Deniz Gezmiş
Deniz Gezmiş’in arkadaşıyım. Onunla ilgili anılarımı Yarılma (1954-1972)’da (İletişim Yayınları) anlatmıştım.
Deniz’i nasıl tanımlarsın deseler, Bakunin için söylenen bir sözü onun için de söylerdim: Devrimin Fırtına Kuşu.
Gerçekten fırtına gibi bir gençti. Gösterilerde, polisle çatışmalarda en öne fırlar, en önde dövüşürdü. Onda öyle bir önderlik gücü vardı ki, diğer gençlere de bulaşırdı cesareti. 1969 işgallerinde, Beyazıt meydanında çekilmiş bir fotoğraf vardır. ’68 gençliğinin fırtınası öyle bir esmiş ki, polisler coplarını, miğferlerini, kalkanlarını bırakıp kaçmışlar. İşte bu fırtınanın en başında yine Deniz Gezmiş vardı.
Bir fırtına gibi hızla esip geçti bu dünyadan.
Ama öyle çatık kaşlı, sekter tavırlı bir genç sanılmasın Deniz. Onda insana iyimserlik veren müthiş bir enerji vardı, güler yüzlüydü, şakacıydı. Sanki ait olmadığı bir dünyadaymış gibi uzun adımlarıyla, hoplayarak yürürdü.
O zamanki bütün devrimci gençler gibi okumayı, edebiyatı sevdiğini, onu daha yakından tanıyan arkadaşları hep söylerler. Elinden kitabı hiç eksik etmezmiş. Roman okumayı çok severmiş.
Deniz politikacı değildi. MDD’ci olmasına rağmen FKF ve Dev-Genç içindeki ideolojik çatışmalardan ve kongre oyunlarından daima uzak kaldı. Kendi çevresindeki dövüşçü gençlerden oluşan bir doğrudan eylem örgütü vardı: Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB). FKF içindeki, Sosyalist Devrimcilerle mücadelede bize, “siz yapın işte bir şeyler, eğer kongreyi kazanırsanız biz de örgüte katılırız” derdi.
Özel yaşamını bileceğim kadar yakın arkadaş değildik. Zaten ayrı şehirlerdeydik.
Bugün söz konusu olan tartışmaları okuduğumda şöyle bir düşündüm. Doğru, bizim kuşak esasen maço-erkek kültürünün etkisi altında yetişmiş bir kuşaktı. Homofobi bu kültürün ayrılmaz bir parçasıydı. Hiç idealleştirmeye gerek yok, muhtemelen Deniz de hepimiz gibi böyle bir homofobinin etkisi altındaydı. Daha sonraki yılları yaşayamadı ki, bu homofobinin kırıldığı kültürel değişikliklerden yararlansın ve kendini değiştirsin.
Ölen ya da idam edilen devrimcilerle ilgili sık sık spekülatif akıl yürütmeler yapılır. “Acaba yaşasaydı şimdi ne olurdu” diye sorulur. Yaşayan örneklere bakılarak, “falanca böyle olduğuna, bu hale geldiğine göre, neden o da böyle olmasın” denir. Ama elbette, ister olumlu, ister olumsuz sonuçlara varılsın, bunların hepsi spekülasyondan başka bir şey değildir. Ölen ölmüştür. Onun ölümünü ilerilere taşıyarak herhangi bir tablo çizmek mümkün değildir ve zaten yanlış olur. En iyisi, onu yaşadığı sürece yaptıklarıyla hatırlamaktır.
Şimdi, Deniz Gezmiş’in, benim de tanıdığım bazı arkadaşları ve o dönemde hiçbir şekilde tanımadığım ağabeyi, Bülent Ersoy’un sözleri üzerine yalanlamalara girişmişler. Bozkurt Nuhoğlu (ki, Deniz’i ilk etkileyen 27 Mayıs gençlerindendir) çok daha sert biçimde, hatta faşistçe bir tehdit havasında, Mustafa Zülkadiroğlu (DÖP’den arkadaşı olurdu) biraz daha yumuşakça olsa da aynı yönde açıklamalarda bulunmuşlar. Bora Gezmiş ise, “gazoza ilaç da atmış mı” türünden, gerçekten utanç verici laflar etmiş.
Ne demiş Bülent Ersoy? Deniz’i tanıdığını, sevdiğini söylemiş. Hatta bir keresinde bana gazoz ısmarlamıştı, ben de ona şarkı söylemiştim demiş. İşte Nuhoğlu, Zülkadiroğlu ve Bora’nın hop oturup hop kalkmasına neden olan sözler bunlar. Oysa Bülent Ersoy, Deniz Gezmiş’i karalamamış, iftira atmamış, ona küfür etmemiş. Sadece sevdiği bir insana ilişkin, gerçek ya da muhayyel anılarından söz etmiş.
Nedir bu hiddet bu celal… Deniz Gezmiş öyle “aşağılık” yerlere gitmezmiş, öyle “rezil” insanlarla görüşmezmiş. Bence de Bülent Ersoy muhtemelen yanlış hatırlıyor. Belki Deniz Gezmiş’le Deniz adlı bir başka genci birbirine karıştırıyor. Bu mümkündür. O zaman bunu söylersin. Karıştırmış olabilirsiniz dersin. Ama o maço ağızlarla saldırı ne demek oluyor? Bilmez misiniz ki, Deniz Gezmiş’e yakışmayacak olan, bir pavyona gitmiş, Bülent Ersoy adlı bir sanatçıya gazoz ısmarlamış olmak değil, onun bir zamanlar yakın arkadaşı ve kardeşi olmuş insanların böylesi Beyoğlu lağımı kokan ağızlarla kendi homofobilerini kusmalarıdır. Elbette bu tutumlar, eşcinsel düşmanlığı da dahil olmak üzere her türlü ayrımcılığa son verecek devrim davası için ölümün üzerine yürümüş Deniz gibi eşsiz bir devrimciyi bağlamaz ama onu yaralar, üzerdi.
Bülent Ersoy’u tanımam. Bazen televizyondan izlediğim olur. Yıllar önce bir TV programında, ordu yalakalığı yapan Ebru Gündeş’in karşısında nasıl dik durduğunu ve faili meçhullerin gırla gittiği o ortamda lafını hiç esirgemeden, “ben çocuğumu askere, yani ölüme göndermezdim” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Yürekli kadındır Bülent Ersoy.
Devrimin fırtına kuşu Deniz Gezmiş’de de, hani nasıl derler, mangal gibi yürek vardı. O mangal gibi yürek körüklerdi fırtınaları ve fırtınalar kor gibi tutuştururdu o mangal gibi yüreği.
Bugün mangalda kül bırakmayan arkadaşlarında ise artık bu mangalı kürekleyecek yürek de nefes de kalmamış, belli.
Gün Zileli
4 Ocak 2011
NOT: Bozkurt Nuhoğlu, daha sonraki birkaç gün içinde, ettiği laflardan dolayı, tüm eşcinsellerden özür dilemiştir. G.Z.
