’ saymak da ne oluyor?
“işçi özlük hakları, Kıdem tazminatı ve diğer konularda tamamen aykırı fikirlere sahibiz.”
Ozluk haklari konusunda bir sey demis degilim. Bunlara itiraz da etmem –cunku, kontrat onceside var olan, zimni mutemmim cuz olan, verili bir durum.
Fakat, kidem tazminati biraz daha farkli.
Ben ‘kidem tazminati’ denen seyin calisanlarin degil de, isverenin isine yaradigini dusunuyorum. [Gerekcelerini daha once de burada yazdim.]
Bunun boyle oldugunun saglamasini soyle de yapabilirsiniz: ‘Mart kedisi’ misali yillardir ‘kidem tazminati’ndan sikayet eden isverenlerin bu ‘yakaris’larina cevap vermek icin, AKP, ‘kidem tazminati’ kaldirmak (fona baglamak filan gibi) ve isverenin uzerinden bu ‘yuk’u (!) almaga kalkinca asil itirazlar nereden geldi?
Isveren kesiminden, degil mi?
Evet, cunku, ‘kidem tazminati’nin varligi isverenin bircok acidan isine geliyor. Isciyi, isyerine, mahkum edebiliyor vs.
Sizler gibi kiymetli hukuk teknisyeleri, guya ‘sol’cu ve guya ‘aydin’lar ise bu konuda karnindan konusmagi tercih ettiler.
Beklenmedik bir sey degildi bu.
‘Mechul isci’ icin bir seyler yapmanin getirisi yoktu cunku.
“Sen oyunun kurallarının maç içinde değişebileceğini yazdın ve bunu yapılabilir kabul ettin.”
Yok. Oyle degil.
Daha yavas okumaniz lazim; cunku olmadik yerden anliyorsunuz.
Ben, mac sirasinda birileri kurallari degisitiriyorsa, diger tarafin da –yeni duruma gore– kendi istedigi kurallari secmek ozgurlugu oldugunu soyledim. Hala dah da ayni gorusteyim.
Ya da, bu sefer daha bir anlarsiniz umidiyle, soyle ornek vereyim:
Siz, basket macinda, aniden, karakucak gures yapmaga kalkarsaniz; rakibiniz de (mesela) eskrim secebilir.
Delik desik olursaniz, sorumlusu sizsiniz.
“Sen seçilmiş yerel yöneticiler yerine politik gerekçelerle kayyum atanabilir, zorla istifa müessesesi çalıştırılabilir diyorsun (Sadece HDP değil aynı uygulama nüanslı şekilde CHP ve Bazı akp Belediyelerine de uygulandı) Ben bunu kabul edilemez buluyorum.”
Secilmis yerel yoneticiler aniden kutsallik kesbetmiyorlar.
Gorevlerinin disina cikip alakasiz seyler yapiyorlarsa (mesela, halka hizmet icvin harcamalari gereken kaynaklari ‘dag’ hasrediyorlarsa; ya da yolsuzlugun feristahini yapiyorlarsa), onlarin gorevden el cektirilmeleri halinde benim uykularim kacmaz.
“Sen devlet liselerinde ki iHL oranını makul devlet liselerinin iHL’leştirilmelerini makbul buluyorsun ben buna tamamen karşıyım.”
Yok. Makul bulmuyorum.
Ama, ben ‘devlet liseleri’ saplantisini da makul bulmuyorum.
Bir tevhid-i tedrisat saplantisi yuzunden her yerde hep ayni seyleri okutmak dayatmasini da hicbir sekilde makul bulmuyorum.
Bunu da, sanat/ciraklik okulu bahsinde soylemistim.
Duz liselerde, cocuklari mesgul etmek icin okutulan ivir zivirin aynisini sanat/ciraklik okulunda okuyanlara dayatmak, ustune ustluk bunlara bir de ilgili mesleki egitimi vermek mumkun degil.
Bunu bile bile, hala daha ‘tevhid-i tedrisat’ ayaklariyla buinda diretmek, faydali olmak degil; tersine, ulkeye zararli olmaktir.
“Alevilere haklar tanınmasına karşısın ben değilim.”
Degilim.
Fakat, kimin Alevi oldugunu, yani bu haklarin muhatabinin kim oldugunu bilmek istiyorum.
Dahasi, bunu bilmek, ayni zamanda, her Alevinin ayni seyleri isteyip istemedigini de gormek acisindan gerekli.
Simdi oyle degil. Kendisini Alevilerin temsilcisi olarak pazarlayan bir suru insan var –cogu da birbirine hasim.
Sapla samanin ayrilmasi gerekiyor.
“Senin selanik lakırdılarını ve hassasiyetlerini paylaşmıyorum.”
Sorun degil.
“Sen ODTÜ, Boğaziçi dahil buraları bilimsel yapılar olarak görmediğini,”
Cunku, uzun yillardir, ben, buralarda cikan ‘mahsul’un geldigi yerlerde oldum; yani, sanayide ve ticarette.
Ne dogru durust lisan bilirler, ne de mesleki yeterlikleri yeterlidir.
“üniversiteler konusunda iktidar uygulamalarının, rektör ve kadro atamaları uygulamalarının doğru olduğunu savunuyorsun ve ben idari yönden özerkliğinin korunmasını ve arttırılmasını savunuyorum.”
Bu dediginiz seyler, ancak, mali ozerklik ya da bagimsizlik sozkonusu ise, konusulabilir. Yani, kendi paralarini kendileri kazaniyorsa.
Parasini, vergiler veya burslar uzerinden, ben (de) veriyorsam, elin seysiyle gerdege girsinler diye, idari ozerklik filan talep edemezler.
‘Akademik ozerklik’ azicik daha farkli.
Ne konuda arastirma filan yapacaklarindan bahsediyorum.
Harcayacaklari emek ve zamanin sonucunda ne elde edeceklerinin hesabini vermeleri ve birilerinin de onayini almalari gerekiyor.
O ‘birileri’nin arasinda da is dunyasi da olmali.
“Atamaların yapılış şekli ve yöntemlerine karşıyım. Muhtemelen beğenmediğin Sezer dönemi rektör atamaları binlerce defa daha adil ve seçime saygılı idi.”
Adil olup olmadigi tartisilir; ama, kifayetsizler arasindan adil bir secimle birilerini atamanin neresine saygi duymam gerektigini dusundugunuzu merak ediyorum.
“Sen ekonominin iyi gittiğini düşünüyorsun ben sürdürülebilir bir ekonomik durum olmadığını ve çok kötü gittiğini düşünüyorum.”
Olabilir. Kisisel gorusunuzdur.
“Sen kadın ve çocuk haklarında geri gitme, kadın cinayetlerinde artış görmüyorsun ben farklı ve tamamen zıt fikirdeyim.”
Ufukuszluk bu tur yanilsamalara yol acabiliyor.
‘Dun hic yoktu (sifirdi), bugun 1 tane var; 1/0 = sonsuz’ turunden laflar etmein ufuksuzlugundan bahsediyorum.
“Devletin güvenlik algısında ve yeni geçtiği konsepte sence problem yok, bence “en azından” hukuken var.”
Kac sene oldu?
50?
50 senede, o ‘güvenlik algısı’nin devam ettigi surede kac kisi kaybettik?
50 bin?
Daha ne kadar zaman devam edecekti ki sizi tatmin edelim?
“Sen TCK 299’u çok doğru buluyor, 5186’dan nefret ediyorsun”
Yok. ‘Cok dogru’ buldugumu soylemedim. Ama, ‘luzumlu’ oldugunu soyleyebilirim.
Sebebi de, oyle bir kanun mevcut olmasa (ve kullanilmasa) kendine ‘muhalif’ diyenlerin isi gucu hakaret etmek olacakti. Simdi, en azindan, bir denge-denetim mekanizmasi sozkonusu.
Yani, kanuna muhalefet etmekten kacinacak sekilde, daha rafine hakaretler etmek zorunda hissetmek…
Diger kanundan da nefret filan ediyor degilim. Yanlis ve artik (coktan) gereksiz bir kanun. Dahasi, belli cikar gruplarina semsiye oluyor.
“(Bu kanunu çıkaran da sandığınızın aksine sizin 24 Hazirancıların Atası kabul ettiği Andan Menderes iktidarıdır. Senin sağcı dedelerin yani Bilge Necip),”
Dedelerime sormama gerek yok; birinci elden biliyorum.
O kanunu, evet, Menderes iktidari cikardi.
Sebebi de, donemde cok guclu olan Ismet Pasa’nin (ve taraftarlarinin) etkilerini biraz olsun kirabilmekti.
Yani, ‘hubb u Ali’ degil, ‘bugz u Muaviye’ idi.
Fakat, tavadan atlayip atese dustuklerini farketmediler; farkettiklerinde de cok gecti.
O ahmakligin cezasini da, yillardir, butun ulke cekiyor.
“Sen Mustafa Kemal’i öcüleştirip bunun üzerinden bir duruş sergiliyorsun, ben tercih zorunda kalırsan Kemalistleri senin 24 Hazirancılara tercih edeceğimi söylüyorum.”
Benim, kisisel olarak, MKA ile bir sorunum yok.
Ama, sanki insaustuymus, sanki dahiymis filasn gibi surekli ovguler dizilmesini de dogru bulmuyorum.
Cok ciddi carpikliklara yol aciyor.
[‘Vatanin bir cakil tasi bile verilmez’ dedigi soylenerek yuceltilen MKA’nin, ‘Chester Imtiyazi’ ile ulkenin ucte birini ABD’lere peskes cekmege calistigini, bu ugurda kanun da cikarttigini da bilmeyelim mi?]
“Sen 24 HAziranı devrim görüyorsun, ben ise çok önemli kazanımların kaybedildiği, müktesep hakların ortadan kaldırıldığı kötü bir yenilgi olarak kabul ediyorum.”
Sunun farkinda degilsiniz: ‘Devrim’ denen seyler herkesi memnun etmek zorunda degil. Bkz. Devrimler tarihi.
“Sanayi ve üretimdeki pay devlet eliyle yaratılan yeni müteahhit yapısına bakışlarımız tamamen farklı. Sen olumluyorsun, ben olumsuz buluyorum.”
Ben olumluyor degilim. Burada ‘yeni bir sey yok’ diyorum.
“Medyanın mevcut yeni durumundan memnunsun hatta yeterli değil daha fazlası olmalı diyorsun.”
Bugune kadarki medyanin neye hizmet ettigine baktigimda, ‘oteki testi’ konusunda sizin kadar ‘muhalif’ olamiyorum.
Satinalma yoluyla tasfiye edilmelerine de karsi degilim; dolayisi ile.
“Ben eskisinden de memnun değildim ama şimdikinden hiç ama hiç değilim. Doğrudan yaşamı etkileyen tüm bu konularda seninle farklı düşünüyoruz anlayacağın.”
Walla.. ‘eskisinden de memnun değildim ama şimdikinden hiç ama hiç değilim’ diyerek pek de bir sey demis olmuyorsunuz aslinda.
Dahasi, ‘temel’ dediginiz bu seyler uzerinden de ‘temel’e taaluk eden bir seyler de demis degilsiniz.
Varsa yoksa sikayet.
Eskisi kotuydu, simdiki daha da kotu..
Eee.. sizi menun etmek icin ne yapacagiz?
“Kısaca daha bunlarda mutabık değiliz, Bu konularda asgari müşterekte buluşamıyoruz. Birde ilerisini nasıl tartışacağız.”
Zor olacak, cunku, dedigim uzre, siz hersey ‘muhalif’ olmakla; fakat, isleyebilir alternatiflerinizi de kendi utopyanizdan orneklerle onermekle mesgulsunuz.
Bu yontemle bir yere varilmasi cok, ama cok, zor.
“Ben sosyalist bir sistemden yanayım, sen mevcut sistem içindeki kolektif ve/veya bireysel hakların genişletilmesine dahi karşısın..”
Sosyalist sistemle bir sorunum yok benim. Ama, sistemin bir fayda amaci olmali. Onerdikleriniz arasinda ben fayda baglaminda bir sey gormuyorum.
“Parlementer sistemi bu kadar basite indirgemek için sizin gibi bilge olmak gerekiyor.”
Yok, ben ‘Parlementer sistemi bu kadar basite indirgemek’ filanda degilim.
Zamanlamasina filan bakarsaniz, Turkiye’ye rejim ihracinin yapildigi tarihele cakistigini gorursunuz.
Bir de, tabii ki, ‘parlementer sistem’ cok matah olsaydi, neden butun zamanlarin ucunu ve otesini gorebilen ulu buyuk yuce onder Ataturk o sistemi degil de, kendi nev-i sahsina munhasir bir baskanlik sistemini benimsemisti gibi bir soru da sorulabilir.
Sorulabilir, evet, ama, o mugalata olur. O yuzden sormuyorum.
“Toplantı ve yürüyüş özgürlüğü olabilir mi mesela?”
Bunlar, elalemin malina mulkune, hayatina, ticaretine engel olmadigi, zarar vermedigi muddetce kabuldur. Yoksa, sirf memnunsuzlugunu gosterecek diye kaldirimdan tasi alip vitrine haydahlamak icin degil.
“Grev hakkı, Dernekleşme ve sendikalaşma konusundaki özgürlükler (Avrupa Birliği raporlarına bakabilirsiniz.),”
Ben ne grevin ne de lokavtin birer hak oldugunu, olmasi gerektigini, dusunurum.
AB raporlari da umurumda degil. Cunku, onlar da kendi cikarlarina uyan raporlar filan yayinlarlar.
“Memurların grev hakkı,”
Memurlarin, birakin ‘grev hakki’ni, ‘grev ozgurlukleri’ dahi anlamli degil.
Hem omur boyu istihdam garantisi olacak, hem de grev..
Sacmmalik.
“Kamuya seçilme kriterlerindeki mülakat sistemi ile idari görevlere seçilebilme özgürlüğü,”
Bunlar teferruat.. Idari detaylar. Bugun boyle olur, yarin baska.
“Hukuki itiraz mekanizmalarının çalışmaması, çalıştırılmaması,”
Nasil yani?
Adam bilmemnerenin il/ilce muduru ve idare onunla calismak istemiyor. Isten atamiyor –cunku, omur boyu istihdam garantisi var. Baska bir yere de tayin edemiyor cunku idare mahkemesi marifetiyle geri geliyor surekli.
Boyle sacmalik mi olur?
Idare mahkemesinin yerindelik filan bakmasi sacmalik. Ozluk haklari verilmis mi; baska alacagi var mi?
Yok ise, adamin isine son verebilmek lazim.
Bir yerlede bir memurun butun yapiyi rehin almasina izin verilemez bence.
“Adil yargılanma hakkı/özgürlüğü, Adil seçim hakkı (OHAL altında yapılan genel ve yerel seçimler, Adayların seçim propogandalarının engellenmesi), Haber alma özgürlüğü(çok memnun olduğun TRT ve medya uygulamaları, sansür, haber yasakları)”
Bana, luten, bunlarin sonucunda zarar gormus birilerini gosterin –gordukleri zarari da maddeten tadad ederek.
“Basılmamış kitabı toplatıp şimdi milletvekili olan yazarını içeri atmıştı bu iktidar hatırladınız mı?”
Ve, bu tek basina bir gunah-i kebir oluyor.. he mi?
Alti ay oncesinde yayinlamis oldugu kitap yuzunden ipe cekilen birileri vardi.. Cumhuriyetimizin asr-i saadetinde..
Kiyaslarsak, sizin dediginiz cok da gunah-i kebir gibi gelmiyor bana. Ama, olsun, siz yine de oyle sayin.
“Ergenekon, Balyoz, Fenerbahçe ve diğer yargılamalardaki özgürlük ihlallerini mesela anımsıyor musunuz Necip Bey?”
Fenerbahce konusunu hic takip etmedim. Sike ile basladigini, onu da Cemaat’in tezgahladigini hatirlar gibiyim.
Icinde Cemaat oldugu icin, daha sonralari bambaska mecralara suruklendigini hatirlar gibiyim.
Fakat, hukuk konusundaki titizliginiz bu kadar asikarken, guzel ulkemizde hic sike yapilmadigini mi dusunuyorsunuz?
Yapiliyorsa, bundan Fenerbahce ari midir?
Degilse, dedigim gibi, davayi hangi cenahin actigina bakmaksizin, Fenerbahce’nin gercekten masum oldugunu mu dusunuyorsunuz?
Yoksa, tuttugunuz takim o oldugu icin, ve davayi da Cemaat baslattigi icin, davanin dusurulmesini mi uygun gorursunuz?
Sizin idealist/utopik hukukculugunuz (daha dogrusu, hukuk teknisyenliginiz) buraya kadar midir?
Ergenekon ve Balyoz konularina gelince..
Masum olduklarini kesinlikle dusunmuyorum –en azindan hepsinin.
Ama, davalarin yanlis acilmis ya da zamanla sulandrilmis olmalari yuzunden beraat etmeleri de gerekmiyor.
“Ne zaman mağdurun kim olduğuna bakmadan zulme zulüm diyebileceksiniz Necip Bey?”
Siyasi konularda bu dediginiz kriter hicbir zaman gecerli olmadi; hicbir zaman da olmayacak.
“Sizinkilerin sicili bir hayli iyi anlayacağınız bu süreçte.”
‘Benimkiler’ degil.
Fakat, demek istediginiz (isaret ettiginiz) nokta da yanlis degil.
Bu her iktidar icin hep de boyle olmustur.
“Kemalist dönem dediğiniz 1920-1950 arasını”
Yok, yok. O donem, turlu turevlerine evrilmis olarak hala daha devam ediyor.
“OHAL tanımına bir bak verdiği yetkilere bir bak.”
Ben uygulamalara bakarim.
Yoksa, ‘bu kanun, lafziyla degil, ruhuyla yorumlanir’ turunden bir girizgaha sahip olan vergi kanunlari misali, okuyunca ulkeyi terketmek gereken seylerden yola cikarak kiyamet geliyor demek anlamli degil.
“Sen hangi özgürlüğü soruyorsun Necip. Olanı söyle onu tartışalım.”
Yok, yok. Ben sizin mahrum oldugunuz ozgurlukleri merak ediyorum.
“Keşke Mihri Belli’nin objektifliğin de olabilsen o zaman sorun kalmaz gerçekten.”
Ben, ayni kanaatte degilim. Onu da kimsenin pek dinlemedigi asikar.
“Herhangi bir özgürlük talebini isteyene göre değerlendirmek sizin aczinizdir.”
Acz filan degil.
Her ozgurlugun bir bedeli vardir. O bedeli de birileri oder, odemek zorundadir.
Ben de odeyeceksem, evet, kimin istedigine bakarim. Kendisi icin mi istiyor, yoksa baskalarina da fayda edecek mi?
Kendisi (kendi dar grubu, zumresi) icin istiyorsa, benim ilgim/destegim azalir.
Hayatin gerceklerinden biridir bu.
“Zarfa değil mazrufa bakın. Sizin olduğu kadar herkesin muhatap alınma hakkı vardır. Erdem o konuda mağdur olmadan da mağduru savunabilmektir.”
Magduru savunmak, tamam. Ama, o magduru savunmak adina toplumun geri kalan kisimlarini magdur etmek ya da memnunsuz etmek akillica degil.
“Bende çok fazla bir şiir beğeniniz olduğu intibasını uyandırmadığınız için yazmıştım. Umarım ikiden fazladır. Siziniçin kazanım olur”
Sizin intibalarinizi cok da kaale almayisimin sebeplerinden birisini acikca yazmaniz iyi oldu.
“Estetik ve anlayış biraz geç gelişir derler. Nazım benim gözümde şiirine de, biyografisine de saygı duyulacak ve en azından ortalama beğeniyi-takdiri kazanabilecek bir insan.”
Estetik ve anlayis, bazan tam da boyle, carpik bakislardan etikilenebiliyor..
Adam, butun omru boyunca birkac siir yazmis.
Mabad korkusu ile, baska kimsenin yapmak ihtiyaci duymadigi sekilde, kacmis gitmis.
Gittigi yerde bastaci edilecegini ummus herhalde. Olmamis.
Stalin’e filan uyduruk methiyeler, onun donemini guzelleyen radyo yayinlarinda metazori calismis –karin tokluguna.
O kadar.
“Nihat Doğan Bile çabalıyor bakın”
Nihat Dogan seviyesinde ornekler verecekseniz, hic yazmasaniz daha iyi olurdu.
“Bayıldığınız kesin bütün parlementer sistem deneyimlerini ingiltere’nin 2. Dünya savaşı yenilgisine bağladığınıza göre sizin yerelliğinizle mücadele edecek bir evrensel sistem yok gerçekten.”
Sarayin/Hanedanin din degistirmesi sonrasinda ahalinin de din degistirmesi gibi.. Cikarlarina oyle gelmis, onu yapmislar.
Bu tur seylerden kutsalliklar cikarmak, siradan insanlarin sigindigi acinacak yontemlerden birisidir.
“Biz bu devlet eliyle terör yapan FETÖ çetesine, arsız yapıya karşı çağlayan adliyesinde, FETÖ’cü polislere karşı adliye önünde, gezide, silyivri de mücadele ederken, senin 24 haziran devrimcilerinin ne halt ettiği arşivlerinde duruyor.”
Anliyorum.
‘Kimimiz nutuk soyledik’ durumlari, yani.
“Cemaate karşı Mücadele verirken hapis yatan Ahmet Şık , Fetö ye karşı mücadele verilirken hapis yatan Ahmet Şık.”
Ve, zerre kadar akli oldugundan suphe ettigim Ahmet SIK..
“Senin hiç mücadele enerjin olmadı zaten necip, hep konjektürü kovaladın mücadele edenlerle alay ederek.”
Yan odada yasadiginizi mi anlamaliyim bu kadar iddiali sozlerden?
“Zamanında kolkola iken yaptıkları zulümleri çok destekledin ondan olabilir mi? Mağdur TSK Mensupları olduğu için mi sempatik geliyordu yoksa.”
Ben, TSK’nin kendi basina buyruk (daha dogrusu cok dar bir azinligin aleti/borazani) olmasini hic kabullenmedim.
Dolayisi ile, ibret-i alem olmasi hasebiyle, bir sekilde, burunlarinin surtulmesi gerekiyordu.
Bunu da, cagirip esas durusta azarladiklari (ve kimsenin pek de itiraz etmedigi) seminerler uzerinden yonlandirdikleri ‘yuksek/alcak yargi’ marifetiyle yapmanin mumkun olmadigi da asikardi.
Cemaat, farkli saiklerle de olsa, bunun onemli bir kismini gerceklestidiyse, onlarin onune gecip engellemedigim (elimde degildi, tabii ki; ao ayri bir konu) icin cok da rahatsiz degilim.
Cemaat o kadroyu alasagi etti; sonra da Cemaat alasagi edildi.
Bu, ne o kadronun, ne de Cammat’in masum oldugu anlamina gelir.
Modern ziraatte oldugu uzere, bir zararli, bir baska zararli marifetiyle giderilmistir.
QED.
“Evet hukuk kurallarının evrensel niteliği vardır necip.”
Vardir. Inanan ve uygulamak isteyen varsa, tabii ki.
“Bugün güçlüyken sen uygularsın yarın başkası güçlü olur sana uygularlar beğenmediğin evrensellik tam da bunu engeller işte.”
Evrensellik filan gibi lakirdilar hicbir seyi engellemez. Sadece sizin gibilerin agzinda sakiz/pelesenk olmaga devam eder.
“AiHM kararlarıyla oluşacak yüklü tazminatları, sadece senin çocukların değil benimde çocuklarım öder ve bunlarda hiç öyle küçümsenecek rakkamlar olmaz.”
Simdi odum patladi iste..
AIHM denen sey ne menem seydir?
Ordusu mu vardir da gelip ulkeyi haciz ederek yazdigi cezalari tahsil edecek?
Duyun-u umumiye mi kuracaklar yeniden?
Yok, tabii ki.
Boyle, ‘harami var deyu korku salmak’lariniz garip ve kusku uyandiriyor.
“Aynı kanal istanbulla çevrenin geri dönülmez şekilde mahfına sebep olup, ekolojik dengeyi bok ettiğin zaman ortaya çıkacak ceremenin sonuçlarını hepimizin çekeceği gibi.”
Panama Kanali ve Suves Kanali’nin yol actigi cevre sorunlarini detayli incelemis gibisiniz.
Bilginizden istifade etmek isterim.
Yok, degil de, sadece salliyorsaniz, o zaman da sallama ozgurlugunuzu tanidigimi ifade etmek isterim.
“Kadir Mısırlıoğlu’na sor”
Iddialarla ortaya cikmis olan o olsa, ve burada da yaziyor olsa, tabii ki, ona sorarim.
Ama, sizin topu taca atmak gayretlerinizi de takdirle karsilamiyor degilim.
Yetenek pek yok; ama, olsun, gayret var.
“2002-2018 arası dönem yorum yapman için yeterli gelmiyorsa konuşmaya gerek yok.”
Kendinize soylediginiz seyleri buraya yazmaniz iyi oluyor. En azindan, muhakeme surecinizi gorebiliyoruz.
“Bak bu temel konuda bile mutabık olamıyoruz işte.”
Olamayisimizin sebebi asikar: Siz, durduk yerde felaket dillendiriyorsunuz, ben de ikna edici bilgi istiyorum.
Veremiyorsunuz.
“Doğru yüz seneye yayalım ki son 16 yıllık kötülükler küçük gözüksün gözden kaçsın değil mi?”
Hayir.
Kucuk mu buyuk mu oldugunu ben bilmiyorum.
Siz de bilmiyorsunuz.
Bilmiyorsunuz; fakat, bilirmis gibi konusuyorsunuz.
“Bak benim düşüncem iktidar olamıyor. 16 Yıldır neyi çözdüler de? gelecek 5 Senede, devrimle taçlanan dönemde neyi çözecekler.”
Bunun cevabini, bana degil, 25 milyon kadar kisiye soracaksiniz.
“Doğru cinayete kurban giden, şiddete maruz kalan, sığınma evlerindeki kadınlara anlatın realist lakırdılarınızı”
Neden erkekler icin de siginma evleri yoktur?
Kadinlardan siddet goren erkek yok mudur?
Ya da, onlar onemsiz midir?
“Siz memnunsanız bugünkü kentleşme anlayışından sorun yok sizin için.”
Ben, sizin gibi, surekli ‘aksi ihtiyar’ modunda degilim.
Bugun cirkin sayilan/gorulen nice yapi (ya da yerlesim yeri) ilerde, nostaljilerin de etkisiyle, matah sayilir.
Hayat boyledir cunku.
Kendi deger yargilarinizi ve dahi kendinizi cok da onemli gorMEmenizi oneririm.
“biraz yukarı çıkıp hukukçu olduğumu yazdığımı görebilirdiniz. Daha da daraltayım avukatım.”
Ben, hem kendini (‘sanat’ benden sorulur intibai verecek sekilde) ‘sanatci’ diye tanitanlardan, hem de –sizin yaptiginiz uzre– ‘hukukcu’ diye tanitanlardan gicik kaparim.
Hukukcu filan degilsiniz; sistem analizi yapiyor ya da hukuk sistemleri tasarliyor degilsiniz. Ihtisas sahaniza giren bazi kanun maddelerini ezberlemis, onlari kullanarak hayatini kazanan bir teknisyensiniz.
Dolayisi ile, hukuk konusunda sizin soyledikleriniz, benim acimdan, sadece ilgili kanun madeleri baglaminda onemlidir. O zaman da, bunlarin uygulanabilirliklerini, istisnalarini filan konusuruz. Bedeli karsiliginda tabii ki.
O yuzden, ben, sizin ‘evrensel’ filan deyislerinizi pek de kaale almiyorum.
“bir yasayı ihlal etmenizi tavsiye ederim.”
Bu dediginizin suca tesvik oldugunu biliyorsunuz, degil mi?
“Kılıçdaroğlu falan değil Devlet Büyüklerine eleştiri (hakaret değil eleştiri) yaparak başlayın mesela yaşayarak test edin hukuk uygulamalarını.”
Dedim ya, suca tesvik konusunda bu kadar rahat olmaniz yadirgatici.
Ote yandan, cok nadir haller disinda, bu tur konularda, sistem otomatik olarak devreye girmez, birisinin sikayet etmesi gerekir. Bunlari da bildiginizi umuyorum.
“Ya da alenen Mustafa Kemal’e sövün bakalım 5816’mı uygulanıyor yoksa takipsizlik kararı mı veriliyor bu dönemde.”
Sovmek konusunda bu kadar israrci olmak dogru mudur, bilmiyorum. Ama, yakin zamanda, daha onceleri (yaklasik 100 sene once) yayinlanmis bir yaziyi yayinlayan birileri ceza aldi, bildigim kadariyla.
Yanlis mi biliyorum?
“Konuya insani bakabilmek diyelim. Sizin gibi çocuk ölümleri ve istismarının ağır oransal artışlarını, mağdur ve maktullerin yaş aralıkların ülkeyi kimin yönettiğinden vareste şekilde normal kaşılayamam ve sadece bir istatistik olarak göremememden olsa gerek.”
Bu konu, insanlik sosyal hayata geceli beri var. Yani, konuya insani bakabilmek isteyen sirf siz degilsiniz.
Mesele, nasil cozeceginiz.
Bu konuda kanun filan cikarmakla cozulecegini saniyorsunuz, herhalde.
Cunku, cinayetler filanla ilgili mevcut kanunlar dunyada cinayetleri ortadan kaldirdi; oyle mi?
Oyle degilse, kanunlarin onceden engelleyicilik acisindan pek de bir ise yaramadigi; cok olsa, hersey olup bittikten sonra uygulanabildigini de bilirdiniz.
“Bu konuda ensar vakfına yazmanız sizin için daha tutarlı olur.”
Ya da, Vatikan’a.
“Muştuyu veren ve bekleyen sizsiniz benim 24 hazirandan daha karanlık günler dışında hiçbir beklentim yok sizin var.”
Bne oyle bir sey demis degilim. Ama, sizin yazdiklarinizdan, hic aydinlik ya da gunyuzu gormemis oldugunuzu anliyorum.
Uzucu, tabii.
“Kaypaklık(!) kötü bir kelime. Testinin içinde ne varsa ağzından o dökülür misali sizin ağzınızdan da o dökülmüş”
‘Kaypaklik’ aklima gelen ilk kelime degildi; daha kotuleri de var.
Ama, cok istiyorsaniz, daha hafif gibi gorunmekle beraber bence cok daha haagir olan ‘ufuksuz’ ve ‘sig’ gibi kelimelerle devam edebiliriz.
‘Ufuksuz’ ve ‘sig’, cunku perspektifiniz yok.
Bana, baskalari da var, ama ozellikle ‘dogal’cilari hatirlatiyorsunuz.
Hani, vardir ya, surekli islenmis gidaya cemkiren, onun yerine de hep ve sirf ‘dogal’ seyleri salik veren cok bilmisler..
Son yuz sene icinde insan omrunun en az elli sene daha, dunya nufusunun da katlanarak artmis olmasinin neredeyse en onemli etkeni olan ‘islenmis gida’yi kotulemekle bir omur gecirirler.
Kanser, Alzeimer, Parkinson’s filan gibi illetlerin artisini da kendilerine sahit tutarlar guya..
Halbuki, insanlar kirkina gelmeden zibarip giyorlardi. Kanser, Alzeimer, Parkinson’s olmak luksleri bile yoktu.
Bu kadar basit bir gercegin farkinda bile olmaksizin, biteviye kafa sisirirler..
Onerdikleri tek cozum de, magara devri beslenmeye geri donmektir –yani, otuzuna varmadan zibarip gidecekleri sartlara..
Sizin yaptiginiz, azicik dah rafine gibi dursa da, aynen oyle..
Yok siyatiklerim azdi; yok, romatizmalarim bana hic rahat vermiyor diyerek kafa sisiren aksi ihtiyarlardan farkiniz yok.
Kuzum, siz, dunyanin sizin etrafinizda donmesi gerektigini mi dusunuyorsunuz?
“Doğru mesela oslo da görüşerek, dolmabahçe’de mutabakat yaparak, Habur sınırına seyyar adliye götürerek sükuta çekiliyordu değil mi muhalifler.”
Ne olacakti baska?
Elde kesin cozum recetesi mi var saniyorsunuz?
Bir o denenecek bir de oburu; ya da bir baskasi.
Siyaset budur.
“Eski data iddiam yok siz okuduğunuzu yorumlayamıyorsunuz sadece. 2002-2017 Tarihleri rakkamlarını verdim önceden iyi veya kötü demedim.”
Eski dataniz yoksa, yeniyi neyle degerlendiriyorsunuz?
‘Keyfiniz oyle buyuruyor’la mi?
“2002’den 2017Ye olan artışı nasıl yorumluyorsunuz”
Bakiniz. Sizin anlamadiginiz sey su: Bahsettiginiz olaylar dunyada daha dun ortaya cikmis seyler degil.
Istatislikler ‘daha dun’ tutulmaga baslanmis olsalar bile, realitenin tamamini temsil etmiyorlar; edemiyorlar.
Artis goruyor olmamizin temel sebepleri de tartisilir.
— Daha rikkatli tutuluyor olabilir bu istatistikler.
— Magdurlar ortaya cikmak icin kendilerini daha rahat hissediyor olabilirler.
[Siz, simdi, bu ikisinde uygun ortami sagladigi icin de iktidara cemkirmege devam edebilirsiniz. Sasirmam.]
— Kamuoyu, baska dertleri daha onemsiz hale geldigi icin, bu tur konulara daha hassas bakabilir olmus olabilir.
Butun bunlari dikkate almaksizin, ‘aksi ihtiyar’ ile ‘atarli velet’ arasinda dolanan tepkiler vermek size dogru gelebilir; ama, cozume yardimci olmaz.
“Bu yorumunuzla kapitalist ve işveren olmadığınıza inandım.”
Nihayet.
“Enflasyon oranları ve pahalılık mesala, faiz oranları ve kur durumuyla bunların güncel fiyatlara yansıması, kira artış oranları, temel gıda maddelerindeki fiyat artışı, yakıt ve enerji fiyatları ile bunun üzerindeki dolaylı vergiler.”
Enflasyon ve faiz oranlarinin yuzde yuzleri buldugu/astigi gunleri hatirlamiyor olsam, evet, sizin felaket tellaliklariniza prim verebilirdim.
“haberleşme ücretleri üzerindeki vergi yükü ve zamlar, Sevmediğiniz sendika ve TUiK’in açıkladığı açlık yoksulluk sınırları, taban fiyatlar, eğitim ücretleri, bütçe açığı daha sayabilirim isterseniz bunlar beni geriyor sizi germiyorsa ne mutlu size”
Ulkede kac kisi acliktan oluyor da, aclik siniri istatistiklerini ciddiye aliyoruz?
Iletisim hic yok derecede az iken kimse vergisinden sikayet etmiyordu; simdi millet iPhone icin 6 bin TL bayilabilirken, iletisimin vergisi de varmisin tasasi beni tutacak.
“Sence son 16 yilda bu kadar vergi barişi/affi niye çikti.”
Basit. Daha onceki hukumetler boyle bir seyi yapmaga yeltenemiyorlardi bile (Ozellikle Almanya ve Isvicre filan gibi yerlerde tutulan paralari ulkeye cekersek, bu ulkeler gucenirler endisesiyle).
Simdi oyle bir endise kalmamis gibi gorunuyor. Ya da umursamiyorlar.
Ikincisi, biz buna piyasada ‘stok eritmek’ diyoruz.
Hani, vardir ya, belli bir fiyattan satip bir yere kadar getirdiginiz ama tamamnini satmadiginiz mallari daha dusuk fiyattan (promosyon filan diyerek) satmaga calismak gibi.
Kimseyi zorlamiyorsunuz. Ama, bir gun denetime gelirsek gozunuzun yasina bakmayiz demegi de eksik etmiyorsunuz.
Insanlar da, esek degiller ya, def-i bela cinsinden ozgurluklerini kullanip sistem icine girmegi tercih ediyorlar.
Bu, tabii ki, edenler icin gecerli. Etmeyenler icin ise ayri bir ‘stok eritme’ uygulaniyor. Fiyatlari biraz daha dusurerek…
Sizin bu tur seyleri anlanizi pek de beklememek lazim. Isiniz degil cunku.
“(Büyük harfle yazmamın özel bir sebebi yok hızlı yazarken caps lock açık kaldı, anlamak istemeyeceğini bildiğim için dönüp düzeltmeyi ve vakit harcamayı gereksiz gördüm.)”
Endise etmeyiniz. Ben bu tur densizlikleri kolayca duzeltebiliyorum. ‘Select all | Ctrl L’.
“Bu kadar bütçe açığına rağmen kamu harcamalarının oranı, nevi, dağılımı ve tutarı sence normal mi?”
Neresi normal degil?
“Satılan kamu malları seni rahatsız etmiyor olabilir beni ediyor.”
Niye ediyor?
Beles mi devrediliyor; yoksa oradaki arpaliklardan bir cikariniz mi var?
Bütçe yeni sistemde değişecek olan bakanlıklara göre yapılan dağılım normal mi?
“Bak senin aslanlar en son imar Affı getirdi para toplamak için çok normal değil mi?”
Tabii ki normal.
Alternatifi ne olacakti yani.
O evleri yikmak mi?
“Sen 5’i 1 yerde şirketlerin kamuya yüklediği maliyeti (sana göre adı “değişik” yatırım yöntemi) özel sektör maliyeti mi sayıyorsun?”
Hic iste.. Sirf konusmus olmak icin konusuyorsunuz..
Dahasi, zamanin para karsiligi oldugundan haberiniz dahi yok.
Kamu eliyle yapilan yatirimlar, ucuzmus gibi gorunse de, yillar ve yillar surdugu icin, bu zaman icinde de bir ise yaramadiklari bir yana, teknolojileri de demode oldugu icin, cok pahali yatirimlardir.
Onun yerine, mesela, Ucuncu Havaalanina bakalim.
Boyle bir yatirimi devlet yapacak olsa, en az 10-15 sene surerdi (teyid icin Berlin Havalimanina bakabilirsiniz).
Bittigi bun (eger hic biterse) tesisin yarisi paslanmis, yollari catlamis, teknolojisi de demode olmus olurdu.
O zaman zarfinda da en az 5 hukumet, bilmem kac tane de belediye baskani filan da degismis olacagi icin, sorumlusu bulunamazdi.
Siz, butun bunlardan bihaber, habire sikayetler salliyorsunuz.
Neyinizi ciddiye almami bekliyorsunuz?
“Türkiye listesi orada verilen ilk 10’da ilk 100’de, 500’deki Şirketler. Senin anadolu kaplanlarının oranı dediğin gibi değil yalan söylüyorsun diyorum yani kandıralı…”
Bir. ISO500, sizin sandiginiz kadar, onemli degil.
Bunlarin hepsi Istanbul sermayesine ait olmadigi gibi, olanlarin da cogunun yerinde saydigini gozardi ediyorsunuz.
Iki. Tek basina buyukluk de, sizin sandiginiz kadar, onemli degil.
Istanbul’dan ister doguya dogru isterse de batiya dogru gidin, cok sayida organize sanayi bolgeleri goreceksiniz. Hepsi agzina kadar dolu.
Bunlarin toplam buyuklukleri ve ekonomiye katkilari ISO500’u katlar.
Daha, Ankara’yi, Manisay’yi, Konya’yi, Kayseri’yi, Gaziantep’i vs saymadik bile…
Diyorum ya, ufuksuzluk ve siglik..
Basinizi kumdan (ya da nerenizdeyse, oranizdan) cikarmanizi oneriyorum.
“Göreceğiniz gibi, benim fikirlerim sosyal Darwinizmin tam tersidir.”
Sosyal Darwinizm baglaminda dedikleriniz yanlis degil. Ama, Darwin’in de onemli bir parcasini teskil ettigi Evrim ‘Teorisi’ acisindan durum biraz daha farkli.
Siz, ‘ezilen’leri surekli ‘devrim’e tesvik ediyorsunuz.
Bu, ‘vaktinden evvel’ bir zorlama sayilir.
Yani, siz, aslinda evrimde kestirmeden gidilmesini oneriyorsunuz.
Kaba bir ornek olacak ama, bunu soyle bir seye de benzetebilirsiniz: Super insan yaratmak icin insanlari yuksek dozda radyasyona maruz birkmak gibi..
Evet, bir mutasyona yol acabilirsiniz; ama, olumle mi sonuclanabilir, sakat kalir; bilinemez.
Yine de, super insan yaratmak itimaliniz yok denecek kadar azdir.
Yani, dogada, ‘vaktinden evvel’ ortaya cikanlar/cikartilanlar genellikle basarisiz olur.
Sizin devrim israriniz, dolayisi ile, bence, evrimi zorlamaktir.
“Ben bu yazıda, kazananların budala, kaybedenlerin ise yaratıcı olduğunu ileri sürüyorum.”
Gonlunuzun dogru yerde oldugunu soyleyebilirsem de, tespitlerinizin cok da isabetli oldugunu dusunmuyorum. Biz, buna, kefere dilinde ‘wishful thinking’ diyoruz.
“Bugün toplumda mücadele bir kültür savaşına dönüşmüş durumda. Toplumun canlı ve yaratıcı tarafı, ne yazık ki bugün baskı altındadır.”
Bunu neye dayanarak soylediginizi gercekten merak ediyorum.
Cunku, ben bu dediklerinizi destekleyen bir emare goremiyorum.
Tabii, bunu, ‘kaybedenler’ diyerek, kendisini yuzde 48’lerde goren (fakat, birbirine de muhalif olan, duzinelerce faksiyonu) kastederek soylediginiz farzediyorum. Zatn yazininizin devami da bu varsayimi destekliyor.
“Durgun bataklık ise, her seferinde muzafferlerin çıkarına hizmet etmektedir. ezen-ezilen ilişkisi tersine dönmüştür.”
Evet. Olur bu.
Buna ‘devrim’ de diyebilirdiniz pekala. Ama, gonlunuz elvermiyor anlasilan.
“Ezilenler bir anlamda ezen konumuna gelmiştir.”
Diyorum ya, evet, bu bir devrimdir. Daha dogrusu, devrimler hep de boyle bir sonuca ulasmak icin yapilir degil midirler?
“Fakat bu bir kültürel atılımla değil, tam tersine geri kültürün etkisi altındaki ezilenlerin kendisiyle birlikte tüm toplumu da bataklığa çekmesiyle gerçekleşmektedir.”
Sizin bu yaptiginiza, keferece, ‘grasping at straws’ diyoruz.
Yani, caresiz kalmis ve baska bir sey bulamamis olmaktan dolayi, ucup gitmemek icin, son bir umitle otlara, cimenlere, sazlara tutunmaga calismak, sarilmak..
[[Daha deyali aciklama icin:
https://idioms.thefreedictionary.com/grasping+at+straws
]]
Once devrim, sonra da onun kulturu gelir. Bunu siz de pekala biliyorsunuz.
“Ezilenler, eğer toplumsal bir emansipasyon durumu yoksa genelde ezenlerin hizmetindedirler ve onlara iktidarı vererek toplumun canlı dokusunun ezilmesine hizmet ederler.”
Burada neyin ’emansipasyon’ (yani, rustunu ispatlayis, kisitlayici dusuncelerden kurtulus, uyanis) olduguna kimin karar verdigi onemli.
Sizin bu konuda yeterince tarafsiz bir hakim oldugunuza hic emin degilim.
“SonuÇTA ÖNERDİĞİM, canlı dokunun kendisiyle birlikte tüm toplumun ve bataklıktaki ezilenlerin de kurtulabilmesi için canhıraş bir yaşam mücadelesi vermesi gerektiğidir.”
Fakat, bu ‘doku’, acikca goruldugu uzere, hic de oyle canhiras bir mucadele filan vermiyor. Tersine ‘lethargy’ diz boyu.
Buna ragmen, hala daha, ‘canli doku’ demekte israr ediyorsunuz.
“Sosyal Darwinizm, “ilerlemenin” ezen seçkinlerin sayesinde olduğunu ileri sürer. Ben ise bugün toplumsal kurtuluşun, ezilen ilerici kültürün üstündeki ölü tabakayı atması ve çekilmek istendiği bataklıktan kendini çekip çıkarmasıyla mümkün olduğunu ileri sürüyorum.”
Fakat, su anda olan bitenin tam da sizin dediginiz sekilde oldugunu gormek istemiyorsunuz. Cunku, sizin elinizde bir recete var ve ona uymayani gormezden geliyorunuz.
“Bataklığın kuruyup yaşanır bir yer hale gelmesi de buna bağlıdır.”
Bu dogru.. da.. ‘bataklik’tan kasdiniz yanlis bence.
You’re flogging a dead horse.
https://idioms.thefreedictionary.com/flog+a+dead+horse
Meclisin hükmü kalmamistir. Kim cogunlukda önemli degil.
Meclis’de Fasist, fundamantalist ve sermaye avcilari cogunlukta. AKP, MHP,BBP. CHPli soyal milliyetciler, Solcular ve bazi Anarsistler Millet ittifakini yürekten desteklediler. Yani Neo Fasist Iyi parti ile ittifaki desteklediler. Ne oldu sonuc? Iyi Parti Fasistleri secim sonu CHP yi sucladi ve ittifakdan ciktilar. Zaten durmayacaklardi. Meclisdeki Fasist ve dinci yasalara oy vermeyi düsünüyorlardi. Fasistlerden umut edenler bu konuda hic ses cikartmiyor. Meclis oylamasinda Fasist ve Dinci cephe büyüdü. Meclisde büyüyen gürüh : AKP, MHP, Iyi P, BBP, DP, SP ve CHP icindeki milliyetciler. Geride mazlumlara kalan HDP ve Ilerici CHP liler kaldi.
AKP secmeni kadar, Millet Cephesinde yer alan, destekleyen solcu ve Anarsistler’ de sucludur. Disarida kalan Fasistleride meclise bu sekilde tasidilar.
Cevabınıza tesadüfen daha yeni rastladım ve cevabım çok uzun- Galiba konu uzun.
Eğer cevabınızı yanlış anlamadıysam, Sosyal Darwinizm, Darwin’in bilimsel evrim teorisinin toplumlar tarihine uygulanması veya daha alaycı söylersek uydurulması.
Ünlü bir sürrealist ressam genç ressamlara “modern olmamaya çalışmayın, imkansız” der.
Modernlik ne? Ne zaman başladı?
Tarihçilere göre modernlik 10-11. yüzyıllarda Avrupa’da başladı, Rönesans’la kendine geldi, ve şimdi tüm dünya modern.
Bence modernliğin en güzel tanımı: bir yanda mutlak kuşku modern bilim; diğer yanda ve aynı oranda, insanın mutlak ahlak (ezmenin hüküm sürmediği toplum kurma veya kurtuluş isteği) hissi arasında mekik dokumak.
Topladığı sayısız veriler ve zamanındaki diğer alanlardaki buluşların büyük yardımlarına rağmen, Darwin, Malthus’u okuyunca bildiklerini bir teori, bir görüş, bir bütün haline getirip senteze ulaşır.
Küçük bir hatırlatma: Yunan mucizesini kendine model alanlar bir şeyi hasıraltı ettiler: Yunanlılar, doğa felsefecilerinin doğa ile ilgili bilimsel kurgularını teknolojiye çevirmemekle Malthus sorununu yaşamadılar. (Ayılar ve bazı diğer hayvanlar yiyecek kıtlığında kafayı yiyip etrafa saldırmaktansa metbolizmlerini değiştirip uzun ve rahat bir kış uykusuna dalarlar, bazı hayvanlar yiyecek için saldırı yerine günün sadece bazı saatlerinde yiyecek avına çıkarlar, bazı hayvanlar akıl almaz değişimlerle akıl almaz yerlerde yaşamayı başardılar…)
Sırası gelmişken, Wallace da aynı sonuca aynı anlarda varır ve buluşunu o zaman yaşadığı Endonezya’dan Darwin’e, kitabını acele edip yayınlamadan önce, gönderir.
Darwin’in kitabı çıktığında okuyup fikrini yazan Wallace, Darwin’i uyarır: “Evrim teorisine katılıyorum ama insana gelince sonsuz daha temkinli olmak da yarar var. Şu an aralarında yaşadığım vahşi çıplaklar İngilizler kadar zeki.”
Darwin cevap verir: “Mektubun senden geldiğini bilmeseydim çöp tenekesine atardım!”
Cevabınızdan bir alıntı:
“Sosyal Darwinizm, “ilerlemenin” ezen seçkinlerin sayesinde olduğunu ileri sürer. Ben ise bugün toplumsal kurtuluşun, ezilen ilerici kültürün üstündeki ölü tabakayı atması ve çekilmek istendiği bataklıktan kendini çekip çıkarmasıyla mümkün olduğunu ileri sürüyorum. Bataklığın kuruyup yaşanır bir yer hale gelmesi de buna bağlıdır.”
Dediğinize çok yaygın ‘gerçekçilik’ çirkin modern ‘cynic” maskesi takarsam veya daha ciddi anlamda “structuralist” olursam; rolleri değiştirmiş aynı şeyi değişik söylemişsiniz veya yapı aynı yapı, kazananlar değişmiş diyebilirim. Ama gerek yok.
Gerçekçilerin kim olduklarını ifşa edip insanlığa getirdikleri felaketleri işleyen sayısız yazınlar, eleştiriler, filmler ve direniş edebiyatı var. Don Kişot, Uykuda Gezenler, Kiraz Bahçesi, Satyajit Ray, Kurosawa, Bertolucci, Bunuel, sürrealistler, Freud ve hatta benim anladığım anlamda Marks (yani bize asıl yön veren gerçek dünya değil altında yatan sınıf kavgası) gibi binlerce örnekten aklıma şu an gelenler.
Not: Ben size gerçekçisiniz demek istemiyorum, hatta tam tersi. Modern olmamanın zorluğunu analtmak istiyorum.
Eğer modern olmamaya çalışırsam, bana ufukta değişik bir manzara profili ortaya çıkar: Sosyal haksızlık, eşitsizlik, ezicilik olmayan toplumlarda sizin lafınızı ettiğiniz “kurtuluş” kavramına rastlanmaz. Mitlere göre bir zamanlar ölünmezmiş, hastalık yokmuş, daimi gençlik varmış, insanlar bolluk içinde yaşarmış, ateş yokmuş ama bulunmuş, hayvanlardan avcılık, baraj yapma, örgü örme öğrenilmiş gibi benzeri binlerce doğa veya evrenle ilişkiler anlatılır. 19. ve 20. yüz yıllarda, kolonistleri sırtlarından atmaya çalışanlar, genellikle eğer Hıristiyan olmuşlarsa veya eski mitlerini Hıristiyanlıktan öğrendikleri ezilme ve kurtuluş anlatımlarıyla sentez yapmışlarsa, birleşip mücadele etmeyi başardılar. Bu insanlar birleşmek için eski mitlerine (isterseniz ideoloji okuyun, daha iyi) dönmeye kalktıklarında mitlerinde sosyal dolandırıcılık olmadığından pek işe yaramadı.
Eve yakın bir örnek: Müslüman olan şamanistik Türkler ve diğer toplumlar, İslam dininin daha ileri olduğu için kabul ettikleri gerçekçiler masalları gerçekçi nesillere beyaz üzerinde beyaz yazılı tarih kitaplarıyla aktarılır. Okunamaz tarihe göre diğer rakip dinlerle tartışmalarla sidik yarışı erbabı olan Müslümanlar, bin bir türlü saçmalıklarla, neye inandıklarının hiçbir zaman savunma ihtiyacı duymamış zavallıların beyinlerini ambale ettiler.
Bu ileri dinlere daha yakından bakarsak, bu katılaşmış dinlerde bile cennette yaşanan günler hasretle anılır. Kavga ve kurtuluş, Zerdüştlükten Yahudiliğe geçti ve oradan da Hıristiyanlık ve İslam’a. Kavga ve kurtuluş evrensel değil, tarihsel.
Bir örnek daha vermek isterim.
Bilindiği gibi mitsel düşünceden felsefi, modern jargonda bilimsel düşünmeye geçiş, Ege kıyısında ve Yunan din ve tanrılarının şimdiki televizyon dizilerden farkı kalmayınca başladı.
Her şeyin bir şey veya 4-5 şeyden geldiği (şimdiki her şey teorileri veya her şeyi bazı temel elemanlarla açıklamak); tekten ayrılanların teke dönme arzusu (sizin sınıf kavgalarının sona erme fikriniz veya o zaman toplumun aşiret, klan ve totem guruplara bölündüğünden çatışmalar ve anlaşmazlıklar çıkması, mesela Aristo’ya göre taş asıl ait olduğu yere dönmek için düşer, totemlerle temsil edilen klanlar ölüm veya diğer nedenlerle asıl tek varlığa dönen elemanlar*; doğanın kötülük veya aksi davrananları cezalandırdığı (şimdiki ahlak); bazı şeyleri tanrıların bile değiştirmeye gücü olmadığı (şimdi bunlar doğa yasaları veya felek) …
* İki bin yıl sonra gerçekçilerle mücadele edip kaybedenlerden Winstanley 1609 – 1676:
“O death, where art thou? Wilt thou not tidings send?
I fear thee not, thou art my loving friend.
Come take this body, and scatter it in the Four,
That I may dwell in One, and rest in peace once more.”
Yunan felsefcileri arasındak bu fikirlerin, ve bilhassa doğanın suçluları cezalandırması, gerçek dünya gözlemlerinden gelmediği çok belli. Kaynak, çok daha eskiden kalan mitler. Yani felsefe ve doğa bilimi mitlerden doğdu. Şimdi metafizik derler.
Bu mitlerde insan, kendi sosyal yapısını doğaya yansıtmış, yani, “doğa” filozofları toplumların kendi yapı “idea”larını doğaya yansıttılar. Modernler tam tersi peşinde.
Eğer modernler ve özellikle gerçekçileri iğnelemek ve alay etmek istersem, acizliğini, çaresizliğini, gaddarlığı, kana susamışlığı doğada bulmaya çalışmaktalar derim. Tabii, bu da “gerçekçi” bir yargı olur ve iş uzar gider. Gerçekçiler, ya ABD’nin Orta Doğu ve dünyadaki becerilerini ya demokrasi getirmek çabası içinde olduğu ile veya sonsuz derinlere inerek insan doğası ile anlatmaya çalışanlar.
Beni sorunum anlatmak istediğiniz amacı doğadan seçtiğiniz örnekle açıklamanızda değil. Tam tersini iddia edebilen bilimsel kuşkuya döneceğim.
Evrim teorisinin 20. yüz yılda en ünlü teorisyenlerden biri Stephen Jay Gould ile söyleşiden küçük alıntılar (uzun olduğu için özür dilerim ama değer):
Not: Gould, Kropotkin’i gayet ciddiye alır.
“… and here is Gould asserting, more serene than ever, that man, despite his large number of neurons and his complex brain is not the “goal” of evolution, that it is neither inferior nor superior to other species, that the age of mammals would have succeeded that of dinosaurs 65 million years ago. There is no such thing as we have since 3.5 billions years and will always be at the “age of bacteria”. So, if it were to be awarded the prize for success, would it not be for a shrimp managed to survive for 30 million years, while most species only last 4 million years on average?”
“- For you, man is only a “cosmic accident”. What do you mean?”
“- Man, like all animal lines, be it dog or walrus, has appeared accidentally and very recently: the last micromoment of planetary time, there are three million years for Australopithecus such as Lucy , while bacteria date back more than 3 billion years. We can explain how this apparition took place, going back in the history of life, but it is not possible to say that it “must” happen. That’s why I’m talking about an ephemeral cosmic accident that would not happen again if we replanted the seed of life by letting it grow in similar conditions. Rewind the film of life to the appearance of modern multicellular animals, then rewind the film and evolution will repopulate the Earth with radically different creatures. The probability of seeing a creature resembling, even by far, a human being is effectively zero. So, the man would not have anything of a “result”, did not “necessarily” have to appear?
I refute this arrogant idea that man was the goal of evolution. We are a tiny branch of the lush bush of life. The mammals we belong to represent only a small group of some 4,000 species in the one million multicellular animal species. And on this million, 80% are arthropods, mostly insects. More generally, most living organisms are bacteria. Bacteria, ubiquitous, innumerable, are and have always been the dominant form of life on Earth. I do not have a particular affection for them, but we must realize that we are and will probably always be in the age of the bacteria. Yet with our complex brain where consciousness has emerged, we want to consider ourselves the most evolved and important being?”
…
“… how to hold the invention of consciousness for the ultimate outcome of a fundamental dynamic of life while 80% of multicellular organisms (arthropods), which have a magnificent evolutionary success, do not manifest over time no tendency to neurological complexity. The complexity of living organisms, however, seems a characteristic of evolution?
No, we can not speak of an increase in complexity in the history of life. We always make the mistake of not looking at the full range of life. In our depictions of evolution, we draw the bacteria, then the jellyfish, then the trilobites, then the dinosaurs “and the last scenes always show human beings, while the greatest successes of the mammalian evolution the bats The rats and the antelopes remain invisible, an erroneous vision in which our attention is focused on lineages, a distorted vision where we distinguish a few species among the thousands, and, moreover, life sometimes prefers simplicity to complexity. Thus, certain parasites, especially those buried inside our organs, have lost, in relation to their ancestors, either their sensory organs or their organs of locomotion and have become only kinds of bags of tissues …”
” It’s a myth. The very word evolution is ambiguous. Darwin, in his early writings, rejected this word because his theory contained no notion of general improvement. He preferred to speak of “offspring with modification”. Finally, it was under the influence of the philosopher Herbert Spencer that this word was imposed.”
“Her ozgurlugun bir bedeli vardir. O bedeli de birileri oder, odemek zorundadir.
Ben de odeyeceksem, evet, kimin istedigine bakarim. Kendisi icin mi istiyor, yoksa baskalarina da fayda edecek mi?
Kendisi (kendi dar grubu, zumresi) icin istiyorsa, benim ilgim/destegim azalir.
Hayatin gerceklerinden biridir bu.”
Bir yerde buna benzer bir olay okumuştum.
Bir zamanlar, bugünün slogancı solcuları gibi “özgürlük” diyen, “iktidarı devirmek”ten bahseden ve muhalefet liderliğine soyunan bir tüccar varmış.
“Kendi dar grubu, zümresi” dışında kimse peşine takılmamış.
Yani, kendisi gibi bir tüccar olan karısı, bir tüccar arkadaşı, bakımını üstlendiği amcasının oğlu, evlatlığı olan azatlı kölesi ve bunların ardından peşine takılan üç-beş çulsuz hariç.
Bakmış, bu böyle gitmeyecek. “Özgürlük” hayalleri, “iktidarı devirme” planları iyi hoş ama gerçekçi değil.
Davasından vazgeçmiş.
İyi de etmiş.
http://marksist.net/marksist-tutum/celalettin-canin-silivri-cezaevi-tanikligi
Tek adam emperyalistlerin işine geliyor
Gerçek
Temmuz 7, 2018
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/tek-adam-emperyalistlerin-isine-geliyor
Jandarmada tehlikeli dönüşüm
Gerçek
Levent Dölek
Temmuz 7, 2018
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/jandarmada-tehlikeli-donusum
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile neler değişti?
Gerçek
Temmuz 7, 2018
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/cumhurbaskanligi-hukumet-sistemi-ile-neler-degisti
İstibdad ile faşizmin dansı
Gerçek
Sungur Savran
Temmuz 6, 2018
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/istibdad-ile-fasizmin-dansi
TÜSİAD’dan bir muhtıra daha:
Patronlar kulübü Erdoğan’ın eline uygulayacağı programı verdi
Gerçek
Temmuz 6, 2018
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/tusiaddan-bir-muhtira-daha-patronlar-kulubu-erdoganin-eline-uygulayacagi-programi
Necip Bey’e göre;
“Asalak patronların değil üreten milyonların yöneteceği bir topluma kavuşmak için işçi ve emekçiler[in], iktidarın patronların temsilcisi olduğunu görme[si] ve DİP’in çağrısına kulak verme[si]”
beyhude bir çabadır.
Çünkü;
Toplumu “üreten milyonların” değil “asalak patronların” yönetmesi “fıtrat”ın gereğidir.
Sadece ölü Necipler akıntıyla birlikte yüzer.
— Hırvatistanda bir duvar yazısı
Ali Koç hangi kapitalizmi eleştirdi?
Mustafa Pamukoğlu
Aydınlık Gazetesi, 22.11.2015
G20 Zirvesi’nin en önemli yararı şüphesiz önemli bir kapitalist (burjuva) olan Ali Koç’un kapitalizm ile ilgili düşüncelerini öğrenmemiz oldu. Ne dedi Koç; “Eşitsizliğin ortadan kalkması için, kapitalizmin ortadan kaldırılması gerekir. Ben, en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun, kapitalizmdir.” Kapitalizmin üretim araçlarının mülkiyetine sermayedarın (kapitalist) sahip olduğu, işletmelerin üretim faaliyeti sonucu elde ettikleri kârın (nemanın) tamamını patronun (anamalcı) aldığı bir üretim biçimi olduğunu çoğumuz biliyoruz. Kapitalizmin temel çelişkisi de emek (işçi) ile kapitalist (burjuvazi) arasındaki çelişkidir. Bu çelişki sınıf mücadelesine sebep olur. Çünkü işçinin gerçekleştirdiği üretim sosyal nitelik taşır. Oysa mülkiyet özeldir. İşte bu iki nitelik arasındaki çelişki sınıf mücadelesinin temelini oluşturur.
KOÇ’UN İTİRAFLARI Ali Koç, işte bu çelişkiyi yaratan ve dolayısıyla eşitsizliğe sebep olan sistemin kapitalizm olduğunu söylemiş oluyor. Ve bir anlamda da şu itiraflarda bulunmuş oluyor. *Biz kapitalistler olarak bu eşitsizliğin ve adaletsizliğin sebebiyiz. Kapitalizm bize üretim araçlarının mülkiyetini edinme hakkı verdi. Ama biz bu hakkı iyi kullanamıyoruz. *İşçi ile patron arasındaki sınıfsal mücadelede eşitsiz bir durum vardır. Buna neden olan esas tarafın da biz olduğumuzu kabul ediyoruz. *Üretim araçlarının mülkiyetinin özel olmasında sorun var. Bu durumda sorunu kapitalizm, çözümü de kapitalizmin kaldırılması olarak ortaya koyarsanız, kapitalist (burjuvazi) olarak bu sistemden siz de memnun değilsiniz ve mülkiyet hakkınızı paylaşmaya hazırsınız, demektir. Bizce, Ali Koç, bunu kastetmedi. Tekelci kapitalizme eleştiri getirdi. Çünkü tekelci kapitalizm kapitalistlerin rekabeti sonucu doğdu ve vahşiliğini tekelciliğinden alıyor. Dünyada çoğu kapitalist bu tekelci kapitalistlerle mücadele edemiyor veya onun koyduğu kurallara uymak zorunda kalıyor.
LİBERALLERİN ELEŞTİRİSİ Koç’un bu çıkışına liberallerden eleştiri geldi. Şöyle diyorlar: Üretim araçları üzerinde mülkiyet ortadan kaldırılamaz. Çünkü “üretim araçları mülkiyeti”nin olmadığı bir iktisadi sistem yoktur. Bu nedenle kapitalizm “doğal ekonomik sistemdir”. Yani bütün ekonomik sistemler kapitalisttir. Siz sadece kapitalizmi sınıflandırabilirsiniz. 1-Mülkiyet devlete ait ise devlet kapitalizmi vardır. 2-Mülkiyet özel ise serbest-pazar kapitalizmi söz konusudur.
KAPİTALİZM ÖZGÜRLÜK SAĞLARMIŞ! Liberaller daha da ileri giderek Koç’u kapitalizmle uğraşmamaya davet ediyorlar. Neden “adalet mülkün temelidir” denmiştir? “Devletin veya düzenin esası adalettir.” sözünü Hz. Ömer boşuna söylememiştir. (Bizde mülk kamu düzeni yerine mülk olarak kullanılmaktadır.) İşte kamu düzenin temelini “adalet” sağlıyorsa “mülkiyet” de hürriyetin temelidir. Kim üretim aracına sahipse o, o kadar özgürlük güvencesindedir. Tercüme edersek! burjuvazi özgürdür. İşçi köledir.
ROMANTİK SAVUNUCULAR Romantik liberaller kapitalizmdeki bu üretim araçlarının mülkiyet biçimi nedeniyle eşitsizlik ve adaletsizlik doğal sonuçtur, diyerek kapitalizmi savunurken eşitsizliğin vicdan ve demokrasi ile düzeleceğini iddia ediyorlar. Hatta şunu söylüyorlar. Kapitalizmde burjuvazi kaliteyi sağlayan ve bununla da toplumu ileriye taşıyanlardır. Bu açıdan bakarsak toplumların gelişiminde burjuvazi olmadan olmaz.
PATRONLARA GÜVENELİM Mİ? Eğer Türkiye’nin en önemli kapitalist işletmelerinin ortaklarından biri olan ve iyi yetişmiş bir patron olarak Koç kapitalizmden şikâyet eder duruma gelmişse, atacağımız adımların başında patronlara artık güvenmek ve sosyal adaletin tesisinde onların vicdanlı davranacağını beklemek olacak! Ve tartışmaya başlayalım. Kapitalizm ortadan kalksın… Peki, yerine ne gelsin? Ehlileştirilmiş kapitalizm mi? Sosyalizm mi? Devlet kapitalizmi mi? Ne?…
https://www.aydinlik.com.tr/ali-koc-hangi-kapitalizmi-elestirdi
97ve 99, biraz da 100
97 ve 99, gerçek keşfedileli gerçek gerçeği bilenler arasındaki bitmez kavgaları ve keşfedilen fikir özgürlüğünü canlandırarak tenasühün gerçekliğini bizzat ispat etmişler. Biraz da mükemmel asker kokuyorlar: “Biz neden kavga ettiğimizi bilmek istemiyoruz! Onu, büyüklerimiz bilir!”
97 ve 99’un diğer kokan mantraları çeşit çeşit:
– Ben solcuyum, o halde haklıyım.
– Ben devrimciyim, o halde haklıyım.
– Ben Marksistim, o halde haklıyım ve hak yolundayım.
– Ben Marksist-Leninist-Maoist …-im, o halde haklıyım.
– Ben anarşistim, o halde haklıyım.
– Ben, en zengin ülkelerde olduğu gibi en fazla sayıda insana özgürlük getiren düzenin gerçekten gerçek olduğuna inanıyorum.
– Benim için medyada okuyup gördüklerim dışında gerçek yok.
– Ben sadece ve sadece gözle görülen, kulakla işitilen, elle tutulan gerçeğin gerçek olduğunu biliyorum. Fizikçilerin gözle görülmeyen, elle tutulmayan gerçek gerçeğini boş ver, kapitalist yalanları. Tabii, bize dağıttıkları televizyon falan filanlar hariç.
– Ben, bu inandığım gerçek salt bir azınlık tarafından desteklense de, yararcı tüccarın uyandığı gerçek gerçeğin peşinde koşmam; ben, kahramanım bir askerim.
– Ben anlamasam da fikir özgürlüğümü kullanmak gösterisi yapmak özgürlüğümün fiyakasını yapmak isteyen modernlik biyolojik mutantı hilkat garibesiyim.
Tabii, 97 ve 99’a en güzel cevap 100 numaralı yorumdan alıntıda:
“Toplumu “üreten milyonların” değil “asalak patronların” yönetmesi “fıtrat”ın gereğidir.”
Galiba bu gerçeğe inanan gerçekçi, yalan gerçek peşinde. Sizinle şaka ediyor, dalga geçiyor. Bence, sırtını gerçek gerçeği bilenlere dayamış sizlere gülüyor.
Benim cevabım daha dikenli olacak. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alman yazarlar, yazdıklarını Nazi düşünce süzgecinden geçirilip anlaşıldığının farkına varıp, yazı üsluplarını değiştirmek istediler. Kelimeleri daha özenle seçmeyi önerdiler.
Ben üslubumu değiştirme bir yana, yazmasını bile doğru dürüst beceremiyorum. Kabaca söyleyeceğim. Yazdığımda işaret etmek istediğim şu: İnsan, kendi gerçeğini, gerçek gerçeği bilenlere kaptırdı. Buradaki insan kişi, aşiret, cemaat, toplum olabilir.
Defalarca yazdığımı tekrar yazmak zorunda kaldım, özür dilerim:
Antropologlar, arkeologlar, sosyologları ima eden bir Eskimo: “Sorularıyla bize işkence ediyorlar.”
“See … how cruel the whites look. Their lips are thin, their noses sharp, their faces furrowed and distorted by folds.Their eyes have a staring expression; they are always seeking something; they are always uneasy and restless. We do not know what they want. We do not understand them. We think they are mad.”
Words of an old Pueblo Indian related to Jung.
Not: Buradaki ‘white’lerde kendinizi görürsünüz inşallah!
“Savagery has become their character and nature. They enjoy it, because it means freedom from authority and no subservience to leadership. Such a natural disposition is the negation and antithesis of civilization. ”
Ibn Khaldun on nomads
Ve nihayet inciler incisi. Eğer ‘bağımsızlık’ veya ‘özgürlük’ yerine ‘gerçek’ kelimesini koyarsanız, size en iyi uyan:
‘…when I see multitudes of entirely naked savages scorn European voluptuousness and endure hunger, fire, the sword, and death to preserve only their independence, I feel that it does not behoove slaves to reason about freedom.’
Jean-Jacques Rousseau
Çok daha kabacası, kaybedenler savaşçılarını da kaybettiler. Daha doğrusu, atom bombası gerçeğine karşı ok ve yay gerçeğiyle savaşmak gerçek dışı değil mi, aşkolsun, ama?
Çok çok daha daha kısacası, atom bombasını elinde tutanların savunduğu atom bombası gerçeği ile siz atom bombası gerçeğini savunalar arasında tek gerçek fark onların gerçek atom bombasına sahip olması sizin çenenizin düşüklüğü.
Benim sizin gibilerle sürüklendiğim bataklığı bir fıkra daha iyi anlatır:
Kudüs’te bir turist otel penceresinden yaşlı bir adamın her gün sabah, öğle ve akşam Ağlama Duvarı’na gelip dua ettiğini görür ve nihayet inip adama duasının mahiyetini sorar.
– Sabahları savaşların ve haksızlıkların sona ermesi, öğleleri doğayı kirletmeye son verip temizlenmesi, akşamları çocuklarımın mutlu olması için dua ediyorum.
Biraz duraklar ve ekler,
– Ama sanki bir duvarla konuşuyorum.
