Aysel Tuğluk / Kobanê’den sonra çözüm süreci ve AKP’nin tükenişi
T24’ten alınmıştır
Erdoğan ABD’ye gitmeden evvel bambaşka bir hava esiyordu. Newyork’ta AKP’nin siyaset oluşturucuları şapkadan yeni bir tavşan çıkardılar ve ABD dönüşü tam tersi bir hava yaşandı. Artık Türkiye koalisyona dahil olmuş, Ortadoğu’nun şekillenmesinde rol almış ve IŞİD bir anda “kanlı bir terör örgütü” oluvermişti. Açıkçası bu sahte dalga ve abartı hemen çeşitli çevrelerde panik oluşturmaya başladı. Siyaset biliminin bazı kadim kuralları ne de çabuk unutuluyordu. Bu kurallardan birisi de; devletlerin politika değiştirmekte hiç te hızlı hareket etmediklerine dairdir. Araya bir hafta geçmeden Joe Biden’ın açıklamaları ve sözüm ona “özürü”işin rengini daha da netleştirdi. Ardından Davutoğlu’nun kara harekatının gerekçesinin Şam/Esad olduğunu ilan etmesi tezkere gürültüsünü iyice dindirdi.
Gerçek şu ki, Türkiye halen iki yıl önceki Suriye politikasında ısrar ediyor. Kürt siyasi kazanımlarını red ederek Kürt güçlerini Özgür Suriye Ordusuna katılmaya zorluyor. İşgal ve istila için de BM ve NATO nezdinde rol peşinde koşmaktan geri kalmıyor.
Radikal islam ile oyun kurmak
Artık Ortadoğu’da siyaset yapan herkesin kanımca şu bir kaç hususu daha iyi anlaması gerekiyor:
I-Radikal dinci gruplar öteden beri bölge devletlerinin Sol muhalefeti ve seküler gelişmeleri bastırma aracı olarak kullanılan yedek rezervidirler.
II- İktisadi ve siyasal yozlaşma ve yoksunluk durumunda statükonun yan ürünü olarak çoğaltılan bu gruplar, emperyal güçler ve bölge güçleri tarafından “oyun kurmak” için kullanılırlar.
III- Bölgenin gerici güçleri ile bu radikal güçler arasında inanç, ideoloji, dil, nihai amaç ve sosyalite bakımından pek bir fark yoktur.
IV- IŞİD yukarıdaki çerçeveye bağlı olarak, yıllara dayanan ilişkiler sonucu Davutoğlu/Erdoğan çizgisi tarafından Ortadoğu’da “oyun kurucu ülke olmak” stratejisinin bir gereği olarak sahaya sürüldü.
V- IŞİD, Suriye’nin işgali ve kürt kantonlarının etkisizleştirilmesi amacına ulaşıldığı anda devre dışına sürülür ve Anadolu’da“insani yardım kuruluşu” olarak hayatına devam eder.
VI- IŞİD’in başarısız olması durumunda bizzat hamileri, yani AKP en aktif haliyle devreye girer.
VII- Uluslararası güçler nezdinde AKP çizgisi tüm yüzleri ile deşifre edildi ve önemli oranda IŞİD’le aynı çizgi olduğu da çeşitli biçimlerde ifade edildi.
VII- İşte Newyork dönüşü yaratılan tezkere gürültüsü ve aynı günlerde IŞİD’in Kobane merkezine tüm şiddeti ile saldırması bütün bu unsurların orada masa üzerinde tartışılmasıydı. Dünya güçleri daha yüksek sesle “ne yaptığınızı biliyoruz” dediler.
Çözüm süreci bitiyor mu?
“Oh olsun demeyiz” derken her zamanki lümpen tarzı ve riya dolu suratıyla dalga geçenlere karşı kürt siyasetinin de artık bazı temel hususları ciddi olarak tartışması gerekiyor. Zaten AKP sözcüleri “sürece mecbur değiliz” demeye başladı bile.
Ne zaman AKP’ye yönelik eleştiriler çoğaltılsa hemen “öyleyse süreç bitecek mi?” diye soruluyor. Hayır, kesinlikleBarış sürecini bitirmekten söz etmiyorum. Ama açıkça belirtmek gerekiyor ki,AKP kesin bir şekilde partner olmaktan çıkmıştır. Zira, IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurdu. Bu açıdan süreç konusunda devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler hızla sorumluluk almalıdır.
Son tezkere hamlesi ile AKP kendi bekaası için hiçbir yöntemden kaçınmayacağını herkese bir kez daha gösterdi. Ancak yaptığı her hamle, her yanlış hamle siyaseten ve diplomatik olarak oldukça zorlu bir dönemden geçtiğini de gösteriyor. Bu anlamda bölge için her türlü gericiliğin kaynağı haline gelen bu çizgiye tüm kürt güçlerinin tutamak olmasına son verilmelidir. AKP’nin Türkiye’deki demokrasinin gelişimine ciddi bir engel oluşturduğu, demokrasiyi kafa saymaya ve seçim oyunlarına indirgediği gözönüne alındığında, artık ciddi olarak diktatörlükten söz etmek gerekiyor.
Belki insanların çoğu farkında değildir ama AKP çizgisi Türkiye’nin bütünü için şu an yürürlükteki en büyük tehlikedir.Öyle IŞİD’in Türkiye’ye dönmesinden söz etmiyorum. Bizzat IŞİD ideolojisi ve yaşam anlayışının AKP eliyle toplumun dokularına nüfuz etmesinden söz ediyorum. O yüzden çoktandır unutulmuş bir tarzın, ideolojik eleştirinin artık yeniden hatırlanması gerekiyor. Doğrusu sahada çok şiddetli bir ideolojik mücadele yaşanıyor. Bu mücadelenin tarafları arasında uzlaşma zemini de mevcut değil.
AKP çizgisi Kobane önlerinde ideolojik rengini ve bitişini çok net sergiledi. Tezkere alayı-valasıyla ömrünü uzatma çabasındadır. Ancak ideolojik olarak tükenmiş gerici bir çizginin uzatmaları olabilir ama bitişi kaçınılmazdır!..
_____________________________________________________
Yazıyı ben de paylaştım, içeriğini beğendiğim için ancak samimiyetine hala güvenmiyorum. Bu açıklamalardan o kadar çok duyduk ki. Bana bunlar kamuoyunun gazını almaya yönelik gibi geliyor. Tekrar tekrar, acaba Kürt Hareketi AKP’den kopar mı diye umutlanmamızı sağlıyor. Yeni olan, “seküler güçler” ifadesi ile CHP tabanına seslenmesi. Bu biraz olsun umut verici bir yenilik, ve AKP’nin IŞİD hançerinden ders alınmaya başlandığının küçük bir emaresi.