Deniz Gezmiş’in böyle bir spekülasyona bulaştıranları destekler gibi yazmanızın anlamını çıkaramadım…….. B.Ersoy’u bile yüceltmeniz neredeyse devrimci kitlenin içine oturtmanıza hiç anlam veremedim……………..RB
ağzına, diline sağlık gün usta.
birilerinin artık deniz ne zaman gündeme gelse deniz gezmiş’in patenti kendilerindeymiş gibi ortaya çıkan zevata bir susun demesi gerekiyor. bu isimlere baktığımızda deniz’le yollarını ömer ayna ve kürt gençleriyle ortak eylem yapmak yüzünden ayıran kişiler olduğunun görüyoruz. eh, o gün kürtlerle siyaset yapmaktan gocunanlar bugün deniz’in bir transseksüelle arkadaşlık etmesinden gocunuyorlar. sacit aslan bile çıkıp, magazin programında dedi “deniz gezmiş’in ben insanları kategorize eden birisi olduğunu zannetmiyorum dünya görüşüne ters” diye. bir sacit aslan kadar olmadınız ya allah belanızı versin!
bu arada solculara da iki çift lafım var. mustafa yalçıner dizi danışmanlığı yaptı diye denizleri pazarlamakla suçlayanlar, taraf’ta yazıyor diye roni’ye boya atanlar acaba bu zevata niye iki çift laf etmiyor?
Haberi okuduğumda lanetlenmişçesine homofobik tavırların sergileneceğinden kuşku duymadım nitekim öylede oldu. Bülent Ersoy’un oduya dair ettiği lafları ve sonrasında ki duruşunu takdir etmiştim ederim de. Lakin bu vakte onca homofobik söyleme, transeksüellerin onca linç edilişine tek laf etmemişliğine rastlamadım ki bunun üzerine düşünmüşlüğümde oldu.
Şimdi söylediklerinin yalanlığı doğruluğu sairesi üzerine hafiyelik etmektense ne oldu da anlatma ihtiyacı duydun diye sorardım ben kendisine…
Deniz Gezmiş içinse tevekkeli gevezeliğe hacet yok. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz ve selam…
Ben kimseyi yüceltmiyorum ama devrimcilerin mirasyedisi gibi ortaya çıkıp kendi homofobilerini kusanları kınıyorum. Evet, tekrar söylüyorum. Bülent Ersoy, onlardan çok daha yürekli bir kadındır. ayıp etmişlerdir.
1. Yorumu yapan “ANONİM” arkadaş yazıyı nasıl ve nerenle okuduğunu merak ediyorum gerçekten..
çok güzel bir yazı olmuş. ellerinize sağlık.
Bu “yorum” tacizci ve maço yaklaşımı dolayısıyla kaldırılmıştır.
Muhteşem bir yazı olmuş. Kendilerine devrimci diyen ama hala 10.000 yıllık ataerkil sistemin esiri olmuş bir avuç faşist güruh okuyup öğrensin.
Tebrikler.
“Yıllar önce bir TV programında, ordu yalakalığı yapan Ebru Gündeş’in karşısında nasıl dik durduğunu ve faili meçhullerin gırla gittiği o ortamda lafını hiç esirgemeden, “ben çocuğumu askere, yani ölüme göndermezdim” dediğini çok iyi hatırlıyorum.”
Doğrudur, dedi ama birkaç yıl önceydi. Yani faili meçhullerin gırla gittiği bir dönem değildi. Doğru dedi. Ama abartmamak gerek.
Bulent Ersoy’un soylediklerine tahammul edemeyen , bu zatlar(Bulent Ersoy bu ulkenin insani degil mi?Dogru yada yanlis ,birsey soyleyemezmi) Devletsiz bir toplumda,agzini acip farkli birsey soyleyene kimbilir ne tur cezaalar keserlerdi!!
Dik durdugun icin tesekkurler Gun Zileli…
Eline sağlık Gün abi. Valla tüm düşüncelerime tercüman olmuşsun.
Maço, sexist, ataerkil sistem içinde böyle bir yazı-duruş ilaç gibi geldi. Bülent Ersoy’un Ebru Gündeş’in tüm ‘vatan-millet-Sakarya’ defolu haykırışlarına rağmen ‘oğlum olsa askere göndermem’ çıkışı da harikaydı. Ersoy belli ki Deniz gibi bir devrimci ile arkadaş olma, onun tarafından kabul görme-sevilme durumunu, kendisinin ona duyduğu saygı ve sevgiden ötürü çok istemiş. Doğru olmayabilir ama ortada bu berbat üslupla yalanlanacak, belden aşağı hakaretlerle cinsel ayrımcılığın ve nefretin savunusunu yapacak ‘sevgisiz’ bir durum yok! Keşke, ‘Deniz’in arkadaşları, Deniz’in ağbisi’ Ersoy’a teşekkür edip, yanlış anlaşılma-hatırlama olmuş olabilir şerhini düşselerdi, sadece.
Arkadaşın Deniz’e, devrime sahip çıktığın için teşekkürler Zileli. Biyolojik ailelik, o insanın kendisini anlamak demek değildir. Deniz’in senin gibi ‘duygusal aile’sinden bir devrimci olduğun için ayrıca saygılar, sevgiler.
‘Devrimin Fırtına Kuşu’ da ne tatlı bir tanımdır. Bakunin’e de Deniz’e de çok yakışıyor…
Bozkurt Nuhoğlu isimli, hayatını geçmiş pazarlayıcısı olarak geçiren büyük devrimci(!) devrimcilerin katili olduğu apaçık belli olan, yakın tarihin en karanlık kişilerinin avukatlığını yapan birisidir. Bülent Ersoy üzerinden homofobik maşist söylemleri utanç vericidir. En yakınındaki kişilerin “arkadaşları”na bir baksın da ondan sonra konuşsun…
Deniz Gezmiş’in, Bülent Ersoy’la tanışması hatta arkadaşlık yapması falan ne ayıptır ne de günahtır. Kimseyi de ilgilendirmez. Buradaki mesele konunun doğru olup olmamasıdır. Çünkü bunca yıl sonra konunun bu şekilde gündeme getirilmesi reklam kokmaktadır. Bunun dışında, konunun Bülent Ersoy’un kimliği üzerinden tartışılması utanç vericidir. –Tayfun Er–
Deniz katlediğinde B.E. henüz 19 yaşındaydı, aralarında dönem itibariye ortalama 10 yaş fark vardır. Deniz ona çocuk gözüyle bakmış zaman ve ortama uygun olarak gazoz ikram etmiş olabilir, bu da Deniz’in zarifliğidir.
bülent ersoyu 1960 lı yıllardan tanıyorum. kadıköy bahariyede otururdu, daha sonra üsküdar musiki cemitetine devam etti. deniz ğezmiş üsküdar selimiyeli idi. bir yerde ., şu ,bu vesilesiyle tanışmış olmaları bana mantıklı ğeliyor. yani tanışmaları yalandır benzetmeleri bana doğru ğelmiyor. tanışmış olabilirler. neden yalan söylesinki ersoy. ayrıca cevabında bir küçültme yokki. sayğılı ve sorulan bir soru üzerine cevap vermiş. aksine bozkurt nuhoğlu ğibilerine bu bakış açısıyla ilğili sorulacak çok şey var. yani deniz benim . bizim tekelimizdedir. kimseye vermeyiz mi demek istiyor. bende ona bir soru sorayım. nerede kaldı o devrim diye bağırdığın ğünler. mücadele ortadan mı kalktı., sınıflar ortanmı kalktı, artı değer ortadan mı kalktı., rahat ortamda tehlikesiz chp içinde solculuk ,devrimcilik yapmak işinemi ğeliyor. bebği elinden alınmıış çocuk ğibi bağırıyor. nuhoğlu ve şürekası. ama yağma yok., denizin arkadaşı., yoldaşı olmak., onun değerlerine sahip çıkmakla olur. ağzına sağlık bülent ersoy.