Biliyorum benim gibi sıradan bir cahili dinleyecek kadar enayi değilsiniz. Sizler gerçek gerçeği bilirsiniz. Sizin bildiğiniz gerçeğin bok çukurundaki ülkelerdeki çenesi düşüklere aynasını tutan alçak kapitalistlerin DÜNYADA en saygın, en tanınmış, en prestijli medya yıdızlarından biri olan BBC’nin Temmuz 2018 yazısını aktarayım:
“Askeri, politik veya ekonomik güçten ziyade, bu ülkelerin daha geniş DÜNYAYI en çok etkileyen KÜLTÜRÜDÜR.”
Peki bu ülkeler hangileri?
“İtalya, Fransa, ABD, İspanya, İngiltere.”
Yani, “biz hem kültürde hem de askeri, politik veya ekonomik güçlerde dünyanın başı çekiyoruz”; yani, “it ürür, kervan yürür” diyorlar.
Yani, gerçek gerçek bazen gerçekten acı olur. Türkiye’ye son geldiğimde doktorların aynı zengin ve mutlular diyarlarındaki doktorlar gibi antideprasyon, teskindirici, uyku ilacı benzeri ilaçları aynı bollukta dağıttıklarını görüp şaşırmıştım. Sizler ve bu sitedeki diğer hali vakti yerinde orta sınıfların artmış olduğunu görmem şaşkınlığımı gideriyor.
Gerçekleri bilen enayiler, biraz da olsa, gerçeklerin ithal edildiği zengin ülkelerde yaşayanların dertlerine kulak assalar, bu site “sakin”leri 97 ve 99 ve diğer mavi gözlü sarışın ve zengin olmuş ve sonradan görmüş orta sınıflar gibi rahatlık içinde konuşmazlar.
Ben, aşağıdaki Batı zengin ülkelerdeki sayısız dert yanma edebiyatı içinde büyüdüm diyebilirim. Allahın hödükleri için basit fakat şiddetli bir örnek seçtim, binlerce daha var.
Bu sitedeki gibi faşistlere karşı yazılan ve bestelenen müziği dinleseniz de bu solcu ve devrimci ve hepsinden önemli ilericilik diplomalarınızı alık alık sergilemekten belki utanırsınız. İnşallah! Amin!
We don’t need no education
We don’t need no thought control
No dark sarcasm in the classroom
Teachers leave them kids alone
Hey! Teachers! Leave them kids alone
All in all it’s just another brick in the wall
Bu kıt ezberleriyle ve sadece muhalefete muhalefetiyle düzenin hizmetkarlığını yaptığının farkında bile olamayacak kadar kör olan ütopik ilkelci (fakat ancak teknoloji aracılığıyla ezberlerini ötebilen) papağan yine ötmeye devam ediyor.
https://www.aydinlik.com.tr/kayisi-cekirdegindeki-sir-dogu-perincek-kose-yazilari-temmuz-2018
Bir Süredir Kapitalizm Eleştirilerini Sürdüren Ali Koç, Ağzındaki Baklayı Çıkardı: ‘Ya çok parası olunca da insanın canı sıkılıyor’
G-20 zirvesindeki kapitalizm karşıtı çıkışıyla çok konuşulan Ali Koç bugün de sisteme yönelik eleştirilerini sürdürdü. İnsanın çok parası olunca biraz amaçsız kaldığını itiraf eden başarılı iş adamı, “Ayıptır söylemesi ama can sıkıntısından ne yapacağımı bilmiyorum… Devrim falan mı yapsak ya?” çağrısında bulundu.
Çok parası var…
Koç Holding’in her ay düzenlediği Basın Buluşması’nda içini döken Ali Koç konuşmasına çok parası olduğunu vurgulayarak başladı. “Yani arkadaşlar, öyle böyle değil. Çok param var. İnsanın canını sıkacak kadar çok” diyen yakışıklı CEO, tam bir meblağ verip kimsenin moralini bozmak istemediğinin altını çizdi. Holding patronu, bu koşullarda kendisini motive edecek bir meşgale bulmakta zorlandığını da eklerken, ruh halini “Biraz Fenerbahçe falan oyalıyo işte ama oooff… Günde 1 Van Persie alacak kadar bahşiş bırakıyorum. Bunaldım artık” sözleriyle özetledi.
Sıkıntıdan ne yapacağını şaşırdı
İnsanın maddi olarak bir derdi olmayınca, öyle her şeyin düşünüldüğü gibi olmadığını iddia eden Ali Koç, sıkıntıdan yaptığı kimi şeyleri de kamuoyuyla paylaştı. Koç’un kendini oyalamaya listesinde; Fiat fabrikalarına gidip sıfır araba koklamak, baloncuklu ambalaj içlerini patlatmak ve Arçelik çamaşır makinesi servis elemanı kılığında evlere sızarak rezistanstan kireç kazımak gibi başlıklar dikkat çekti. Depresif işadamı “Buyurun işte, bir insanı bu hale getiren kapitalizm batsın, bitsin zaten…” demesinin ardındansa gözyaşlarını tutamadı.
“İnşallah şu devrimi bir yaparsak…”
Açıklamalarının devamında cebinden 100 Dolar çıkartarak gözyaşlarını silen Koç, sümkürüp buruşturduğu banknotu çöpe doğru fırlattı. Gazetecilerin çöp kutusuna doğru ansızın saldırıp birbirine girmesine anlam veremeyen Koç, “Ah işte, şu heyecan bende de olsa keşke. Ne kadar da mutlusunuz” derken, sözlerini şu şekilde noktaladı: “Ne güzel hepinizin bir amacı var. Ne hedefliyim ben şimdi? Zengin olmayı mı? Dur bakalım kapitalizmi yıkabilirsek belki bizim servet dağıtılır, herkes eşit seviyeye gelir. Ben ordan tekrardan başlar zengin olurum. Bir heyecan olur en azından. İnşallah bir an önce devrimi yapabilirsek… Çünkü çok sıkıldım ya… Anlatamam yani…”
(Zaytung)
“Bu kıt ezberleriyle ve sadece muhalefete muhalefetiyle düzenin hizmetkarlığını yaptığının farkında bile olamayacak kadar kör olan ütopik ilkelci (fakat ancak teknoloji aracılığıyla ezberlerini ötebilen) papağan yine ötmeye devam ediyor.”
Solcu faşistlerin parti içi konuşmaları ve tehditleri.
Bu solcu faşist ve ırkçı dolu sitede herif emin ve rahat: Diğerlerin de kendisi gibi maskelerini düşürdüğümden ısırmaya can attıklarını biliyor. Partinin fedaisi galiba, ama belki de dilini yutan ırkçı ulu şef.
Ulan sen “düşmanımın düşmanı dostum değil” lafını da işitmemişsin. Ne de düzen savunucularının kimlere ütopik dediklerini biliyorsun. Ulan, Yuh! Be.
Ulu şef değilsen, seni partiden atarlar valla!
türkiyede gerginlik ve kaos dahada büyücek anlasilan muhalefet dahada baski altinda tutulacakdir burada muhalefetin birlikte hareket etmesi sartdir.
m.kemale sadirilar artacaktir gerici kesim daha yogun bir sekilde gerici refleksileri getirecktir.
bütün ileri güclerin buna karsin kararli ve yilmadan beraber! hareket etmek zorundadir,m.kemal önemli olacaktir bu mücadelede cünkü toplumun uzlasti bir kisidir.merkez sagin icinde m.kemal taviz vermeyeci bir gercekdir akpde kirilma noktasi bu olacaktir.aydinlanma ve laik bir toplum icin bizlerde idelojik ayrintilari bir kenara koymamiz gerek,elbett bizler m.kemal cizgisinde tikanip kalmacagiz.aydinlanma sürecinde karali bir sekilde insanlara din bile anlatilmasi gerekiyor! evet……ne gariptir bu görevde bizlere düsüyor…..aydinlanmaya giden her yol gidilmeli! ve gencler ! cok ama cok önemli sadece üniversteye giden degil daha orta okulda baslar bu mücadele,onlara mutlaka kulak verilmeli.bu durumda bir gercek sol bir hareket cikar mi??? sartlar onu gösteriyor ve bir gercektir.m.ince bu kisi olamadi bana kalirsa,chp disinda bir kisiye istek var.chp artik icinde olan yüzde 15 orani arasinda rahat tutamayacaktir bu insanlar gercek bir sol arayis icindedir.sol/sosyalist hareket artik kendini tamamen toparlamis ve toplumun önüne kararli bir mücadele ortaya koymasi lazim.yine diyorum evet devrim bu durumda bir gercektir ! devrim derken elbette bir sosyalist devrimden söz ediyoruz! bazi kisiler bu sayfada türkiyede bir devrim oldunu diyor…. böyle sacmaliya halkimiz kanmasin.halka umut ve kararlik ilk önce verilmeli bu mücadelenin simdi ve bugün basladina anlatilmasi gerek.devrimci hareket her türlü kavgaya hazirdir!
Ötmeye devam.
Öten papağan ısırmaz.
Fakat herkesin kendisini ısıracağını zannederek korkar ve bu paranoyadan kurtulamaz.
“Bir adamı kendini beğenmiş, çok laf söyler ve herkesle münakaşa eder görürsen bil ki;
O adamın helakına başka sebep aramaya gerek yoktur.”
Lokman Hekim
“Öncelikle bu kadar uzun yazacağına sürekli kaçtığın Senin 24 HAziran devriminden beklentilerin ne onu yazsaydın en azından beklentinin özetini öğrenirdik ama tablo beklenti dahi ifade edemeyecek kadar karanlık olunca…””Beni ‘karsi taraf’in sozcusu sanmaktaki israriniz yuzunden olsa gerek, hala daha ayni seyi tekrarliyorsunuz.”
Merak etmeyin Sizin hiçbir tarafın sözcüsü olamayacağınız fikrindeyim. Sözcü olmak belli oranda fikir üretmeyi ve öne çıkmayı, hatta gerektiğinde bedel ödemeyi gerektirir. Dolayısıyla siz yazılarınızda, bunların hiçbirini taşıyan bir nitelik sergilemiyorsuz. Ayrıca bu özellikleri göstermiş kişilerle alay ediyorsunuz. Onun için sizin hakkınızda hiç öyle bir düşüncem yok ve hiç olmadı. Kompleksleriniz sizi daha önceki yazılarınızda olduğu gibi yanlış anlamaya yönlendirmiş yani. Sadece 24 Haziranın devrim olduğunu savunduğunuz için bende devrim olmadığına dair karşı görüşlerimi anlatıyorum size. O sürünün içinde bir bireysiniz yani benim için. Sözcü falan değil. Prensip olarak kimseye gereksiz paye vermemeye çalışırım. Sizin beni nasıl gördüğünüzü yazdığınız gibi bende Kültürlü gözükmeye çalışan bir aktrol olarak görüyorum sizi sadece
Hatalı bir muhatap seçimi diyebilirsiniz tabi. Bu konuda haklı da olabilirsiniz belki. Cevaba konu yazdıklarınızı düşününce Sizi muhatap almak gerçekten hata olabilir.
“‘Devrim’ oldugunu soyleyisim bir tespittir. Bizim demokrasi lakırdıları boşmuş.Evet, bostur.”
Saçmalamak bir tespit olamaz. Niye devrim olamayacağı hakkındaki düşüncelerimi daha önceki cevaplarım da size anlatmaya çalıştım.(Bkz. Önceki cevaplar.) Anlamıyor, Anlamak İstemiyor ve/veya sizde benim görüşlerimi aynı şekilde(benim sizinkileri bulduğum gibi) saçma buluyor olabilirsiniz.
Bu nedenle daha fazla zorlamaya(yazışmayı içeriksiz şekilde, ben “boş” dediysem boştur düzeyine indirdiğiniz için) , daha da detay verip sizi yormaya gerek yok. Daha önce temel konulardaki görüşlerimi ve memnuniyetsiliklerimi, sizin görüşlerinize niye katılmadığımı yazmıştım. isterseniz onlarla yetinebilirsiniz.
“Bu bahsettiginiz sistemden siz de pek memnun degilsiniz; sozlerinizden onu anliyorum.Ona ragmen, ‘bildik seytan bilmedik seytana yegdir’e siginiyorsunuz….”
Maalesef ya algınız ve yazdıklarımı idrakiniz sınırlı ya da kötü niyetle anlamak istemiyorsunuz. İkisi de böyle sınırlı polemiklerde aynı kapıya çıkar ve zaman kaybı yaratır. Son kez anlatmaya çalışayım size:
Ben Sosyalist Sistemden yana bir dünya görüşüne sahibim ve sosyalist bir modelde yaşamak isterim. Ama günümüzde ve ülkemizde bu sistem uygulanamadığına, objektif koşullar halihazırda buna uygun olmadığına veya en azından belli bir süre daha müsaade etmeyeceğine göre;
Mevcut olan ve savunmadığım kapitalist düzen içerisindeki yönetim tercihlerinden, yani kötülerin içinden bu daha iyi, en azından böyle olmalı şeklinde görüş belirtmemden daha doğal bir şey olamaz. Yani Parlementer Sistem mi? Yarı Başkanlık Sistemi mi? Başkanlık Rejimi mi? Tek adam Rejimi mi? Batı tipi demokrasi mi, İslami Faşizm mi diye sorulduğunda Batı Tipi demokrasiyi daha yaşanabilir bulmamdan ya da parlementer sistemi uygulama olarak daha doğru kabul etmemden, fikrimi söylememden daha normal birşey olamaz.
Kısaca bu herşeyden “rahatsızsın” hiçbir şeyden “mennun değilsin” gibi izah edilecek bir durum değil. İnandığım toplumsal ve ekonomik model uygulanmadığına göre; kötünün içinde tercih yapıyorum ve karşı olduğum toplumsal ve ekonomik modelin içindeki yönetim şekillerinden tercihimi batı tipi demokrasi modeli ve yönetim sistemi olarak parlementer sistem olarak tercih ediyorum. Bu modele olan eleştirilerimi de sakınmıyorum. Yeterince izah edebilmişimdir umarım. Çünkü daha fazla uğraşmayacağım.
Hatta sizden farklı olarak daha dürüst ve dobra davranıyorum ve oy sistemi veya iktidar olması bağlamında sıkışacak ve hayatın bir gerçeği olarak sadece 24 Hazirancılarla- Kemalistler arasında tercih yapmak zorunda kalırsam: Kemalistleri seçerim diyorum. Sanırım bu konuda da başka bir izahata gerek yok.
“Fakat, bu, yapilanin bir ‘devrim’ oldugu gercegini degistirmez…. Siz buna ‘tek adam’ diyebilirsiniz; bence sorun degil. En azindan, yeterince begenmiyorsam, hangi ‘tek adam’i alasagi edecegimi biliyorum…Bu tur ‘kurum’larin sakatligi su: Zaman icinde gorev/yetki sahalarini kendiliginden genisletmege meylediyorlar…AYM’de gorduk.
Isguzarlik aliskanliklari kesbetmelerinin onune gecmek, belki de yeniden olusturulmalari gerekiyor…”
Zırva tevil götürmez.
Ben temelsiz görüşlerinizi yeterince düzeltmeye uğraştım. Tek adamı sorun görmediğinize ve kurumların “yetki gaspı” yapma ihtimali var diye ve bu durumu mevzuat, uygulama ile önlemek yerine kurumsal denetimi tamamen ortadan kaldırarak üretilen bir çözümü önerdiğinize, savunduğunuza göre yapabilecek bir şey yok. Daha önce yazdım mevcut sistem içinde dahi temel konularda taban tabana zıt bir noktadayız . Bkz. önceki yanıtlarım.
“Sen ODTÜ, Boğaziçi dahil buraları bilimsel yapılar olarak görmediğini,Cunku, uzun yillardir, ben, buralarda cikan ‘mahsul’un geldigi yerlerde oldum; yani, sanayide ve ticarette.Ne dogru durust lisan bilirler, ne de mesleki yeterlikleri yeterlidir.”
Fanusundan çıkmalısın. Dünya senin küçük, orta boylu, daha büyük boylu işletmenden ibaret değil maalesef. Mesela Boğaziçi Üniversitesi 1863’te kurulmuş Binlerce mezun vermiş, Üniversite sınavında en yüksek puan grubunda yer alan(bu aynı zamanda sınavdaki yüzde birlik- en yüksek puanı alan bir öğrenci grubunun girmesi demek) Dünya Üniversiteler sıralamasından İlk yüzde yer almış, Çok önemli uluslararası bilim insanları yetiştirmiş bir kurum. ODTÜ benzer özellikler gösteriyor. TOEFL’da en yüksek başarı(puan ve sayısal yüzde olarak) ortalamasını senin lisan bilmez dediğin bu mezunlar alıyordu değişmediyse
Kısaca sürekli oyun oynadığı, taş dizdiği kahvede iki tane Çorumlu tanıyıp onların kötülüğünü gerekçe gösterip Çorum’dan adam çıkmaz diyen lümpenden farklı bir değerlendirme yöntemin ve analiz kabiliyetin yok. Derinliğin ve analiz yöntemin maalesef bundan ibaret.
Tabi mesela Boğaziçi’nin 1863’ten beri geliştirdiği kurumsal değer, mevcut eğitim kalitesi, marka değerinin ne önemi var. Necip’in küçük-ortaboylu işletmesine gelen birkaç “boğaziçili” kötüyse yeterli. Başka veri veya mukayesete gerek var mı???
“…Adil olup olmadigi tartisilir; ama, kifayetsizler arasindan adil bir secimle birilerini atamanin neresine saygi duymam gerektigini dusundugunuzu merak ediyorum.”
Üniversite öğretim görevlilerinin kendi aralarında yaptıkları seçime ve ortaya koydukları tercihe, 24 Haziranda seçim yapanların tercihine saygı duyduğun kadar duyabilirsin. O da yeterli. En azından tutarlı olursun.
“Sen TCK 299’u çok doğru buluyor, 5186’dan nefret ediyorsun”Yok. ‘Cok dogru’ buldugumu soylemedim. Ama, ‘luzumlu’ oldugunu soyleyebilirim.Dedelerime sormama gerek yok; birinci elden biliyorum.O kanunu, evet, Menderes iktidari cikardi.Sebebi de, donemde cok guclu olan Ismet Pasa’nin (ve taraftarlarinin) etkilerini biraz olsun kirabilmekti.
Yani, ‘hubb u Ali’ degil, ‘bugz u Muaviye’ idi.Fakat, tavadan atlayip atese dustuklerini farketmediler; farkettiklerinde de cok gecti.O ahmakligin cezasini da, yillardir, butun ulke cekiyor.”
Yaw he he Necip. Ya şu sağcılar bir kerede yaptığı birşeyin arkasında dursun. İsmet Paşa’dan korktuk, Hükümet olduk iktidar olamadık, CeHaPe zihniyeti yaptı, Kandırıldık… Aldatıldık… Ben hayatım boyunca söylediğini yapan ve yaptığını da savunan biri olmaya çalıştım elimden geldiğince. Karşımdaki insan düşman bile olsa böyle yapana da saygı duydum. Siyasi ve idari bir konuda hata yapan hatasını sahiplenir özeleştiri yapar, siyasi ve hukuki bir bedeli varsa da öder , eğer hata olduğunu düşünmüyorsa sahip çıkar savunur. Bu kadar basit birşeydir bu. İsmet Paşadan korktuk, CeHaPe zihniyeti… He Necip He…
“[‘Vatanin bir cakil tasi bile verilmez’ dedigi soylenerek yuceltilen MKA’nin, ‘Chester Imtiyazi’ ile ulkenin ucte birini ABD’lere peskes cekmege calistigini, bu ugurda kanun da cikarttigini da bilmeyelim mi?]”
Bilginin her şekli iyidir doğru olduğu sürece. Kimseye bilme demem sadece doğruluğunu sorgula sağlamasını yap derim. Teyit doğruluğunu ispatlıyorsa da o bilgiye saygı duyarım. Sende öyle yap bence
“Sunun farkinda degilsiniz: ‘Devrim’ denen seyler herkesi memnun etmek zorunda degil. Bkz. Devrimler tarihi.”
Olur bakarım 🙂 🙂 🙂 Seninde devrimin en azından sözlük anlamına birkez daha bakman koşulu ile
“Ben eskisinden de memnun değildim ama şimdikinden hiç ama hiç değilim. Doğrudan yaşamı etkileyen tüm bu konularda seninle farklı düşünüyoruz anlayacağın. Walla.. ‘eskisinden de memnun değildim ama şimdikinden hiç ama hiç değilim’ diyerek pek de bir sey demis olmuyorsunuz aslinda….Varsa yoksa sikayet. Eskisi kotuydu, simdiki daha da kotu..”
Bunları Medya değerlendirmem üzerine yazmışsın. Doğrudur. Eskisinden doğan medya dönemimden memnun olmam gerekmiyor, bugün yüzde 98 hükümetin elinde olan bir medya düzenini eleştirebilmek için…
Senin derinliğine çıkmak ve Örnek vermek gerekirse:
2 aşamada bir kanser 4. aşamaya ilerledi diye sevinmem veya onun için 2. aşamadaki kanserden mutlu olmam gerekmiyor. Yani kanserin kötü olduğunu şu anda içinde bulunduğun 4. Aşamanın 2. den kötü olduğunu söylüyorum Bunun için sana 2. Aşamayı övmeme gerek yok. Doğrusu ve iyisi kanser olmaman necip
“Zor olacak, cunku, dedigim uzre, siz hersey ‘muhalif’ olmakla; fakat, isleyebilir alternatiflerinizi de kendi utopyanizdan orneklerle onermekle mesgulsunuz.”
Bilimsel sosyalizmin çok ütopik birşey olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki; bahse konu temel konular bizzat mevcut sistem içindeki iktidar ve uygulamaları. Kısaca değerlendirmem olumsuz ve tespit ettiğim sonuçlarda oldukça realist. İktidar sorumluluğu da senin 24 haziran devrimcilerinde yeni bir iktidar gelinceye kadar çözmekle yükümlü olan onlar.
“Sosyalist sistemle bir sorunum yok benim. Ama, sistemin bir fayda amaci olmali. Onerdikleriniz arasinda ben fayda baglaminda bir sey gormuyorum.”
Sizin tercih ve görüşünüzdür.
“Toplantı ve yürüyüş özgürlüğü olabilir mi mesela?”
Bunlar, elalemin malina mulkune, hayatina, ticaretine engel olmadigi, zarar vermedigi muddetce kabuldur. Yoksa, sirf memnunsuzlugunu gosterecek diye kaldirimdan tasi alip vitrine haydahlamak icin degil.
Tabi toplantı ve gösteri yürüyüşünden anladığınızı ve ufkunuzu gösteren güzel bir yanıt olmuş…
“Ben ne grevin ne de lokavtin birer hak oldugunu, olmasi gerektigini, dusunurum.AB raporlari da umurumda degil. Cunku, onlar da kendi cikarlarina uyan raporlar filan yayinlarlar.“Memurların grev hakkı,”Memurlarin, birakin ‘grev hakki’ni, ‘grev ozgurlukleri’ dahi anlamli degil. Hem omur boyu istihdam garantisi olacak, hem de grev..Sacmmalik.”
Bende Grevin bir hak olduğunu, Memurun grev ve örgütlenme hakkı olduğunu savunuyorum. Sizin söylediklerini saçma buluyorum. Tamamen zıt düşünüyoruz Sürekli karşılıklı aynı şeyleri yazıyor olmanın anlamı yok sanırım. Sizce de öyle değil mi?
“Kamuya seçilme kriterlerindeki mülakat sistemi ile idari görevlere seçilebilme özgürlüğü,”Bunlar teferruat.. Idari detaylar. Bugun boyle olur, yarin baska.
Evet işte liyakatı esas almaz objektif ve evrensel kurallar koymazsan aynen bu dediğin gibi olur bugün böyle yarın başka…
“Hukuki itiraz mekanizmalarının çalışmaması, çalıştırılmaması,” …Idare mahkemesinin yerindelik filan bakmasi sacmalik. Ozluk haklari verilmis mi; baska alacagi var mi?Yok ise, adamin isine son verebilmek lazim.”
Doğru amir istediği gibi memuru görevden atabilmeli, iş güvenliği savunma hakkı olmamalı. Hatta idare mahkemesi gerekçeye elini bile sürememeli(!) Siyasi nedenlerle kadro tasfiyesi yapılıp yeni kadrolaşma yapılmalı değil mi?Nuriye, Semih, İbrahim Kaboğlu, Mülkyeli öğretim görevlileri…
Bakın tamamen zıt olduğumuz başka bir nokta. Ben idarenin her türlü eyleminin (zamanında yaş kararlarının da idare mahkemesi denetimine açılmasını savunurdum) idare mahkemesinin denetimine açık olması gerektiğini savunuyorum.
“Bana, luten, bunlarin sonucunda zarar gormus birilerini gosterin –gordukleri zarari da maddeten tadad ederek.”
Adil seçim konusundaki bu sorunuz, uzun zamandır yurt dışında olduğunuzu düşündürtüyor. Mesela Demirtaş hapiste olduğu için seçim sürecinde propoganda yapamadı, tahliye talebi önce reddedildi daha sonra itirazı ivedilikle değerlendirilmedi, Meral Akşener birçok fiili engellemeye uğradı çöp kamyonlarının miting yolunu kapatmasından meydanların elektiriğinin kesilmesine kadar, CHP dahil muhalefet toplamı ve iktidarın medya sürelerine bakın yayınlanmıştı. Miting organizasyon süreçlerine ve kamu imkanlarının kullanılması somut bir örnek olabilir mi size göre? Saadet partisi vekil adaylarının çekilmeye zorlanması. Abdullah Gül’ün köşküne Genel Kurmay Başkanı ve CB Sözcüsünün nezaket ziyareti. Siyasi alkış yapan komutanlar(ordu siyasi tercih belirtmemeli değil mi necip). Doğu illerinde sandık müşahitlerinin gözaltına alınmaları ve daha mikro örnek isterseniz Urfa Suruç’ta seçim günü yaşananlar yeterli olur mu sizin için. Seçim sonrası tutuklanan sandık görevlisi CHP’li gençler. İllere OHAL nedeniyle 3 aylık valilik kararı ile konulan miting yasakları. Bu durum hem adayları hem de o adaylara oy verecek seçmenleri mağdur eder. Bu objektif bir mağduriyettir sizin kabulünüze veya derinliğinize bağlı değildir. Onun için kabul edip etmemenizin hiçbir ehemmiyeti yok yani.
“Basılmamış kitabı toplatıp şimdi milletvekili olan yazarını içeri atmıştı bu iktidar hatırladınız mı?”Ve, bu tek basina bir gunah-i kebir oluyor.. he mi?
Örnek olduğunu anlayabileceğini düşünmüştüm. O kadar feet yukarıda olduğunuzu tahmin edemedim
Alti ay oncesinde yayinlamis oldugu kitap yuzunden ipe cekilen birileri vardi.. Cumhuriyetimizin asr-i saadetinde..
Kiyaslarsak, sizin dediginiz cok da gunah-i kebir gibi gelmiyor bana. Ama, olsun, siz yine de oyle sayin.
1930 ile 2018 arasında biraz gelişim göstermeniz lazım tabi ki ama sizden gelişen medeniyet, dönemsel farklılıkları anlamanızı beklemek hata olur. Siz matbaada toplatılan ve yazarı hapse atılan kitabı, bu uygulamanın utancını savunmaya devam edin. Daha önce söyledim suimisal emsal olmaz. Kitaba ve yazarına yapılan muamele sizi utandırmadığına göre umarım içinizi soğutuyordur.
Yapiliyorsa, bundan Fenerbahce ari midir?
Evet Fenerbahçe şike yapmamıştır.
Degilse, dedigim gibi, davayi hangi cenahin actigina bakmaksizin, Fenerbahce’nin gercekten masum oldugunu mu dusunuyorsunuz?
Evet düşünüyorum
Yoksa, tuttugunuz takim o oldugu icin, ve davayi da Cemaat baslattigi icin, davanin dusurulmesini mi uygun gorursunuz?
Fenerbahçe şike yapmadığı için düşürülme değil beraat etmesini ve mesleğini kötüye kullanan cemaat militanı hakimlerin hukuk önünde cezalandırılmalarını uygun görürüm
“Ne zaman mağdurun kim olduğuna bakmadan zulme zulüm diyebileceksiniz Necip Bey?” Siyasi konularda bu dediginiz kriter hicbir zaman gecerli olmadi; hicbir zaman da olmayacak.
Bak senin 24 Hazirancıların yakmaya çalıştığı 5 Temmuzda vefat eden, çok sevdiğim bir yazar vardı. Onun bir anektodu ile cevap vereyim sana necip. Hem anmış oluruz.
Aziz Nesin’e ceza duruşmasında Hakim: Sen Alevi değilsin ki niye alevileri savunuyorsun diye sormuş? İnsan değilsin ki simdi sana nasıl anlatayım diye cevap vermiş rahmetli Aziz Nesin
Bende sana nasıl anlatayım Necip! Mağdurun kimliği değil mağduriyettir önemli olan. Nokta(.)
Sizin intibalarinizi cok da kaale almayisimin sebeplerinden birisini acikca yazmaniz iyi oldu.
Zorunda değilsiniz. Olumsuz duygularımız karşılıklı. En azından bu konuda mutabıkız.
Adam, butun omru boyunca birkac siir yazmis. Mabad korkusu ile, baska kimsenin yapmak ihtiyaci duymadigi sekilde, kacmis gitmis. Gittigi yerde bastaci edilecegini ummus herhalde. Olmamis. Stalin’e filan uyduruk methiyeler, onun donemini guzelleyen radyo yayinlarinda metazori calismis –karin tokluguna. O kadar.
Tipik bir kültürlü görünmeye çalışan aktrol cevabı ve yaklaşımı
“Nihat Doğan Bile çabalıyor bakın” Nihat Dogan seviyesinde ornekler verecekseniz, hic yazmasaniz daha iyi olurdu.
Sizin şiir zevkinizin mukayesesi için doğru örnek olduğunu düşünüyorum. Nihat Doğan’ın seviyesinden değil sizin şiir zevkinizin ve Nazım Yaklaşımınızın seviyesinden kulandım bu örneği
Aslında kadın cinayetlerine yaklaşımızın içinde kullanılabilir bir örnek
Sarayin/Hanedanin din degistirmesi sonrasinda ahalinin de din degistirmesi gibi.. Cikarlarina oyle gelmis, onu yapmislar.
Bu tur seylerden kutsalliklar cikarmak, siradan insanlarin sigindigi acinacak yontemlerden birisidir.
Yukarıda söylediğim gibi Zırva tevil götürmez. Her zırvanıza cevap yazmak metni çok uzatıyor gerçekten.
“Ve, zerre kadar akli olduğundan şüphe ettiğim Ahmet SIK..”
Yok yok öyle değil. Şahsen de tanırım. İkinizinde yazdıklarınızı mukayese edince sizden zeki olduğunu da düşünüyorum. Aklı yok değil, sizin gibi girdiği kabın şeklini almaz sadece. Sizin omurganız biraz eksik, iskelet yapınız farklı, farkınız bu
“Senin hiç mücadele enerjin olmadı zaten necip, hep konjektürü kovaladın mücadele edenlerle alay ederek.”
Yan odada yasadiginizi mi anlamaliyim bu kadar iddiali sozlerden?
Yok yazdıklarınızı okuduğumu…
Bu, ne o kadronun, ne de Cammat’in masum oldugu anlamina gelir.
Evet cemaat masum değildir. Kötüdür.
“Evet hukuk kurallarının evrensel niteliği vardır necip.” Vardir. Inanan ve uygulamak isteyen varsa, tabii ki.”
İşte uygulayanlar olmalı. Bende sana onu söylüyorum.
“AiHM kararlarıyla oluşacak yüklü tazminatları, sadece senin çocukların değil benimde çocuklarım öder ve bunlarda hiç öyle küçümsenecek rakkamlar olmaz.” Simdi odum patladi iste..AIHM denen sey ne menem seydir?
Ordusu mu vardir da gelip ulkeyi haciz ederek yazdigi cezalari tahsil edecek? Duyun-u umumiye mi kuracaklar yeniden? Yok, tabii ki. Boyle, ‘harami var deyu korku salmak’lariniz garip ve kusku uyandiriyor.
Hahahaha şüpheci Necip. İmalar terbiyesizlik seviyesine gelmemeli. Yarası olan gocunur derler, benim yaram yok gocunmuyorum. Mahalle kabadayısı gibi yaklaşamazsın mahkeme kararlarına sana bunu anlatıyorum ama Cesareti cehaletinden gelen adama bir şey anlatılmaz. Sende haklısın. Hukuk senin için biraz fazla yüksek bir disiplin.
“Aynı kanal istanbulla çevrenin geri dönülmez şekilde mahfına sebep olup, ekolojik dengeyi bok ettiğin zaman ortaya çıkacak ceremenin sonuçlarını hepimizin çekeceği gibi. Panama Kanali ve Suves Kanali’nin yol actigi cevre sorunlarini detayli incelemis gibisiniz. Bilginizden istifade etmek isterim.Yok, degil de, sadece salliyorsaniz, o zaman da sallama ozgurlugunuzu tanidigimi ifade etmek isterim.
Orada yaşasaydım onları da bu yönüyle incelerdim. Çevre derneklerinin raporlarını okudum sende oku belki faydalanırsın. İnternette var.
Neden erkekler icin de siginma evleri yoktur? Kadinlardan siddet goren erkek yok mudur?Ya da, onlar onemsiz midir?
Bak sana ilgilenecek konu hadi araştır…
Kendi deger yargilarinizi ve dahi kendinizi cok da onemli gorMEmenizi oneririm.
Karşılıklı. Neticede 24 Hazirana devrim diyen ben değilim
“biraz yukarı çıkıp hukukçu olduğumu yazdığımı görebilirdiniz. Daha da daraltayım avukatım.”
Ben, hem kendini (‘sanat’ benden sorulur intibai verecek sekilde) ‘sanatci’ diye tanitanlardan, hem de –sizin yaptiginiz uzre– ‘hukukcu’ diye tanitanlardan gicik kaparim. Hukukcu filan degilsiniz; sistem analizi yapiyor ya da hukuk sistemleri tasarliyor degilsiniz. Ihtisas sahaniza giren bazi kanun maddelerini ezberlemis, onlari kullanarak hayatini kazanan bir teknisyensiniz. Dolayisi ile, hukuk konusunda sizin soyledikleriniz, benim acimdan, sadece ilgili kanun madeleri baglaminda onemlidir. O zaman da, bunlarin ygulanabilirliklerini, istisnalarini filan konusuruz. Bedeli karsiliginda tabii ki.”
Kişiselleştirmeniz yanlış bile olsa Sitedeki varlık nedeni gıcıklık yaratmak olan ve kültürlü gözükmeye çalışan bir aktrol olan sizi, gıcık etmiş olmak beni ziyadesiyle memnun etti. Hukukçu sizin bildiğinizin aksine hukuk fakültesinden mezun olanlara genel verilen sıfattır. Bunu bir mesleğe dönüştürüp akademik bilginizi kullanıyorsanız ayrıca o mesleki tanımlamayı kullanırsınız. Hakim, Avukat, Öğretim Görevlisi, icra memuru, bilirkişi, arabulucu, adliye memuru vs. Yani sizin anlayacağınız hukuk mezunu olan bir gazetecide bölüme özel bir meslek yapmasa bile hukukçuyum diyebilir rahatlıkla… Ücreti vekaletten ve emeğimle para kazanmaktan utanmam sizin komplekslerinizin aksine. Mesleğim(aynı zamanda avukatlık kanunu) Bana müvekkil seçme özgürlüğü verdiği ve istediğim zaman sonradan görme bir kobi ortağının vekaletini nedensiz reddetme, almama hakkı verdiği içinde mutluyum. Yukarıda dediğim gibi Yarası olan gocunur derler benim yaram yok gocunmuyorum. Sizinle de çalışmayacağımıza göre ikimiz açısından da bir çalışma ve/veya tercih durumu yok. Rahat olun.
Hukuk teknisyenliği de kötü birşey değildir ama sizin sığ sularda onunda tanımını yanlış öğrenmişsiniz.
“bir yasayı ihlal etmenizi tavsiye ederim.”Bu dediginizin suca tesvik oldugunu biliyorsunuz, degil mi?
Yok her yasayı ihlal suç değildir. Bu sizin cahilliğiniz sadece. Mesela “noter düzenlemesinin şart olduğu bir GMSV sözleşmesini” adi şekilde yaparak yasa maddesine uymayın ve hak talep edin, Tapu dairesinde devir almadan yasaya aykırı şekilde tapu alım satımı yapın, ya da herhangi bir özel hukuk yasasını ihlal edin o zaman anlarsınız yasa maddelerinin ve yasaya uymanın gerekliliğini. AİHM kararlarını ve içtihatlarını dahi sallamayan(anayasal bağlayıcılığı vardır) birine Saçma cevaplarını uygulayarak test etmesini öneriyorum sadece…
“Kılıçdaroğlu falan değil Devlet Büyüklerine eleştiri (hakaret değil eleştiri) yaparak başlayın mesela yaşayarak test edin hukuk uygulamalarını.” Dedim ya, suca tesvik konusunda bu kadar rahat olmaniz yadirgatici.
Bilinçaltın seni ele veriyor Necip. Yine takken düştü kel göründü. Bak yazdığımı doğru okumamışsın gene. Oysa bilinçaltınla hareket etme diye PARANTEZ İÇİNDE yazmıştım. (HAKARET DEĞİL ELEŞTİRİ) DİYE KİMSEYİ ELEŞTİRMEK SUÇ DEĞİLDİR YANİ ONUN İÇİN SENİ SUÇA DEĞİL ELEŞTİRMEYE TEŞVİK EDİYORUM AMA DÜŞÜNMEK VE ELEŞTİRİ SENİN İÇİN YENİ BİR EYLEM. BİLMEDİĞİN BİR ŞEYE YÖNELTTİĞİM DOĞRU SENİ. Diğer yandan eleştirinin de uygulamada suç kabul edildiğini de zımmen kabul etmiş oluyorsun ki. Yadırgatıcı olan bu ve senin bilinçaltın.
“Ote yandan, cok nadir haller disinda, bu tur konularda, sistem otomatik olarak devreye girmez, birisinin sikayet etmesi gerekir. Bunlari da bildiginizi umuyorum.”
Bak bunuda aynlış biliyorsun CB’na hakaret resen kovuşturmaya tabi. Doğru bilgilerle cevap ver bana. Söylediğin adi hakaret yani senin benim aramdaki hakaretler şikayete tabi olan.
Orada da maşallah herhangi bir teşvike ihtiyacın yok, “kaypak” mesela doğrudan hakarettir, teşviksiz yazabiliyorsun zaten hakaretlerini. Yazışma heyecanıdır veya benim üslubumda seni tahrik etmiştir olabilir diyelim… AHİM bahsinde yaptığın Şüphesel isnat ve ima dışında, “terbiye dışı olarak” kabul etmiyorum yazdıklarını. Biçimsel bakmıyorum senin gibi
Sovmek konusunda bu kadar israrci olmak dogru mudur, bilmiyorum. Ama, yakin zamanda, daha onceleri (yaklasik 100 sene once) yayinlanmis bir yaziyi yayinlayan birileri ceza aldi, bildigim kadariyla. Yanlis mi biliyorum?
Üç vaka buldum senin dediklerini kaale alıp araştırdım. Ceza alan değil hakkında ceza davası açılan 2016’dan beri. Diğer yasaya göre açılan binlerce davaya mukayese emsali olacak bir niceliksel değer arzetmiyor anlayacağın. Farklı bir bilgin varsa ve dip not verirsen ayrıca tartışırız.
“Cunku, cinayetler filanla ilgili mevcut kanunlar dunyada cinayetleri ortadan kaldirdi; oyle mi? Oyle degilse, kanunlarin onceden engelleyicilik acisindan pek de bir ise yaramadigi; cok olsa, hersey olup bittikten sonra uygulanabildigini de bilirdiniz.”
Yaptırım korkusu kişiyi suçtan uzak tutar. Ceza yasalarının temel amacı sadece cezalandırmak değil aynı zamanda önleyici olmaktır. Adi suçlar açısından da geniş bir başarı elde etmiştir. Nüfus- cinayet ve cinayet suçu oranlamasına girersen daha rahat anlayabilirsin. Bununla birlikte yasanın titiz uygulaması ve idari tedbirler, eğitim ve yine yan unsurlar olarak kamuoyu hassasiyetini canlı tutmakta senin devrimi yapan aslanların görevi.İdari ve adli mekanizmalar onların tasarrufunda
“Bu konuda ensar vakfına yazmanız sizin için daha tutarlı olur.” Ya da, Vatikan’a.
Vatikan da oluyorsa Ensardaki de kabul edilebilir öyle mi??Fikirsel olarak değil ama saçmalamakta bir kerametin olduğunu hep söyledim sana kabul et 🙂
“Kaypaklık(!) kötü bir kelime. Testinin içinde ne varsa ağzından o dökülür misali sizin ağzınızdan da o dökülmüş”
‘Kaypaklik’ aklima gelen ilk kelime degildi; daha kotuleri de var.
İçinizin daha pis olduğunu tahmin etmek zor değil
‘Ufuksuz’ ve ‘sig’, cunku perspektifiniz yok. …Sizin yaptiginiz, azicik dah rafine gibi dursa da, aynen oyle..Yok siyatiklerim azdi; yok, romatizmalarim bana hic rahat vermiyor diyerek kafa sisiren aksi ihtiyarlardan farkiniz yok.Kuzum, siz, dunyanin sizin etrafinizda donmesi gerektigini mi dusunuyorsunuz?
Yok kim olduğu, kimin etrafında döndüğü önemli değil dünya tek adamın etrafında dönmesin diyorum necip. Kollektif bir akıl olsun istiyorum. Şikayet bahsini yukarıda cevaplamıştım.
“Doğru mesela oslo da görüşerek, dolmabahçe’de mutabakat yaparak, Habur sınırına seyyar adliye götürerek sükuta çekiliyordu değil mi muhalifler.”Ne olacakti baska?
Elde kesin cozum recetesi mi var saniyorsunuz? Bir o denenecek bir de oburu; ya da bir baskasi. Siyaset budur.
Bu bölüme özel Vurguladığım “ne olduğu” , “ne olacağı” değil. Aynı görüşün hem “çözüm süreci” hemde “en yüksek güvenlik politikalarını uygulayıp” daha sonra müzakereci veya güvenlikçi diye muhalefeti suçlaması ya da HDP’yi meclise taşıdın diye CHP seçmenine çemkirmesi. Burada vurguladığım TUTARLILIKTIR yani. Farklı konseptleri savunabilirsin çok kısa sürede birden fazla geçişli şekilde bunları birbirine zıt konseptleri savunur ve alkış alırsan bunda bir tutarsızlık vardır.
Eski dataniz yoksa, yeniyi neyle degerlendiriyorsunuz?
‘Keyfiniz oyle buyuruyor’la mi?
BAsit 2002 yılında akp’nin iktidar olduğu yıl ile akp’nin 16 yol sonra tek başına yönettiği bu süreçte gelinen noktayı mukayese ediyorum. Senin için anlamsız olabilir benim için anlamlı. Hele karşı bir istatistik vermek yerine kendi geçici askerlik dönemi anınızla istatistik yalanlamanız eleştirel yönteminizin kıfayetini gösteriyor
“2002’den 2017Ye olan artışı nasıl yorumluyorsunuz”
…[Siz, simdi, bu ikisinde uygun ortami sagladigi icin de iktidara cemkirmege devam edebilirsiniz. Sasirmam.]
Buyrun sizin muteber kabul ettiğiniz karşı istatistikleri verin onları bekliyorum. Niye çemkireyim.
“Sence son 16 yilda bu kadar vergi barişi/affi niye çikti.”
….. biz buna piyasada ‘stok eritmek’ diyoruz….Kimseyi zorlamiyorsunuz. Ama, bir gun denetime gelirsek gozunuzun yasina bakmayiz demegi de eksik etmiyorsunuz.… Sizin bu tur seyleri anlanizi pek de beklememek lazim. Isiniz degil cunku.
Stok eritmekte çok başarılılar herhalde 2 sene ortalama ile çıkardıklarına göre yasaları, bayağı bir stok var sanırım. Yasaları uygulanmayan, çözüme katkısı olmayan ve önemsiz şeyler olarak tanımlamanız, vergi yasalarına uygun davranma kabiliyetinizden, vergi pratiğinizden mi kaynaklanıyor yoksa kuzum?
“Ben bu tur densizlikleri kolayca duzeltebiliyorum. ‘Select all | Ctrl L’.”
Düşünün ben kısayol için bile zaman kaybı görmüşüm.
“Satılan kamu malları seni rahatsız etmiyor olabilir beni ediyor.” Niye ediyor? Beles mi devrediliyor; yoksa oradaki arpaliklardan bir cikariniz mi var
Yok doğrudan bir çıkarım yok tabi ama seninde benimde çıkarım var tabi düşündüğünün aksine… Adı üstünde kamunun malı ya! Hani, senin vergilerinle karşılanmış bedeller ve oluşturulmuş üretim tesisleri ya bunlar… İkimizinde çıkarı var kısaca
İstihdam yaratan yerlerin arazisi için alınıp işçilerin işten çıkarılıp üretim tesislerinin kapatılmasını da sevmiyorum ayrıca senden farklı olarak. Oldu mu Gönlün?
“Bak senin aslanlar en son imar Affı getirdi para toplamak için çok normal değil mi?”Tabii ki normal.
Farklı düşünüyoruz.
Neyinizi ciddiye almami bekliyorsunuz?
Benim sizi ciddiye aldığım kadar almanız yeterli. Almıyorsanız daha öncede söyledim bundan sonra yazmayabilirsiniz. Ek bir saygısızlığa gerek yok
“Türkiye listesi orada verilen ilk 10’da ilk 100’de, 500’deki Şirketler. Senin anadolu kaplanlarının oranı dediğin gibi değil yalan söylüyorsun diyorum yani kandıralı…”Bir. ISO500, sizin sandiginiz kadar, onemli degil.Bunlarin hepsi Istanbul sermayesine ait olmadigi gibi, olanlarin da cogunun yerinde saydigini gozardi ediyorsunuz.Iki. Tek basina buyukluk de, sizin sandiginiz kadar, onemli degil.Istanbul’dan ister doguya dogru isterse de batiya dogru gidin, cok sayida organize sanayi bolgeleri goreceksiniz. Hepsi agzina kadar dolu.
Bunlarin toplam buyuklukleri ve ekonomiye katkilari ISO500’u katlar.Daha, Ankara’yi, Manisay’yi, Konya’yi, Kayseri’yi, Gaziantep’i vs saymadik bile…Diyorum ya, ufuksuzluk ve siglik..
Tam senin ufkuna ve sığlığına uygun bir final olmuş İstanbul Sanayi Odası ne ki yüce Necip’in yanında. Sana Türkiye’nin en köklü sanayi odalarında birinin, karşılığında değerler olan bir listesini, bir verisini veriyorum
Buna karşılık eğer yanlışsa Sanayi Bakanlığı, TüsiAD, MÜSİAD, TEİK, DEİK, Sanayi Dernekleri, Odalar vs. birinin veya senin makbul kabul ettiğin başka bir kurumun istatistiki, raporu veya herhangi bir yazımı ile karşılık verirsiniz. Ama önerdiğiniz yöntem bilimselliğinizi ve derinliğinizi ortaya koyuyor.
Olur çıkıp gezmeye başlayayım OSGB’leri. Hızır paşa misali kobi ortağı olmuş bizim bir necip var doluluk tesis ve üretim kapasitelerini verir misiniz İSO listesi ile mukayese edeceğim diye.
Beni ciddiye almanı da geçtim komik olma yeter
Ciddi ol ciddi.
(ya da nerenizdeyse, oranizdan) cikarmanizi oneriyorum.
Tebrik ederim ilkokul diplomanı aldın… Bundan sonra ne yazacaksın “o laflar boy boy” falan mı?
“Ya çok parası olunca da insanın canı sıkılıyor”
Bilmez miyim?
Kapida kac zamandir duran Bugatti Veyron’dan da bikiyor insan.
Onun yerine, yeni cikan (ve oyle herkese de satmadiklari) bir Bugatti Chiron aldim.
https://www.youtube.com/watch?v=PkkV1vLHUvQ
Fakat, azizim, 42 saniyede 400 km/s hiza cikip sonra da durmanin o inanilmaz heyecanini yasamak malesef Turkiye gibi gelismekte olan (geri) ulkelerde pek mumkun degil.
https://www.youtube.com/watch?v=wO6jaDmJLog
Bu amacla, Ucuncu Havalimanina bir pist daha eklenmeli.
Bu ulke eger zerre kadar demokratik ise, ve ozgurluklere hic saygisi varsa, bu talebimi derhal yerine getirmelidir.
Yoksa, giderim buralardan.
Demedi demeyin.
“devrimci hareket her türlü kavgaya hazirdir!”
Evet, iste bu sapina kadar dogrudur.
Ve, evet, ‘her türlü kavga’dan bahsediyoruz.
— Kendi icinde kavga;
— Kendi muttefikleriyle kavga;
— Diger muhaliflerle kavga;
— Kendi golgesiyle kavga;
— Kendi halindekilerle kavga..
Kisacasi, birisi bir kavga lafi etsin, bir kavga ihtimalinden soz edilsin; ‘devrimci hareket’ onu gerceklestimek icin hazir ve nazirdir.
sol/sosyalist devrimci hareket kendini derhal toparlarsa idelojik tartismalarindan uzak tutup ileri güclerler temasa gecip ve demokrasi/cumhuriyet cephesi olustursa bu karanlik dönemi yenecek gücter!
korkuya ve umutsuzlua hic bir gerekce gösterilmez!
evet eminin ilk önce derhal acilen bir cumhuriyet cephesi olusturulmasi sart,saat 12 gecmis artik.secimle artik bu saaten sonra biryere varilmayaca net .devlet herhangi manipülasyonu yapti/yapiyor ,ilk önce sol bir karizmatik güclü önder öne cikarmazi sartdir.o zaman mücaedele farkli bir bulvara cekilebilir yoksa yoldas m.cayan dedi gibi senaryo cikar.
AKP iktidarı döneminde olay olmuş bir gencin aforizması:
Kadınlar ikiye ayrılır
– Cem Garipoğlu
@necip
sizin ne oldunuz beni ilgilendirmiyor ben ne oldunuzu biliyorum……ama nefret etiniz devrimci hareketin ve ileri güclerin
sayfasinda takilip kalmis siniz…..garip biraz degil mI!
düsüncenin oldu yerde her zaman kavga vardir……
evet her türlü kavgaya haziriz! kavga insanlara küfür veyada kabadaylika olunmaz sizinler gibi yaptiniz.kavga kelimesini kulanmam türkiye ne durumda oldundan ibaretir! bu saaten sonra baska bir mücedele ön görüyorsa hayalperestir ve su anda devlet basinda olan kisin ne kadar tehlike ve parcalayi oldun görmemektir.
İşçinin ekonomisi
Gerçek
Temmuz 9, 2018
Ekonomide davul Erdoğan’da, tokmak yabancı sermayede
Seçimlerin ardından Erdoğan başkanlığında kurulacak yeni kabine için kulisler başladı. En büyük lobi ekonomi ve maliye alanındaki bakanlıklar için Mehmet Şimşek ve Naci Ağbal isimleri etrafında oluşturulmuş durumda. Yanlış anlaşılmasın Mehmet Şimşek için Batmanlılar, Naci Ağbal için de Bayburtlular kulis yapmıyor. Devrede İngilizler, Almanlar, Amerikalılar kısacası emperyalist sermaye ve para babaları var.
ABD merkezli uluslararası yatırım bankası JP Morgan, son derece açık sözlü bir açıklama yaptı: “Piyasa dostu isimler Mehmet Şimşek ve Naci Ağbal’ın yeni kabinede yer almaları iyi karşılanır, ancak yeni isimler belirsizliğe yol açar.” Seçimlerden önce dolar rekor üstüne rekor kırmaya başlayınca Erdoğan, piyasa dostu Mehmet Şimşek’i İngiltere’ye göndermişti. Burada Mehmet Şimşek uluslararası finans çevrelerine özetle “siz Erdoğan’ın dediklerine bakmayın bunların hepsi seçim için, hele bir kazanalım emrinizdeyiz” dedi. Haliyle şimdi uluslararası sermaye bu sözün karşılığını bekliyor.
Türkiye’nin tek adam rejimi ile emperyalizme karşı dik durmak bir yana tamamen iki büklüm olacağını söylüyoruz. İşte geldiğimiz noktada yabancı sermaye iyice arsızlaşmış bir vaziyette Türkiye’ye bakan atamaya girişiyor. “Ey JP Morgan!” diyen yok. “Sen kimsin ya” çıkışı bu duruma cuk oturmaz mıydı? Ama derin bir sessizlik var. Muhtemelen de bu piyasa ve emperyalist sermaye dostu isimler bakanlar kurulundaki en müstesna yeri kapacaklar.
Mehmet Şimşek’in görevi Türkiye ekonomisini yabancı sermayenin gelip sınırsızca kâr edeceği bir şekilde düzenlemek olacak. Naci Ağbal’ın vazifesi ise mali disiplini korumak olacak. Naci Ağbal devletin cebindeki akrep rolünü oynayacak. Millet açlıktan kırılsa da devlet kaynakları sermayenin kollanması, dış borçların ödenmesi için kullanılacak.
Erdoğan Türkiye’yi anonim şirket gibi yönetmeye başladıkça daha neler göreceğiz!
Cari açık açılmaya devam ediyor! İktidar ekonomiyi yabancı sermayenin kaprislerine terk ediyor!
Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarının başında kronik cari açık geliyor. Türkiye dış dünyaya sattığından daha fazlasını alıyor. Dolayısıyla kazandığımız döviz yaptığımız harcamaya yetmiyor. Bu fark açıldıkça dış borç rakamları da büyüdükçe büyüyor. Hazine müsteşarlığının açıkladığı son rakamlara göre Türkiye’nin brüt dış borç stoku “466,7 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiş” ve “stokun milli gelire oranı ise %52,9 olmuştur.” Söz konusu rakam son derece yüksektir. Özellikle stokun milli gelire oranının 2002’den beri rekor seviyeye ulaştığını belirtmeliyiz. 2001 krizinden önce doruk noktasına ulaşan bu oran yüzde 56,5’ti.
Gidişat düzelmeye değil daha da kötüleşmeye gidiyor. Son açıklanan ihracat ve ithalat rakamları deliğin büyüdüğüne işaret etmekte. Türkiye’de ihracatın artması tek başına hiçbir şey ifade etmiyor. Mayıs ayında yine yüzde 5,3’lük bir artış açıklanmış durumda. Ama ithalat yine daha fazla artmış. Hem miktar olarak hem de oran olarak. Çünkü Türkiye’deki üretim ithalata bağımlı. Üretip dışarı sattığımız malları dışarıdan ithal ettiğimiz ara mallarıyla üretiyoruz. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2017 Ocak-Mayıs ayında yüzde 72,1 iken bu yıl yüzde 66,3’e düşmüş. Mevcut iktidarın aradaki farkı kapatmak için dış borçlanma ve yabancı sermayeye Türkiye’de cennet vaat etmekten başka bir seçeneği yok.
Bu durumda yabancı sermaye her türlü vergi indirimini de kapar, yüksek faizle kârına kâr da katar. Hızını alamaz bugün olduğu gibi ülkeye ekonomi bakanı atamaya da kalkar. Tüpraş’ı satan, KİT’leri (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) özelleştiren Erdoğan ve AKP iktidarı bu politikaların sonunda devleti ekonomide tamamen sıfırladı. Enerjide dışa bağımlı bir ekonomide bugün 54 milyar lira cirosu, 5 milyar lira da net kârı olan Tüpraş’ı Koç ve yabancı ortaklarına peşkeş çeken iktidar ne bir enerji politikası güdebilir ne de cari açıkla mücadele edebilir. Ekonomiyi yabancı sermayenin kaprislerine terk etmiş durumdalar.
Çözüm bellidir: Dış ticarette devlet tekeli! Tüpraş ve Petkim derhal olmak üzere kilit sanayilerin işçi denetiminde kamulaştırılması! Kamu mülkiyeti ve devlet yatırımları temelinde ithalata bağımlılığı azaltacak bir sanayi planlaması!
Türkiye neden Suriye’den patates ithal eder duruma düştü?
Halkın temel gıda maddelerini oluşturan, yemeklerin vazgeçilmez ikilisi soğan ve patates fiyatları bir anda 5-6 liraya kadar yükseldi. Patates ve soğan fiyatlarındaki artış işçi ve emekçinin bütçesini doğrudan etkiledi. Patates fiyatlarını düşürmek için Türkiye, Suriye’den ithalat yapma kararı aldı.
Ekonomide patates, soğan gibi ürünlere “fakir mallar” (giffen malları) denir. Bu ürünlerin fiyatı arttıkça tüketimleri de artar. Çünkü yoksul halkın sofrasında büyük yer tutan bu ürünlerin pahalanması hanenin daha da yoksullaşması anlamına gelir. Bu durumda halk başka giderlerinden kısıntı yapmaya başlar. Örneğin patates yemeğine 100 gram kıyma koyuyorsa, tencereden kıymayı çıkarır, daha fazla patates ve soğan doğrar.
Patates ve soğan fiyatlarının bir anda artışının sebebi ise tarımın piyasa anarşisine teslim edilmesidir. Aslında bu dönem gördüğümüz aşırı pahalanma madalyonun bir yüzüdür. Türkiye dönemsel olarak, patates fiyatlarının aşırı düştüğü ve çiftçinin maliyetini bile karşılayamadığı için çuval çuval patatesleri yollara döktüğüne şahit olmaktadır. Örneğin 2015 yılında da patates fiyatları 5 liraya dayanmış ertesi yıl tarlada kilosu 20 kuruşa düşen patatesler sokaklara dökülmüştü. Sonrasında para etmediği için çiftçi patates ekmedi, 2015’ten 2017’ye gelinirken patates üretilen alan 100 bin hektar azaldı. Bu plansızlık devam ederse önümüzdeki yıl tekrar yollara dökülen patatesler görebiliriz.
Tarımdaki bu fiyat dalgalanmaları en çok, bir takım aracılara para kazandırıyor. Stokçuluk yaparak voleyi vuranlar elbette ki büyük meblağlar kazanıyor. Ancak hükümetin her seferinde suçu spekülatörlerin üstüne atması inandırıcı değil. Devlet, tüm bunları engellemek, çiftçiyi ezdirmemek halkı doyurmak için var. Yaşanan fiyat artışlarından da Türkiye’nin Suriye’den patates ithal eder duruma düşürülmesinden de birinci derecede hükümet sorumlu. Aynı hükümet gelecekte de patates üreticisinin zarar edip, tefecilerin eline düşmesinden, sokaklara atılan patateslerin israf olmasından sorumlu olacak.
Mazot, gübre ve diğer maliyetleri artan çiftçiler, tefeci bankaların boyunduruğu altında ayakta kalma mücadelesi veriyor. Hangisi para eder diye her sene bir üründen diğerine dönüp duruyorlar. AB uyum süreci, gümrük birliği derken devlet tamamen tarımı piyasaya terk etti. Sonuç ortada. Hem çiftçi kaybediyor hem de işçinin sofrasındaki ekmek küçülüyor.
Yapılması gereken bellidir: Türkiye, tarımsal destek politikalarını uygulayabilmek için AB ve Gümrük Birliği boyunduruğundan kurtulmalıdır. Büyük toprak sahiplerinin topraklarının kamulaştırılması, devlet çiftliklerinde işçi ve emekçi halkın ucuz ve nitelikli beslenmesini hedefleyen, planlı bir üretim (tarım ve hayvancılık) yapılması gerekmektedir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2018 tarihli 106. sayısında yayınlanmıştır.
http://gercekgazetesi.net/ekonomi/iscinin-ekonomisi-2
Atatürk gibi, asla hata yapmazlar, şike bir yana!
Cumhuriyetimizin bu en değerli iki kurumunu iftiralarla ve sahte delilli davalarla bu hale düşürenler utansın!
FETÖ ve ordusu ise şikecinin ve düzenbazın önde gidenidir.
Yani mesele ordu değil, sahipleri. Yoksa ordu, asker, Apoletli Medya, Mehmetçik Basın, Peygamber Ocağı, şehitlik, gazilik çok güzel, süper, harika, mükemmel şeylerdir.
Tıpkı, solcu 15 Temmuz, 28 Şubat, 27 Mayıs’ın aksine, harika şeyler olan sağcı 12 Mart ve 12 Eylül gibi.
“Anti-Statükocu görünümlü militarizm” çok güzel, gelsene!
“Merak etmeyin Sizin hiçbir tarafın sözcüsü olamayacağınız fikrindeyim. Sözcü olmak belli oranda fikir üretmeyi ve öne çıkmayı, hatta gerektiğinde bedel ödemeyi gerektirir.”
‘Sozcu’, ‘adina konusan’ demektir; [tipki sizin ‘vekil’liginiz gibi] konunun ozu/esasi hakkinda fikir filan uretemezler.
Alakasiz lakirdilar ederlerse, tabii ki, azledilirler; ama, onun otesinde bedel filan odemezler. Tersine, maas/ucret filan alirlar.
“Dolayısıyla siz yazılarınızda, bunların hiçbirini taşıyan bir nitelik sergilemiyorsuz.”
Hele sukur. Gec olsa da, anlamis gibi gorunuyorsunuz. O da bir sey sayilir.
“Ayrıca bu özellikleri göstermiş kişilerle alay ediyorsunuz.”
Lakirdi nakliyecilerine cok da saygi duymayisim icin ozur mu bekliyorsunuz benden?
“Hatalı bir muhatap seçimi diyebilirsiniz tabi. Bu konuda haklı da olabilirsiniz belki. Cevaba konu yazdıklarınızı düşününce Sizi muhatap almak gerçekten hata olabilir.”
Rica ederim.
Bir hata varsa, o da bendedir.
Fakat, elimde degil, insanlarin bir seyler ogrenmesi konusunda bazan luzumundan fazla hevesli olabiliyorum –bunca hayal kirikligina ragmen.
“Niye devrim olamayacağı hakkındaki düşüncelerimi daha önceki cevaplarım da size anlatmaya çalıştım.(Bkz. Önceki cevaplar.)”
Evet. Ben de onlarin bos laf oldugunu syledim. Neden beni tekrar etmek zorunda birakiyorsunuz?
“Ben Sosyalist Sistemden yana bir dünya görüşüne sahibim ve sosyalist bir modelde yaşamak isterim.”
Ben de.
“Ama günümüzde ve ülkemizde bu sistem uygulanamadığına, objektif koşullar halihazırda buna uygun olmadığına veya en azından belli bir süre daha müsaade etmeyeceğine göre;”
Sizildanmayi birakip, elde olanla baslayip, onu azicik daha iyilestirmek icin bir seyler yapabiliyorsam, onu yapmak isterim.
Sizinle farkimiz bu.
Siz, olmayan, hic bir zaman uygulanmamis, bir seyi var sayiyor ve mevcudu da hayallerinizle mukayese ediyorsunuz.
Bunun akilla telif edilir tarafi var mi?
“Batı Tipi demokrasiyi daha yaşanabilir bulmamdan”
Sevsinler.. ‘Batı Tipi demokrasi’ dediginiz seyi gormege basladik; daha da gorecegiz.
Dunyanin kaynaklarinin yuzde 70 lerini emerken, kolaydi kendi iclerinde demokrasicilik oynamalari.
Simdi o oran hizla dusuyor ve odleri patliyor. En koyu irkciliklara bulaniyorlar.
[Zengin evinde, gorunurdeki, huzura kanmayin. Fakir evindeki huzur eksikligi goze batsa bile daha samimidir. ]
“Kısaca bu herşeyden “rahatsızsın” hiçbir şeyden “mennun değilsin” gibi izah edilecek bir durum değil.”
Degil, tabii ki. O yuzden, ‘ufuksuz ve sig’ demistim.
“24 Hazirancılarla- Kemalistler arasında tercih yapmak zorunda kalırsam: Kemalistleri seçerim diyorum. Sanırım bu konuda da başka bir izahata gerek yok.”
Var, var.
Izahati da ‘saskin ordek kictan dalar’ seklindedir.
Toplasaniz bir iki stadyumu zor olduracak Kemalistleri ezici cogunluga tercih edisinizi baska turlu aciklayamayiz cunku.
“Zırva tevil götürmez.”
‘Zirva’nin sozculugune mi soyundunuz?
“Fanusundan çıkmalısın. Dünya senin küçük, orta boylu, daha büyük boylu işletmenden ibaret değil maalesef.”
Degil, tabii ki.
Fakat, gecmis bilmemkac onyil icinde edinilen data da hepten yok sayilMAmali; degil mi?
Su anda, bir ilan versek, bir oda dolusu basvuru gelecektir.
Hepsinin de cicili bicili diplomalari vardir tabii ki.
Hepsi de masabasi is ariyordurlar.
Ne kadar daha verirseniz verin, fiilen is yapan yerler sozkonusu oldugunda kacarlar.
Sebebi de basittir: Masa basinda form doldurmagi is saniyor, fiiliyattan da (gercekten ne kadar bos olduklarini da bildiklerinden) kaciniyorlar.
Hepsi boyle degil, tabii ki. Iclerinden yuzde bir, binde bir mertebelerinde ise yarayanlar da cikiyor. Ama, olaganustu verimszlikten bahsediyoruz.
“Mesela Boğaziçi Üniversitesi 1863’te kurulmuş”
‘Kiyamete kadar can sesi’ bahsine bir bakmanizi oneriyorum.
Kurulusu yanlis olunca, ardindan pek de duzeltilemiyor bazi seyler.
“TOEFL’da en yüksek başarı (puan ve sayısal yüzde olarak) ortalamasını senin lisan bilmez dediğin bu mezunlar alıyordu değişmediyse”
TOEFL filan gibi seyleri cok onemsediginize sasirmadim.
Ben, ise basvurup da, o haftaki bir (mesleki) Ingilizce derginin yarim sayfasini tercume edebilene rastlamadim.
Daha da beteri, onune uzattigim herhangi (iki paragraflik) bir Turkce metni de tercume edemiyorlar.
Onu da gectim: ‘Konu nedir?’ dahi anlatamiyorlar. Cunku, once anlamak gerekiyor. Ama, yok.
“Tabi mesela Boğaziçi’nin 1863’ten beri geliştirdiği kurumsal değer, mevcut eğitim kalitesi, marka değerinin ne önemi var.”
Gecin bunlari. Proof of pudding is in the eating.
“Necip’in küçük-ortaboylu işletmesine gelen birkaç “boğaziçili” kötüyse yeterli. Başka veri veya mukayesete gerek var mı???”
Bilmeden konusuyorsunuz. Bizdeki lisans mezunu sayisinin diger calisanlara orani, diger sektorler de dahil, cok yuksektir.
Bunun sebebi de, bunlarin geldikleri yer itibariyle bir sey bildiklerinden degil (bilmezler); ama, ogrenmek kapasiteleri (mesela, duz lise mezunlarina kiyasla) cok daha yuksektir.
Bu da, teknoljik yeniliklere adapte olmamiza katkida bulunur.
Bu arada, ‘küçük-ortaboylu işletme’ deyince akliniza ne tur bir sey geliyor bilemem; ama, ISO 500’un yabancisi olmadigimizi da eklemem lazim.
“Üniversite öğretim görevlilerinin kendi aralarında yaptıkları seçime ve ortaya koydukları tercihe, 24 Haziranda seçim yapanların tercihine saygı duyduğun kadar duyabilirsin. O da yeterli. En azından tutarlı olursun.”
Hayir. Tutarli olmak oyle olmuyor.
Cunku, Universitelerdeki secimler hep kendi aralarindan olur. Hep de titre bakarlar.
Yani birisinin aday olup basa gecmesi icin bir kariyer omru gerekir.
Bir de, herhangi bir prof.un univeriteyi dogru durust yonetecegini nasil iddia edebiliyoruz?
Adam, bir omur boyunca, kendi kucuk odaciginda bir seyler okumus, anlamaga calimis, incelemis, ogrencilere aktarmaga calismis.
Ne anlar o koskoca universitenin mali ve idari yonetiminden?
Anlamaz, tabii ki, ve alt kadrolarin oyuncagi olur.
Aile-ici evlilikler gibi, hep sakat sonuclar verir.
Hepimizin bildigi uzere, tepe yoneticiligi (isadamliginda da oldugu uzere), diploma ile, titr (title) ile olmaz. O, apayri bir yetenektir.
Universitelere (ve devlet hastanelerine) kurum icinden, fakat konuyla ilgili liyakati sifir olan insanlar secmek onlari harcamaktir. Onlar bunun farkinda olmasa bile, bu boyledir.
“Olur bakarım ???? ???? ???? Seninde devrimin en azından sözlük anlamına birkez daha bakman koşulu ile”
‘Devrim’ uyduruk bir kelimedir. Guya ‘devirmek’ten gelir (fiilin isim hali); ama, oyle olsaydi ‘devirME’, ‘devirIS’ veya ‘devIrim’ olmaliydi.
Begenmedi ucbes kisilik dil bilmemnecisi beyzade, ve bu salak kelime kaldi geriye..
Fakat, kelimenin ucubeligini bir yana birakip isaret ettigine bakacak olursak, evet, bugun olan biten tam olarak ‘devrim’dir.
Kansiz, zamana yayilmis fakat cok yogun katilimli.
Sizin (ve bir cogumuzun) bu ‘devrim’ oldugunu farketmeyisiniz, zaman yayilmis olmasindan dolayi olabilir.
“Bunları Medya değerlendirmem üzerine yazmışsın. Doğrudur. Eskisinden doğan medya dönemimden memnun olmam gerekmiyor, bugün yüzde 98 hükümetin elinde olan bir medya düzenini eleştirebilmek için…”
Simavilerin elindeyken, Karacanlarin borusuyken, eminim siz bunlarin birer ‘mustakil’ sey oldugunu saniyordunuz.
Simdi, hic olmazsa, adini koyabiliyoruz.
“Bilimsel sosyalizmin çok ütopik birşey olduğunu düşünmüyorum.”
Basinda ‘bilimsel’ yazdiginiz icin mi, acaba?
Kimler olacak bu kutsal kulenin rahipleri/rahibeleri?