Seçim tartışmaları sırasında eldeki kitle partileri düşünüldüğünde TR için en hayırlı sistem içi seçeneğin CHP-HDP yakınlaşması olacağını belirtmiştim. Saflar netleşsin, AKP son serhildandaki gibi MHP ile yanaşsın, ortanın solu da 90’lardaki SHP gibi KH ile. Sollar sol tarafa, sağlar sağ tarafa, herkes kendi köşesine. Hiç bir demokrasi, özgürlük kazanımı olmayacaksa bile bu da bir kazanımdır.
CeHaPe’nin sağda, AKP’nin merkezde olduğuna dair 10 yıllık liberal yanıltma, KH’nin teslimiyetine ramak kala, geldiğimiz noktanın ideolojik düzlemdeki ana sorumlusu. 2013 yılında iş işten geçti, liberaller çark etti ama KH öncesinden bağlanmıştı ve yumurta küfesi taşıdığından kopamıyor, teslimiyete gidiyor.
(Sol) kamuoyunun gazını almak demiştim, belki bundan ziyade AKP’yle pazarlık gücünü arttırmak için mesaj olarak da görülmeli. “Size o kadar da mahkum değiliz, biz de B planını oluşturabiliriz” gibi..
Birileri habire soruyorsa ki : “Neden varsa yoksa Koban
Sormak gerekmez mi ki: “NEDEN; “Neden varsa yoksa KOBANé….”
RTE ile siyasi ittifak kurmak makyavelizmde yarışmak demektir ki, F.Gülen bile!
Bir zamanların mafya filmleri vardı… Şefler birbiri ile sarılır, öpüşür, kapıdan çıkarken kurşunlatılırdı…
bazan da
toplantı sırasında “ustanın” adamları dışarıda rakip çetelerden en dişlisinin adamlarına saldırır… Tam da barış görüşmeleri sırasında… Sonunda haber gelir…. Ve “usta” az önce ellerini tuttuğu, öpüştüğü adamı orada infaz eder….
Bir çok devlet mafyatiktir ve elbette kendi “literatür” bilgi, deneyimlerini “ustalıkla” kullanacaktır…
Sorun bu “ustalığı” anlayamayanlardadır… Ne bekliyorlardı ki!
http://www.radikal.com.tr/politika/dbp_kongresinde_turk_bayragi_ve_ocalan_yan_yana-1222671
Bu bayrakların hiç birini sevemedim….
Ama o fotoğraf bir görüntüdür! Hayat öyle hoş ki… Asan da, seyreden de artık biliyor… Bu politikadır; ilk fırsatta burun ya da bir diğer yerini silmek için kullanılmaya hazır; orada askıya da o amaç için asıldığını da herkes biliyor…
Bu postmodernite içinde yer alacak bir gösteri-Makyavel politika mı? Herkes biliyor! Bu görüntü artık bir simgenin simgesi!
Herkes biliyor bunu! Gülümseyerek bakıyor olmalılar; sanki bir tabutun üstündeki örtü gibi… (Bu beni rahatsız etmiyor; bu siyaset tarzı rahatsız ediyor!.. Gülümseyenlere gösterilen, anlatılan onca şeyden “yalan” olan neden yalnızca bu olsun; bu tarz-ı siyaset başladığında nerde duracağını bilen olamaz ki..)
15 yaşındaki bir Kürt çocuğu bile bu “ince” politikayı biliyor. Takılmıyor böyle görüntülere… Önderlerinin o bayrağı oraya neden astığını ve rahatsız olmaması gerektiğini biliyor… İlk fırsatta o bayrağa ne yapılacağına emin…
RTE siyasetinin kopyası… RTE bir “siyaset tarzı” olarak literatüre girer mi? Çok yüzlülüğün, hiç bir siyasi anlaşma yapılamayacak bir politikacı karakterinin prototipi olarak.. Bu yolda gidilmesi rahatsız edebilir insanı…)
“gerekirse papaz cübbesi giyerim”, “Irak’taki kahraman ABD askerine duacı…” siyasetinin geçer akçe olduğu topraklarda yaşıyoruz… Ne mutlu bize! Türk’ü, Kürt’ü ortak siyasetin ortak kurbanlarıyız… Şimdilik eşitliği burada yakaladık; bu da bir başlangıçtır!
Aysel Tuğluk’un Kemalist Devletçiliği Bir Kez Daha Açığa Çıktı…
İbrahim GÜÇLÜ
İttihat-Terakkicilerin ve onların devamı olan Kemalistler, birçok alanda başarılı oldular.
Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde, İslam ve İslam olmayan milletler vardı. Balkanlardaki milletlerin bağımsızlık hareketlerinden sonra, İslam olmayan milletlerin büyük bir kesimi kendi ülkeleriyle birlikte Osmanlı’dan ayrıldılar. İslam olmayan milletlerden geriye kalan iki unsur vardı. Bu unsurlardan biri, bir ülkesi olmayan azınlık İslam olmayan topluluklar ve bir diğeri de ülkesi olan Ermeniler vardı.
İttihat-Terakkicilerin en başta başarılı oldukları alanlardan ve konulardan biri, öncelikle Ermenileri soykırıma tabi tutarak, onlardan kurtulmak oldu.
İttihat-Terakkicilerin devamı olan Kemalistler, Batı Emperyal ülkelerini ve Sosyalist Sovyetler bİrliğini de kandırarak, hatta bu aykırı iki kesimi yanına çekerek, idare ederek, desteğini kazanarak Osmanlı Sultanlarının iktidarına son verdiler. Kendi iktidarlarını kurdular.
Kemalistler, İslamı, padişahlığı ve halifeliği kurtarma taktiği ve şiarıyla İslamcı kesimlerin desteğini aldılar. İktidar oldukları ve iktidarlarını biraz perçinledikten sonra, padişahlığı ve halifeliğe son verdiler. Kendi diktatörlüklerinin devamını sağlayacak Cumhuriyeti ilan ettiler.
Aynı zamanda emperyal “gavur” devletlere karşı mücadele ve Kürtlere Özerklik verileceği vaadiyle Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Kürtlerin bir kesiminin desteğini kazandılar.