DENİZ GEZMİŞ VE ABDULLAH ÖCALAN KEMALİZMİN TRUVA ATLARI ..
Yıllardır Deniz GEZMİŞ i hep bir devrimci ve bir kahraman ve bir efsane olarak yutturuldu Türk halkına. Oysa gerçekte Deniz GEZMİŞ efsane olması ne devrimciliğinden nede kahramanlığındandır. Olsa olsa GİZLİ BİR KEMALİST olmasındadır. Deniz GEZMİŞ Türk sol hareketini kendi şahsında boğdu, her ne kadar onun da yaşamına mal olsada Kendisi ile beraber Sol Hareketi KEMALİZE ederek adeta atom bombası atılan bir coğrafya gibi bir daha ot yeşertmesine nokta koydu.
APO yani Abdullah ÖCALAN da aynı durumdadır. Kürtler yıllardır onu bir Kürt halk mücadelesi lideri olarak gördü ve umut bağladı. Ancak o Kürt Halkının verdiği tüm çaba ve emekleri boşa çıkardır. Kürt mücadelesini KEMALİZME kanalize etti. Türklerin ve Kemalistlerin APO yu da adeta Deniz GEZMİŞ gibi bir efsane bir Kemalist Kahraman Olarak göreceği günler çok yakındır. O zaman Kürt halkı da gerçeği öğrenmiş olacak ama ne Kürtlük nede Kürdistanlılık hiç bir şey kalmayacak. Kala kala APO nun ihanetine derin bir öfke ve iç isyandan başka bir şey kalmayacak. Kürt Halkı yakılan köyleriyle, öldürülen çocuklarının mezarlarıyla ve gördükleri işkenceleriyle kalacak. Bugünün Koltuk kapma mücadelesi veren sözde Kürt siyasileri de **** kına yakacak.
(Nasname’deki yorumlardan)
Bu Fetullahçı siyasi polis ağızlarına bu sitedeki AKP masasından aşinayız zaten
gayet yerinde bir yazı. elinize sağlık
Yakisti mi sana gün zileli “Bu Fetullahçı siyasi polis ağızlarına bu sitedeki AKP masasından aşinayız zaten” cümlesi? Sence Nasname de “Fethullahçi” oldu simdi oyle mi?
sen deniz ğezmişi eleştirmiyorsun., kinini kusuyorsun. sana layıkıyla cevap verilir ama yeri burası değil.sana yazık bile diyemiyorum. anonimci.
Nasname’nin ne olduğunu bilmiyorum, sadece ileri sürdüğü görüşler üzerinden söyledim. Bir tanıtın bakalım, neyin nesiymiş bu nasname…
gün abi ye katılıyorum bu sabah sabri çarmıklı yı gazetelere de görünce iyice inandım sıgınmacılar sayfa bilmem kaç
yazı iyi, çok güzel, umut verici. fakat homofobi ile transfobinin tek ve bir şeyler olmadığını, aynı sistemin ürünü fakat farklı pratikleri ve yaşanmışlıkları ifade eden, farklı kavramlar olduğunu hatırlatmak istedim. sevgi ve umutla.
”
EŞCİNSELLİK VE YABANCILAŞMA”
Yabancılaşma, uzlaşılmaz sınıf çelişkilerinin ürünüdür. Kabile toplumundan sınıflara bölünmeyle birlikte insan yabancılaşmaya süreci başlamıştır. Para ekonomisini doruğu olan kapitalizm , yabancılaşma sürecini de doruğudur: kapitalist meta sistemi , hele emperyalizm çağında , her şeyi meta ekonomisinin içine çekmiş , her şeyi alınır satılır hale getirmiştir. Böylece gözü dönmüş kar sisteminde bireyin özgür gelişiminin de önü kesilmiştir. Marx ‘ın belirttiği gibi ,’’ bireyin özgür ve özgün gelişimesin ‘’den kişiliği geliştiren hüner ,yetenek ve eğilimlerini , insandan insana farklı gelişim anlaşılır. Özgür kişilikten kasıt , insanın ,kendi manevi ve erotik güçlerinin bilincine vardığı zaman , onları sürekli bir faaliyet geliştirmesi ve dengeli bir tarzda kullanmasıdır. Kapitalist ilişkilerin özgür ve özgün kişiliği engellediği açıktır. Gelişmiş meta ekonomisi koşullarında , ancak tek tek bazı insanlar , o da özel ve uygun koşullarda ,engelleri kırarak kişilik kazana bilir.Engels’in anti dühring ‘de belirttiği gibi ,‘’ yalnız işçi değil , işçileri doğrudan veya dolaylı yollardan sömüren sınıflar da , iş bölüşümü aracılığıyla kendi faaliyetinin aleti olarak köleleştirilirler; manen ölmüş olan burjuva , kendi sermayesini ve kendi kar hırsının kölesi haline gelir.’’ Özetle kapitalizm insanların arasında ki her türden doğal ve insani ilişki yanın da ,cinsler arası ilişkileri de yıkıma uğratmaktadır. Sistemin devasa devlet aygıtı ve iletişim tekeli , bu yıkmanın koşullarını her saat , her an yeniden üretmekte, iş bölümünün güdükleştirdiği insan ruhunu aşksız bir cinsel ilişkiler ağının içine atmakta; aptallaştırdığı insan aynı zamanda sevgisizleştirmektedir. Bi seksüellik, eşcinsellik, lezbiyenlik hem bu sevgisizleşmenin ürünü ,hem de sevgisizleşmeye bir tepki olarak yayılmaktadır.her durumda bu tip eğelimler ,insan kişiliğini özgür ve özgün olarak önleyen koşulların beslediği bir davranış olmaktadır. Burjuva düzeninin , insanları güdükleştirdiğini ve kendi özgün kişiliğini yıkıma uğrattığı ,insan toplam olarak sistemin , oyuncağına dönüşür. Temel mesele ,insanın bu sınıfsal bağımlılıktan , iş bölümünün aşırılaşmasının yol açtığı köleleşmeden ve yabancılaşmadan kurtulmasıdır.
İNSANIN KENDİ TÜRÜNÜ ÜRETMEDE YABANCILŞAMASI
Marx ve Engels, alman ideolojisin’ de, maddi hayatın üretiminin ifade eden toplumsal ilişki ile insanın kendi türünü üretmesini ifade eden doğal ilişki arasında ki bağlantıyı tahlil etmişlerdi. Engels, ailenin özel mülkiyetin ve devletin kökeni adlı eserinde, insanın kendi türünü üretmesi ile maddi mallar üretmesi , daha basit ifadeyle çocuk yapmak ile toplumsal bağı işledi. Marx ve Engels’ e göre, maddi üretim ve cinsel üretim, birlikte toplumsal yaşamın temelini oluşturuyordu. Engels , doğa’nın diyalektiğin de insanlığa , önündeki yüz yıları görmüşçesine , çok önemli bir uyarıda bulunur.
‘’ insanlık doğa üzerinde kazandı diye övünmeyelim. Doğa , bizden böylesine zaferin intikamını alır.’’
