Devlet ve Sanatçı(sı)…
Havariler adlı kitabımın 458. sayfasında, darbe yapan generallerin karşısında tüm devleterkanının ve profesör ve yargıç takımının 5. Senfoni eşliğinde nasıl cübbeleriyle sıraya girip yeni “padişahlara” temennahta bulunduklarını anlatırım. Otuz yıl önce televizyonda seyrettiğim bu hem gülünç, hem de acıklı sahneyi hiçbir zaman unutamam.
Dün başbakan Tayyip Erdoğan’ın, açılımlar çerçevesinde kabul ettiği sanatçıları gördüğümde birden, yukarda anlattığım sahne geldi gözümün önünü. Hayır, haksızlık etmek istemiyorum. Sanatçılar, o sahnedeki devlet ve akademi erkânı gibi cübbelerinin eteklerini sürükleyerek başbakanın önünden geçerek temennah ediyor değillerdi. Evet ama bir sanatçının başbakanın davetine icabet etmesi de bir anlamda temennah etmek değil midir?
Bunları kesinlikle AKP hükümeti nezdinde söylüyor değilim. AKP’nin yerine bir başka hükümet de söz konusu olsaydı aynı şeyi söylerdim. Hükümet, devletin icra kuruludur, dolayısıyla devletin tüm uygulamalarının sorumlu organıdır. Bazı aklıevvellerin sandığı gibi hem hükümet olunup hem de militarizme karşı mücadele falan edilemez. Çünkü militarizm de sonuç olarak ve fiilen hükümetin emri altındadır. Yani kısaca ve öz olarak söyleyecek olursak, hükümet ve onun başı, devletçarkının tüm uygulamalarından, dolayısıyla tüm işkence ve cinayetlerinden sorumludur.
Evet, devlet çarkı dönmeye devam eder ve bu çark döndükçe insanları ezip geçer. Eğer istese, icra kurulunun, yani hükümetin başı, şu anda aşağı yukarı tüm polis karakollarında, jandarma karakollarında vb. devam etmekte olan dayak ve işkence olaylarını bir günde durdurur. Ama ara sıra yayınlanan “işkencenin suç olduğuna” ilişkin dostlar alışverişte görsün ya da tavşana kaç tazıya tut kabilinden yönergelerin dışında hiçbir hükümet başkanı bu konuda kılını kıpırdatmaz, kıpırdatmamıştır, kıpırdatmayacaktır. Çünkü bunu yapmak, devletin temeline dinamit koymakla birdir. Devlet çarkı, kanla dönen bir su değirmeni gibidir. Öğüttüğü insanların kanıyla döner.
Sayın sanatçılar! El sıkıştığınız ve mağrur olmaya çalışan bir yüz ifadesiyle dinlemekte bulunduğunuz başbakan, işte böyle bir işkence çarkının tepesindeki kişidir. Bu çark kanla dönen bir çarktır. Sadece karakol işkencelerinde akan kanla değil, aynı zamanda Kürtlere karşı savaşta akan kanla. Örneğin sağlık alanındaki özelleştirmelerle insanların sağlıklarının satılmasından elde edilen kârlarla vb. vb. …
Sanatçı, insan ruhuyla var olur. Devlet ise insan ruhunu bastırarak ve yok ederek. O zaman birsanatçı devlet çarkının başındaki biriyle nasıl el sıkışır, sofrasında yer alır, anlaşılır gibi değildir.
Nazım Hikmet’in, kendisini içki sofrasına davet eden Atatürk’e, “ben deniz kızı Eftalya değilim” diye mesaj yolladığı söylenir. Başbakanın davetine icabet eden ve orada Tayyip Erdoğan’ın, Yılmaz Güney’le ilgili söylediği tatlı ve aldatıcı sözlerini dinleyerek mutlu olan sanatçılar Nazım Hikmet’in bu sözlerini de mi hatırlamadılar?
Gün Zileli
21 Mart 2010