Kemalistler iktidara geldikten sonra, Kürtlere özerklik vermeyi bir tarafa bırakalım, Kürtlerin bütün ulusal haklarını gasp ettiler, ülkelerini işgal ettiler ve ilhak için çalışmaya başladılar. Orada da kalmadılar, Kürtleri ret ve inkar yoluna gittiler, Kürtlerin Türk olduğunu mutlak bir şekilde ileri sürdüler. Bunun için ırkçı tezler hazırladılar. “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi” tezleri bunların en belli başlıları.
Ötesine de geçerek, Kürtlerin ulusal haklarını kazanmak, bağımsız ve özgür olmaları için verdikleri mücadeleleri, kanla bastırdılar. Sistemli bir fiziki katliam yaptılar. Sürekli olacak bir fiziki ve kültürel soykırım sürecini başlattılar.
Böylece Kürtleri de tasfiye ettiler.
Dersim’de Alevi ve Sun’i Kürtlerin katliamını gerçekleştirmelerine rağmen, Alevilerin büyük ölçüde desteğini adılar. Alevileri kemalistleştirdiler.
Türkler adına bir devlet kurma demagojisiyle, küçük bir elitin devletini kurdular. Türkleri bile dışladılar, bir şeyden saymadılar.
Kendileri için bir din ve mezhep yarattılar. Yarattıkları din ve mezhebin dışındaki tüm mezhepleri haklarından mahrum bıraktı, baskı altına aldı, ötekileştirdi.
Kemalistlerin bunların ötesinde asıl başardıkları konu: Kemalizmi toplumsal bir kültürel ve ideolojik yapıya kavuşturdular. Her dinden, mezhepten, milletten, etnik gruptan insanların ruhunu ve beynini, Kemalist ırkçı ve otoriter bir eğitim sistemiyle teslim aldılar.
Kemalizme muhalif olan her kes ve her grup da, Kemalistlerle benzeştiler.
İslamcılar, Sosyalistler, Liberaller ve hatta Kürtler, Kemalistlere benzeştiler, onların yaptıklarını kendi yoğurt yiyişlerine göre tekrarladılar.
Türk Sosyalizmi ve Sosyalistlerinin Kemalist parametreler içinde hareket ettiklerine şahit olduk. Bulunduğumuz aşamada da, Türk Sosyalizmi ve sosyalistleri aynı hastalığa düçar bir halde yollarına devam ediyorlar. Bu nedenle iktidar olma şansını yakalayamıyorlar.
İslamcılar da, Kemalist yapısallıkla iktidar oldular. Bulunduğumuz aşamada da onlara benzeşerek, onların sistemini sahiplenerek ve yöneterek, yollarına devam ediyorlar.
Liberaller, sosyal demokratlar da bu hastalıktan kurtulmuş değiller. Onların da ruhu teslim alınmış durumda.
*****
Kürt aydınlarının çoğunluğu da, 1965’lere kadar açık bir şekilde Kemalist parametreler, değerlerle yollarına devam ettiler. 1965 yılından sonra açıkça olmazsa da Kemalizm karşı alındı. Ama esas olarak Kürtler, 1974 yılından sonra açık siyaset platformunda ve fikir sahasında Kemalizme karşı açık cephe aldılar. Ama bu Kemalizme karşı cephe alış, Kürtlerin ruhundaki Kemalizmi temizleyemedi. Kürtler de Kemalizmden arınmadılar.
Türkiye’de, “Türkiyelilik Fikri” Kemalist düşünce konseptine dayanmaktadır. Bu düşüncenin de hayli yaygın olduğu söylenebilir.
Kemalist düşünce, Öcalan’ın, 1999 yılında Türkiye’ye getirilmesinden sonra, Kürtler düzleminde tekrar su yüzüne çıktı. Öcalan, iyi bir Kemalist olduğunu, hatta gerçek bir Kemalist olduğunu açıkladı. O tarihten sonra, PKK taraftarları ve Öcalan yandaşları arasında Kemalist ideologların kitaplarını okumak revaçta oldu.
Öcalan’ın ikinci kuşak yandaşı olan Aysel Tuğluk Kemalizmi teorik olarak açıkça savundu. Kemalizmi savunmasına rağmen, iki dönemdir Kürtler tarafından milletvekili olarak seçildi.
Kemalizm, aynı zamanda kozmopolitik kişilik de yaratan bir sistem, akım, ideoloji, rejim ve toplumsal tasarım.
Aysel Tuğluk da, bu kozmopolitik yapıya en uygun düşen bir siyasetçi tipi. Bir yanda alevi, ama aleviliği patalojik. Bir yandan sosyalist ve solcu, sosyalistliği patalojik. Bir yandan Kürt, o yapısı da patalojik.
Aysel Tuğluk’un Kemalistliği Kürtler arasında hayli tartışıldı. Aysel Tuğluk bazı alanlarda geri adım atmak durumunda kaldı!
Ama son günlerde, Aysel Tuğluk’un Kemalist Devletçiliği yeniden hortladı.
Aysel Tuğluk, Kobani saldırısı ve kuşatmasından sonra iki konuyla dikkat çekti. Bir konu, sınırda askerlere taş atmasıydı. İkinci konu, Ak Parti Hükümeti ve esas olarak yapılacaklar hakkında dile getirdiği görüşler.
Aysel Tuğluk’un Ak Parti Hükümeti ve devlet için söylediklerine bakalım.
Aysel Tuğluk diyor ki: “… AKP kesin bir şekilde partner olmaktan çıkmıştır. Zira, IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurdu. Bu açıdan süreç konusunda devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler hızla sorumluluk almalıdır…”(T24/Aysel TUĞLUK)
AK Partinin partnerliği konusunda söyledikleri kendilerince doğru olabilir. AK Partinin partnerliğinden kasıt, AK Parti Hükümetinin, Kürt milletinin haklarını teslim edeceğiyle mi ilgili, yoksa PKK’ya bir egemenlik alanı açacağıyla mı ilgili? Bu konuda bir açıklık yok. Ama Aysel Tuğluk, PKK’nın diğer taraftarlarının beklentisi, anlaşılan PKK’ya bir egemenlik alanı açacağıyla ilgili olduğu açık.
Özcesi Aysel Tuğluk’un, Kürt milletinin haklarının teslimi konusunda AK Parti Hükümetinin partnerlğini tartıştığını düşünmüyorum.