İnsanın emeğinin metalaşması ve iş bölüşümünün aşırılaşması zemininde yangınlaşan cinsel sapmalar , insanların üretimi ile maddi malların üretimi arasında ki bağı bir kez daha kanıtlamıştır. Kar sisteminin emrinde ki teknoloji ile emekçi ve bütün insanlığı daha karşıt konumlara sürükleyen süreçler , insanın kendi türüne yabancılaştırmaktadır. Bu durum insanın , hem kendi cinsel varlığına ,hem de biyolojik eşine yabancılaşmasıdır. Özel mülkiyet sistemi nedeniyle insan ,kendi emeğine sahip olmadığı gibi , kendi cinsel rolü üzerinde ki rolünü de kaybetmektedir. Piyasa toplumunun nesneleştirdiği ,insan cinselliği de nesneleştirmiştir. Böylece kadın ve erken , kendi cinsel varlığı konusunda ters bir bilinç oluşmaktadır.
Atilla ilhan, cinsel sapmaları şöyle özetler!
‘’ bu tip insanlar kendilerini bir başkası sanıyorlar, bi anlamıyla ruhsal bozukluk ‘’
Bu tip eğilimleri savunan insanlığın doğa ya karşı bir ‘’ zafermiş ‘’ gibi sunulmaktadır.
Ne var ki , doğa , insanlıktan bu tür zaferlerin acısını çıkarmaya başlamıştır bile.
1844 Paris elyazmaları ‘ n da piyasa ekonomisinde tahlil eden MARX, kapitalist üretimle bağlantılı olarak, yabancılaşmanın dört biçimini açıklar:
– Ürüne,
– Üretim faaliyetine,
– Kendi türüne,
– İnsana ve topluma.
Marx, ürün ve üretim faaliyeti üreticiye ait olmadığına göre kime ait sorusundan hareketle
İnsanın insana yabancılaşmasını saptamıştır.
‘’ tanrılar değil , doğa değil, yalnızca insan kendisi, insan üzerinde ki i yabancı kudret ola bilir. Böylece insan ( işçi ) üretmeyenin üretim ve ürün üzerinde ki hakimiyetini yaratmıştır.’’
Marx , daha sonra ki eserlerinde , genel olarak değindiği yabancılaşmayı somutlar ve diğer yabancılaşma görünümlerini belirlediği için , ürüne yabancılaşmaya merkezi önem verir.
Marx ‘ ın döneminde cinsel sapmaların boyutu ve yabancılaşmanın bu düzeyde olmayış merkezi önemi de gereği duymadı: kapitalist sistem, insanın maddi üretime yabancılaştırdığı
Gibi, kendi türünü üretiminde de yabancılaştırmaktadır.
Kendi üretmeye yabancılaşan insan, hem kendi cinsel varlığına, hem de doğada ki biyolojik eşine , yani karşı cinse yabancılaşmaktadır. Başka deyişle cinsel aşka yabancılaşıyor.
CİNSEL AŞK VE DOĞA
Cinsel aşkı tanımlamaya kalkacak kadar cesur değiliz.
Ancak aşkın iki unsurunu belirleyebiliriz:
Birincisi, aşk insanın kendi cinsini üretmeyle ilgilidir. Marx ‘ ın da belirttiği gibi, kadın –erkek ilişkisi doğadan doğan insancıl ilişkidir.
Kuşkusuz dene bilinir ki, insanın üreme iç güdüsü , cinsel arzu ve aşka pekişmiş ve güvenceye kavuşmuştur.
Kuşkusuz , üreme ve cinsel haz ‘ ın insanın evrim ‘in den günümüze bıraktığı dürtülerden başka bir şey olmadığı açıktır.
Bilimsel verilere göre ,cinsel aşk ,insan beynin de ve vücudunda belli faaliyet ve dönüşümlerle bağlantılı olarak yaşanıyor.
Yalnız bilim adamları değil , her insan , cinsel aşk ile insanın fiziksel varlığı arasın da ki kendi tecrübesiyle saptamıştır.
Cinsel ilişkinin , beş duyuyla gerçekleştiği açıktır. Dokunma, görme, koklama, duyma, ve tat alma duyguların , insan vücudundaki belli oluşumları ve değişimleri harekete geçirdiği belirlenmiştir. Aşk ile üreme arasında ki bu bağ , aşk ile insan doğası veya aşk ile doğasındaki ilişki olarak ta bakabiliriz üreme ile cinsel duyular arasında ki bu bağ fizyolojik olduğu için toplumsal ve ideolojik nedenlerle zorlandığı zaman , kriz doğmaktadır cinsel sapmalar da , bu krizin belirleyenlerindendir
CİNSEL AŞKIN DUYGUSAL CEPHESİ
Cinsel aşk, kuşkusuz türünün üretmesine bağlantılıdır, ancak bundan ibaret değildir.
İnsanlara göre ,cinsel aşkta , hayvanlardan farklı ve fazla olarak , fiziksel ilişkinin ötesinde ve duygusal bir alış veriş var. Ancak iletişim de insanlar arasın da ki ilişki ağını hayvanlardan farklı kılan şeylerde belirleyici olduğu açıktır.
Üreme faaliyeti temeli oluşturuyor. Ancak insan zihinsel ve duygusal varlığı geliştikçe,cinsel aşkın da derinleştiği ve çok daha da zengin bir mutluluk kaynağı haline geldiği açıktır.
Şöyle de ifade edilebiliriz: Hititler döneminde , bundan üç –dört bin yıl yaşayan çobanlarla veya tarımcılar arasında ki cinsel aşk ile 20 yüzyılın aydınının aşkının karşlatracak
Olursak , duygu zenginliği arasında büyük fark vardır.
Aşkın zihinsel ve duygusal boyutu, kuşkusuz toplumsaldır.
Engels , ailenin özel mülkiyetin ve devletin kökenin de , barbarlıktan uygarlığa geçiş süreci
İçin de ortak cinsel aşkın bireysel aşka doğru gelişmesiyle birlikte insan duyularında ki zenginleşmeyi ve arınmayı açıklar.
Bilinç ile duygu arasın da ki doğru ilişkiyi en iyi açıklayanlardan biri de, Caudwell olmuştur:!
‘’ bilinci düşünce ,bilinçsizliği duyguyla bir tutmaktan gelen bir karışıklık vardır.her ikisi de bilinçlidir.
Kimsenin bilinçsiz duygulanın ya da etkileşim olmadı, olmazda. Bilinçsiz belek izlerinin bilinçli
Yapıp onları düşünceye ışıtan, duygunun ta kendisidir.
İnsanın bir sümüklü böcekten daha derin bir şekilde duygulanmasının nedeni daha çok düşünmesindendir.
İNSANIN BİYOLOJİK VARLIĞINDAN KOPMAYA ZORLANMASI
Cinsel sapmalar, cinsel aşkın iki unsuru arasında ki bağı koparmaktadır. Bu tip eğilimler, insan fizyolojisi ile zihin ve duygu iletişimi arasında ki bağlantı, milyonlarca yıllık geçmişten kopmaya zorlamaktadır.
İnsanın, milyonlarca yılık fiziksel evriminden belli toplumsal ve zihinsel dayatmalarla kopması, fiziğin zorlanmasıdır; fizik ötesi, metafizik bir olaydır.
