Aydınlık Hareketi Bütün Kanatlarıyla Diktatörlüğün Hizmetinde!
1970’ten beri genel olarak “Aydınlık Hareketi” diye nitelenen ve ilk adı Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP); sonra gittikçe kırpılıp kısalarak Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP); İşçi Parti (İP) adlarını kullanmasının ardından “İşçi”yi de atıp Vatan Partisi (VP) adını alan hareketin 45 yıllık değişmez ve değiştirilemez lideri Doğu Perinçek’in son açıklamaları, “yuh artık!” dedirtecek nitelikte: Perinçek, yandaş TV organlarına çıkıp konuşmaktan son derece memnunmuş; AKP, Kürtlere karşı yürüttüğü savaşla nihayet VP’nin çizgisine gelmiş; HDP derhal kapatılmalıymış (zaten bunun için resmî başvurularını da yaptılar); VP, muhafazakârlarla ortak bir cephede birleşmiş; bu ortak cephenin adı Vatan Cephesiymiş (VC- dikkat, W değil, V!).
Vatan Cephesi’ni bizim kuşak hatırlar, her ne kadar o zaman çocuk da olsak. Bir çocukluk arkadaşım, küçük memur olan babasının (bizimle mahallede top oynayan çok sevimli bir adamdı) nasıl bu “cephe”nin toplantılarına katılmak zorunda bırakıldığını, annesinin onu nasıl iskemlelerin üzerinde uyutmaya çalıştığını hâlâ acı bir anı olarak hatırlayıp anlatır. Ben de, yeni Vatan Cephesi “üyele”rinin isimlerinin radyodan nasıl dakikalarca okunduğunu hatırlarım. Sonradan öğrenildi, listeleri mahalle muhtarları yolluyormuş! 57 yıl sonra Doğu Perinçek sayesinde Vatan Cephesi’nin yeniden “canlandırılması” insanda bir deja vu hissinden çok, bir hortlakla karşılaştığı hissini uyandırıyor doğrusu!
Aydınlık Hareketi’nin bu işbirlikçi çizgiyi tutması çok eskilere dayanır. Bence 1975 yılına. Bunları daha önceki yazılarımda uzun uzun anlattığım için tekrarlamayacağım. Merak eden, sitedeki, şu bölümde yer alan yazılara bakabilir: http://www.gunzileli.com/kategori/portreler/dogu-perincek-portreler/
Ben bu yazıda Aydınlık hareketinde yer alan bazı yazarlarla ve kişilerle başlayan diktatörlüğe iltihak hareketinin nasıl sonunda bütün bir hareketin AKP ile açık işbirliği ilanına dönüştüğü üzerinde duracağım.
İlk iltihak, Aydınlık hareketi içindeki bir kanadın başını çeken bazı isimlerin AKP’yi desteklemesiyle başladı. Bu kanat (ki ben de içinde yer almıştım) 1989 başında Aydınlık Hareketi’nden ayrılarak bir süre Sosyalist Birlik adlı bir dergi çıkarmış, daha sonraki Kuruçeşme toplantıları sürecinde TKP ile birlikte yeni bir parti kurulması sürecine (ben bunu görerek o sırada bunlardan da ayrılmıştım) omuz vermiş, bu kanadın başını çekenlerden Oral Çalışlar ve Halil Berktay, yeni partileşme sürecinden hayal kırıklığına uğrayıp,onların yanı sıra Gülay Göktürk, gittikçe sağa kayarak 2000’li yıllarda AKP’ye destek vermeye başlamıştı. Halil Berktay “bağımsız aydın” olarak, sola karşı savaş açmış, solla giriştiği muharebe sonucu süreç içinde AKP kıyılarına sürüklenmişti. Oral Çalışlar da benzer bir çizgi izledi. Ancak Halil Berktay’ın “fikirleriyle orgazm olma” özelliğinden uzak olan Çalışlar, sola karşı savaş açmak yerine, solu ve Kürt hareketini AKP’nin yedeğine alma çizgisinin misyonerliğini yapmayı tercih etti ve bu sürecin sonunda “akil adam” bile oldu.
2000’li yıllarda Aydınlık Hareketi ve Doğu Perinçek, ordu ile ittifak taraftarı olduğundan AKP iktidarının hedefi oldu, Doğu Perinçek ve birçok aydınlıkçı Ergenekon davasından, uydurma suçlamalarla içeri alındılar. Aynı dönemde bir zamanlar Aydınlık hareketi içinde yer almış birçok isim, gerek “bavulculuk yaparak” (örneğin Alper Görmüş, Ergenekon davası için epeyce sahte delil üreticiliği faaliyetinde bulunmuştur) AKP’ye destek vermiş, bazıları da sessiz sedasız AKP iktidarının hizmetine girmiştir.