Ama bilinen bir şey var ki, AK Parti Hükümetinin, Kürt milletinin haklarını, ulusların kendi kaderlerini kendi iradeleriyle tayin etmesi yordamına göre teslim edeceği; en azından yeni federal devlet kuracağıyla ilgili, aklı başında olan, Kürdistani düşünen Kürtlerin bir beklentisi yoktu. Bu IŞİD’den önce de ve sonrasında da böyleydi.
Bu nedenle, AK Parti Hükümetinin partnerliği sorunu Aysel Tuğluk ve arkadaşlarının bir sorunu.
Aysel Tuğluk’un Kemalist Devletçiliği, açıklamasının ikinci cümlesinde açığa çıkıyor.
Aysel Tuğluk, açıklamasında, devlettin sahiplerinden ve seküler güçlerden bahs ediyor; onların duruma el koymasını istiyor.
Devletin sahiplerini de yukarıdaki satırlarda açıkladım. Onlar da, Kemalistlerdir. Devlet iktidarı sahipleridir. Kemalistler, aynı zamanda sekülerdirler. Ama otoriter, tekçi sekülerdirler.
Aysel Tuğluk, Türkiye’de iktidar ve hükümet değişikliklerinin seçim dışında, darbelerle olacağını biliyor. Kemalistler de seçim yoluyla hükümet olma olanaklarına sahip değiller. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve diğer sürekli iç darbeler, bunun en somut örnekleridir. Kemalist Devlet, aynı zamanda bir darbeler devletidir.
Açığa çıkıyor ki, Aysel Tuğluk, çözümü ve çareyi seküler diye tanımladığı devlet İktidarı sahiplerinden ve onların darbe yapmasından medet umuyor.
Aysel Tuğluk, mevcut devletin Kürtlerin devleti olmadığını, sömürgeci devlet olduğunu da böylece kabul etmemiş oluyor. Ak Parti Hükümetine düşmanlığını kendisi için şimdilik yeterli görüyor. Oldukça değişkendir, yarın bu görüşü değişebilir.
Tuğluk, Kürtlerin ve Türklerin toplumsal gücüne de güvenmiyor. Bu yönde bir talepte de bulunmuyor.
Bu da, Kemalizm’den ve Kemalist Devletçilikten başka bir şey değildir.
PKK’nın da Kürt ulus devletine karşı olması bu düşünce sisteminin içselleşmiş ve kabullenilmiş haliyle ilgilidir.
Bundan dolayı, konuştuğumuz sorun PKK’yı doğrudan ve genelden ilgilendiren bir sorun. Bu açıdan, “Tuğluk’a da çok yüklenmek ne kadar doğru olur”, diye soru sormaktan da kendimi alıkoyamıyorum!!!
Amed, 2 Kasım 2014
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/ibrahim-guclu/1117-aysel-tugluk-un-kemalist-devletciligi-bir-kez-daha-aciga-cikti
Tarihi Süreçte Kürdistani Tutum!
Tarihsel/toplumsal bir varlık olan insan tarih ile ilişkisinde ikili bir karaktere sahiptir; hem tarih tarafından belirlenir hem de tarihe yön verir insan. Bu karşılıklı etkileşimi sağlıklı bir şekilde hayata geçirenler tarihin kendilerine sunduğu olanaklardan yararlanırken aynı zamanda da tarihin gidişine yön vermede söz sahibi bir aktör olurlar. Tarihe karşı edilgen olanlar, tarih ve tarihe yön verenler tarafından sürüklenirler. Buna karşın tarih ile ilişkisinde aktif olanlar tarihin gidişatına yön vererek nereye gideceklerine kendileri karar verirler. Bu genel kural hem bireyler hem de toplumlar için geçerlidir.
Kürdler açısından tarihi bir süreç yaşanırken, yüz yıldır Kürdlerden esirgenen devletleşme olanağı yine tarih tarafından Kürdlere sunulmuş durumdadır. Kürdler ya bu tarihi olanağı değerlendirip devletleşecekler ya da tarihe yön verenler tarafından esarete mahkûm halde bırakılacaklardır; tıpkı Birinci Dünya Savaşından sonra (Lozan’dan sonra) olduğu gibi.
Sömürgeci devletlerin desteğiyle Kürdlere/Kürdistan’a saldıran IŞİD Çeteleri, Kürdlerde ulus bilincinin gelişmesine ve ulusal dayanışmanın hayat bulmasına vesile oldu. Bu saldırılar, devletsiz bir yaşamın Kürdler için ölüm demek olduğunu, romantik “devletsiz özgürlük” söylemlerinin de içi boş ve gerçeklikle örtüşmediğini göstermiş oldu. Sömürge bir halk için karmaşık teorik söylemlere ihtiyaç yoktur; sadece ve sadece işgalden kurtulmak ve kendi devletini kurmak gibi sade ve dolaysız bir söyleme/amaca ihtiyaç vardır. İŞİD saldırıları bu sade ve haklı amacın tek seçenek olduğunu gösterdi aynı zamanda.
Pêşmergenin Kobanê’ye geçişi sürecinde yaşananlar da teorik söylemleri anlamsızlaştırdı ve ulusal dinamikleri devletleşme ortak paydasında harekete geçirdi. Pêşmergenin Kuzey Kürdistan’dan geçişi sırasında halkın gösterdiği olağanüstü ilgi ve coşku, tüm teorik çarpıtmalara ve karalamalara rağmen Kürdlerin Pêşmergeye ve Ulusal Sorun’a olan sevgisini/bağlılığını gösterdi.
Pêşmergenin Kobanê’ye geçerek savaşın seyrini değiştirmesi, “devletsizlik teorisini” çürüttü. Bu teorileri piyasaya süren politik anlayışların savaşçıları da Pêşmerge ile dayanışma içinde olmaktan memnun kalarak, bünyesinde yer aldıkları politik anlayışları fiili olarak mahkum etmiş oldular. Pratik politik söylemleri anlamsızlaştırıp tüm savaşanları Kürdlük/Kürdistanilik ortak paydasında birleştirmiş oldu. Bu fiili birlik politik kurumları fazlasıyla rahatsız etse de, koşulların dayatması ve savaşanların/savaştan etkilenenlerin fiili tutumuna karşı konulamadı. Bu durum, Kürdler arası birliğin masa başlarında ve teorik lafazanlıklarla/ayak oyunlarıyla değil, pratikte ve Kürdistan’ı savunma ortak paydasında sağlanacağını da göstermiş oldu.