Oysa insan ,doğanın bir parçasıdır. Ve insan, doğada bir cins olarak, kadın ve erkek olarak var olur. Ve insan kadınlığı veya erkekliği, tek tek her insanın hayatıyla birleşmiştir.
cinsel sapmalar ,kişinin yaşadığı toplumsal tecrübe, insan türünün milyonlarca yıllık erkek olan bir fizyolojik ve genetik sistem ,diyelim sekiz on yılık sürer zarfında ,ekonomik ,sosyal , siyasal sebeplerden dolayı kadın olması dayatılmaktadır
veya milyonlarca yıldır kadın fizyolojisi ve duygusal varlığı , beli toplumsal etkilerle erkek olmaya zorlanmaktadır. Bu tip sapmalar , ideolojinin doğayı zorlaması oluyor.
Oysa karşı cinse duyulan aşk ile doğaya duyulan sevgi arasında çok köklü bir bağlantı vardır. Cinsel aşk, kadınlık ve erkeklik olarak ta belirlenen doğasından koparıldığı zaman
Aslında insan ile doğa arasında ilişki zorlanmış ve tahrip edilmiş olur. Somut olarak hormonlar zorlanmaktadır.
Bu fizyolojik zorlamanın temelinde, toplumsal zorlamalar vardır.
Milyonlarca yıl sınıfsız olarak yaşamış olan insan, sınıflara bölününce , baskı ve boyun eğme ilişkisine zorlanmıştır. Bu, insan varlığını derinden etkilemiş ve yabancılaşma dediğimiz sürece yol açmıştır Eşit olmayan insanlar arasında ki aşk ise, ezmek, boyun eğmek, teslim alma, burnunu sürtmek, kapris, naz ,aldatmak gibi eylemlerle iç içe girmiştir.
TOPLUMSAL ÇÖKÜŞ VE EŞCİNSELLİK
Eşcinselliğin sınıflar ve cinslerin arasındaki farklılaşmalarının aşırıya varmasıyla olağanlaştığını saptadık. Kuşkusuz burada sitemin derin çelişkileri ve çöküşün yarattığı insani ilişkilerin dejenere edilişinin önemli bir payı bulunmaktadır.
Emperyalist-kapitalist sistemin bir irinine yabancılaştırdığı cinslerin ve bu cinslerin kendi cinsel dürtülerine dahi sahip olmamasının önemli bir gerçeğe işaret etmektedir… Sistem insanların kendi cinsel varlığından dahi koparmaya ve onu “sapkın ilişkilere itmeyi” doğru bulmakta ve buna demokrasi,.özgürlük süsü vererek sınıfsal çelişkinin üstünü örtmektedir.
2008 de Rusya’yı ziyaret eden bir Türk yazar-gazeteciden çarpıcı gerçekleri dinledim. Anlattıklarını şöyle özetleyelim:
“Rus toplumu, eşcinselliği yaygın olarak emperyalizmin kültürel saldırılarıyla öğrendi. Belki seyrek olarak eskiden vardı.
Ama köşede, kenarda, toplum bilmezdi hele övülmesi, yazılı-görsel medyada afişe edilmesi sosyalist dönemde imkansızıdı.
Ancak çürüyen, yozlaşan emperyalist sitemin Rusya da kendini hissettirmesiyle birlikte, eşcinsellik-lezbiyenlik olağan hale geldi.
1999 gazetelerde bir haber, Rus askerlerin fahişelik yaparak geçimlerini sağladıklarını yazıyordu. Burada sistemin derin trajedisine tanık oluyoruz, bu bir tercih değil, zorunlu bir baskının, yokluğun ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Değerli dostum son olarak durumu şöyle özetlemişti..!
Şimdilerde özgürlük, Lenin’inler den vaaz geçmek olarak tarif ediliyor; çürü yen ve kaosa yuvarlanan kapitalizm, demokratik devrimlerin kapitalizmine tam karşı konumdadır.
Eşcinsellik bir kez daha toplumsal ve ekonomik iflasın, çöküşün, yozlaşmanın acı meyvesi olarak karşımıza çıkıyor.”
12 EYLÜL PATLAMASI
Türkiye eşcinsellik olayını,12 Eylülden sonra yoğun ve yaygın olarak yaşaması da anlamlı olsa gerek.68 hareketinin devrimci, yurtsever atılımlarında ”hiçbir zaman, eşcinsellik kavramları tartışılmamış” ve buna gerek duyulmamıştır.
Deniz gezmişin, mahir çayanın, İbrahim kaypakkayanın, Doğu perinçek’ in önderliğinde ki “FKF –DEVGNÇ” in hiçbir konferansında, eşcinsellik üzerine, bildirler, konuşmalar yapılmamıştır.
Deniz’in, eşcinselliğe bakış açsını “pos bıyıkları, delikanlı yürüyüşünden anlamak pekte zor değildir.”
Yurtta ki bir konuşmasında” delikanlı adam direnir, mücadele eder, bir avuç ibnelerden-faşistlerden korkamaz” der, bu bir noktada “eşcinselliği” küfür-aşağılanma sayar… Deniz gezmiş ve yoldaşları
12 Eylül sonrası ezilen ilerici-devrimci hareketlerin… Başına musallat olan” Neo liberal, özgürlükçü solun” derdi, işçi sınıfının sendikal hakları değil, köylülerin toprak sorunu değil, eşcinsellerin “cinsel tercih özgürlüğüdür” ,Neo liberal sol için.
Neo liberal sol, bu dönemde Türkiye ye ihraç edilmiş ve bunlar aracılığıyla sınıf mücadelesi aşağılanılarak, eşcinsel, travesti, fahişelik, lümpenlik gibi sınıf dışı unsurların hak ve özgürlükleri için örgütleri-partileri kurulmuştur.
Eşcinselliğin günümüzde emperyalizm ihraç malı haline geldiği bilinmektedir artık.
ÖZGÜRLÜĞE YIKIM: EŞCİNSELLİĞE HAYAT
—sınıfsal eşitsizlik, baskı ve sömürü
—cinsler arası eşitsizlik, kadının köleleşmesi ve aşağılanması
İnsanın kendine ve biyolojik eşine yabancılaşması, toplumsal çöküntü ve kaos dönemlerinde insanın sersemlemesi ve dengesini yitirmesi.
Eşcinselliğin toplumsal kaynağı bunlardır.
İnsanın özgürlük mücadelesi, sınıfsal ve cinsel eşitsizliği ortadan kaldırma ve doğa ile insan arasında ki uyumu sağlama mücadelesidir.
Marx’ ın sözün ettiği gibi “kadın-erkek” ilişkisi doğal hayatın en olumlu ve insani ilişkisidir.
Lenin’in sözüne ettiği gibi, burjuva sapkınlığı cinsel arzularını kontrol edememenin verdiği aşırılığı özgürlük olarak sunar diyordu.
Özgülüğe yıkım getiren her şey, eşcinselliğe hayat veriyor. O zaman nasıl oluyor da eşcinselliğin bir Özgürlük olduğu ileri sürülebilinir?
CİNSEL ÖZGÜRLÜK
Yunan soylularının kucaklarına atılan genç erkeklerin ,roma imparatorlarının koynuna sokulan köle gençlerin,padişahların eğlencesi genç erkelerin…!