Bunlardan en önemlisi Ethem Sancak’tır. Ethem Sancak, Aydınlık Hareketi’ne 1977 yılında Halkın Yolu hareketinden katılan gençlerden biriydi. Hatta Aydınlık’a katılma talebi dolayısıyla onunla örgüt adına ilk konuşan bendim. Siirtli bir gençti. Daha sonraki dönemde örgüt onu çeşitli alanlarda değerlendirmeye çalıştı. Fakat hareketin mali kaynaklarının geliştirilmesine büyük önem veren Doğu Perinçek onun iyi bir maliyeci olacağını tespit etmişti. Bu yüzden, benim Ethem’in “örgütçü” olarak değerlendirilmesi (ben o sırada örgütlenme sorumlusuydum) talebime aldırış etmeden, hatta bana fırça çekerek onu mali sorumlu yaptı. 1980’li yıllarda bu, Ethem’in Koz Ecza menajeri olmasına yol açtı. Çünkü Doğu Perinçek, hareketin mali imkânlarının ve hatta en cefakâr kadrolarının, yine hareket adına Koz eczaya akıtılmasına karar vermişti. Koz Ecza’nın patronu, Doğu’nun bacanağı Nuri’ydi (artık hayatta değil). Ethem Sancak bu işi başarıyla yerine getirdi, işi öğrendi ve sanırım Nuri’nin ölümünden önce, Aydınlık’tan verilen kadroları da istihdam ederek kendi adına Hedef Ecza’yı kurdu. Bu sırada AKP iktidara gelmişti. Ethem Sancak hiç tereddütsüz, Doğu Perinçek’e bir dirsek attı ve AKP’nin destekçisi oldu. Elbette iktidarın bütün kredi olanakları kendisine sunuldu ve Türkiye’nin en büyük patronlarından biri haline geldi. Sonrasını biliyorsunuz. Şu anda havuz medyasının büyük patronu.
Ethem Sancak, medya patronu olunca, Aydınlık Hareketi içindeki eski arkadaşlarını unutmadı elbette. Özellikle Gezi isyanından sonra büyük zaafa uğrayan AKP iktidarının, ideolojik hegemonyayı yeniden tahkim edebilmek için vicdansız kalemşörlere ihtiyacı vardı. Kayahan Uygur’u Tanır mısınız? http://www.gunzileli.com/2015/09/21/kayahan-uyguru-tanir-misiniz/ yazısında profilini çizdiğim Kayahan Uygur böyle bir kalemşörlük için biçilmiş kaftandı. Aranmadığı halde korku belasına Belçika’ya kaçan Kayahan Uygur oradan getirtilip paraşütle Akşam Gazetesinin köşe yazarlığına indirildi. O zamandan beri, eski önderi Doğu Perinçek’e Ermeni meselesindeki “başarı”sından dolayı övgü dolu yazılar yazıyor ve AKP içindeki, örneğin Etyen Mahçupyan gibi “güvercinlere” açıktan saldırıyor.
Aydınlık Hareketi’nin AKP’ye açıkça iltihak etmesi ise aşağı yukarı, AKP ile Cemaat arasındaki kapışma günlerine dayanıyor. Daha önce de yazdığım gibi, AKP, Cemaatle giriştiği amansız iktidar ve tasfiye kavgasında tipik bir Bonapartist denge oyunu oynayarak eski “dostu” cemaati düşman ilan edip, ona karşı yeni müttefikler aradı ve bu arayışa ilk olumlu cevap Doğu Perinçek’ten geldi. Böylece çember kapandı ve Aydınlık Hareketi, ilk iltihakçılarının ardından, bütün gövdesiyle AKP diktatörlüğünün açık müttefiki haline geldi. Bugün söylenenlerde ve yaşananlarda bu nedenle şaşılacak bir şey yoktur.
Şaşılacak tek şey, siyasi hayatlarına birer devrimci olarak başlayıp bu harekete katılmış olan, şahsen de tanıdığım onca insanın bu açık işbirliği karşısında hâlâ nasıl olup da sessiz kalabildiği ve utanmadan bu hareketin saflarında yer alabildiğidir.
Ruhunu teslim eden her şeyini teslim eder.