Devlet istemeyen ve sömürgeci devletlerin “toprak bütünlüğünü” savunarak onları “demokratikleştirmeyi” amaçlayan anlayışlarla masa başlarında oluşturulacak birlik, Kürdlerin devletleşme hakkını tartışmalı hale getirecek ve entegrasyoncu anlayışlara meşruiyet kazandıracaktır. İşgale karşı savaşta fiili olarak sağlanacak birliktelikler ise zorunlu olarak devletleşme amacına yönelecek ve bu ortak amaç doğrultusunda tüm Ulusal Güçleri ortak bir cephede buluşturacaktır. Devletleşme ortak amacı etrafında cephede sağlanan fiili birlik daha sonra politik kurumlarca onaylanıp bir prosedür çerçevesinde siyasi birliğe dönüştürülecektir. Masa başı teorilerinden pratiğe değil, pratikten teoriye gidiş izlenmelidir. Çünkü bütün entegrasyoncu yapıların tabanı ve savaşçıları doğal olarak devletleşmekten yanadırlar. Buna karşın siyasi kararları alan yöneticileri de devletleşmeye açıkça karşıdırlar.
Yukarısı entegrasyoncu tabanı bağımsızlıkçı ise, yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya doğru Ulusal Birlik inşa edilebilir ancak.
Ne kadar manipüle edilerek üstü örtülmeye çalışılsa da, Kürdistan’da muazzam bir ulusal potansiyel vardır. Bağımsızlıktan söz eden politik yapıların yapması gereken şey bu ulusal potansiyelin yüzeye çıkıp aktifleşmesini sağlamaktır. Tevger olarak, Pêşmergenin Kuzey Kürdistan’dan geçişi sırasında yaptığımız tam da buydu. Yani var olan ulusal potansiyelin yüzeye çıkmasını sağlamak. Bu çabamız, duyarlı ve samimi kitlelerin muazzam desteğiyle/ilgisiyle buluşunca ortaya çıkan tablo olağanüstü oldu.
Tüm karalamalara rağmen Kuzey Kürdistan’ın bir ilçesinde yüz binden fazla insan Pêşmergeyi Kürdistan bayraklarıyla karşılıyorsa ve “Bijî Kurdistan”, “Bijî Pêşmerge” sloganlarını atıyorsa, hiçbir politik güç Kürdleri entegrasyona razı edemeyecek demektir. Yeter ki bağımsızlıktan yana olan politik yapılar/aktörler cesur olsunlar ve devletleşmeyi tek seçenek olarak dayatsınlar…
Tevger olarak, entegrasyoncu politik yapıları en sert şekilde eleştirirken, cephede savaşan tüm politik yapıların savaşçılarıyla dayanışma içindeyiz; masa başlarında oluşturulmaya çalışılan “birlik oyunlarına” karşı çıkarken, ulusal talepli etkinliklerde tüm politik yapıların tabanlarıyla fiili olarak ortak hareket ediyoruz. Bu tutumumuz bir çelişki gibi görünse de, ‘taban ve savaşçılar hangi parti bünyesinde yer alırsa alsın ortak bir amaca sahipler ve teorik lafazanlıkların yarattığı yapay çelişkileri pratikleriyle boşa çıkarıyorlar’ gerçeğinden hareket ediyoruz.
Tarihi bir süreçten geçerken politik yapıların tavanları ile tabanları/savaşçıları arasında yaşanan karşıtlığı dikkate alarak, politik ayak oyunlarının ve ideolojik saptırmaların dışında olan, doğal olarak Kürdistani bir tutuma sahip olan tüm yapıların tabanlarıyla/savaşçılarıyla alanlarda ve cephelerde Ulusal Birliği hayata geçiriyoruz/geçirmeye devam edeceğiz.
Tarihin bize sunduğu olanağı değerlendirip devletleşme amacımızı tek seçenek olarak dayatacağız ve tarihin öznesi olacağız. Kürdleri tarihin edilgen bir nesnesi yapmaya çalışan entegrasyoncu anlayışları da teşhir ve mahkum etmeye devam edeceğiz…
Kürdistan Gençlik Hareketi/Tevgera Ciwanên Kurdistanê
15.11.2014
http://www.nasname.com/a/tarihi-surecte-kurdistani-tutum
Tevger’e Kirli Şantaj!
Devletin ‘şiddet içermediği sürece düşünceyi ifade ve örgütlenme özgürlüğü önünde hiçbir yasal engel yoktur’ argümanı yine devlet tarafından yalanlandı. Devlet, işgalci konumunu meşrulaştırmak ve korumak için yasalar çıkarır; ama buna rağmen sıkıştığında kendi koyduğu yasaları çiğnemekte sakınca görmez. Devlet, işgalci konumunu sorgulayan anlayışları yasalarla sindiremeyince derin ve kirli yüzünü devreye sokar her zaman. Bunun son örneğine, devletin Tevger’e (Kürdistan Gençlik Hareketi) karşı yürürlüğe koyduğu kirli oyunda tanık olduk.
Ortaya çıktıı günden beri şiddet içermeyen radikal eylemleriyle dikkat çeken ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nde yep yeni bir sayfa açan Tevger, son günlerde devletin organize bir şekilde hedefi oldu.
Erdal Sarızeybek ve Odatv gibi karanlık/faşist kişi/kurumların provokatif yazılarla hedef gösterdiği Tevger, düşünsel alandaki radikal tutumu ve Kürdlerin devletleşme hakkı noktasındaki kararlı duruşundan dolayı “esas tehlike” olarak gösterildi.
Tevger, kurulduğu günden beri dernek binasında ve her etkinliğinde Ala Rengin’i dalgalandırıyor. Üç gün önce polisin “Bayrağı indirin” uyarısını ciddiye almayan Tevger, dernek balkonundan gizlice/korsanca indirilen Ala Rengini derneğin tüm balkon ve pencerelerine anında asarak bu konuda taviz vermeyeceği göstermiş oldu. Dahası Ala Rengin’e karşı işgalcilerin tahamülsüzlüğüne tepki olarak bir kampanya başlatan Tevger, “tüm duyarlı ve onurlu Kürdler Ala Rengin’i yaşamın her alanında dalgalandırsın” çağrısı yaptı.
Tevger üzerinde yaratılan psikolojik baskının sonuç vermediğini gören devlet, Diyarbakır Savcılığı’nca soruşturma başlattı ve bu soruşturma gereği de Tevger Sözcüsü Serhat Mêrdînî’yi gözaltına aldı. Devletin esas rahatsızlığı Ala Rengin olayında olduğu gibi Tevger’in ulusal değerlerden taviz vermemesiydi. Ama polisler, “işgal devletine askerlik yapmayacağız” eyleminden dolayı soruşturma açıldığını ilettiler.
