Devamlılık ve Farklılık!
Toplumsal kurumlarda olsun, örgütlerde olsun, ideolojik ve siyasi çizgilerde olsun, devamlılık ve farklılık sorunu her zaman tartışma konusudur. Konuyu daha basitinden kavramak için kendimden örnek vereyim. 1960 yılındaki Gün Zileli ile 2010 yılındaki Gün Zileli acaba ne ölçüde birbirinin devamıdır ve ne ölçüde farklıdır. Ya da 2010’daki Gün Zileli ile 2010’daki Gün Zileli arasında kesintisiz bir devamlılık mı vardır, ya da tersinden soracak olursak, 2010’daki Gün Zileli 1960’daki Gün Zileli’den tamamen farklı mıdır, hatta bu ikisi birbirinin zıddı mıdır? Bence hem devamlılık vardır, hem de farklılık. Bugünkü Gün Zileli’nin temelleri 1960’lardaki Gün Zileli’dedir ama o günkü Ğün ile bu günkü Gün çok çok farklıdır.
Kişisel görüşümü ifade edecek olursam, Osmanlı devletiyle Türkiye Cumhuriyeti devleti arasında çok kesin bir kopuş olduğunu düşünmem. Aynı devlet yapısı, kurumlarıyla, ordusuyla vb. devamlılık arz eder bence. Ama bu, beni bu iki dönem arasında farklılıkları gözardı etmeye götürmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı devletine göre daha modernist, o ölçüde de daha baskıcıdır. Keza, Çarlık Rusya’sıyla Sovyetler Birliği devleti arasında da sanıldığı kadar büyük bir zıtlık yoktur. Çarlık ordusu, kızıl ordu adını alarak devam etmiş, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra da Rusya Federasyonu’nun ordusu olarak varlığını sürdürmüştür. Yine de bu üç devrede ordu belli farklılıklar göstermiştir.
Esas gelmek istediğim konu, Lenin dönemiyle Stalin dönemi arasındaki devamlılık ve farklılık konusudur. Bu konuda, kümeleşmiş iki zıt görüş vardır. Bir tarafta, reaksiyoner sağcılar, anarşistler, liberaller ve Stalinistler vardır. Bunlar, Lenin ve Stalin dönemlerini olumlama veya olumsuzlama anlamında kesintisiz bir devamlılık içinde görürler. Yani bunlara göre, Sovyetler Birliği’ndeki rejimin temelleri Lenin tarafından atılmış ve bu rejim Stalin döneminde de kesintisiz olarak devam etmiştir. Evet, Stalin dönemindeki terör, Lenin dönemine göre daha şiddetlidir belki ama bu sadece niceliksel bir durumdur.
Bu bütünselci görüşün tam karşı kutbunda ise Troçkistler yer alır. Troçkistlere göre, Lenin dönemi ile Stalin dönemi, bırakın birbirinin kesintisiz bir devamı olmayı, birbirinin tamamen zıddıdır. Lenin dönemi, proletaryanın hakimiyetini ifade eder, Stalin dönemi ise, proletarya partisini yozlaştıran bürokrasinin hakimiyetini.
Ben, her iki görüşün de yanlış olduğu kanısındayım. Bence, Lenin dönemi ile Stalin dönemi hem birbirinin devamıdır, hem de birbirinden önemli farklılıklar arz eder. Yani bu konuda farklılıkları yok eden toptancılık da, devamlılığı yok eden kesinticilik de gerçeğe tekabül etmemektedir.
Tek partili diktatörlük rejiminin temelini gerçekten de Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Partisi atmıştır. Muhalif sesler ve eğilimler bu dönemde bastırılmıştır. Basın ve söz özgürlüğünün ortadan kaldırılması da bu dönemin ürünüdür. Çeka’nın yargısız infazları ve cinayetleri de keza bu dönemde hakim kılınmıştır. Stalin dönemi, bilinen uygulamalarını bu dönemin uygulama ve alışkanlıklarına dayandırmıştır.
Ne var ki, bütün bunlar, Lenin dönemi ile Stalin dönemi arasında var olan çok önemli farklılıkları gözardı etmemize yol açmamalıdır. Bolşevik Partisi, toplumda özgürlüğü ortadan kaldırdığı halde, 1920’li yıllar boyunca, azalan ölçülerde de olsa, kendi içinde tartışma özgürlüğünü koruyabilmiştir. Parti içindeki farklı eğilimler, belli bir psikolojik baskı altında olmalarına rağmen kendilerini parti içinde ve kısmen de toplumda ifade etme olanağına sahip olabilmiştir. Pravda, belli sayfalarda parti içindeki zıt görüşlere sayfalarını ayırabilmiştir. Hatta 1920’lerdeki Stalin’le 1930’lardaki Stalin arasında bile önemli farklar vardır. Örneğin, 1920’lerin Stalin’i, samimi olmasa bile, “muhalefetin söz özgürlüğünü” savunacaklarını söyleyebilmekteydi. Nitekim bu yüzdendir ki, Stalin’in Sağ ve Sol Muhalefet Üzerine kitabı 1930’lu yıllarda bizzat Stalin tarafından yasaklanmış, büyük temizlik yıllarında korku içinde evlerindeki yasak kitapları tasfiye etmeye girişen insanlar Stalin’in bu kitabını da yok etmek zorunda hissetmişlerdir kendilerini (Bkz: Eugenia Ginzburg, Anafora Doğru, çev: Gün Zileli, Pencere Yayınları).