Özgürlüğünden kim söz edebilir? Bu öylesine korkunç bir aldatma ve iki yüzlülük olabilir mi?
Ezen ve çöken sitemin efendileri bu eşcinsel ilişkilere girerken, acaba özgürleri mi? Onlarda tahakküm, baskı, işkence uygulayarak insanlıktan çıkan zavallılar durumuna düşmüyorlar mı?
Sistem, onları da eşcinsellik çukuruna yuvarlamıyor mu?
Fantezi olarak nitelenen bu tip eğilimler, korkunç bir yabancılaşmanın pençesinde ki insanın bozgun içine itilen insanlık hali değimlidir?
Tarihin tanıklığı bir yana, herkesin gözlemlerinden-örneklerinden edindiği şey, eşcinselliğin büyük acıların ve mutsuzlukların kaynağı olduğunu göstermiyor mu?
YABANCILAŞMADAN KURTULMUŞ EŞİTLERİN AŞKI
Eşcinsellik, eşitliğe aykırı dönemlerin ürünüdür.
Yine eşcinsellik, özgürlüğe aykırı süreçlerin ürünüdür.
Oysa cinsel aşk, ancak eşit ve özgürler arsında, bilinçli, bütün zihinsel derinliği ve duygu zenginliği ile yaşanabilinir.
Köle ile efendi aşkı eşit değildir… Orda baskı vardır
İnsanlığın üç büyük davası vardır:
—Eşitlik
—Özgürlük
—Barış
Sınıflara bölünmüş ve cinseler arası eşitsizliğin yüküm sürdüğü toplumda, ancak sınıflar ve cinsler arası eşitlikle yabancılaşmadan kurtulur.
İnsan özle çıkar sisteminden kurtuluşu ile doğal olana kavuşur. Sınıfsız, sömürüsüz insan tipi..!
Aynı zamandan yabancılaştığı biyolojik eşine de “eşitlerin aşkını” his etmesine neden olur, çünkü yabancılaşma, baskısı ortadan kalkmıştır.
Herkes, sınıfsız toplum insanını daha bugünden kendi kişiliğinde yaratarak, büyük aşklara, sevdalara ve eşsiz mutlulukların insanı olabilir.
Sen ki elinde alevli mızrak,
Paramparça erittin ruhumun
Buzlarını…
Şimdi her günden daha diri, aydınlık akıyor
Gönlümün şelalesi sana doğru
Güzel kadın
Hazırlayan:
Doğucan ARIKAN
Yüksek lisans öğrencisi
Kaynak:
K Marx –F engels, alman ideolojisi, cv. selâtin hilav
F-Engels, aylenin özel mülkiyetin ve devletin kökenin
Jan baby
Lenin, burjuva demokrasisi ve proletarya diktatörlüğü
Marx –Engels –werke, Berlin
Yabancılaşma konusunda bkz. Marx –Engels alman ideolojisi
Attila ilhan , yanlış kadınlar yanlış erkekler
Marx, pariser manuskirpte 1848 ,reinbek
Doğu perinçek eşcinsellik ve yabancılaşama
Aktaran jean baby ,96.
Christopher caudwell, ölen bir kültür üzerine
Lewis henre Morgan tarih üzerine
Mondinmore, erkek ve kadın beyinleri üzerine
Üç Fidanı (Farklı) Anmak!
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan
Onlar; Kemalizm’in ırkçı, soykırımcı yüzünü tahlil edemeden gittiler.
Onlar; “Anti- emperyalist kurtuluş savaşı”nın bir hikâyeden, uydurmadan ibaret olduğunu öğrenemeden gittiler…
Onlar; Ordunun İttihat Terraki’nin devamı, faşist bir yapılanma olduğunu bilemediler ve sadece ordu içinde örgütlenmiş bazı faşist kliklerin varlığını düşündüler.
Onlar; kendilerini sahiplenenlerle kendilerini asanların aynı saflarda buluştuklarını, el ele verip demokrasi düşmanlığı yaptıklarını göremeden gittiler..
Bugün onları ananların ve sahip çıkanların büyük çoğunluğu, Faşist/Kemalist kurumların zarar görmemesi için çırpınıyorlar. Bu nedenle onları biz farklı anıyoruz.
Çünkü onların amacı ile onları ananların amacı bambaşkadır.
Onlar; bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik için mücadele ettiler.
Onlar; halkların kardeşliğine gerçekten inandılar..
Onlar; faşizme boyun eğmeden gittiler..
Onlar; tespitlerinde, politik tahlillerinde ne kadar eksik olursa olsun samimiydiler.
Biz onların tespitlerine değil, içten duygularına, samimiyetlerine ve devrimci duruşlarına sahip çıkıyor ve saygıyla anıyoruz….
Özgür Bireyler Topluluğu
http://www.nasname.com/tr/6872.html
Nasname hakkında düşüncelerim:
* Nasname, koyu Barzanici bir grubun sitesidir. PKK’yi sevmezler; hele hele Türkiye solunu hiç sevmezler. Çünkü PKK’nin öncü kadroları da Türkiye soluyla uzun süre aynı zeminde büyüyüp serpilmiş; PKK de anti-feodal, anti-Barzani ve sekülerist yönlerini büyük ölçüde Türkiye solundan etkilenerek geliştirmiştir.
* Onlar, PKK’yi ve Türkiye solunu “kemalist” (hata “Ergenekon’un uzantısı”) olarak görürler. Ergenekon davasının “haklılığına” koşulsuz iman ederler; KCK’ye yönelik operasyonları ise “KCK-MİT ilişkisi” gibi komlo teorileriyle meşrulaştıracak Taraf gazetesi yazılarını sitelerinde yayınlarlar.
* Nasname zevatı AKP karşıtıymış gibi görünse de politik argümanlarının bir kısmını Taraf gazetesi yazarlarından, bir kısmını Şerafettin Elçi, Galip Ensarioğlu, Kemal Burkay gibi Pro-AKP Kürt siyasetçilerinden alırlar (ki zaten Barzanici sermaye ile AKP’li -veya genel olarak sağ/muhafazakar/liberal gelenekten gelen- Bölge burjuvaları arasında uzun geçmişe sahip bir çıkar ortaklığı vardır).
* Geçen yılki referandumda “yetmez ama evet” çizgisini savunmuşlardır (örnek: http://www.nasname.com/Biz-Kimiz?/7243.html )
Zaten bu site ve sitedeki çoğu yazı da Kemalist çizgide. Anarşi falan makyaj mahiyetinde.
öncelikle br ayrım yaparak şunu belirteyim,homofobiyle ilgili kısımlar ve yaklaşımların yanlışlığı bir tarafta,diğer taafta da bayram değil seyran değil bu iddia,deniz gezmişle ilgili iddia nereden çıktı,bu soru üzerine pek durulmamış.bülent ersoy daha önce deniz baykalla ilgili olarak da rüşvet iddiasında bulunmuştu,o iddianın aslı ne oldu bilemiyorum,bu günlerde yoğun bir gündem var,bu işin içine damladı sankim bu mağazinsel haber.bülent ersoy kendi kişisel sansasyonundan mı ibaret yoksa daha farklı bir durum mu,kolloktif bilinçli bir durum mu anlayamadım,ssisi diye bir transeksüel vardı bir zamanlar medyada çok çıkardı,hakkında bazı istihbaratçı iddiaları örtaya atılmıştı,tabi bunlar doğrumu bilemiyorum,bu hususlar da göz önünde tutulmadan,elenmeden-ki elemek mümkünse tabi-değerlendirmeyi homofobi den ibaret göemek olanı ddaraltır,zaten işi sansayonun katmerlisine bu tür tepkiler ve tartışmalar bir nebze taşıyor.