Gözaltında Serhat Mêrdînî’ye göz dağı vermek isteyen polis, açıkça şantaj yaparak ‘Tevger’in PKK’ye yardım ettiğini, Kobanî’ye savaşçı gönderdiğini ve bununla ilgili olarak ellerinde somut delil olduğunu’ bildirdiler.
Polis’in bu kirli şantajı, ‘yaptığınız eylemlerden dolayı size “yasal” olarak ceza veremiyoruz; ama istediğimizde size ağır cezalar verilecek şekilde “suç” sipariş edebiliriz’ anlamına geliyor. Ortada “suç” yokken “suçlu” yaratma konusunda uzman olan işgal devletinin bu kirli şantajı da işe yaramadı. Çünkü Tevger bu şntaja boyun eğmeyeceği açıklamasını yapmakta gecikmedi.
Ulusal onur, ulusal simgelerle temsil edilir; Kürdlerin/Kürdistanlıların ulusal onurunu Ala Rengin temsil ediyor/simgeliyor. Ala Rengin’e (ulusal onura) ve diğer ulusal simgelere sahip çıktığı için devletin kirli şantajına/baskısına maruz kalan Tevger ile dayanışma içinde olmak her namuslu insanın görevidir. Bu sorumluluktan kaçanlar ulusal onurlarından da feragat etmiş olurlar…
Özgür Bireyler Topluluğu olarak, Tevger’in başlattığı Ala Rengin kampanyasını tereddütsüz desteklediğimiz gibi, Tevger ile her alanda dayanışma içinde olacağımızı da belirtmek istiyoruz ve tüm duyarlı insanları da bu dayanışmaya çağırıyoruz…
Haber/Yorum
19.11.2014
****
Tevger Sözcüsü Serhat Mêrdînî’nin kouya dair açıklamasını Kürdistan kamuoyuyla paylaşıyoruz:
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı hakkımızda soruşturma açılmasına yönelik bir karar almış. Bu karar çerçevesinde bugün Kızıltepe Terörle Mücadele Şubesinde sorguya alındım. Sorgum bittikten sonra ifadem savcılığa gönderildi, savcı Terörle Mücadele polislerinin aldığı ifademe bakarak, ya hakkımda dava açacak veya soruşturmayı kapatacak.
Gözaltına alınıp ifademin alınmasına ve hakkımızda cumhuriyet başsavcılığı tarafından soruşturulma açılmasına neden olarak ta 31.08.2014 tarihinde Diyarbakır askerlik şubesi önünde gerçekleştirdiğimiz askerliği red eylemi gerekçe gösteriliyor. Ayrıca benim hakkımda PKK’ye yardım etme suçlamasıyla da soruşturma açılmış. Sorgu esnasında Kobani’ye savaşçı gönderdiğimiz, bununla ilgili devletin istihbarat birimlerinin elinde somut bilgilerin olduğu soruşturmayı yapan polisler tarafından vurgulandı.
İfadem alındıktan sonra, askere gönderilmek üzere beni askerlik şubesine gönderdiler, askerlik şubesinde devlete askerlik yapmayacağımı açık ve net bir şekilde ifade ettim. Askerlik şubesinde çalışan memurlar, hakkımda para cezası işlemi yapılacağı ve sağlık kontrolünden geçtikten sonra hemen yarın şubeye gelip teslim olmam, aksi takdirde hakkımda asker kaçağı olarak aranma kararının çıkacağını vurguladılar. Tabi tüm bu yaşananların altında yatan asıl gerçek, Pêşmerge’nin Kuzey Kurdistan’dan geçişi esnasında ve sonrasında Tevger kadrolarının yaptığı fedakarca çalışmalardan başta ODA TV olmak üzere devletin karanlık odaklarının duyduğu rahatsızlıktır.
Son 3 gündür Tevger’in Diyarbekir’de bulunan binasına asılan Kurdistan bayrağına karşı devletin duyduğu öfke, devletin tüm gücüyle bizlere saldıracağının işaretiydi. Kısacası sömürgeci türk devletinin demokrasi ve AB uyum kriterleri adını taktığı makyajı aktı ve bir kez daha gerçek yüzü görülmüş oldu. T.C devleti Kurdlerin varlığını 80 yıldan sonra kabul etti ama görünen o ki Kurdlerin ulusal hakları olduğunu kabul etmeye pekte niyetli değil. Bu saatten sonra bizlere düşen görev, sorumluluklarımızın bilincinde olarak mücadele bayrağını daha büyük bir cidiyetle yükseltmektir. Gözaltı süresi ve sonrasında bizlerle dayanışma içerisinde olan, telefonla arayan, mesaj çeken tüm dostlara teşekkür ediyor ve hepsinin o güzel yüreklerinden öpüyorum.
Serhat Mêrdînî
http://www.nasname.com/a/tevgere-kirli-santaj
‘Ortadoğu’nun yeni modeli: Kürtler’
Mehmet Altan: Türkiye, İran, Irak ve Suriye, Kürtlerin ön plana çıkmasını hep engelledi
*Mehmet Altan
Kobani, Kürt tarihinin herhalde en önemli, en büyük dönüşüm noktalarından biri oldu…
Belki de en büyüğü.
Her ulusun, devlet olma aşamasında bir ‘milli destana’ ihtiyacı vardır. Kobani, Kürtlerin etrafında toplanacağı o büyük destanı olağanüstü bir kahramanlıkla yarattı.
Sadece Rojava’nın değil, büyük bir ihtimalle Ortadoğu’nun tarihini değiştirecek büyük ‘destan’ Kobani’de yaşanırken, Kürtler dünyanın en gözde, en popüler halklarından biri olmayı başardı.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Kürtler, Filistinlilerle birlikte Ortadoğu’nun haksızlığa uğramış yitik çocukları olarak görülürdü ama dünyanın gönlünü kazanmayı becerememişlerdi.
Filistinlilere gösterilen yakınlık onlara gösterilmedi.
Kürtlere zulmedenlerin Müslüman olması, Yahudilerle dövüşen Filistinlilerin Ortadoğu’da bulduğu desteği Kürtlerin bulmasını önledi sanırım.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye, Kürtlerin ön plana çıkmasını hep engelledi.