“Tabi toplantı ve gösteri yürüyüşünden anladığınızı ve ufkunuzu gösteren güzel bir yanıt olmuş…”
Kalp krizi gecirene ambulansin erisemedigi, yangin ciksa itfaiyenin gecemedigi gasplari ben kimseye hak goremiyorum.
Artik isteyen Tweeter uzerinden toplanti ve yuruyus (!) yapabilir; ana edecek tek lafim olmaz.
“Bende Grevin bir hak olduğunu, Memurun grev ve örgütlenme hakkı olduğunu savunuyorum.”
Onu coktan anladik.
Gecen yuzyilin baslarindan selam gonderdiler size; ‘ne mutlu, hala daha bu kalintilar devam ediyor’ demegi de eklemegi unutmadilar.
“Evet işte liyakatı esas almaz objektif ve evrensel kurallar koymazsan aynen bu dediğin gibi olur bugün böyle yarın başka…”
Liyakat, mutlak degildir; isin nevinin degismesiyle degisebilir.
Dun liyakat sahibi olan birisi bugun irrelevant olabilir.
“Doğru amir istediği gibi memuru görevden atabilmeli,”
Evet.
Amire, eger bu kadarcik bile yetkisi vermiyorsak, neyin ‘amir’idir?
“iş güvenliği savunma hakkı olmamalı.”
Yanlis.
Bir de guya avukat olacaksiniz. Kavramlari bile karistiyorsunuz.
Is guvenligi ile is garantisi ayni sey degil. [Anlamaniz icin ornek vereyim: Is guvenligi kisinin kask giymesini gerektiriyor; ama, giymemekte israr ediyorsa, o kisinin isten kovulmasi gerekir.]
Ve, kimsenin de is garantisi filan yoktur.
Bunun tersini uman ahmaklar, isyerinin ayaklanip gittigini gorduklerinde sasirMAmalidirlar. Evet, isyerleri de tasinabilir. Zaman alir; ama, olur.
“Hatta idare mahkemesi gerekçeye elini bile sürememeli(!)”
Evet. Idare mahkemesinin yetki sahasi, bir tur Borclar Kanunu kapsamiiyla sinirlandirilmalidir. Taraflarin birbirlerine olan yukumluluklerini yerine getirip getirmedigine bakmaktan oteye isguzarlik edilmemelidir.
“Siyasi nedenlerle kadro tasfiyesi yapılıp yeni kadrolaşma yapılmalı değil mi?”
Bunun hesabi secmene verilir; maasli bir baska devlet memuru olan ‘yargic’in takdir hakki yoktur.
“Nuriye, Semih, İbrahim Kaboğlu, Mülkyeli öğretim görevlileri…”
Hah.. Su ‘Nuriye, Semih’t4en mi bahsettiniz.. Hani, bilmem kac yuz gun aclik grevi yaparak insan irkinin butun rekorlarini kirdiktan sonra, bir Seyid Riza tweet’i yuzunden Kealist ve diger solcular tarafindan unutulmaga terkedilen demokrasi kahramanlarini..
Digerleri de oyle –farkli fakat ayni.
Idare calismak istemiyorsa, konu kapanmistir.
Alacaklari varsa, veznenin yeri belli; odenir.
O noktadan oteye kiseye hayat boyu (ustelik de artan maaslarla) is garantisi verilemez.
Yok boyle bir dunya.
“Bakın tamamen zıt olduğumuz başka bir nokta. Ben idarenin her türlü eyleminin (zamanında yaş kararlarının da idare mahkemesi denetimine açılmasını savunurdum) idare mahkemesinin denetimine açık olması gerektiğini savunuyorum.”
Avukatlara is ciksin diye mi?
“Mesela Demirtaş hapiste olduğu için seçim sürecinde propoganda yapamadı, tahliye talebi önce reddedildi daha sonra itirazı ivedilikle değerlendirilmedi,”
Kim bunlarin sorumlusu ise, ortada gercekten de bir suc varsa, ne yapmasi gerektigini siz dahi bilmiyor musunuz?
Mahkemeye basvurmak.
“Meral Akşener birçok fiili engellemeye uğradı çöp kamyonlarının miting yolunu kapatmasından meydanların elektiriğinin kesilmesine kadar,”
Cop kamyonlari neyi engellemis? Aralarindan insan da gecemiyor muymus?
“CHP dahil muhalefet toplamı ve iktidarın medya sürelerine bakın yayınlanmıştı.”
Iyi de, bunca seye ragmen, neden secime katilmagi reddetmediler?
Yazdiklarinizin geri kalani ‘celebi, bizde siyaset boyle yapilir’ turunden cevaplari olan seyler. Geciyorum.
“1930 ile 2018 arasında biraz gelişim göstermeniz lazım tabi ki ama sizden gelişen medeniyet, dönemsel farklılıkları anlamanızı beklemek hata olur.”
Hukukun evrenselliginden bahseden birisinden bunlari duymak hos tabii..
1930’dan sonra bir evrim filan mi yasadik da benim haberim olmadi?
Dilinizden dusurmediginiz su ‘evrensellik’in zaman cinsinden limitleri mi varmis da ben duymadim?
“Daha önce söyledim suimisal emsal olmaz.”
Iyi o zaman. Bekleyelim bir baska yanlis olsun ki, sizinkini unutalim. Olur mu?
“Evet Fenerbahçe şike yapmamıştır.”
Guldum simdi. Sizi de gulduren cikar insallah.
“Fenerbahçe şike yapmadığı için düşürülme değil beraat etmesini ve mesleğini kötüye kullanan cemaat militanı hakimlerin hukuk önünde cezalandırılmalarını uygun görürüm”
Anladim. Gonul baglarinizi gormek isabetli oluyor.
“Aziz Nesin’e ceza duruşmasında Hakim: Sen Alevi değilsin ki niye alevileri savunuyorsun diye sormuş? İnsan değilsin ki simdi sana nasıl anlatayım diye cevap vermiş rahmetli Aziz Nesin”
Aziz Nesin’den ornek vermeniz talihsizlik olmus.
Daha gecen gun Aydinlik’ta Soner Polat bir seyler anlatmak istedi, mabedin kazlarinin gurultusunden gecilmez oldu.
Yani, demem o ki, tipki Yilmaz Guney misali, Aziz Nesin iyi bir ornek degil.
“Bende sana nasıl anlatayım Necip! Mağdurun kimliği değil mağduriyettir önemli olan. Nokta(.)”
Bunu Vedat, Fikriye ve digerlerinden bahsettigimizde de hatirlayiniz, e mi?
“Zorunda değilsiniz. Olumsuz duygularımız karşılıklı. En azından bu konuda mutabıkız.”
Fakat, fark su ki, benimiler ‘duygu’ degil; tespit.
“Şahsen de tanırım.”
Tevekkleri degil. ‘Bana arkadasinin kim oldugunu soyle, ben de sana SENIN kim oldugunu soyleyeyim’ deyisi ancak bu kadar isabetli bir ornek bulabilirdi…
“Aklı yok değil, sizin gibi girdiği kabın şeklini almaz sadece.”
Boyle gazlarin kaderi kisa zamanda ucup gitmektir.
“Evet cemaat masum değildir. Kötüdür.”
‘Kotu’ bir sonuctur.
Ben, Cemaat’in ahmak ve aptal oldugunu soyluyorum.
Bunun cezasini cekiyorlar; ve daha da cekecekler gibi gorunuyor.
“Hukuk senin için biraz fazla yüksek bir disiplin.”
Hukuk ile adliyeyi birbirine karistirinca, iste, tam da, boyle celiskiler doguyor.
Hukuk, eger icbar edici bir kuvvet/kudret tarafindan desteklenmiyorsa, sadece edebiyattir.
Adliye de, maaslari veren yoksa, antrepo bile olmaz.
“Orada yaşasaydım onları da bu yönüyle incelerdim. Çevre derneklerinin raporlarını okudum sende oku belki faydalanırsın. İnternette var.”
‘Cevre dernekleri’nin raporlarinda ne varmi oyle?
Birbirlerinin dediklerini tekrarlamaktan oteye.
Bilmemnerelerden fon almak icin bin takla attiklari malum. Parayi veren de, haliyle, dudugu caliyor.
“Neticede 24 Hazirana devrim diyen ben değilim”
Biliyorum. O yuzden sizi Ahmet SIK ile ayni ligde goruyorum.
“Hukukçu sizin bildiğinizin aksine hukuk fakültesinden mezun olanlara genel verilen sıfattır.”
Kendi kendilerine verdikleri bir sifat yani. Cok etkilendim.
“Mesleğim (aynı zamanda avukatlık kanunu) Bana müvekkil seçme özgürlüğü verdiği ve istediğim zaman sonradan görme bir kobi ortağının vekaletini nedensiz reddetme, almama hakkı verdiği içinde mutluyum.”
Avukatlik Kanunu, avukatlara imtiyaz tanimak icin degil, onlari (olabildigince) zapt u rapt altina almak icin cikarilmamis miydi?
Benim vekaletim konusunda cok sey soylememe gerek yok.
Bos seyler soylemegi marifet sanan birileriyle calismak konusunda hic gonullu olmadim bugune kadar. Bundan sonra da degismeyecek gibi gorunuyor.
“Hukuk teknisyenliği de kötü birşey değildir”
Tabii ki, degildir.
Ben, uzerinde onceden mutabiuk kalinmis fiyat/bedel karsiliginda verilen, istenen kaliteyi tuturmaga gayret eden her hizmete saygiliyim.
Bum ister tabiplik; ister avukatlik, isterse de fahiselik olsun; degismez.
Ama, bir fahise cikip da kendisinin ‘mutlulukcu’ filan oldugunu soylerse, evet, o noktada ciddi itirazlarim olur.
“Yok her yasayı ihlal suç değildir.”
Ceza kanununda yeri olan suclari ovemez, onlari tesvik de edemezsiniz.
Guya da avukat olacaksiniz..
“AİHM kararlarını ve içtihatlarını dahi sallamayan (anayasal bağlayıcılığı vardır) birine Saçma cevaplarını uygulayarak test etmesini öneriyorum sadece…”
Anayasal bgalyiciliklar filan hikaye.
AIHM’in hem haciz memurlari yoktur; hem de –cok olsa– TC odemeyi kabul eder fakat senede bir cent oder.
Nakten ve defaten odenecegine, odenmedigi takdirde de mueyyidesinin ne olacagina, bunlari da kimin yerine getirecegine dair bir sey yoksa, dedikleriniz bos laftan ibarettir.
“(hakaret değil eleştiri) diye kimseyi eleştirmek suç değildir yani onun için seni suça değil eleştirmeye teşvik ediyorum ama düşünmek ve eleştiri senin için yeni bir eylem.”
Bos konusuyorsunuz, gene.
Neyin suc olduguna siz degil mahkemeler karar verir.
Demek ki, neymis?
Once savciliga sonra da mahmekeye gitmek zorunlulugu varmis.
“Bak bunuda aynlış biliyorsun CB’na hakaret resen kovuşturmaya tabi.”
Re’sen cezaya tabi mi?
Degilse nedir karin agriniz?
“Üç vaka buldum senin dediklerini kaale alıp araştırdım. Ceza alan değil hakkında ceza davası açılan 2016’dan beri.”
Sasirmadim. Arastirmak yeteneginizin pek de mevcut olmadigi belliydi zaten.
‘6 ay daha bekleseydi, Yunan zaten cekip gidecekti’ dedigini, yuzyil sonra tercume edip yayinlayan birileri ceza yedi mi yemedi mi? Onu arastirin.
“Yaptırım korkusu kişiyi suçtan uzak tutar.”
Temennilerinizi kural gibi zikrediyorsunuz gene.
“Ceza yasalarının temel amacı sadece cezalandırmak değil aynı zamanda önleyici olmaktır.”
Sadece ceza ile onleyici mi olunurmus; nerede bunun odul ayagi?
“Adi suçlar açısından da geniş bir başarı elde etmiştir.”
He ya.. Ulkede cinayet minayet kalmadi.. degil mi?
“İdari ve adli mekanizmalar onların tasarrufunda”
Nasil yani, bir yerde bir cinayet oldugunda, bunu sorusturmak icin parti merkezinden icazet mi aliyorlar?
“Kollektif bir akıl olsun istiyorum.”
Istemekle olmuyor.
Ben de sizin daha akilli olmanizi istiyorum; ama, ne care, istemekle olmuyor..
“HDP’yi meclise taşıdın diye CHP seçmenine çemkirmesi.”
HDP MV’lerinin hapse atilmasi icin oy vermis bir CHP’yi bu kadarcik da olsun elestirmek cok mu?
“Burada vurguladığım TUTARLILIKTIR yani.”
Evet, evet. Tipki bir ust paragrafta benim degindighim ornekteki gibi tutarlilik..
“Buyrun sizin muteber kabul ettiğiniz karşı istatistikleri verin onları bekliyorum.”
Olur. Emriniz olur.
Iddia eden ben oldugum icin, bunlari bulup getirmek de tabii ki bana duser.
Kuzum, siz gercekten avukat misiniz?
Hic gostermiyorsunuz da.. ondan soruyorum.
Yoksa, saka misiniz?
“Stok eritmekte çok başarılılar herhalde 2 sene ortalama ile çıkardıklarına göre yasaları, bayağı bir stok var sanırım.”
Evet, oyle gorunuyor. Degil mi?
“vergi pratiğinizden mi kaynaklanıyor yoksa kuzum?”
Ne kadar vergi verdigimi (oransal ve nicelik acisindan) bilseniz, eminim, vergi kacirmanin yollari uzerinde bana danismanlik yapmak isterdiniz –konunun hukusel taraflari icin, en azindan. Ama, yok, ben o tur riskleri almak niyetinde hic olmadim hic.
“Düşünün ben kısayol için bile zaman kaybı görmüşüm.”
Evet. Densizliginiz ortada biraktiginizdan belli.
“Adı üstünde kamunun malı ya!”
Toprak orada duruyor. Bir yere gidecegi yok.
“Hani, senin vergilerinle karşılanmış bedeller ve oluşturulmuş üretim tesisleri ya bunlar… İkimizinde çıkarı var kısaca”
Benim cikarim, luzumsuz odenen maaslar ve verimsiz kullanilan enerji ve hammadde ile daha cok halel goruyor.
Oralar birer arpalik olmus. Satilsin ve kamu maliyesi uzerinden bu yuk kalksin.
“İstihdam yaratan yerlerin arazisi için alınıp işçilerin işten çıkarılıp üretim tesislerinin kapatılmasını da sevmiyorum ayrıca senden farklı olarak. Oldu mu Gönlün?”
Istihdam yaratmak diye kutsal bir gaye mi var?
3 kurusa satilamayan seyi 5 kurusa mal ediyorsa, kapatilmasi cok daha evladir bence.
“Benim sizi ciddiye aldığım kadar almanız yeterli.”
Ben sizi ciddiye alarak cevap veriyorum; ama, daha fazlasi icin sizin bir iki gomlek gelismeniz gerekiyor.
Magazinel seyleri ciddiye alip yazarsaniz, zor.
“Ek bir saygısızlığa gerek yok”
Benim malesef pedagojik formasyonum yok. Hic de olmadi.
Sabir zorlayan afakiliklere karsi bildigim tek cevap sekli durust olmaktir –nazik olmak degil.
“Sana Türkiye’nin en köklü sanayi odalarında birinin, karşılığında değerler olan bir listesini, bir verisini veriyorum”
Ben de diyorum ki, bu verdiklerinizin herbiri bir munferit sirket icindir.
Her ne kadar bunun yanlis bir tarafi yoksa da, resmin tamamini gostermez –hatta carpitir.
Duzinelerce OSB’de binlerce uretici var. Bunlarin ekonomiye katkisi cok daha yuksektir.
Hatta, sunu da soyleyebilirim: Uretimi durduracak olsalar, ISO500’deki sirketlerin birden cogunun faaliyetini hayli uzun zaman icin durdurtacak ureticiler vardir bu OSB’lerde. Bunu da sallama teknigi ile degil, bilerek soyluyorum.
“Buna karşılık eğer yanlışsa Sanayi Bakanlığı, TüsiAD, MÜSİAD, TEİK, DEİK, Sanayi Dernekleri, Odalar vs. birinin veya senin makbul kabul ettiğin başka bir kurumun istatistiki, raporu veya herhangi bir yazımı ile karşılık verirsiniz.”
Siz, bu saydiginiz devletlu kurumlarin, bu OSB’lerde neyin uretildigini filan bildiklerini mi saniyorsunuz?
Ellerinde, cok olsa, bu sirketlerin esas mukavelesi ve sermeyeleri ile ilgili bilgiler vardir. Bir de, SGK bilgileri.
Ondan otesini bile(e)mezler. O organizasyon devlette hala daha yok, malesef.
“Olur çıkıp gezmeye başlayayım OSGB’leri. Hızır paşa misali kobi ortağı olmuş bizim bir necip var doluluk tesis ve üretim kapasitelerini verir misiniz İSO listesi ile mukayese edeceğim diye.”
Ben, size daha fazla bilgi veremem. Hem ustume vazife degil, hem de esgal tarifi haline donusebilir.
Surada, mesela, bir bilgi kirintisi var:
http://www.jll.com.tr/turkey/tr-tr/haberler/103/organize-sanayi-bolgeleri
Ama, ne kac kurulus oldugu, ne ciro buyuklukleri, ne diger onemli parametreler var.
Fakat, kamuoyu zaten bunlarla ilgilenmez. Onlar, gomlek/corap degisitrir gibi sevgili/metres/GF degistiren bir avuc zengin zibidiye odaklanir sadece.
“Kadınlar ikiye ayrılır – Cem Garipoğlu”
Ustelik, geometri bilgisi de sifir.
“nefret etiniz devrimci hareketin ve ileri güclerin sayfasinda takilip kalmis siniz…..garip biraz degil mI!”
Nefret ettigimi kim soylediyse size, sizi isletmis.
Ben, aslinda bir tur empati, bir tur merhamet ile davraniyorum: ‘devrimci hareket’ ve ‘ileri gücler’ dedikleriniz birer (Filipinlerdeki su meshur) Japon askerine donumus…
Degisen ve degismekte olan dunyadan habersiz.
Ben, onlara, dunyanin degistigini anlatmaga calisiyorum..
CHP’nin basina Dersimli birisi gecmis, 9 donemdir basarisiz olmasina ragmen degistiremiyorlar.
Dahasi, CHP tarafindan vaktiyle kac kellesi alinmis Saadet’le ittifak bile kurmuslar.
HDP ise HUDAPAR’la oturmus konusmus; ittifak yapabilir miyiz diye..
Yani, Almanlarin ticaret, Yahudilerin etrafa saldirdigi bir dunyada yasiyoruz.
‘Devrimci hareket’ ve ‘ileri gücler’in en azindan bunlari gormesini umut ediyorum.
“düsüncenin oldu yerde her zaman kavga vardir……”
Birbirinin kotulugunu dusunenlerden bahsediyorsunuz.
Kavga etmek yerine, sakin sakin oturup konusmagi ogrenmeniz lazim.
Bir kapitalist:
(Kapitalist olmayanlara hitaben)
“Ya çok parası olunca da insanın canı sıkılıyor… Ah işte, şu heyecan bende de olsa keşke. Ne kadar da mutlusunuz… Ne güzel hepinizin bir amacı var. Ne hedefliyim ben şimdi?”
Evliliğinin / ilişkisinin heyecanını kaybetmiş bir erkek:
(Uzun süredir yalnız olan, henüz hayatlarına biri girmemiş genç hemcinslerine hitaben)
“Ya ilişkisi olunca da insanın canı sıkılıyor… Ah işte, şu heyecan bende de olsa keşke. Ne kadar da mutlusunuz… Ne güzel hepinizin bir amacı var. Ne hedefliyim ben şimdi?”
İdam yanlısı militarist Kenan Bey:
“Asmayalım da besleyelim mi?”
İdam karşıtı hümanist Necip Bey:
“Yargılamayalım da besleyelim mi?”
Faiz Lobileri, “Vaiz Lobileri”, Faiz Karşıtları, Zekât
“Zekât sistemi, İslamcıların savunduğu gibi her derde deva olmaktan çok uzak ve işin aslı göstermelik bir kurumdur. […] İslam anlayışında zekât, zenginlerin sevap kazanmalarının bir yolu ve aracıdır da. Dolayısıyla zekât vermek, köle azad etmek ve sadaka vermek karşılığında sevap kazanılması gibi uygulamalar, aslında eşitsizliğin devamını sağlamaya hizmet etmiştir. Oysa yoksulların kurban kesecek, sadaka verecek, zekât verecek paraları ve mülkleri olmadığından sevap kazanma olanakları da sınırlıdır! Allah’ın insanları neden eşitsiz yarattığı, sınıfsal ayrımlara göz yumduğu ve hatta bunu savunduğu sorgulanmazken, zenginlerin malının 1/40’ını dağıtmaları suretiyle toplumsal adaletin sağlanacağı düşüncesi kuşkusuz ham hayalden ibarettir. En başta şunu söylemek gerekir ki, zekât sistemini zenginlerden alınan bir tür gelir vergisi gibi düşünsek bile azalan oranlı bir vergilendirme söz konusudur. Örneğin 40 koyunu olan biri bunun 1 tanesini zekât verirken, koyun sayısı 120’yi geçince 2, 200’ü geçince 3 ve nihayet 400’e ulaşınca 4 koyun zekât olarak verilir, yani oran başlangıçta %2,5 iken mal arttıkça %1’e düşer.
Böylesine adaletsiz bir sistemin yoksulluğu ortadan kaldıracağı düşüncesinin temelsizliğini göstermek için bir örnek de günümüzden verilebilir. 2004 yılı verilerine göre ve yaklaşık rakamlarla, nüfusun zekât vereceğini varsayabileceğimiz en üst gelir grubuna mensup %20’lik tabakası toplumsal gelirin %60’ını almakta ve zekâtı alacak taraf olan en alt %20’lik tabaka ise %3’ünü almaktadır. Bu durumda en üst tabakanın vereceği zekât sonucu, en fakirin aldığı pay %4,5’a çıkacak, en zengin tabaka ise %58,5 olarak kalacaktır. Sınıflar arası uçurumun böylesine ilkel ve göstermelik bir yolla aşılması mümkün müdür? İşte İslamın sağlayabildiği adalet bu kadardır!
İslamda faizciliğin yahut tefeciliğin hoş görülmemesinin tarihsel kökeninde ise, nüfuzu ve ekonomik gücü artan Yahudi tüccar ve tefecilerin etkisinin kırılması isteği yatar. Dolayısıyla burada insani veya ahlâki bir kılıf aramaya gerek yoktur. Üstelik bu coğrafyada faiz daha önce de zaman zaman yasaklanmıştır. Gerilere gidilecek olursa, Hammurabi kanunlarından tutun da firavunlar devri Mısır’ına kadar pek çok eski uygarlıkta bu tür uygulamalar yer almıştır. Tümünde amaç kurulu düzenin çıkarlarının korunmasından ibarettir ve modern İslamcıların faize karşı çıkmalarının ardında yatan gerçekler de çok farklı değildir.
Onlar enflasyonist politikalardan ve yüksek faizli kredilerden canı yanan orta sınıfların sözcülüğüne soyunarak sermayenin daha güçlü kesimleri karşısında siyasi ve maddi güç toplamaya çalışmaktadırlar. Asıl amaç faizden farklı gösterdikleri kâr payı ve benzeri uygulamalarla bu kesimlerin sırtından kendi sermayelerini arttırmaktır. Oysa kapitalizmde sınai kâr, ticari kâr, faiz ve rant (kira gelirleri) emeğin sömürüsüyle elde edilen artı-değerin farklı biçimleridir. Sorun “paradan para kazanma”nın kötülüğü ise, gerçek şu ki, kapitalist toplumda emekçiler dışında herkes “paradan para kazanır.” Dolayısıyla faiz ne kadar haramsa, her türlü sermaye kazancı da o kadar haram olmalıdır. Fabrikatör olmaktan ya da ticaretle uğraşmaktan tutun da, miras parası yemek, sermaye payı diye kâr payı almak veya hisse senedi almaya kadar birçok şeyin bu kapsama girmesi gerekir. Oysa bunlara karşı çıkmak kapitalizme karşı çıkmak demektir ve İslamcıların yapmadığı şey de budur.
Kısacası İslami anlayışta kapitalist sömürüye karşıt bir öz yoktur. İşçinin emeğinin sömürülerek kâr elde edilmesinde, zenginliğin bir avuç kapitalistin elinde birikmesinde, insanlığın yoksulluk ve zenginlik temelinde giderek artan oranda kutuplaşmasında ilke olarak İslamcılara ters gelen bir şey yoktur. Aksine tüm bu olup bitenler takdir-i ilahidir, yani Allah’ın isteğidir. Bu duruma isyan etmek Allah’a ve onun buyruklarına karşı gelmektir. Müslüman kişi durumuna isyan etmeyip, haline şükretmeli, Allah’ın kendisini sınamak için uygun gördüğü cefaya katlanmalı ve ahrette alacağı mükâfatı hayal etmekle yetinmelidir; bu arada varsın bir avuç burjuva bu dünyada kendileri için kurdukları cennette gününü gün etsin, ne çıkar!”
İslam ve Kapitalizm / Marksist Tutum
http://marksist.net/MT/Islam_ve_Kap.htm
Cumhurpatronluğu kabinesi
Gerçek
Temmuz 10, 2018
http://gercekgazetesi.net/manset/cumhurpatronlugu-kabinesi
Erdoğan Türkiye’yi paşalarla yönetecek
Gerçek
Temmuz 10, 2018
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/erdogan-turkiyeyi-pasalarla-yonetecek
Muhammed-Atatürk-Erdoğan Üçlüsü Üzerine Kısa Bir Not
Mustafa Elveren*
Büyük bir cesaret örneği gösterip resmi ideoloji, ırk, din ve inanç konularında bazı tabuları kırmak gerekir.
Allah’ı, peygamberleri, halifeleri, Türk büyüklerini, dergâhları, Ermenileri, Alevileri, Kürtleri, Türkleri ve benzer konuları eleştirmeyeceksek, neyi tartışacağız? Bu konuda hep şunu söylüyorlar; “Ülkenin ve halkın hassasiyetleri var” deyip, insanların kör karanlıktan çıkmasını önlediler. Bugün Ortadoğu’da İslam adına insanları acımasızca öldüren katil sürüsü IŞID çetesi bunun en açık kanıtıdır.
Takunyacıların, postalcıların, milliyetçilerin, ulusalcıların ortaklaştığı-birleştiği bir “TEK” konu vardır: RESMİ İDEOLOJİ. Yani “TEKÇİLİK” mantığıdır.
Okullarda okutulan Tarih kitaplarında, Türk-İslam sentezinden oluşan sistem demokrasi olarak bize yutturulmaktadır.
Resmi ideoloji savunucuları; İslam Peygamberi Muhammed Mustafa’nın çok büyük bir din önderi olduğunu söylüyorlar. Ayni şekilde TC kurucusu Mustafa Kemal’in de büyük bir devlet ve fikir adamı olduğunu bu güne kadar hep söylenmektedir. O nedenle Muhammed Mustafa ile Mustafa Kemal’i birbirinden ayrı tutmak doğru değildir. Bundan böyle bu ikiliye Recep Tayyip Erdoğan’ı da ekleyebiliriz.
Türkiye’de bu gün Yürütme-Yasama-Yargı erkleri şeklen vardır. Antidemokratik seçim sistemi nedeniyle tüm yetkiler fiilen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’da toplanmış durumdadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk dönemi de böyle değil miydi?
Buradan hareketle; Mustafa ismi hem peygamberi hem de Atatürk’ü çağrıştırdığından, biran için Muhammed Mustafa adını Türk-İslam sentezinin simgesi olarak düşünelim. Tek millet, tek din ve tek adam mantığıyla yönetme gerçeğini de göz önüne alırsak, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Muhammed Mustafa’nın güncellenmiş şekli olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Her üçünün de iktidarları döneminde edindikleri mal varlığı bize ayrıca ipucu vermektedir.
Anlaşıldığı üzere; Muhammed-Atatürk-Erdoğan üçlüsünün epeyce ortak paydaları mevcuttur.
Ancak; Mustafa Kemal Atatürk ile Recep Tayyip Erdoğan’dan nüans farkı ile Muhammed’in (ilk karısı Hatice’nin çok zengin bir tüccar olduğu söylenmektedir) 13 evlilik yapmış olması kaideyi değiştirmez.
Dolayısıyla mevcut sistem tarafından İslami ve eğitim kurumları bu formata uyarlandığı bilinmektedir. Yani resmi ideoloji güncellenmiştir. “Başbakan imam hatip mezunu olduğu için dini tedrisata, Muhammed’in hayatını bilmeye, camilerin çoğalmasına öncelik tanımıştır.” (Dr. İsmet Turanlı / http://www.gomanweb.org)
Güncellenen Mustafa Muhammed; vatana, millete ve en önemlisi de Müslümanlara hayırlı olsun!
Darısı Alevilerin ve ötekileştirilen diğer kimliklerin başına!
Artık Başbakan’ın pardon Cumhurbaşkanı’nın develerine dokunan yanar!
24.08.2014
*Em. öğrt.
Bütün orta sınıf Türkler mavi gözlü sarışın olmak isterler ama bazıları daha mavi gözlü sarışın olmak ister. Bunlar hırslılar ve hızlılar.
Daha mavi gözlü sarışın olmak isteyenler papağan olmak istemeyenler. Yaratıcı, orijinal, ilk, tek olmak isteyenler. Yani, Kapitalizm dünyaya egemen olalı okur, yazar, çizer, eğitim görmüş olanların yakalandıkları bulaşıcı hastaklığın mağdurları, zavallılar. Birey olmayanların bireyciliği, birey olma hırsları, hayalleri ve rüyaları.
Ben salt kısa kesmek için ‘ben’ derim. Aslında, ‘o, benim ağzımla konuşuyor’ demeyi tercih ederim. Her halükârda, bu hastalığa tutulmayanlar daha güzel söylerler:
Kendimi ne kadar birey düşünsem, o kadar var olduğuma inanamıyorum.
Bir Eskimo
Yani, siz adi ırkçıların hor gördüğü ve milyonlarcanıza bedel, hâla insan kalmış bir varlık.
“No one can take from us the joy of the first becoming aware of something, the so-called discovery. But if we also demand the honor, it can be utterly spoiled for us, for we are usually not the first. What does discovery mean, and who can say that he has discovered this or that? After all it’s pure idiocy to brag about proiority, for it’s simply unconscious conceit, not to admit frankly that one is a plagiarist.”
Goethe
Tercüme
[“Kimse bizi bir şeyin, sözüm ona buluşun, ilk defa farkına varma sevincinden mahrum edemez. Ama üstelik bir de onur isteğinde bulunursak, buluş zevkinin tamamiyle cılkı çıkar; çünkü çoğu zaman ilk değiliz. Buluş ne? Kim şunu veya bunu bulduğunu iddia edebilir? Zaten eser hırsızı olduğunu açıkça kabullenmeme, ilk olmakla böbürlenmek tam enayi dümbelekliği, salt bir bilinçaltı kibir.” Goethe]
“The secret to creativity is knowing how to hide your sources.” Albert Einstein
Tercüme
[Yartıcılığın sırrı kaynaklarını saklamayı bilmektir.]
Belki bir gün gelir kendinizin ne kadar farkında olmadan Kapital köleleri olduğu BULUŞU bulursunuz. İnşallah! Amin!
Geçenlerde,
doğada tek başına yaşayan,
doğada tek başına kendi çalan,
doğada tek başına kendi oynayan,
bir doğal hayat savunucusu ile karşılaştım,
ve kendisine,
“Bizim buralarda sizin gibi doğal hayattan yana olduğunu iddia eden, fakat bu doğal hayatı kendi hayatına uygulamayan biri var.”
dedim.
Cevap olarak,
“Demek ki gerçekten de sizin oralarda herkes aynıymış.”
dedi.
“Medeniyetdenilenbütünkötülüklerinanası”nın icadı olan bazı şeyler vardır.
Bunlar insanı daraltır, huzursuz eder, mutsuzluk verir, içini negatif düşüncelerle doldurur.
Mesela insanı sıkan, tiksindiren, kusturan, iğrendiren duygusuz aşk filmleri ve romanları gibi.
Veya, ruhun gıdası olan, çok sesli, ahenkli tamtam müzik türlerinin aksine, kulak tırmalayan, monoton, detone, tekdüze, sıkıcı, bunaltıcı modern müzik türleri – pardon türü gibi.
Halbuki bazı şeyler bunların tam tersidir.
Yani insanın içini açar, huzur verir, mutlu eder, içini pozitif düşüncelerle doldurur.
“Medeniyetdenilenbütünkötülüklerinanası”na karşı olan değerli yorumcuların engin düşünceleri gibi.
Yeni MSB’mize başarılar dileriz, vatana millete hayırlı olsun!
“Sen ve tanıdığın herkes bir gün ölecek.
Bazı psikologlara göre, bu rahatsız edici gerçeklik sürekli olarak aklımızın arkasında durur ve sonunda yaptığımız her şeye, dine sarılmaya, sebze yemeye ve spor salonuna gitmemize, çocuk sahibi olmamıza, kitap yazmamıza ve şirketler kurmamıza teşvik eder.
Sağlıklı insanlar genellikle bu bilinç altına atılan hissin farkında bile olmadan, ölümü düşünmeden, günlük hayatta hemen ilgilenme gerektiren durumlarla uğraşarak başa çıkarlar.”
Not: Bu psikologlar, aynı çok sayıda diğer süt inekleri bilim adam-karıları gibi, safsatalarının salt kendi sapıklar kültürlerine özgü olduğunu bilmezler. Ama olsun, ormanda düşen ağacı gören olmazsa, ağaç düşer mi?
Eğer biri çıkar da bazı toplumlarda bunun yaşanmadığını; bunun varoluş, insan doğası, Allah’ın işi, alın yazısı, gen veya DNA yazısı olmadığını, maymun işi olmadığını, kültürden kaynaklandığını sürerse ne olur?
Akla yatkın, duruma yatkın, kısa kesmeye yatkın sıradan insanların YANITI: bu bilgi sapıklar kültüründe yaşayanların işine yaramaz. Katılırım.
Bir de bu sitedekiler gibi sürülerin başını çekmek isteyen yüksek zekalılar var.
Bunlar, yaratıcı, orijinallik için can atan, kaymak tabakasından. Uslu, evcil, iyi aile çocukları. İNSANLIĞIN ilerlemesinde, doğa ve sosyal bilimde, sayısız yaratıcı ve orijinal katkıda bulunmuşlar. Bu çok tahsilli, çok diplomalı, çok bilen ve bilinenler, satıhta bilgilerle tatmin olmazlar. Aynı komplocular gibi GERÇEK’İN, görünen sahte dünya altında pusuya yatmış gizli güçlerden (metafizik, belki?) oluştuğuna inanırlar.
Tarih okumaktansa, derinlere dalar orijinal fikirlerle tekrar satıha çıkarlar.
Örneğin daha kısa bir süre sayılacak tarihte Bizanslı bir tarihçi, “Araplar ne dostum ne de düşmanım olsun. Hele Türkler, mutlaka uzak durmalı. Bunlar için EN BÜYÜK ONUR SAVAŞ MEYDANINDA ÖLMEK.” der. Diğer bir antropolog, bazı çıplak vahşilerde çlüm korkusu olmadığını tespit etti. Daha da örnekler var ama eşeğe altı semer de koysan yine eşek.
Örneğin dünyanın dört bucağında salt kendileri gibi olanları düşünerek bazı çok orijinal ve yaratıcı öğütler verirler: “Git o toplumlarda yaşa!”, “Özgürlük var, demokrasi var, seyahat hakkı var!” Farkında olmadan yavşak yavşak “eğer ben özgürsem, ben demokraside yaşıyorsam, ben istediğim yere istediğim zaman seyahat edebiliyorsam, herkes öyledir” derler. Klonları arasında ve sosyal medyada da kendileri gibi olmayanlara, ezilenlere acımakla boşalma terapisi yaparlar.
Örneğin bilim bilmeden, soyal darwinizmi anlamadan, hatta gönderdiğim yazıda Gould’an alıntıyı bile anlamayan anarşist Zileli bir kalemle ve sırtını ideolojileri kendisininki ile aynı ama dedikodularda ayrıldıkları klonlarına dayayıp dil çabukluğuyla ezilenleri ezenler, yenilenleri yenenler yaptı. Ulan insaf be. Bu azılı anarşist dünyanın her yerinde, halkları yönetmede, okullarda, iş yerlerinde, sanatta, müzikde ticarette, sınavlarda, zengin olmada, kitap yazmada, güzellikte, yaratıcılıkta 10 bin yıldır üstün insanların hep üstün olduklarını gözleriyle değil, ideolojik at gözlüğüyle veya keskin zekasıyla görmüş. Yaratıcılık bu kadar olur! Oyun aynı oyun, kazanan takım değişti.
Doğal olsun, sosyal olsun, evrim teorisine göre karılar üstünleri seçermiş, böylece bu üstünler çok çocuk yaparlarmış ve dolayısıyla gittikçe artar, maçı kazanırlarmış. Ama nedense, her yerde fakirler çocuk yapar, zenginler ve üstünler para yaparlar.
Yaratıcılık yerine bilgi edinse fena olmazdı.
Üstelik böyle cici bici bilimsel jargonla anlatmaya ne gerek var?
Hazreti İsa, 2 bin yıl önce darwinsiz, sosyal evrimsiz, “dünya fakirlere kalacak” dedi. İşte dinleri anlamadan din düşmanı olma modasına katılmanın zararları.
Belki de yaratıcılık sıradan olup sıradan olmak istemeyenlerin ağzına sokulmuş bir emzik.
Can you hear what I hear
It’s calling you, my dear
https://www.youtube.com/watch?v=vcObTIQHfYw
“T.C.’de;
İster tek
İster çift/eş
İster grup/tabaka/sınıf iktidarı olsun;
Kürdlerin ulusal haklarına TEKÇİ yaklaştıkları sürece aralarında hiçbir fark yoktur;
Bu nedenle
Kürdlerin
Tek mi
Çift mi
Parlamenter mi
Başkanlık mı
Tartışmalarına katılması anlamsızdır…”
“A. Hamid’e karşı
İttihat Terakki’yi desteklemek neyse
Tayyip’e karşı
PKK/HDP/CHP’yi desteklemek de odur!
Kürdler, A.Hamid-İttihat
Türk-İslam-Kemalizm
Tayyip-PKK/HDP/CHP
Kıskacından çıkıp
Kendi ulusal çizgisini kurmalı;
Ulusal haklara odaklanmalıdır…”
“Kuzeyli Kürdler
Ulusal haklara karşı olduğu ve tekçi bir anlayışa sahip olduğu için Tayyip’e tavır almalıdır;
Tayyip’in,
PKK/HDP’ye karşı tutumundan dolayı Tayyip’e tavır almak
Tayyip’ten çok daha tekçi/kafatasçı olan Apoculuğa/Kemalizm’e hizmet etmektir!”
(Nasname)
Necip bak bakanlıklar falanda açıklandı sana bir görev verilmedi. Artık iktidara yağ çekmeyi, saçmalamayı bırakabilir, gerçeklere dönebilirsin. Senin tüm tespitlerin hatalı, hatta “Devrim” gibi “tespit” inde sözlük anlamını bilmediğin aşikar. Sadece aşağıda bazı cahilliklerini düzelteceğim ki en azından toplum içinde de konuştuğun gibi yazıyorsan oralarda rezil olma diye.
4857’ye bağlı sömürdüklerin senin yanlışlıklarını yüzüne söylemediği için, ukalalık, temelsiz özgüven patlaması sende almış yürümüş. Cehaletinden gelen cesaret sende her şeyi bildiğin hissiyatı oluşturmuş…
Sözcüler; bir topluluğun veya grubun ürettiği kollektif fikirleri karşı gruba, toplumun diğer kesimlerine iletirler ve o “kollektif aklın” bir parçasıdırlar. Bununla birlikte cevabımdaki “Belli Oranda” kısmını okumamışsın gene dikkatsizsin 🙂 Sol örgütsel yapıların tarihinde de(hatta sağ gruplarında çoğunda) genellikle sözcüler lider kadrolardan çıkmıştır veya lider doğrudan sözcülüğü üstlenmiştir. Nüvenin içinde yer alan Sözcülerin bedel ödediği halihazırda bedel ödemekte olduğu örnekler çoktur Necip.
Güncel örnek HDP parti sözcüsü Ayhan Bilgen bu görevinden ve açıklamalarından dolayı defalarca tutuklandı, uzun yıllarla ifade edilen hapis istemli ceza davaları açıldı hakkında, Geçmişten Bülent Uluer mesela çok bedel ödemiştir, Birçok işçi grubunun sözcüsü, grev sözcüsü(gözcüsü değil necip sözcüsü) tutuklandı, öldürüldü vs.
12 Eylül öncesi devrimci grupların sözcülerinin başına gelen olaylar malum. Kısaca yanlış biliyorsun.
Vekillik ise daha farklıdır Necip. Bilmiyorsan öğren: Mesela senin gibi bir adamın vekilliğini alan bir avukatın senin sözcülüğünü üstlenmesi, tamamen seni sahiplenmesi gerekmez. Ayrıca genel kabul görmüş bir hukuk kuralıdır. Senin anlamaman gayet normal. “Özdeşim Kurma yasağı” vardır. Ne yasa önünde ne de kural olarak üçüncü kişiler nezdinde özdeşim kurma yasağına bağlı olarak senin ile vekilin arasında özdeşim kurulamaz, sorumluluk paylaşımına gidilemez. Avukatının, kendide kurmamalıdır. Mesleki ilkeler engeldir.
Kabul görmüş, yerleşmiş ve ayrıca yasalaşmış meslek doğrusudur söylediğim. Kaldı ki avukatının fikir üretmediğini düşünüyorsan onunla çalışmamalısın. Sadece onunla değil fikir üretmediğini düşündüğün insiyatif kullanan hiçbir kişiyle çalışmamalısın. Daha önce olduğu gibi, hemen aklına gelen ilk ucuz cevabı yazma, benim senden hiçbir beklentim yok. Hatta CMK’nun zorunlu halleri dışında bu kafa yapınla, seninle bir avukatın çalışmasının sadece avukata ceza olacağı muhakkak.
Avukatının ürettiği fikirlerden doğan bir savunma ile sen veya şirketin kıçınızı kurtarırsanız bu dediklerimi hatırlarsın…
Ama senin gibi herşeyi bildiğini sanan, mesleğe, meslek örgütlerine, hak ve özgürlüklere saygısı olmayan bir adamın o zamanda anlaması ve hatırlaması zor maalesef.
İnsanların 3/4 ü sudan oluşur derler ama senin 3/4ün kompleks necip.
Yazdıklarımı okumayan veya okuduğunu anlamayan biri olarak “Gec olsa da, anlamis olduğumu buyurmuşsun.” Geç olsun güç olmasın derler 🙂
Senin stil hiçbir şeyi anlamadan, her boku bildiğini sanan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan karakterlerden daha iyidir geç anlamak. Senin durum daha kötü yani.
Yazdığınız üzere sizden kimseye saygı göstermenizi veya kimse için özür beklemiyorum tabi ki. Bunlar insani özelliklerdir ve genel ahlakın yerleşik kurallarıdır. Böyle bir insani özelliğin, erdemin sizde olmadığını yazışma silsilesinde geç olsa da anladım merak etmeyin. .
“Bir hata varsa, o da bendedir.” Evet başlı başına bir hatasınız.
“Ben de.”
Şaşırtıcı! bazen en kuytu köşelerde bile yosunlar boy verirmiş. Sosyalizmi de doğru bilmediğinizi tahmin etmek zor değil ama en azından normal bir insandan geçte olsa doğrusunu öğrenme ihtimaliniz var demektir. Sizin için umut verici, bu konuda doğru kümeyi seçebilmiş olmanız.
“Sevsinler.. ‘Batı Tipi demokrasi’ dediginiz seyi gormege basladik; daha da gorecegiz… Simdi o oran hizla dusuyor ve odleri patliyor. En koyu irkciliklara bulaniyorlar.”
Batı bizi kıskanıyor değil mi necip. Çok tanıdık sözler ya… Hemen inanıyorsun, Duyduklarını yüzleştir biraz hayatla.
Batıda yaşayan halklarında, kendi demokrasinin gelişmesi için ödediği çok fazla bedel ve uzun mücadeleler vardır. Gökten zembille inmemiştir yani hiçbiri. Bunlar, yani kazanılan hak ve özgürlükler sadece onların değil aynı zamanda insanlığın kazanımıdır. Server Tanlili’nin, Bülent Tanör ve Erdoğan Teziç’in bu gelişim tarihine dair çok doğru analizler içeren önemli kitapları vardır. Okumanı tavsiye ederim.
Kısaca, her şeyi sana yeniden tarif etmek zorunda değilim. Literatürde “Batı Tipi Demokrasi” diye bir kavram vardır. İncele öğren.
“Toplasaniz bir iki stadyumu zor olduracak Kemalistleri ezici cogunluga tercih edisinizi baska turlu aciklayamayiz cunku.”
Bu grubun ana gövdesini oluşturduğu CHP’nin aldığı oy oranına(11.348.899Seçmen) ve aileleri ile birlikte oluşturacakları sayıya bir bak istersen. Anadolu’da bir tabir vardır “sen ya hiç dayak yemedin ya da sayı saymasını bilmiyorsun” derler. Önce sayı saymayı öğrenerek başla. Stadyumların kapasitesini bilmen için futboldan anlamana da gerek yok necip. Kemalistlerin sayısı senin hayal dünyandan biraz fazla…
“Su anda, bir ilan versek, bir oda dolusu basvuru gelecektir.”
Bu senin başarın değil be necipim. Senin savunduğun, ülkeyi yöneten iktidarın istihdam yaratan bir politikası olmadığı için yaşanan çok ciddi işsizliğin sonucu. Yöneten ayıbı yani. İstatistikler seni küstürüyor, bozuluyorsun ama TÜİK işsizlik oranlarına ve gerçek işsizlik oranlarına bir bak olur mu cevap yazmadan.
Evet haklısın insanlar çalışsın, iş bulabilsin diye senin gibi ukala ve kompleksli kişilerin işletmeleri önünde kuyruk olabiliyor. Ama bu alay ettiğin üzere onların ayıbı veya nitelik problemi değil. İktidarın ayıbının ve senin kompleksinin sarih bir ifadesi
“fiiliyattan da (gercekten ne kadar bos olduklarini da bildiklerinden) kaciniyorlar.”
Bak bu seninle olan yazışmalarımız da ki senin durumunu, tutumunu özetleyen, seni tanımlayan güzel bir söz olmuş. Bu sözle kendini ifade edebilirsin, referans verebilirsin kendin için.
TOEFL filan gibi seyleri cok onemsediginize sasirmadim.
Bende objektif ölçümlemelerin sonuçlarının seni rahatsız ettiğine.
“Proof of pudding is in the eating….Bu arada, ‘küçük-ortaboylu işletme’ deyince akliniza ne tur bir sey geliyor bilemem; ama, ISO 500’un yabancisi olmadigimizi da eklemem lazim.”
Sizdeki çalışan kalite ve yeterlilik düzeyini bilmem tabi, senin anlatımlarını esas almak zorundayız fakat senin yazışmalarından ve konulara yaklaşımından anladığım kadarı ile sizde çalışan yetersizliği değil “kalitesiz ve yetersiz” patron sorunu var.
İSO listesi değer kazanmış, senin şirketinin listeye girmesiyle demek ki en azından o sene doğru bir ölçümleme yapmışlar diye düşünür müsün?
Basinda ‘bilimsel’ yazdiginiz icin mi, acaba?
Yok çok daha uzun anlatmam gerekir bu konuyu sana ama özel ders alacak seviyede değilsin. Git önce biraz oku araştır.
“Liyakat, mutlak degildir; isin nevinin degismesiyle degisebilir.”
Değişen işe göre yapacağın yeni personel seçiminde de yeni işin koşullarının getirdiği liyakati esas alırsın.
Çok işimiz var senle necip çoooook. Otur Sıfır…
“Doğru amir istediği gibi memuru görevden atabilmeli,” Evet.
Amire, eger bu kadarcik bile yetkisi vermiyorsak, neyin ‘amir’idir?
Senin bir bölümü veya iş yerini yönetmeyi sadece birini atabilme yetkisine bağlayabilmen zaten amir sorumluluğundan ve yeterliliğinden ne anladığını gösteriyor… Başka açıklamaya gerek yok
“iş güvenliği savunma hakkı olmamalı.” Bir de guya avukat olacaksiniz. Kavramlari bile karistiyorsunuz. Is guvenligi ile is garantisi ayni sey degil. [Anlamaniz icin ornek vereyim: Is guvenligi kisinin kask giymesini gerektiriyor; ama, giymemekte israr ediyorsa, o kisinin isten kovulmasi gerekir.]
Ne o. “Güyya avukat olacaksınız” falan… Aklınızca aşağıladığınızı falan mı düşündünüz… Çok sükür diplomayıda, ruhsatıda senin gibi cahil bir aktrollerden almadım.
Telefon iş güvencesini, iş güveliği yapmış ve senin gibi bir adamla yazışmada tekrar kontrol yapmadığım için öyle hatalı kalmış… Cümle bütününden anlayamadın mı? Neyse bak sana kumdan bir alan vermişim hadi git oyna orada necip…
Bununla beraber, sana başka detay vereyim kamuda(memurlarda) iş güvenliği konusunda da ciddi sıkıntı var. Sadece barete falan indirgenemeyecek kadar önemli ve tafsilatlı yani iş güvenliği konusu. Sen konuyu açtın diye söylüyorum, Güvenlik bürokrasisi, sağlık çalışanları, TEİAŞ vb. kurumlarda çalışan mühendisler… ödenek yetersizliğinden ciddi iş güvenliği sıkıntıları ile karşı karşıya duyarsız cahil necip.
Kendince basit bir düzeltme hatasını gerekçe gösterip alay ettiğin memurun iş güvenliği konusu oldukça önemli bir problemdir kamuda çalışan biri için veya seni ilgilendirmese de sonuçları itibarıyla mahkeme için
Bunun hesabi secmene verilir; maasli bir baska devlet memuru olan ‘yargic’in takdir hakki yoktur.
Diyorum ya zırva tevil götürmez.
Hah.. Su ‘Nuriye, Semih’t4en mi bahsettiniz.. Hani, bilmem kac yuz gun aclik grevi yaparak insan irkinin butun rekorlarini kirdiktan sonra, ….demokrasi kahramanlarini.
İnsanların işten atılmaları, acıları ve mücadeleleri ile dalga geçecek kadar utanma duygusundan yoksunsunuz… Tecrübe ederek öğrenmenizi dilerim.
Avukatlara is ciksin diye mi?
Fena olmaz sizin gibiler kazanacağına, emeği ile geçinen insanlar, avukatlar kazansın tercih ederim tabi.
Iyi de, bunca seye ragmen, neden secime katilmagi reddetmediler?
Sana sormamışlar ondan herhalde
“1930 ile 2018 arasında biraz gelişim göstermeniz lazım tabi ki ama sizden gelişen medeniyet, dönemsel farklılıkları anlamanızı beklemek hata olur.”Hukukun evrenselliginden bahseden birisinden bunlari duymak hos tabii..1930’dan sonra bir evrim filan mi yasadik da benim haberim olmadi?
Dünya yaşadı necip senin haberin yok sadece. İnsan hakları evrensel beyannamesi, birçok yeni ve yakın tarihli ek protokoller. İnsan haklarına ilişkin büyük bir kısmına Türkiye’nin de taraf olduğu haklar ve özgürlükler protokolleri. Yeni hak ve özgürlükler tanımları geldi yerleşti be necip. Sen fark etmemişsin, hep aynı yobazları okuduğun için mi örneklerin 1930 larda dondu kaldı? Eğer varsa Avukatına sor anlatsın sana 1930’dan sonra Türkiye ve Dünyada hukuk sistemlerinin gelişimini, hukuk felsefesinin değişmesiyle yasaların aldığı yeni şekilleri mukayeseli olarak izah eder eğer ukalalık etmeyip dinlemeyi başarabilirsen.
Dönemselliği anlamaman da ayrıca garip ” kendi döneminde var olmayan bir tanımla geçmişi yargılayamazsın” Kastettiğim budur necipçiğim. Bu kadar basit. Sultan Hamide jenosit yaptın diyemezsin mesela kavramsal olarak mümkün değildir. Aynı sistem tarihsel analizlerde de esas alınır.
Iyi o zaman. Bekleyelim bir baska yanlis olsun ki, sizinkini unutalim. Olur mu?
Olmaz tabi ki. Unutmamalısın. İkisininde yanlış olduğunu söylemelisin. Bak Victor Jara’nın katilleri 45 yıl sonra ceza aldı. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmaz.
“Evet Fenerbahçe şike yapmamıştır.” Guldum simdi. Sizi de gulduren cikar insallah.
Siz varsınız. Cehaletiniz yeterince komik sonuçlar doğurabiliyor
Anladim. Gonul baglarinizi gormek isabetli oluyor.
Sizin aksinize. Gönül bağlarımdan utanmam. İslam Çupi’nin Fenerbahçe’nin büyüklüğünü anlatan güzel bir yazısı vardır okuyunuz. Keyif alacağınızı düşünüyorum.
Aziz Nesin’den ornek vermeniz talihsizlik olmus.Daha gecen gun Aydinlik’ta Soner Polat bir seyler anlatmak istedi, mabedin kazlarinin gurultusunden gecilmez oldu.
Yani, demem o ki, tipki Yilmaz Guney misali, Aziz Nesin iyi bir ornek degil.
Ya necip kurtul şu aktrol mantığından. Herkes eleştirilebilir bunda bir sıkıntı yok. Benim ve bu sitedeki pek çok insanın sevdiği Nazımdı, Aziz Nesin’di, Yılmaz Güney’di… kişileri kendince tahkir etmeye, aşağılamaya, iki üç cümle karalayım, çamur atayım diye uğraşmana gerek yok. Gıcık etmiyor komik oluyorsun sadece. Belki başkaları yakınlarının kulaklarını çınlatıyordur. Ben onuda yapmıyorum. Emin ol gülüyorum sadece sana…
Bunu Vedat, Fikriye ve digerlerinden bahsettigimizde de hatirlayiniz, e mi?
Doğru ve haklısın yukarıda söylediğin mağduriyetler konusunda. Senin gibi bende çok kötü değerlendiriyorum bu konuları ve onların yaşadıklarını. Üçüncü kişilerle bu bahis geçtiğinde müttefikte olabiliriz yani. Necip söylüyor diye yanlış demem kısaca. Senin savunduklarının yarattığı mağduriyetleri aklamasada Bu mağduriyetler konusunda haklısın.
Bozuk saat necip bile günde iki kere doğruyu gösteriyor diye düşünürüm
Fakat, fark su ki, benimiler ‘duygu’ degil; tespit.
Sizin tespit kabiliyetiniz yok. Bir şizofrenin yaratıcılığına sahipsiniz. Önce kendinizi olmayan şeye, hayali bir “devrim” tanımına inanıp sonra kendi inandığınız hayali, olgusal gerçekten farklı olarak tespit diye sunuyorsunuz. Daha kötüsü başkalarının kabul etmesini, inanmasını bekliyorsunuz.
“Şahsen de tanırım.”Tevekkleri degil. ‘Bana arkadasinin kim oldugunu soyle, ben de sana SENIN kim oldugunu soyleyeyim’ deyisi ancak bu kadar isabetli bir ornek bulabilirdi…
Arkadaşlarımla gurur duyarım. Sizin bu ukalalık ve kompleksle uzak olduğunuz bir duygu sanırım… Eğer arkadaşınız varsa tabi…
“Aklı yok değil, sizin gibi girdiği kabın şeklini almaz sadece.”
“Hukuk senin için biraz fazla yüksek bir disiplin.” Hukuk ile adliyeyi birbirine karistirinca, iste, tam da, boyle celiskiler doguyor. Hukuk, eger icbar edici bir kuvvet/kudret tarafindan desteklenmiyorsa, sadece edebiyattir. Adliye de, maaslari veren yoksa, antrepo bile olmaz.”
Yaw he he necip. Muhatabına laf sokmaya çalışmak için bu kadar gülünç duruma düşme. Doğru söylüyorsun hukuk diye birşey yok necip… kırdığın vazoda gerçek değildi… kırmızı mı ? mavi mi Necip? 🙂
“Bilmemnerelerden fon almak icin bin takla attiklari malum. Parayi veren de, haliyle, dudugu caliyor.”
Çevre derneği, İSO, TUİK, Üniversiteler… ve/fakat bunlarla sınırlı olmaksızın herhangi bir kurum ve/veya STK’nun ne önemi var. Necip ne derse o değil mi? Senin 24 hazirancılar yanlış tek adamı mı seçti necip. Üzülüyorum herşeyi bilen senin harcandığına. Bir senin birde Burhan Kuzunun hakkını yediler gerçekten…
Biliyorum. O yuzden sizi Ahmet SIK ile ayni ligde goruyorum.
Sevindim, benim seni; Fesli Kadir ve Rasim Ozan Kütahyalı ile aynı ligde gördüğüm gibi…
“Hukukçu sizin bildiğinizin aksine hukuk fakültesinden mezun olanlara genel verilen sıfattır.”Kendi kendilerine verdikleri bir sifat yani. Cok etkilendim.
Bir tanımın doğruluğudur önemli olan sizin etkilenmeniz değil. Fizik bölümünden mezun olana fizikçi denmesinden de etkilenmenize gerek yok yani. İsterseniz kullanabilirsiniz
Avukatlik Kanunu, avukatlara imtiyaz tanimak icin degil, onlari (olabildigince) zapt u rapt altina almak icin cikarilmamis miydi?
Yok yanlış öğretmişler sana. Mesleki işleyişi düzenlemek için. Savunmaya ilişkin yasal düzenlemeleri oluşturmak, Avukatların özlük haklarını ve savunma güvencesini yasalaştırmak için yapılmış bir meslek kanunudur.
Sana yazdığım ilkeye “Avukatın işi reddetme hakkı” deniyor genel ilke olarak dünya barolarında kabul görmüş bir ilkedir. Avukatlık kanununda karşılığı 37. Madde.
Sen ilke falan anlamayacağın için, evrensellikten bihaber olduğundan dolayı sana yerel kanunun ilgili maddesini atıf yapmıştım. Cehaletinin verdiği cesaret seni her alanda yanlışa itiyor. Avukatılık kanunu senin 4857 Sayılı yasa ve bağlı düzenlemelerle sömürdüğün işçilerinden biraz daha fazla haklar tanıyor yani Avukatlara. Savunmayı da önemseyerek yazılmış bir metin senin anlayışından/yok sayışından farklı olarak.
“Benim vekaletim konusunda cok sey soylememe gerek yok.Bos seyler soylemegi marifet sanan birileriyle calismak konusunda hic gonullu olmadim bugune kadar. Bundan sonra da degismeyecek gibi gorunuyor.”
Seninle çalışan meslektaşa Tanrı kolaylık versin tabi. Cahil ile uğraşmak zordur. Kobi’ye bakmak için seni de çekiyordur muhtemelen. Ekmek parası ne yapsın. Sana değil ama ona saygı duyarım bu noktada.
Ben, uzerinde onceden mutabiuk kalinmis fiyat/bedel karsiliginda verilen, istenen kaliteyi tuturmaga gayret eden her hizmete saygiliyim.
Yok. Yazdıkların gösterdi ki senin emeğe, gayrete, herhangi bir değer veya kişiye saygın yok. Sen sadece güce taparsın. Kendini doğru tanı. Yine ilaçlarını almayı unuttun sanırım
Bum ister tabiplik; ister avukatlik, isterse de fahiselik olsun; degismez. Ama, bir fahise cikip da kendisinin ‘mutlulukcu’ filan oldugunu soylerse, evet, o noktada ciddi itirazlarim olur.
Uzun zamandır beynin yerine başka bir uzvunu kullandığın için galiba o uzvuna bağlı yorumların belki daha tutarlı olabilir sana göre. Yazışmamızı başka okuyanlar varsa eğer seni onlar değerlendirsin bu konuda.
Fahişelik bahsine gelince senin kadına yaklaşımını daha önceki yazılarında gördüğüm için örneklerin şaşırtıcı değil.
Karşındakini veya mesleğini aşağılayabilmek için tek vereceğin örnek kadın ve kadın bedeni mi? Kadın bedeninin para karşılığı satılması mı? Bu kadar mı yetersizsin…
Zaten bir kadının sana sevgisini sunması örneğinden de anlaşıldığı üzere sadece ücreti mukabilinde olabiliyorsa sende büyük sorun var demektir. Aciz ve Cahil Necip.
“Yok her yasayı ihlal suç değildir.”Ceza kanununda yeri olan suclari ovemez, onlari tesvik de edemezsiniz. Guya da avukat olacaksiniz..
Olacaksınız yanlış Avukatım. Bununla birlikte “herhangi bir yasayı ihlal etmenizi” dediğimde size seçimlik hak bırakmışım demektir. Seçimlik hakkın sorumluluğu seçim yapana aittir. Daha önce cahilliğinizi vurgulamıştım. Her yasayı ihlal suç değildir. Özel hukuk yasalarını ihlalin sonuçları genellikle hak kaybı, tazminat ve maddi yükümlülükler olur. Onun için kelime oyunları ile cehaletinizi gizleyemezsiniz.
Zaten paranızın gitmesi sizin daha fazla canınızı yakar. Kısa zamanda özel hukukta bir hak kaybı yaşamanızı dilerim, yasal metinlerin önemini anlamanız için. Bir müsibet bin nasihattan iyidir derler.
“AİHM kararlarını ve içtihatlarını dahi sallamayan (anayasal bağlayıcılığı vardır) birine Saçma cevaplarını uygulayarak test etmesini öneriyorum sadece…”Anayasal bgalyiciliklar filan hikaye.
Cahil Aktrol; yürürlükteki ANAYASANIN 90. MADDESİ’ne ve son fıkrasına bir bak. Devletin en üstünden, sana kadar herkesi bağlar. Senin mahalle kabadayısı gibi beni bağlamaz demen hukuki ve fiili gerçeği değiştirmez. Bilmiyorsun anladık bari sırf konuşmak için itiraz etme.
“AIHM’in hem haciz memurlari yoktur; hem de –cok olsa– TC odemeyi kabul eder fakat senede bir cent oder.Nakten ve defaten odenecegine, odenmedigi takdirde de mueyyidesinin ne olacagina, bunlari da kimin yerine getirecegine dair bir sey yoksa, dedikleriniz bos laftan ibarettir.”
Bak Halkbank Dosyasından, Halkbank ceza almasın ve kamu bankasına verilecek bir cezaya bağlı uluslararası finansal yaptırımlarla hepimiz zarar görmeyelim diye ülkece seferber olduk, uğraşıyoruz. Uluslararası yaptırımlar senin anladığın gibi basit olmuyor yani.
Bu arada halkbank davasını da, Amerikanın yaklaşımını da hukuken doğru bulmuyorum. Tamamen siyasi ve amerikanın gayri hukuki temelde götürdüğü bir yargılama olarak görüyorum. Türkiye’nin savunmasını da doğru hukuki temellere oturttuğu ve Atilla’nın beraat etmesi gerekirdi fikrindeyim. Lafı kıçından anlama diye önceden söyleyeyim.
Uluslararası Yaptırım yönünden verdim örneği
Bos konusuyorsunuz, gene. Neyin suc olduguna siz degil mahkemeler karar verir. Demek ki, neymis? Once savciliga sonra da mahmekeye gitmek zorunlulugu varmis.
Gene konuyu bağlamından koparma çabası. Bu senin beni suça teşvik ediyorsun diye yazdığın saçma sorunun cevabıydı. Saçmalığını başka bir eksik alıntı veya saçmalıkla düzeltemezsin. Test edecek ve eleştiri yapacak sen olduğuna göre hiçbir hakaret unsuru taşımayan kendine göre bir eleştiri yazarsın. Bakarsın. Öğrenirsin.
Yine söylüyorum hakaret değil eleştiri. Ve eleştiri hiçbir normatif düzenlemede suç olmaz. Eleştiri suç değildir. Burada bahse konu olay uygulama…
“Bak bunuda aynlış biliyorsun CB’na hakaret resen kovuşturmaya tabi.” Re’sen cezaya tabi mi? Degilse nedir karin agriniz?
Çok cahilsin be Necipim. Ne diyeyim ben sana.
Evet. “Resen” kendiliğinden, kimseye sormadan demektir. Yani şikayete ve talebe bağlı değildir. Savcı resen kovuşturur, Ceza Hakimi yargılamada resen eksik delil varsa toplar ve değerledirir. Resen ceza verir. Sen katılmazsan ve savunma yapmazsan bile yokluğunda dosyada mevcut deliller kapsamında hakim resen CEZA verir.
Sasirmadim. Arastirmak yeteneginizin pek de mevcut olmadigi belliydi zaten. ‘6 ay daha bekleseydi, Yunan zaten cekip gidecekti’ dedigini, yuzyil sonra tercume edip yayinlayan birileri ceza yedi mi yemedi mi? Onu arastirin.
Hızır Paşa Misali Kobi ortağı olan diye boşuna dememişim sana… Beni yanıltmazsın bilirim, bu üslubuna da, niyetine de yansıyor. Tarih ve esas ver. Sana mevzuat programlarından bulup buraya koyayım. Neyi tartışıyorsun. Çekindiğimi falan mı düşünüyorsun kararı bulmaktan.
Bir tarafta açılmış binlerce ceza davası diğer tarafta hadi bulamadığımı belirttiğin ve senin söylediğini de ekleyeyim 4 tane yargılama… Kesinleşmiş mi o bile belli değil…
Sayısal yönden(binlere karşı dört) mukayese kabul etmez. Kaldı ki İlk yazılarımda bakarsan diğer davalar için verdiğim örnekte MAHKUMİYET sayıları da var, yargılama değil yani sırf.
Sen neyi konuşuyorsun necip
“Yaptırım korkusu kişiyi suçtan uzak tutar.”Temennilerinizi kural gibi zikrediyorsunuz gene.
Yok; size kanunun gerekçelerinde yazan meclis ve komisyon notlarında geçen amacı yazmıştım. Temenni değil Necip, gerekçe. Bilmiyorsan öğrenmelisin.
Bu gerekçe doktrinde de oy birliği düzeyinde kabul görmüştür. Hukuk felsefesinde yeri vardır.
Ahhh her şeyi bildiğini zanneden cahil necip
“Ceza yasalarının temel amacı sadece cezalandırmak değil aynı zamanda önleyici olmaktır.” Sadece ceza ile onleyici mi olunurmus; nerede bunun odul ayagi?
SUÇ İŞLEMEDİN DİYE HİÇBİR YERDE ÖDÜL VERİLMEZ. Normal olanı suç işlememek, kimseye zarar vermemektir. Senin nasıl bir saçma kafa yapın var. Ayıl da tekrar yaz istersen
“Adi suçlar açısından da geniş bir başarı elde etmiştir.”He ya.. Ulkede cinayet minayet kalmadi.. degil mi?
Nüfus ve suç sayısını oranla önce. O kadar matematiğin vardır herhalde. Bütün gün para sayan bir kobi ortağı değil misin, sayılarla aran iyidir. Dünyanın hiç bir yerinde suç sıfıra inmez toplumsal yaşamı engellemeyecek düzeyde minimize edilmeye, eritilmeye çalışılır. Yani senin istediğin 0 cinayet olması, gerçekleşmesi ihtimali sıfır olan bir ütopya….
Necip…. Necip…. Hadi Uyan okula geç kalacaksın…
“İdari ve adli mekanizmalar onların tasarrufunda”Nasil yani, bir yerde bir cinayet oldugunda, bunu sorusturmak icin parti merkezinden icazet mi aliyorlar?
Yok. Yasal metinler tek başına suça müdahale yapamaz tabi. O kadarını anlayabilirsin sanırım. Adli Birimler ve bağlı kolluk gücü marifetiyle suçu soruşturur veya teşebbüs halindeyken önceden durdurur. Uygulamadaki yetersizliklerin sorumlusu da eğer mevzuat eksiği yoksa doğrudan yürütmedir, Adli teşkilat ve kolluk teşkilatının bağlı oldukları idaredir. Eleştirilerini de onlara yaparsın bana değil. Benim yaptığım gibi iktidara .
Diğer yandan sorun aklıma: Sevim Tanürek olayını, Berkin’i, urfa suruç’u, roboski vb. birçok olay getirdi. Ben bilmiyorum. Sanırım senin bir bildiğin var galiba. Alıyorlar mı? Anlatsana bize Necip… 🙁 🙁
Ama bildiklerini, günceli anlat veya konunun tamamını değerlendir 1930’a bok atıp kaçma… Sabahattin Ali falan gibi birkaç örnek vermek falan cevap değil kaçmaktır sorudan ve bu zamanda olanı mubah kılmaz yani
“Kollektif bir akıl olsun istiyorum.” Istemekle olmuyor.
İçinde sen yoksan olabilir.
HDP MV’lerinin hapse atilmasi icin oy vermis bir CHP’yi bu kadarcik da olsun elestirmek cok mu?
akp farklı bir oy mu verdi dokunulmazlıklarda? İnce mesela hayır oyu verdi diye hatırlıyorum.
Sorun CHP’yi eleştirmen değil zaten necip. Eleştir. Sorun akp’yi eleştirmeye gelince 3 maymunu oynaman.
İç işleri bakanı ise kimsenin oy tercihini suç isnat eder şekilde eleştiremez o ayrı. Sen eleştirebilirsin kamu gücünü kullanmayan bir vatandaş olarak
“Olur. Emriniz olur.”
Aferin, hadi git gereğini yap şimdi.
Iddia eden ben oldugum icin, bunlari bulup getirmek de tabii ki bana duser. Kuzum, siz gercekten avukat misiniz?
Bak bazı usul prensiplerini öğrenmişsin. Ama gene eksik öğrenmişsin. Evet. İddia sahibi, iddiasını ispat ile mükelleftir ancak ispata yönelik kendi verilerini ortaya koyduktan sonra ispat külfeti karşı tarafa geçer. Kısaca ben bir istatistik paylaştıktan sonra onu çürüten bir bilgi ve/veya karşı muteber bir istatistik ortaya koyman gerekir. Atarlı velet tavrıyla, temelsiz şekilde “bana ne, bana ne, kabul etmiyorum” demek ispat külfetinden kaçmaktır. Bununda münazarada objektif yorumları ve bir yargılama söz konusu ise doğrudan neticeye etkili sonuçları vardır. Tam öğren yani. Senin dima çöplüğe dönmüş hep eksik hep eksik bilgi… İspat külfeti sende anlayacağın…
Ama önce 24 Haziran niye devrim onun ispatını yaparak başla…
Hic gostermiyorsunuz da.. ondan soruyorum. Yoksa, saka misiniz?