çıracıya;türk soluna kürtlerin antipati duymaması mümkün mü?angolanın özgürlüğü dahi tartışılırdı,haritada angolayı göster desen gösteremez bir çok kimse,tartışanların bir çoğu bile,kürtleerin özgürlüğü,ulusal-demokratik haklarına gelince her türlü imha/inkar söz konusu,türk solunun kıskançlığı/hasedi de bu minvalde.İbo’yu geçtiğimizde geriye kim kalır kürt ve kürdistan sorunun çözümlemesinde,pratiğinde.işin ilginci türk solu kürtleri,kürdistanı inkar edip birincil gerilla savaşını ve ideolojik mücadelesini kürt coğrafyasında başlatır,yoğunlaştırır.Bunu sadece coğrafyaya bağlanacağını,arazi şartlarına,sanmıyorum.deniz gezmiş konuşuluyor o bile ne kadar iikircikli kalmış,kemalist ideolojinin gücü budur.bu ideolojik kopuşu kürtlerin eseri,malesef türk solunun değil.
Ben şunu demek istedim, Nasname zevatının Türkiye soluna karşı ayrı bir nefreti var. PKK’liler Türkiye soluna (en azından Türkiye sosyalist solunun önemli bir kısmına) daha fazla sempati duyuyorlar. Bu bahsettiğim sitedeki Barzani tayfası ise PKK ile Türkiye sosyalistleri arasındaki dostluğu “Kürt ulusal birliğine karşı tehdit”, “Apo kemalizmi” hatta “kutsal Ergenekon ittifakı” olarak görüyorlar.
Kemalizmden kop(a)mama eleştirisi ise ayrı bir şeydir; Nasname’nin tavrı düşmancadır.
asıl gündemin kıyısından kedi olalı iyi bir fare yakalamış zileli.yazıdaki ana fikre tamamen katılıyorum bülent ersoyun çok gerisine düşen milli duyguları zirve yapmış ekselansların hizmetinde sahte muhaliflerden çok daha cesur olduğu fikrine katılıyorum.1. sorun devrimci geleneklerde geçmiş değerlerini anmak çok yanlış pratiği yapılmaktadır.geçmiş değerlerimizin kutsallaştırılıp tekrar edilmesi aslında o değerlerimizi olumsuz tüketmektir ki onlarada faydası yoktur onlar tarihteki yerini almıştır onları mutlu edecek şey kendilerinin övülüp aynısının söylenip yapılması tekrarı değildir onları anmak onlardan öğrendiklerimizin üzerine koyacaklarımızla onlarıda aşacak seviyede daha büyük hedeflerde yeni başarı öyküleri yaşamaktır.aslında bunu yapamayanların tarzıdır kutsallaştırıp miras haline getirip tüketmek üstüne ekleyip söyleyecek yeni cümlesi olmayanların tarzıdır.zaten hemen yanında inkar edilip imha edilenleri göremeyip pratik yaşanan hayatın dışına düşenlerin yapabilecek başka bir şeyleride yoktur hiç olmasa ıskaladıkları kürt sorununu şimdi görebilip gayrı meşru sistemin alternatifi toplumsal muhalefet dinamikleri içindeki yerini alacak özgürlükçü türk devrimcilerine ve soluna ihtiyaç vardır.geçmişte bunun enteresan örnekleride olmuştur zaten kürt özgürlük hareketinin başardığı projede mahir çayanın politikleşmiş askeri savaş stretijisinden etkilendiğini söyleyenler hayli fazladır
Özgürlükçü seni anlayamıyorum, hem dil olarak, hem de muhteva olarak. Ama ikide bir Kürt meselesini getirip duruyorsun. Bu siteyi iyi incelemelisin. Röportajlar kısmına bak. Senin hayran oldukların cumhurbaşkanının “iyi şeyler olacak” söylemine aldanıp AKP destekçiliği yaparken ben bu söylemin bir aldatmaca olduğunu söyledim. Kürtlerin ve mücadelesinin aleyhine tek bir satırımı bulamazsın. Her zaman ezilen Kürt halkının yanında yer aldım. Buradan anarşist kılıklı yuppilere destek vermektesin. Yazık.
özgürlükçü çekip çekip yazıyorsun!
Özgürlükçü’ye; mahlasıyla yazdıkları-karakteri bu kadar tezat olan birine rastlamamıştım. İroni’nin vücut bulmuş hali misin nesin?
Sevgili Gün,
ATO’nun (Atila Keskin) “Herkesin bir Deniz Hikayesi Var kitabını herkese salık veririm. Bülent Ersoy da kendi “deniz” öyküsünü anlatmış.Pek de sevimli ve sıcak duygularla dolu bir öykü anlatmış. Bozkurt hırtça ve homofobik bir tepki göstermiş.Sönmez de yangına körükle gitmiş. 68’lilik tipik bir “Old Elephant’s dieing place”dir. Biz ölünce bitip gidecek. geleceğe sadece bir “Destan” kalacak. Hırtlık ve homofobi bu destanı gölgelemekten başka neye yarar ki?…
Sevgi ve dostlukla
ae
özgürlüğüde ben bilirim deyip kendinden kalkan anlayış önce zihnini özgürleştirmesi gerektiğini unutunca başkalarının özgürlükçülüğünü anlamadan fesatlanabilir.neymiş özgürlüğün muhtevasına uymayan yorumumuz eleştirinde öğrenelim.öğrenmektende utanıp eleştiren ve öğretene kızan değil teşekkür eden olabiliriz.zileli çok iyi biliyorsun yada yazılarımı okumuyorsun ben kürt halkı değilim asla başkasının yerine karar vermem laz olduğum halde kürt özgürlük hareketini sadece kürtlerin değil hepimizin özgürleşerek kadim özgürlükçü insanlık ailesine katılmamızı önemsediği için değerli bulup destekleyip birlikte özgürlük mücadelesinde iş yapabiliyorum.asıl sorularıma cevap vermeden son yorumda deniz gezmiş makalesinde tamamen katıldığım cinsiyetçi anlayışları eleştiren yazına katkı veren yorumun altına bile eleştiriliyorum refleksi göstermene gerek yoktu.hatta fark edebildinmi bilmem geçmiş değerlerimizi olumlu tüketmenin yolu önerisi bile yaptım anlayana.ahmet altan meselesinde sol liberallerle başbakan arasındaki köprülerin atıldığını özellikle onurlu her kürtün bu yapılanlar(köleleştirme)karşısında dağa çıkmasının dışında bir seçeneği olmadığını yazabilmesi önemliydi dedim o yazıyı bir kürt yazsa 30 yıl yer ben yazsam 15 yıl ceza alırım bu günkü gayrımeşru hukuk budur özgürlükçülükde bu günlerde belli oluyor munzur arkadaş?
munzur gaşınma!!!
marksistler ne diyor? yazdığın şeyler tamamen saçmalık ve bir insanın yobazlıkta nasıl sınır tanımayacağını bize ifade ediyor.