Kürtler hep devletlerine karşı çıkan ‘teröristler’ olarak etiketlendi.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Kobani, iki çarpıcı tabloyu bir arada sundu dünyaya.
Birincisi siyasi ve askeri bir gerçekti.
IŞİD’in ilerleyişini hiç bir Müslüman devlet engelleyemezken ya da engellemezken, ‘laik’ Kürtler hayatları pahasına engellediler.
İkincisi ise cesareti kadar görselliği de çarpıcı olan bir savaş hikâyesiydi: Kobanili kadın gerillalar.
Elleri kalaşnikoflu, saçları örgülü, güler yüzlü, parlak gözlü kahraman kadınlar, şehirlerini, devletlerini, ailelerini hayatlarını ortaya koyarak koruyorlar ve bu uğurda gözlerini kırpmadan ölüyorlardı.
IŞİD’lilerin, ayağı terlikli, uzun sakallı, insanların kafalarını kesen gözleri kanlı ilkel askerlerinin karşısında aydınlık yüzlü cesur kadınlar.
Kobani’nin sembolü o kadınlar oldu ve dünya hiç duraksamadan o kadınların yanında yer aldı.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Bir gün bu savaşlar bittiğinde, Kürt kadın gerillalar evlerine dönecekler.
Yaşadıkları o tecrübelerden, geçtikleri o çetin sınavlardan, hayatlarını defalarca ortaya koyduktan sonra yeniden hayata karışacaklar.
Evleri, eşleri, çocukları, komşuları, işleri olacak.
Bu kadınlar ne evlerinde, ne işlerinde bir daha asla erkekler tarafından aşağılanamayacaklar, bu kadınların karşısında erkekler seslerini yükseltemeyecekler, ‘hayatı biz biliriz’ edalarıyla bu kadınlara hayatı öğretmeye kalkamayacaklar.
Bu kadınlara âşık olacaklar, bu kadınlara saygı duyacaklar.
Üstelik bu kadınlar bir tane, iki tane, üç tane değil, yüzlerce, binlerce kadın.
Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun o ‘erkek geleneği’ paramparça olacak, yepyeni bir hayat tarzı, yepyeni ilişki biçimleri kurulacak.
Ortadoğu’nun hırsızlığa, yolsuzluğa yatkın o gevşek erkekleri, kadın neymiş öğrenecek…
Dahası, erkek olmayı da bu kadınlardan öğrenecekler.
Hayat değişecek buralarda.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Ortadoğu’nun model ülkesi yakın zamana kadar Türkiye’ydi.
Müslüman, laik, demokrasi yolunda, zenginleşen, Avrupa üyeliğine aday bir ülke.
Tayyip Erdoğan’la adamlarının laiklikle demokrasiden saparak ‘Sünniliği’ kimlik olarak giyinmeleri, IŞİD’le içli dışlı ilişkiler kurmaları, içerde baskıcı bir yönetime geçmeleri, Batı’dan uzaklaşmaları, faşizm yolunda hızlanmaları, ‘halifelik’ ihtirasıyla bütün komşularıyla kavga etmeleri, cumhurbaşkanının İdi Amin türü alay konusu açıklamalar yapması, Türkiye’nin ‘model ülke’ olmasını kısa bir zamanda tedavülden kaldırdı.
Model olabilecek başka kimse de yoktu zaten Ortadoğu’da.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Kürtler, Kobani’de Ortadoğu’ya model olabilecek bir halk olarak ortaya çıktı.
Bu muhtemelen bilinçli bir tercih…
Aysel Tuğluk’un son iki yazısında arka arkaya ‘sekülerlik’ konusuna vurgu yapması, Selahattin Demirtaş’ın, Cemil Bayık’ın, Karayılan’ın, Duran Kalkan’ın, Mustafa Karasu’nun açıklamalarında ‘laiklik ve demokrasi’ sözlerinin artması, Kobani’den dünyaya yansıyan ‘kızlı erkekli’ laik ve demokrat görüntüsünün tesadüf olmadığını düşündürmekte…
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Kadınların Kürt toplumu içindeki rolünü değiştirmenin öncülüğünü Abdullah Öcalan yaptı.
Kürt kadınını olduğu yerden alıp erkeklerle eşdeğer, hatta erkeklerin de üstünde bir konuma yerleştirdi.
PKK, kadınların erkekle eşit hatta üstün olduğu bir hareketti.
Kobanili Kürt kadınları da, bir sakallı erkekler kalabalığı olarak gözüken Ortadoğu’da belki de ilk kez kadının varlığını böylesine görünür kıldı, bütün dünyanın dikkatini buraya çekti.
Kürtler, kadınlı erkekli birlikte mücadele eden bir toplum olarak Ortadoğu’nun diğer halkları arasından hem gerçek olarak, hem de imaj olarak sıyrılıp ayrıldılar.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Ben Kobani kadınlarının Ortadoğu’nun bütün kadınları için bir ‘modele’ dönüştüğünü düşünüyorum.
Diğer toplumlarda kadınlar aşağılanır, evlerine hapsedilir, varlıkları ve önemleri inkâr edilirken, Kürtler kadınları yücelttiler, özellikle Kobani’de onları ön safa, en yiğitlerin, en kahramanların arasına koydular.
Kürtler, gelişmişliğin belki de en önemli göstergesi olan kadını saygıyla selamlayan tek ulus haline geldiler Ortadoğu’da.
Üstelik bu, Türkiye gelişmişlikten uzaklaşıp, Ortadoğulu bir Sünni erkekler ülkesi olma yolunda hızlı adımlar atarken gerçekleşti.
Bunun Kürtler açısından muhteşem bir zamanlama olduğunu söylemeliyiz.
Tarih belki buna yardımcı oldu ama Kürtler de doğrusu bu fırsatı olağanüstü iyi kullandı.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Amerika’nın, Türkiye ve Erdoğan ‘asla olmaz’ diye bağırırken Kobani’ye silah yardımı yapması, bir yandan IŞİD karşısında güçlü bir rakibi desteklemeyi amaçlıyorsa, bir yandan da herhalde bu modeli desteklemeyi hedefliyor.
Kadın erkek eşitliği kuran, Ortadoğu’daki diğer toplumlardan ayrılan, yiğit kadınlarla dolu Kürt halkı, şu sırada gelişmiş dünyanın Ortadoğu’da sadece siyaseten değil gönülden de desteklediği tek halk.