Niye siz Hukuk Fakültesi birinci sınıf bilgilerinden bile yoksun biri olarak mesleki yeterlilik uzmanı mısınız? Cehaletiniz hiçbir niteliğe cevaz vermiyor da… Siz şaka bile olamazsınız. Şaka bile dönem dönem ciddi bir konuya denk gelir, konu itibarıyla ciddiyet taşır. Sizin ciddiye alınır bir tarafınız yok.
“Stok eritmekte çok başarılılar herhalde 2 sene ortalama ile çıkardıklarına göre yasaları, bayağı bir stok var sanırım.”Evet, oyle gorunuyor. Degil mi?“vergi pratiğinizden mi kaynaklanıyor yoksa kuzum?”
Ne kadar vergi verdigimi (oransal ve nicelik acisindan) bilseniz, eminim, vergi kacirmanin yollari uzerinde bana danismanlik yapmak isterdiniz –konunun hukusel taraflari icin, en azindan. Ama, yok, ben o tur riskleri almak niyetinde hic olmadim hic.
Evet öyle.
24 hazirancıların iktidar sürecinde yaptıkları gibi vergi affı, SGK affı, İmar affı uygulamak(Senin savunduğun düzenlemeler), zamanında yasal düzenlemelere uyanları aptal durumuna düşürmekle, yasalara uygun davranan vatandaşı cezalandırmakla aynıdır anlayacağın. Yukarıdaki saçmalamanızın aksine Burada bir af varsa mağduriyeti dengelemek için ödül ayağı konuşulabilir. Onu da eksik bilginizden yanlış yerde yazmıştınız.
Eğer senin gibi birine inanmak caiz ise ve karakterine pek uygun görünmese de vergisel yükümlülüklerini dediğin gibi zamanında yerine getiriyorsan; bu objektif olarak seninde cezalandırıldığın, devlet tarafından aptal yerine konduğun anlamına gelir.
“Adı üstünde kamunun malı ya!”Toprak orada duruyor. Bir yere gidecegi yok.
Sen bu kadar sığ olunca karşı yorum gereksiz kalıyor.
Istihdam yaratmak diye kutsal bir gaye mi var?
Kutsallığını bilemem ama emeğin en yüce değer olduğuna inanan biri olarak istihdamı da çok önemli bulurum.
Ben sizi ciddiye alarak cevap veriyorum; ama, daha fazlasi icin sizin bir iki gomlek gelismeniz gerekiyor. Magazinel seyleri ciddiye alip yazarsaniz, zor.“Ek bir saygısızlığa gerek yok”Benim maalesef pedagojik formasyonum yok. Hiç de olmadi.
Pedagojik formasyon için bir alt yapınız olması lazım. Sizin herhangi bir kültürel altyapınız olmadığı için bu formasyonu da alamazsınız. Biçimsel olarak alsanız da sizde sakil durur. Kısaca bu formasyonu alamazsınız ama bu formasyonla muhatap alınmanız belki garabet fikirlerinizi katlanılabilir hale getirir.
Sabir zorlayan afakiliklere karsi bildigim tek cevap sekli durust olmaktir –nazik olmak degil.
Doğrudur Necip; eğitim ve sosyallik sonucunda gelişir nezaket. Benim “Necip” e “Necip” diyip daha ağırlarını söylememem kendime ve tartışmaya saygımdandır yani necip’in cehaletine saygımdan değil.
Ben de diyorum ki, bu verdiklerinizin herbiri bir munferit sirket icindir. Her ne kadar bunun yanlis bir tarafi yoksa da, resmin tamamini gostermez –hatta carpitir. Duzinelerce OSB’de binlerce uretici var. Bunlarin ekonomiye katkisi cok daha yuksektir. Hatta, sunu da soyleyebilirim: Uretimi durduracak olsalar, ISO500’deki sirketlerin birden cogunun faaliyetini hayli uzun zaman icin durdurtacak ureticiler vardir bu OSB’lerde. Bunu da sallama teknigi ile degil, bilerek soyluyorum.
Bu ilkine göre objektif ve kabul edilebilir bir cevap olmuş. O zaman bende diyorum ki sadece necipin sözü veya ben biliyorum demesi ile olmaz. Benim ortaya koyduğum eksik resmin tamamını gösterecek nesnel veriler ortaya koymanız gerekir. Asgari metod, yaklaşım bu olabilir. “Sallama tekniği ile değil bilerek söylemenin” nesnel verisini istiyorum zaten sizden.
Yukarıda yazdıklarımın aksine bu konuda; güya sanayicisin falan demem senin gibi ve kendi sektörünüz olması hasebiyle bu konudaki yorumlarınıza da belli oranda itibar ederim.Mevcut haliyle dahi ilk izlenim makbul bulurum,
Hatta sektördeki bireysel pozisyonunuzu tahlil edebilecek bir durumda olsaydım. Bu sitede yazdıklarınız bunun tahlilini yapmak için yeterli değil. Bu özelliğinizi dikkate alarak bu yazdıklarınızı daha da muteber bir bilgi- mesleki öngörü olarak kabul ederdim.
Ancak, genellik arz eden istatistiki veriler olmadan yine eksik kalır bu düşünceniz/bilginiz. Beyana karşı beyanın ötesine gidemez. Benimde, size anlatmaya çalıştığım bu.
“Buna karşılık eğer yanlışsa Sanayi Bakanlığı, TüsiAD, MÜSİAD, TEİK, DEİK, Sanayi Dernekleri, Odalar vs. birinin veya senin makbul kabul ettiğin başka bir kurumun istatistiki, raporu veya herhangi bir yazımı ile karşılık verirsiniz.”Siz, bu saydiginiz devletlu kurumlarin, bu OSB’lerde neyin uretildigini filan bildiklerini mi saniyorsunuz?
Daha önce bu kurumların benzer raporlamalarını veya çalışmalar yaptırdıklarını görmüştüm. Bu tarz raporlardan bir iki tane kendi bilgisayar arşivimde var. Fakat bunlardan mutlak diye bahsetmiyorum. Onun içinde sınırlama koymadım farkındaysan. Senin makbul kabul ettiğin herhangi bir kurumun diye yazdım. Sen, kendi istediğin bir yapınınkini paylaş bende onu göreyim, mukayese edip kendi yorumumu söyleyeyim diyorum. Doğru yöntemin bu olduğunu söylüyorum.
Ellerinde, cok olsa, bu sirketlerin esas mukavelesi ve sermeyeleri ile ilgili bilgiler vardir. Bir de, SGK bilgileri.Ondan otesini bile(e)mezler. O organizasyon devlette hala daha yok, malesef.
Digital bir dönem için devletin büyük bir ayıbı. Yetersizlik…
Ben, size daha fazla bilgi veremem. Hem ustume vazife degil, hem de esgal tarifi haline donusebilir.
Ya necip kurtul şu komplekslerinden kim ne yapsın senin eşgalini… algıladığın gibi bir yansıman yok karşı tarafında… Ne yapıyorlar 24 saat poh pohluyorlar mı seni…
Surada, mesela, bir bilgi kirintisi var:http://www.jll.com.tr/turkey/tr-tr/haberler/103/organize-sanayi-bolgeleri
Bak güzel işte yetersizde olsa en azından yöntem öğrenmeye başladın. Öğrenmenin yaşı yok…
Ama, ne kac kurulus oldugu, ne ciro buyuklukleri, ne diger onemli parametreler var. Fakat, kamuoyu zaten bunlarla ilgilenmez. Onlar, gomlek/corap degisitrir gibi sevgili/metres/GF degistiren bir avuc zengin zibidiye odaklanir sadece.
Evet, yanlış odaklandıklarını, idari tercihlerinin hatalı olduğunu ve yanlış seçim yaptıklarını söylemiştim sana daha önce
https://evrimagaci.org/doganin-ahenkli-muzigi-4318
129 ve 30 Medeniyet Polisleri Arkadaşlar,
Size medeniyet nimetlerini atan efendilerinize saldıranı ısırmaya kalmışsınız ama abuk sabuk laflarla b*k edip bırakmışsınız. O sapık, medenilerin fazla sersemleştirildiğini görüp gülüyordur.
O herifin sapık olduğunda hepimiz hemfikiriz ama siz medeniyete karşı olanın huzur arayan bir olduğunuzu sanmakla cahilliğinizin size verdiği huzur içinde sersemleşmiş herife yem olmuşsunuz.
Bakın Zileli zırvaladı, herif yüzüne vurdu, Zileli dilini yuttu. Medeniyetin çıkış ve idamesi konusunda cahilliğiniz yüz karası.
Vahşiler, anarşist Gün ağabeyimizin evrim bir kavga dövüşten ibarettir olduğuna işaret ettiği derin kapsamlı yazısında açıkladığı gibi, salt hayatta kalmak için gece gündüz çalışırlar. Medeniler, tarımla başlarlar, endüstriyel ve teknolojik devrimlerle daha da ilerler ve şimdi hemen hemen her şeyin robotlarla yapılacağı bir sürece erişip hatta uzay turistliğine hazırlanıyorlar. Siz dilinizi tutmaz böyle salakça laflar ederseniz, sizi götürmezler, valla billa.
Biz medeniler, aramızda binlerce yaratıcı ve çok yeteneklilere şükür, harikalar yarattık. Vahşiler gibi salt hayatta kalmak için gece gündüz çalışacağımıza ressamlık, yazarlık, şairlik, mimari, bilim çalışmaları, tıp çalışmaları, fabrika çalışmaları, ofis çalışmaları, teknolojik ilerlemeler ve diğer ve huzur içinde yapılacak yaratılıcılık peşinde koşturduk ve amacımız daha da huzurlu olmak. Bir binada asansörsüz 25. kata çıkmayı veya İngiltere’ye (sizin gibi) eşeklerin üstünde gitmeyi düşünün. Zavallı ilkeller bu ilerlemeye zaman bile bulamadılar. O yüzden yerlerinde saydılar. Eskiden bu sizler gibi ırkçılıkla izah edilirdi, ama artık asıl medeniler bu işi artık / eksik ürün masallarıyla açıklıyorlar. Evrim sadece doğada olmuyor.
Şu an aramızda sizin gibi geri zekalılar ve cahiller bile huzur içinde yaşayabiliyorlar, televizyon önünde geviş getirebiliyorlar. Bazı ilkeller, aralarındaki yaşlılarını öldürürlerdi. Hatta ilkellikten çıkmış ama hâlâ Gün abimizin hayat kavgası içinde bunalmış geleneksel toplumlarda kız çocuklar da öldürülürdü. İslam ülkesinde yaşayan birinin İslam öncesi kız çocuk öldürme adetini bile bilmemesi biz medenileri hem utandırır hem de gururlandırır. Gururlandırır çünkü, aramızda sizin gibi enayiler enayisi, cahiller cahilinin bile huzur içinde özgürlük hakkına sığınarak zırvalamalarının hoş görüldüğüne tanıklık eder.
Tekrar ediyoruz:
İlkel vahşileri inceleyenler, onların medeniyet geliştirmeye zamanları bile olmadığını gördüler. En büyük liderimiz Maksimus Marks, daha küçük liderlerimiz Lenin, Mao vb., çok küçük liderlerimiz Zileli gibi anarşistler falan filanlar da medeniyet sayesinde böyle bir huzura kavuşmanın mümkün olduğunda hemfikirdirler. Ve özellikle medeniyet gelişmesini ışık hızıyla başaran burjuva-kapitalistler.
Sizin çeneniz huzurdan çok gevşemiş ve düşmüş. Aklınız sıra medeniyete karşı olan huzur arıyormuş. Ulan, insan bu kadar kara cahil olur be! Ava çıkan avlanmış! Sizin gibi eksi sonsuz zekalı birileri ilkeller arasında bir gün bile yaşayamazdı. Bunu medeniyet, bilim, teknoloji, bolluk, emek, üretim ve tüketim bolluğu, demokrasi, özgürlük, insan hakları ve hepsinden ötede medeniler arasındaki salakların bile hoş görülmesine borçlusunuz. Ama ayağınızı beyninize göre uzatsanız ve biz medenileri bu anti-medeniyet numarası yapıp bizlere tuzak kuran kurnaza daha çok bizimle dalga geçme ve alay etme fırsatları vermeseniz fena olmaz.
Herif teknolojimizin en son gururlarından biri elektronik iletişimi yapıyor. Siz de aklınız sıra görünen göre kılavuzluk yapan enayiler gibi bu herifin tuzağına düştünüz. Bunun çelişki olduğuna işaret ederek sadece ve sadece medenilerin bilerek, polislik yapsınlar diye sizin gibi hödükleri beslediğini açığa vurdunuz.Yani oyuna geldiniz.
Sizler, yazıyı kitap yazarak eleştiren olanlar olduğunu bile bilmeyen cahillersiniz. Sizler, ilk feminist akımı başladığında, yazının erkek işi ve baskı aleti olduğunu savunan kadınların bunu yazıyla yaptıklarını bilmeyen yavşaklarsınız. Sizler, zaman içinde zamanın olmadığın iddia edenler olduğunu bilmeyen cahillersiniz. Sizler gerçek dünyada yaşayıp gerçek dünyanın aslında hayal dünyası olduğun iddia eden Batı felsefesi babalarının babasının varlığın bile bilmeyen salaklarsınız. Sizler, kendi ana dilini konuşmak istediğini Türkçe haykıran azınlıkların olduğunu bilmeyen enayilersiniz. Hatta sizler o kadar cahilsiniz ki, her yerde, her zaman ezilenleri ezenlerin dilin bildiğini ama tersinin sıfır kadar az olduğunu bile bilmeyen faşist ruhlu tiksindirici fazlalıklarsınız. Sizler, mutlaklığın olmadığının mutlak ispatının olduğunu bilmeyen hödüklersiniz. Demek Trump bu nedenden Türkler gibilere ‘b*k çukurundakiler’ adını taktı. Medeniyetin artık üründen doğduğunu meşhur eden dahiler dahisi Maksimus yaşasaydı, sizin gibi artık ürünler bolluğunu görüp, artık ürünün medeniyeti değil, medeniyetin artık ürünler ürettiğini görürdü.
Başı çekenlerin sizler gibi beyinsiz saldırgan koruyucuları olmasa, kimse onlara takılmayabilir.
HDP, Halklar, Pigmeler, Eskimolar
–
““Kürd” adının vurgulandığı yerlere Çerkez, Laz, Roman, Afrika Pigmenleri, kutup Eskimoları vs. kimlikleri yerleştirin, göreceksiniz ki bahsedilen kimlik bizim kimliğimiz değildir. Bize burada dayatılan KCK teslimiyetçiliğidir, evet açıkça bütün Ulusal Haklarından feragat edip, bir dil ve kültür demagojisine teslim olmaktır. Ama Teslim olmanın statüsü yoktur. Teslim olur, Esir olur, etek öper oturursun. Devamı yoktur!”
Hozan Bawer: Teslim Olmanın Statüsü Yoktur! | Nasname
http://nasname.com/hozan-bawer-teslim-olmanin-statusu-yoktur/
Ön not: Eşek en çok sevdiğim hayvanlardan biridir.
Ön not: Ben bilimle modern bilim demek istiyorum.
Adrese baktım ve gözlemim:
Eşek (136) eşeğe [Çağrı Mert Bakırcı (CMB)] bakmış eşek olmuş.
Hipotez:
Eşek, eşeğe baka baka eşek olur.
Şimdiye kadar bu sitede zerre kadar bilim, bilim tarihi ve bilim felsefesi bilmeyenlerin bilimi romantikleştirip zırvalamaları bu hipotezi teoriye yaklaştırır ama Allah varlığını bile bilimle ispat edenler sayısına bakarsam bu hipotezin teori olması fazlasıyla mümkün.
En başta şunu söyleyeyim. O adrese bakınca bir noktada Ç. M. B.’ya karşı sonsuz sempatim oldu. Ç. M. B. bilimin uygulanmasında veya teknik anlamda anlaşılmamasından doğan saçmalıkların eleştirisini yaptığı gibi bilimi güzel anlatıyor. Yalnız Ç. M. B. insanla ilgili yapılan bilimsel çalışmalarda sonsuz cahil. Ama bu şaşırtıcı değil, hatta çoktan bilinen bir şey. Ç. M. B. aslında bilim teknisyeni ve bu zifiri kara cahilliğe bilim teknisyenleri arasında çok rastlanır. Örneğin Hitler veya Stalin veya, veya, veya Trump ve Erdoğan gibilere sadık köpek bilimciler. Ben suçlamıyorum bilimsel bir gözlem yapıyorum, be eşek 136!
Eşek Ç. M. B., dış dünyayı, aynı suçladığı romantikler gibi, kuşlar arasında geçen insan diliyle canlandırır. Yani, doğayı farkında bile olmadan sosyal yaşam diline çevirir. Eğer ben de onun gibi eşeklik yapsam, Ç. M. B.’nın yaptığı bilimde rastlanan en büyük sorunlardan bir olan (anthromorphism) insanbiçimcilik derim. Yani eşek Ç. M. B. = romantikler!
Doğada canlıların var olması için mutlak şart olan yiyecek teminini bu sitede sık sık yazan bir salak kendi pezevenk*liği ile kı*ç yalamasını görmemeyi sağlayan ideolojisi diline, tamamıyla sosyal yaşam dilinde anlamı olan ‘çıkar” kavramına çevirir ve diğer faşistler bunu sapına kadar yutup dedikodusuna geçerler.
Diğer biri, Zileli, her zamanki tumturaklı hava içinde doğa evrimi, sosyal evrim ve kendi devrim tatlı şerbeti evrimi hakkında ciddi dedikodusunu, papanın tanrı’nın lütfü şerbeti dağıtır.
Arkadaşım boşuna “anarşistlerle marksisler arasındaki fark, anarşistlerin çok daha cahil olmaları” demedi.
Sizleri asla ciddiye almadığım için uzatmak canımı sıkıyor ama kafamdaki nedenlerden devam edeceğim.
Tarih cahilliğinin modern çağların simgesi olduğu çoktan ilan edildi. Tamamıyla katılırım.
Farz edelim, ben bir hipotez ileri sürdüm: “Doğada olanlar Allah’ın işi.” (veya uzaya gidilmeden önce veya daha keskin gözlem araçları bulunmadan önce: “ay peynirden oluşmuş”)
Bunun yalanlanmasının imkansızlığı ile doğruluğunu karıştıran salaklar şarlatanlara yem olurlar. Ama daha derinde bir sorun var. Farz edelim, bu hipotez yalanlanmadığı için bir teori olsun. Bize bir bilgi sağlar mı? Kesin kes hayır. Sadece sizlerin durumuna düşmüş, doğayı, daha doğrusu işi becerenleri hayranlık içinde televizyon seyreder gibi seyrederiz. Kısacası modern bilim doğa hakkında en güvenilir bir bilgi edinme aracı olduğu gibi ileriyi tahmin edip bize doğanın gidişatına müdahale imkanları sağlar. Hatta doğa yasalarının matematiksel, yani nicelikler diline çevrilmesi şarttır. Aksi halde hava tahmini, eğer bilerek çelişkiye düşer ve niceliklerle ifade edersem, her zaman %50. Ya yağmur yağacak, ya da yağmayacak.
Ben, içinde bulunduğumuz bu eşekler acı durumunu ve insanın modern bilime karşı düştüğü şüpheyi anlamayan ve bundan faydalanan şarlatanları kendine örnek alıp zırvalayan Ç. M. B.’nın kuşlarının dediklerini Ç. M. B. diline veya daha geniş anlamda egemen sosyal ve politik dile çevireyim:
‘Gel, bilim teknisyeni olup bilim dışında eşeksen, eşek gibi çalış ve aylık maaşlarını al, keyfine bak, huzura kavuş!, diğer işleri s*kine takma!’
‘Gel, devletler, üniversiteler, bankalar, endüstriler benim gibi eşekleri, eşek gibi çalıştırıp dünyadaki egemenliklerini daha da sağlamlaştırıp bize de, az da olsa diğer sefillere kıyasla fena sayılmaz miktarda kemikler atıyorlar, gel faydalan, geri kalanları s*kleme!, huzurunu bozma!’
Falan filan.
Bakalım ünlü bir bilim felsefecisi kırda dolaşırken meleyen kuzulara rastladığında ne demiş:
“Ben de üniversitede sizin gibi ‘beee’, ‘beee’ diyorum ama bana maaş veriyorlar.
Bilimin sınırlarını çizen Wittgenstein, “eskiler sınırlarını bilirlerdi, şimdi artık sınır kalmadı”, der.
Bakalım bilim dünyasında bu sınırlar neler?
Fizikçi anlamadığı noktaya geldiğinde işi kimyacıya, kimyacı biyolojiste, biyolojist sosyolog ve politika kuramcısına, o da filozofa bırakır.
Ç. M. B. anlamadığı yerde kendi gibileri pohpohlayan şarlatanların anırmalarını anırmış, 136 eşek de katılmış.
Kısaca da doğa ve tarih.
Her ne kadar daha önceleri doğaya dönüş, eski veya başlangıçtaki mükemmellik içinde yaşam hasreti dile getirildi, çoğu dinlere ve mitlere sızdı ise de ve bu hayli bilinse de bu sitedekiler bu hasreti dünya sonuna koyan kapitalist-burjuvaların en mükemmel köleleri olduğundan bilmezler. Gerçeğin ta kendisi olduğun düşünürler. Zaten idolojinin veya dinin afyonu bu, amacı bu.
Yeni dünya ve dünyalar keşfi ile doğada devletsiz, düzensiz, yasasız, kralsız yaşayanlara rastlandı. Bu da politika kuramcıları, filozoflar ve düşünürlere kurgu fırsatları sağladı.
Sanırım hiç değilse bu sözüm ona sosyal sitede tarih bilmeyenler kara cahiller bile en fazla tanınan Hobbes ve J. J. Rousseau’yu duymuşlardır.
Yeni dünyadan gönderilen raporlarda en fazla söz edilen:
“Bunlar devamlı savaş içindeler; ya savaştalar ya da savaşa hazırlanıyorlar!”
Hobbes’ın meşhur doğada yaşam fikrinin kaynağı bu. Hatta bir bakıma Medeniyet, Hobbes’ın dediği gibi, bu korku ve saldırganlık içinde yaşayan vahşileri bu sitede sonsuz sayıda rastladığım eşekler gibi huzur ve rahatlık içende yaşayan kara cahiller dönüştürme girişimi olarak tanımlanabilir. Bu sitedekilerin doğa ve sosyal bilimlerde cahiller sayısı korkutucu. Uzun bir medenileştirme tarihinin son tenasühleri Trump, Erdoğan falan filan gökten düşmedi desek daha doğru özetleriz.
Peki, nasıl oluyor da benim dediklerim bu kadar ters anlaşılıyor:
Benim yargım kesin:
Bilim yorumla başlar ancak deneyler yorumun yanlış olduğunu gösterir. Buradaki yorumlar tarihte en fazla rastlanan bilim dışı yorumlar; cahil yobaz ve faşistlerin yanlış olması imkansız yorumları. Çünkü bunlar yaşamlarına anlam veren bir ideolojiye körü körüne sarılan ve aynı şeyi sadece dinciler arasında görüp kendilerinin asla böyle bir sapıklığa ve enayiliğe kurban olacaklarını düşünemeyen enayiler.
Bence zaten geleneksel dinler bilim karşısında maçı çoktan kaybettiler. İslam’da ibn Ruşd ilk hamleyi yaptı, Hıristiyanlık kapitalist-burjuvalara “vücudu senin, ruhu benim” ödünü verdi. Bu kendi başına bir konu, kısa kesmekte yarar var.
Son söz: Bir araba tamir ve satıcısı kendini bilimci sanıp asal sayılardan tut evrime kadar salaklıklar sergiler, bir anarşist bayiciliği yapan marksist-leninist-stalinist çocukluk hatıralarını kurcalayıp yedi buçuğunki enternasyonale katılan Cekmioff sabah ne yedi dedikodusu yapar, bir eski marksist moruk cici bici kuantum fiziği zırvalar … Bu eşek 136 da en son ama en tipik.
Cumhuriyet Halkların Demokratik Partisi iktidarı için Selahattin Kılıçdaroğlu CHDP’nin başına geçmelidir !
GÖKLER ve EVREN
Muhammed ve Kuran yazarları ve onu derleyenler, elbette kainatı/evreni bilmiyorlardı. Bildikleri sadece göktü/göklerdi. İyi ama, yorumlarda (hatta bazı meallerde) neden kainat/evren sözleri geçiyor?!
Ortadoğu tanrısının/tanrılarının tasavvuru, kutsal kitaplarında değil tabii, ama ilahiyatlarında son birkaç yüzyıldır, dünyanın küre olduğunun, uzay boşluğunda güneşin etrafında döndüğünün ve evrenin keşfiyle yeni bir form almıştır. Din adamlarının yeni dünya ve gökler modelinde neler hissettikleri, ne tepki verdikleri, teolojilerini nasıl yeniden yorumladıkları hususlarını merak ederim. Tanrının, tahayyül ettikleriyle kıyaslanmayacak derecede büyük olması karşısında kutsal kitaplarındaki ilkellik, küçük şeyler onları şaşırtmış mıdır, mesela?!
http://cosmicwalk.blogspot.com/2010/03/bu-makale-sitemiz-uyelerinden-mete62nin.html
VoItaire, ünIü FeIsefe Sözlüğü’nde “Yaratılış” söylencesinin “gökIerin ve yerin (içindekilerle birlikte)” yaratıImasına ilişkin kesimi için oIdukça uzunca yazar. Bir yerde de şöyIe der: Eski olduğu kadar da yanlış oIan bu düşünceye, gökyüzünün dünya için yaratılmış olduğu düşüncesine, bilgisiz halk arasında her zaman değer verilmiştir. Bu (“Tanrı gökleri ve Yer’i yarattı” denmesi), Tanrı’nın bütün dağları bir de kum tanesini yarattığını söylemeye benzer. Çok iyi gemici olan FenikeliIerin, iyi astronomları da vardı elbette. Ama eski önyargılar her şeye üstün tutuIuyordu. Yahudilerin bütün bilgileri bu eski önyargılar oImuştur.” (Voltaire, FeIsefe Sözlüğü, çev. Lütfi Ay, İstanbul, 1977, 1/38.)
Turan Dursun: “Kuran’daki İlk Yahudi “Maval”ı”
“Ama o CHP’ye genel başkan olmak istiyor. Genel başkanlık hamallıktır. Her gün gündelik siyasetin içinde olup yıpranacaksın; hem kendine hem CHP’ye zarar vereceksin. Kasaba siyasetçileri işte böyle yapar. 2023 seçimlerine CHP Genel Başkanı olarak girersen, yanında zarif Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi de olmayacak. Bu durumda, “CHP’ye genel başkan olmak hırsı” irrasyonel bir saplantı ki yakışıklı olmaz!
Babam böyle durumlarda “Şişti Abdurrahman!” derdi.”
MUHARREM İNCE İÇİN SONUN BAŞLANGICI
ÖZDEMİR İNCE
8 Temmuz 2018
http://ozdemirince.com/muharrem-ince-icin-sonun-baslangici/
“Rahmetli babam, yeni durumları, kendini durumunu iyice değerlendirmeden birtakım zevzekçe şımarık işler yapanlara, “Şişti Abdurrahman!” derdi.”
http://www.hurriyet.com.tr/seyh-said-kimdir-neden-isyan-etmistir-331456
“…Dokuz Eylül Üniversitesi’nin bu akşam (12 Temmuz Perşembe) düzenlenecek olan mezuniyet töreninde, TMMOB’a bağlı odaların İzmir şubelerinden temsilcilerin öğrencilerle buluşmaları, üniversite yönetimince alınan karar ile engellenmiş, buna gerekçe olarak ise ‘programdaki zaman kısıtlılığı’ gösterilmiştir. Her nasıl olduysa, yıllardan bu yana mühendislik meslek örgütlerimizin öğrencilerle buluşması için yeterli olan zaman, bu yıl kısıtlı hale gelmiştir.
…Biliyoruz ki, Dokuz Eylül Üniversitesi yönetimi tek adam rejimi ile zıt düşme endişesiyle hareket etmekte, iktidara biat etmeyen, uzmanlık disiplinleri çerçevesinde doğru ve yanlışları dile getiren TMMOB ile yan yana görünme korkusuyla bizleri öğrencilerden, akademiden tecrit etmeye çalışmaktadır. Ancak bizlerin, meslektaş adayı öğrencilerimizle ve akademisyenler ile bağlarını hiçbir şekilde koparmayacağını, bu bağları kuvvetlendirmek için tüm gücümüzle çalışmaya devam edeceğimizi, iktidarın çabalarının nafile olduğunu kamuoyunun bilmesini isteriz.”
TMMOB’dan mezuniyet töreni daveti tepkisi
http://www.hurriyet.com.tr/tmmobdan-mezuniyet-toreni-daveti-tepkisi-40895048
Bu düzgün düzen muhafızlarıyla dalga geçmek hoş oluyor. Önce mantık oyunları yapıp kafalarını iyice ambele ederek bu salak yüksek zekalıları tekrar medetleri mantralara sığınmaya mecbur etmeyi düşündüm ama uzun diye sonraya bıraktım.
Onların seviyelerine inmek işi daha kolaylaştırıyor. Nasıl olsa yine kuduracaklar ve yeniler çıkıp ilahilere katılacaklar.
Vahşilik ve doğada yaşamayı savunanın ama medeni yaşamın nimetlerinden yararlanması arasındaki çelişki diğerlerinin de dikkatini çekti.
Bu şahsın çelişkisini halk arasındaki bir atasözü olan “hocanın (yani bu şahsın) dediğini yap, yaptığını yapma.” ile incelersek ne olur diye merak ettim.
Hoca, herhangi belli bir güzel olduğuna inandığımız öğretiyi biz aktaran ama kendisi uygulamayan herhangi bir kimse veya kurum olabilir. Yani, münafık.
Böyle bakınca bu çeşit çelişki, hemen hemen insan ve kurum sayısı kadar çok.
Sevdiğim bir ‘kuru’ esprileriyle tanınan Sakson fıkrası anlatayım:
Biri ölür ve cennete gider, kapıyı iteler iteler açılmaz. Nihayet omuzlar ve içeri küt diye serilir. İçerdeki bir Sakson “bu kapı her zaman paslı” der.
Benim daha da çok sevdiğim ve bu çelişki uzmanları kara cahillerin bir milyon yılda anlayamayacakları: B*k mutlaka çıkacak. Bu çelişki uzmanları, b*k çıkarmadan yaşamaya inanan enayi dümbelekleri.
Fazla güldük, ciddi olalım.
Belki ayıklamak gerekir. Bazı insanlar ve kurumlar sadece dediklerini yapmamakla kalmaz, insana zarar getirirler. Ama bunlar da sayılmayacak kadar çok. Hatta bu sitedeki dedikoduların hepsi bu tip zararların ifşaları. Sonra bu çelişki suçlusu, benim bildiğim kadar, ne bir devlet adamı, ne bir şirket müdürü, ne bir politikacı, ne bir general, ne bir bankacı, ne bir iş adamı. Her hlükârda, asıl suçlular ya kahraman ilan edilir veya asla cezalandırlmaz. Bu çelişki suçlusunun kime zararı var? Zaten bence, olsa olsa ya bu şahıs iyice deli veya bu şahsın “gidin doğada vahşi insanlar gibi yaşayın” dediğini sananlar sadece deli değil aynı zamanda sapık ve kara cahil. Belli ki tüketici sapık olduklarından kötü vicdanlarını rahatsız etmiş, ya da, cahiller cahili enayi dümbelekleri olduğunu farkında değiller.
Bildiğim binlerce şahane çelişkilerden birini anlatayım. Daha henüz ekoloji lafı bile çıkmadan dünyanın harabeye çevirtildiğine uyaran iki yazar bir slogan attılar: “Küresel düşün, yerel etkin ol!” 15-20 yıl sonra ben aynı sloganı, çok ünlü bir bankanın vitrininde gördüm. Çok tanınan bir slogan olduğu ve kimlerin attığı bilindiği halde, banka kaynağı vermemişti. Şimdi sanırım çelişki çikletini pis ağızlarında çıkarmayanlar o kadar fuck*ing cahiller ki, bankaların etrafı yakıp yıktığı solcu ilahilerini unutup bankaların medeniyete yaralarlarını bile savunacak kadar alçalırlar.
Her iki yazar da ünlü anarşist. Biri son derece pasifist. Pasifistin diğer bir sloganı: “şiddete karşı şiddet kullanıldığında, salt şiddet kazanır.” Ama aynı kişi bir gün büyük bir borsanın önünden geçerken kendi kendine “ulan şuraya bir bomba atıp yerle bir etsem ne kadar zevkli olur” düşünür.
Bildiğim binlerce şahane insanların şahane çelişkileri arasından neden bunu seçtim?
Kendimin en büyük çelişkisi bu adi ve kara cahil siliklerin ilk göze çarpanı “buldukları” çelişki değil. Ben de pasifist olmak isteyen biriyim ama kanımda olmadığını da biliyorum. Böyle lağım fareleri fazlalıklara rastlayınca yazılarıyla tanıdığım eşsizler ve kişisel tanıdığım şimdi ölmüş eşsiz asil ruhlu arkadaşlarım aklıma geliyor, feleğe ve felekten bile güçlü olmuş bu hilkat garibelerinin ağızları ve g*tlerini tıka basa doldurulan Kapital’e gücümün yetmediğine sadece isyan ediyorum ama aynı pasifist anarşist gibi bu çelişki pezevenk*iği yapanların ağızlarındaki çikletleri çıkarıp bir tabanca koyarak fuck*in beyinlerini patlatsam ne kadar zevkli olur düşünüyorum.
Bu çelişki bulma hafiyeleri bu siteyi mükemmel temsi edici. Zekaları şapaşllıkları kada yüksek. Biraz daha alay edip kudurtayım.
Çelişki olmayan yerler ve durumlar.
1. Ölüm ve Mezarlık,
2. Hareketin imkansızlığına erişmesi ve evrenin tekrar kaosa dönmesi. Yani, herkesin, bu benim ünlü ve sonsuz gizli saklı çelişkimi bulup kafamı s*ken site müdavimleri gibi, yaşayan ölüler olmasıyla.
3. Düşünürlerin mükemmel, su götürmez, son söz eserler yaratması. Yani, totaliter faşist düzen. Şimdi ot gibi biten medeniyet savunucuları karşı gelinmez muratlarına erişecekler.
4. Aynı şekilde, doğa bilimcileri de en son ve her şey teorileri altın yumurtalarını yumurtlarlar. Tabii, kimse evren sona erene kadar böyle bir şeyin var olabileceğine inanmaz ama bu benim çelişkimi bulan marsıvan eşekleri ile aynı zekada araba tamir ve satıcısı Necip inanır.
Gelelim sayısız çelişkilere.
Bu çelişki polislerini taptıkları Marks felsefeye karşıdır.
Çelişki bulma köpekleri havlar: felsefe yapıyor.
Wittgenstein felsefeye karşı çıkar.
Çelişki bulma köpekleri havlar: felsefe yapıyor.
Nietzsche felsefeye karşı çıkar.
Çelişki bulma köpekleri havlar: felsefe yapıyor.
Hegel ve müriti Marks çelişki tarihin motorudur derler.
Düzenin değişmesini ismeyen köpekler havlar: çelişki yasak.
Güneş hem hayat verir hem öldürür.
Çelişki bulma polisleri güneşi yakalar hapse atarlar.
Çemberde bir noktadan en uzak ve en yakın nokta aynıdır.
Çelişki bulma polislerinin kafaları karışır daha yukarıdaki şeflerine telefon açar havlarlar.
Cici bici kuantum fiziğnde bir parçacık (elektron) iki delikten bir anda geçer.
Çelişki bulma polisleri “kuantum” sözünü duyunca saygıdan secde gelir, k*çlarını havaya diker, bu defa arkadan çıkan havalarla etrafı pis kokuya boğarlar.
Harekete geçen durma ile çelişkiye girer.
Çelişki bulma köpekleri hareketi durdururlar.
Durgunluk hareket ile çelişkiye girer.
Çelişki bulma köpekleri duranı harekete geçirler.
Milyarlarca daha var ama bu çelişki bulma öküzleri zaten bir şey anlamayacaklar. En iyisi bu enayi dümbeleklerine en uygun yerde durmak.
Bırakacam bu işgüzarlar hareketle durma arasında mekik dokusunlar.
Bu taktik, düzenin en eski ve asıl polislerinin taktiği (çelişki?). Düzen, bu salakları git gellerle meşgul tutup ay sonlarında köpek sadakatlarını mükafatlandırır, maaş verir.
2 ocak 2016 iran-suudi arabistan gerilimi
“katledilen sii alimler ne tur alimlermis merak ettiren haber. ne konuda alimlermis yani ?
bir de islam profesorleri var o beni cok gulduruyor. onlara da islam alimi diyorlar ya oradan cagrisim yapti herhalde.
dinlere inanmayan bir insana gore, internetteki star wars nerd’ lerine star wars alimi demek gibi sanki.
gece gece gucte degil ama kafada bir dengesizlik olusturdum sanirim.”
https://eksisozluk.com/entry/57434005
“Wahsi” bana medeniyete karşı olmamı öneriyor.
Ben de önerisini yerine getirip medeniyetten yana oluyorum.
Çelişki?
Çelişki polisleri?
Sen, Medeniyetle Savaşanlar Derneği Başkanı bir medenisin.
Ben, Sigarayla Savaşanlar Derneği Başkanı bir sigara tiryakisiyim.
İkimiz de Çelişki Suçlusu’yuz.
Aman dikkat! Çelişki Polisleri bizi yakalamasın!
141 arkadaş
Soru ve merakınızı giderecek bir yanıt imkansız. Daha doğrusu zor. Daha da doğrusu, bence, türlü doğa bilim adamları, matemaikçi, astronom, teolojiyen ve farklı fikirler listesi tatmin edici bir cevap olmaz. Belki dinlerin cazipliği de bu. İnsanın en derinden his ettiği ama elinde bir delil, bir garanti, bilimde olduğu gibi deney ve gözlemlerle kanıtlayıcı veya yalanlayıcı yöntem olmadığında salt imanla sarılmaya mecbur olduğu bir dünya görüşü. Ama bu bile çok banal. İnsan dinini seçmez, içine doğar. Yani geleneksel bir kurumdur. Bana göre, dinin insanlar üzerindeki gerçek etkisi sonsuz azaldı. Tipik bir kişi gününün %99’unu laik, veya din tarihçilerini lafıyla, ‘kutsal olmayan” bir dünyada içinde geçirir. Ama bu da sorunsal. İlkellerin ilk raporlarını yazanlar dini ayinleri sinema yapmak için bilerek ön planda anlattılar. İlkel ve geleneksel toplumlarda da zamanın büyük bir kısmı kutsal olmayan dünyada geçer.
Peki dert ne?
Bilimde büyük adımlar atan Avrupa’da Kilise ile burjuva denilen iş adamları çatışması oldu.
Burada bir parantez açıp, çok önemli bir noktaya dikkat çekmek isterim. Bilim temel düşünceleri rahipler tarafından geliştirildi. İslam ilk çıktığında birikmiş tarım, tıp, astronomi, matematik, simya veya kimya ve temelde doğa felsefesi olan eski Yunan eserlerini, birikmiş pratik yaşam bilgilerini çok öneme aldılar. Ve hatta çok geliştirdiler. Örneğin Harran’da çok ünlü bir tercüme okulu kuruldu. Hatta orada tercüme yapanların kitapsız din mensupları olduğu pürüzü bile kitabına uyduruldu. Eğer gönderdiğiniz adresteki salaklarla alay etmek istersem, Müslümanlar, Çin’den İspanya’ya kadar yayılmalarını gemi , ticaret, atlar ve develer, akıl almaz zanaatkarlık, tarım, fırıncılık, terzilik, madencilikle değil, namaz seccadeleriyle uçarak yaptıklarını anlatarak müminlerini kandırdılar. Aynı şimdi İranlı imamların petrolü namazla çıkardıkları gibi.
Ben kendim yüzde yüz inancı olmayan bir kişiyim. Hayatımda hiç bir zaman din veya allaha inanış aklıma geldi. Ama tarihlerin kazananlar tarihi olduğunu görünce, belki sosyal hayatı yansıtan dinler, daha doğrusu mitler, tarih yazanların içerdikleri ideoloji süzgeç kadar ince elememiştir diye din ve mitleri elimden geldiği kadar çalıştım.
Her yerde kutsal dünya ile kutsal olmayan ikili dünya görüşüne rastlanır ama salt dinlerin ya rakip veya işbirliği içinde oldukları düzenlerde ve coğrafyalarda bu sizin dediğiniz fark sineması, özellikle Haçlılar ve Rönesans ile başlar. Avrupalıların İspanya’ya inip ele geçirmeleri de sanki bir espri olsun ve bu din sinemasına sığsın diye İspanyolların İspanyayı yeniden ele geçirmesi (reconquista) adı verilir. Hatta Aziz Roma İmparatorluğu da böyle bir espri. Ne azizdi ne de Romalı. Abbasilerin Emevileri devirip imparatorluğu ele geçirmede Muhammet soyunda gelme sineması gibi.
Bence bu sinemalardan sonra ancak zengin, okumuş, yazmış, çizmiş kişiler bu filmlerde rol alıp çene ve kafa patlatırlar. Sıradan halkın böyle akıl almaz cambazlıkları anlamalarına ne zamanları oldu ne de takatleri. Hem Hıristiyanlık hem de İslam’da sıradan halkın inançları karman çorman. Diğer sinema dinleri de az çok öyle. Sıradan halkın eski inançlarının kökleri kazılamayınca, kabul edildi, örneğin azizler, evliyalar, ziyaretler, cinler, periler, melekler, şeytanlar. Osmanlılarda ahilerin inançları da örnek sayılır. Hele Hıristiyanlıkta her mesleğin bir azizi var. Eski inançlar biriktikçe birikir ve nihayet resmi dinin kendisi bir ambalaj olur.
Çok daha akademik konuşursam asıl yaratan tanrı emekliye ayrılır ve yerini günlük hayatta işe yarayan, insanın halinden anlayan aracılar alırlar.
Daha önce dediğim ve bütün varlığımla inandığım gibi dinler ve inançlar sosyal yaşamın aynada yansımalarıdır. Eğer sosyal yaşamda çok büyük bir değişme olursa bu dinde değişmelere neden olur ve gerekli uyuşumlar sağlanır. Bence İslam, Avrupa da harekete geçen treni kaçırdı ve şimdi treni yakalama çabaları içinde. Ne var ki durum 11. yüz yılla 19. yüz yıl Avrupa durumunda çok farklı. Bu tip şeyler veya tahminler beni hem aşar hem de tiksindirir. Bildiğim tek hakikat şu: Şu an büyük allah, Kapital.
Burada daha geriye dönüp asıl benim ilgimi çeken bir nokta üzerinde çok az da olsa bazı şeyler söylemek istiyorum.
Eski ve geleneksel dinlerde tanrı saklambaç oynar durur, ne istediği bilinmez, neden iyileri cezalandırıp kötüleri mükafatlandırdığı ne de neden hem yaptırır hem de günah sayıp cehenneme attığı anlaşılır. Şimdi ben yeni Allah Kapital’den ve müminlerinden, örneğin verdiğin adrestekiler, günahlarımdan fazla nefret ettiğim için eski geleneksel dinleri çok daha beğenirim. Eski dinlerde sanki bir kuşku payı var. Yeni Allah kuşku götürmez, herkes Kapital’in tahta tam oturduğu ana kadar var olmuş bütün allahlardan daha güçlü olduğunu bilir. Üstelik bu allah mistiklerin, sufilerin ir gizem falan değil. Aramızda dolaşır. Bankalar , ordular, atom bombaları, yasalar, polisler, hatta halkın kendisi korur ama öyle eski allahlar gibi saklı gizli veya gök yüzünde falan değil. Adrestekilerin coşkunluğunun kaynağı bu. Bu gerçekten çalışan, etkili ve etken allah varken kim inanır şu hokus-pokus güvenilmez allaha. Bir bakıma sonsuz haklılar. Bilim ve teknoloji sayesinde gizemin örtüsü kalktı.Şimdi köleler, çıplak güce olduğu gibi taparlar.
Eğer biraz tarih biliyorsanız ve bu sitedekiler gibi bilimde kara cahil değilseniz, bu din tarihinde şöyle geçer. Newton gök yüzünü yere indirdiğinde cennet de yer yüzüne indi.
Not: Bunun İngilizcesi daha güzel çünkü bir laf oyunu yapılır. ‘Haven! hem gök yüzü hem de cennet demek.
Adresteki marksistelerin bu cenneti ve allahı aramızda bulma coşkunluğunun beni neden güldürdüğünü inşallah anlatabildim.
Yine akademik hava atma kişiliğine bürünürsem, allah çok kaypak bir mahluktur derim. Adı, elbisesi, etrafındaki bürokrasi değişebilir ama kendisi asla değişmez. Aynı içinde bulunduğumuz düzen gibi hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirir.
Sanırım samimisiniz ve böyle uçuk şeyler söylediğim, sorunuza cevap getiremediğim için özür dilerim.
Ama bilimle din arasındaki farkı ve hatta bana göre farkın bir sinemaya çevrilmiş olmasını anlatan olmuş bir olay var.
İlk Sovyet astronot döndüğünde yapılan konferansta büyüklerin beklediği “materyalist” dille “Alahı her yerde aradım ama bulamadım ” diyerek alay eder. Bir beyin cerrahisi de “ben de 30 yıldır ameliyatlarda beyin açtım ama düşünceye rastlamadım” diye alay eder.
İnsan, hayvanlıkta çıkınca kendini anlamadığı yabancı bir dünyada buldu. Mitler ve dinlerle anlaşılır etti. Bunun sinemaya çevrilmesiyle başımız tam belaya girdi. Dawkins gibi din ve mitleri bir 5 yaşındaki çocuk kadar bilmeyen bir medya artistinden tut sayısız yeni din Kapital müminleri salaklar yarattı.
Çoğunluk – pardon %50 diktatörlüğü ile ilgili bir haber.
Daha önce bu kadar emin değildim fakat aşağıdaki haberi okuduğumda 15 Temmuz “şehit”leri, “gazi”leri ve yakınları için çok da üzülmemekte haklı olduğumdan emin olmaya başladım.
Tıpkı, karşı taraftan bu kaderi paylaşmış olmakla birlikte “şehit” ve “gazi” olamamış olanlar ve yakınları için de aynı düşüncede olmam gibi.
–
Ömer Halisdemir’in babasından flaş idam isteği
Gaziantep’te Şahinbey Belediyesi tarafından düzenlenen 15 Temmuz Şehitlerini Anma Programı’na katılan şehit Ömer Halisdemir’in babası Hasan Hüseyin Halisdemir, hain darbeciler için idam istedi.
Baba Hasan Hüseyin Halisdemir, darbe girişiminin üzerinden iki yıl geçtiğini ve hala içinin yandığını belirterek, “Biz idam istiyoruz. Bütün şehitlerimizin ruhu için bu hainlere idam istiyoruz. Bunlar 10 sene ceza almış, 20 sene ceza almış, müebbet almış bunlar olmaz, bunlar bizi rahatlatmıyor. Eğer ki bu devlet bizim içimizi rahatlatmak istiyorsa idamı getirmelidir” dedi.
“Darbeciler cezalarını halk önünde çekmeli”
Darbecilerin Türk milleti önünde cezasını çekmesi gerektiğini vurgulayan Halisdemir, “Bu hainlerin ölüp ölmemesi bizim için önemli değil. Bizim için önemli olan bu vatansızların Türk milletinin karşısında cezalarını çekmeleridir. Eğer bunlar cezalarını bu şekilde bulursa, asılırlarsa bizim içimiz daha rahat olur. Bu durum geriden gelenlere, bu gibi hain düşünceleri olanlara, biz de aynısını yapmak istiyoruz diyenlere de iyi bir ders olur” ifadelerini kullandı.
“Darbeci hainler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı devre dışı bırakmak istiyorlar”
Darbeci hainlerin hâlâ Türkiye’ye sıkıntı vermek ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı devre dışı bırakmak için uğraştığını açıklayan Halisdemir, “Bu pislikler hala Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a zarar vermek amacında. Erdoğan’ı devre dışı bırakmak istiyorlar. O devre dışı kalınca rahatlayacaklarını düşünüyorlar. Bunun dışında bu hainler ilerde başka yönetimler gelir diye umutlu. Yani başka yönetimler gelince bunları bırakırlar. O yüzden biz idam istiyoruz, idam istiyoruz, idam istiyoruz. Tüm şehitlerimiz için, annelerin-babaların içini rahatlamak için, ferahlamak için idam istiyoruz. Onun için bu şerefsizlerin, vicdansızların, vatanına milletine bayrağına sahip olmayan kişilerin idam etmemiz lazım” şeklinde konuştu.
Eğer başarılı olsalardı, 15 Temmuz yönetiminin yargılayacağı kişilerin idam edilmelerine karşı çıkardım.
Fakat idam edilmedikleri sürece, idam cezasının – sadece onların işlediği suçlar için – geri getirilmesini de yanlış bulmazdım.
Biraz korkutulmaları fena olmazdı.
Ciddi olalım beyler.
Her şeyle dalga geçilebilir, ama anti-medeniyetizmle değil.
Adamı günaha sokmayın.
Sayın Pipsqueak, siz sayın Zileli’nin sosyal devrimini eksik anlamışsınız.
Sosyal devrim, toplumda belli bir zümrenin doğa olaylarını kendi çıkarlarına göre yorumlamasıdır.
Fazla yağlı ve şekerli gıda satanlar evrenin gittikçe şiştiğine işaret ederek şişmanlığın doğal olduğu reklamı yapar. Tüketiciliği savunan şirket evrenin devamlı enerji tüketimine işaret ederek tüketiciliğin doğal olduğu reklamını yapar. Evrenin sonunun veya kıyametin kopmasının hareketsizlik ve dolayısıyla her şeyin aynı olacağı kaosa tekrar dönme korkusunu insan kalbine aşılayarak, işleyen demir pas tutmaz atasözünü hatırlatarak, hareketin doğal ve hatta yararlı olduğuna işaret ederek, Necip gibi araba satıcılığı yapanlar araba reklamı yaparlar. Hatta aslında her şey doğaldır reklamı yapanlar bile var. Asıl önemli olan seçme özgürlüğü.
Siz, Zileli’nin doğa olaylarından ilham alarak ileri sürdüğü ‘Sosyal Evrim’ teorisi ile Necip’in aynı şekilde doğadan ilham alıp geliştirdiği ‘Çıkar’ teorisini birleştirseydiniz Zileli’yi daha iyi anlardınız. Yani siz Zileli’nin çıkarının devrim olduğunu kaçırmışsınız. Zileli abimiz, hayatını bu yolda harcamış bir devrimcidir. Marksizm’in başaramadığını görünce ilhamını doğa bilimcilerinden alıp anarşizmi denedi. Siz bizden daha iyi bilirsiniz, teori ancak ve ancak gözlemler ve deneylerle kanıtlanır veya yalanlanır. Ama eninde sonunda, dinde olduğu gibi yollar ayrı ama varılan amaç aynıdır.
“Necip bak bakanlıklar falanda açıklandı sana bir görev verilmedi.”
Wah wah.. en buyuk hayalimdi, halbuki. Kendime yapacak is ariyordum zaten.
“4857’ye bağlı sömürdüklerin senin yanlışlıklarını yüzüne söylemediği için”
Is Kanunun isvereni kayirdigini mi soyluyorsunuz? Eger oyle olsaydi, herkes isveren olmak icin can atardi. Fakat, oyle olmadigi ortada.
Herkes, bir yere kapagi atayim; isveren (ozel ya da devlet) onume yapacagi isi koysun, her ne lazimsa da hazir etsin, mamami suyumu, kresimi, yillik iznimi vs versin, ben de gidip geleyim (fakat surekli de miziladanayim) istiyor.
Ayrica, bu kanun, tipki Ticaret Kanunun (Fransiz somurgeleri icin yaptiklari) Fransa’dan alinisi gibidir. Is yapilsin diye degil, yapilmasin diye.
“Kabul görmüş, yerleşmiş ve ayrıca yasalaşmış meslek doğrusudur söylediğim.”
Avukatlik mesleginin reklamlari da diyebilecegimiz seyleri geciyorum.
“Yazdığınız üzere sizden kimseye saygı göstermenizi veya kimse için özür beklemiyorum tabi ki.”
Topyekun bir gruba/zumreye veya herhangi bir faniye sonsuza kadar saygi beklemeyin benden. Yok oyle kutsallarim benim.
“Sosyalizmi de doğru bilmediğinizi tahmin etmek zor değil”
Bir turlu calisir bir modelinin dahi kurulamamis olduguna bakarsak, kimse de bilmiyor diyemez miyiz?
“Batı bizi kıskanıyor değil mi necip.”
Yok. Bati bizi kiskanmiyor; umurlarinda da degiliz cogunlukla. Yani, o degil problem.
Problem, kendisini Batiya begendirmek icin surekli ikinan asagilik komplekslerine burunmus avanak ve andavallilarimiz.
“Batıda yaşayan halklarında, kendi demokrasinin gelişmesi için ödediği çok fazla bedel ve uzun mücadeleler vardır.”
Cok da umurumdaydi.
Onlardan bin beterini odeyen/yasayan cok var.
“Server Tanlili’nin, Bülent Tanör ve Erdoğan Teziç’in bu gelişim tarihine dair çok doğru analizler içeren önemli kitapları vardır. Okumanı tavsiye ederim.”
Baskalarinin hikayelerini yazmis olmalarindan oteye neye faydasi var?
Durduk yerde filmi basa sarip o hikayelerdeki senaryolari mi yasamaliyiz?
Bu mumkun degilse, bu zevatin yaptigi sey malumatfurusluktan oteye gecmez.
“Literatürde “Batı Tipi Demokrasi” diye bir kavram vardır.”
Literaturde hersey var.
Taklitciliginiz dibe vurmamis ise, ki vurmus, surekli ‘Batı Tipi Demokrasi’ yavelemek yerine, eldekinin makul eksikliklerini filan konusur ve uygulanabilir degisiklikleri onerirsiniz –afaki utopik onerilerde israr etmek yerine.
“Bu grubun ana gövdesini oluşturduğu CHP’nin aldığı oy oranına (11.348.899Seçmen) ve aileleri ile birlikte oluşturacakları sayıya bir bak istersen.”
Sayi iyi; de, aralarindaki homojenlige de bakmak lazim.
‘Sunniler/Seriatcilar/Gericiler/Islamcilar bizi kesecek’ korkusundan oteye bunlari birlestiren pek de bir sey yok.
Korktuklari seyin gercek olmadigini anlamak da istemiyorlar; o ayri.
“TÜİK işsizlik oranlarına ve gerçek işsizlik oranlarına bir bak”
Vasifsiz ariyorsun; yok. Vasifli ariyorsun; yok.. Sonra da issizlik var..
Benzer sekilde, ‘domates tarlada x kurus; markette 10x lira’ laflarina da bakabilirsiniz.
Madem o kadar yuksek kar marjlari var; bir kamyonet kiralayip, gidip tarladan alip neden kimse pazara getirip satmaz.
Iki sefer yapsa, kamyoneti rahatca satin da alir..
Ama, yok. Vir vir sikayet kolay.
“Ama bu alay ettiğin üzere onların ayıbı veya nitelik problemi değil.”
Yok. Tam olarak da onlarin ayibidir.
Egitim bedava oldugundan, kimsenin uzerinde baski yok.
Aman veletler uzulmesin, odev filan yapip stres olmasin, kitap filan da tasimasi..
Sonus?
Seneleri laylaylomla gecirip uyduruk bir diploma ile birsey oldum saniyorlar.
Circir bocegi surusu..
“Ben [de] objektif ölçümlemelerin sonuçlarının seni rahatsız ettiğine.”
TOEFL’in objektif olcum oldugunu dusunuyorsunuz, demek ki.
En basit sinavdir halbuki. Hicbirsey bilmiyorsaniz dahi, ezberiniz kuvveti ise, iyi bir puan alabilirsiniz.
Ama, gercek hayatta ezber bir ise yaramadigi icin, sizin guya objektif olan TOEFL’iniz de bir anlam ifade etmez.
“Sizdeki çalışan kalite ve yeterlilik düzeyini bilmem tabi, senin anlatımlarını esas almak zorundayız fakat senin yazışmalarından ve konulara yaklaşımından anladığım kadarı ile sizde çalışan yetersizliği değil “kalitesiz ve yetersiz” patron sorunu var.”
Bilmediginiz seyler hakkinda konusuyorsunuz.
“İSO listesi değer kazanmış, senin şirketinin listeye girmesiyle demek ki en azından o sene doğru bir ölçümleme yapmışlar diye düşünür müsün?”
Hayir.
“Değişen işe göre yapacağın yeni personel seçiminde de yeni işin koşullarının getirdiği liyakati esas alırsın.”
Gitsin kendisinin uygun olacagi bir yer bulsun, diger calisanlar onun safrasini ustlenmek zorunda kalmasin diye, uymayani da kapiya koyarsiniz, degil mi?
Fakat, devlete bunu cok gormek de nedir?
“Senin bir bölümü veya iş yerini yönetmeyi sadece birini atabilme yetkisine bağlayabilmen zaten amir sorumluluğundan ve yeterliliğinden ne anladığını gösteriyor… Başka açıklamaya gerek yok”
Topu taca atmak icin yavelemek zorunda degilsiniz.
Amir, emir veren ve verdigi emrin de sorumlulugunu ustlenen kisidir.
Aslolan da isin yapilmasidir.
Isini yapmayan/yapamayan kisilerin de sorumlulugu o amirindir.
Ya amir gider ya da isini yapmayan.
Kres isletmiyor, bestas da oynamiyoruz.
“Telefon iş güvencesini, iş güveliği yapmış ve senin gibi bir adamla yazışmada tekrar kontrol yapmadığım için öyle hatalı kalmış…”
Kisinin telefonu, kisiden daha akilli olunca, evet, sorun olabiliyor. Aklinizi telefonlarla ikame etmemenizi oneririm.
“ödenek yetersizliğinden ciddi iş güvenliği sıkıntıları ile karşı karşıya”
Istifa etmek de akillarina gelmez, degil mi?
“İnsanların işten atılmaları, acıları ve mücadeleleri ile dalga geçecek kadar utanma duygusundan yoksunsunuz…”
200+ gun boyunca aclik grevi nasil oluyormus; benim asil merak ettigim o.
“Fena olmaz sizin gibiler kazanacağına, emeği ile geçinen insanlar, avukatlar kazansın tercih ederim tabi.”
Yani, hicbirsey uretmeyenler kazansin; he mi?
“İnsan hakları evrensel beyannamesi, birçok yeni ve yakın tarihli ek protokoller.”
Ve onlari peydahlayanlar, simdi terkediyor –cunku, artik islerine yaramiyor.
“Eğer varsa Avukatına sor anlatsın sana 1930’dan sonra Türkiye ve Dünyada hukuk sistemlerinin gelişimini, hukuk felsefesinin değişmesiyle yasaların aldığı yeni şekilleri mukayeseli olarak izah eder eğer ukalalık etmeyip dinlemeyi başarabilirsen.”
Bu tip seyleri en son soracagim meslek grubu avukatlardir.
O bir yana, verdiginiz zaman araliginin once Britanya sonra da ABD’nin kurdugu duzen oldugunu biliyorsunuz, degil mi?
Islerine geldigi icin kurdular, simdi de terkediyorlar.
Siz de, bu tur bir yapayligi, dogal ve evrensel saniyorsunuz.
“Sultan Hamide jenosit yaptın diyemezsin mesela kavramsal olarak mümkün değildir.”
Diyemezsiniz, cunku Yahudiler bu konuda cok kiskanc. Onlarin jenosidi biricik kalmali.
“Bak Victor Jara’nın katilleri 45 yıl sonra ceza aldı. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmaz.”
Kazikli Voyvoda’nin ya da Karin desen Jack’in davasini ne zaman goreceksiniz?
“Gönül bağlarımdan utanmam.”
O belli; de, bunu heryerde soylemeyin siz yine de.
“İslam Çupi’nin Fenerbahçe’nin büyüklüğünü anlatan güzel bir yazısı vardır okuyunuz. Keyif alacağınızı düşünüyorum.”
Okumam oyle seyleri.
Fakat, okusaydim, eminim en cok keyif alacagim kismi, ulkenin insanlarinin olsturdugu bir taraftar grubunun ulkenin ortalamasindan yukarida olabildigini soyleyisindeki aculluk olurdu.
“Benim ve bu sitedeki pek çok insanın sevdiği Nazımdı, Aziz Nesin’di, Yılmaz Güney’di… kişileri kendince tahkir etmeye, aşağılamaya, iki üç cümle karalayım, çamur atayım diye uğraşmana gerek yok.”
Pazarlamak icin cicili bicili ambalajlara sarmaga yeltenmeseniz, bu fosillerle neden ugrasayim?
“Önce kendinizi olmayan şeye, hayali bir “devrim” tanımına inanıp sonra kendi inandığınız hayali, olgusal gerçekten farklı olarak tespit diye sunuyorsunuz. Daha kötüsü başkalarının kabul etmesini, inanmasını bekliyorsunuz.”
Utopyasini realiteymis gibi pazarlamaga calisanlardan birisinin sozleri bunlar.
Neden kaale almadigimi ayrica aciklamam gerekmiyor.
“Çevre derneği, İSO, TUİK, Üniversiteler… ve/fakat bunlarla sınırlı olmaksızın herhangi bir kurum ve/veya STK’nun ne önemi var.”
Follow the money.
“Bir tanımın doğruluğudur önemli olan sizin etkilenmeniz değil.”
Tanimin yanlis oldugunu soyledigimi farketmeyisiniz ilginc.
“Yok yanlış öğretmişler sana. Mesleki işleyişi düzenlemek için.”
Bozuk degildiyse nesini duzenlemek istemis olabilirler.
“Fahişelik bahsine gelince senin kadına yaklaşımını daha önceki yazılarında gördüğüm için örneklerin şaşırtıcı değil.”
Fahiselik ile kadina yaklasim arasinda ne gibi bir bag var saniyorsunuz?
Meslek olarak seks isciligini tercih etmis ve onu da yaterince iyi yapan bir kadin saygi gorMEmeli midir?
“Kadın bedeninin para karşılığı satılması mı?”
Siz, yoksa, celep filan misiniz?
Kadin bedeninin satilmasindan neyi kastediyorsunuz?
Fahiselerden, mesela, zorla bobrek filan mi aliniyor saniyorsunuz?
“Zaten bir kadının sana sevgisini sunması örneğinden de anlaşıldığı üzere sadece ücreti mukabilinde olabiliyorsa sende büyük sorun var demektir.”
Ucreti mukabilinde hizmet sunmak kotuyse, avukatlar istisna midir?
“Zaten paranızın gitmesi sizin daha fazla canınızı yakar. Kısa zamanda özel hukukta bir hak kaybı yaşamanızı dilerim, yasal metinlerin önemini anlamanız için. Bir müsibet bin nasihattan iyidir derler.”
Simdi de beddua seanslari mi basladi?
“yürürlükteki ANAYASANIN 90. MADDESİ’ne ve son fıkrasına bir bak. Devletin en üstünden, sana kadar herkesi bağlar.”
Ilgili maddeyi kim uygular?
Kimse uygulamazsa ne olur?
“Bak Halkbank Dosyasından, Halkbank ceza almasın ve kamu bankasına verilecek bir cezaya bağlı uluslararası finansal yaptırımlarla hepimiz zarar görmeyelim diye ülkece seferber olduk, uğraşıyoruz.”
Ustunuze vazife olmayan seylerle ugrasmanin bir baska ornegi.
Halkbank’in ‘ceza’ almasi degil; mesele, onu kimin uygulayacagidir.
Gloabal Kabadayi ABD, kafasina uydugu anda, cezayi da keser, tahsilatini da yapar.
Siz, gariplerim, de buna hukuk filan dersiniz.
Ufuksuzluk ve siglik.. tekrar ve tekrar.
“Evet. “Resen” kendiliğinden, kimseye sormadan demektir. Yani şikayete ve talebe bağlı değildir. Savcı resen kovuşturur, Ceza Hakimi yargılamada resen eksik delil varsa toplar ve değerledirir. Resen ceza verir.”
Savci mi re’sen ceza veriyormus?
Yok. Mahkeme.
Re’sen mi veriyormus; yok, degerlendirme sonucunda.
Herkese re’sen mi veriyormus; yok, degerlendirme sonucunda gerekli gorduklerine.
Ama, siz hala daha ayni plagin ayni cukurunda takilmis “re’sen” de “re’sen” demekle mesgulsunuz.
Buradaki tek “re’sen”lik sizin lakirdilariniz.
“Çekindiğimi falan mı düşünüyorsun kararı bulmaktan.”
‘Hukuk teknisyen’lerinin arastirma yeteneklerini gelistirmesi lazim.
“Sayısal yönden (binlere karşı dört) mukayese kabul etmez.”
Niye?
Hani bir tane adaletsilik bile cok fazlaydi?
Nerede kaldi sizin meshuuur evrensellikleriniz?
“SUÇ İŞLEMEDİN DİYE HİÇBİR YERDE ÖDÜL VERİLMEZ.”
Iyi de, odul vermek yoksa ceza vermek biraz adaletsiz olmuyor mu?
“Normal olanı suç işlememek, kimseye zarar vermemektir.”
Suc islenmeyen bir toplum mu var?
“Yani senin istediğin 0 cinayet olması, gerçekleşmesi ihtimali sıfır olan bir ütopya….”
Benim oyle bir utopyam yok.
Fakat, nafakasini ‘suc’tan cikaran (sucluyu ya da magduru savunan) birisinin surekli utopik seylerle kafa sisirmesinmi (bkz. ‘bilimsel’ sosyalizm) yadirgiyorum.
“Uygulamadaki yetersizliklerin sorumlusu da eğer mevzuat eksiği yoksa doğrudan yürütmedir, Adli teşkilat ve kolluk teşkilatının bağlı oldukları idaredir. Eleştirilerini de onlara yaparsın bana değil. Benim yaptığım gibi iktidara.”
Iktidari elestirmek, alasagi etmek sorun degil; de, ‘iktidar’in, isini dogru durust yapmayan birisini isten kovmasina karsi durmak ne yaman celiskidir?
“akp farklı bir oy mu verdi dokunulmazlıklarda?”
Yok. Ama, ne gidip hapiste ziyaret etti; ne de secmenini HDP’ye oy vermek icin ayartti.
“İnce mesela hayır oyu verdi diye hatırlıyorum.”
Yine aslan sutunu biraz fazla kacirmis olmasin.
“İç işleri bakanı ise kimsenin oy tercihini suç isnat eder şekilde eleştiremez o ayrı. Sen eleştirebilirsin kamu gücünü kullanmayan bir vatandaş olarak”
Kimin ne dedigi degil, ne yaptigi onemli degil midir?
O zaman, fiile dokmemisse, neden Icisleri bakaninin dedikleri sorun oluyor?
“İddia sahibi, iddiasını ispat ile mükelleftir ancak ispata yönelik kendi verilerini ortaya koyduktan sonra ispat külfeti karşı tarafa geçer.”
Verriler alakasiz ve yetersiz. Odevinizi dogru durust yapmamissiniz. Yapin gelin; bakariz.
“Niye siz Hukuk Fakültesi birinci sınıf bilgilerinden bile yoksun biri olarak mesleki yeterlilik uzmanı mısınız?”
Kifayetsiz bir meslek erbabini tanimak icin diploma veren bir okul mu var?
Yok. Tabii ki.
“Eğer senin gibi birine inanmak caiz ise ve karakterine pek uygun görünmese de vergisel yükümlülüklerini dediğin gibi zamanında yerine getiriyorsan; bu objektif olarak seninde cezalandırıldığın, devlet tarafından aptal yerine konduğun anlamına gelir.”
‘Hukuk’cularimizin ceza vermekten baska bilmedigi bir dunyada, Maliye’den farkli bir uygulama beklemek biraz safdillik olmuyor mu?
“Kutsallığını bilemem ama emeğin en yüce değer olduğuna inanan biri olarak istihdamı da çok önemli bulurum.”
Findik kadar kafa, devasa ve kas yigini bir vucut.. SSCB posterlerini hatirlatiyorsunuz bana..
Emek, uretigi sey ile orantili olarak kiymetlidir. Zararina calisanin emegi de, haliyle, negatif kiymettedir.
Ama, SSCB kafasi ile dusunen birilerine bunu anlatmak zordur.
“Pedagojik formasyon için bir alt yapınız olması lazım.”
Evet, Egitim Fakultesinde 3-4 sene bosu bosuna zaman gecirmek gibi; degil mi?
“Benim “Necip” e “Necip” diyip daha ağırlarını söylememem kendime ve tartışmaya saygımdandır yani necip’in cehaletine saygımdan değil.”
Diyecek lafiniz olmadigindan.
“O zaman bende diyorum ki sadece necipin sözü veya ben biliyorum demesi ile olmaz.”
Benim dediklerimi (hicbirini) kelam-i kadim saymanizi beklemiyorum.
“Benim ortaya koyduğum eksik resmin tamamını gösterecek nesnel veriler ortaya koymanız gerekir.”
Nesnel veriler ilgili OSB’lerdir. Onlari gormeniz gerekiyor. Hicbir tasvir, fiilen sahit olmanin yerini tutamaz.
“nesnel verisini istiyorum zaten sizden.”
Bazi seyler, malesef, sadece tecrube ile edinilebiliyor.
Benim dogdugum yerde, cocuklugumda, binlerce koyunun oldugu suruye uzaktan bakarak, surunun durumunu (sagliklilik, besililik vs) soyleyebilen bazi insanlar vardi. Sayilari da, tahmin ettiginiz uzere, cok degildi.
Ben, tabii ki, koyun surusunden filan anlamam –oyle bir gecmisim olmadigi gibi, oyle bir melekem de yok.
Ama, konu sanayi isletmeleri olunca durum degisir. Cocuklugumdan beri cok sayida duayen ile birlikte, hem turlu cesitli fuarlar hem de (bircok ulkede) sayisiz sanayi tesisleri, OSB’ler filani ziyaret etmisligim vardir. Bu duayenlerin dediklerini, degerlendirmelerini de zaman icinde test etmek imkanim oldu.