Eşcinsellik tıbbın ve bilimin konusudur. Bilmem bilir misin ama bilim adamları herhangi bir konuda sonuca araştırmaları ve deneyleri inceleyerek varır.
Eşcinsellikle ilgili yapılmış ve eşcinselliğin doğuştan geldiğini gösteren bir sürü araştırma var. İkiz çalışmaları, kromozom çalışmaları vs.
A sen şimdi bunlara da kapitalist işi dersin, nasıl olsa yobaz dediğin adam kendi kafasında kurduğu saçmalıklara inanan adamdır.
Hiçbir araştırmayla destekleyemeyeceğin saçmalıklara inanmaya devam et sen 🙂
Ayrıca bir avuç kara cahil marksist, faşist adına da konuşma.
dersim3868, özgürlükçü sen misin yoksa?
Tehdit yorumunun Nuhoğlu’nun tehdidini aratmıyor bilesin.
Sevgiler Akıncım. Söylediklerine katılıyorum, tam da öyle. Ve bir de rantçıları ekleyelim buna. Ama azınlık olsalar da eski topraklar yok mu? Atila Keskin’in kitabını ben de kuvvetle salık veriyorum.
özgürlükçü özgürlükçüdür munzur dersimle ilgisi yoktur özgürlüğüde en iyi sen bildiğinden sana uymayıp hiç bir yorumunu eleştiremeden tezat çıkarabildin eleştirebilsende belki yeni bir şey öğrenirdik diye bekledim ama nerde özgürlükçünün hemen her konudaki yorumları sitededir tarayıp görebilirsin bütün özgürlükçü yorumları benimdir başka bir rumuzum yoktur seni memnun edebilmek için ne yapmam gerektiğini bilemedim?
Kusura bakma özgürlükçü, dersim ‘kaşınma’ gibi bi laf etmiş ben ona bir şey yazmamıştım sana yazmıştım ama o üstüne alınmış sendeki olgunluk onda yokmuş demek ki. Ben memnunum sağol.
Bozkurt Nuhoğlu, Bülent Ersoy’un “Deniz Gezmiş’i tanırdım” demesi üzerine gazetecilere verdiği açıklamaların ardından Pembe Hayat Derneği’ne gönderdiği mektupla, başta Ersoy olmak üzere bütün trans camiasından özür diledi.
Nuhoğlu özür mektubunda Örümcek Kadının Öpücüğü filmine gönderme yaptı.
Nuhoğlu’nun mektubu şu şekilde:
“Pembe Hayat yetkililerine;
“Benim en sevdiğim filmlerden biri ‘Örümcek Kadının Öpücüğü’dür. Bilenler bilir, filmin kahramanlarından biri olan devrimci karakter, bir eşcinselle aynı hücreyi paylaşır. Ve filmin yarısında yılların ezberiyle hücre arkadaşına bir devrimciye yakışmayacak şekilde davranır. Ama sonra hatasını anlar. Ben de o devrimcinin durumundayım. Filmin ilk yarısında yılların alışkanlığı ile, koşullanmışlığıyla, ezberiyle hatalı davrandım. Başta Bülent Ersoy olmak üzere, verdiğim beyanlarla hırpaladığım, kırdığım, incittiğim, üzdüğüm herkesten özür diliyorum.”dedi…
gerisi bianet.org da
ayrıca bu davranışını çok erdemli buldum…
bir de aslında ilk yaptığıyla hepimizin farkında olmadan derinlerde bir yerlerimizde olan hastalıklı düşüncelerimizle yüzleşmemizi sağladı…
Bravo Bozkurt Nuhoğlu’na. İşte Deniz Gezmiş’in arkadaşı böyle yapardı.
denize yakıştırmalar yapıp., eleştirenlerin dışında., kendime de dahil olmak üzere şu soruyu soruyorum., acaba bizler denizleri yeterince tanıtıp, anlatabildikmi insanlara.onları derinden seven, sayan binlerce insan var, toplumda.
….Deniz’e yakıştırmalar yapıp, eleştirenlerin dışında, kendim de dahil olmak üzere şu soruyu soruyorum: acaba bizler Denizler’i yeterince tanıtıp, anlatabildik mi insanlara? Onları derinden seven, sayan binlerce insan var toplumda…
Atatürkçüler dil devrimi yapmadan önce böyle yazılmaktaydı
sayın Gün Zileli ; MAHİR ÇAYAN, DENİZ GEZMİŞ ve İBRAHİM KAYPAKKAYA’ yı cıa,mit ajanı olarak göstermiş, 12 mart faşist dabesinin hazırlanmasında solun içindeki ajanlar demiştir..ayrıca yine kendisi mahir kaynak ı sol çevrelere büyük devrimci diye tanıtmış ve solun içine sokmuştur, 70 lerin başında…mahir kaynak bilindiği gibi THKP-C nin içindeki ajandır..daha sonra Gün Zileli yazdığı yazısında ilyas aydın a devrimciliğinin idade-i itibarını istemektedir..bu kendisinin haddine değildir çünkü ilyas aydını ögütü olan Thkp ajan ilan etmiştir, ayrıca esas ajanları büyük devrimci ve gerçek devrimcileri ise ajan ilan eden gün zileli neyin peşindedir? gün zileli sadece bunla kalmamış stalini de eleştirmiştir bunu yaparkende marksizmin tüm değerlerini stalinizme eşitleyerek tüm marksizmin yüce ilkelerini tahrif etmiştir.ancak bizler gün zilelinin neyin peşinde olduğunu çok iyi biliyoruz kendisi oportünzmin batağında bulunmaktadır…ondandır ki devrimci değerleri tahrif edip yozlaştırma yoluna gitmektedir…ama tarih geriye işlemeyeceği gibi devrimcilerde bu akıl bunaltma oyunlarına gelmeyip saflarındaki gün zileli gibi sağ sapma oportünistleri bertaraf edeceklerdir…!
Bülent Ersoy da Ak Saray tartışmalarına katıldı
‘Ak Saray’ın hep dedikoduları oldu nedense…’
Gündemde tartışmalara neden olan Cumhurbaşkanlığı Sarayı hakkında birçok isimden sonra Bülent Ersoy da yorumda bulundu. Ersoy, Cumhurbaşkanlığı Sarayı hakkında tartışmaların yersiz olduğunu söyleyerek, “Cumhurbaşkanlığı Sarayı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sarayıdır” dedi.
‘Kendi cebine mi götürecek’
Vatan’da yer alan habere göre, Ersoy, “Saray’ın hep dedikoduları oldu nedense. Ama ilerleyen Türkiye’de bakınız Atatürk zamanında Çankaya’da o görkemli Saray’ı yaptı. Şimdi bu zaman diliminde böyle bir şeyin olması Sayın Cumhurbaşkanımıza Allah uzun ömürler versin. Ama şimdi giderken kendi cebinde mi götürecek o Saray’ı ?” dedi.
‘Herkesi memnun etmek imkansız’
“Orası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sarayıdır.” diye ekleyen Bülent Ersoy şöyle konuştu; “Bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iftihar meselesidir bence. İsteyen kabul eder isteyen etmez. Herkesi memnun etmek zaten imkansızdır. Uygun görmüşler güzel yapmışlar tebrik ve takdir ediyorum.”
http://t24.com.tr/haber/bulent-ersoy-da-ak-saray-tartismalarina-katildi,282371