Kürtler, Kobani’de dünya sahnesine çıkan, bütün dünya medyasında yer alan bu duruşlarıyla, Ortadoğu’ya, özellikle de Ortadoğulu kadınlara model olacaklar.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Kobani, Kürtleri ‘model halk’ yaparken bir yandan da yepyeni siyasi bir alan açtı onlara.
Devletleşme imkânını ele geçirdiler.
Bir büyük Kürt devletinin nüvesini Kuzey Irak’ta Barzani oluşturamadı ama Kobani’de PKK ve PYD oluşturdu.
Bütün Kürtler Kobani’de bir araya geldiler, başta ayak sürümesine rağmen Barzani bile oraya asker göndermek zorunda kaldı.
Üstelik Batı dünyası da tümüyle yanlarında.
Ortadoğu’daki bütün demokratik güçlerin de desteğine ve hayranlığına sahipler.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Bu gelişme, Türkiye’deki AKP devletini hazırlıksız yakaladı, ne Kürtlerin ‘model’ olmasına ve bu rolü Türklerin elinden almasına hazırdılar, ne de müstakbel bir Kürt devleti için Kürtlerin biraraya gelmesine.
Rojava’da Erdoğan’la Davutoğlu’nun sinsice bir politikayla IŞİD’i Kürtlere karşı desteklemesinin bedelini Türkiye Ortadoğu’daki rolünü Kürtlere kaptırarak ödedi.
Türkiye’nin devlet olarak gücü ve imkânları şu anda Kürtlerden fazla olabilir ama psikolojik üstünlük kesinlikle Kürtlerin elinde.
Ortadoğu’nun modeli artık onlar.
Ortadoğu’daki demokratların destekleyeceği, peşinden gideceği, taklit edeceği halk da artık Kürtler.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Bu gelişme Türkiye’deki Kürt siyaseti arasında da farklılıklara yol açmış gibi.
Kürt siyasetçilerin bir kısmı, özellikle İmralı’ya gidenler, ‘barışı ve süreci’ ön plana çıkarıyorlar, siyasetin diğer alanlarına pek dokunmuyorlar, AKP’yle ilgili demokrasi ve laiklik eleştirilerini pek coşkulu dile getirmiyorlar.
Başka bir kısmı ise özellikle Demirtaş, Tuğluk ve Kandil’deki PKK liderleri ‘laiklik ve demokrasi’ vurgusunu daha kuvvetli yapıyor ve bunu barışın önemli bir şartı olarak masaya koyuyorlar.
Kürtler kendi aralarındaki ayrılıkların dile getirilmesinden hoşlanmıyorlar, bunu bir tür ‘fesat’ olarak görüyorlar, bunu bilmekle beraber gene de Türkiye’deki Kürt siyasetinde ‘yerel’ ve ‘entarnasyonalist’ iki akımın belirdiğini söyleyebiliriz.
Ayırım ‘laiklik ve demokrasi’ kavramlarında ortaya çıkıyor.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
‘Yerel’ bir siyaset izlemeyi savunanlar, galiba ‘biz burada AKP’yle anlaşalım, laiklik ve demokrasi kavgasına pek girmeyelim, bazı haklar elde edelim, gerisini sonra düşünürüz’ türünden bir anlayışı savunuyorlar.
Enternasyonalistler ise dünyada alay konusu olmaya başlayan AKP ile aralarına mesafe koyup, daha dünyalı değerlere sahip çıkarak Ortadoğu’da başat bir rol oynamayı hedefliyorlar.
‘Yereller’, dini bir faşizmi ülkeye yerleştirmeye çalışan AKP’nin üstlerine düşen gölgesine pek aldırmazken, enternasyonalistler, AKP’nin eksikliklerinin altını çizerek, Türkiye’nin Ortadoğu’da ve dünyada kaybettiği rolü sahiplenmeyi savunuyorlar.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Eğer bu tespitler isabetliyse, Türkiye’deki Kürt siyaseti bir kırılma noktasına yaklaşıyor.
Çünkü çok ciddi bir anlayış ve siyaset farkı var arada.
Enternasyonalistler, Kobani’nin Kürtlere sunduğu imkânın mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini savunuyorlar.
Türkiye’yle anlaşırlarsa da bunu dünyanın alkışlayacağı bir zemin üzerinde gerçekleştirmek istiyorlar, bunun hem barış için hem de Kürtlerin Ortadoğu’daki rolü ve geleceği açısından daha önemli olduğunu düşünüyorlar.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Türkiye’nin model olmaktan vazgeçmesiyle birlikte Ortadoğu’da Kürtlerden başka bu modelliğe aday olabilecek bir toplum yok.
İmajını ve duruşunu son zamanlarda değiştirmeye uğraşsa da İran daha uzun zaman o model olamaz, Suudi Arabistan, Suriye, Irak, Mısır, Yemen zaten model olmaya adaylıklarını bile koyamazlar.
Galiba Kürt siyasetindeki ayrım da, Kürtlerin rolünün Kobani’de değişmesiyle derinleşti.
Kobani’ye kadar mesele Türkiye’deki barıştı ama Kobani’den sonra çok daha büyük bir alan açıldı Kürtlerin önünde.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
Türkiye’deki Kürt siyasetiyle ilgili tespitler tartışılmaya açık olsa da, emin olunması gereken bir şey var:
Kobani’nin ve Kobani’nin kadın kahramanlarının Kürtlerin tarihini ve tarihteki rollerini değiştirdiği…
Ortadoğu’nun geleceğini belirlemeye aday olduğu.
Kobani’de olanları anlamadan siyaset yapmaya kalkanlar, Türkler de Kürtler de, tarihin duvarına çarparlar.
Kobani sadece Kürtler için değil Ortadoğu için de bir milat artık.
Bu yazı gazete360.com’da yayımlanmıştır
http://t24.com.tr/haber/ortadogunun-yeni-modeli-kurtler,278114
AKP ideologları Mehmet Altan’a bu yazısı nedeniyle saldırmışlar;
http://serbestiyet.com/mehmet-altan-bir-aydinin-urkutucu-yolculugu/
http://haber.stargazete.com/yazar/korkunc-bir-liberal/haber-972349
Hala bu iktidarı böyle savunabilmeleri korkunç. AKP’den daha tehlikeli olan bunlar aslında.
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/ismail-besikci/1213-rejim-islamilesme-kurdler-kurdistan
http://marksist.net/serhat-koldas/cizre-akp-polis-hizbullah-cemaat-ve-otesi.htm