Simdi, cok az yanilmayla, mesela, herhangi isletmeye disindan bakinca onun karliligi hakkinda degerlendirmeler yapabilirim.
OSB’ler, oralardaki isletmeler ve buyuk sermayenin fabrikalari filana bakinca, ne gordugumu cok ozet halinde yaziyorum.
Yoksa, ben istemez miyim, mesela Sabancilarin tesislerinden sitayisle bahsetmegi.. Ama, yok. Durum ortada. Ailede heyecan bitmis. Tesisler porsumege baslamis –cogunu da sattilar. Parayi koyacak yer bulamayan son nesil de o amacla sevgililer edinmekle filan mesgul.
Benzer sey, benzer sekilde, diger ‘eski para’ mensuplari icin gecerli; malesef. Simdilik, ‘kulturlu’ filan olduklarini pazarlamakla mesguller.
Rahmi beyin sarap konusundaki bilgisi, mesela, degme uzmana tas cikartir. Omer beyin erkek seciminin ustune yoktur. Ferit bey de ondan asagi kalmaz gerci. Filan..
“Ancak, genellik arz eden istatistiki veriler olmadan yine eksik kalır bu düşünceniz/bilginiz. Beyana karşı beyanın ötesine gidemez. Benimde, size anlatmaya çalıştığım bu.”
Onun farkindayim. Ama, siz de sunun farkindasinizdir umarim. Iskollarinda istigal edenlerin (neredeyse hepsinin) uydugu bir omerta yasasi var. Kimse, sektorun ayraninin kara oldugunu soylemez. En azindan, gercekleri cok da kolay anlasilir sekilde soylemez.
Bu yuzden de, ‘siradan vatandas’ (disaridan bakanlar) konuya hicbir zaman dogru durust muttali olamaz.
Ben, bunun sinirlarinda dolasiyorum. Tahmin edilemez, ongorulemez riskleri oldugunu da biliyorum.
[[
Bundan kac sene onceydi. Blogumda ince ve netameli bir mevzuda bir seyler yazmistim. Ertesi gece (variyali calisiyorduk) saat 03’te isletmeyi TEM basti. Gerekce ‘kacak isci calistirmak’mis. Yoktu, tabii ki, boyle bir sey. Olsaydi da, TEM’in ilgi sahasi degil. Ama, ben anladim. Bir gevezelik ugruna bilmemkac kisinin ekmegi ile oynamak luksum yoktu.
Fakat, sunu da soyleyeyim: O tur seyleri yazanin basina her ulkede benzeri seyler (ya da daha fazlasi) gelebilir. Bati Tipi Demokrasilerde de. Bedelini odemek konusunda sorunlariniz olan ozgurlukler lukstur.
]]
“Senin makbul kabul ettiğin herhangi bir kurumun diye yazdım.”
Teorik olarak, bu tur seyleri KOSGEB’in bilmesi lazim. Ne kadar bildiklerini bilmiyorum; ama, kamuya raporlamak konusunda da cok hevesli olduklarini da sanmiyorum.
Hakli sebepleri de olabilir (bkz asagidaki ARGE konusu).
“Sen, kendi istediğin bir yapınınkini paylaş bende onu göreyim, mukayese edip kendi yorumumu söyleyeyim diyorum. Doğru yöntemin bu olduğunu söylüyorum.”
Ben de bunun mumkun olmadigini soyluyorum. Cunku, bazan hic akliniza gelmeyen sebepler yuzunden, bu tur raporlarin yayinlanmasi istenmez.
Alakasiz gorebilirsiniz; ama, yine de bir ornek vereyim:
Her ulke sanayisini bir sekilde destekler, tesvik eder. Degil mi?
Evet, cunku, aklin geregidir bu.
Fakat, bazan size rakip ulkeler (mesela AB ulkeleri) yakin gecmiste aynisini yapmis olsalar da, yeni mevzuat filan peydahlayip bunlari tukaka haline getirebilirler.
Onlar o safhaya vardilar diye siz de otomatik olarak oraya varmis olmuyorsunuz; ama, sizinkilere maydanoz olamlarina da engel olamiyorsunuz.
Iste, tam da, bu yuzden, bizdeki klasik tesvik sistemi elden gecirilmek zorunda kaldi. Artik, isletmelere dogrudan tesvik vermek yerine, proje bazli ve ARGE iceren konularda tesvik vermek gerekti.
Bu, ulke gerceklerine uymuyordu; ama, AB’nin dayatmasi yuzunden yapilmak zorundaydi.
Ilgili burokrasi, careyi ‘uyarmis’ gibi yapip eski duzeni olabildigince devam ettirmekte buldu. Yani, aslinda isletmeye genel tesvik olacak bir seyi, sanki ozel bir proje varmis ve onun da ARGEsi icinmis gibi, vermege basladi.
Ulkenin sanayii o safhada iken, AB’nin kendini korumak icin cevirdigi dolaba girmek dogru degildi cunku.
Ama, bunun sonucu olarak, istatistiklerde, ulkenin ARGE’ye ayrilan kaynaklarinin aniden zipladigini gorursunuz. Bu dogru degil, tabii ki. Ama, bunun oyle olmadigini alip kalkarsaniz da kimseye hizmet etmis olmazsiniz.
Bu sadece bir ornek.
“Ya necip kurtul şu komplekslerinden kim ne yapsın senin eşgalini…”
Kompleks midir degil midir, test etmek icin cok fazla sebebim olmadigini biliyorum.
“algıladığın gibi bir yansıman yok karşı tarafında…”
Tek ‘karsi taraf’in siz oldugunuzu bana garati edebilirseniz, gerisi kolay.
Necip bir Aktrol değil.
Entelektüel, (z)alim bir iktidar ideologu.
“Herkesi zalim kendini alim hissetmen bile normal”
Kısa ve öz:
Anti-medeniyetizm = Allah
Anti-medeniyetizmi sorgulamak, eleştirmek, çelişkilerini göstermek = Günah, haram, kafirlik, dinsizlik, zındıklık, mülhidlik, bidatçılık
Anti-medeniyetist “Wahsi” = Dinci, yobaz, fanatik, engizisyoncu, rahip, şeriatçı, tarikatçı, şeyh, molla
Son bilimsel araştırmalara göre medeniler arasında çelişkiye düşenler sonsuz daha çok. Daha da kötüsü bunların İNSANLIK’A zararları çok daha vahim sonuçlar yaratıyor. Artık kimse bu sitedekiler gibi hangi yolun hakikaten hak yolu olduğunu bilmiyor. Kolesterol iyi/kötü şarlatanlarından tut Islahettin TemizTaş şarlatana kadar iyi/kötü politikacıları, uygulanmış ideoloji/bakire ideoloji* (bak, notlar) lak lakları yapan muhabbet tellalları aralarındaki farkı ancak ve ancak Zileli gibi keskin zekalılar serinlik içinde ayırt edebiliyor. Aynı eski günlerinde 20-30 yıl bütün uyarılara rağmen yalanlara inandığı gibi. Eğer sadece ‘revisionist tarihçileri’ okusaydı sadece inandıklarının yalan olduğuna değil, düzenin ebedi öcü arama içinde olduğuna, ve günümüz felaketlerine hazırlamaları ön görürdü. Bu azılı anarşist o kadar keskin zekalı ki Gorter yazısını bana getirdiklerinde kendini görmemişti bile. Herifin hayatı sönmüş, hâlâ ‘nerde o Günler nerde’ türküsü söylüyor. Yeni ve daha iyi yalanlara sarılmış. Bu gezegen dinci fanatiklerle şarlatanlar gezegeni. Bir din olmazsa, süpermarkette seçtikleri gibi, diğerini seçenler gezegeni!
Dünya sağ ve sol zengin ülkeleri, AB ve BM bu çelişkiye düşenleri koklayarak bulucu köpekler arıyor. Bu köpekler, Pavlov metotlarıyla 2 haftalık bir stajdan sonra etrafa salınacaklar. Yapacakları iş çok basit: bulunca sadece havlayacaklar. Bunlar medeniyet değerlendirme, IQ falan filan gibi, merdiveninde en alçakta olduklarından, suçluyu koklatıp çıkardıklarında sadece havlayacaklar, gerisini yüksek makam köpeklerine bırakacaklar. Maaşlar şu an köpeklik ve kölelikle kazandıklarının 5 misliyle başlayacak.
Stajın kısa olması bu köpeklerin Pavlov yöntemiyle her ağızlarını sulandıranı yalamaya halihazırda alışmış olduklarından.
Bu sitede bu tür köpekler sayısız çok. Giriş sınavı yok. Sınav, bu işi yapmak istemeleri, bol kemiğe, pardon maaşa ağızlarının sulanmaları.
Son örnek saygı değer en medeni bilim adamı-karılardan:
“Nörobilimcilere göre stresli durumlarda beyinlerimiz, aniden bilginin daha hızlı operasyon (eski ve yeni leninist-stalinist-bolşevikistlerin kulakları çınlasın) sürecine girer. Yaşamınızda yapacağınız en önemli kararlarda , stres içinde olmak gerekir.”
Söz stres sakızı çiğnemeye gelmişken, bu sitede dine karşı havlayan köpek de çok. Adorno ve Horkeimer bile aşıcı güçlere inananlar arasında çok daha keskin eleşitiriler yapıldığını kabul ettiler. Aksi halde bu sitedeki din bilmeyen salakların düştükleri ‘it is, what it is’ düzen tuzağı veya çıkmazı veya çelişkisine düşmek çok doğal. Bunu en yüksek havlamayla, özür dilerim, zeka ile yapan Necip adlı araba tamir ve satıcısı.
Bir rahibe manastırından çıktığında dondurma yemek ister. “Yahu, bir dondurma yemek istedim en az kırk soruya cevap vermem gerekti. Hangi meyvalı? Hangi parfümlü? Sütlü mü süt yerine geçenli mi? Organik mi, normal mi? … bir o kadar da dondurma külahı hakkında sorular.”
Tabii, bu bok çukurunda mavi gözlü sarışınların attıkları b*kları seve seve yiyen, daha da fazlasını isteyen gençler ve çaresiz morukların böyle konuşanlara hafızladıkları bir ad var: gericiler ve tutucular. İşte rahibe onlardan biri: AtıTürk, Marks ve şimdi de Er-Doğan’dan bunu öğrenen köpeklere acımamak imkansız.
Notlar:
1. Bu haber aslında beni sevindirdi. Bu sitede dedikodu yapan orta sınıflar gibi halinden memnun, mutlu, uslu, terbiyeli, hoş görülü köpeklerden farklıyım, devamlı stres ve kızgınlık içindeyim.
*2. Sayın çelişki köpekleri, bu sizin ilk köpek IQ’u sınavınız: uygulanmamış bakire ideolojisini savunanların çelişkisinin jetonu düştü mü? Eğer doğru cevap verirseniz size yaşadığım mavi gözlü yüksek ırklar, medeniyeti gelişmesinde gerçekten katkısı olanlar arasında son moda olan organik kemik gönderirim.
‘135 İsyan’ yazınızı okudum ve somut bilgilerin çoğunu ilk defa duyuyorum, yani o konularda tamamıyla cahilim. Zamanımızda kişilerin kendi cahilliklerini bilmeleri bir mucize oldu. Daha güzeli, İngilizce çok sevdiğim “discern” kelimesi, Türkçe ‘farkına varmak’.
Biliyorsunuz bu psikoloji alanında kendi başına bir bilim dalı oldu: Psikanaliz (psychoanalysis). Bunun noksanlığının bir hastalık olduğu bile ilan edildi. Aynı daldan psikologlar aslında kafayı yiyenlerin sağlıklı, Necip gibi uyum sağlayabilenlerin kafayı yemiş olduklarını ileri sürdüler ama bu site, başını çeken Zileli başta, ‘devrimci solcuyum, o halde haklıyım’ cahilistanı.
Bu nedenden ilk paragraftaki ‘Cehaletinden gelen cesaret sende her şeyi bildiğin hissiyatı oluşturmuş…’ lafınız çok dikkatimi çekti. Bence bu cahiller orta sınıflılar. Ama aynı zamanda, sağlıklı, gürbüz, iyi meslek eğitimli, iyi aileli, iyi kalpli, herkesin kendileri gibi iyi olması isteyen iyi yurttaşlar. Gazete, dergi, medyanın tavsiye ettikleri kitapları okuyan, televizyon seyreden, sosyal medyada (Facebook, Twitter, Youtube vb. gibi) turistlik yapan, herkesin kendileri gibi bilmezler olduğunu görüp zırvalamada cesaret kazananlar.
Kendimden bir örnek vereyim. Bu sitede defalarca başta Necip ve Zileli olmak üzere sayısız zırvalamaları ifşa ettim. En sonlardan birkaç örnek vereyim. Necip bilimsellik fiyakası içinde kasılır durur ama insanın insan olduğu iki milyon yılı son 7 binlik insan kalıbına sokar. İlkokul çocuklarının bile anlayacağı bir örnek: “Su 100 derecede kaynar”. Yüksek bir dağa çıkıp gö*tünü de yırtsan su 100 derecede kaynamaz. Yani, en basit doğa yasası bile bağlama bağlı. Bu herif anasının korkusu içinde büyümüş, o halde her insan annesinin korkusu içinde büyür, o halde iktidar kadınlar doğurmaya başladığından beri var enayi dümbelekliği yapar ve sizden gık bile çıkmaz. Kaç defa kı*çında çıkaramadığı matematik, tarih, fizik, simülasyon, trigonometri, hatta uzman olduğu araba satıcılığında bile b*kları ağzından çıkardı, alıp yüzüne vurdum, sizden gık çıkmadı. Zileli’nin bir türlü kurtulamadığı lenin ve stalin etkisi ile yazdığı sosyal devrim zırvalamalarını yüzüne vurdum, herif anlamadı bile. Sizden gık çıkmadı.
Amacım sizi eleştirmek değil, amacım şimdi en ucuz metanın fikirler olduğuna, esas olanın doğru reklamla satmasını bilmekte olduğuna işaret etmek. Yani, temelde üretim-tüketim egemen.
Diğer bir şahane deyişle, çocuklar için dünya oyuncak, biz yetişkinler için meta.
Eğer gelecek 20 yıl içinde AI ile işlerini kaybedeceklerin istatistiklerine bakarsanız bu çenesi ve beyni düşüklerin neden ‘Cehaletinden gelen cesaret sende her şeyi bildiğin hissiyatı oluşturmuş…’ olduğunu anlarsınız. Herifler “Yeni – Yeni Cesur Dünya”ya hazır olduklarından eminler. Ben pek onların tutturacaklarından emin değilim. En azında Çin ve Hindistan’da ne cevherler var. Bu ülkeler bilim, felsefe ve teknolojide dev adımları atmış ve devasa katkıda bulunmuş ülkeler. 2 yaşında çocuklar AI ile kolunu kaybetmiş babalarına protez yapıyorlar. Her halükârda, asıl b*k yemeyi bilenler, nereli olsunlar olsunlar, çoktan köşeyi almış yüksekten zekalılar. Bu site hödüklerinin dediklerini ne anlarlar ne de anlamak isterler. Bu çooooktan beri böyle de, daha önce dediğim gibi bu site “sağ/sol devrimciyim, ‘o halde, biliyorum’ “cahilistanı.
Ben burada ilkeller hakkında birkaç laf ettim, düzen koruyucusu köpekler saldırıya geçti. Zileli doğa muhasebecisi Linnaeus gibi, ideoloji muhasebeciliği yapıp “Yeşillik Anarşizmi” adıyla kendi salaklar anarşizm ailesine kattı. Yani ıslah etti (recuperate).
İktidarların çok sık kullandığı ve etkili bir taktik vardır. Baş kaldıranlar arasından başı çekenleri yok et veya ıslah et (recuperate, geriye kazan, vb.). Hatta çok uzun bir zamandır ıslah olmuşluk biyolojik mutasyonla genlere yazıldı ve insanlar ıslah edilmiş doğuyor. Okul, medya, televizyon epigenetik de yardım ediyor.
Marksı hiç sevmem ama ondan çok şey öğrendim. Mesela, “öğretenlere kim öğretecek?” Ama artık otorite yok diyebiliriz. Bilim adamları birbirini anlamazlar, sosyal bilim adamları birbirlerini anlamazlar, hatta fizik ve matematik gibi en su götürmez, en faşist ve otoriter alanlarda bile birbirini anlamayan, veya çok daha doğrusu ve kibar dille , ‘yanlış’ anlayanlar zibil gibi.
Bence bu, modern ve ıslah edilmiş bakire anarşizmin tam kendisi. Bence bu, Yeni – Yeni Cesur Dünya. Bence bu site Yeni – Yeni Cesur Dünya türküsü ötenlerin en şahane örneği.
Herkes biliyor ki bu kargaşalığın ardında tarihte görülmemiş bir otorite, geleneksel allah gibi gözle görünmez, elle tutulmaz falan filan, Kapital (daha doğrusu Kapital idaresi var ama iş karışır) allah var. Tek allah gibi Soyut sayı BİR’e tıpa tıp benzer. Yalnız, bu soyut mahlukun somut temsilcileri var. Bunlar cana yakın, babacan, her zaman daha iyi ve mutlu bir gelecek umudu verirler. Örneğin Google, Silicon Valley, AI, Robotic, Apple, Microsoft, Facebook, Twitter, Youtube, Tıpta mucizeler, Uzayda Turistlik, Klonlaşma ve Ölümsüzlük. Tarihte aynısı yaşandı: Soyut allah İLERLEME, yeryüzü temsilcileri başta Burjuva-Kapitalist Aydınlık filozofları, ardında Marks-Lenin falan filan ve endüstri anarşistleri, ardında açlıktan canları çıkmış sıradan halklar.Bir de bu Kapital’in muhafızlığını ve su gibi akıp dünyanın dört bucağına ve dünya insanların ruhlarının en derin boşluklarını doldurmasını garantiye alan büyük ve güçlü devletler var.
Salt ve en basit örnek: Dünyanın her tarafındaki savaşlar ve silah yapım ve satım endüstrisi arasındaki bağlar. Ve yan ve çok yararlı etkisi terörizmi tasvip edenlerle bu sitedeki gibi karşı gelenlerin çiğnemekten bıkmadıkları sakız.
Evet doğru, yazdıklarınız kapsamındaki somut bilgilerin %90’ı benim için hiç duymadığım ve bilmediğim konular. Aklım sıra yazınızın ruhunu anladığımı sanıyorum. Ve doğrusu, bilginize hayran oldum, beni etkiledi, bir katkıda bulunmak istedim. Ne yazık ki, ve zaten asıl değinmek istediğim noktalardan biri de bu, verdiğiniz bilgilerin güvenilir veya güvenilmez olduklarını tespit etmem en az iki üç ayımı alır. Suçladığınız Necip gibi boşluktan yararlanıp şarlatanlık edenler sayısı sonsuz. Bu site, kendi başına mükemmel bir örnek. Yorum yazanlar okuduğundan anladıkları ile kendi özel hayatına ve inanışlarına şekil veren asıl allahın kulaklarına fısıldadıklarını, kelimeleri dilbilgisi kurallarına uyarak yan yana getirip okumuş yazmış, uslu, terbiyeli, evcil, sağ-sol masallarını duymuş, kamuda sözü olsun isteyen orta sınıf modern vatandaşlar veya soytarılar. Sırtını demokrasi, fikir özgürlüğü gibi artık zibilden ucuz ve sonsuz yalan olmuş haklara dayanarak özgürlüğünü tatbikata geçirenler. Teori ve praksiz bütünlüğü, yani. En güzel örnek de Zileli. Herif son 50-60 yıl etrafta dolaşan akıl almaz yalanları yutmuş ama şimdi ışığa kavuşmuş yeni yalanları yudumluyor. Hatta bunların gerçekten gerçek olduğuna inanacak kadar sersemleşmiş ama bunu benden başka gören yok. Eğer sadece ‘revisionist tarihçileri’ okusaydı sadece inandıklarının yalan olduğuna değil, düzenin ebedi öcü arama içinde olduğuna, ve günümüz felaketlerine hazırlamaları, terörizmin kaynağını ön görürdü. Bu azılı anarşist o kadar keskin zekalı ki Gorter yazısını bana getirdiklerinde kendini görmemişti bile. Herifin hayatı sönmüş, hâlâ ‘nerde o Günler nerde’ türküsü söylüyor.
Bu herif de Necip gibi sırtını daha önce adını ettiğim boşluklara dayamış, artık kendi ve kendi gibi düşünenlerin yarattıkları ekolojik hücrede aynaya bakıp duruyor.
İtiraflarıyla geçinmeden sıradan insanlara kulak asacak zamanı yok. Hep saray etrafında volta atmış ve şimdi de endüstri, emek, üretim anarşisti olmuş.
Komünizmin Yugoslavya’da yıkılması X. yıl dönümünde sokakta birine ne düşündüğünü sordular. “Eskiden daha iyiydi, kardeşlik vardı; biliyorum ‘o sahte kardeşlikti’ diyorlar. Bence, sahte kardeşlik, şimdiki gibi kardeşlerin birbirini boğazlamasından daha iyi.” der.
Kısacası insanlar çok uzun bir zamandır saray ve saray etrafında tur atanlar tarafından mağdur edilmişler. Bu tipler ve özellikle Zileli ve Necip gibi gerçek gerçeği bildiklerini, biri sattığı şerbetleri, diğeri sattığı arabaları alanlar sayısıyla kanıtlama huzuru içinde ‘comfortably numb’ olmuşlar.
En iyisini en sona sakladım: medeniyetin başlamasıyla bilgili/cahil ayırımın da başladığı artık inkar edilemez. Peki, neden biz kafayı bu cahillik konusuyla yoruyoruz? Neden bu sitedekilere yobaz ve iki yüzlü demektense, cahil diyoruz? Ben bilmiyorum ama bir anekdot anlatacağım.
Fransa’da bir köye çekilmiş ve bu Zileli gibi milyonlara değer ve dünyada milyonlarca tarafından tanınan bir anarşist ile konuşurken, “şaman uzaya gider, gezer kan ter içinde gelirdi, bu pezevenk*er okullarda milyonlarca çocuğun kafalarına her matematik, fizik, kimya ve benzeri saçmalıklarla dolduruyorlar belki bir gün gelir aralarından biri bizi gerçekten gerçekten gerçek uzaya götürüme yolunu bulur diye. Okul eğlence demekti, şimdi işkence oldu” dedim.
“Bunsuz sosyal eleştiri nasıl yapılır?” dedi.
Şu anarşiste bak, bu sitedeki İLERLEME dini müminleri yavşak anarşistlere bak. Bu b*k çukuru anarşistleri uzaya bizi de götürler diye heyecandan hoplayıp zıplıyorlar.
“Irakta İç Savaş Sesleri
Sömürgeci devletlerde iç savaş
Sömürgelerde bağımsızlığın teminatıdır!
Hümanizm soslu “savaşa hayır” sloganı
Statükonun korunmasıdır;
Sömürgelerin sömürge olarak kalmasının temennisidir!
Egemen devletlerde İç Savaşa/kargaşaya EVET!”
“Suriye karışınca
PKK Cehşleri devreye girerek olası ulusal hakları engellemek için PYD’yi görevlendirdi;
Şimdi de İran karışmaya başladı;
Yine PKK bir türevini görevlendirerek İran’nın toprak bütünlüğünün bekçiliğine soyundu!
Kürdler PKK ile hesaplaşmadan bir şey yapamaz!”
(Nasname)
Necîb Fâzıl + Haccâc-ı Zâlim = Necîb-i Âlim
Muhalefete karşı Emevî iktidarı destekçiliği = Haccâclık
Muhalefete karşı AK-iktidar destekçiliği = AK-Haccâclık = Necîblik (Fâzıl/Âlim)
“(Necip) demiş ki (Balkan Oligarşisi) benden uzak olsun.
Peki niye her gün (mağdur edebiyatı yapıp) ağlıyorsun?”
https://www.youtube.com/watch?v=B_GsvhsbZJc
Mr. Necip’s deep love for Anatolian Oligarchy
How deep is your love?
Is it like the ocean?
What devotion? Are you?
How deep is your love?
Is it like nirvana?
Hit me harder, again
How deep is your love?
Kâr Hırsının Bilançosu: 24 Ölü, 338 Yaralı!
http://marksist.net/okurlarimizdan/kar-hirsinin-bilancosu-24-olu-338-yarali
“Kâr Hırsının Bilançosu: 24 Ölü, 338 Yaralı!”
Marksist.net’in dogrudan devleti hedef almasi kolayciliga kacmaktir, bence.
Evet, kar hirsindan bahsedebiliriz. Ama, kar hirsinin gercek adresi zannettiginiz yerde degil gibi.
Yukaridaki linkteki resme dikkatlice bakarsaniz, raylarin her iki tarafinda ekili alanlar (tarlalar) var.
Bu taralalar ile raylar arasinda bir ‘geri cekme’ mesafesi olmali. Fakat yok.
Yani, oradaki ciftciler (her kim iseler), raylara sifir noktasina kadar topraklari surmus ve ekip bicmisler.
Bu da, raylarin etrafindaki dolguyu yumusatmis olmali. Ilk firsatta, ilk buyuk yagmurda da, en yumusak yerinden, toprak akmis gitmis.
Demiryollarinin her demiryolunun etrafini tel orgu ile koruma almasi gerekir, tamam; ama, kus ucmaz kervan gecmez yerlerde de bunu yapmak cok pahali bir seydir. Yani, pratikte kolay kolay altindan kalkilamaz.
Ciftcinin kendisinin geri cekme mesafesine uymasi gerekir.
Ama, evet, kar hirsi ile, bu yapilmamistir.
Mustafa Elveren (emekli ogretmen oldugunu da dipnotta ozellikle belirtmek ihtiyaci duymus) tarafinda kaleme alina yazinin sadece surasini elleyeyim:
Hz Muhammed, oldugunde, hirkasi bir Museviye rehindeydi.
[Bu pek dillendirilmez; cunku, Peygamberin hirkasinin bir Musevide rehinde olmasi, Muslumanlar icin gurur kiricidir.]
Dolayisi ile, serveti filan kalmamisti.
Baska bir deyisle, Hz Muhammed’i, karisindan kalan serveti sifirlamakla itham edebilirsiniz (ki, bu noktada da cevap sudur: size ne!); ama, servet biriktirdigini soylemek zordur.
Emekli ogretmen beyimizin –cok bilmis havalarinda– guya dengeli bir mukayse yapiyormus gibi yazdiklari havada kaliyor.
O oyle de, acikli olan, bunun ogretmenlerimizin bilgi kalitelerini yansitmasi.
Son secim bir ‘devrim’ midir?
Evet.
Iki kademede yapilmis bir devrim:
Once referandum, sonra da secim.
Her ikisi de sandiktan cikmis bir devrimin tamamlayici ayagidir.
Peki, illa ‘devrim’ demek zorunda miyiz?
Hayir. ‘Ihtilal’ da diyebiliriz –1920, 1923 veya 1960 ihtiallerine ‘devrim’ diyenler olduguna gore, iki kelime esanlamli kabul edilebilir.
1920/1923 ihtilallerinin karakteristik slogani ‘vatani kurtarmak’ idi ve kendisini bununla mesrulastirmaga calisiyordu.
Sonradan anlasildi ki, ‘vatani vatandastan kurtarmak’tan anlamina geliyormus…
Bu son devrim ise, ozetleyecek olursak, ‘vatani vatandastan kurtaranlardan kurtarmak’tir.
Yani, bir tur ‘uzun erimli restorasyon’, temelden duzeltme.
Fakat, her hal u karda, bunun bir ‘devrim’ oldugunu idrak etmek onemlidir.
Asina oldugumuz uzere, devrimlerden sonra Takrir-i Sukun benzeri uygulamalar olur. Olmustur.
OHAL, mesela, ‘Takrir-i Sukun’un cok light versiyorundur.
OHAL’in gecici olmasi gerektigi, dolayisi ile en kisa zamanda kaldirilmasi filan turunden laflar, bence, durumu anlaMAmakta israr etmektir.
Nitekim, OHAL’in uygulmada sagladigi kolayliklarin kanun ve/ya kararname ile kalici hale getirileceginden bahsediliyor.
Anormal bulmuyorum: ‘Devrim’in devamliligini saglamak icin bu tur seyler yapilir.
M. Elveren bu konuda doğru mu yanlış mı demiş tartışılır ama bence Muhammed olayında işin – diğerlerinden çok da farklı olmayan – özü şudur:
Muhammed, Arap / İslam devletini kuran (veya daha doğrusu temellerini atan, çünkü o işi kendisinden sonra ilk halifeler tamamladı denebilir) liderdir.
Allah elçiliği / peygamberlik davası bu liderliğin meşruiyet dayanağıdır.
Allah dışındaki tanrıların / putların reddi, kabileden devlete geçişte benimsenecek üst-kimliğin önünde engel olan alt-kimliklerin ortadan kaldırılmasıdır.
Ahiret / cennet-cehennem / şehitlik, ölümü göze alarak savaşlara ve fetihlere atılabilmek için gerekli unsurdur.
İnsan topluluklarının giderek medenileşmesi ve devletleşmesi, ve bu medeniyetlerin ve devletlerin yayılmaları neden “doğal” bir olgudur?
İnsanların soy zincirlerinin dallanıp budaklanarak yayılması “doğal” bir olgu olduğu için.
Mesela şöyle:
Kusay (ö. 480 dolayları) > Abdimenaf > Abdüşşems > Ümeyye > Ebu’l-As > Hakem > Mervan > Abdülmelik > Hişam > Muaviye > I. Abdurrahman > I. Hişam > I. Hakem > II. Abdurrahman > I. Muhammed > Abdullah > Muhammed > III. Abdurrahman > II. Hakem > II. Hişam (ö. 1013 [?])
Kusay (ö. 480 dolayları) > Abdimenaf > Haşim > Abdülmuttalib > Abbas > Abdullah > Ali > Muhammed > Ebu Cafer el-Mansur > Mehdi-Billah > Harun er-Reşid > Mutasım-Billah > Mütevekkil-Alellah > Muvaffak-Billah > Mutazıd-Billah > Muktedir-Billah > İshak > Kadir-Billah > Kaim-Biemrillah > Muhammed > Muktedi-Biemrillah > Mustazhir-Billah > Muktafi-Liemrillah > Müstencid-Billah > Mustazi-Biemrillah > Nasır-Lidinillah > Zahir-Biemrillah > Mustansır-Billah > Mustasım-Billah (ö. 1258)
Kusay (ö. 480 dolayları) > Abdimenaf > Haşim > Abdülmuttalib > Ebu Talib > Ali > Hasan > Hasan el-Müsenna > Abdullah > I. İdris > II. İdris > Muhammed el-Muntasır > I. Yahya > II. Yahya (ö. 866)
https://www.abcgazetesi.com/yazarlar/aziz-nesin-halk-dalkavugu-degildi-halkciydi/haber-94529
bizler sosyalist demokrat bir devrim istiyoruz!
icinde insanlarin giyim tarzina hayat tarzina karisilmadina paylasimin oldu adaletin oldu ve dünyaya entegre olmus bir ülke olarak bir devrim istiyoruz!
kararlik ve cesur adimlar icinde bu o kadar uzak bir istek olmadi insanlar görecektir.
insanlara acilen umut ve hayat enerjisi verilmesi sart,bu sayfada tikanip kalip real hayat birsey vermeyenler söz fasilitisi yapiyortur!
Burada ne kadar uzun bir yazi yazarsam o kadar etkili olurum die dusunen insanlar var galiba…… Bu toplumun bir sosyolojisinin gosterkesi galiba…. En iyi Ben bagirim! Yurtdisindan insanlar Türkiye geldi Zaman sunu soyluyor niye sozu fazla usatiryorsunuz hemen sonuca gelmiyorsunuz! Evet bu toplumun garip ama gercegdir bu, mantik yollarda kaliyor. Sunu demek istiyorum :Evet bir devrim gercek olacaksa bu sayfada degil sokata olur !insanlarla Beraber ve anlatimla olur,sanki uzaydan gokten iner gib bekliyor insanlar…. Hayir sizler ! Evet…. Herkes. Devrimin ne goturecegi degil ne getirceye anlatmak gerek.
TEKİRDAĞ’da 24 kişinin yaşamını yitirdiği 124 kişinin de yaralandığı tren kazasıyla ilgili soruşturma süreci devam ederken, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan, Halkalı-Kapıkule arasında yeni bir demiryolu hattı inşa edeceklerini söyledi. Yeni hatta trenlerin 200 kilometre hıza çıkabileceğini beliten Turhan, “Yapım ihalesi ilan aşamasında, eylül ayında teklifler toplanacak. Eski hat, yük taşımacılığında kullanılacak” dedi. Hürriyet’e konuşan Bakan Turhan, Halkalı-Kapıkule arasında devam eden tren hattı çalışmalarıyla ilgili bilgi verdi.
Yeni hattın inşasında Avrupa Birliği (AB) fonlarının da kullanılacağını belirten Turhan, şunları söyledi: “Avrupa Birliği yardımları 2014’ten sonra yeni bir paketle devam ediyor. 2014-2020 dönemi içinde bakanlığımıza 372 milyon Euro tahsis edildi. Bu dönemde bu paranın kullanılacağı ilk proje olarak yeniden Halkalı-Kapıkule hattı tercih edildi. Bu demiryolu hattının 200 kilometre hızlı bir demiryolu olarak yeniden inşası teklif edildi. Avrupa Birliği, bunun iki etapta yapılmasını Halkalı-Çerkezköy kesiminin TCDD tarafından, Çerkezköy-Kapıkule kesiminin ise AB fonlarıyla yapılmasını uygun buldu.”
ALTERNATİF PROJE
Avrupa Birliği hibelerinin Halkalı-Kapıkule demiryolu yapımında kullanılmadığı iddialarıyla ilgili de konuşan Turhan, AB’den ulaştırma ve altyapı projelerine yönelik 2007-2013 dönemi için 574.3 milyon Euro’luk fon tahsis edildiğini ve AB’ye öncelikle Halkalı-Kapıkule Demiryolu’nun yapımının önerildiğini söyledi. 2008’deki küresel krizin de etkisiyle AB ve Avrupa Yatırım Bankası’nın bu projeyi fizibilite açısından uygun bulmadığını kaydeden Turhan, alternatif projeler istendiğini belirtti.
AB’nin talebi doğrultusunda söz konusu fonun hızlı tren de dahil olmak üzere farklı demiryolu hattı projelerinde kullanılmasının kararlaştırıldığını ifade eden Turhan, şunları söyledi: “AB mali yardımlarını en efektif kullanan bakanlık olarak 574.3 milyon Euro’luk fonun 500 milyon Euro’su harcandı ve herhangi bir fon kaybı veya yanma söz konusu olmadı. Sadece Samsun-Kalın projesinin aralık ayında bitmemesi nedeniyle bundan sonraki maliyetin TCDD tarafından karşılanması AB mali yardımları kuralları nedeniyle zorunlu hale geldi.”
2019’DA İNŞAAT BAŞLAYACAK
ÇERKEZKÖY-Kapıkule arasında ihale süreçlerinin başlatıldığını ve müşavirlik tekliflerinin alındığını belirten Turhan, yapım ihalesinin ilan aşamasında olduğunu, eylül ayında tekliflerin toplanacağını söyledi. Turhan, “Yıl sonuna kadar işin sözleşmeye bağlanması ve 2019 yılı başında da inşaatın başlaması hedefleniyor” dedi.
Dünya entelektüel aleminde yıllardır harıl harıl tartışılan Samuel P. Huntington’ın tezi nihayet bu entelektüeller sitesinde de yer almış: 163, http://marksist.net/okurlarimizdan/kar-hirsinin-bilancosu-24-olu-338-yarali marksizm dini müritleri ve Necip.
Geleneksel dinlerde dikenli olan bir soru vardır. Eğer Allah ne yapacağımızı biliyorsa neden önleyeceğine yapmamıza izin verip sonra bizi cezalandırıyor?
Geleneksel din alimleri bu dikenin aslında güzel gülü sakladığına dikkat çekip, insana güzel gül ‘özgür irade’sini hatırlatır.
Sıradan halk, “bu dünya bir imtihan dünyası” der; en çok sevdiğim türkülerden biri olan sıradan halk türküsünde “çiçeğin etrafı dikendir hardır” denir.
Kendi yargımı bu sitede defalarca ifade ettim: B*k mutlaka çıkacak. Tabii, nerede b*k varsa, orada sinekler olacak. Sinekler din ve modern versiyonları ideolojiler. Aydınlar ve burjuva –kapitalizm, Marksizm, Marksizm’in bir kopyası ve bu sitede savunulan endüstri-anarşizm.
Doğrusunu söylemek gerekirse,bu site orta sınıf entelektüelleri tanıyalı yargıma güvenim çok sarsıldı. Bu orta sınıflılar,
– yeni ve daha iyi Yeni Cesur Dünya’ya hiç korkmadan bağrını açmış ve fakir fukarayı da arkalarına takma coşkunluğu içinde hoplayıp zıplayan sağ ve sol devrimciler,
– genetik mühendisliğiyle bu düalizm aşılıp bir sentez olabilir, yani diyalektik falan filanla, insan sıçm*dan ve sonsuz yaşayabilir umuduna kapılanlar,
– Medyada pek dolaşmıyor ama araştırmacıların yoğun zaman harcadıkları bir sır var. Hastalıkların %90’ından çoğu ya kendi kendine geçiyor ya da plasebo etkisi (‘placebo effect’) ile. Eğer kuru kelle bilim adam-karılar diyarını terk eder de tarihe bakarsak bunu görmek daha kolay. Medeniler dünyayı kendilerine benzettikleri için bütün dünya insanlarından daha üstün olduklarına inanıyor; Müslümanlar, Allah’ın bir tüccara mağarada tüm evren sırrını açtığına inanarak 50-60 yılda Çin’den İspanya’ya kadar yayıldılar; Hıristiyanlar Allah’ın yere inip güzel bir Yahudi kızına kendini doğurttuğuna inanıp inanmayanları kılıçtan geçirdiler; Avrupalı ırkçı mavi gözlü sarışınlar dünyanın dört bucağına medeniyet ve aydınlık meşalesini götürüp ışıklarından faydalanmak istemeyenleri meşale ateşiyle yaktılar; Hitler, zamanında dünyanın en fazla yazan, çizen, okuyan halk ve entelektüellere Ayrancıların en üstün ırk olduğuna inandırdı; Zileli yıllarca marksist-leninist yalanları bal gibi yutar ama nihayet aydınlığa vardığına inanır; Necip araba tamir ve satışı ile iyi kazandığı için iyi bildiğine inanır; kadın haraketi dünya kadınlarına coşkunluk getirir; Orta Doğu Kürtleri dünyanın en ileri, en demokratik, en eşitçi toplumu olur; bilim adam-karı araştırmacılar da plasebo etkisi sırrına varmakla doğa sırrı soğanın bir kabuğunu daha soyacaklarına inanır. Şimdiye kadar her kabuktan sonra hep soğan çıktığına ve dolayısıyla tüme varım mantığıyla tümü soğan diyemezler, çünkü hizmet ettikleri efendilerden korkarlar.
Tabii bu arada geçici palyatif tedaviler de var: Küreselleşme, ‘born again’ ama bakire Marksizm, bu sitedeki ‘born again’ Anarşizm, ‘born again’İslam, ‘born again’ Konfüçyüsçülük falan filan; herkesi birbirine bağlayan asıl demokrasi Sosyal Medya ve özellikle bu sitede adresi sık sık Youtube pornografik videolar; carpe diem; Uzay Turistliği; İnternetle indirilebilir seks emekçileri falan filan.
Mürit 163, http://marksist.net/platform.htm yoldaşlar ve bu site müdürü Zileli ‘born again’ bakire devrim galeyanı içinde yeniden coşmuşlar. Özgür iradeyi materyalleştirip sekülerliştirerek bilim-teknoloji-insanın bilinçlenmesi- falan filan, daha kısacası “with Capital all is possible” inancı içindeler.
Diğer yanda, Mürit Necip, geleneksel din alimlerinin çözümüne inanır: Yani, “Bu dünya bir sınav”. Tabii her ilerici ve aydın dinci gibi ekler: “Her şey Allah’ın elinde ama Allah insana akıl da vermiş, ben bunun daniskasıyım, doğru yoldan hiç çıkmadım ve çıkmam da, karşılığında hem para bankam hem de veri bankam b*k gibi dolu, falan filan. ”, falan filan, lak, lak, lak.
Sosyalizm kurucusu Marks isi birkaç satirla halleti. O kalin kitaplari Marks yazmadi. Adi Marks olan baska bir yazar yazdi.
Gercek Marks kisa kesip “dunya fikirlerle degil, degistirilirmeye degistirilir” dedi. Yani materiyel dunyayi degitirmekle, sokaklarda aktif olmayla.
Iphone, facebook, twitter, google, youtube gibi beraber anlatim saglayan teknolojilerle devrim olacak.
Yurt disindan gelenler haklilar. Bizler cok uzatiyoruz. Bakin onlar nasil geldikleri ulkelerde isi uzatmadan devrim yapmislar.
Bu durumda ya biz de onlar gibi hemen ve fazla uzatmadan devrim yapmaliyiz veya o devrimin yapildigi yurtdisina goc etmeliyiz.
Eski sosyalist demokratik devrimler televizyonda yayinlanmadi. Yeni sosyalist devrim de ne burada ne de sosyal medyada yayinlanacak.
Sosyalist demokratik partimiz havalar serinleyince sokaklarda devrim hareketine gececek. Hepinizi davet ediyoruz. Yoldaslar, geldiginizde beraber anlatimimizi kolaylastirmak icin iphonlarinizi mutlaka yaniniza aliniz. Birbirimizle twitlesir, facebooklasir
Kahrolsun sosyal demokrasi dusmanlari! Yasasin elektronlar hiziyla beraber anlatim! Yasasin iphone materyal devrimimiz!
Sayın Marksist sol devrimci, anarşist sol düzen dışı devrimci Zileli ve yoldaşları, anarşist sağ düzen içi devrimcisi Necip.
İngiltere Trump ziyaretine denk getirme amacıyla bir ilanda bulundu.
İngiltere de insan embriyolarını düzenlemede hiç bir ahlaki engel olmadığı gibi düzeltmeler yapılmaması için hiç bir neden olmadığı kararına varıldı verildi
Ama hâlâ bu sitedeki anti medeniyet benzeri tutucu, gerici ve mevcut düzen savunucuları var.
İnsan Genetiği Uyarısı Direktörü Dr. David King: “Bu mutlak bir utançtır. 30 yıldır öjeni genetik mühendisliği üzerine uluslararası yasaklarımız var. Bu çılgınlığın kesinlikle bir sağlık yararı olmasa da, bu bilim adamları daha iyi bildiklerini sanmaktalar. İngiltere halkı, 15 yıl önce GM yemek istemediğine karar verdi. GM bebeklerini istediklerini mi düşünüyorsun? ”
Diğer bir tutucu, Genetic ve Toplum Merkezi’nden Marcy Darnovsky: “Çok tehlikeli. İhtiyaç olmadığı gibi sağlıklı çocuk yetiştirmenin diğer yolları var. Bu çılgınlık, varsıllar ve yoksullar (haves and have-nots) dünyasına bir kapı daha açacaktır. Daha fazla eşitsizlik dünyası, daha fazla ayırım dünyası istemiyoruz.”
Bu gerici ve tutucu düzen savunucuların unuttukları, Zileli abimizin dediği gibi Devrim İhtiyacı. Düzen elimize geçtiğinde daha bilinçli, daha ölçülü, daha eşitlik ve çoğunluğa hizmet edeceğimizi bilmezlikten gelmeleri. Zileli abimizin dediği gibi, devrim mutlaka olacak çünkü biyolojik nedenlerin kaçınılmaz bir sonucudur. Şimdi olmasa bile biyolojik şartlar oluştuğunda olacaktır.
Yaşasın şimdiki genetik devrim!Yaşasın gelecekteki kaçınılmaz devrim! Yaşasın bu karara varan İngiltere!
“Sayın Marksist sol devrimci, anarşist sol düzen dışı devrimci Zileli ve yoldaşları, anarşist sağ düzen içi devrimcisi Necip.”
Sayın medeniyet içi retorik ilkelcisi devrimciyi eklemeyi unutmuşsunuz.
Fesahat ve belagate düşkün retorik ilkelcilerinin okuması gereken bir alıntı:
“Lisân-ı Türkî ki hadd-i zâtında sakîl ve fesâhat u belâgati her cihetle nâdir ü kalîldür. Dâimâ zebân-ı Fârisîdeki güftâr-ı şehd-âsârla karışdurup ve ahyânen lisân-ı Arabîde olan ibârât-ı sükker-bârla alışdurup şîr ü sükker-vâr imtizâc-ı pür-revâc-ı hikmet-disâr virüp edâ-yı belîğle söz nazm idememişdür.”
http://courses.washington.edu/otap/archive/data/arch_txt/texts/a_kunhul.html
Anti-Kapitalizm’in hurafelerini, ütopyalarını ve yeldeğirmenlerini teşhir ederek bu ideolojinin çürüklüğünü apaçık kanıtlarla gösteren fikir öncümüz
“Anti-Kapitalist’lerden Kurtuluş Savaşı”nın Başkomutanı
Ulu [Düşünce] Önder[i]
Anti-Anti-Kapitalist’lerin Atası
Necip Ata-Anti-Anti-Kapitalist
“… Daha geçtiğimiz yıl Yunanistan iltica başvurusu reddedilen binlerce göçmeni zorla ülkelerine geri göndermişti. Sığınmacıların AB ülkeleri arasında kota konularak paylaşılması talebi zaten Orta ve Doğu Avrupa ülkelerince kabul görmediği için uygulanmıyordu. Bu anlaşmanın göç sorununu çözmek adına Avrupa’nın “belayı kendisinden uzak tutmak” meselesine odaklandığı, göçmen karşıtı aşırı sağ partilerin ve otoriter liderlerin iktidarda olduğu İtalya, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin memnuniyetlerini ifade etmekteki aceleciliklerinden de anlaşılıyor. Kısacası kapitalistler büyük bir ikiyüzlülükle bir taraftan Asya, Afrika ve Ortadoğu’yu yangın yerine çevirirken diğer taraftan bu yangın yerinden kaçmaya çalışan milyonları durdurabilmenin hesaplarını yapıyorlar. Ancak bu o kadar da kolay değil. Yangın devam ettiği sürece göç dalgası da kaçınılmaz olarak büyüyecek ve Avrupa sınırlarına dayanmaya devam edecektir.
Üstelik bugün yaşanan göç dalgası kapitalizmin önceki dönemlerinde yaşananlardan farklıdır çünkü kapitalizmin içine girdiği tarihsel kriz sürecinde yaşanmaktadır. “Geçmişteki büyük göçlerde hâkim etmenlerden biri olan ekonomik kurtuluş arayışı iki temel şart üzerinde yükseliyordu. Birincisi, dünya üzerinde henüz büyük ölçekte bakir toprakların var olması; ikincisi, dönemine göre gelişmiş ülkelerin emek gücü ihtiyacı. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası yükseliş konjonktüründe (ve savaşın yol açtığı üretici nüfus kaybı etmenini telafi amaçlı) Avrupa’nın güney ve güneydoğusundan, Türkiye’den işgücü ithal etmesi bunun bir örneğiydi nitekim. Günümüzün (son çeyrek yüzyılın) büyük göç dalgası ise bakir alanların ve ekonomik yükseliş etmeninin yokluğunda gerçekleşiyor. Anayurtlarında yaşanan savaş, kıtlık ve ekonomik yıkım koşullarından kaçıp kurtulmaya çalışan yığınlar, uzak geçmişteki birçok durumun aksine artık hiç de talepkâr olmayan coğrafyaların kapılarını zorluyorlar…. Sonuç olarak kapitalizmin uzun süredir içinde olduğu tarihsel kriz nedeniyle, hem yeryüzünde sefalet artıyor, hem bu krizin bir ifadesi olan emperyalist savaş süreci nedeniyle gitgide artan sayıda bölge yaşanılmaz hale geliyor, hem de kaçıp kurtulmak isteyenler için göç etmeye çalıştıkları ülkelerde eskisi gibi bol iş ve aş yok. Bunların hepsi kapitalizmin krizini özetliyor.” (Levent Toprak, Göç, Mülteciler ve Kapitalizm (7 Mayıs 2016), marksist.com)
… Ne yazık ki bugün farklı düzeylerde de olsa Avrupa’da da Türkiye’de de emekçiler yaşadıkları sorunların sebebi olarak göçmenleri görüyorlar. Avrupa ve Amerika’da siyasi iktidarlar halen göçmen düşmanlığı üzerinden siyasi rant sağlıyorlar. Yine de göçmen düşmanlığıyla malul olmamış kesimler de var ve bunların kendi hükümetlerinin göçmen düşmanı politikalarını protesto etmeleri umut vericidir. Bugün izlenmesi gereken yol göçmenlerle enternasyonal dayanışmayı güçlendirmek ve emekçilerin sorunların gerçek kaynağını görmelerini sağlayarak toplumda biriken öfkeyi kapitalist sisteme yönlendirmektir.”
Kapitalizmin Tarihsel Kriz Sahnesinde Büyüyen Göç Dalgası
Marksist Tutum / 17 Temmuz 2018
http://marksist.net/demet-yalcin/kapitalizmin-tarihsel-kriz-sahnesinde-buyuyen-goc-dalgasi
DOĞALCI anti-ilerlemecilerin kaçırmaması gereken bir YAPAY KAZA haberi:
“Kuş sürüsüne giren THY uçağı havada 3 saat tur attı
İstanbul’dan Nijerya’nın başkenti Abuja’ya gitmek üzere havalanan Türk Hava Yolları’na (THY) ait uçak, motoruna kuş çarpması dolayısıyla Atatürk Havalimanı’na geri döndü.
Edinilen bilgiye göre, THY’nin İstanbul-Abuja seferini yapan TK 623 sefer sayılı uçağında, Atatürk Havalimanı’ndan kalktıktan kısa bir süre sonra motoruna kuş çarpması sonucu arıza meydana geldi.
Boeing 737 tipi ve içinde 124 yolcunun bulunduğu uçak, Çorlu hava sahasında tur atarak yeterli iniş ağırlığına ulaşmak için yakıt tüketti.
Yeterli iniş ağırlığına ulaşan uçak saat 22.30’da Atatürk Havalimanı’na indi.
Bekleme salonuna alınan yolcuların başka bir uçakla Abuja’ya gönderilecekleri öğrenildi.”
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/kus-surusune-giren-thy-ucagi-havada-3-saat-tur-atti-40900250
Haydi, DOĞAL gökyüzünde YAPAY uçakların değil, sadece DOĞAL kuşların DOĞAL BİR ŞEKİLDE uçabilmesi için bir an önce bütün YAPAY uçakları imha edelim!
Elbette ki, BAZILARI YAPAY BAZILARI DOĞAL orman yangınlarını YAPAY BİR ŞEKİLDE söndürme YAPAY uçakları,
veya diğer DOĞAL yangınlar, DOĞAL depremler, DOĞAL volkanlar, DOĞAL kasırgalar, DOĞAL tayfunlar, DOĞAL tsunamiler, DOĞAL çığlar gibi DOĞAL AFETLERDE,
[YAPAY gemi, YAPAY demiryolu, YAPAY trafik kazaları gibi YAPAY AFETLER değil, çünkü onların müsebbibi YAPAY araçlar da YAPAY uçaklar gibi imha edilecek]
kullanılacak YAPAY TAHLİYE uçakları dahil.
Eğer birisi, ömrünü medeniyete karşı çıkmak ve idealize ettiği hayatı övmekle geçirse, yani özlemine kavuşamadan sadece özlemini dile getirmekle kalmış olsa, boşa çabalamış olur mu?
Yoksa olmaz mı?
Zühd ve takvâ sahipleri, yani kalıcı âhiret nimetleri için geçici dünya nimetlerinden yüz çeviren ileri görüşlü zâhidler ve muttakîlerin kurtuluşu gibi mesela?
(30) İnne li’l-muttakîne mefâzen
(31) Hadâika ve a’nâben
(32) Ve kevâıbe etrâben
(33) Ve ke’sen dihâkan
(34) Lâ yesmaûne fîhâ lağven ve lâ kizzâben
(35) Cezâen min rabbike atâen hisâben
(30) Şüphe yok ki çekinenlere bir kurtuluş, bir kutluluk ve murâda eriş yeri var.
(31) Bahçeler, üzümler.
(32) Ve memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar.
(33) Ve dopdolu kadeh.
(34) Ne boş bir söz duyarlar orada, ne birbirlerini yalanlama.
(35) Rabbinden, fazlasıyle bir lütuf ve ihsân.
Ek:
Salomon gibi olmayın!
Salomon, yılbaşı çekilişinde Tanrı’ya yakarmış, “Ne olur büyük ikramiye çıkmadan canımı alma” diye.
Salomon, şansın yüzüne gülmediği yıllar boyunca Tanrı’dan çıkması için yardım dilediği ikramiye tutarını düşürmüş, ancak sonuç değişmemiş. Ve bu özlemine kavuşamadan hayata veda etmiş.
Öbür dünyada sınav verirken dayanamayıp sormuş:
“Tanrım, o yalan dünyada birçok hatam olabilir. Ancak sana sadece yılbaşı çekilişlerinin birinden ikramiye çıkması için yalvardım. Neden, ömrüm boyunca tek kuruşluk ikramiye almamı sağlamadın?”
Tanrı, “Ben de çok istiyordum sana bir ikramiye kazandırmayı” demiş, “Ancak bir kez bile piyango bileti almadın ki!”
http://www.milliyet.com.tr/2001/12/14/yasam/yas00.html
Bütün medeniyetlerin zamanla Batı Roma, Doğu Roma/Bizans ve Sasaniler gibi yaşlanması kaderdir.
O yaşlananların yerlerini başka gençlere, mesela Anglo-Sakson, Frank, Germen, Sırp, Bulgar, Rus, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Haçlı/Latin, Osmanlı medeniyetlerine bırakmasının, ya da Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk’un merkezinin okyanusun doğu sahilinden batı sahiline taşınmasının kader olması gibi.
Bugünlerde tanık olduğumuz kader ise, genç AKP ve Erdoğan yönetiminin Anadolu’yu şahlandırarak CHP Tek Parti Rejimi’nin mirasçısı yaşlı Balkan Oligarşisi’ni tarihe gömmesidir.
Darısı yarın yaşlanacak olan bugünün gençlerinin kaderinin başına!
“176 Anonim 17 Temmuz 18 / 10pm
“Sayın Marksist sol devrimci, anarşist sol düzen dışı devrimci Zileli ve yoldaşları, anarşist sağ düzen içi devrimcisi Necip.”
Sayın medeniyet içi retorik ilkelcisi devrimciyi eklemeyi unutmuşsunuz. ”
Bir odaya aniden bir top yuvarlansa köpek havlar, insan nereden geldi diye merak eder.
Senin en büyük hatan, sizlerle alay etmemi bile daha anlamayacak kadar ibiş olman bir yana, benim devrimci değil gerici bile olduğumu da daha henüz anlamamış olman!
Belki şimdi sizlerin ne kadar enayi olduğunuzu nasıl bildiğimi anlarsın! İnşallah! Amin!
Her neyse, “retorik” ne demek, bilgiç hocam?
Yahu, biraz yaratıcı olun, hepinizin hav havları aynı! Tabii, dolaylı da olsa, aynı nakaratı tekrarlayıp durduğunuzdan başka diyecek bir şeyiniz olmadağınız da belli oluyor.
“177 Anonim 17 Temmuz 18 / 10pm
Fesahat ve belagate düşkün retorik ilkelcilerinin okuması gereken bir alıntı:”
Önce şaşırdım. Bu site ilericiler sitesi. O yüzden benim gibi aşırı gericiden nefret ediyorlar. Sen ve verdiğin adrestekilere
‘antiquarian’ veya ‘ grave diggers’ denir. Bu herif ilericiler arasında ne arıyor diye düşündüm ve jeton düştü. Sizin gibi bilgi memurlarını pompalayanlar ağızlarına bir emzik verirler ve bu sitedekiler gibi evcilleştirirler, uslu ve terbiyeli yaparlar: emziğin adı, İNSANLIK İÇİN, falan filan.
Annem Arap, yani anadilim Arapça.
أبن الشرموطة يصبح أبن الشرموطة نظر أبن الشرموطة
Osmanlıca yazarsam, Türkçe yazmış olurum:
ولور يالايان كيچ باكا باكا يالايانا كيچ يالايان كيچ
Adresteki UW ana sayfada resmini gördüm. K*ç yalayan k*ç yalayanın k*çını yalaya yalaya k*ç yalayan olurmuş. UW, katil Wash-Indians-TonTon’un kıçını yalamış sen de UW’un. Yalnız sen köpek misin kuzu mu? Belki Bil-Kent stuffısın.
Üst zekalı Mehmet Kalpakli mi?
Az zekalı Bilkent Stuff’dan,
Fazlalık Can, Con-pute En-Cin-Eerie mi?
Pınar Duygu Akar, Con-pute En-Cin-Eerie mi?
Ethem F. Can, Gradual Ass mi?
Her halükârda, maşallah, maşallah! Allah siz ölü bilgiler trafik memurlarını bu öğrenim gezegeninden eksik etmesin! Amin!
Bence ilkellik hakkında bir bok bilip de söyleseydin daha iyi olurdu.
Bak ben sana senin gibi çoban sopası ve çoban köpekleriyle hizaya sokulan dünyada en fazla okunan kitapların başında gelen ve yazılı tarihte bu sizin bataklığınıza işaret edenlerin ilklerinden sayılan kitaptan bir alıntı vereyim.
“Le cuisinier, le charron et le nageur étaient des hommes actifs. Leur activité nous était décrite de façon saisissante. Les trois s’interrompaient pour parler de l’activité qu’ils venaient de suspendre. Les trois décrivaient les transformations qu’avait connues leur activité à mesure qu’ils avaient progressé dans la maîtrise de leur art. Cette activité contraste très nettement avec les moments de l’expérience que les phénoménologues ont décrits, ceux de la sensation et de la perception principalement, parfois aussi ceux du souvenir ou de la réflexion. Le phénoménologue est un homme assis qui cherche à saisir ce qui se passe quand il voit sa table, sa feuille de papier, la fenêtre ouverte, le mur de la maison d’en face – ou ferme les yeux pour observer ce qu’il fait quand il y pense. Ce qu’il tente de décrire se situe dans un rapport à soi conscient et soutenu.”
Çoooook daha var.
En yakınlardan bir örnek:,
Tim Ingold: Perception of the Environment, Ways of Walking,
or look at his presentation at the symposium called Įłàà Katı̀ to advance the understanding and uses of Traditional Knowledge.
Daha binlerce var ulan salak. Ben ancak burada senin gibi kara cahiller ile alay ederim. Boş ver şu cici bici ‘retorik’ lafını.
Eğer cici bici olduğu için kullanacağına kelimenin tarihine baksaydın böyle gülünç olmazdın.
Retorikçiler aynı şimdi senin iftiharla yazdığın adreste bilgi satışı veya bilgi pezevenkliği yapanlardı. Yani çoktan toplum bilenlerle bilmeyenlere ayrılmış ve sizin gibi ukalalara iş düşmüştü. Retorikçiler doğal olarak göreciler (rölativist). Yani aynı şimdiki kıç yalayanlar gibi sıkışınca bu bahaneye baş vururlar. Sizin gibi TEK allah peşinde koşan, doğuştan köle ruhlu biri (bak, **not) Akıl Yürütme (Reason), yani mutlak yargıç arar. Çok daha sonra bu Akıl Yürütmenin boku çıkınca Blake buna ‘URİZEN’ der. Sizlere benzeyen Freud bilinçaltını bulur, Marks sınıf kavgasını.
Eğer sende sonsuz az bir zeka varsa şimdi söyleyeceğimi anlarsın: Akıl Yürütme dünyayı anlama imkanına yol açar. Atalarınız önce hemen canlı/cansız ayırımı yaparak evrensel demokrasiden cıvığı çıka çıka sizin bu gün içinde çırpınıp durduğunuz mikroskoplarla ayırt edilir eşitsizlik bokunuza varılır.
**SONSUZ ÖNEMLİ NOT: sizleri tuzağa sokanların en büyük özelliği hem doğruyu hem yalanı aynı kelimelerle söyleyebilmek. Hepiniz bu hokkabazların tuzağında çırpınan zavallılarsınız.
O da yetmez gibi uzmanlığın tarihini bilmeyen senin gibi uzmanlar türer.
“ … We leave behind us the world of historical ironmasters and banker-historians, geological divines and scholar tobaconnists, with its genial watchword : to know something of everything and everything of something : and through the gateway of the Competitive Examination we go out into the Wasteland of Experts, each knowing so much about so little that he can neither be contradicted nor is worth contradicting.”
Victorian England, Portrait of an Age
Eğer sende cesaret varsa ve biraz kölelik dışı bilgilere merakın varsa, çık karşıma anlat bakalım sen ne bu dedikleri hakkında ne biliyorsun?
Hiçbir antropoloji kitabı okudun mu? Medeniyetin çıkışı ile ilgili bilgin ne? Medeniyetin neden başladığını biliyor musun? Medeni olmayanların düşünce sistemleri hakkında bilgin var mı? Mitlerini biliyor musun?
Ulan yavşak, biz dünyaya yaşamaya geldik, okula gitmeye değil!
Maaş alma, ücret köleliğinle yetiniyorsan, herkes senin gibi değil ama büyük bir çoğunluksunuz. Yani bir bakıma haklısın. Bu kadar aptal olmana rağmen utanmadan bana dil uzatmanın nedeni de bu.
Eğer Washington University pezevenklerinde zerre kadar onur olsaydı zaten çoooktan orospu çocuğu katil Washington =Wash-Indain-Ton Ton kelimesini kullanmaktan vazgeçerlerdi.
Oku ulan oku:
Facing West: The Metaphysics of Indian-Hating and Empire-Building by Richard Drinnon
Kitabın başındaki epigraph bile sizler gibi okumadan çok bilenlere kafi gelir:
Jollity and gloom were contending
for an empire.
And I know that you people are loyal dogs of the winners!
Veya
Âge de Pierre, âge d’abondance par M. Sahlins
Sen git biraz günümüze varış nedenlerini kurcala. Sizler gibi sonsuz cahillerle salt dalga geçilir, hepsi o kadar. Şimdiye kadar salt yakıcı ve yıkıcıların dünyaya egemen olduğunu bütün incelikleriyle inceleyenlerin özetine senin gibi salaklar ancak bir bok biliyor havasına bürünerek “retorik ilkelcileri” der. Sen git havlamanı Özgür Üniversitelerde yap! İnşallah!
CHP’deki son gelişmelerle ilgili yazan Özdemir İnce’nin şu yazısı önemli;
http://ozdemirince.com/sonun-sonu-uzerine/
Özdemir İnce’nin yazısında bahsettiği, “Amip tabiatlı Ahmet Hakan”ın “Neden Muharrem İnce’nin ayrı parti kurması şart?” başlıklı yazısından:
DİKTATÖR TEBRİK EDİLMEZMİŞ
KEMAL Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı tebrik etmeyecekmiş.
Çünkü diktatör tebrik edilmezmiş.
*
Kemal Kılıçdaroğlu’nu duyan da…
Erdoğan’ın 24 Haziran günü tankıyla, topuyla darbe yaptığını falan sanır.
*
Kemal Bey! Kemal Bey!
Ülkede darbe olsa, Erdoğan darbeyle başa geçse ve size de “Hadi tebrik et bakalım” dense…
“Diktatörler tebrik edilmez” dersiniz ve bu dediğinizle de tarihe kahraman olarak geçersiniz.
*
Ancak ülkede darbe değil seçim yapıldığı için…
Bu dediğinizle siz tarihe ancak “hazımsız” olarak geçebilirsiniz.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/neden-muharrem-incenin-ayri-parti-kurmasi-sart-40879493
Ahmet Hakan ve Özdemir İnce’nin başka konulardaki tutumlarını, mesela İnce’nin Dersim katliamı savunuculuğuna mukabil A. Hakan’ın bu meselede yazdığı haklı yazılarını bir kenara bırakıp sadece bugün iktidar karşısındaki pozisyonlarına baktığım zaman, A. Hakan karşısında İnce’ye sempati duyacağım hiç aklıma gelmezdi.
Summün bükmün umyün “Wahsiyyun” fehüm lâ ya’kılûn
Ve minhüm men yestemiûne ileyke. E fe ente tüsmiu’s-summe ve lev kânû lâ ya’kılûn?
Ve minhüm men yanzuru ileyke. E fe ente tehdi’l-umye ve lev kânû lâ yübsırûn?
Resmin küçük bir kısmını görenler, öfkeyle bağırıp çağırırlar.
Resmin bütününü, en azından büyük bölümünü görebilenler ise, Necip Bey gibi, sakindirler.
Öfkeyle kalkanlar zararla oturur iken, sükunetle oturanlar kâr ederek kalkarlar.
Sakin Necip Bey’in, “kâr eden bir kapitalist” olmakla suçlanarak öfkeleri üzerine çekmesi şaşırtıcı değil.
Tahsilli, Terbiyeli, Maaşlı, Uslu, Evcil, Yüksek Zekalı, Yaratıcı, Devrimci, Orta Sınıf Türk Dahisi180, dünyanın en dandik ansiklopedisi Wikipedia’ya bile bir göz atmamış, Hatta Wikipedia’nın kendisi gibi “İNSANLIK İÇİN” dininin kollektif ekip müritleri tarafından kardeşçe, beraberce, paylaşarak falan filanla 180 gibi bilgiçler için hazırlanmış olduğunu bile bilmiyor! Galiba. Bilgiç 180, bu site mantığının özünü temsil eder: “sağ/sol devrimciyim, yani hak yolundayım, o halde haklıyım!”
Yaşasın Hollywood! Yaşasın Televizyon! Yaşasın Özgür Üniversiteler! Yaşasın Dandik Devrim Muhabbet Tellaları!
Türklerin en ulu üç şeflerini bile utandıracaksınız.
1. AtıTürk/Ulusalcılık
“Dünya’da her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalâlettir.”
2. Muhammed/Müslümanlık
“Kim ilim talep ederse; bu işi, geçmişteki günahlarına kefaret olur.”
“İlim Çin’de bile olsa gidiniz.”
“Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” (Notum: This is a fu*king learning planet!)
3. Marks/ Kahrolsun Kapitalizmcilik.
“Ignorance never yet helped anybody.”
Erdoğan’ın açıkça peşine takılanlar dinci olduklarını kabul ediyorlar. Bu site soytarıları o kadar dinciler ki dinci olduklarının farkında bile değiller, inançları hakikatin ta kendisi.
Bakın mesela bu hödük 180’e göre, son 10 bin yıl hariç, insan sanki yaklaşık 2,6 milyon yaşamını kendi gibi televizyon önünde bakmakla geçirmiş. Bu yobaz böyle bir şeye inanır ama bunun batıl inanç olduğunu görmez.
İlkeller ile medeniler arasında en büyük farklardan biri: İlkellerde fiil çok, medeni yavşaklarda isim. Medenilerin ağızlarına sokmuşlar binbir türlü mal ve maslahatı, medeniler zevk içinde yalayıp duruyor. Ulan sizde biraz akıl olsa, eğer ilkeller de, yüz binlerce aracıların ağzınıza verdiklerini yalamakla sizler gibi böyle uysal olsalardı, televizyon ve iş başı emzikleri emselerdi, akıl almaz şartlar içinde yaşamda kalmalarının imkansızlığını, belki, belki, belki çakardınız.
Hatta size batan da bu. İlkeller gibi yaşamın imkansızlığı. Ulan salaklar, yaşanılmış! Yani, ‘ama, imparator çıplak!’
Her neyse, işte dandik Wikipedia:
2.6 million years ago (Ma)
Stone tools (Oldowan) in present-day Ethiopia, earliest finds are typically with Australopithecus garhi
2.3 million years ago
Earliest likely control of fire and cooking, by Homo habilis
1.76 Ma
Advanced (Acheulean) stone tools in Kenya by Homo erectus
900-40 thousand years ago (ka)
Boats
790 ka
Hearths, at Gesher Benot Ya’akov, in Israel (latest possible invention of cooking
400 ka
Pigments in Zambia
400-300 ka
Spears in Germany likely by Homo heidelbergensis
300 ka
Anatomically modern humans (EXCEPT THE TURKS WHO ARE STILL IN SHIT HOLES WAITING FOR THE REVOLUTION PROMISED BY THEIR PIMP GURUS)
200 ka
Glue in Italy
170-83 ka
Clothing
135-100 ka
Beads in Israel and Algeria
110 ka
Last glacial period begins.
100 ka
Burial in Israel
90 ka
Harpoons in the Democratic Republic of the Congo.
77 ka
Bedding in South Africa
64–61 ka
Bone tool technology in South Africa, evidenced by the find of a spearhead along with what may be an arrowhead, suggesting bow and arrow, and a sewing needle
40-50+ ka
Behavioral modernity (EXCEPT THE TURKS WHO ARE STILL IN SHIT HOLES WAITING FOR THE REVOLUTION PROMISED BY THEIR PIMP GURUS)
44–42 ka
Tally sticks (see Lebombo bone) in Swaziland
40–20 ka
Cremation in Australia
40 ka
Cave painting in Spain and Indonesia
37 ka
Mortar and pestle in Southwest Asia.
36–9 ka
Weaving – Indirect evidence supports earlier end in Georgia and/or Moravia. The earliest actual piece of woven cloth was found in Çatalhöyük, Turkey (WHERE ATITURK, KARL MARKS … ERDOGAN VE REVOLUTIONARY PIMPS ARE BORN)
35 ka
Flute in Germany
28 ka
Rope
28 ka
Phallus in Germany (WAITING FOR THE TURKS WHO SEEK FREEDOM AND DEMOCRACY TO PUT IT IN THEIR MOUTHS)
16 ka
Pottery in China
15 ka
Bullroarer in Ukraine
14 ka
Dentistry in northern Italy
13–12 ka
Agriculture in the Fertile Crescent
13–11 ka
Domestication of sheep in Southwest Asia (followed shortly by pigs, goats and cattle) (ALL OF THEM ARE HERE IN THIS SITE)
11.7 ka
Last glacial period ends
11-8 ka
Domestication of rice in China
11 ka
Constructed stone monument – Göbekli Tepe, in Turkey
Anonim 156,
‘Kısa ve öz:
Anti-medeniyetizm = Allah
Anti-medeniyetizmi sorgulamak, eleştirmek, çelişkilerini göstermek = Günah, haram, kafirlik, dinsizlik, zındıklık, mülhidlik, bidatçılık
Anti-medeniyetist “Wahsi” = Dinci, yobaz, fanatik, engizisyoncu, rahip, şeriatçı, tarikatçı, şeyh, molla’
Anonim 188,
‘Resmin küçük bir kısmını görenler, öfkeyle bağırıp çağırırlar.