Lenin döneminde, Çeka, muhaliflere karşı birçok suç işlemesine rağmen, parti içi muhalifleri içeri almak, sorgulamak ve sahte itiraflar düzenlemek gibi işlere pek girişmemiş (hiç girişmediğini söylemek zordur, örneğin Sultan Galiyev partili olmasına rağmen 1920’lerde içeri alınıp yok edilmiştir), devrime ilişkin hatalı görüşleri ne olursa olsun, hayatlarını devrime adamış insanlar adi birer cani derekesine düşürülüp aşağılanmaya çalışılmamıştır. Lenin’in, Stalin’in Zinovyev ve Kamenev’e yaptığı gibi, bir parti yöneticisini karşısına alıp, itiraflarda bulunduğu takdirde hayatının bağışlanacağını, ailesinin takip edilmeyeceğini söyleyip pazarlıklar yaptığını düşünebiliyor musunuz? Tahayyül etmesi bile zor (Bkz, Wadim S, Rogowin, Gab es eine Alternative? 1937- Jahr des Terrors; Türkçesi: Bir Seçenek Var mıydı? 1937- Terör Yılı), Lenin, en azından, kendi kurduğu Bolşevik Partisi’nin önderlerini böylesine acınası bir konuma sokup partiye zarar vermek istemezdi.
Evet, Lenin döneminde de söz ve basın özgürlüğü yoktu ama insanlar en azından evlerinde eleştirel birkaç söz edebiliyor, en cesurları ise eleştirilerini, daha sonra başlarına gelebilecekleri göze alarak açık açık ifade edebiliyorlardı. İşçiler ve köylüler, özellikle devrimin ilk yıllarında düzenlenen işçi ve köylü kongrelerinde eleştirilerini tutuklanma korkusu olmadan dobra dobra söyleyebiliyorlardı. Stalin döneminde bu da kalkmıştır ortadan. Artık evinizin içinde imalı olarak söyleyeceğiniz birkaç sözün bile akrabalarınız ya da çocuklarınız tarafından GPU’ya ihbar edilmesi o kadar yabana atılacak bir ihtimal değildir ve bunun çok sayıda örneği yaşanmıştır. Bu farklılıkları küçümsemek, burjuva parlamentarizminin kısmi özgürlükler düzeni ile Hitler faşizmi arasında bir farklılık olmadığını ileri sürmek kadar vahimdir.
Bu bakımdan, bana, yukarda özetlediğim iki hatalı teze alternatif üçüncü bir tez daha doğru gibi geliyor: Farklılıklar içeren devamlılık.
Gün Zileli
25 Aralık 2009
mehmet oruç
27 Aralık 09 / 4pm
#1
selamlar..
fark ve tekrar diye özetleyebiliriz düşüncelerinizi..bir tür bengi dönüş içersinde, kurumlar da, baskı mekanizmaları da ucundan kıyısından değişime uğrar..fakat şurası bir gerçek ki, devlet aygıtı altında halkın ezilme konumu ve sömürünün biçimi pek değişmiyor. keza lenin ve stalin dönemleri de az da olsa birbirine benziyorlar. sönümleneceği önvarsayılan devlet makenizmasından bir tür vahşi despotik bürokratizm çıkarmıştır sovyet yönetimi..
tabii bu yorumu yaparken niyetimiz de çokça önemli..sıradan bir burjuva ideolog da böyle yorumlayabilir keza..
bu yoruma paralel olarak, kapitalist devleti ve onun varlık nedenini de eleştirmek yerinde olur. insanın tüm yeteneklerini özgürce gerçekleştirebildiği; iktidar ağlarından kurtulmuş bir oluş adına..
sevgilerle..
Gün Zileli
27 Aralık 09 / 4pm
#2
Haklısın Mehmet Oruç,
Bugün devrim yolunda yürümek, iki tarafı uçurum olan bir patika yolda yürümeye benziyor. Bir tarafta kapitalizm/liberalizm var. Öte tarafta ise Stalinizm. Stalinizmin eleştirisinde tutarlı bir çizgi tutturmaezsak liberallerin yanına düşebiliriz. Öte yandan liberalizmi ve kapitalizmi eleştirirken, geçmiş yüzyılın devrimci atılımının icine eden Stalinizmi unutmak bizi yeniden aynı deneyi tekrarlamaya ve yeni bir hüsrana sürükler.
rakbulut
28 Aralık 09 / 5pm
#3
Stalinin Marksizme hiç bir katkısı olmamıştır askeri stratejik ve taktik savaş sanatından başka bilgisi yoktur, oysa savaşçılığı öğrenmek Sosyalizmi öğrenmeye yetmez