Resmin bütününü, en azından büyük bölümünü görebilenler ise, Necip Bey gibi, sakindirler.
Öfkeyle kalkanlar zararla oturur iken, sükunetle oturanlar kâr ederek kalkarlar.
Sakin Necip Bey’in, “kâr eden bir kapitalist” olmakla suçlanarak öfkeleri üzerine çekmesi şaşırtıcı değil.’
Necip’le ilgili yazdığınız yorum yanlış.
Necip’in ‘kapitalist’ ve ‘iktidarcı’ olduğunu unutmayınız. Cümlelerinde, seçtiği kelimelerde, konuları ele alıp değerlendirişinde, ‘Erdoğan’a ve ‘AKP’ye doğrudan herhangi bir temasta bulunmuyor. Bu iki kelimeyi, cümlelerinde neredeyse hiç kullanmıyor; tek tük, arada sırada, kendisine sorulan sorularla hiç ilgisi olmayan yerlerde bu iki kelimeyi belki kullanıyor.
Necip’in cümleleri, ‘Erdoğan’ ve ‘AKP’ kelimelerini yazmadan, bunların uyguladığı sisteme meşruiyet kazandırmaktır, taraftarlığını yapmaktır. Arkasına saklandığı ifade: ‘Bunlar benim goruslerim, Erdogan’in ve AK PARTI’lilerin ne dusundugu, ne dedigi, ne yaptigi beni enterese etmiyor.’ Necip’in yaptığı, ‘Stalin’ kelimesini yazmadan ‘Stalin’in yaptıkları’nı savunmaktır, ‘Erdoğan’ kelimesini yazmadan ‘Erdoğan’ın yaptıkları’nı savunmaktır.
Necip, bütün bunları yazarken, Erdoğan ve AKP’nin, ‘seçimle, sandıkla’ iktidara gelmiş olmalarını kendine dayanak noktası yapıyor, halkın ‘devrim’ yaptığını iddia ediyor.
‘Özgürlükçü olmayan hiçbir devrimin, devrim olmadığı’ Necip’e hatırlatıldığında, ‘özgürlük’ün X’in, Y’nin veya Z’nin tekelinde olmadığı, halkın yaptığı ‘devrim’i özgürlükçü kabul etmeyenlerin, kibirli olduğu, ‘halka yüksek tepelerden bakan gruplar’ olduğu yanılsamasını kendine dayanak noktası yapıyor.
Necip, son tahlilde, ‘çoğunluk’un ‘azınlık’ üzerinde kurduğu tahakkümü daima savunuyor. ‘Azınlık’ı, otomatikman, ‘halka yüksek tepelerden bakan gruplar’ çuvalının içine doldurarak, kendini haklıymış gibi göstermeye uğraşıyor. ‘Azınlık’ın üzerinde tahakküm kurulmaması gerektiği kendisine hatırlatıldığında, bu kez laf sihirbazlığı yapıp, ‘azınlık’ın ‘çoğunluk’ üzerinde tahakküm kurmasını gündeme getirip, bir tür ‘Baas rejimi’ kurmak isteyenlerin değirmenine su taşıyanlardan olmak istemediği yanılsamasını yayıyor. Özetle, ‘azınlık’ı, otomatikman, ‘Baas rejimi’ne benzer rejimleri isteyen kişiler, gruplar kategorisine atarak, Necip, ‘çoğunluk’un tahakküm kurma hakkının olduğu yanılsamasını yayıyor.
‘Anti-medeniyetçi’ dediğiniz kişi ise, en azından, ‘İslamcı’, ‘IŞİD-benzeri’ ölümü, yıkımı, boğuculuğu, baskıyı savunan bir ‘anti-medeniyetçi’ değil.
‘Anti-medeniyetçi’ dediğiniz kişinin yazdıklarını, önyargılarınızı azaltarak okursanız, herhangi bir ‘din’in ve herhangi bir ‘siyasi ideoloji’nin toptancı, pespaye propagandası olmadığını anlarsınız.
‘Necip’ ile ‘Anti-medeniyetçi dediğiniz kişi’yi kıyaslamanız yanlış.
Necip, sadece bu sitede değil, hayatın tam ortasında da en tehlikeli kişidir.
‘Anti-medeniyetçi’ dediğiniz kişi ise, hem bu sitede hem hayatta, sıradan bir insanın taşıyabileceği kadar tehlike barındırır, ne eksik, ne fazla.
‘Anti-medeniyetçi’ dediğiniz kişinin, ‘kapitalist’ ve ‘iktidarcı’ olmadığını unutmayınız.
Necip’e karşı mücadele ediniz.
Not 1: ‘Anti-medeniyetçi’ dediğiniz kişinin ‘teknoloji’yi sürekli eleştirmesini daha iyi anlamak isterseniz, fizik biliminde önemli çalışmalar yapmış Albert Einstein, Ernest Rutherford, Richard Feynman gibi kişilerin, kendi uzmanlık alanlarını bile acımasızca eleştirmekten gocunmadıklarını hatırlayınız. ‘Anti-medeniyetçi’ dediğiniz kişinin uzmanlık alanı ‘teknoloji’ olmasa bile, eleştiri yazıp bu siteye göndermesi için, dumanla iletişim kurması veya güvercin bacağına mesaj bağlayıp uçurması gerekmiyor.
Not 2: Siz şimdiye kadar, bir-iki boş espri dışında, Necip’in kendi yazdıklarını yine kendisinin eleştirdiğini okudunuz mu? Necip’in bu sitedeki amacı, ‘öğrenmek’ değil, ‘iktidarcılık’ propagandası yapmaktır. Bunu yaparken, ‘sakin’ veya ‘heyecanlı’ olması mühim değildir.
İttihatçılar ve Kemalistlerin “kökü dışarıda” Balkan Oligarşisi, Balkanlar ve Ortadoğu’daki topraklarını kaybederek Anadolu’ya çekilen, çürümüş Türk devletine yapılmış bir gençlik/barbar aşısıdır.
Daha önce benzer şekilde çürüyen Bizans’ı aynı aşıyı yaparak canlandıran Slav ve Hıristiyan Türk kavimlerinin “Balkan Oligarşisi” gibi.
Ve feth ederken onun tarafından “feth edildiği” Bizans’ı ölümünden sonra dirilten “Üçüncü Roma” Osmanlı’nın “Balkan Oligarşisi” gibi.
Bugünlerde yaşadığımız çürüme, yaşlanma ve kuraklık, Anadolu’nun yeniden “Anadolu’ya çekilmesi”nin sonucudur.
Medeniyet ve teknoloji (ok-yay, ateş-duman vb. hariç) tamamen kötüdür ve ortadan kaldırılmalıdır.
Nokta.
Bunun dışında başka hiçbir şey söylemeye gerek yok.
Başka hiçbir şey tartışmaya gerek yok.
Herkes sussun. Tartışma bitmiştir.
Dağılın.
Tıpkı Necip Bey gibi, Erdoğan’a diktatör denmesine karşı çıkan, ve Kılıçdaroğlu’nu Erdoğan’a diktatör dediği için (ayrıca parti içi demokrasiyi rafa kaldırması nedeniyle) eleştiren Ahmet Hakan yazıyor:
Anıtkabir’de Atatürk’e söven aşağılık soytarı
22 Temmuz 2018
ÇÜŞ ARTIK ÇÜŞ BE!
Mezara gidip mezarda yatana küfretmek! Bu nedir yahu! Nereden çıkmıştır bu hayâsız tutum? Hangi kinin, hangi nefretin ürünüdür bu? Bir insan aşağılık olur da bu kadar mı olur? Bir insan soytarı olur da bu kadar mı olur?
*
YUH ARTIK YUH BE!
Milletin en umutsuz zamanında İstiklal Savaşı’nı örgütledi diye mi Atatürk’ten bu kadar nefret ediyorsun? Yüz yıl sonra başına gelecek belaları yüz yıl önce gördü diye mi kinin var Atatürk’e? Nedir senin derdin a be şuursuz bünye!
*
YETER ARTIK YETER BE!
Bütün olumsuzluklara rağmen yaşadığın ülke bugün Ortadoğu’da pırıl pırıl parlıyorsa Atatürk sayesinde! Yaşadığın ülkenin bu coğrafyadaki diğer tüm ülkelerden bir farkı varsa Atatürk sayesinde! Bu mudur Atatürk’ün suçu a be dangalak?
*
DUR ARTIK DUR BE!
Sana sev diyen yok. Sana takdir et diyen yok. Sana kıymet bil diyen yok. Sana öğren diyen yok. Sana anla diyen yok.
Hatta sana aşağılık olma, soytarı olma diyen bile yok. Sana söylenen tek bir şey var: Azıcık saygılı ol a be ahlaksız!
Irak’ta isyan
http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/irakta-isyan
“El Cezire’de gösterilen bir videodaki sembolik bir sahne, ayaklanmanın doğasına ışık tutuyor. Necef’te bir genç, “Bu protesto değil, devrim” diyor. Sonra ekliyor: “biz herhangi bir siyasi parti adına mücadele etmiyoruz, buradaki insanlar Irak’ın gençliği ve aşiretlerden insanlar”. La Rochefoucauld’un 1789 Fransız Devrimi sırasında Bastille’in basılması üzerine XVI. Louis’ye yaptığı yorumu hatırlayalım. Kral “Ama bu bir isyan” dediğinde meclis üyesi kibarca ama kesin bir cevap vermişti, “Hayır, efendim, bu bir devrim!” Petrol zengini bir ülkede, kitlelerin içinde bulunduğu büyük yoksulluğun kurbanı Necefli genç, kendinden epey uzak Fransa’nın tarihinin derinliklerinde kalmış olan kral ile Etajenero meclisinin başkanı arasındaki diyalogdan doğal olarak habersiz, 2011’deki Arap devriminden beri bu tip kitle ayaklanmalarını ‘protesto’ ve ayaklananları ‘protestocu’ olarak küçümseyen uluslararası liberal medya uzmanlarının iddialarını neredeyse satır satır aynı şekilde çürütüyor. “Hayır, efendim, ziyadesiyle devrimdir bu ve açıkça görülüyor ki bu devrim ölmemiştir!””
“Türk solu bir çorbadır: Kemalizm üstü Stalinizm”
– Roni Margulies
Anadolu Oligarşisi bir çorbadır: Kemalizm üstü Erdoğanizm
AKP + TSK + Merkez Medya = Erdoğanokemalizm
Etiyopya’da ölüyü diriltemeyen ‘sahte peygamber’ gözaltına alındı
Etiyopya’nın Celile kasabasında peygamber olduğunu söyleyen bir kişi, bir ölüyü diriltme girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca gözaltına alındı.
Getayawkal Ayele adlı sağlık çalışanı, bir süre önce ölen Belay Biftu adlı adamın ailesine giderek, Yuhanna İncili’nde geçen, İsa’nın Aziz Lazar’ı ölümünden dört gün sonra mucizevi şekilde diriltmesi öyküsünü anlattı ve aynısını yapabileceğini iddia etti.
MEZARDAN ÇIKARILDI
Aile, Biftu’nun mezardan çıkarılmasını kabul etti. Görüntüleri sosyal medyada paylaşılan “ölü diriltme” seansında Getayawkal Ayele, cesedin üzerine oturarak “Belay, Uyan” diye bağırdı. Bazı aile üyelerinin baygınlık geçirdiği seans sonunda ölü dirilmedi.
POLİS KURTARDI
Öfkeli aile üyeleri tarafından dövülmeye başlanan Ayele polis tarafından kurtarıldı. Ancak ölülerin rahatsız edilmesini suç sayan Etiyopya yasalarına muhalefetten gözaltına alındı.
Gün bey
Aşağıda, bir kozmetik şirketi olan Flormar’da işten atılan işçilerin, kendi direnişlerini kendilerinin anlattığı 17 dakikalık bir video var:
https://www.youtube.com/watch?v=QXELX_QGUSQ
Flormar’da Mart 2018’de sendikalaşma başladıktan sonra, şirket yönetimi ‘performans düşüklüğü’nü gerekçe gösterip 12 işçiyi işten çıkardı. Bu sayı kısa zamanda 25’e yükseltildi.
14-15 Mayıs 2018’de fabrika önünde eylem yapan işten çıkarılan arkadaşlarına, içeriden destek veren, alkış tutan işçiler de topluca işten çıkarıldı. Toplam sayı 85 oldu. Fabrika önündeki direniş, bu hamleden sonra ivme kazandı.
İlerleyen günlerde, fabrika içinde direnişe destek veren işçiler, patron tarafından tek tek işten çıkarıldı. Kanunda, tazminatsız işten çıkarmayı gerektiren 25. madde, patron tarafından gerekçe gösterildi, direnişi destekleyenler ‘hırsızlıkla’ suçlandı. İşten çıkarılanların sayısı 127 oldu.
Direniş Temmuz’da da devam ediyor…
Size üç soru:
1) Bu direnişle ilgili yorumunuz nedir?
2) Videodaki çekimleri yapan ve sosyal medyada duyurulmasını sağlayan medya kuruluşu ‘SoL Haber portalı’. Bildiğiniz üzere, ‘SoL Haber’, Komünist Parti’nin medya kuruluşu. Sizce, KP, Flormar’daki direniş üzerinden kendi reklamını yapmak peşinde olabilir mi?
3) Videoda, direnişteki işçilerin çoğunun başörtülü olması, direnişin mahiyetinin önüne geçen bir unsur mu?
“Cümlelerinde, seçtiği kelimelerde, konuları ele alıp değerlendirişinde, ‘Erdoğan’a ve ‘AKP’ye doğrudan herhangi bir temasta bulunmuyor.”
Bu, benim, kisilerle degil de, fikirlerle ilgilendigimden kaynaklaniyor olabilir mi?
Ha, bir de, ‘dinleyici istekleri’ almiyorum. Calinmasini istediginiz parca varsa, cikip kendiniz calip soyleyiniz.
“‘Azınlık’ı, otomatikman, ‘halka yüksek tepelerden bakan gruplar’ çuvalının içine doldurarak, kendini haklıymış gibi göstermeye uğraşıyor.”
Yok. Oyle degil.
‘Cogunluk’ icinde de sayisiz ‘azinlik’ vardir.
Sizin oncelediginiz ‘azinlik’lardan farki, onlarin tahakkumcu olmayisidir. O yuzden, onlar, ‘cogunluk’un icinde yer alirlar.
“Necip, sadece bu sitede değil, hayatın tam ortasında da en tehlikeli kişidir.”
Fikirler yerine kisilerle ugrasmaktan baska bir sey bilmeyenler; cicili bicili laflar etmekten oteye lakirdi edemeyenler; ve, is, is yapmaga geldiginde de ortaliktan sivisanlar icin tehliklei algisina yol actigim icin ozur dilememi bekleyenleri hayal kirikligina ugratacagim, yine.
“Siz şimdiye kadar, bir-iki boş espri dışında, Necip’in kendi yazdıklarını yine kendisinin eleştirdiğini okudunuz mu?”
Bunu da benden beklemek hic adil/dogru degil.
Onu da ben yaparsam, korkarim ki, siz kendinizi daha da fazla boslukta hissedeceksiniz.
Bu baglamda, aklima, Fethi (Okyar) Bey’in kendi hatiratinda yazdigi kisa bir anekdot geliyor:
Padisahi (Sultan Abdulhamit’i) hal etmisler (tahttan indirmisler). Faytona bindirip, Selanik’e gidecek vapura goturuyorlar.
Mufrezenin basinda da, kendisi, Fethi bey var. Sultan ile faytonda o da vardir.
Yolda, Abdulhamit’in gozu , Fethi Bey’in belindeki tabancaya takilir.
Bunu farkeden Fethi Bey, ‘Hunkarim, bu sizi koruma amaclidir; isterseniz size teslim edeyim; en ufak bir yanlista beni vurabilirsiniz’ der.
Bunun uzerine, Abdulhamit, ‘Aman evladim; sizi ben vurursam, beni kim vuracak’ der..
Simdi…
Evet, beni ben elestirirsem, size yapacak is kalir mi?
Son dakika:
“MANİSA’da ormanlık bölgede, henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Yangının kontrol altına alınması için havadan ve karadan müdahale başlatıldı.
Merkez Yunusemre ilçesi Osmançalı Mahallesi’ndeki ormanlık bölgede, henüz belirlenemeyen nedenle yangın başladı. Bölgeden yükselen dumanları görenler yangını, orman ekiplerine bildirdi. Bölgeye hareket eden ekipler yangına 4 helikopter ve 1 amfibik uçakla havadan, 20 arazöz ve 3 dozerle karadan müdahaleye başladı. Yangının kontrol altına alınmasına çalışılıyor.”
Olmaaaz!
Bırakın yangın kendiliğinden DOĞAL bir şekilde sönsün.
YAPAY araçlarla değil!
Hatta YAPAY KOVALAR ile su dökerek bile değil!
coşmuş!
Eelbette işten atılan işçilerin mücadelesini destekliyorum; “sol” olduğunu ileri süren bir örgütün işçileri desteklemesi doğaldır; baş örtüsü direnişin mahiyetini etkilemez.
“Etiyopya’da ölüyü diriltemeyen ‘sahte peygamber’ gözaltına alındı”
Bunu buraya aktarmanin anlami nedir?
Biz de, neredeyse yuzyildir, ‘aha devrim bugun, aha hemen yarin olacak’ diyenleri mi gozaltina almaliyiz?
Neden, Atatürk’e hakaretlerin yaygın olmasına karşın, “Vatandaş Ahmet Ağa”ya kimse bu kadar hakaret etmiyor?
Çünkü, Atatürk’ün aksine, “Vatandaş Ahmet Ağa”yı putlaştıranlara pek rastlanmıyor.
[“Efendim, sen ölmüş gitmiş bir adamla niye bu kadar uğraşıyorsun, diyorlar. Bu ölmüş gitmiş adam, Vatandaş Ahmet Ağa değil ki! Vatandaş Mehmet Ağa değil ki!”
– Hasan Mezarcı]
Aynı husus artık Erdoğan için de geçerli olmaya başlamıyor mu?
Not: Yazının başlangıcında sarışın mavi gözlülerin salaklara üflediği çok eski bir masalların özetini uzamasın diye kestim.
Bu eski masalın en son yeniden dirilişlerinden biri olan psikoloji evrimciliği (evolutionary psychology) ile başladım. Bu sitede dolup taşan ırkçı, sosyal darwinci, çıkarcı sağ/sol devrimci falan filanlar eskiyi de yeniyi de öter dururlar. İnşallah bu yazı ilkellik hakkında akıl almayacak saçmalıklar zırvalayanların suratlarına bir yağmur olur.
Machiavelli among the baboons
The question to which Humphrey sought an answer was this: why are human beings and other primates so intelligent? It is an old question, to which—following the precedent set by Charles Darwin (1874: 195–224)—answers had generally been found in the demands of procuring a subsistence from the environment. More intelligent animals, the argument went, could design and implement more effective subsistence strategies, which could include the manufacture and use of tools, and this in turn would enhance their reproductive success. Consequently, intelligence-enhancing variations would tend to be notched up in the course natural selection, reaching their apogee in humans. The trouble with this argument is that if you are a monkey or an ape, or even a human hunter-gatherer living in the sort of environment in which our earliest ancestors are said to have thrived, food is remarkably abundant and easy to harvest if you know where to find it, and its procurement poses no greater demands than those faced by other creatures who seem to get by with nothing like the high-level intelligence of the primates. Such intelligence calls for large and complex brains, and brains are metabolically expensive organs to maintain. What is the point of having a large brain if, for most practical purposes, it has little to do? Humphrey’s answer was that primate intelligence is at work, not in the practical-technical field of subsistence procurement, BUT IN THE SOCİAL FIELD OF MANAGİNG TRANSACTİONS WİTH OTHERS OF ONE’S KİND.
(Not: Hadi Necip bey, Zeitgeistçiler, Zileli Bey, Marksistler, İyi kalpli orta sınıf devrimciler, işte size new and improved bir hoplama zıplama fırsatı)
In Humphrey’s scenario, the little band of primates—be they monkeys, baboons, chimpanzees or human hunter-gatherers—is a hotbed of intrigue, manipulation, deception and chicanery. Indeed it seems to bear more than an accidental resemblance to
the convocations of scholars, in the settings of academic conferences and senior common rooms, with their all too familiar back-biting and conspiracy. It is no wonder that
Humphrey, a Cambridge don, chose to model the primate social group on what he called a ‘collegiate community’ (Humphrey 1976: 310)! Just like a Cambridge college, it is a community in which no individual can ever feel secure in position or rank, and in which social life entails a perpetual jostling for attention, influence, mating partners and even food. To play the game, you need to have your wits about you. And it is precisely because
social life is a game of wits, Humphrey hypothesised, that big brains evolved, along with the intelligence they support.
This idea inspired a good deal of work on the complex dynamics of relationships in social groups of monkeys and apes. A decade later, introducing a volume of papers on the subject, psychologists Andrew Whiten and Richard Byrne announced, with unabashed aplomb, that ‘the idea of social intelligence is one whose time has come’. They rebranded it the ‘Machiavellian intelligence hypothesis’ (Whiten and Byrne 1988: 1). Reading the evidence adduced to support the hypothesis, it is hard to avoid the impression that in the minds of the western scientists who study them, monkeys and apes appear a good deal smarter than the majority of human beings (My Not: lıke Turks?) who are neither westerners nor scientists. For whereas the intelligence of non-human primates shines out against the received view of the animal other as a creature governed by instinct, the non-western, non-scientific other is debased in the scientific worldview as one whose life is governed by tradition rather than reason, and for whom the free play of intelligence is inhibited by force of habit and custom.
“Biz de, neredeyse yuzyildir, ‘aha devrim bugun, aha hemen yarin olacak’ diyenleri mi gozaltina almaliyiz?”
Tam olarak böyle değil.
Evet, gözaltına alınmalılar bence de. Çünkü habere konu olan kişi, “ölülerin rahatsız edilmesini suç sayan Etiyopya yasalarına muhalefet” etmesi nedeniyle suçlu bulunmuş.
Bu nedenle, bahsettiğiniz devrimcilerin Necip Bey’i rahatsız ettikleri için gözaltına alınmaları yanlış olmaz kanımca.
[Tabii bir de bu yasadaki tanıma uyan Hortlak Bey olsa da şimdiye kadar kendisinin adı geçen devrimcilerden bir şikayetine tanık olmadığımız için ayrıca ona rahatsızlık verdikleri için gözaltına alınmaları doğru olmaz.]
‘Bu, benim, kisilerle degil de, fikirlerle ilgilendigimden kaynaklaniyor olabilir mi?’
Olamaz.
Senin cümlelerin, ‘Erdoğan’ ve ‘AKP’ kelimelerini yazmadan, bunların uyguladığı sisteme meşruiyet kazandırmaktır, taraftarlığını yapmaktır. Arkasına saklandığın ifaden ise şu: ‘Bunlar benim goruslerim, Erdogan’in ve AK PARTI’lilerin ne dusundugu, ne dedigi, ne yaptigi beni enterese etmiyor. Ha, bir de, ‘dinleyici istekleri’ almiyorum. Calinmasini istediginiz parca varsa, cikip kendiniz calip soyleyiniz.’ Senin yaptığın, ‘Stalin’ kelimesini yazmadan ‘Stalin’in yaptıkları’nı savunmaktır, ‘Erdoğan’ kelimesini yazmadan ‘Erdoğan’ın yaptıkları’nı savunmaktır.
‘Yok. Oyle degil. ‘Cogunluk’ icinde de sayisiz ‘azinlik’ vardir. Sizin oncelediginiz ‘azinlik’lardan farki, onlarin tahakkumcu olmayisidir. O yuzden, onlar, ‘cogunluk’un icinde yer alirlar.’
“‘Çoğunluk’un ‘azınlık’ üzerinde tahakküm kurması”nın ne demek olduğu belli iken, sen, yine, laf sihirbazlığı yaparak, ‘çoğunluk’u oluşturan öğelerin ebatlarını ölçüp biçmekle konuyu bulanıklaştırmaya uğraşıyorsun. ‘Tahakkümcü olmayan’ ‘azınlık’ın, ‘çoğunluk’un içinde yer aldığı, senin safsatandır.
Taraftarlığını yaptığı kişinin (Erdoğan’ın) ve kurumun (AKP’nin) isimlerini açık açık yazmak yerine, başka kelimeleri yazarak klavyesini boş yere meşgul eden, ‘fikirler’ beyan ettiğini sanan Necip, cicili bicili laflar etmekten öteye lakırdı edemeyen Necip; ve, iş, bu isimleri (‘Erdoğan’ ve ‘AKP’) açık açık yazmaya geldiğinde de, itiraf etmemek için laf sihirbazlıklarına devam edip ortalıktan sıvışmak için fırsat kollayan, sadece bu sitede değil, hayatın tam ortasında da en tehlikeli olan Necip, başkalarının (Necip’ten) özür bekleyip-beklemediğine kafa yormak yerine, (Necip) kendisiyle hesaplaşıp, (Necip) kendisini affetmeye uğraşmalıdır.
‘beni ben elestirirsem, size yapacak is kalir mi?’
Bu sitede, Fethi Bey’in kendisi ile veya onun üzerinden bir örneklem kurmakla herhangi bir teması olan yok, olmasını isteyen de yok. Bu sitede, ne ‘Fethi Bey’ ile, ne denkleri ile, ne ‘padişahlarla’, ne ‘padişahlık’ ve çeşitleri ile teması olan yok, olmasını isteyen de yok.
Fakat senin, kendini, (Abdulhamit üzerinden) padişahlık makamı ile özdeşleştirerek örneklem kurma dingilliğin var. Bu apaçık. ‘Erdoğan’ın yaptıkları’nı savunarak, onun sadık bir ‘trol’ü olarak, kendini adeta ‘Erdoğan’ın yerinde görmek’ senin için mutluluk kaynağı. ‘Abdulhamit’ örneklemi üzerinden kendine padişahlık makamını münasip gören Necip, ‘Erdoğan’ üzerinden kendine başkanlık makamını münasip görüyor.
“Evet, gözaltına alınmalılar bence de. Çünkü habere konu olan kişi, ‘ölülerin rahatsız edilmesini suç sayan Etiyopya yasalarına muhalefet’ etmesi nedeniyle suçlu bulunmuş.”
Hay bin kunduz…
Boyle bir yasalari mi varmis? Metnini cidden gormek isterdim.
Ote yandan, olulerin (ya da mezkur mevtanin) rahatsiz edildigini nasil tespit etmisler acaba?
‘Rahatsiz oldun mu?’ diye –bir sekilde– sorduklarinda, eger sormuslarsa, bizzat bunun rahatsiz edici olabilecegi kimsenin aklina gelmemis mi? [Ne bileyim, birisi, ben uykudayken, ‘uyuyor musun?’ diyerek uykumu bolse, agzima geleni soylerim. Mevtalara da benzer sekilde mi davranir? Hadi, atayizler buna bir cevap bulsun da gorelim yani.]
Neyse, acikca asparagas bir haber olsa da, goruldugu uzere, cok ciddi sorular uretebilen bir seyden bahsediyoruz.
“Bu nedenle, bahsettiğiniz devrimcilerin Necip Bey’i rahatsız ettikleri için gözaltına alınmaları yanlış olmaz kanımca.”
Birincisi, en son baktigimda, ben sagdim –kayitlar da oyle gosteriyor.
Dolayisi ile, o kanun kapsamina girmez benim (varsayilan) ‘rahatsizlik’im.
Fakat, daha da onemlisi, ben rahatsiz filan da degilim.
Tersine, Aziz Nesin’in soyledigi iddia edilen rakamin asagi yukari yarisinin–tek basina, bir blok olarak– ‘devrim’ ufurmelerine inananlar tarafindan temsil edildigini gormek bana realitenin potansiyel pazar payi acisindan umit veriyor.
Dusunun bir: ‘Uyanik’ler, bir gun, gercekten, uyanacak olsa.. Ulkenin saha kalkmasi isten bile olmaz..
Ben de, boylece, yukarida bahsi gecen rakamin oteki yarisina dahil olmus oluyorum: Uyanacaklarini bekleyerek…
“İnşallah bu yazı ilkellik hakkında akıl almayacak saçmalıklar zırvalayanların suratlarına bir yağmur olur.”
Hic sanmam.
Cunku, matah bir seymis gibi buraya alintiladiginiz pasaj, her zaman oldugu uzere, upuzun bir laf salatasi; bir angutun modellemesinin lafa dokulmus hali..
Bu, bilmemnerenin ‘don’u olmasiyla degismiyor. Zerduz palan..
Zorlayici sartlari detaylariyla bilmeksizin, herhangi bir turun evrimini, sonuclarindan yola cikarak ve geriye dogru aciklamaga calismak, ukalaliktir bence.
Ozellikle de surasi komik: ‘managing transactions with others of one’s kind’… [Not: Ingilizcede noktali buyuk I harfi yoktur.]
‘Kendi cinsi ile olan alisverislerini/muamelatini yonetmek icin’ ne demektir?
Evrim, insan turunu, insan turu ile rekabet icin mi –onceden planlayarak– peydahlamis oluyor?
“Bu direnişle ilgili yorumunuz nedir?”
Ben, boyle seylerle karsilastigim zaman, surungen beynimin refleksini bastirmaga calisirim. Yani, mesela, “elbette işten atılan işçilerin mücadelesini destekliyorum’ turunden seyler soylemem.
Sebei basittir: Her sarkinin bir hikayesi vardir; ve hepsi de –az cok– birbirinden farklidir.
Flormar konusu da oyle olabilir.
Bakindigim kadariyla, 5-6 sene oncesine kadar, bu sirket, bildigimiz ve siradan bir mustakil bir sirketmis. Sonra, her nedense, ortaklar, sirketin %51’ini uluslararasi bir dev gruba satmislar.
Sebebini bilmiyorum. Yorulmus da olabilirler; rekabetin baskisindan kurtulmak icin de yapmis olabilirler. Baska sebepleri de olabilir.
Asil ilginc olan da, bu noktadan sonra.
Sirkette sendikal hareketlilik ortaklik yapisinin degismesinden sonra basliyor –galiba 1-2 sene sonra.
Burasi ilginc.
Bir sey bildigimden degil; ama, sanki, eski ortaklar, sirketi baskasina yar etmemek istemis gibi duruyor.
Eski ortaklarin verecek bir seyi pek olmadigini dusunerek, isciler arasindan kimse pek de sesini cikarmamis olabilir.
Ya da, yeni yonetim, yanlis yonledirilmis ve cok salakca kararlar almis.
Isten birilerini cikarmak tamam da, haklarini ketenpereye getirmek hic de akillica degil cunku. Streisand Effect’i akilda tutmak lazimdi.
Simdi, gelinen noktada, 100+ isci hayli militanize olmus ve sirketi rezil etmekle mesgul.
Bunun sonucunda, taa en basinda verilmesi gereken, kidem tazminatlarini filan alacaklari bence kesin de, ise iadeleri pek sozkonusu olmaz.
Daha sonra, herhangi bir yerde is bulma sanslari da cok yuksek degil; o ayri.
Yani, kimse pek de bir sey kazanmis olmayacak.
Necip;
Son cevabını şimdi gördüm. Aslında aradan epey zaman geçmiş ve belki karşı cevap yazmak, için senin yazının kafandaki son kullanma tarihi bile geçmiştir 🙂 Son yazındaki fahişelik, fosil, mesleki aşağılama vb. saçmalıklarını bir yana bırakırsak, görüş olarak kabul edilebilecek hukuk konusundaki temelsiz ve kulaktan dolma bilgilerinle, maddi ve fiili hiçbir temeli olmayan mesnetsiz beyanlarını daha önce tafsilatlı olarak cevaplamıştım. Bu nedenle İçerik olarak yenilik taşımayan beyanlarını, tekrar tekrar cevaplamaya lüzum görmüyorum .Bu manada ikimizde alacağımızı aldık ve birbirimiz hakkında en azından karşılıklı bir kanaatimiz oluştu sanırım. Dolayısıyla senin sidik yarışı tavrını sürdürüp sohbeti fasit daireye döndürmenin de anlamı yok. Senin özellikle hukuk konusuna saçmalamalarını düzelttikçe sen yeni bir saçmalıkla cevap veriyorsun ki böyle bir yazışmanın sonu gelmesi mümkün değil.
Üniversitedeki iki kelime üzerinden saatlerce seninle tartışıp, faşistler okula saldırdığında/bastığında, çatışmalarda ortada olmayan ama çatışmasız ortam sağlandığında, gözaltı faslı bittiğinde ve yaralılar kaldırıldığında, toplu çıkış oldu mu herkesten önce kitlenin içine ve okul dışına koşan ÇBS veya Kemik Demokratlar gibisin
Hukuk devleti olamayan Türkiye’nin yasa devleti bile olmaktan geriye düştüğü bir ortamda senin savunduğun ve makul bulduğun orman kanunun hüküm sürmesi ve yine meclis komisyonundan geçen son düzenlemelerle, yasa koyucunun da “toplumu” nasıl bir normatif düzene ve sisteme taşıdığı ve/veya taşıma çabasında olduğu açık şekilde görülüyor. Daha öncede söylediğim gibi ben yönelimi senden tamamen farklı okuyorum. Senin dediğin gibi sadece yetkili makamda oturan kişilerin söylemiyle değil uygulamaları ve oluşturdukları teamülle de büyük ve aktif bir geriye gidiş yaşandığını düşünüyorum. Bir kısmı halihazırda tırpanlanan 4857’de senin istediğin değişikliklerin de gelmesi an meselesi sen müjde kabul edersen tabi.
Bununla birlikte son yazında oldukça önemli bulduğum iki nokta var aslında. Bunlardan birincisi tam da sana anlatmaya çalıştığım konuyu yaşayarak test etmiş olman. Verdiğin örnek bu bağlamda çok başarılı bence. Yazdığın bir yazı nedeniyle tem tarafından kaçak işçi aranması… bu konuda istisnai bir uygulamada değil yaşamış olduğun. Böyle bir nedenle bitmek bilmeyen defter incelemeleri vb. uygulamalara da maruz kalabilirdin. Daha sert adli ve polisiye uygulamalara da.(Senden farklı olarak bu tip bir pratiğin önceki cevaplarım da söylediğim “batı tipi demokrasilerde” ve hukuk devleti uygulamasının, objektif kuralların, STK’ların güçlü olduğu sistemlerde çok azaltılabildiğini ve istisnai hale getirilebildiğini düşünmekle beraber;)
Daha önce söylediklerimden farklı olarak senin: “bedelini ödeyemeyeceğim bir özgürlüğü kullanma lüksüm yok” sözünü çok anlamlı ve samimi buluyorum. Tamda kurgulanan çok dar çuvalın ağzı kapandıkça, en azından belli fikri özgürlüklerden veya başka haklardan feragat ederek nefes almak için çuvalın gittikçe, hızla daralan/kapanan ağzına doğru başını uzatma çabası olarak görüyorum. Bu hemen hemen hepimizde ve her kesimde olan bir tutum. Çuvalın dibi ve artık nefes umudu kalmayanlar hariç işçi maaşından ve geçiminden olmamak, patron işletmesini kaybetmemek, küçük burjuvazi en azından kazanılmış haklarından bir kısmını muhafaza edebilmek, köylü ürettiğini satabilmek ve iyi taban fiyatı yakalayabilmek adına taviz denizine su pompalıyoruz her kesimden. Geldiğimiz aşamada 1930’ların Türkiye’sini çok yazdık seninle ama iyi bildiğini düşündüğüm 1930’ların Türkiyesi dışındaki aynı dönem ülkelerinin pratiklerini hızla yaşıyoruz gibi geliyor bana. Ne dersin? Onların kara tarihinin bizde tekerrür ediyor olması kötü olan aslında. Onlar gibi haklar ve özgürlükler açısından geri gelme refleksini de ne kadar sürede ve ne ölçüde gerçekleştirebileceğimizi de, ben kendi adıma çok kestiremiyorum.
12 Eylülde de birileri cezaevindeyken, işkence görürken, öldürülürken veya kaçak hayatı yaşarken, mülteci olmuşken, bu konulara gözlerini kapamış, tamamen bu konuları hayatlarının dışında bırakarak güncel yaşamlarını sürdüren, sadece bireysel tüketim konforunu koruyan çok büyük bir toplum kitlesi vardı. Yine olacaktır…
Eskiden kardeşin duymaz, eloğlu duyar derlerdi… El oğlununda sayısı gittikçe azalıyor
Sorun tam olarak ta senin samimi ve doğru tespitinde düğümleniyor. Bedelini ödeyemeyeceğimiz özgürlüklerden taviz vere vere/verdirile verdirile, sözde elimizde olanları da hızla kaybediyoruz. (Senin kötü tarafın bu özgürlüklerin bedelini ödemeyi göze alarak mücadele edenlerle alay etmen onları, aşağılamaya çalışman. Bu doğru ve samimi bir tutum değil sadece)
Senin tespitinden yola çıkarsak bedelini ödeyemeceğin özgürlükleri test etme lüksün yok tamam. Ya da toplumun bedelini ödeyemeyeceği özgürlükleri test etme lüksü yok. Peki çuvalın ağzı tamamen kapandığında ki finali test etmek lüksü var mı? Ya da o finale doğru gidildiğini gördüğü halde sessiz kalmanın verdiği öz güven nereden kaynaklanıyor.
Gün Abinin son kitabı “kentlerde” yazan önemsediğim bir yer vardı. Gün Abi’nin Cumhuriyet mitinglerinin gözden kaçırdığını söylediği niteliği konusu gibi veya yine devlet,devlet uygulaması ve kurumları konusunda felsefi yönden tamamen umursamaz hale geldiği için güncel baskıcı gelişmeleri gözden kaçırdığı değerlendirmesi gibi.
Sen farklı olarak geçmiş fay kırıklarını bahane edip bilinçli şekilde baskıyı gözden kaçırıyorsun(ikiyüzlü olan bu) veya gördüğün halde baskıcı nitelikleri yok sayıyorsun veya olumluyorsun(samimiyetsiz ve kötü olan bu)
Kısaca hangi özgürlük senin için bedelini ödeyebileceğin bir özgürlük veya toplum hangi özgürlük söz konusu olduğunda bedel ödemeyi göze alabilecek sence?
Diğer önemsediğim cevabında; sanayi işletmeleri konusunda öngörülerinin çıktığını ve tecrübenle sabit bir şekilde basit bir gözlem yaparak firmanın karlılık ultrasonunu çekebildiğini söylüyorsun. Sen karşı saygıyı göstermesen de her konudaki tecrübe ve know how saygıyı sonuna kadar hakkeder fakat senin açından bu sadece mikro düzeyde geçerli bir yeterlilik midir, yoksa makro olarak değerlendirmelerinde de aynı öz güvene sahip misin? Bu bağlamda ülke yönetimini ve sözde “devrimini” nasıl görüyorsun üretim karlılığı ve/veya karlılık açısından? Bozulan ekonomik dengelerle lükse kaçan özgürlüklerin sayısının artması/kazanılmış hakların kaybedilmesi arasında bir tutarlılık/orantı var mı sence? Mevcut ekonomi yönetimiyle daha fazla özgürlük lüks hale gelecek mi dersin?
“Birincisi, en son baktigimda, ben sagdim –kayitlar da oyle gosteriyor.”
Biyolojik olarak, evet.
Sol/sosyalist devrimici harekete bu ulkenin ihtiyaci var! Acilen bu Istege karsi ilerci guclerin biraya gelip derhal bir birliktelib gelistermisi gerek, bu Istege karsi tepki gostermezek bizlerde gelecek olan fasizmden sorumluguzdur! Kacamayiz bu mucadeleden bizlerden baska kimse ustlenemez bunu!
“karşı cevap yazmak,”
Yine ‘asker mektubu’..
“görüş olarak kabul edilebilecek hukuk konusundaki temelsiz ve kulaktan dolma bilgilerinle,”
O ders size hic okutulmamis, anlasilan.
Kisaca ozetleyeyim: Hukuk fakultelerinde okutulan, ogretilen her ne varsa, ‘kulaktan dolma’dir.
Nakli^ ilimler hep boyledir cunku.
“Üniversitedeki iki kelime üzerinden saatlerce seninle tartışıp, faşistler okula saldırdığında/bastığında, çatışmalarda ortada olmayan ama çatışmasız ortam sağlandığında, gözaltı faslı bittiğinde ve yaralılar kaldırıldığında, toplu çıkış oldu mu herkesten önce kitlenin içine ve okul dışına koşan ÇBS veya Kemik Demokratlar gibisin”
Sevsinler.
Butun marifeti iki kelime uzerinde saatlerce tartismak olan, gercek hayata taalluk eden herseyden bihaber, tatlisu aktivistlerinin reklamlarini dinledik.
“Hukuk devleti olamayan Türkiye’nin yasa devleti bile olmaktan geriye düştüğü bir ortamda senin savunduğun ve makul bulduğun orman kanunun hüküm sürmesi ve yine meclis komisyonundan geçen son düzenlemelerle, yasa koyucunun da “toplumu” nasıl bir normatif düzene ve sisteme taşıdığı ve/veya taşıma çabasında olduğu açık şekilde görülüyor.”
Yine ayni sakiz: ‘Hukuk devleti’..
Sanki hic vardiydi da simdi yok oldu..
Yooo.. eskiden de ayniydi: Birileri icin vardi, digerleri icin ise hic yoktu.
Kendileri icin vaktiyle var olanlar simdi tedirgin; cunku, masa dondu.
“Daha öncede söylediğim gibi ben yönelimi senden tamamen farklı okuyorum.”
Sasirmiyorum.
Vaktiyle pasazadeler de (Nazim Hikmet de buna dahildir), varliktan darliga dustuklerinde (artik eski lavaslar kayboldugunda), neredeyse tipatip, boyle lakirdilar etmege basladilar.
Muhalifliklerinin altinda eski guzel gunlerin geri gelmesi hayali yatiyordu.
“Senin dediğin gibi sadece yetkili makamda oturan kişilerin söylemiyle değil uygulamaları ve oluşturdukları teamülle de büyük ve aktif bir geriye gidiş yaşandığını düşünüyorum.”
Sizin ‘geriye gidis’ dediginiz, yukarida da degindim, eski rejimin bagisladigi imtiyazlari kaybetmenizdir.
“Bir kısmı halihazırda tırpanlanan 4857’de senin istediğin değişikliklerin de gelmesi an meselesi sen müjde kabul edersen tabi.”
Degisiklik onerilerini takip etmis degilim; boyle bir hazirlik var mi, onu da bilmiyorum.
Fakat, ILO uzerinden yaptirilmis ve ‘solcu’larmizin da cok sevdigi bir alanin yeniden duzenlenmesinin gerekli oldugunu soylemem lazim. Gec bile kaldik.
“(Senden farklı olarak bu tip bir pratiğin önceki cevaplarım da söylediğim “batı tipi demokrasilerde” ve hukuk devleti uygulamasının, objektif kuralların, STK’ların güçlü olduğu sistemlerde çok azaltılabildiğini ve istisnai hale getirilebildiğini düşünmekle beraber;)”
‘Bati Tipi Demokrasi’lerde yasamamis oldugunuzu anliyorum.
“Bu hemen hemen hepimizde ve her kesimde olan bir tutum. Çuvalın dibi ve artık nefes umudu kalmayanlar hariç işçi maaşından ve geçiminden olmamak, patron işletmesini kaybetmemek, küçük burjuvazi en azından kazanılmış haklarından bir kısmını muhafaza edebilmek, köylü ürettiğini satabilmek ve iyi taban fiyatı yakalayabilmek adına taviz denizine su pompalıyoruz her kesimden.”
Bu dediklerinizde isabet payi olsa bile, iskaladiginiz sey su: ‘Kazanilmis haklar’ dediginiz seyler aslinda temel carpikliklarin kaynagidir da.
Herkesin taviz vermesi de, kartlarin yeniden karilmasinin sart oldugunu herkesin zimnen kabul etmesinden kaynaklaniyor.
Siz, bunu goremiyor ve ‘ah, nerede o eski gunler’ sakizini cigniyorsunuz biteviye.
“Geldiğimiz aşamada 1930’ların Türkiye’sini çok yazdık seninle ama iyi bildiğini düşündüğüm 1930’ların Türkiyesi dışındaki aynı dönem ülkelerinin pratiklerini hızla yaşıyoruz gibi geliyor bana. Ne dersin?”
‘1930’ların Türkiyesi dışındaki’ diyerek ayirmak, iltimas gecmek arzunuzu anliyorum..
Benim isaret ettigim de o.
Imtiyazli zumrelerin, ve onlarin murtezikalarinin, bir ‘asr-i saadet’miscesine bahsettikleri Turkiye, diger baska ulklerden daha iyi degildi –ezici cogunluk icin.
AAncak, cok ama cok sey degisti 30’lardan beri.
Nufus artik koylu degil, ezici cogunluk sehirli oldu.
Izmir Surasinda alinan kararlarin (sehirlileri ve kisitli sayida mutesebbisi, koyluler ve ziraat uzerinden finase/subvanse etmenin, onlari somurmenin) denizi bitti.
Kaynaklara talep, bugun, cok artti.
Ve, bu artan talep, ‘dilenmek’ tonunda degil, ‘hak talep etmek’ tonunda oldugu icin, haliyle sizin gibileri tedirgin ediyor.
“12 Eylülde de birileri cezaevindeyken, işkence görürken, öldürülürken veya kaçak hayatı yaşarken, mülteci olmuşken, bu konulara gözlerini kapamış, tamamen bu konuları hayatlarının dışında bırakarak güncel yaşamlarını sürdüren, sadece bireysel tüketim konforunu koruyan çok büyük bir toplum kitlesi vardı. Yine olacaktır…”
Tabii ki.
O bahsettiginiz taifenin derdi hicbir zaman genis halk kitleleri olmadi ki.
“Eskiden kardeşin duymaz, eloğlu duyar derlerdi… El oğlununda sayısı gittikçe azalıyor”
‘El oglu’ dediginiz de, tabii ki, ‘Bati’ idi.
Sizi tehdit eden (tyehdit algisi yaratan) sosyal yapilanmalarin adini ‘murteci’, ‘gerici’, ‘Islamci’ filan koyardiniz ve ‘Bati’ da sizi yerinizde tutmak icin (gereginde ihtilaller, darbeler dahil) her turlu yardimi yapardi.
Ama, yok, artik yardima gelecek o beyaz sovalyeler yok.
Onlarin kendi dertleri var ve sizin mizildanmalarinizi umursamiyorlar.
Sahipsizlik cok berbat bir duygudur.
“Bedelini ödeyemeyeceğimiz özgürlüklerden taviz vere vere/verdirile verdirile, sözde elimizde olanları da hızla kaybediyoruz.”
Bedelini odemediginiz ‘ozgurluk’lerinizin size bagislanmis imtiyazlar oldugunu ne zaman anlayacaksiniz?
“(Senin kötü tarafın bu özgürlüklerin bedelini ödemeyi göze alarak mücadele edenlerle alay etmen onları, aşağılamaya çalışman. Bu doğru ve samimi bir tutum değil sadece)”
Yok. Son derece samimi.
Ama, siz, bedelini odemediginiz ‘ozgurluk’lerinizin sonsuza kadar devam edecegini saniyorsunuz.
“Peki çuvalın ağzı tamamen kapandığında ki finali test etmek lüksü var mı? Ya da o finale doğru gidildiğini gördüğü halde sessiz kalmanın verdiği öz güven nereden kaynaklanıyor.”
Cuvalin agzinin tamamen kapanmasi, hem teorik hem de pratik anlamda, mumkun degil. Fakat, kartlarin yeniden dagitilmasi da zorunlu.
“Gün Abinin son kitabı “kentlerde” yazan önemsediğim bir yer vardı. Gün Abi’nin Cumhuriyet mitinglerinin gözden kaçırdığını söylediği niteliği konusu gibi veya yine devlet, devlet uygulaması ve kurumları konusunda felsefi yönden tamamen umursamaz hale geldiği için güncel baskıcı gelişmeleri gözden kaçırdığı değerlendirmesi gibi.”
Kitabi okumadim. Sizin ozetlemenizden de bir sey anlamis degilim.
“Sen farklı olarak geçmiş fay kırıklarını bahane edip bilinçli şekilde baskıyı gözden kaçırıyorsun (ikiyüzlü olan bu) veya gördüğün halde baskıcı nitelikleri yok sayıyorsun veya olumluyorsun (samimiyetsiz ve kötü olan bu)”
Kendine ‘sol’ diyen ‘iflah olmaz muhalif’lerin cogunluk icin bir sey istedigini gormedim ben bugune kadar.
Tersine, cogunlugun ozgurlugunun artmasini hep kendileri icin tehdit saydilar.
“Kısaca hangi özgürlük senin için bedelini ödeyebileceğin bir özgürlük veya toplum hangi özgürlük söz konusu olduğunda bedel ödemeyi göze alabilecek sence?”
Bilirsiniz, vaktiyle, ciftcinin/rencberin birisi Mustafa Kemal’e ‘devlet benim uckuruma guvenip savasa girmesin, dusman su tarlanin dibine gelinceye kadar kilimi kipirdatmam’ demisti.
Simdi, benimki de o hesap: Kimsenin ‘hayat tarzi’ filan icin bedel odemek niyetim yok. Kimsenin, daha onceki imtiyazlarinin devami icin de kilimi kipirdatmam.
“senin açından bu sadece mikro düzeyde geçerli bir yeterlilik midir, yoksa makro olarak değerlendirmelerinde de aynı öz güvene sahip misin?”
Ikisi farkli yetenek ve bilgi/gorgu perspektifi gerektiriyor.
Yani, hangi gostergelere bakmaniz gerektigi, bunlari da hangi onceliklerde degerledirmeye tabi tutacaginiz gibi seyler.
Ortusmezler mi; tabii ki, ortustukleri yerler coktur. Ama, benim tecrubemi makroya ortusturmem icin, cok sayida ‘mikro’yu degerlendirmeye almam gerekir. Daha zahmetli bir istir.
Bu noktada size bir anekdot aktarayim.
Bir tanidim, ABD’deki (o tarihte ABD’nin en buyuk ikinci en buyuk) fon yonetim (Soros degil, Soros dah akucuktu) sirketinde tepe yoneticilerden birisiydi.
Nasil bu kadar basarili olduklarini sordugumda, bana sunu anlatmisti:
Sirketin sahibi (cunku, ozel bir fon idi), bir gun Japonya’ya gider ve Tokyo havaalanin aliskin oldugu kadar bakimli ve temiz olmadigini gorur. Bunun uzerine, derhal, eldeki butun Japonya kagitlarinin satilmasini emreder. Alttaki kadrosunun itirazlarina ragmen, geri adim atmaz.
Sonuc: Iki aya varmaz, milyarlarca dolar kar ederler.
Diyecegim o ki, bu tur seyler farkli yetenekler ve ufuklar gerektirir.
“Bu bağlamda ülke yönetimini ve sözde “devrimini” nasıl görüyorsun üretim karlılığı ve/veya karlılık açısından?”
Once sunu soyleyeyim: Bir-iki sirketi yonetmenin ne denli full-time ve zahmetli (ve riskli) oldugunu, nacizane, bilen birisi olarak; asil onemli olanin (yani, tek tayin edicinin) bizzatihi yonetim kadrolarinin akademik degeri cok da onemli olmadigini not etmek lazim.
Belli bir bilgi birikimi gerekiyor, tabii ki. Ama, onu da hicbir akademik tahsil veremez.
Dolayisi ile, hani, derler ya, ‘gayret senden, takdir Allahtan’.. onun gibi de bakmak lazim..
‘Gayret’ var mi? Evet, hem de () mukayeseli bakarsak) fazlasiyla var.
‘Adam’in bu yastaki aktivitesi, isini takip etmekteki titizligi, degme 40 yasindakilerin 1 haftada pes edecegi seviyede ve azalmiyor.
Ben, bunu, kendime kiyasliyarak, takdir ediyorum.
Hata yapiyorlar mi, tabii ki. Is yapan, zorunlu olarak, hata da yapar. Hatlarindan ders alip duzeltmeler yapiyorlar mi? Evet, cogunlukla.
Kendi kullandigi araba ile trafik isiklarinda duran, Migros alisverisine de yenge hanimla giden birisine coktan yeglerim demek istiyorum.
[Hatiralarinda belki okumussunuzdur. Vehbi Koc, yonetici tayin edecegi birisine, ilk is olarak evine hizmetci almasini sart kosar. ‘Senin zamanin benim icin cok kiymetli; esinin ev isi yaparak yorulmasinin dahi senin performansini etkilemesini istemem’ mealinde bir seyler soyleyerek.]
“Bozulan ekonomik dengelerle lükse kaçan özgürlüklerin sayısının artması/kazanılmış hakların kaybedilmesi arasında bir tutarlılık/orantı var mı sence?”
Hala daha ayni yerdesiniz.. ‘Kazanilmis haklar’..
Yok oyle bir sey.
Nasil ki, diploma, yapmaniz gereken seyleri yapabileceginize dair bir isarettir; ama, aslolan, o diplomanin geregini her gun yerine getirmenizdir; sizin agziniza sakiz ettigini bu ‘hazanilmis haklar’ filan da oyledir: ‘Hak’ oldugunu her gun (ya da gerektigi zaman) gostermeniz lazim.
‘Kazanilmis haklar’ ismiyle bir paye edinmis ve sirtustu yatmaktan baska bir sey yapmiyorsaniz, sizin ‘kazanilmis haklar’iniz kimsenin umurunda olmaz.
“Mevcut ekonomi yönetimiyle daha fazla özgürlük lüks hale gelecek mi dersin?”
‘Ekonomi yönetimi’ ile ‘özgürlük’ler arasinda nasil bir bag kuruyorsunuz?
Mesela, TCMB ve bankalar sonuna kadar ozgur/bagimsiz olsunlar ve onlar da tekelci konumlari sayesinde faizleri istedikleri kadar yukseltsinler mi?
Boyle bir ozgurlugun de savunulacak tarafi var, tabii ki. Mevduat faizlerinin artmasi sonucunda, bankada parasi olanlarin da kazanclari artacaktir.
Orasi oyle de, culsuzlarin haklarini savundugunu iddia eden ozgurlukcu (!) muhaliflerimizin boyle bir seyi neden destekledigini sormayacak miyiz?
Türkiye’nin ilk devrimi: 1908 Jön Türk devrimi
Gerçek
Temmuz 23, 2018
http://gercekgazetesi.net/teori-tarih/turkiyenin-ilk-devrimi-1908-jon-turk-devrimi
Necip Bey’in muhtemel cevab[lar]ı:
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan II. Abdülhamid’in 1876 I. Meşrutiyet devrimidir.”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Mustafa Reşid Paşa’nın 1839 Tanzimat-ı Hayriye devrimidir.”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan II. Mahmud’un 1826 Vak’a-i Hayriye devrimidir. [Bektaşilere göre ise Vak’a-i Şerriye karşı-devrimi]”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan II. Mahmud’un 1808 Sened-i İttifak devrimidir. [Yani Türkiye’nin Magna Carta’sı]”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan II. Mahmud’un 1808 Sekban-ı Cedid devrimidir.”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan III. Selim’i deviren 1807 Kabakçı Mustafa devrimidir.”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan III. Selim’in 1793 Nizam-ı Cedid devrimidir.”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan III. Ahmed’i deviren 1730 Patrona Halil devrimidir.”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan III. Ahmed’in 1718 Lale Devri[mi]dir.”
“Hayır. Türkiye’nin ilk devrimi Sultan II. Mustafa’yı deviren 1703 Edirne devrimidir.”
Yukarida, benim ‘hukucu’lar ilgili asagilayici bir yaklasim sergiledigimden sikayet edilmis.
Cok kisa on-cevap: Oratada, asagilamak icin dahi olsun, kalibresi yeterli bir ‘hukukcu’nun oldugunu dusunmuyorum.
Dolyisi ile, kimse kendisini asagilanmis hissetmemeli –kendini ‘hukukcu’ zannedenler haric, tabii ki.
Simdi de sebebini bir ornekle aciklamaga calisayim.
Biliyorsunuz, Baskanlik sistemine gecmek/gecmemek karari icin bir referandum yapildi.
Referanduma sunulacak maddeler de, TBMM’nin catisi altinda kotarildi; guya STK’lar, cok bilmis aydinlar filan da goruslerini dile geirdi –Barolar Birligi dahil.
Referandumda oylanip gecen degisiklikler arasinda 2 kanundan ilgili cumleleri asagiya aliyorum.
[Metnin tamami, istenirse, suradan da okubilir: http://anayasadegisikligi.barobirlik.org.tr/Anayasa_Degisikligi.aspx ]
Madde 104
Madde 106
Bu metin, geceyarisi caktirmadan gecmis bir metin degil. Herkesin gozu onunde gecti.
Simdi, bunlarin onemli kisimlarini ozetleyeyim:
— Cumhurbaşkanı, istedigi kadar bakan veya yardimci atayabilir. {sayi limiti yok.}
— Kisi, milletvekili ise, Cumhurbaşkanı yardimcisi veya bakan olarak ataninca, onun Meclis uyeligi otomatik olarak sona erer. {Surenin alt limiti yok. Atama, ister 1 saniyeligine, ister donemin sonuna kadar olsun; farketmez.}
Simdiiii..
Siz, ‘atamak’ deyince, ne anliyorsunuz?
Ben, daha kolay anlasilan kelimeyi soyleyeyim: ‘Tayin etmek’.
Yani, tipki, bir memuru bir yere tayin etmek gibi.
Soz hakki yoktur. Ya gider goreve baslar, ya da (zaten Meclis uyeligi dusmus sayildigi icin, milletvekilligi de bitmistir) siradan vatandas oluverir.
{Idare Mahkemesinde dava acmagi filan unutun; burada o yok. O kadar dahi hakki yok, yani.}
Peki, bu maddeler ile ne yapilmis oluyor?
Su yapilmis oluyor:
Cumhurbaskani nezdinde, milletvekilleri siradan birer memur durumuna (hatta, daha asagiya) indirgeniyor.
Cumhurbaskani tarafindan bakan ya da yardimci olarak tayin edilenlerin Meclis uyeligi otomatik olarak dusuyor.
Bu cok onemli.
Cunku, Cumhurbaskani isterse butun Meclis’in tamamini, isterse de paralize edecek sayidaki milletvekilini, bakan/yardimci olarak atayabilir.
Yani, Meclis’i tamamen ‘dikensiz gul bahcesi’ haline getirebilir. Bir imzasina bakar.
Orada bitiyor mu?
Tabii ki, hayir.
Bir de ‘gorevden alma’ yetkisi var. Onda da hicbir kisitlama yok. Istedigi bakani veya yardimciyi, istedigi anda gorevden alabiliyor.
Boylece, Meclis’ten atayarak milletvekilligini dusurmus oldugu bakanlarin (veya yardimcilarin) Cumhurbaskanligi bunyesinde de basina bela olmasi ihtimalini ortadan kaldirmis oluyor.
O da, bir imzasina bakar.
Peki, siyaseten bunlari yapmasi sozkonusu olabilir mi?
Sanmam.
En azindan tamamini yapmak sorun olabilir. Fakat, yetkisi var mi; bal gibi, var.
Ama, yine de, bence, onemli olan o degil.
% 85 gibi yuksek bir katilimla, ‘evet’ ya da ‘hayir’ oyu verdiginiz referandumda oylanan buydu.
Oylanip gecmis (yani, yetkinin verilmis) olmasi bir yana, referanduma katilimin bu kadar yuksek olmasi (yani, referandumun mesrulastirilmasi) hayli ilginc.
Hadi diyelim halkin genelinin bu tur seyleri okumasini ya da anlamasini bekleyemeyiz.
Ama, ‘muhalif’ler, ‘hukukcu’lar dahi –ozellikle de kendisine ‘aydin’ diyenler– okumamis ya da anlamamis. [Gun Zileli dahil. Odev-modev yapmazmis cunku.]
Oyle olmasi lazim; cunku, kimse cikip bu duruma dikkat cekmemis. Ya da, umursamamis.
‘Muhalif’ taifenin aydinlarinin ve ‘hukukcu’larin kalibresi bu kadarcik iste..
Bos bos konusmak.. ve sadece konusmak.. dusunmeden etmeden..
Yerlerde surunen bu capsizligi benim ayrica asagilamam mumkun mu?
‘Sol’, coktan beridir zihnen dumura ugramis bu ‘arpalik aydinlari’na mahkum mudur?
[[
Not: barobirlik.org.tr adresindeki calismayi bilerek/kasitli verdim.
Ota boka, herseye maydanoz olan odalardan ya da birliklerden birisi de onlar cunku.
Gozlerinin icine girecek kadar yakin ve asikar bu mertekleri gormemis, kil-tuy-yun dandikligindeki seylere serhler dosenmisler.
Papuclarimin barosu…
Bir de hukukcuyum diye gecinirler!
]]
Sonuc.
Yani, B Plani, eger gerekseydi su olabilirdi:
a) Birkac A4 sayfasina Meclis’teki butun (ya da yeterli sayida) muhalefet partilerinin milletvekillerinin ismi yazilir.
b) Bir nushasinin altina, bu isimlerin bakan olarak atandigi eklenir ve Cumhurbaskani tarafindan imzalanir.
c) Diger nushanin altina da, bu isimlerin bakanliktan alindiklari (azledikleri) yazilir ve Cumhurbaskani tarafindan imzalanir.
Gecmis olsun.
Meclis’te, yeniden secim karari alacak sayida dahi milletvekili kalmadigi icin, uzuuuun ve huzurlu bir donemle yola devam edilir.
‘Hukukcu’larimiza ve dahi ‘muhalif’lerimize kapak olsun.
“Biyolojik olarak, evet.”
Bu yeterli.
Cunku, malum, ‘olur ise, ten olur; canlar olesi degil’..
Ekonomi konusunda, secim atmosferindeki ‘harami var deyu korku ver’meler bitince, ayaklari daha bir yere basan analizler de gorulur oldu.
Su yaziyi okumak isteyebilirsiniz.
http://t24.com.tr/yazarlar/baris-soydan/gercekci-olalim-ekonomi-cokmeyecek,20144
Sayın 188,
Ama siz resmin daha da küçük bir kısmını gördüğünüz halde sakinsiniz. Bu işin içinden ancak çelişki polisleri çıkabilir.
Siz ve Necip beyin sakin ve uslu olmanız nedenleri çok olabilirse de benim tahminim dünyayı elinde tutanların size yutturduğu afyon.
17. yüz yılda, ilhamını ilkeller dünyasından alan, bir mavi gözlü sarışın üstün ırk materyalist atanız,bu afyonu vaftiz etti: “herkes birbirine karşı”. Tabii, allah da herkese karşı. Odur budur, mutlaka bir tesadüftür, bu adamın politika felsefesi dünyanın her yerinde sizler gibi yüksek zekalıların beynine sokuldu.
Bir atasözüne göre yalan çok çeşitli, hakikat tektir.
Afyon da insanı yalan dünyaya soktuğu için çeşitli: sizin “her şey ya kâr ya zarardır”; Necip’in “çıkar” inancı; büyük anarşist devrimci Zileli’nin “sosyal darwinizm”i.
Sıradanlar için başlarına gelenlerin izahı. Eskiden “şeytan”dı şimdi “çıkar”.
Benim dikkatimi çeken şu: ne zaman bu sitedeki gibi son derece ciddi konular açılsa, bir avuç insan ve düşünür hariç, herkes her şeyi “çıkar” ile izah eder. Mutlaka bir tesadüf veya doğa yasası veya alın yazısıdır. Fark etmez, sonuç aynı. Çıkarı olanlar da çıkarı olmayanlar da haklı olarak bu evrensel hakikate dört kolla sarılırlar
Batı’da ölüp ölüp asıl büyük beyinliler tarafından başka adlarla yeniden diriltilen bu afyonun adı “rational assessment of costs and benefits”. Küçük beyinliler ülkelerinde okullar bunu ekonomi bilimi adı altında küçük beyinlilere öğretirler. Zaten ekonomiden başka ne var ki?
Bu afyon, meşhur Marks’ın meşhur “teori ve praksis” ilkesinin en şahane örneğidir.
Gerçek günlük hayat, hem sıradanların hem de sizin doğru düşündüğünüzü kanıtlar. İşte sakinliğiniz en büyük nedeni bu!
Sıradanlar kazık yer inanır, büyük ve orta beyinliler kazık atar inanır.
Bu sitedeki aile içi kavgada taraflar arasındaki anlaşmazlık sorunu, “çıkar”ın tarih motoru olduğuna itirazdan doğmaz. Sorun çıkar guruplarının seçiminde doğar.
Mesela sayın hayli büyük beyinli ve büyük anarşist Zileli Sosyal Evrim inancıyla her 50*60 yıl, her 10-20 yıl, her 5-10 yıl, her yıl sonu geldiği ilan edilen bir gurubun galiba bu defa gerçekten sonu geldiğini ilan eder.
Bu şahıs üstelik yazarmış. İki defa üst üste politika galeyanına gelip metaforun ne olduğunu bile unuttu. Aslında sorun daha vahim. Modern bilim aynı anarşizm gibi ithal malı olduğundan millet allahın varlığını bile bilimle ispat ediyor.
Dünya fakirlere kalacak diyen İsa bilimde dayanak aramadı. Eşsiz güzellik de bunda. Yeni ilahlar veya idoller önünde secde edenlerin çirkinliği insanı çok üzüyor, ümidini kırıyor.
Canlılığın güzelliği en derin kozmos yasasını çiğnemesinde.
Küçücük bir not: Defalarca dikkatimi çekti, siz azılı ve azimli sağ/sol devrimcilerin sitesinde coşkunluk mantıksızlığa yol açıyor.
En basit ve senin bile anlayacağın bir örnek:
“Resmin küçük bir kısmını görenler, öfkeyle bağırıp çağırırlar”
ama,
Her öfkeyle bağırıp çağıran, resmin küçük bir kısmını gören demek değildir.
Not: Daha karışık örnek karışık olmayan kellenizi karıştırabilir.
Hadi koşturun yeniden Özgür Üniversite’ne! Bu bir öğrenim gezegeni! Gezegene öğrenmek için geldik. Dinciler ölünce, sizler ve rakipleriniz, evrenin fitili bitene kadar klonlarınızı yapacak yer yüzü allahlarınıza şükür hepinizin fitili bittiğinde öğreneceksiniz.
192, 200 ve ErDoğan
Nihayet bu siteye yakışır, parti ve politika içinde çekirdekten yetişmiş bir ilkelci, bir gerçek devrimci, bir hızlı anarşist çıktı: 192 ANONİM. Hay senin o ültimatom veren diline kurban olayım. Diğer ilkelci mız mız edip duruyor, mıymıntının biri. Gerçek hayattan kopmuş. Biz Orta Asya’dan at koşturarak buralara kadar gelmiş akıncıların kanını taşıyoruz. Savaşçılık ve hayatta kalma kavgası genlerimize yazılı.
Sayın cesur, gerçek erkek, yaratıcı bir (piyasada bol) alternatif yaşam önerisi sunan 192 ve 200 yoldaşlar. Siz bu ültimatomu dünya başkanlarına gönderin. Ülke başkanınız ErDoğan’a da doğal yöntem yürüyerek elinizde götürün.
Bence ErDoğan ile siz ve bu sitedekiler arasında hiç de fark olmadığını bu vesileyle göreceksiniz. Eğer köpekleri sizleri ısırır, tekme tokat kapı dışı ederlerse, elinize doğal yaşam reklamının ve inanan enayilerin bini bir para olan Batı’ya kapak atmak için elinize eşsiz bir fırsat geçer.
Buralara gelir, ErDoğan’ın zulmünden kaçtığınızı, daha önce gelenlerin danışıklı kavga masalları demokrasi ve insan hakları eksikliğini ağlayarak anlatırsınız. Sizi hemen kabul ederler.
Not 1: Daha dün kafayı yemişlik numarası yaparak maaşla emekliliğe ayrılmak isteyen birine tercümanlık yapan bir kadın bana “asıl psikiyatrist tam çatlak, herifin büyük konsültasyon salonu her türlü ağaç, kuş, hayvan dolu. Doğal çevrede insan daha rahat olup daha çabuk iyileşiyormuş.”
Emin olun sayın 192 ve 200 ve benzerleri, bu kadın sizler kadar cahil ama burnunu bilmediği şeylere sokmayacak kadar zeki ve erdemli. Emin olun 192 ve 200 eğer siz de gün gelir kafayı yerseniz can derdine düşer her türlü hokus pokusa inanırsınız. İşte sizdeki tiksindirici bulduğum yan da bu: halim vaktim yerinde, o halde bilgiliyim. Hayır sonsuz cahilsiniz ama şansınız diğerlerinin de sizin gibi cahil olması.
Not 2. Eğer buralara gelirseniz unutmayın taklidini yaptığınız Batılılar da sizler gibi ırkçı. B*k çukurundan geldiğinizin izlerini kolay kolay silemezsiniz. Yani, it iti ısırmaz her yerde ve her zaman geçerli değil. Ama insanoğlu maşallah cin gibi zeki. Bazı Türk ve Kürt aileler çocuklarına buralıların isimlerini veya benzer isimlerini veriyorlar.
“Hic sanmam”
Suratini serinletmedigi belli, ama bir batmis. Yine analşitlik etmissin, “o da kimmis?” gevezeligin bitmiyor. Sadece patronlarin degil, Gun abin de seni iyi bellemis: medenilerde sık rastlanan sapık ask/nefret.
Necip efendi unuttunuz mu? Sana hem sut veren hem de kotek atan anandan yola cikip “iktidar ana ile basladi” ve araba saticiligindan yola cikip evrenin basina donerek “canli cansiz her sey, her seyi cikari icin yapar ” altin yumurtalari senden cikmadi mi? Ayrintilar nerede, alim Necip?
Kendin cikardigin “cikar” yumurtani hatirlamadan cevap verdin. Sakin ol. Eger her sey cikar icin yapilirsa, senin aptalca cevabin da senin cikarina gelmis! Sendeki mantik yetersizligi bu sitede salgin bir hastalik.
Senin kicina bir “o da kimmis?” nisadiri daha sureyim ki daha cok atla zipla. Iki unlu tarihci Belcika’ya tarih konferansina giderler. Biri “hadi sehri bir gezelim” der. Digeri sasirip sorar : “biz tarih toplantisina geldik, su anı ne yapalim? Birincisi “eger simdiyi bilmiyorsak, eskiyi nasil anlayacagiz?” der. Bu iki tarihci, en unlu Turk tarihcilerinin mensup oldugu ekolin kuruculari. Senin yerel dedikodular disinda yaptigin analşitliginin tadi iyice kacti.
Senin yazdiklarindan her zaman don olmak istedigin ama hayatini salt don koklamakla gecirdigin cok asikar. Kiskanclik ve asagilik duygulari icinde senden ustunleri hor gormek terapisine basvuruyorsun.
Ben hic bir bilgim olmayan yerel dedikodunuza asla katilmadim. Sen Bati kaynaklarindan anlamadan topladigin kirintilarla kabarip durursun ve ardindan ErDogan’a yag cekmek icin Batililari begenmez yavsakligi edersin.
Sende utanma yok, hepsi o kadar. Butun anlamadan fiyakasini yaptigin bilgiler, fizik, kimya, biyoloji, genetik, astronomi, matematik, bilgisayar, araba tamiri ve satma, sosyal bilimler Bati’dan kulagina uflenenler.
Taklit edenlerin taklit ettiklerinden daha hizli, daha coskun, daha heyecanli olduklari bilinen bir sendrom.
Defalarca sonsuz salakca konustugunu gosterdim, careyi kacmada buldun. Senin en buyuk avantajin bu sitedekilerin senin kadar keriz ve cahil olmalari. Sen o kadar salaksinki, dunyanin gelmis gecmis sirrina Uzay Denklemeler ile varmak isteyen bir salaga inanmakla kalmadin, yapilan simulasyonda verilerin bu dunyadan gelmedigine bile inanan essiz bir comarsin.
Newton zamaninda iyi ki ona “simdiye kadar dusenlerin detaylarini ver” bakalim diyen senin gibi asagilik duygusu icinde kivranan b*k cukuru Turk dahisi yokmus. Turklere lagim cukurundakiler adi takilirdi.
Sen yerel dedikodular disinda o kada caylaksin ki, senin gibi allah pesinden kosan modern salak dincilere yutturulan deneylerle kanitlanabilir bilim ile veriler, belgelerle dolayli teoriler ileri surulen bilimler arasindaki farki bilmiyorsun. Sonsuy dinci oldugundan devamli senin gibi kuru ve tatsiz allahin pesinde kosup yoruluyor, zirvaliyorsun. O aradigin allah benzeri guvenlik veren bilim de bile simdi artik degisik yorumlarla degisik sonuclara variliyor: kuantum fizigi. Kozmolojiye deginmezecegim bile. Sen en iyisi araba satciligi yap, gazete oku, televizyon seyret ve sana benzer asagilik duygulari icinde kivranan bu site sag/sol devrimcilerle geyik sohbetine devam et.
Caylakligin ve comarligin en buyuk avantajin!
Senin hayatin kendi cinsinle alis/verisle gecmis, o cumleyi nasil anlamadin be alim malim efendi?
“malum, ‘olur ise, ten olur; canlar olesi degil’”
Evet. Tıpkı,
“Ölür ise biyolojik ten ölür, ölü fikirlerin sahibi canlar ölesi değil”
olması gibi.
Veya,
“Tükenir ise sürüngen dinozorların nesli tükenir, tükenmiş fikirlerin sahibi insan dinozorların nesli tükenesi değil”
siyasal islam bugün bile kendini cok iyi camouflage yapabiliyor bu bir gercektir böyle sayfalarda kendileri hep devlet baskisindan ne kadar maduriyet görmisler ve hep insanlarin beyni ile oynayan demokratik sözcükler……bunlar siyasal islam beyin takimlaridir! bakarsin cikip d.gezmis ve m.cayan övgü ile konusur birde yahu bu sosyalizim ne iye birsey mi yahu….yoldas bunlar sadece onlarin karsi bizlerin gücümüzü onlara göstermemek ve kesmek icin yapiyorlar! uyanik olun.
beyin ille iyi oynanmasini cok iyi ögrenmilser kimden mi???
cia ve amerikan cumhuriyetci stratesijenlerden/partisinden,simdi bugünü bakildi zaman bir siyasal islam devletin irkci/fasist gücleriyle anlasmis durumda zaten o yüzden iktidarda kalabiliyor.bizler yani yoldaslar degisen bir durum yok mücadele aynidir.kararlilik ve cesur adimlarla bu durumdan cikma güce sahiptir devrimci hareket yani kendisi icin dagilmis durumdan.kanli pazar ne oldunu cok net ve iyi gösteriyor bizlere!siyasal islamin baslangici ve bugün,hic bir yurtsever devrimci bu sorumluluktan kacamaz!
AK Sivil Toplum
Askeri vesayet rejimini deviren sivil hükümetin sivilleşme devrimi ve bu devrimin öncüsü davalar: Ergenekon, Balyoz, 15 Temmuz
Öte yandan, bu devrimin en son adımları olan, Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığına, Jandarma ve Sahil Güvenlik’in İçişleri Bakanlığına bağlanmasını da eklemeyi unutmamalıyız.
İşte son durum (23.07.2018)
“Harp Akademileri Komutanlığı davası: 125 sanığa ağırlaştırılmış müebbet istemi
15 Temmuz darbe girişimi gecesi Harp Akademileri Komutanlığı’ndaki darbe faaliyetleri ile Harp Akademileri Komutanı Korgeneral Tahir Bekiroğlu’nun kaçırılarak askeri cezaevine konulmasına ilişkin 121’i tutuklu 126 sanığın yargılandığı davada mütalaa verildi. 125 sanığın “Anayasayı İhlal” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapsi istendi. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri Cezaevi’nin karşısındaki binada görülen duruşmada, 120 tutuklu sanık ile 4 tutuksuz sanık hazır bulundu. Cumhuriyet savcısı duruşmada açıkladığı mütalaasında, dönemin Kara Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral Selim Mert ile dönemin Harp Akademileri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Hasan Nevzat Taşdeler ve Hava Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral Recep Yüksel’in de aralarında bulunduğu 125 sanığın “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs” suçundan ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet ile “Terör örgütüne üye olmak” suçundan 7 yıl 6’şar aydan 15’er yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını istedi. Mütalaada, ayrıca bazı sanıkların “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”, “Konut dokunulmazlığı ihlal”, “Nitelikli yağma” gibi suçlardan değişik oranlarda hapis cezasına çarptırılması talep edildi. 4 tutuksuz sanığın da tutuklanmasının talep edildiği mütalaada, firari bir sanığın da dosyasının ayrılması istendi.”
Asıl sorulması gereken soru;
Kapitalizm / medeniyet / iktidar / Balkan Oligarşisi / Anadolu Oligarşisi vb.
Nasıl devrilir?
Devrilebilir mi devrilemez mi?
Doğal mıdır yapay mıdır?
Fıtrata uygun mudur değil midir?
vb. değildir.
Fakat mesela şunlardır;
H. Esad > B. Esad > ???
C. Nasır > E. Sedat > H. Mübarek > M. Mursi > A. Sisi > ???
B. Clinton > G. W. Bush > B. Obama > D. Trump > ???
Ve en önemlileri;
MKA > İ. İnönü > C. Bayar > C. Gürsel > C. Sunay > F. Korutürk > K. Evren > T. Özal > S. Demirel > A. N. Sezer > A. Gül > RTE > ???
MKA > İ. İnönü > B. Ecevit > D. Baykal > K. Kılıçdaroğlu > ???
A. Türkeş > D. Bahçeli > ???
H. Kıvrıkoğlu > H. Özkök > Y. Büyükanıt > İ. Başbuğ > I. Koşaner > N. Özel > H. Akar > Y. Güler > ???
M. N. Yılmaz > A. Bardakoğlu > M. Görmez > A. Erbaş > ???
vb.
Tamam arkadaşım anladık. Hepimiz aptalız tek akıllı sensin.
Biz salak medenilerin suratına yağmur atarken ne kadar zevk aldığını söylemene de gerek yok. “İstimna bi’l-yed”in (mastürbasyon) her türlüsünün zevkli olduğunu bizim gibi en cahiller bile bilir sonuçta.
Keşke içimizden bir kişi bile senin kadar süperzeka olsaydı da yalnız ve ateşli ergenler gibi bu zevki burada tek başına yaşamak zorunda kalmasaydın.
Ama yok maalesef. Hepimiz cahil bir “reaya” (sürü) iken sen “sultanü’l-ulema”sın (bilginler padişahı).
Hazret-i Mevlana-yı Bozorg (Büyük Mevlana, Mevlana’nın babası), yani Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled (d. 1151, Belh – ö. 1231, Konya) gibi yani.
‘Mesela, TCMB ve bankalar sonuna kadar ozgur-bagimsiz olsunlar ve onlar da tekelci konumlari sayesinde faizleri istedikleri kadar yukseltsinler mi?’
Bankalar, ‘kendi kendine’ doğan-büyüyen-ölen kuruluşlar değildir.
Bankaları ‘var eden’, KOBİ patronu Necip’lerdir. Bankaların kasalarına paralar (ve diğer enstrümanlar) gökten zembille inip girmez.
Yaptığı ticaretin hacmi hangi boyutta olursa olsun farketmez, bir sokak köşesindeki bakkaldan bir dişçinin özel muayenehanesindeki kasaya kadar, KOBİ patronu Necip’in yaptığı ihracattan bir holding genel merkezine kadar, bütün kişilerin ve şirketlerin (doğrudan veya dolaylı) bankalarla bağı vardır.
KOBİ patronu Necip, yaptığı ticari faaliyet neticesinde elde ettiği geliri, (istese de istemese de – haberdar olsa da olmasa da) bankacılık sektörüne dahil eder.
Para da maldır. Ve paranın fiyatı faizdir.
‘Borç alma faizi’ ile ‘borç verme faizi’ arasındaki farkı anlamak şarttır.
İkincisi, ‘mevduat sahiplerinin bankalara getirisi’ ile ‘ticari kredi satışlarının bankalara getirisi’ arasındaki farkı anlamak da şarttır.
Türbülans hâlindeki Türkiye ekonomisinde, bankalar, en kolay ve en çabuk kâr elde etme yöntemi olan ‘kredi (loan) satışı’na yönelir. Bu ülkede, hacim bakımından, krediyi en çok talep eden kesim, ‘hanehalkı (household)’ değil, ‘ticari faaliyet yürüten şirketlerdir, kuruluşlar’dır. Kısaca ve basitçe, 100 ticari kuruluşun kredi ve borç ödeme/ödeMEme mekanizmasındaki dolaşım, 1000 hanehalkının mevduat hesaplarındaki ve tüketici kredisi taleplerindeki miktarın dolaşımından fazladır, ve kârı yükselticidir (hem şirketler hem de bankalar için).
Bankalar için, ‘mevduat hesaplarındaki faizlerin yükselmesinin getirisi’, ‘ticari faaliyet yürüten şirketlere satılan kredi faizlerinin yükselmesinin getirisi’nden ‘daima daha az’dır. Bankalar, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyi göze alacak kadar kurnaz kuruluşlardır.
Bankalar, faiz oranları yükselirse, kredi satışlarından elde edecekleri getirinin artacağından elbette haberdar; fakat keriz değil. Sebebi:
KOBİ patronu Necip’e satmayı istediği kredinin faizini ne kadar yüksek tutarsa bankalar, Necip, o bankalardan mümkün mertebe uzak durmaya çalışır. Bu ‘çark’ böyle devam ederse, bankaların bilançoları sarsılmaya başlar. ‘Çark’ın böyle devam etmemesi için, bankalar, özellikle ‘konut kredisi faizleri’nin ve ‘ticari faaliyet yürüten şirketlere sattıkları kredi türlerine uyguladıkları faizler’in yükselmesini istemez.
Faiz türleri arasındaki farkların neler olduğunu, faizlerin yükselmesini özellikle bankaların istemeyeceğini, önce KOBİ patronu Necip’lerin anlaması şarttır.
Bir diğer husus,
‘TCMB’, başına buyruk bir kurum değil. Hükümet tarafından seçmene vaat edilen ekonomi politikaları arasında, enflasyonu düşürmek de vardır. Hükümet, enflasyonu düşürmek için canla başla mücadele etmeye mecburdur, eğer bunu yapmazsa bizzat kendi seçmenini (ve sonra bütün ülkeyi) kandırmış olur. Hükümet, enflasyonu düşürmek yerine, tam tersine, yükseltici yönde yaptığı her hareketin sorumluluğunu, TCMB’nin sırtına yükleyemez.
Türkiye sınırları içinde faaliyet gösteren, üretim yapan ve ürettiklerini ihraç eden şirketlerin %98’inden fazlası, hammadde, sermaye malı, makine aksam ve parçaları, yarı-işlenmiş mamul gibi ürünleri ithal ederken, ‘Dolar’ ve ‘Euro’ ile ödeme yapar. Bütün bunlar, ‘maliyeti’, doğrudan ve çok çabuk etkiler. Döviz kurlarındaki yükseliş, bu şirketlerin ithalat ödemelerindeki miktarı da yükseltir. Buna, kısaca, ‘maliyet enflasyonu’ denir.
(Not: Türkiye’deki mevcut enflasyonun kompozisyonu, ‘talep’ ve ‘maliyet’ enflasyonlarının karmasıdır. ‘Maliyet’, daha ağırdır, çünkü, döviz kurlarındaki yükseliş, maliyet enflasyonunu körükler.)
‘Enflasyonu düşürmek ve dengede tutmak’ meselesinde, TCMB’nin sadece, ‘faiz mekanizmasını kullanmak’ sorumluluğu ve ‘A.P.İ. (Açık Piyasa İşlemleri) yolu ile piyasalara döviz dağıtıp/geri çekmek’ sorumluluğu vardır, başka sorumlulukları yoktur (kanun maddelerini aç oku, KOBİ patronu Necip).
Hükümet, döviz kurlarındaki dalgalanmayı ‘arttırıcı’ söylemlerine devam ettiği müddetçe, TCMB kanunda kendisine verilen yetkiyi kullanarak, kurları sakinleştirmek için faizleri yükseltmeye mecbur kalır. 2 x 2 = 4
Niye?
Çünkü, hükümet, kurlardaki yükselişi ‘söylemleri’ ile körükleyerek enflasyonun daha da artmasına yol açar, enflasyonla mücadele etmek için de TCMB, kanunda kendisine verilen yetkileri kullanarak, ‘1 haftalık repo faizi’ni ve ‘geç likidite penceresi faizi’ni yükseltmeye mecbur kalır. 2 x 2 = 4
TCMB, sadece ‘faiz yükseltmek’ değil, ‘faiz düşürmek’ ve ‘faizi sabit tutmak’ yetkilerine de sahiptir (kanun maddelerini aç oku, KOBİ patronu Necip). Ve dünyadaki bütün merkez bankaları, faizlerin daima yükselmesinin, ekonomileri darmadağın edeceğini gayet iyi bilir, bu nedenle daima temkinlidirler, faizi daima yükseltme meraklısı değildirler. 2 x 2 = 4!
OSB’de KOBİ patronu Necip’in, (metaforik olarak) etekleri tutuşmuş olmalı ki, ‘Ekonomi çökecek mi – çökmeyecek mi?’ sorularına bulduğunu zannettiği cevapları buraya getirmeye başlamış.
‘Cemil Ertem’ler’den ‘Barış Soydan’lar’a… Bir arpa boyu kadar olmasa bile ilerleme var sende Necip, aferin. Yakında, Daron Acemoğlu’nun, ve hâttâ Korkut Boratav’ın yorumlarına da yönelirsen kimseleri şaşırtmazsın Necip, kıvıra kıvıra…
Necip’in, Barış Soydan’ın ‘Türkiye’de Anarşizm: 100 Yıllık Gecikme’ adlı kitabı yazdığından haberi muhtemelen yok:
https://www.kitapyurdu.com/kitap/turkiyede-anarsizm-amp-yuz-yillik-gecikme/289205.html
(Not: Gün Zileli, Barış Soydan kitabı yazarken, ona, epey materyal sağlamıştır ve hangi kaynaklar üzerinde araştırma yapabileceği konusunda tavsiyelerde bulunmuştur.)
İkincisi, Barış Soydan bahsi geçen yazısında (t24), ‘ekonomi çökmeyecek’ yorumunu yapıyor, fakat, ‘ekonomik kriz gelmiyor, her şey güllük gülistanlık, refah dolu yarınlar Erdoğan’a ve AKP’ye oy vermeyenleri de bekliyor’ demiyor, yalapşapçı ve kıvırmacı Necip.
Kuveytli Instagram fenomeni ‘köle’ talep etti!
Kuveytli İnstagram yıldızı hizmetçiler hakkındaki yasalara öfke kustu.
http://www.hurriyet.com.tr/galeri-kuwaitli-instagram-yildizi-hizmetcilere-agir-konustu-40906564
“Hasta Adam”ın hastaları
Sungur Savran
Temmuz 24, 2018
http://gercekgazetesi.net/teori-tarih/hasta-adamin-hastalari
necip;
Can Yücel’in muhatabının Duygu Asena veya Nazlı Ilıcak olduğu rivayet edilen meşhur bir anekdotu vardır. Can yücel: Nazım Hikmet, “Kartpostal şairidir” diyen muhatabına “kart sensin postalda sana girsin” demiş, diye anlatırlar. Senin de artık Nazım konusundaki saçmalamaların için hak ettiğin cevap Can Baba’nın bu cevabı kanaatimce ama sana sadece postal yetmez ek olarak birde takunya lazım…
Sanırım seni çok pohpohlamışlar ve fena halde egon şişmiş.Onun için her yerde karşında asgari ücretle sömürdüğün ve işten atılma korkusu ile senin gibi ukala ve gereksiz bir adama katlanacak, övgü düzecek insanlar var diye düşünüyorsun. Dobralık zannettiğin terbiyesizliğin, özünde bu yanılsamandan kaynaklanıyor. Eğer işletmen de senin şizofren dünyanda yarattığın ve burada salladığın bir hayal değilse tabi…
Tartışma ahlakından yoksun olman(diğer konulardaki ahlaki duruşu bile şaibeli senin gibi biri için) yine senin sadece cehaletinden doğan cesaretinle birleşince, muhatap alınmanı bile gereksiz kılan yersiz bir durum oluşturuyor.
Dolayısıyla ergen klavye delikanlıları gibi sanaldan insanlara sallamayı ve hakaret etmeyi kendince meziyet sanan, karşı tarafı aşağıladığını düşünen senin gibi bir aktrolle verilen her cevap suya yazılmış bir yazıdan ibaret aslında.
Papa sigara ikram ettiği kardilnalden “öyle aşağılık iptilalarım yoktur” yanıtını alınca “o iptila sizde olmadığına göre aşağılık sayılmaz” diye cevap vermiş kardinale. Dolayısıyla sende olmayan hiçbir özellik aşağılık sayılmaz necip efendi. Odun ile eşdeğer hukuk bilginle başkalarını zaten aşağılayamazsın üzme kendini.
“Yukarida, benim ‘hukucu’lar ilgili asagilayici bir yaklasim sergiledigimden sikayet edilmis. Cok kisa on-cevap: Oratada, asagilamak icin dahi olsun, kalibresi yeterli bir ‘hukukcu’nun oldugunu dusunmuyorum.” diye yazmışsın
Diğer şahsileştirmelerin ve yukarıdakine benzer cevapların için verilecek tek yanıt senin hadsiz ve terbiyesiz bir adam olduğun. Senin kendince aşağılamaya çalıştığın meslekler, akademik emek ve emek sonucunda elde edilen diploma dahil her şey değerlidir. Mülkiyeye girip yerdeki cüppelere basan çeviklerin iç acıtan bir fotoğrafı vardı, onlardan biraz farkın olsun isterdim ama onlardan betersin. O cüppeler senin ayağının altında kirlenmiyor yani sen onların üstünde tepinirken daha da kalitesizleşiyor/değersizleşiyorsun. Mecazdan da anlarmısın bilemedim ama…
Hayata soldan bakanlar, senin eski abilerin gibi soru çalarak, hak gaspederek falan değil dişiyle-tırnağı ile emek vererek bir yere geldiği için, hatta emekleri gaspedildiği için ekstra çabayla-mücadeleyle haklarını alabildikleri için, emeğin değerini-önemini bilirler, liyakati önemserler… Senin sürekli aldanan kalibrasyon ölçümün tutmaz yani zorlama kendini…
Şizofren dünyanda yarattığın gerçekte var olmaması dahi kuvvetle muhtemel olan patronluk hayallerinin, mesnetsiz ve afaki ekonomik başarılarının pazarlamasından başka anlattığın bir halt yok zaten. Buna rağmen Senin şizofren dünyana itibar edip, sana bir adli tabip hassasiyeti ile yaklaşıyor, beyanını geçerli kabul ediyor, sorular yöneltiyorum. Tecrübe sahibi olduğunu söylediğin konularda senden yanıt almaya varsa faydalı bir bilgi edinmeye çalışıyorum ama ne fayda. Keçi boynuzundaki bir damla bal bile yok sende
Öğretmen, akademisyen, işçi, yazar, şair, avukat ne kıymeti var değil mi necip? Varsa yoksa emeği sömürerek kaptığı üç beş kuruşla övünen, hızır paşa misali patron olmuş sonradan görme necip’in hayal dünyası… Eğer gerçekse patronluğun bile üstünde sakil duruyor senin.
Vehbi Koç’un çalışanı dediğin adam aynı zamanda damadıdır. O tavsiyeyi ona yapmıştır. Seninde zeka durumundan bir yerlere gelmediğin aşikar aranızda benzerlik olabilir… Eski vagon ticaretindeki kârlar yok ama sende o tavsiyeye uy, zamanını buralarda boşa harcama git para kazan. Amerikan fon şirketlerindeki hayali tanıdıklarından fikirler al yatırımlar yap. Arada bir ilaçlarını al çok ihmal ediyorsun sağlığını gene…
Ethem Sancak’ın 1 numarasına duyduğu aşkı anlatan mevlana-şems hikayeleri misali, muktedire olan güzellemelerinin de, ilanı aşklarının da, bu sitede pek müşterisi/alıcısı yok söylemiştim daha önce sana. Sen nasıl bir tacirsin pazar analizi bile yapamıyorsun be necip. İnsan sana cevap yazarken her yönüyle karşısında bir Oray Eğin var hissine kapılıyor. Sen de yorumlarını oralara yazsana kuzum! Bak hazır müşterilerin de var o sitelerde. Daha iyi bir pazar senin için oralar. Hem sizin köydeki çok yetenekli adamlar gibi seni oralarda biraz izlediklerinde hemen sürüden ayırıp daha itibarlı bir ak koyun yaparlar seni, merak etme. Burada sıradan bir aktrol gibi takılıyorsun orada terfi edersin.
Ekonomi yönetimi ile özgürlükler arasındaki bağı anlamaman da doğal tabi. Anlamak istemeyene daha nasıl anlatılır bilmiyorum ama son kez bilale anlatır gibi deneyim. Senin anladığın gibi Banka tekelleşme özgürlüğünden bahsetmedim tabi ki;
Senin aslanlar ekonomi yönetiminde çuvalladıkça, yasal düzenlemelerle birçok sıkı yönetim tedbirini kanunlaştırıyorlar. Olağan üstü durumu/uygulamayı, normal durum/uygulama haline getiriyorlar diyorum.
Ekonomi kötüye gittikçe;
toplantı gösteri yürüyüşü özgürlüğünü(nerdeyse sebepsiz) 3 ay süreyle yasaklama yetkisi, nevi fark etmeyecek şekilde istediği yayınları ile-ilçeye sokmama yetkisi, yayın kapatma ve süreli askıya alma, toplatma yetkisi, Dernek kapatma, faaliyetlerini süreli askıya alma yetkisi, gerektiğinde 15 güne kadar kişileri sürgün yetkisi veya şehre almama falan veriliyor ya valilere.(Sen bunları duymamışsındır tabi), Diğer kurumlara(listesine bakarsın) verilen idari denetimsiz işten atma yetkileri(YÖK bile istemedi bu yetkiyi fazla buldu kendine biliyor muydun vicdansız necip), mahkeme kararı olmadan erişim yasaklama yetkileri(sosyal medya ve web siteleri) falan.
Gözaltı sürelerindeki artış mesela 12 gün oluyor(Senin gönlünden 90 geçiyordur ama sanırım onun için 1-2 ay daha beklemelisin), doğal hakim ilkesinin tahrip edilmesi.
Haberleşmenin mahkeme kararı olmadan dinlenmesi yetkisi…
Ekonomi kötüye gittikçe gelişecek olan muhalefete ve sokak muhalefetine ek önlemler mi bunlar diye sormuştum sana kandıralı. Sana göre aşağıdaki özgürlüklerde lükse mi kaçtı an itibarıyla diye…
Hani 15-20 gün önce soruyordun ya hangi özgürlükler kısıtlanıyor somut bir örnek ver falan diye, Seçimde yapılanları sallamıyordun mesela… Adil yargılanma hakkını, adil seçim hakkını falan küçümsüyordun, al genel kuruldaki yasa metnini oku bak bakalım hangi özgürlükler nasıl kısıtlanıyor incele! Ama sen okumazsın nasıl olsa, gene hukuka, hukukçulara, muhaliflere falan sallarsın. Uygulamayı bekleyelim diye kafanı kuma gömersin. Oysa kanun yapıp uygulamaya koyduklarını değil uyguladıkları zorbalığı kanunlaştırdıklarını göremezsin…
Yaşam hakkının ihlal örneklerini hatırlar mısın Urfa Suruç falan… Hey necip Hey
Bak mahkeme kararı olmadan seyahat özgürlüğü kısıtlanabiliyor, haberleşme özgürlüğü kısıtlanabiliyor, Milletvekillerinin bile bilgi edinme hakkı-soru önergesi hakkı kaldırıldı, sıradan vatandaşında mahkeme kararsız erişim yasakları ile sosyal medya, internet sitesi, e-kitap vb. erişimi-bilgi edinme hakkı kısıtlanıyor, Film siteleri bile sansürlenebiliyor, Basın yayın ve dağıtım özgürlüğü kısıtlanıyor, Grev-Protesto ve her neviden gösteri yürüyüşü özgürlüğü kısıtlanıyor, Gözaltı süreleri uzuyor, hakim karşısına çıkma süreleri- tutukluluk itiraz ve değerlendirmeye ilişkin yasal süreler uzatılıyor. (Doğal hakim ilkesi kalmadı diyeceğim doğal hakim ne diyeceksin. onun için seni saçmalamaya teşvik etmemek adına yazmayacağım)
Senin devriminin getirdiği yada ilk elden kısıtladığı özgürlükler bunlar. Arada kaçırdıklarım olabilir bulursan sen eklersin. SS’nin telefon görüşmesi için dediği gibi fazlası var eksiği yoktur. Yirmi gün önce yazdığım senin inkar ettiğin gerçekler bir bir hayata geçiriliyor. Daha doğrusu uzun zamandır hayata geçirdikleri olağan üstü hal rejimini, uygulamalarını normalleştiriyorlar, olağan yasalar haline dönüştürüyorlar… Bunları nasıl değerlendiriyorsun yüzü kızarmayan münkir necip
Buna ilişkin bir değerlendirmen var mı diye sormuştum sana, Banka tekelleşmesine değil.
Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet diyen ve mecliste konuşması ak kabadayılarca engellenen, senin sevmediğin Ahmet Şık ezber bozan bir konuşma yapmış mecliste. Dinle bak senin gibi çağrılara kulak asmayan senin gibi yazılanları okumayan aktrollere-ak koyunlara birçok kapak koymuş orada sana uygun olan yerini alırsın artık. Link aşağıda
http://t24.com.tr/video/ahmet-sikin-meclisteki-ilk-konusmasina-akp-mudahalesi,15367
Senin 40 yaşına göre zindeliğini takdir ettiğin aslanlar konuşmayı tamamlatmamış ama istersen konuşmanın tam metnini de arayıp internette bulabilirsin kolayca.
Ama boşver bunlar seni aşar be necip! sen işletmene gelen tem memurlarının kıçını yalamaya devam et… Fazlası sana gerçekten fazla…
“Muslim Logic
Offended By:
Cartoons & Criticism
Not Offended By:
Rape
Slavery
Pedophilia
Beheadings
Honor Killing
Hostage Taking
Genital Mutilation
Suicide Bombings
Burning People Alive”
https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn%3AANd9GcRM1T2aFQL9jlpT9xgVwgUgmNlVGQ3BWF3WlpXEkeycHGGbDkwm
Just like Mr. Necip’s “criticism of AKP/RTE” logic.
“Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet diyen ve mecliste konuşması ak kabadayılarca engellenen, senin sevmediğin Ahmet Şık ezber bozan bir konuşma yapmış mecliste.”
Biliyorum. Tam metnini okumustum.
Once sunu duzelteyim: Ben Ahmet Şık’i sevmiyor filan degilim.
Ama, su dogrudur: Ahmet Şık’i begenmiyorum. Takdir de etmiyorum.
Cunku, ilgili kanun teklifi hakkinda konusmak icin kursuye cikmis oldugu halde, onu yapmayip, kavga cikarmak gayreti sergiliyor.
Klasik amigo, provokator yaklasimi bu.
Yazili metinden okudugu konusmasinin sonucunun nereye gidecegini bilmedigini dusunmek, onun akli melekelelerinin eksikligine hukmetmek anlamina gelir; dogru olmaz.
Biliyor oldugunu farzedersek, eh iste, bir 15 dakikalik sohret daha elde etmek ugruna, kendisinden bekleneni yapmis oldugunu soyleyebiliriz.
Ezber bozdugu filan da yok. O konusmayi, kaba genellemelere siginan herkes –mesela, siz– de yapabilirdi.
Neye faydasi oldu?
Ya da, ne elde etti?
Hic.
Benzer seyleri soylemek isteyenlerin yuregine belki bir miktar su serpmistir; ya da, ‘muhalif’lerin icinde azicik one cikmistir.
Ama, ondan otesi, hic.
Maglup takimin amigolarindan birisinin, hezimeti gozlerden kacirmak icin yaptigi cengaverlik atraksiyonlarina bir baska ornek.
Yani, amigolar rekabetinde on siralarda yer almak cabasi.
Klasik.
Ote yandan, bence, ceza almasi da dogru olmadi. ‘Yaw he he’ yaklasimi ile dinlenmeliydi.
Türkiye toplumu nasil bir travma gecirdini bugun bile anlamis degil dahasi oyle oldunu fark etmiyor, hatirliyorsam bunu birkac sosyolog gecen senenin referendum sonra da soylemisti. Insanlar mecburi sekilde gunluk hayatina dondu ama gelecek olan gerici refleksler ne oldunu farkina varacaktir. Derin bir sarsilma soz konusu, cok guvendi Türkiye cumhuriyeti yok onun daima var olacagana sistem tarafindan inandirilmisti. Bugunun devlet anlayisi bir turk Islam sentezinin ortak bulusmasidir ve o dogrulda harekete ediyor, m. Kemal bir isim olarak kaldi. Onun getirti cumhuriyet anlayisi yok, ne Zaman o resimide ihtiyaci duyulmadi Zaman oda kalkacaktir. Eger devrimci hareket derhal halka bir Perspektiv umut vermesze turkiyeyi bir fasizim bekliyor. Sol chp disinda araysini bulmali onlar bizlerde ihtiyac duymali. Degisik fraksiyonlar bitmelidir, Tempel fikir bir gercek demoktrat bagimiz Türkiye olmali but un ilerci guclerin bu mucadeleye katilmali alinmali, ilk cesaret ve umut vermek halka onceliktir. Kesin yola gitilen soz ve karalik gerek. Bunlar yapil is devrim umut dogar!
Bir uyarı:
Benim gibi aşağılık birini arkadaş kabul edecek bir enayi dümbeleğinin asla arkadaşı olmam.
Siz okur, çizer, bilgi için can veren ilerici orta sınıf, kısacası bu sitede kuzular gibi sorumlu vatandaş olarak yerel dedikodulara katılan Türk sürülerinin üç çobanı kaç defa kulaklarınızı çekti. Ne var ki, siz modern, medeni, çağdaş cin tüketicilersiniz. Siz zevki, haklı olarak, başka şeyleri çekmede, uslu ve kibar dilinizle, mastürbasyonda bulmuşsunuz. Size karşıyım ama zevk aletinizi elinden alana sonuna kadar karşı gelirim. Düşünün, sıkıntıdan kafayı yarı yemişsiniz, bir de ağzınıza verilen emzikler çıkarılsa, yemin ederim tarihte nihayet devrimci salakların beklediği devrim, ikinci orta sınıf devrimi olur.
Kulaklarınızı çeken çobanlarınız: En yeniden en eskiye.
“İlim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini kavramak ve izlemek şarttır.”
AtıTürk
“Ignorance never yet helped anybody.”
Karl Marx
“İlim Çin’de bile olsa gidiniz.”
Mekkeli Muhammed
Böyle kabızlığını keçi b*ku gibi tek tek, post modern Descartes gibi kısa ama net ve öz, hoplama zıplamalarla yapacağına göstersene medeniyet ve ilkellik hakkında ne bildiğini. Bilmiyorsan üç çobanınızın öğütlerine uy ve öğren. Çıkar ağzından televizyon-okul-medya enayi emziğini, bırak elinden zevk veren aletini.
Not: Eğer elin yerine kendine medeni gerçek dünya eşleri [New Speakçe ‘partner’ (ortak)] arıyorsan da senin gibi enayi dümbeleklerine yardım edebilirim. Hatta benim seninle farkım medeniyetin ne olduğunu senden sonsuz daha iyi bilmem. Sen bu site ırkçı ve faşistlerine arkanı vererek boşalıp zevk içinde dört köşe olup duruyorsun. Cahillik ayıp değil cahilliğini bu kadar açık gizlemen çok ayıp.
Her neyse, Çinliler şu an siz medenilerin başını çekenlerin başında gelenlerden. Siz medenilerin ele avuca bir türlü sığmayan canlılardan nefret etme özünüzü çoktan çok iyi bilen Çin’de en hızlı ilerleyen endüstri sizlere AI güzel kızlar satan şirket.
Çin’in online seks oyuncak pazarı yaklaşık 3 milyar dolar değerinde.
Not: Kızların hepsi Batılı kopyaları: Mavi Gözlü Sarışın! Eğer isterseniz ısmarlama yapıyorlar ama pahalı.
Ah, o bir zamanlar halis Türkleri üç kağıda getiren alçak, kurnaz Çinliler! Bir zamanlar Türk şefleri hediyelerle baştan çıkardılar, şimdi de en rağbette olan seks ile dünyayı baştan çıkaracaklar.
Kopyala-kısalt-çıkarıma yakıştır-yapıştır yazımın iki nedeni var.
1. Hem Marksist edebiyatta hem Existentialism felsefesinde ve hem de tarih boyu halk arasında çeşitli biçimlerde uyarmayı tekrarlamak. Kavramın adı? Bir adı, “Kendinden yabancılaşma”; “false consciousness” , “özgürlükten kaçma”, “aslını inkar etme” diğerleri.
Medeniler tarihinde, yani kazananlar tarihinde, daha önce de defalarca her şey, uslu dursunlar diye kendine münasip, kendine has sınıfına koyuldu ama bu çılgınlık modern çağlarda iyice yaygınlaştı. 19. yüz yıl, pozitif doğa bilimlerini örnek aldı ve bilgi sınırları da pasaportsuz geçilmez oldu. Her bölgede hem kendinden hem insanlardan yabancılaşmış uzmanlar doğdu. Uzmanların çoğalması düzenin son derece işine yaradı, çok eski “böl ve fethet” formülün yeni bir duruma uygulanmasıydı. Sınırlayarak daha iyi çalışma gibi görünüşte sağlıklı bir yöntem tam tersine döndü. Salt süt inekleri bilim adamları değil, sıradan tahsilli, yazar çizerler de uzman olmaya başladılar. Bundan 50-60 yıl önce bir düşünür, uzmanlığın doğuşunu gerektirici şartlar ortadan kalksa bile okur yazarlar uzmanlık hastalığından kurtulamazlar öngörüsünde bulundu.Bu site sosyal medya avcı devşiricisi uzmanlarla dolu. Sosyal medyaya şükür, ağaçlardan dolayı ormanı görmeyenler mantar gibi çoğaldı. Tabii, nerde b*k varsa orda solcu devrimciler olur. Bu salaklar sosyal medyada demokrasi, özgür bilgi paylaşımı her zamanki gibi ucuz umut şerbeti dağıtma fırsatları gördüler. Bu sitedekiler gibilerin bir milyarına bedel, bu site bilgiçlerinden milyarlarca ışık yılı ilerde tanıdığım bir düşünür “salt günlük haberleri hakkıyla inceleyip anlamak bile 3-4saat alır” dedi. Ve ekledi: “üstelik, hakkıyla inceleyebilmek için ekonomi, tarih, sosyoloji vb. bilimlerde bilgili olmak gerekir”. Ama bu sitedeki ucuz ve politikacı şerbet dağıtıcı devrimcilerin tersine ve taraftar toplama meraklısı olmadığından “çalışan bir insanın ne bu kadar zamanı var, ne de gerekli bilgisi” deme dürüstlüğünü gösterdi. Şerbet dağıtan solcu devrimciler “hele bir devrim olsun tam inek olup hiçbir bilgiye ihtiyacın kalmayacak”, “ilkeller gibi yiyecek, içecek, sıç*caksınız”, “asıl işi bilenlere bırakacağız” dediklerinin farkında bile olmayan dolandırıcılar.
Kendinden uzaklaşmaya güldürücü bir örnek. Bir güzellik salonu vitrininde gördüğüm reklam: “Gelin, makyajımızla asıl kendinizi ifade edin!”
Modern ve medeni kişilerde buna çok rastlanır. Hatta sık sık değişen modanın altında yatan enayi avı bu temele oturur.
Eğer biraz beyniniz olsa şu bilgi bile yeter. Reklam uzmanları açık açık söylerler. Ne var ki laf oyunun İngilizcesi daha güzel: “You have to be in-formed to bite into the bait.”
Daha ciddisi bu sitede:
Gurur duyabileceği hiçbir şeyi olmayan zavallı budalalar, son araç olarak mensup olduğu milletle övünür.
A. Schopenhauer
Çoktan beri yazdıklarımdan bir zerre anlamayanlar, daha da kötüsü konu hakkında hiçbir bilgisi olmayanlar ama bilgiçlik huyundan dolayı akıl almaz yanıtlar verenler çareyi Schopenhauer alıntısında “millet” yerine “Medeniyet” koyarak ve Medeniyet ile İnsanlık’ın aynı olduğunu dil çabukluluğuna getirerek mensup oldukları Medeniyet=İnsanlık ile övünürler. Bunların beyninin nasıl çalıştığı benim için gerçekten bir sır. Daha doğrusu bu kadar aptal olmak için dahi zekasına sahip olmak lazım. Dünyanın her yerinde ilkeller ve geleneksel toplumlar ya doğrudan doğruya (şirketler ve özel haydutları) veya medenilere katılma zorunda kalıp dolaylı yok olduklarını bile bilmeyen salaklar aklı sıra benimle alay ediyorlar. Bu biraz çaba isteyen bilgiyi bir yana at, yaşadıkları ülkede, kültür ve dili salt yazılı tarihte Medler ve Persler olarak en az MÖ 1000 yıllarına varan Kürtlere vahşi, keko, heval, kıro, vb. demekle kalmayıp tamamıyla ayrı bir dil ailesinden gelen Kürtçe’nin dağ Türkçesi olduğuna inandırıldı. Bizim fakirler fakiri mahallede babam ne zaman kafayı yiyip etrafa saldırsa “yine Kürt damarı tuttu” derlerdi. Ben kendim asla kendimi Kürt hissetmedim. Türkiye’ye son geldiğimde “politically brain washed, Islahettin gibi soytarıların peşine takılan” Kürt arkadaşlar “Ulan, hep muhalifsin, bize bile katılmadın” dediler. Müslümanlığı iyi bildiğim halde dinci olmadığımın nedeninin kişimde olmadığından kaynaklandığını söylediğim çok daha alçak gönüllü Müslümanlar, çok daha efendice, ” haklısın, sahte Müslüman en kötüsü” dediler. Aynı şeyi çok sevdiğim halde hiç bir ayin veya toplantılarına katılmadığım Kızılderililer ile yaşadım. Bunların hiç biri ideolojik nedenlerden değil. Derdime hiçbir zaman kişisel çare aramadım. Bu hastalık, hem yaşadığım bütün ülkelerde hem de bu sitede rastladığım en yaygın hastalık. Benim derdime ne siz salak laiklerin Allahları, ne dincilerin Allahları çare bulabilir. Sizler ise asıl medenilerin defalarca sizleri hakir görmesi, son tabirle “b*k çukuru” demesine rağmen Allah’ınız önünde “ama biz de sizdeniz” duasıyla secde ediyorsunuz. Bir yandan efendilerinizin bireycilik haplarını yutuyor, diğer yandan sürüye katılmak için can atıyorsunuz.
Yani, kendinizden yabancılaşmış, başkalarının marifetlerini, ki dünyayı daha çok harabe etmeye azimli, kendinize mal edip yavşak yavşak konuşuyorsunuz.
2. Çin’i dünyaya bağlayan mega makineler
Çin, büyüyen ekonomisini Avrupa ve Afrika’nınkiyle birleştirmek için iddialı kara ve deniz bazlı ulaşım bağlantıları ağı oluşturuyor. Ve zaman kaybetmeksizin – işi hızlı bir şekilde halletmek için olağanüstü ısmarlama inşaat makineleri tasarlıyor.
Başkan Xi Jinping’in 2013 yılında başlattığı iddialı Belt and Road Initiative (BRI), 70 ülkedeki dünya nüfusunun üçte ikisini bir kara bağlantısı ağı (“kemer”) ve deniz yolları (“yol”) ile birleştirmeyi hedefliyor. .
Firavun’dan Avrupa ve ABD’den geçerek Hitler ve Büyük Bolşevik Devrimi ülkesi Rusya’ya kadar falan filanları. Ama ne yazık ki mecbur olan sıradan halk hoplar zıplar da sizin gibi bilgiçlik taslayanların hoplayıp zıplaması, yayınlanmam için kibarca söylersem, çooook ilginç.
Hadi Çin önünde secde edin, bir zamanlar komşu olduğunuzu, sizleri o zaman barbar gördüklerini ama bu arada medenileştiğinizi, yani, işi becerenlerin k*çlarına girmeyi iyi becerdiğinizi anlatın. Belki dinlerler.
“Hani 15-20 gün önce soruyordun ya hangi özgürlükler kısıtlanıyor somut bir örnek ver falan diye, Seçimde yapılanları sallamıyordun mesela…”
Hala daha somut bir ornek vermis degilsiniz.
“Senin devriminin getirdiği yada ilk elden kısıtladığı özgürlükler bunlar.”
Kac kisiyi ilgilendiriyor?
Yani, kimin umurunda?
Goruldugu uzere, pek de kimsenin umurunda filan degil.
Meclis’teki muhalefet kendi derdinde. Var ile yok arasi; ve ic kapismalarla mesgul.
Meclis disindakiler de, her zaman oldugu uzere, havanda su dovmekle..
Siz de olmasaniz, ‘madendeki kanarya’ metaforuna verecek ornek kalmayacak.
Cok sukur ki, siz de hayattasiniz.
Yani, hayati bir sorun yok.
Hayvanlarda, bitkilerde, insan dışındaki herhangi bir canlı türünde “bilim” diye bir şey var mıdır?
Örneğin bu canlılar, Dünya’nın Güneş adı verilen bir yıldızın yıldız sistemindeki gezegenlerden biri, Güneş’in ise evrendeki milyarlarca galaksiden birinde yer alan milyarlarca yıldızdan biri olduğunu bilebilir mi?
Eğer bilemezler ise, insanın ayırt edici özelliği bunu bilmesi değil midir?
Peki, kendisinin tüm diğer insanlardan farklı olduğunu söyleyen bir insanın ayırt edici özelliği de, aştığını söylediği “bilim”in de ötesinde olan sorgulanamaz bir doğru bilgi kaynağına sahip olduğunu iddia ederek kendisinden aşağı saydığı insanlara üstünlük taslaması mıdır?
Dünya, özünde değil fakat kabuğunda, evrende yok denecek kadar küçük ve önemsiz bir yer kaplar.
Gördüğünü zannettiği şeylerin dış görünüşlerine, yani özlerine deği kabuklarına takılıp kalan, hiçbir şey üretemediği için bütün insanları ve onların ürettiği medeniyeti, bilimi, düşünceyi, kültürü, sanatı kıskana kıskana, öfkesi ve nefretinden çatlaya çatlaya, kendi küçücük dünyasında boğulmaya mahkum olmuş zavallıların yok denecek kadar küçük ve önemsiz dünyası gibi.
Mr. Necip thinks that this “Anatolian Oligarchy” or AKP is so fast like shooting stars.
Unlike the “Balkan Oligarch” revolutionists.
“I’m in love with a shooting star
But she moves so fast
When she falls then
I’ll be waiting
Give my love to a shooting star
But she moves so fast
That I can’t keep up
I’m chasing”
https://www.youtube.com/watch?v=3mUfOs-CTCw
Bu iki yüzlülük yapanda utanma yok.
Medeniyete karşı arkadaşa hak vermemek zor oluyor. Necip gibi abuk sabuk söz edenler sanki gocunduklarını kanıtlıyorlar.
Necip, klavyesini değiştirmemekle, ki 1-2 saniyelik bir iş, bile bu siteye yorum gönderen ve yorumları okuyanlara karşı hürmetsizlik etmekle yetinmediği gibi ukalalık etmiş.
Alalım kendinin “Ingilizcede noktali buyuk I harfi yoktur” cümlesini:
Türkçede “Ingilizcede” yoktur. Doğrusu “İngilizcede”.
Türkçede “noktali” yoktur. Doğrusu “noktalı”.
Türkçede “buyuk” yoktur. Doğrusu “büyük”.
Bir hata düzeltirken üç hata yapmış. Eğer tek bu cümlenin olduğu yorumunu örnek alırsak, hatalarını sıralamak bir sayfa tutar.
Necip suratını serinletmeyi fazlasıyla hak etmiş.
https://www.ulusal.com.tr/siyasal-islamin-iflasi-akdenizde-bogulanlar-montazeri-kayseri-makale,7323.html
“Otomobil satıcısı Necip Bey” A. Şengül gibi düşünüyor olmalı:
İZMİR Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi İl Başkanı Aydın Şengül’ün “İzmir’de iktidar olursak, şehrin içinden tramvayı kaldıracağız” sözlerine sert tepki gösterdi.
AK Parti İl Başkanı Aydın Şengül, bir gün önce basın mensupları ile buluştuğu toplantıda İzmir’deki tramvay hatlarıyla ilgili açıklama yaptı. Şengül, “Tramvay nostalji olsun diye yapılmış bir şey. Arka planı çok araştırılmamış. Biri çıkmış yapılsın demiş, yapılmış. Trafik sorununu çözmeyi bırakın daha da çekilmez hale getiriyor. Anladık biz CHP yavaş şehri seviyor. Seferihisar’da bir yavaş şehir modası başladı. İzmir de yavaşlıyor ama çağımız hız çağıdır. Tramvayda millet gezer, görür. Bir yere ulaşmak için kullanılmaz. Tarihi yerlerde olabilir ama… İktidar olursak direkt şehrin içinden tramvayı kaldıracağız” dedi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’li Aziz Kocaoğlu, Şengül’ün bu sözlerine tepki gösterdi. Şengül’ün bu ifadesinin, AK Parti’nin İzmir’e bakışını ve kafalarındaki düşünceyi ortaya koyduğunu, bu açıdan önemli ipuçları içerdiğini öne süren Başkan Kocaoğlu, “İzmir’de yeni şeyler yapmak yerine yapılanı yıkmayı hedeflediklerini söylemeleri, bu kente şaşı bakışlarının en samimi itirafıdır. İzmir’i ve İzmirlileri hala tanıyamadıklarını açıkça göstermektedir” diye konuştu.
Şengül’ün “Tramvayda millet gezer, görür. Bir yere ulaşmak için kullanılmaz” sözlerinin de çelişkilerle dolu bir ifade olduğunu savunan Kocaoğlu, “Madem bu yatırımın toplu ulaşımla bir ilgisi yok, o zaman kent merkezindeki tramvayları kaldırma işine, iktidarda olduğunuz İstanbul’dan, Antalya’dan, Konya’dan, Gaziantep’ten, Samsun’dan, Bursa’dan başlayın” dedi.
İşte, çoğunluğa tepeden bakan azınlıktaki Batı-merkezci Avrupa insanının elitizmi, hor görücülüğü ve kibirine bir örnek.
Tıpkı Anadolu halkını hor gören bizim kibirli ve elitist Balkan Oligarşimiz gibi:
http://www.hurriyet.com.tr/galeri-istanbul-ucaginda-kimsenin-beklemedigini-yapti-turk-yolcular-da-destek-verdi-40907933
İstanbul uçağında kimsenin beklemediğini yaptı! Türk yolcular da destek verdi…
“Onun hayatını kurtarmaya çalışıyorum” diyerek ağlamaklı konuşan İsveçli öğrenci Afganistan’a sürgün edilen adamı durdurmak için uçakta “oturmama” eylemi yaptı. Uçuşun iptal edilmesine neden olan kadın hapis cezasını göze aldı.
22 yaşındaki Elin Ersson, Afgan bir adamın sınır dışı edileceğini öğrendikten sonra adamın sınırdışı edileceği uçağa bilet aldı. Eylemci koltuğuna oturmayı reddetti ve 14 dakika süren İngilizce protestoda bulundu.
Afganistanlı adam sonunda uçaktan indirildi, ancak İsveçli yetkililer adamın yine de sınır dışı edileceğini ve aktivist kızın altı ay hapisle karşı karşıya kalacağını söyledi. Olayın sonunda diğer bazı yolcular da yapılan protestoya katıldılar ve uçaktan inme anı çoğu kişi tarafından alkış aldı. Uçağın içinde bulunan Türk yolcular da 22 yaşındaki aktiviste alkışlarla destek verdi.
Biliyorum, gündem çok yüklü.
CHP kaynıyor ya da kayıyor.
AKP yeni rejimini kendi tahminlerinden de hızlı ve kendi öngörülerinden de ötelere taşıyarak inşa ediyor. Benim gibi ekonomi cahillerinin bile kestirebileceği kadar ciddi bir ekonomik allak bullaklığın eşiğindeyiz. Yükselen milliyetçilik Avrupa’nın çok övülen demokrasi standartlarını kemiriyor. İran’da, gücüyle ‘şah rejimi’ni deviren kitleler (hele de kadınlar) bu kez ‘mollalar rejimi’ni temellerinden sallıyor.
Günlük gazete yazısında bunlar atlanmaz, atlanmamalı.
Olsun. Hepsini elimin tersiyle bir yana itip, ‘Ahmet Şık’ı yazacağım.
HDP’den adaylık teklifi geldiğinde danıştıklarından biri de bendim. Bilgiç bilgiç konuştum:
– ‘Boş ver’, dedim. ‘Sen gazetecisin, gazeteci kal.’
Yanılmışım. Zaten beni dinlemedi; gitti aday oldu ve seçildi.
İyi etmiş.
AKP’nin adı ‘OHAL olmayan OHAL rejimi’ni kalıcılaştırmak için Meclis’e getirdiği torba yasanın görüşmeleri sırasında, HDP adına Ahmet Şık söz aldı. Konuşmaya başladı. Katlanamadılar. Futbolculuğu sırasında sık sık alay konusu olan bir sporcu eskisi, ‘Reis’inin fedailiğine soyundu; kendisine destek veren AKP’li kalabalığı ile Ahmet Şık’a saldırdı.
Neden?
Ahmet Şık’ın söylediklerini hazmedemediler.
Başka türlü söyleyeyim: ‘Gerçeğin’, Ahmet Şık’ın tokat gibi suratlarında şaklayan sözcük ve cümlelerle dillendirilmesine katlanamadılar.
O engellenen konuşmanın tam metni aynı gün Cumhuriyet’te yayımlandı. Ardından çeşitli haber sitelerinde ve Facebook, Twitter gibi kanallarda yayıldıkça yayıldı.
Önce acı acı, ardından keyifle güldüm. Bizim ‘Cumhuriyet duruşması’ sırasında, Ahmet Şık henüz tutukluyken savunmasını yapmak için söze başladı ve (geçenlerde ‘Yargıtay üyeliği’ ile ödüllendirilen) Mahkeme Başkanı ‘Size burada siyasi konuşma yaptırmam!’ diyerek konuşmasına izin vermedi ve Ahmet Şık’ı salondan attı.
Sözü kesilmeseydi o konuşmayı salondaki biz sanıklar, avukatlar ve sayıları 100’ü geçmeyen konuklar izleyebilecekti. Söz kesildi, Ahmet dışarı atıldı ve konuşmanın tam metni medya ve sosyal medya kanallarından on binlerce kişiye ulaştı…
Meclis’te de öyle oldu. O konuşmayı salonda bulunan milletvekilleri ve ‘Meclis TV’den olsa olsa üç, beş, yüz kişi izleyecekti. Şimdi on binlerce kişi biliyor, belki siz de…
Hatırlayın. Ahmet Şık, çok duru bir cümleyle başladı. Öyle ‘Sayın başkan, sayın milletvekilleri hepinizi saygıyla selamlıyorum’ diyen o eğreti nezaket cümlelerine girmedi:
– ‘Öncelikle şunu bilin…’
Ve devam etti:
– ‘Kanun teklifinin hukuki dayanaklarına dair içerik tartışmasına girmeyeceğim. Çünkü tartışmamız gereken, iktidarınızın meşru ve yapmak istediklerinizin hukuki olup olmadığıdır. Sahip oldukları güç ve iktidarı sonsuza kadar ellerinde tutabilecekleri yanılgısıyla; yasaları silah, yargıyı da tetikçi haline getirme çabasına girişmiş ne ilk iktidarsınız, ne de son olacaksınız ve önümüze koyduğunuz bu yeni yasa metniyle, ‘darbecilerin basit bir karikatürü’nden ibaretsiniz.’
Tam metni buraya aktaracak değilim.
Saldırganları önlemek yerine, Ahmet Şık’a iki oturuma katılmama cezası veren çiçeği burnunda Meclis Başkan Vekili’ne de sözüm yok.
Ancak kürsüye saldırarak ya da yerlerinde oturarak Ahmet Şık’ın sözlerine tepki gösteren AKP ve MHP milletvekillerine bir öğüdüm var.
Boş verin bağırıp çağırmayı da o konuşmanın tam metninini önünüze koyun. Yanınızda kimse olmasın. Kendinizle başbaşa kalın ve kendinize sorun:
– ‘Söylenenlerin neresi yanlış?’
Söylenenlerin canınızı acıtması o sözlerin yanlışlığını göstermez. Ama, sizlerin gerçekle yüzleşemeyecek kadar ödlek olduğunuzu kanıtlar.
‘Ödlek olmayı’, kendinize yakıştırıyor musunuz?
Yakıştırıyorsanız, bilin ki, Ahmet Şık’ın tırnağı bile olamazsınız. Yiğitlik, kalabalığın gücünü arkasına alarak bağırıp çağırmakta değil, düşüncesini çekinmeden ve her yerde gür sesle söyleyebilmektedir.
Ahmet Şık yiğittir.
Aydın Engin
‘Cumhuriyet’ gazetesi
25 Temmuz
“Ahmet Şık yiğittir.”
Bonkor bonkor derler, maldan ederler; yigit yigit derler candan ederler..
“Söylenenlerin neresi yanlış?”
Zamanlamasi.
Onu da kendisi soyluyor zaten:
‘Kanun teklifinin hukuki dayanaklarına dair içerik tartışmasına girmeyeceğim. Çünkü tartışmamız gereken, iktidarınızın meşru ve yapmak istediklerinizin hukuki olup olmadığıdır.’
Yani, o amacla soz aldigi halde, ilgili kanunun eksiklerini filan degil de meleklerin kanatlarinin nerede olmasi gerektigi hakkinda konusuyor.
Ikinci cumlede (ve devaminda) dediklerini secim meydanlarinda soylemeliydi. Kabul gorurse iktidar, gormezse de muhalefet olurdu.
Oh, wait.. Muhalefet olmus zaten.
“Futbolculuğu sırasında sık sık alay konusu olan bir sporcu eskisi, ‘Reis’inin fedailiğine soyundu; kendisine destek veren AKP’li kalabalığı ile Ahmet Şık’a saldırdı.”
Yani, bir amigo bir diger amigoya saldirmis.
Flash – flash – flash.
“22 yaşındaki Elin Ersson, Afgan bir adamın sınır dışı edileceğini öğrendikten sonra adamın sınırdışı edileceği uçağa bilet aldı. Eylemci koltuğuna oturmayı reddetti ve 14 dakika süren İngilizce protestoda bulundu.”
15 dakikaligina meshur olmak hakkini kullanmis –bir dakika alacagi kalmis.
Olağanüstü cesurca bir sivil itaatsizlik eylemini “meşhur olma hakkı” olarak değerlendirmek de bakış açınız hakkında bir fikir vermiş oldu.
http://gercekgazetesi.net/teori-tarih/sovenizm-dusmani-bir-burjuva-devrimcisi-ahmed-riza
Metaforun Ne Olduğunu Bilmeyen Yazar
Metaforun özünde “gibi” yatar. Sosyal Darwinizm kullananı uyardım metaforda kazananlarla kaybedenleri değiştirdi. Hayret doğrusu! Aklı sıra, Sosyal Darwinizm yok oldu. Ama “gibi” ile gerçeği karıştırma hâlâ var. Eskiden, ve hâlâ bazı bilim dallarında pedagojik amaçlarla, metaforlara başvurulur. Şimdi bazı bilim dallarında sadece matematiksel ifadeler kullanılır. Hatta sağlık (tıp) alanında bile artık metaforlar yok denilecek kadar az.
Ben metaforla gerçeğin aynı olduğuna inanmaya karşı değilim. Karşı olduğum buna inanmayanların saçmalamaları. Ne yardan ne serden geçmeleri. Dawkins bile “bencil gen” kavramının aslında sadece bir metafor olduğunu ve yanlış yorumlara yol açtığını kabul etti. Sosyal Darwinizm bataklığı işte bu, ha iyi kalpli devrimci bir anlam ver ha kötü kalpli yüksek zekalıların verdiği anlam.
İsa, 2000 yıl önce böyle kırtasiyecilik yapmaya gerek görmedi, dayanak ve bahane aramadı, .
Hatta yüksek zekalılar ölüme bile çare aramakta ve bulurlarsa, yazarın ne derece zırvaladığı daha da iyi anlaşılır. Yüksek zekalılar şimdiye kadar akıl almaz mujizeler yarattılar, bunu da yapacaklarından eminim. Bu gerçeği inkar etmenin bir anlamı yok. Sıfıra dönmek şart ve zaten sıfırın varlığının nedeni o, geri dönebilmek. Bu sitede bana saldıranların hepsi bu yüksek zekalıların hayranları. Yüksek zekalıların becerilerini övüp duranlar.
Eğer bu yazar ultra modern, köküne kadar medeni, köküne kadar Batılı, köküne kadar ilerici, köküne kadar rasyonel bir çağdaş mahluk olmasaydı, ben onu da İsa’yı sevdiğim gibi severdim. Ama yazar tam tersi, bana saldıranların başını çekenlerden biri.
Tabii, asıl konu metaforu istediğin gibi kullanmakta değil. Hem Batı afyonuyla gerçekten gerçek uykusunda uyuşmuş olmak, hem de sanki metafor ile gerçek arasında fark olmadığına inanmak.
.
Belki metaforla gerçek arasında fark görmeyenlerden bir örnek bu site mavi gözlü sarışın orta sınıflıları derin uykudan uyandırır.
” Indeed many African and Asian people say that members of a descent group share the same bones. Maurice Bloch comments: To say this is not to use a metaphor for closeness; IT MEANS EXACTLY WHAT IS SAYS IN THAT THESE PEOPLE BELIEVE THAT THE BONES OF THEIR BODY ARE PART OF A GREATER UNDIFFERENTIATED TOTALITY. In cases such as these the body is not experienced as formally grounded by the air around it; it is also continuous with parts of the bodies of people who in modern Western ideology could be seen as “others.” . . . What such bodyness implies is that what happens to other members of your household is, to a certain extent, happening to you.”
Süper rasyonel, süper Batı mahsulü yazar asla yukarıdaki insanlar gibi gerçekle metaforun aynı olduğuna “kanmaz”. Herif cin gibi maşallah. Bu cin, yalanlar dünyasında büyümüş, yutar mı böyle akıl dışı numaraları? Ama aklına bile gelmez ki insan sosyal yaşamın yaratığıdır. Köküne kadar burjuva olduğundan burjuva masalları otonom, özgür, sınırları derisiyle çizilen benine ve bunun gerçeklerin gerçeği olduğuna inanan bir çağdaş vatandaş.
Bu sitede ilkeller hakkında bir b*k bilen bir kişi bile yok. İtiraf da etmiyorsunuz. Devrimciler dürüst olmazsa, kim olacak? Kim böyle yalancı yavşakların devrimci olduklarına inanacak?
Paris Komününün gaddarca bastırılmasını inceleyen Kropotkin, nedeninin hazineyi yok etmemelerinde ve dolayısıyla iki yüzlülük yaptıklarından kaynaklandığı savını ileri sürdü.
Hitler bile dürüst Karaim Yahudilere rastlanıp raporu verildiğinde, bir formülünü bulup kurtarılmalarını emreder.
Hem kapitalistlerin istediklerinin aynısı istiyorsunuz, aynı düşünüyorsunuz, aynı kavramları benimsemişsiniz, aynı ilerinin vaazlarını ve ilahilerini okuyorsunuz hem de tam tersleri gibi kıvırıp duruyorsunuz. Bu benim için sonsuz doğal ve sempatim bile var.
Kant “erişilecek en yüksek nokta özgürlüktür” der Hegel çok daha isabetli “herkes özgür olmazsa benim özgür olmam imkansız” der. Daha da eskiden, gelmiş geçmiş en hikmet sahibi bilinen bir filozof “kendini tanı” der. Öğrencisi “Devlet’i tanımadan kendimi tanımam imkansız.” der.
Eğer biraz değiştirirsem “İlkeliğin ne olduğun bilmeyenler ancak ilkellik hakkında zırvalar.” derim.
Beni tiksindiren hiç ama hiç bilmediğiniz bir konuda Hollywood soytarılığı etmeniz, akıl almaz saçmalıklar kusmanız.
http://marksist.net/marksist-tutum/turkiyede-sansurun-kaldirilisinin-110-yildonumu
Çok hızlı yorum gönderiyorsunuz. Biraz yavaşlayın.
Ben sizin okumadan otomatik yayınladığınızı sanıyordum.
Ahmet Şık:
“Kanun teklifinin hukuki dayanaklarına dair içerik tartışmasına girmeyeceğim. Çünkü tartışmamız gereken, iktidarınızın meşru ve yapmak istediklerinizin hukuki olup olmadığıdır.”
Dadaloğlu:
“Ferman teklifinin hukuki dayanaklarına dair içerik tartışmasına girmeyeceğim. Çünkü tartışmamız gereken, iktidarınızın meşru ve yapmak istediklerinizin hukuki olup olmadığıdır.”
http://ozdemirince.com/tarihe-gecmek-tarihe-kalmak/
https://4.bp.blogspot.com/-cygQ9Be6v5U/W0nUax3UbrI/AAAAAAAAFj4/a3UDfIn7JpYBQeBj4AjsO-fw4-8O095sQCLcBGAs/s1600/sirtlan.png
“Ebu Hanife zındık(mış), oy veren müşrik(miş), Erdoğan münafık(mış), Toplum kafir(miş), dernek açmak haram(mış), selefi hocalar facir/zındık/münafık bir müsvedde(ymiş), İhvan en büyük düşman(mış), dünyanın döndüğüne inanan kafir(miş), Davet amaçlı videolu dersler haram(mış), çocuğunu okula gönderen kafirdir(miş)”
Bunlara inananlar bizden değildir(miş)
Müjde! Müjde! Uzay Denklemi Çözüldü!
Çözümü bulan Kelb Scharap adlı bir astrofizikçi, astrobiyolojist, astro-uçucu, astro-röntgenci İngiltere’de doğduğu halde çıkarı için ABD’ye göç eden bir dahi.
Yolu gösteren araba tamir ve satış müdürü bir halis Türk. Bu site haricinde daha henüz dünyaca tanınmayan Necip adlı dahiler dahisi bir öz Türk.
Necip’i, bu site ve bu sitedekileri Kelb Scharap’a tanıtan da pipsqueak adlı daha anaların doğurmadığı, dehalığı aşırı ve sınırları aştığı için bir türlü anlaşılmayan asıl dahi. Yani, medeniler arasında her asıl dahinin başına gelen masal.
Pipsqueak Kelb Scharap’a dumanla haberleşip bu sitedeki dahilere bir göz atmasını tavsiye eder. Kelb alır bilgisayarını eline, gelir bu siteye, bir nanosaniyede sünger gibi emer tüm siteyi ve dahilere yakışır bir çabuklukla hemen bir algoritma yazıp denklemlerine çözümün “çıkar” olduğunu çakar.
Sayın yoldaşlar aramızda amaca varma yollar fakının vır vırlarını bir tarafa bırakıp Necip hocamızın arkasına destek olalım! Çünkü dedikodulara göre adamcağız nihayet yıldızının parladığını görünce kelb krizi geçirmiş.
NewYork Times ve BBC ile Kelb Scharap mülakatından bir alıntı:
– İyi ama, dediklerinize göre site dahi dolu, neden Necip’in “çıkar” teorisi?
– Diğer çözümler vardı. Zileli ve “Sosyal Darwinizm”, yani, ölen ölecek, ölmeyenler de ölenlerin yerini alacak; Marksistler ve “koşullar olunca olacak, olmayınca olmayacak”; Pipsqueak ve “ya/ya”, yani, her olmuş olay ya olmuştu ya olmamıştı ve her gelecek olayı ya olacak ya olmayacak.
– Peki, diğerlerini neden seçmediniz?
– Necip hocanın çıkar teorisi diğer üçünü içerdiğinden. Modern bilimlerin basitlik yasasına (parsimony/ekonomi) en uygun olduğundan. Yaşamda ve yaşamımızda en başta ve en büyük rolün ve en rasyonel unsurun ekonomi olduğunu hiçbir çıkar güden varlık inkar edemez. Ben kendim ekonomik nedenlerden okula gittim, ekonomik nedenlerden çalışıyorum, … İngiltere’den ABD’ye ekonomik nedenlarden, kısacası aynı şeyin diğer bir adı olan çıkar düşünerek gittim. Kısaca ifade edersem, diğer üçü Necip beyin çıkar teorisine indirgenebilir.
Aşağıdaki de dahi Kelb Scharap ile dahi karesi Necip bey arasındaki çok tatlı sorbet:
KS: Çıkar ilhamı size nasıl vahiy oldu?
N: Biliyorsunuz Türkiye’de yaşayan herkes halis öz be öz Türk değil. Benim atalarım Orta Asya’dan geldiler ve ben çocukken annem bana asla bunu unutmamamı sürekli hatırlatırdı. Atalarımız halis Türkler, çıkarları için koyun ve ineklere ot yedirtip karşılığında et, süt, yoğurt gibi gıda elde ettiler. Diğer bazı hayvanları da, yani köpekleri, koyunla davarı hizaya getirmeyi öğretip çıkarları icabı işlerini kolaylaştırdılar. Gel zaman git zaman alçak Çinliler çıkarları icabı bize iteklediler ve biz de çıkarımız icabı başkalarına iteklemeye başladık. Sanırım siz kafirlerin dilinde buna “this is a dogy dog world” dersiniz. Gel zaman git zaman, atalarımız bu bölgeye geldiler. Lo and behold! Hıristiyanlar ve Müslümanlar çıkarları icabı aynı bizim koyun ve inekler gibi halkları evcilleştirmiş sırtlarından geçiniyorlar. Yalnız, saray ve savaş köpekleri çıkarları icabı siz kafirlerin deyimiyle “want a bigger share of the pie” hırsına kapılmış hatta bazıları, örneğin köle asker Memluklar, işi kendileri yürütmeye başlamışlar. Atalarım bu soruna dahiler yakışı bir çözüm getirmişler. (Not: benim genlerimdeki dahilik onlardan gelme).
Halkı koyun ve inekler gibi çalıştırıp sırtlarından geçinmede büyük bir yenilik getirmişler diyemem ama köpeklerin çıkarları icabı mızıkçılık etmeye başlamalarını önlemede harika bir çözüm bulmuşlar. Hıristiyan aile çocuklarını toplayıp zamanın en iyi kafa ve beden eğitimiyle idareci ve asker yapmışlar. Askerleri de, yani yeniçerileri de, dervişler ruhanilik afyonlarıyla sakinleştirmişler. Bu yeniçerilerin hiç kimseyle bir bağı olmadıklarından salt atalarımızın çıkarı için savaşmış, kan dökmüş ve ölmüşler. Sanırım siz kafirler dilinde bu hizaya getirme yöntemine “ruling by impersonal institutions” denilir. Democracy, constitution, bureaucracy, selection of dogs based on education and merit and competence instead of pedigree or blood ve rule of the law falan filan gibi.
Sanırım anladınız her ne kadar dahiliğimi ‘pedigree’me borçluysam da AtıTürk, Batı Taklitçiliği, Marks, Anarşistliğimden ve laik olduğumdan genellikle IQ’ümü ve diplomalarımı sergilerim.
Annemden söz ettim de aklıma geldi. Benim, İKTİDARI annelerin doğurduğu, hiç doğmadan her zaman var olan KAPİTALİZM
hakkında da teorilerim var. İşitmek ister misin?
KS saatine bakar: Daha sonra, seyirciler, özellikle sizin sitedeki karşı-karşı-medeniyetçiler henüz mastürbasyon aletleri ellerinde daha ilginç haberler arıyorlar. Biliyorsunuz biz zenginler ülkesinde en çıkarlı mesleklerden biri “animation”. Kelimesi kelimesine can vermek, diriltmek, modern ve medenilerin hemen ölü uykusuna dalması dolayısıyla bunları güdelemek gerekiyor. Freud’un dediği gibi siz ve ben gibi büyük zekalılar medeniyet kurma ve geliştirme ile oyalanıyoruz. Her neyse, denklemlere göre sizinkiler bıkmışlar, kanal değiştiriyor. Küçük beyinleri çabuk doluyor, eğlence seyredip boşalıyorlar. Sizin maşallah beyniniz o kadar büyük ki, ne kadar doldurursan doldur hâlâ boş. Anladınız değil mi? Sizin büyük bir matematikçi olduğunuzu söylediler. Gönderme yaptığım “her zaman boş odası olan otel”. Mutlaka biliyorsunuzdur.
Sayın Otomobil Satıcısı Necip Bey’e bir soru sormak isterim.
Duyduklarıma göre, Cumhuriyet Halk Partisi – pardon Balkan Oligarşisi Partisi’nin [yani Batı’nın maşası “BOP”un] belediyelerinin yönettiği İzmir’de, İZBAN hattı Bergama’ya, metro hattı da Narlıdere’ye kadar uzatılacakmış.
Bu gelişmenin, sizin Otomobil Satıcılığı işinizi olumsuz etkileyebileceğini düşünüyor musunuz?
“[…] Bütün bunlardan sonra, “sansürün kaldırıldığı tarih” olarak bayram saydığımız “24 Temmuz” gününü artık kutlamayalım. Tersine, sansürün resmen getirilmesi dileğinde (!) bulunalım. Çünkü, “Abdülhamid sansürü”, “Aldıkaçtı’nın Anayasası”nın basın özgürlüğü anlayışından çok ama çok daha ileridedir.
Ve tarih düşelim: Yıl 1982… Yirmibirinci yüzyıla on sekiz yıl sonra ulaşacağız!”
SANSÜRDEN DE GERİ…
Uğur Mumcu
23 Eylül 1982
“[…] Bütün bunlardan sonra, “Aldıkaçtı’nın Anayasası’nın değiştirildiği tarih” olarak demokratikleşme saydığımız “12 Eylül 2010” gününü artık kutlamayalım. Tersine, “12 Eylül 1980″in geri getirilmesi dileğinde (!) bulunalım. Çünkü, “Aldıkaçtı’nın Anayasası”, “Erdoğan sansürü”nün basın özgürlüğü anlayışından çok ama çok daha ileridedir.
Ve tarih düşelim: Yıl 2018… Yirmibirinci yüzyıla on sekiz yıl önce ulaştık!”
ALDIKAÇTI’NIN ANAYASASI’NDAN DA GERİ…
Umur Muğcu
26 Temmuz 2018
Anarşizm ne? Marksizm ne? Komünizm ne? Kapitalizm ne ve nerede doğdu? İktidar ne ve nerede doğdu? Çıkar ne ve ne zaman doğdu? Liberalizm ne? …
Bu site yüksek zekalı alimleri yukarıdaki sorulara olumlu, yani ne olduklarını açıklayıcı, tanımlar verdiler. Ama şimdiye kadar sayısız sayıda kişiler, kişiliklerini, yüksek zekalarını, yaratıcılıklarını, rahatlık ve bolluk içinde yaşadıklarını, daha uzun yaşadıklarını, doktorları, hastaneleri, araba ve araba satıcılığını, bilim ve teknolojik ilerleme ve mucizelerini sergileyerek ilkelliğe olumsuz, yani ‘ilkellik ne değil’ tanımı verdiler.
Ben olumlu bir tanım verme denemesi yapacağım. İlkel ve ilkelliği aşağıdaki bağlam içinde tanımlamak istiyorum.
“İlkel” ve “ilkellik” kavramları ve temsilcileri olarak alınan toplumlar, muğlak ve çok mürekkep akıtan tartışmalara yol açmış olsa da, genel olarak medeni olmayanlar. İlkellere, tarihte, yani yazılı belgelerde rastlansa da, yoğun çalışmalar son iki yüz yıllık.
Bu iki yüz yıllık çalışmalar da, diğer bir ve daha da muğlak ve çok mürekkep akıtan ve çok daha eskilere giden, daha geniş kapsamlı “insan ne” sorusuna cevap aramaya gönderme yapar.
Bu çalışmaların kendileri sonsuz çatışmalar dolu. Belge eksikliği, medenilerin kendi dünya görüşlerini yansıtmaları, çeşitli ideolojik tutumlar, sosyoloji, politika, ekonomi, tarih, kültür çalışmaları gibi diğer alanlarla ilişkileri, metodolojik farklar ve benzeri nedenler sonsuza dek anlaşmazlıklara yol açtı.
Tabii, nerde bok orada sinek: Anlaşmazlık ve çatışmaların yarattığı boşlukları enayilere bilgi gibi yutturanlar, kulak dolgunluklarını yazıp çizme bildiklerinden bilgiçlik ambalajlara sarıp satanlar …
Bu sonsuza dek çatışmalar tahsilli, yazıp çizme bilen, bilgili, incelikleri yakalayabilen, tarih bilen, sayısız düzen jandarmaları üretti. Bu düşünce jandarmaları, İnternet’te çok yaygın mal satma reklamıyla para kazanan, metalar hakkında yıldız burcuna benzer yazıp çizme bilen dolandırıcılara satıhta çok benzerler. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, bazıları, geleneksel kuşku felsefesini göz önüne aldığımızda, insanı daha dikkatli düşünmeye davet edip yardımcı olurlar.
Ben sadece bu sitede rastladığım yüzde yüz şarlatanlardan söz edeceğim; çünkü bu site, bu ucuz ve fırsatçılık şarlatanlığının mükemmel bir örneği.
Bunlar, ilkellik hakkında hiç bir şey bilmeyen kara cahil şarlatanlar. Bunlar, daha çok ErDoğan ve Trump gibi bütün alçaklıkları ifşa edilse bile kendilerine inanan enayiler çoğunluğunun rahatlığı içinde alçaklığına devam ederler. Lafla gemi yürütürler. Kafalarını kuma sokmuşlar kıçlarının görünmediğimi sananlar ve enayilere şükür umurlarında değil. Zaten hepsi televizyon-okul-medya poligami/ poliandri çocukları: Sağ/sol devrimci, iyi kalpli, kibar, bilgi küpü, sosyal medyacı, orta sınıf biyolojik mutan, falan filanlar.
Eşantiyon.
İlkeller, Zileli’ye göre hâlâ yeşil ot yiyenler; Hortlak’a göre Marks amcasının merdiveninde daha henüz ‘Homo Faber’ basamağına bile zıplamamış, bazı alet kullanan hayvanlardan bile geride kalmış iki ayaklı hayvanlar; alimler alimi Necip’in iktidar öncesi tek başına turistlik yapanlar – yalnız alimin ‘iktidar’, ‘kapitalizm’, ‘çıkar’ teorilerini doğurmak için arada bir bir araya gelirlermiş. Dahası da var. Doğada yaşayanlar, ateş yerine birbirlerine sarılıp medeniler gibi seks derdine düşmeyenler, cep telefonu yerine dumanla haberleşenler, …
Çok kısacası kendileri gibi olmayanlar.
Daha da kısacası, televizyon-okul-medyanın sayısız beyin yıkamalarına maruz kalmış tipik modern mağdurların hayalleri. Kelimelerle şeyleri karıştıran ve kelimeler arasında kaybolmuş zavallılar. İlkel kelimesinin lügat anlamıyla ilkelin ne olduğunu bilenler.
Belki bunu sık sık yapanın altın yumurtalarından biri olan ÇIKAR safsatasını örnek verirsem ne demek istediğimi daha iyi açıklar.
ÇIKAR NE?
Kişi çıkarı nasıl tanımlanır? Kişinin, her mahsur kaldığı durumda, ne yaparsa yapsın, hangi seçenekte bulunursa bulunsun, ne seçerse seçsin kendi menfaatlerini arttırmak için yaptığını kanıtlayan bir tanım rahatça verilebilir. Tanım özenle yapılırsa ve yapan BATILI DÜZEN KORUYUCULARI HAYATI ARABA SATMA ALIŞ-VERİŞLE GEÇMİŞLERİN BEYNİNE ÜFLERSE, insan çıkar güden hayvan olur, yani insan doğası falan filan. Eğer x’i seçer de y’yi geri iterseniz, x’i y’ye tercih ettiğinizi ‘açığa vurmuş’ olursunuz.
Apaçık ki, bu tanımla, tutarlı davrandığınız sürece ne yaparsanız yapın, tanıma göre yararınızı maksimuma çıkarma peşindesiniz. BU LÜGAT VE TANIMLARDAN OLUŞAN BÜYÜLÜ DÜNYADA tek bir amaç güden zübük, başkalarını düşünen deli veya sınıf bilinçli militan olun, hiç fark etmez. Yararınızı maksimum eden biri olduğunuzu sergilemekten kurtulamazsınız.
Ama bunun bile solcu azılı devrimciler tarafından anlaşılacağından emin değilim. Bu tanımda, en azından, büyük bir noksanlık sırıtır. Kişi, toplumdan kopmuş, kendi başına uzay turistliği yapan bu site orta sınıflılarına benzeyen bir ucube.
Ünlü bir deyiş:
“Şimdiye kadar Batı felsefesinin temelinde yatan en derin soru ‘neden var?’ sorusuydu; şimdi ise ‘neden yok?’”
Bu site şarlatanlarına uygularsam:
“Şimdiye kadar insanı meşgul eden, mit, felsefe, bilimle cevabını aradığı soru ‘insan ne?’ sorusuydu; şimdi ise ‘bu sitede ilkellerle ilgili çalışmalar hakkında zerre kadar bilgisi olmayanlar neden bilgiçlik yapıyorlar?’”
“İnsan doğal/tarihsel/kültürel bir varlıktır;
Tarihinden/kültüründen koparılan insan doğal bir varlığa dönüşür;
Hayvanlaşır;
Devletsizliği dayatanlar
Hayvanlaştırmayı amaçlıyorlar;
Hayvanlaştırmayı amaçlayanlara karşı “yapıcı” olursanız
En fazla “makul” bir hayvan olursunuz!…”
(Nasname)
“İlkellik ne?” yazımdan dolayı elektronik posta kutum, elektronik blogum, elektronik twittim, elektronik facebook falan filanlarım tepkiler ve sorularla doldu.
Bu sitedekilerin allahlarından birine göre bilgi ancak ışıkla taşınır. Ama evrenin hemen hemen tümünü teşkil Karanlık Madde elektromanyetik ışınlara göz kulak asmaz. Aynı şekilde, hemen hemen Türkiye’nin tümünü teşkil ve temsil eden bu site orta sınıflıların beyinlerine de ışık salt girer çıkar. Beyinin sahibi asla göz kulak asmaz. Bunların çoğu elektromanyetik bilimsel yöntemlerle bana iletişimlerini yolladılar. Çoğu hakaret, küfür, medeniyet dışına aforoz etme dolu. Tabii, medeniyet tarihinde her gerçekten yaratıcı ve değişik fikirler ileri süren dahilerin başına gelenleri düşünerek biraz da şiştim. Bazıları da politically correct olma hevesiyle iletişimlerini ışık yerine anti-ışık, yani ateşin anti-tezi, dumanla yaptılar.
En çok sorulan soru: “Medenilerde sosyal merkez TEK, ilkellerde sosyal merkez BİZ” cümlesinde ‘TEK’ ne demek?
Cevabım sadece ve sadece bu sitedeki büyük zekalılar bağlamında geçerlidir. Evrensel olduğu da iddia edilebilir ama çok daha karışık. Zaten, bence, anlam her zaman bağlama bağlıdır.
Hadi allah yardımcım olsun.
‘TEK’ medenilerin kafa yemelerinde en büyük sebep.
Sakın bu site bilgiçleri gibi lügat-ı-kebiri açmayın, tanımlar ormanında kaybolursunuz. Çünkü her tanım, diğer tanımlara gönderme yapar. Bu, büyük zekalılar için bir sorun olmaz. Bilakis, uzun bir süredir dünya kelimelerle yeniden yapıldığından, büyük zekalılar pislik dolu dünyayı kelimelerle temizleme yollarını temiz hava dolu doğal kelime ormanda turistlik yaparak ararlar. En azılı örnek Marks. Herif hayatını kendinden önce kelimelerle dünyayı değiştirenler arasında geçirdi ama “kelimelerle dünya değişmez” altın yumurtasını yumurtladı. Hortlak ve benzeri bakire Marksizm arayan salakların peygamberi Marks, büyük beynini Er-DOG-an, AtıTürk, Lenin, Hitler, Napolyon, Stalin, krallar, imparatorlar, şahlar, sultanlar, kapitalistler ve binlerce diğer cellatlar, generaller, iş adamları, tüccarlar, bankacılar, endüstri şeflerle doldurmuş.
Hatta bir Türk/ Türk değil Alman futbolcu Alman’yayı allak bullak etti. Türkiye’nin nerede olduğunu bilmeyenler bile bu sarışın/sarışın değil Türk ülkesini tanıdılar.
Bakın mesela dünyayı kökten değiştirip her TEK’e 24 saat sosyal medya emziği ile 24 saat boşalma aleti sağlayan, “Dünya yalnızları birleşin!”narası atanın bir deyişine:
“I’m one of those people that think Thomas Edison and the light bulb changed the world more than Karl Marx ever did.”
Steve Jobs
Kuşkusuz ve her modern çağdaş salak gibi tarih bilmediğinden zırvalamış. Bu site böyle kabaklarla dolu.
Darwin’in buluşu Marks’ı hoplattı. Ardından Marks’ın yazılarında Darwin’e hayranlığı ve aynı şeyi, aşağı yukarı, sosyal hayata uygulama madeni bulan fırsatçı büyük beyinliler hemen başladılar hoplayıp zıplamaya. Her zaman “ölüm krizi geçiren’, her zaman “ölmek üzere olan dokular’, her zaman “son safhasını yaşayan” varlığı yok edip yerini alarak o varlığın vaat ettiği geleceği hızlandırmak istediler. Yani, hoplayıp zıplayan fırsatçı büyük beyinler “biz Kapital’i daha iyi beceririz!” naralarıyla Kapital’e sarıldılar. İşte dahi Steve Jobs, bu coşkunluğa kapılanlarla rakiplerinin nerdeyse tüm canlı dokuları, yaşamın kendisini yok edeceğini duymamış. Ne de yıllarca dünyanın böyle bir tehlike karşısında yaşadığı korkuyu. Ama peygamberin ne demek istediğini anlamış.
Daha önce benzeri fırsatçı büyük beyinliler de dünyanın dört bucağında milliyetçilikte altın madeni bulmuşlardı. AtıTürk bunlar arasında biri. Bunların narası: “Sizin yaptığınızı biz de yapabiliriz!” (kafirler buna ‘monkey see, monkey do’ derler).
Sonuç: Her iki maymunlar da sonunda Kapital’i sonsuz daha iyi beceren ve hatta ölüm krizlerinden bile sonsuz yararlanan ustalara ve ustalıklara bıraktılar. Here is that “monkey see, monkey do” again!
Sonuç: Bu site eski adıyla Kapital mahsulü burjuva, yeni adıyla orta sınıflarla dolu ama değilmiş gibi ötenlerle dolu.
Ve nihayet lügatle değil, örneklerle TEK’leri tanıtma.
Tek Allah, AtıTürk, Marks, Er-DOG-an, Maquereau(n), Turp, Maudi(t), X Jin Pinpong, Putin (Fransızca), Murky-El ve nihayet Einstein, Newton, … Liste hayli uzun.
Son zamanlarda, medeniyet son tarihinde çok sık rastlanan ve yüzde yüz başarılı bir taktiğe başvuruldu:Yararlı enayilikleri avlama ve devşirme! Herkesin kulağına akıl yürütmenin ilk yasası, yani “a = (özdeş) a” veya “her varlık TEKTİR” üflendi. Bu hastalık tedavi ilaçlarında bile fırtına yarattı. Stresten bile çok moda.
Yukarıdan aşağı sızan demokrasi falan filan olmalı.
“257 Kürdlere devletsizliği dayatmak
“İnsan doğal/tarihsel/kültürel bir varlıktır;
Tarihinden/kültüründen koparılan insan doğal bir varlığa dönüşür;
Hayvanlaşır;
Devletsizliği dayatanlar
Hayvanlaştırmayı amaçlıyorlar”
Ben kendim mantık dersleri verdim ama ne hastasıyım ne de hayranı. Ne var ki, bu site k*çı sıkı, ilerici, mantıksız olsa bir adım atamayacak bilim ve teknolojiye tapan mantıksızlarla dolu. Bu mahluk yazdığını kafası biraz daha fazla çalışan amirlerine gösterseydi kendini Kürtleri rezil ettiği için azarlarlardı.
Sana ‘tarihsel/kültürel’ eşit ‘Devlet’ olduğu şapşallığını kim öğretti?
Kürtlerin bin yıllarca tarih ve kültürü oldu ama kısa bir süre hariç devleti olmadı be gafil!
Kürtlerin, şimdi kendi devletleri olmadan, devamlı diğer devletlerin baskısı altında yaşamaya mahkum olacakları bilinciyle bir devleti olmasını istemeleri benim için son derece MANTIKLI! (İsrail benzeri nedenle var oldu.)
Ama devletli toplumlarda da baskı düzeni olduğu ve baskıyı özellikle devletin desteklediği bilinciyle yola çıkanların devlete karşı olmaları da benim için çok MANTIKLI!
Yani ve kısaca, bu sitede sık sık rastladığım cahillik ve mantıksızlığın bir örneğisin!
Söylenen şeyin, “Kürtlerin bin yıllarca tarih ve kültürü ol”madığı değil, Kürdlerin “Tarihinden/kültüründen koparıl”maya çalışıldığı olduğunu anlamamak.
“260 Okuduğunu anlamamak”
Mensup olduğun parti ve ideolojinin ayak askeri olduğun belli olmaya başladı. Üstelik mükemmel bir ayak askersin: Kafasız beden. Daha da kötüsü, dediklerini üstlerine birine gösterip sesini keseceğine, Allah ile bizzat karşı karşıya gelip işin sırrına varan, bu sitenin %99’unu teşkil eden hak yolunda huu huu çeken dervişler gibi huu huu çekmene devam etmişsin.
Sen en iyisi Kürt Özgür Üniversite’sine yazıl, daha henüz yoksa Türk Özgür Üniversitesi’nde biraz mantık (matematik de olur) öğren. Politically Correct olduklarından seni eğitmeye razı olacaklarından eminim.
Ama ilk ders benden ve zaten özgür bazı dillerde bedava demek olduğundan, vereceğim ders bedava.
1. Tarihinden/kültüründen koparılan insan doğal bir varlığa dönüşür; Hayvanlaşır;
2. Devletsizliği dayatanlar Hayvanlaştırmayı amaçlıyorlar
O halde devletsizliği dayatanlar hayvanlaşmayı; yani, insanı tarihinden/kültüründen koparmayı amaçlıyorlar.
Yani, bu alçaklar, Kürtlerin devletsiz olduğu sürece tarihinden/kültüründen kopmuş hayvanlar kalmasını istiyorlar. Yani, bu alçaklar, “devlet yoksa, tarih/kültür de yok” düşünüyorlar. Ve sen de katılıyorsun.
Ulusal-devlet kurmada çok eskiden beri yutturulan ideolojik birleştirme afyonlarını yutmuşsun hepsi o kadar!
Daha önce de dediğim gibi bu belli bağlamlarda çok makul bir girişim.
Daha önce dediğim gibi bu girişin çıkışı olmadığını bilenler de var.
Bence, Devlet insan ve yaşamın en büyük düşmanlarından biri.
Bence, sen Kürt düşmanlığını ve Kürtlerin kendi kaderlerini kendileri tayin etmeye izin vermeyenlerin kavgalarını çok daha büyük sorunlarla karıştırmışsın.
Evrensel demokrasiden çıkalı, önce canlı/cansız ayırımı ve nihayet kafa ölçülerine dayanan, bu sitede utanılmadan savunulan ırkçılığa kadar kavga, dövüş, gürültü, yaygaralar, yıkıcılığa kadar vardığımız şu an dünyada senin gibi hâlâ hayvanları hor görenlerin, yani kaznanların tarihi çok tiksindirici. Bunu görmemen nesnaneni (cahilliğini) iyi açıklamış
Hem de, gözünün önünde Atatürk ile başlayan (gerçi çok daha önce başladı ama…) , dünyanın diğer her yerinde rastlanan, Batılaşma, bazı hâlâ ayaklara dolaşan ayak takımı sıradan ve dünyadan habersiz insanlar hariç, kültürü tamamıyla Batı kültürü olmuş Türkler bile seni uyandırmamış. Bunu görmemen de nesnaneni (körlüğünü) iyi açıklamış.
Bak şu etrafına be mübarek!
Yasalar, laiklik, politika düzeni (çoğunluk haklıdır miti), anayasa, aile düzeni, eğitim, bilim, teknoloji, felsefe, dil ve dil reformu, ekonomi, din bilimi, ahlak, savaş, tüketicilik, enerji, üretim ve üretim araçları, ulaşım, psikoloji, sınıflar, ulus … her türlü bilgi kaynakları… Son zamanlarda buna eklenen müzik, dans, futbol, moda değişmeleri, seks çılgınlığı, kadın özgürlük akımı, hayvanlara karşı hassaslık, çevre pisliği, organik yiyecek ve alternatif yaşam biçimleri …
İnşallah şimdi uyanırsın ve tepkide bulunacağına yanıt verirsin.
Bence hayvanları hor görme kendi kendine utanılacak bir insan yüz karası ama senin çaylakça ettiğin tabirdeki pejoratif anlamda anlamı sana karşı kullanacağım:
Hayvan tepki yapar; insan yanıt verir.
Bu gözlem, insan ile hayvan arasındaki farklarla ilgili ve hatta senin gibi cahilleri aydınlatmak için yapılan bir ayırım, hor görme değil. Bundan senin gibi kibirlenen sayısız cahiller çıktı. Nitekim hayvanları koruma hareketleri de Batı’da başladı.
18. yüzyılda çok sevdiğim Rousseau, siz cahilleri doyurup baş belası etmek için, mezbahaya sokulan inekler diğer inekleri gördüklerinde acı acı bağırırlar dedi.
[Certainly, there are more values of things in heaven and earth than are dreamed of in your nation-state.]
Gük ve yer yüzünde senin ulusal-devlet rüyalarından çok daha değerli şeyler var.
Haydi Özgür Üniversite’ye git değişik emzikler em!
Köklerine ve Geçmişine Yabancılaşmış Bir Ulus : Kürtler
http://www.ufkumuzhaber.com/koklerine-ve-gecmisine-yabancilasmis-bir-ulus-kurtler-10261h.htm
(Aşağıdaki röportajda, ‘Yavuz Bingöl’ ismi yerine ‘Necip’ ismini yazabilirsiniz. ‘Megalomaniac’ kardeş gibiler. Ve, Yavuz Bingöl de ‘özeleştiri’ yapmıyormuş, başkalarının kendisine yönelik eleştirilerini bekler gibi gözükme derdinde de değilmiş.)
Tepki çeken açıklamalarda bulunan şarkıcı Yavuz Bingöl, Posta gazetesinden Oya Çınar’a konuştu. Yavuz, tüm dünyada solun hasta olduğunu söyledi.
Bingöl, “Siyasetle ilgili konularda çok yıpratıldım. Ama gazeteci kalkıp da ‘Erdoğancı mısın?’ diye sorunca benden de ‘Tillahına kadar!’ deme güdüsü çıkıyor.” ifadelerini kullandı.
Kültür sanatta batının doğuyu kıskandığını söyleyen Bingöl, ‘Onlar da 200 yıldır Chopin çalıyorlar. Tamam güzel ama ben de 200 yıldır Chopin dinlemekten bıktım. Onların da bize imrendiğine eminim. Batı her zaman doğuyu kıskanıyor bence.’ dedi.
İşte Yavuz Bingöl’ün Oya Çınar’a verdiği röportajında dikkat çeken bölümleri:
Her şey Ahmet Hakan’ın röportajıyla başladı. Ondan sonra ‘müzisyen Yavuz Bingöl’ gitti, yerine ‘sürekli siyasi söylemlerde bulunan bir Yavuz Bingöl’ geldi.
YAVUZ BİNGÖL: ‘Bir kitap okudum, hayatım değişti’ gibi değil mi? Bir röportaj verdim hayatım değişti (Gülüyor). Haksız da olsalar bu konuda bana öfkeli bir kesim var. Ama onlarla da zaman içinde yeniden ortak duygularda buluşacağımıza eminim.
OYA ÇINAR: Bu durumu biraz da siz yaratmadınız mı sizce?
YAVUZ BİNGÖL: Ben de kaşıyorum, doğru. Ben de üzerine gittim. Siyasetle ilgili konularda çok yıpratıldım. Ama gazeteci kalkıp da ‘Erdoğancı mısın?’ diye sorunca benden de ‘Tillahına kadar!’ deme güdüsü çıkıyor. Bu anlamda diyorsan, kaşıyorum, evet. Çünkü politik olamıyorum.
OYA ÇINAR: Ama ailenizle ve dostlarınızla aranız açıldı. Değer miydi?
YAVUZ BİNGÖL: Ben size sorayım. Beni böyle yıpratıp atmaya değer miydi? Bu kadar kızmaya, üzerime gelmeye değer miydi? Benim gibi müzik yolunda insanların gönlüne girmiş bir adama, sanki uzaydan gelmişim, garip bir yaratıkmışım gibi davranmaya değer miydi? Herkesin bir siyasi görüşü var. Ben inandığım şeyi söyleyemeyecek miyim?
OYA ÇINAR: Hiç özeleştiriniz yok mu?
YAVUZ BİNGÖL: Olabilir. Ama bu karşılıklı. Karşı taraf da kendi hatalarını kabul edecek mi ben bunu söylediğimde? Tabii ki bir toplum bilincinin cevaplaması gereken bir soruyu bana sorduklarında o an saçmalamış olabilirim. Yanlış bir şeyler söylemiş olabilirim. İşte o zaman keşke benim siyasi ifadelerime değil de 30 yıldır dinledikleri bağlamamla anlattıklarıma kulak verselerdi.
OYA ÇINAR: Günümüz Türkiye’sinde eksik bulduğunuz neler var?
YAVUZ BİNGÖL: Kültür ve sanat konusundaki eksiklikleri en yetkili ağız, Cumhurbaşkanı söylüyor, ‘Bu alanda daha çok çalışmamız lazım’ diyor. Güzel girişimler var. Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin kurulması şahane oldu. Atatürk Kültür Merkezi’nin yenilenmesi keza öyle. Biz Milli Eğitim Bakanı’mızla güzel bir çalışma yürütüyoruz. Sekiz bin okulun müzik odasına 20 bağlama ve bir piyano koymak istiyoruz. Bu hükümet, ekonomide, köprü ve yol yapımında devasal hizmetler yaptı. Aynısını kültür ve sanat alanında da bekliyorum.
OYA ÇINAR: Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, ‘Neden bizim Beethoven’larımız yok?’ demişti.
YAVUZ BİNGÖL: Katılmıyorum. Doğu kültürü çok daha zengin. ‘Işık doğudan yükselir’ sözüne inanıyorum ben. Felsefemiz, müziğimiz, mutfağımız, her şeyimizle onlardan çok daha ilerideyiz. Ancak reklam, PR (public relations) deyip geçmemek lazım, çok önemli. Biz, sadece, bunları dünyaya sunmayı bilmiyoruz. Onlar da 200 yıldır Chopin çalıyorlar. Tamam güzel ama, ben de 200 yıldır Chopin dinlemekten bıktım. Onların da bize imrendiğine eminim. Batı her zaman doğuyu kıskanıyor bence.
OYA ÇINAR: ’30 yıldır aynı şeylerden bıktım’ demişsiniz. Nelerden bıktınız?
YAVUZ BİNGÖL: En başta bu ‘kariyerizm’den bıktım. Herkesin yeni bir şey söylemeden, üretmeden, aynı döngü içinde dolanmalarından bıktım. Ben solun, dünyada ciddi bir sorunu olduğunu düşünüyorum. Tüm sol liderlerin, sol adına politika yapan herkesin bir tartışma süreci, bir çalıştay başlatmaları gerekiyor. Dünyada hiçbir yerde yok artık solcular. İngiltere’de, Almanya’da, Hollanda’da, Amerika’da yoklar. Yoklar yoklar yoklar! Tüm dünyada sol hasta şu an. Hepsi hasta. O hastalıklı bölgenin oradan alınması gerekiyor. Niye yoklar?
OYA ÇINAR: Sizin tespitiniz ne?
YAVUZ BİNGÖL: Valla çok tespitim var ama söylemek istemiyorum. Eleştiriye de gelemiyorlar, polemik oluyor sonra (Gülüyor). Kusura bakmasınlar. Ben ‘manav Mehmet Efendi’ değilim. Bilinçli bir seçmenim.
Artık, bu yapmaya çalıştıkları şey, insanlarda karşılık bulmuyor. Bir insanı kazanmak, ikna etmek, onu dönüştürmek kolay değil. Hepsinin sahip olduğu felsefeyi de eksiklerini de ortaya koyarak bir tartışma süreci başlatmaları gerekiyor. Bir köşede fark edilmeyi bekleyerek ‘Bir gün kıymetimizi anlayacaklar’ diyerek de olmuyor. Bağırarak, küfrederek, birilerini aşağılayarak, başka yerlerde zaman geçirerek olmuyor.
(odatv)
[Yavuz Bingöl bunları söylerken, Erdoğan’ın bizzat kendisiyle olmasa da, akçesi bol çevresiyle kurduğu ‘akçeli (parasal)’ münasebetlerinden de bahsetse daha samimi olurdu, olamamış. Bu nedenle, röportajda söylediği her şey anında buharlaşmış.]
İktidar veya düzen/devlet egemenleri ile muhalefet veya düzen/devlet karşıtlarının karşı olmakta birleştiği görüş:
“Hiçbir şey bağımsızlık ve özgürlükten daha değerli olamaz! Kürdlerin özgürlüğü devletleşmelerine bağlıdır!”
(Nasname)
Eğer “Kürdlerin özgürlüğü devletleşmelerine bağlı” değil ise,
o zaman başta TC (açarsak; hükümet, TBMM, partiler, TSK, MSB, MGK, MİT, MEB, YÖK, Diyanet vb.) olmak üzere,
dünyadaki BÜTÜN DEVLETLER (Kürdlerin devletleşmesine karşı olan düzen/devlet karşıtları tarafından) YOK EDİLMEDİĞİ sürece,
Kürdlerin özgürleşmesi mümkün değildir.
Kürdlerin devletleşmesine karşı olan herkesi,
dünyadaki BÜTÜN DEVLETLERİ YOK ETME mücadelesine katılmaya çağırıyoruz.
Devletsiz bir toplumda devletten ekmek yiyen insanlar nasıl geçinecek?
Örneğin, devlet, mesela TC ortadan kaldırıldığı zaman, devletten maaş alan herkes, yani;
Cumhurbaşkanı, yardımcıları, sözcüleri ve [artık sistem değiştiği için başbakan değil sadece] bakanlar,
TBMM başkanı ve milletvekilleri,
parti başkanları, yöneticileri, il ve ilçe örgütleri,
subay-astsubay-uzman jandarma-uzman erbaş-sözleşmeli erbaş/er ve polisler,
MSB bakanı ve müsteşarları, MGK üyeleri, MİT müsteşarı,
MEB bakanı, il ve ilçe MEB müdürleri, okul yöneticileri ve öğretmenler,
YÖK başkanı, rektörler, dekanlar, akademisyenler,
Diyanet İşleri Başkanı, il ve ilçe müftüleri, imam-hatipler,
bilumum devlet memurları,
yani hükümet, TBMM, partiler, TSK, MSB, MGK, MİT, MEB, YÖK, Diyanet vb. mensupları,
nereden ekmek yiyecekler?
İktidar eleştirisi ile muhalefet eleştirisini [“İkisinin yanlışları da yanlıştır” diyerek] aynı kefeye koyan Necipgillerin mantığı, Hiroşima ve Nagazaki’nin eleştirisi ile bir kişiyi öldüren bir katilin eleştirisinin [“İkisi de cinayettir” diyerek] aynı derecede olması gerektiğini savunan mantıkla özdeştir.
“263 Necip: Tillahına kadar Erdoğancıyım” yazısına şöyle bir göz atınca ilk defa içimden silik Necip’i savunma geldi ama biraz düşününce bu yazıyı aktaranla Necip arasında fark bulmak için elektronik mikroskop lazım olduğuna uyanıp vazgeçtim.
Her ikisi de, bu yazıyı kopya-yapıştır yapan ve Necip, sonsuz adi medya dedikoduları içinde zaman öldüren çağdaş yalnızlar kalabalığı insanları.
Her ikisi de, hâlâ 19. yüz yılda zirveye ulaşan ve 20. yüz yılda mutlak hakimiyet kuran Kapital kazazedeleri.
Her ikisi de, 19. yüz yılda Fransız Devriminin taklitçiliğinin, “monkey see, monkey do”, zirvesine ulaştığı zamanlardaki nostaljik türküleri tekrar etmekle aynı umutların pazarcılığını yapan günümüz “devrimcileri”nin enayiliğini bizzat varlıklarıyla ispat ederler.
Bir şey daha ispat ederler ama yanıtım yayınlanmaz diye korktuğumdan söylemekten çekiniyorum. Her ikisi de bu sitenin kalitesini simgelerler.
“İktidar eleştirisi ile muhalefet eleştirisini [‘İkisinin yanlışları da yanlıştır’ diyerek] […] aynı derecede olması gerektiğini savunan mantıkla özdeştir.”
Bu tur imtiyaz/ayricalik/muafiyet arzulari hic de yeni bir sey degil.
Hele de kendilerine ‘muhalif’ diyenler icin, bu, cok yerlesik/muzmin bir hal olageldi –o kadar ki, sacmalamak, ayaklari yere basmayan seyler soylemek ve bunlarin anlamli oldugunu sanmak vaka-yi adiyeden (hatta matah) sayilir oldu..
Eger bugun ‘muhalif olmak’ demek, gelecekte ‘iktidar olmak’ yani ‘iktidar alternatifi olmak’ demekse, kendilerine ‘muhalif’ diyenlerin ne dediklerini bilmeleri, dediklerinin hem altini hem de icini doldurmak zorunlulugu var.
Yok, kendilerine ‘muhalif’ diyenlerin ‘iktidar alternatifi olmak’ filan gibi hedefleri yoksa, esasen, bos konusmak, vakit ziyan etmek, gevezelik etmek imtiyazi istiyorlar anlamina gelir.
Baskalarini bilemem; ama, benim kimseye boyle bir imtiyaz tanimak gibi bir niyetim yok.
Mevcudu begenmeyenlerin, daha iyi oldugunu soyledikleri bir mutasavver utopyadan bahsetmeleri yetmez.
Onun (artik, o her ne ise) daha iyi oldugunu detaylari ile anlatmalari ve baskalarinin da begenmelerini saglamalari gerekir.
Bunu yapamiyorlarsa, tembellikleri ya da akli melekeleri elvermiyorsa, konu siyasi olmaktan cikip psikolojinin sahasina girer.
Yani, tedavi edilmesi gerekir.
O da benim yapabilecegim bir sey degil; malesef.
“Hiçbir şey bağımsızlık ve özgürlükten daha değerli olamaz!”
Hem ozgurluk hem bagimsizlik hem de Devlet anlaminda herseyi olan birisi soyle bir sey demisti:
Halk içinde muteber bir nesne yok Devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.
[Halk gözünde Devlet kadar değerli bir şey olmasa da
Dünyada bir nefeslik sıhhate yeğlenecek saadet yoktur.]
“Tepki çeken açıklamalarda bulunan şarkıcı Yavuz Bingöl, […] tüm dünyada solun hasta olduğunu söyledi.”
Durun tahmin edelim: ‘Sol’dan tepki cekmis.
‘Sol’un hasta oldugunu soyledigi icin.
Sasirdim mi?
Tabii ki, hayir.
Belki, ‘yuzlerine bu kadar acik soylemesi gerekmezdi’ diyebiliriz.
Ama, nazik ola ola geldigimiz yere bakinca, evet, durust ve samimi olmak zamani geldi ve gecti.
No more ‘nice guy’.
DİP (Devrimci İşçi Partisi) ve solun aymazlığı:
“HDP ve solun aymazlığı
HDP’de ise kafalar karışık. Ayhan Bilgen vicdani red hakkını savunarak, zorunlu askerlik tamamen kaldırılsın talebiyle profesyonel orduya destek verdi. Liberal vekil Erol Katırcıoğlu sıfır faizli kredi önerdi. İşçi ve köylü milyonları ilgilendiren bu sorun “sosyalist” milletvekillerinin gündemineyse hiç giremedi.
…
Sadece Devrimci İşçi Partisi karşı çıktı
Daha önceki bedelli yasalarında olduğu gibi bu sefer de sadece Devrimci İşçi Partisi bedelli askerliğe karşı çıktı. Devrimci İşçi Partisi, bedelli için “ya paranı ya canını” yasası tanımını yapıyor. Profesyonel ordunun işçi ve emekçi halkın çıkarlarına tamamen aykırı olduğunu anlatıyor ve durumu uygun olsa bile üyelerini zorunlu askerlik hizmetini yapmaya yönlendiriyor.”
“Bedelli askerlik kimin çıkarına? Devrimci İşçi Partisi neden karşı çıkıyor?”
27 Temmuz 2018, DİP’in yayın organı Gerçek gazetesi
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/bedelli-askerlik-kimin-cikarina-devrimci-isci-partisi-neden-karsi-cikiyor
Demek ki, bırakalım zorunlu askerliğin kaldırılmasını, vicdani reddin tanınması için bile, sizin, “Bolşevik devrimi”niz ile orduyu ve devleti lağv ed[eme]menizi – tıpkı daha önce yap[ama]dığınız gibi – beklemek zorundayız.
İşte kafa bu..
Daha doğrusu, “nato kafa, nato mermer” diyebileceğimiz taş kafa bu!
İlerici Çok İleri Gitmiş
Bu sitenin adı huu huu huu.ilericiler.con olsa daha münasip. Hele bazıları o kadar hızlı ki, evren gibi geriye dönüp daha yüksek bir enerji ile ileri koşturanlar.
Sosyal Darwinizm gibi bilimsel bilgilere dayanarak konuşursam, birçok sporlarda sporcuların hız kazanmak için geriye gitmeleri veya Kapital’in devamlı yeni kana ihtiyacı, kırdan şehre akmalar, karanlık yerlere ışık tutup aydınlatmalar, ‘gene pool’ bankasına yeni yatırımlarla zenginleştirme, devrimle daha da ileri atlamalar gibi doğal dünya örneklerine başvurabilirim.
Büyük harfle başlayan Felsefe’nin ilk kurucuları tarihine göre, Hindistan felsefe-mitleri olsun, Yunan felsefe-mitleri olsun veya bu sitenin ilericilik masalının son uydurucuları AtıTürkçü, Marksçı, anarşistçi, kısacası felsefe-mit safsatasından kurtulan özgür, otonom, anarşist orta sınıf gerçekten gerçek huu huu çeken bilimsel dervişler olsun, zaman bir andan daha anda, aniden iktidar anası evrenden doğar ama moruklayınca tekrar anasına dönerek tekrar doğar. “Ebedi iktidar” show must go on! Veya Marksistlerin diyalektiği falan filan.
Bu duvar saatine benzeyen ileri-geri, ileri-geri, ileri-gericiler böyle bir durum karşısında şaşırıp şaşkınlıklarını dile getiren şairler, mit uyduranlar veya filozofların uyduruk dünyasının gerçek dünya olmadığını bilirler. Bunlar huu huucu bilimsel dervişler. Bu yazıp çizme bilenler, laik eğitim beyin yıkama hamamından çok diplomalarla beyni temiz çıkan ve özellikle kazananlar tarihi olan ‘erkek-alet-tarihini’ yutan gerçekten gerçeği bilenlerdir . Bu yüksek zekalılar, bilimsel kanıtlanmış “zaman sonsuz, madde sonlu” bilimsel gerçekle her varlığın, her olayın, her düşüncenin dönüp dolaşıp tekrar olacağını bildikleri için hiç bir şeye şaşırmazlar. Bu yazıp çizen yüksek zekalılar gerçekte, yalanlar da dahil, bütün gerçeklerin alfabe harflerinde olduğunu bilen lügat ve yazı mütehassısları.
Buraya kadar yüksek zekalıların kozmik ontolojisini tespit ettik. Ama ontoloji başka, epistemoloji başka. Örneğin yer çekimi her zaman vardı ama mavi gözlü bulana kadar bilmiyorduk. İşte böyle bir bilgi sorunu ortaya çıktığında, yüksek zekalı, ya veri bankasındaki yatırımlarına ve faizlerine bir göz atar veya nasıl olsa bir yerde yazılı ama kimse bilmiyor, at gitsin yüksek zeka ebedi formülüyle işi bağlar.
İşin garip tarafı bu sitede çoğunluğu teşkil eden gerçek gerçekçilere, tabii şaşırmamalı, GERÇEKÇİ denir.
Bir karikatürde bu GERÇEK dünya dünyasından dönen biri, “harika ama hiç bir şey hatırlamıyorum!” der.
İşin daha da garip tarafı bu fikrin reenkarnasyonu, anası ebe olan birinde doğar.
Here is that birth of “iktidar” again!
“Halk içinde muteber bir nesne yok Devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.”
Kendisinin dedesi ise, kardeşine – yani onun büyük amcasına – şöyle cevap vermiş:
“Çün rûz-ı ezel kısmet olmuş bize devlet
Takdîre rıza vermeyesün buna sebeb ne?
Haccü’l-haremeynim deyüben davâ kılarsun
Ya bu saltanat-ı dünyevîye bunca taleb ne?”
Necip Bey Erdoğancı değil, sadece “kazanan”cıdır. Başka bir “şey”ci değildir.
“İktidar” nedir?
Ülkeyi yönetebilmek için zor kullanarak birbirleriyle çatışan güç odaklarından “kazanan”ın adıdır.
“Terör örgütü” nedir?
Ülkeyi yönetebilmek için zor kullanarak birbirleriyle çatışan güç odaklarından “kaybeden”in adıdır.
Eğer FETÖ/PDY kaybetmeseydi “terör örgütü”nün adı RETÖ/AKPDY olacaktı.
[Çarlığın kaybedeni ve “suçlu”su olan “devrimci terörist” Stalin’in, kazandığı zaman, kaybeden “karşıdevrimci terörist”lerin “suç”larını yargılaması gibi tıpkı.]
O zaman da, bugün “kaybeden” FETÖ/PDY’ye karşı “kazanan”dan yana olan Necip Bey’in, RETÖ/AKPDY’ye karşı “kazanan”dan yana olan yorumlarını okuyacaktık.
Öyleyse, bugün Necip Bey’in FETÖ/PDY aleyhine yazdığı tüm yorumlar samimiyetten yoksun, çıkar amaçlı, riyakarca ve sahtekarcadır.
Buna itiraz edecekse, ancak, “sadece kendisinin değil, herkesin samimiyetsiz, çıkarcı, riyakar ve sahtekar olduğunu” söyleyerek itiraz edebilir.
“Kendisinin dedesi ise, kardeşine – yani onun büyük amcasına – şöyle cevap vermiş:”
Evet, yani.
Anadolu Oligarsisi kararini vermis. Sececegini secmis…
Daha, ne diye, el kapilarinda surunursun?
Trivia: Malum, Osmanli’da padisahlara ‘Sultan’ hitabi isimden once gelir. ‘Sultan Mehmed’, ‘Sultan Selim’ vb. Kadinlarda ise sona eklenir. ‘Mihrimah Sultan’, ‘Kosem Sultan’ vb. Bildigim kadariyla, ‘Cem Sultan’ istisnadir –cok derin bir hakaret icerdigini dusunurum.
‘Cemaat’ ile ‘Cem Sultan’ arasinda ilginc benzetmeler kurulabilir.
“Erdoğancı değil, sadece ‘kazanan’cıdır. Başka bir “şey”ci değildir.”
Erdoganci olmadigim dogru; ama, cumlenizin geri kalani hem tashihe hem de tavsife muhtac.
Konunun mesruluk ayagini iskalayip, sadece kimin kazandigina bakmak hem yanlis hem de yaniltici olur.
En azindan, ben oyle bakmam/bakmiyorum.
Ulkede yasayan isnalarin yeterince buyuk bir cogunlugu (ezici cogunluk olmasi ek puandir) tarafindan destekleniyorsa, ve bu destek de yeterince uzun zaman devam ediyorsa, ben bu tur bir ‘iktidar’i mesru bulurum.
Yoksa, mesela, Timur’un Anadolu’daki iktidari, guclu bir orduyla gelip isgal etmis oldugu ve yerel ahalinin ihtiyac ve arzularina kulak asmamis olusu sebebiyle, mesru degildi.
[‘Timur’ yerine ‘Balkan Oligarsisi’ terimini ikame edecek olan munafiklara sadece sunu soyleyebilirim: Birebir ayni olmasa da, yine de, hatali sayilmazsiniz.]
“Anadolu Oligarsisi kararini vermis. Sececegini secmis…
Daha, ne diye, el kapilarinda surunursun?”
Çok doğru.
Daha ne diye, Balkan Oligarşisi’nden olup beyliğini kurtarmaya çalışan Karamanoğlu’na sığınıp beraber sürünürsünüz?
“Osmanli’da padisahlara ‘Sultan’ hitabi isimden once gelir… Kadinlarda ise sona eklenir… Bildigim kadariyla, ‘Cem Sultan’ istisnadir”
Osmanlı veya başka hanedanlarda değil belki, ama din-tarikat çevrelerinde, özellikle Alevi-Bektaşilerde “Sultan” sıfatı isimden sonra da görülür. Hacım Sultan (asıl adı Recep Sultan’mış), Seyyid Ali Sultan, ve Börklüce Mustafa’nın lakabı “Dede Sultan” gibi. Bir de “Pir Sultan” var en iyi bilinen, yine lakap olsa da.
İran’da da böyle kullanılırmış. İran’da vali veya büyük komutanlara “Sultan” ve “Han” unvanları verilirmiş. Mesela, Pehlevi Rıza Şah, başlangıçta “Rıza Han”dı. Safevileri deviren Nadir Şah da “Nadir Han”. Safevi hanedanı mensupları genellikle “Şah” unvanını kullandıklarından orada sorun olmuyormuş.
Hatta, Muhteşem Yüzyıl dizisinde de geçmişti, Osmanlı Irak’ı Safevilerden alınca sadrazam İbrahim Paşa’nın oradayken kendisine “Serasker Sultan” dedirtmesi yüzünden rakipleri onu padişaha çekiştirmişler. Paşanın daha sonra gözden düşüp idam edilmesinde bu olayın da payı varmış diyorlar.
Bir de, “Çelebi” örneğinde olduğu gibi, başka hitap biçimlerinin de sırasının karıştırıldığı veya iki türlü de kullanıldığı oluyor. Yıldırım Bayezit’in oğullarının isimlerinin doğru şekli, Mehmet Çelebi, Musa Çelebi, İsa Çelebi vb. değil, “Çelebi Mehmet”, “Çelebi Musa” vb. gibiymiş. Öyle değilse bile ikisi de kullanılmış en azından. (Bu arada, Yıldırım’ın oğullarının hepsinin peygamber isimleri taşıması da ilginç. Bir tek daha önce ölen en büyük oğlu Ertuğrul dışında. Anadolu beylikleriyle bir çatışmada ölmüş.)
Necip, ‘survival’ı imtiyaz kabul ediyor.
Necip, sadece ‘iktidar’ı (veya ‘Erdoğan’ı) destekleyenlerin survival imtiyazına sahip olduklarını, fittest kabul edilebilmek için de çok çabalamaları gerektiğini savunuyor.
Necip, ‘iktidar’ı (veya ‘Erdoğan’ı) desteklemeyenlerin survival imtiyazına sahip olmadıklarını, bu durumun onları fittest kategorisine hiçbir zaman yaklaştıramayacağını savunuyor.
Necip, geçmişte yapılan yanlışların (‘Nevzat Tandoğan hadisesi’ gibi) aynısını bugün de tekrar etmekle gurur duyanları (‘Recep Tayyip Erdoğan hadiseleri’ gibi) desteklemekle birlikte, bütün bunları, ‘*there is nothing new under the sun’ ifadesi içinde saklayabileceğini sanıyor.
(*Latince: nihil sub sole novum)
“Daha ne diye, Balkan Oligarşisi’nden olup beyliğini kurtarmaya çalışan Karamanoğlu’na sığınıp beraber sürünürsünüz?”
Evet, o nokta da ilginctir.
Her ne kadar, Cem Sultan, Karamanoglu beyligine siginmis degildiyse de (oraya, bizzat babasi, Fatih tarafindan vali tayin edilmisti), Karamanoglu’nu ‘zapt u rapt’ altina lmasi beklendigi halde, anlasilan, bunu becerememis; aksine, kendisi Karamanoglu’nun genel halet-i ruhiyesini edinmis.
Bahsettigim ‘halet-i ruhiye’ sudur: Karamanoglu beyligi, beylik olarak mevcut iken, Osmanli’nin Anadolu’daki en disli rakiplerinden birisi idi. Ve, yine malum, komsu ile rakip ya da hasim iseniz, onun ote yakasindaki komsu ile dogal dost sayilirsiniz. (Bkz. Osmanli-Iran-Pakistan/Hindistan).
Karamanoglu da, dogal olarak, Osmanli’nin Batidaki hasimlari ile dost idi; ya da olagan disi bir unsiyetten bahsedebiliriz.
Bu Bati doslugu/unsiyeti, anlasilan, Karamanoglu beyligi Osmanli tarafindan yikildiktan sonra da devam etmis gibi gorunuyor. Ve, Cem SUltan’i da etkisi altina almis olsa gerek –ya da, en azindan, Osmanli’nin muesses nizami tarafindan oyle gorulmus.
Fatih’in, Cem Sultan’i Karamaoglu valiligine tayin ettiginde ne dusundugunu bilmiyoruz; ama, Vilayeti kalici bir sekilde donusturmesini bekledigini dusunmek cok da abarti olmaz herhalde.
Fakat, Cem Sultan’in talihsizligi de, galiba, burada basliyor: Kendisi etki altina giriyor –ya da oyle bir algi/goruntu veriyor.
Her ne kadar yeterince detayli incelemek firsatim olmasa da, Cem Sultan ‘hadise’sinden sonra, Karamanoglu beyligindeki (eski devirden kalma) ust yonetimdeki herkesin –tedbiren– tasfiye edildigini hatirlar gibiyim.
Uzerinde dusundukce, Cem Sultan hadisesi/vakasi ile Cemaat’in serguzesti arasinda ilginc paralelliklerin oldugunu gorur gibiyim.
Ilber Ortali, su [ http://www.milliyet.com.tr/cem-sultan-in-trajik-hayati/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/17.07.2011/1415288/default.htm ] yazisinda, baska seylerin yanisira, sunu da soyluyor: “Osmanlı kardeş kavgasından o günden beri çok korkar”.
Anladigim kadfariyla, o korku, sadece Osmanli’ya has degil. Hala daha devam ediyor ve Turkiye ahalisi, Cemaat’in macerasini ‘kardes kavgasi’ ile ziyadesiyle ozdeslestiriyor.
Yani, 15 Temmuz, cok eski, cok yerlesik, bir korkunun dogurdugu bir tepkiye benziyor.
Eger bu isabetli bir benzerlik ise, kollektif (fakat pasif/unutulmus gibi duran) hafizanin nasil davranislara yol acabilecegine dair cok ilginc bir ornek daha olabilir.
“Necip, ‘survival’ı imtiyaz kabul ediyor.”
Elli defa mi daha cok mu oldu, bilemem; ama, anlasilan daha da tekrarlamam gerekecek:
Evrim’i aciklarken kullandigimiz (ve oldukca da isabetli olan) bir kavrami boyle her yerde kullanmak dogru degil.
‘Survival of the fittest’ dedigimizde, zaman icinde hayatta kalmagi basarabilmis olan ‘tur’lerden bahsederiz.
Iki onemli nokta vardir bunda:
1) ‘Tur’lerden bahsediyoruz, yani ‘species’.
2) Nesilleri tukenmemis ise, sartlara en uygun olduklarini cikarsiyoruz. Yani, ‘sartlara adaptasyonda en uygun olmak sinavini gecmis’ kabul ediyoruz. ‘Aksi halde nesli tukenirdi’ anlaminda.
Bu, bu kadar basit de olsa, bazilarimiz tafaindan anlasilmiyor; anlasilMamakta israr ediliyor ve ‘tur’ yerine ‘tur-ici’ bireylere uygulanmaga calisiliyor.
Anlamsizdir.
Cunku, ‘tur-ici’ bireylerden yeni bir ‘tur’ cikiyor degil.
“Necip, sadece ‘iktidar’ı (veya ‘Erdoğan’ı) destekleyenlerin survival imtiyazına sahip olduklarını, fittest kabul edilebilmek için de çok çabalamaları gerektiğini savunuyor.”
Birincisi, ‘savunuyor’ degilim. Soyluyorum.
Rekabette basarili olmak icin, baska seylerin yanisira, cok cabalamak da zorunludur.
“Necip, ‘iktidar’ı (veya ‘Erdoğan’ı) desteklemeyenlerin survival imtiyazına sahip olmadıklarını, bu durumun onları fittest kategorisine hiçbir zaman yaklaştıramayacağını savunuyor.”
Bunu da yanlis anlamissiniz.
Mesele desteklemek filan degil. Lafla yurumuyor peynir gemisi.
Aktif olarak bir sey yapmayanlarin, fiili caba gostermeyenlerin, bir yere varamayacagini soyluyorum ben.
“Belki, ‘yuzlerine bu kadar acik soylemesi gerekmezdi’ diyebiliriz.
Ama, nazik ola ola geldigimiz yere bakinca, evet, durust ve samimi olmak zamani geldi ve gecti.
No more ‘nice guy’.”
Olmaz böyle şey!
Yoksa rüya mı?
Tam “mutlu oldum” derken,
Yıktın bütün dünyamı!
Ben bu dertten ölürsem,
Söyle küçük bey,
Hiç mi kalbin sızlamaz?
Olmaz böyle şey!
https://www.youtube.com/watch?v=IdJy3uWp3z4
Mayın davasında yeniden yargılama
Hakkari Çukurca’da terör örgütü PKK’ya karşı güvenlik önlemi amacıyla döşenen mayına basan yedi askerin şehit olmasıyla ilgili davada görev yapan bazı hâkimlerin FETÖ’den ihraç edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay Daireler Kurulu, davanın bir numaralı sanığı emekli Tuğgeneral Zeki Es’in yeniden yargılanmasına karar verdi.
Dava dosyasına göre, Çukurca’da 28 Mayıs 2009 günü Han Tepe bölgesine düzenlenen operasyon sırasında 20. Jandarma Sınır Tugayı 8. Komando Bölüğü’ne bağlı yedi asker mayına basarak şehit oldu. Genelkurmay Askeri Savcılığı, Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğgeneral Zeki Es’in de aralarında bulunduğu altı sanık hakkında dava açtı. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ndeki yargılamada Tümgeneral Gürbüz Kaya, bölük komutanı Yüzbaşı Nurettin Altay, emekli Kurmay Albay Rıza Atilla Erdoğan ve Kurmay Albay Hakan Alaçam beraat etti. Mahkeme, mayın döşediği iddia edilen Uzman Çavuş Fatih Taylan Çeker’e, ‘emre itaatsizlikte ısrar’dan dört ay hapis cezası verdi. Mahkeme bu cezayı 3 ay 10 güne düşürdü ve erteledi.
6 YIL 8 AY CEZA ALDI
Mahkeme, mayın davasının bir numaralı sanığı Zeki Es’e ise ‘Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüyle birlikte iki kişinin yaralanmasına neden olmak’tan 6 yıl 8 ay hapis cezası verdi.
Askeri Yargıtay 1. Dairesi de cezayı onadı. 9 Temmuz 2014 tarihli kararda “Terörle mücadele konusunda tecrübeli olduğu anlaşılan sanığın, dost birlik personelinin şu veya bu nedenle geçmesi muhtemel olan yerlere döşettirdiği EYP’lere basılması halinde EYP’nin patlaması sonucu personelin ölebileceği neticesini öngörmemiş olması mümkün görülmemektedir. Sanığın bilinçli taksir derecesinde kusurlu olduğu; birden fazla kişinin ölümü ve yaralanmasından sorumlu tutulması gerektiği kabul edilmiştir. Terörle mücadele aktif görev alan bir tugayın komutanı ve tuğgeneral rütbesinde olan sanığın, Ottawa sözleşmesine ilişkin yasaklamaları içeren emirlerden haberdar olmadığı iddiası inandırıcılıktan uzaktır” denildi.
YARGILAMA BAŞLADI
Karar düzeltme talebinin reddedilmesi üzerine de Zeki Es hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Bu sırada 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşti ve ardından pek çok askeri hâkim görevden el çektirildi. Es’in avukatı Yurdakan Yıldız da müvekkilinin yargılandığı davada görev yapan bazı hâkimlerin FETÖ bağlantısı nedeniyle meslekten ihraç edildiğine dikkat çekerek, yeniden yargılanma talebinde bulundu. Askeri Yargıtay Daireler Kurulu, “suç tarihi itibariyle terörle mücadelede Hakkari/Çukurca 20. Jandarma Sınır Tugay Komutanı olarak kritik bir görevde bulunan hükümlünün, terör örgütleri tarafından hedef alınma ihtimalinin yüksek olduğu” gerekçesiyle Es hakkında yeniden yargılanmasına karar verdi. Es, 22 Mart’ta ‘Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüyle birlikte iki kişinin yaralanmasına neden olmak’tan Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıktı. Es, suçlamaları kabul etmediğini, davanın FETÖ kumpası olduğunu iddia etti.
Necip
KOBİ’nde, seyyar mescit üretip satmayı düşünür müsün?
Sence feasible ve profitable bir proje mi?
*
2020 Olimpiyatları’na 2 yıldan az bir bir süre kaldı ve Japonya ev sahibi hazırlıkları üzerinde çalışıyor.
Japonya, ülkede yeterli cami olmadığı gerekçesiyle bir proje geliştirdi. Olimpiyatlarda, ülkeye birçok müslüman turistin geleceğini düşünen Japonya, müslümanların dini görevlerini yerine getirebilmeleri için mescide dönüşebilen bir tır tasarladı.
Japon yetkililer tarafından basına yapılan açıklamada; olimpiyatların düzenleneceği bölgelerde yer alacak ‘seyyar mescit’lerin üretiminin devam ettiği belirtildi.
Prototipi şunlar (patentli olabilir):
https://www.youtube.com/watch?v=SRO_3_kacIU
https://www.youtube.com/watch?v=G8TKrrgWgzs
Ne olacak bu CHP’nin (ve TSK’nın, ve Merkez Medya’nın) hali?
Eminim bunu soran başkaları da vardır.
Sormuyorlarsa da artık sormaya başlasalar iyi olur.
Fakat bir şey daha sorulmalı bence.
Eğer, CHP + TSK + Merkez Medya = Kemalizm ise,
Kemalizm – (CHP + TSK + Merkez Medya) = ?
Öte yandan, “Ne olacak bu Kemalizm’in hali?” diye bir soru da sorulabilir.
Çok basit bir soru olur ama.
Rasim Ozan Kütahyalı isimli şahıs, “Fenerbahçelilik Kemalizm’den daha tehlikeli” diye bir laf etmişti bir keresinde.
Necip Bey de aynı fikirde anlaşılan. Yanılıyorsak lütfen düzeltsin ve kusura bakmasın.
Fakat, Ergenekon iddianamesinde adı geçen “Nikola Tesla isimli şahıs” hakkında da böyle düşünüyor mu, merak ediyoruz.
Bkz;
nikola tesla’yı ergenekoncu diye içeri almak
(bkz: nikola tesla’nın kemalist olması)
(bkz: nikola tesla’nın ulusalcı olması)
(bkz: nikola tesla’nın darbeci olması)
(bkz: nikola tesla’nın statükocu olması)
(bkz: nikola tesla’nın tekpartici olması)
(bkz: nikola tesla’nın 1930larda takılıp kalması)
https://eksisozluk.com/entry/21819213
Rasim Ozan Kütahyalı isimli şahıstan sözetmişken, şöyle bir laf daha etmiş, bunu da bir hatırlayalım:
“Ozan Kütahyalı adlı şahıs altı şahıs, bir TV programına bağlanan Bedrettin Dalan’a şöyle demiş: “Yani haksız olduğu için Almanlara sığındınız. Yıllarca ulusalcılık yapan, yıllarca Türkiye dışarıya kapansın diyen Bedreddin Dalan, Almancı oldu.”
O kadar özgürlükçüyümdür, kimsenin ağzının tıkanmasını istemem ama bir an için, “yetkim olsa şu Kütahyalı denen geri zekâlıya bir yıl televizyonlara çıkmama cezası verirdim” diye geçirdim, itiraf edeyim ki. Bir insanın, bir devletin kolluk güçleri tarafından aranması durumunda başka bir ülkeye sığınmasından daha doğal bir hak var mıdır? 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin tanıdığı bir hakkı bu geri zekâlı mı alacak şimdi insanlığın elinden? Aklı sıra “ulusalcılık” falan laflarıyla muhatabını köşeye sıkıştıracak. Bu lafları ederken kendisinin ulusalcıdan da ulusalcı olduğunu itiraf ettiğinin farkında değil. Gerçekte de öyle zaten. Ulusalcı-devletçi bir yuppi.”
“Gizli” Tanık Rezaleti…
Gün Zileli
Necip, I know what you did this summer.
You voted for AKP and Erdoğan, didn’t you?
Sayın 284,
Ben sizin, her ne kadar çıplak vahşiliğe “lip service” vermekle alçak gönüllük etmenize rağmen aslında TZM veya TZM Gurusu Peter (Kilise kurcusu ve en sadık mürit), Joseph (dokunmadan gebe eden baba) müridi, “new and improved” anarşist, “no nonsense” iktisadi ilimler bilgeleri ve “first and foremost, cuttin edge technology buffs”ları olarak tasavvur ederdim. Sizin gibi bilim-tekniğin “cutting edge” dalgalarında “surf” yapan, simülasyon uzmanı, algoritma uzmanı, bilgisayar uzmanı, tasarım ve para-dick-ma uzmanı mühendis Necip beye gerçek mescit üretmesini tavsiye etmeniz beni hayal kırıklığına uğrattı.
Necip gibi Uzay Denklemleri kuran bir sanal dahi, rahatça bir
Computer Simulation AI programı yazıp spor müslümanlarını, kıçlarını oynatmadan oturdukları yerde Japonya’ya götürüp maçları seyrettirebilir!
Aşkolsun vallahi! Hele artık İKTİSAT biliminizin temeli Capital’in sanal veya “Fictitious Capital”in “Newer New Brave World”de “quantum leap”lerle dolaştığı dünyamızda, sizin hâlâ “pedestrian” yöntemler dünyasında ayaklarınızı sürüklemeniz hiç yakışmamış!
Üniversitenin tanıtım filmine CHP’den tepki
MANİSA Celal Bayar Üniversitesi’nin (MCBÜ) tanıtımı için sosyal medyada yayınlanan videoya CHP Yunusemre İlçe Başkanı Serdar Bozyaka tepki gösterdi. Tanıtım videosundaki, “Manisa’da okuyun, İzmir’de yaşayın” ifadelerini eleştiren Bozyaka, kent esnafının yıllardır üniversite öğrencilerinin Manisa’da yaşamasını istediğini, ancak üniversite tarafından İzmir’in tavsiye edildiğini söyledi. MCBÜ’nin sosyal medyada yayınladığı bir tanıtım videosu, CHP’den tepki gördü. Videoda, Manisa’nın İzmir’e çok yakın olduğu, Sabuncubeli Tüneli ile iki kentin daha da yakınlaştığı belirtilerek, “Manisa’da okuyun, İzmir’de yaşayın” ifadelerine yer verildi. Üniversitenin öğrencilere, Manisa yerine İzmir’de yaşamayı tavsiye ettiğini belirten CHP Manisa Yunusemre İlçe Başkanı Serdar Bozyaka, bu durumu eleştirdi. Bozyaka, Manisa’nın en büyük sorunları arasında, üniversite öğrencilerinin İzmir’de yaşamayı tercih etmesinin olduğunu belirtti. Bozyaka, bu nedenle öğrencilerin kentin ekonomisine ve kültürüne katkı sağlamadığını ifade etti. Üniversite öğrencilerinin yüzde 60’ının İzmir’de yaşadığını kaydeden Bozyaka, şöyle dedi:
“Bir üniversitenin görevi bilim üretmek, ilim üretmek, sanat üretmek ve ülkesine yararlı insanlar yetiştirmek olduğu kadar bulunduğu şehrin sosyoekonomik yapısına, kültürel hayatına ve ekonomisine katkı sağlamak için çabalamaktır. Şehri kalkındırmaya, kentin esnafına ve yaşamına değer katmaya çalışmalıdır. Maalesef Celal Bayar Üniversitesi bir Manisa üniversitesi olamamıştır. Yıllardır biz Manisalılar, bu durumdan şikayet etmemize rağmen şehri yönetenlerden ve üniversite yöneticileri tarafından hiçbir çözüm getirilmemiştir. Öğrencilerin çok büyük bir bölümü, ders bitiminde servislere binerek, tek bir kuruşlarını Manisa ekonomisine bırakmadan şehrimizi terk etmektedirler. Alışverişlerini İzmir’de yapıp, ek eğitimlerini İzmir’de alıp, İzmir’in kültürel hayatına katkıda bulunmaktadırlar.”
Öğrencilerin Manisa’da yaşamayı tercih etmesini teşvik etmek için MCBÜ ile iletişime geçtiklerini, ancak bir sonuç alamadıklarını öne süren Bozyaka, “Manisa’ya katkı sunmak bir yana dursun, üniversite yönetimi yaptığı icraatlar ve sponsorlu bir şekilde sosyal medyaya verdiği reklamlarda MCBÜ’yü bir İzmir üniversitesi gibi tanıtıyor. Öğrencileri ‘Manisa’da okuyun, İzmir’de yaşayın’ sloganıyla MCBÜ’ye davet ediyorlar. Üniversite öğrencileri için Manisamız yaşanabilecek, güvenli bir şehir değil midir ki ‘Manisa’da okuyun İzmir’de yaşayın’ diyerek öğrencileri İzmir’de yaşamayı teşvik ediyor” diye konuştu. İlçe belediye yöneticilerinin de üniversite öğrencilerinin kentte yaşaması için adımlar atması gerektiğini kaydeden Bozyaka, üniversitenin yer aldığı AK Partili Yunusemre Belediyesi’ni de eleştirerek, CHP’li İzmir belediyelerini örnek almalarını tavsiye etti.
20 Temmuz 1944 girişimi ile 15 Temmuz 2016 girişimi arasında ne fark vardır?
5 gün farkı
İki Darbe Girişimi Ve İki Rejim Dönüşümü
Cumhurbaşkanı (ve sonra Başkan) Erdoğan = Şansölye (ve sonra İmparator) Palpatine, nam-ı diğer Sith Lordu Darth Sidious
Cumhurbaşkanı’nı tutuklamaya kalkışan askerler = Şansölye’yi tutuklamaya gelen Jedi’lar
Cumhurbaşkanı’na bağlı kalan askerler ve polisler = Şansölye’ye bağlı Klon Ordusu
Cumhuriyet’in Başkanlık rejimine dönüştürülmesi = Cumhuriyet’in İmparatorluk’a dönüştürülmesi
Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarına bağlanan Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma ve Sahil Güvenlik = İmparatorluk Ordusu
Milli Savunma Üniversitesi ile Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi = İmparatorluk Akademisi
There is no such thing as “FETÖ”. Just like “Ergenekon”.
If it existed, then the real name of “Republic Of Turkey” would be “MKATÖ”.
Devrimcilerin Kemalist Cumhuriyet’ten [“Balkan Oligarşisi”(?)] yararlanmaları ve ondan öğrenmeleri, fakat zamanı geldiğinde de bu ayakbağından kurtulup onu aşmaları gerekir.
[Örneğin, Kemalist Cumhuriyet bir Snoke ise, devrimciler de Kylo Ren rolünü oynamalıdırlar.]
Bunu yapamazlarsa aynı sonu kendileri yaşayacaklardır.
Fakat kendisinden öğrendikleri ustalarının elinden mi, yoksa onun dahi sonunu getiren başkalarının elinden mi, orası belli değildir.
Önemli de değildir.
sevgili gün bey cok isabet etmis ve devrim gercegeni bu sayfa tasidi evet devrim sartdir!
bu sayfada bazi kisilerin devrim anlayisi cok tehlikeli de olsa bu konusuldi icin degerlidir, türkiye acilen ve derhal bir aydinlama gecirmezi gerekiyor.
halk cok karmasik ve komplo teorileriden bir politik anlayis cikarmaya bakiyor bunu politik islam tabii iyi ve basirili yapti isleri zaten bu,halka emperyalizim ne oldunu ve ne olmadini bilincli bir sekilde anlatmak gerek.bana kalirsa ilk is bu olmalidir bugünün devlet anlayis bunu halka dayatcaktir.bakin bizlerlere ugrasiyorlar bunlar hepsi karsi türkiye bunu ebey bir zamandir yapiyorlar ama bu siddetini artiracaktir.bu devrimci ileri güclerin icin bir sansdir ve iyi kulanilmalidir.sosyalist sol devrimci sol ve bütün ilerci gücler(cumhuriyetci) chp ve hdp disinda bir fraksiyon olusturmali,hdp bile bir sistem partisi oldu.isteseler hdp meclis disi tutardilar ama oradan saray baska hesap giderecek gibi gözükyor…..neyse.dis politika dahada sertlescek cünkü fasist tabani birarada tutmak icin bu yol izliyorlar bunlar karsi cok akilli ve anti milliyetci bir durusu olmazi gerek devrimci hareketin.fasizm eger büyük bir kitle haline dünusurse o zaman kanli olaylar ulkeyi beklecektir.sol derhal bir perspektiv sunmali insanlara
https://ilerihaber.org/icerik/tip-kurucu-meclis-uyesi-dogan-ergun-saray-rejiminin-yikilmasi-bir-devrim-sorunu-haline-gelmistir-89638.html