Gün Zileli
20 Ocak 2016
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
guzel ve yerinde bir yazi
yahu gün abi,
şu ‘federatif yapı’ meselesini enine boyuna konuşacak, tartışacak bir platform yok mu bu ülkede?
birbirimizi öldüre öldüre, nereye kadar gidebiliriz?
bence, doğu ve güneydoğuda yaşananlara ‘batı’dakilerin hiç tepki vermiyor gözükmesinin bir sebebi de, okullarda hepimize öğretilen ‘üniter devlet yapısına gönüllü bağlılık’ ve bu yapıyı korumak için can vermeye hazır olmak!
en azından, sen, kendi bakış açına göre, ‘özerklik nedir / ne değildir?’ bu konuda yanlış bilinenler nedir? manipülasyonları nasıl ayıklamak gerekir? gibi hem tarihten örneklerle hem de kendi tecrübe ve gözlemlerini katarak bir yazı yazmak ister misin?
veya böyle bir yazı yazılmışsa eğer önerilerin nedir, sıralar mısın?
Sayın Zileli,
Aslında sizin le Konuşabilmeyi sizinle tartışa bilmeyi çok isterim. Ama buna konjektor izin vermiyor. Umarım bür gün sizin gibi entellektüel bir kişilikle sohbet etme imkanını yakalarım. Şunuda baştan söyleyeyim. Yazarken bazı imla hataları oluyor. Böyle, dictation işleminiz biraz yazı sahibini üzebiliyor. Gecen gün Kominter yazacak kişinin komanter yazması gibi, Tabiki sizin gibi çevirmenlik yapan kitaplar yazan için bu tür hatalar göze batabilir. Bu nedenle şimdiden yazım hataları için özür dilerim. Yazım işlemi bir sanattır. tıpkı resim yapmak,heykel yapmak gibi Hani felsefede temel olarak belirtildiği gibi ilk çağ felsefesinde filozof olmanın temel faktörü güzel konuşmak, iyi savaşmak gibi , gördüğün gibi istemesekte birikimlerimizi ortaya koyuyoruz.
Herneyse benim amacım sizinle bir yazın ortamında entellektüel tartışmalara girmek değil.
Amacım, Sizin AYDINLIK Grubu ile bu türde çatışmanız.
Şaşılacak tek şey, siyasi hayatlarına birer devrimci olarak başlayıp bu harekete katılmış olan, şahsen de tanıdığım onca insanın bu açık işbirliği karşısında hâlâ nasıl olup da sessiz kalabildiği ve utanmadan bu hareketin saflarında yer alabildiğidir.
Read more: http://www.gunzileli.com/2016/01/20/aydinlik-hareketi-butun-kanatlariyla-diktatorlugun-hizmetinde/#ixzz3xo0v3if8
Bu paragraftaki yazınız beni gerçekten üzdü Siz entellektüel birikimleriniz ile yazılarınızdaki Stalinist, (Son cevirsini yaptığınız kitaptaki ön yazınız yayınlanmayan john steanback ), mao nun işbirilği olgularını ,kominter lerden alınıtılarla sayfalarca yazılar aktarabilirsiniz. Sizinde buradaki yanılgılarınızı size anlatmaya çalışmak öncelikle haddime değil .Ayrıca, entellektüel birikmlerinizi oluşturan değerlerdeki sözcükler ile , veya günün konjektöründeki gerçeklikler örtüştürüp bu ağır tanımlamalarınız . Şık değil
Aslında, sizin gibi bir entellektüel den daha rasyonel tahliler beklenir. En azından ben bekliyordum ve bekliyorum.
Şimde size sormak istiyorum. Doğu ve güneydoğu illerinde yaşanan çatışma ortamı hangi demokrasi hangi devrimci anlayışa sığar Hatta sizin anarşist algınız içinde bakarsak Hangi gercek anarşist in savunularına sığar ?
Hadi sizinle ULUSAL cılığın sosyolajik anlamını tartışalım. Göster veya lütfen söyleyiniz. Hangi gelişmiş, sanayi devrimini yapmış toplumsal barış içinde yaşamaya entegre olmuş ülkedelerde Bizde ki gibi kalkışmalarda demokrasi, özgürlük diyerek sahip çıkmıştır? Hangi Güçlü ülke ( ülke politikaları olacak bu politikaları jeopolitik ve sosyo ekonomik olarak emperyal devletler tarafından kabul görecek daha doğrusu kabul ettirecek ) temel kriterleri içinde bu kalkışmalara izin vermiştir.?
Sayın Zileli, Buradan da ayrı bir başlık çıkıyor. Bu nedenle bu tür tartışmlardan konu içinde konu çıkar.
Kısaca söylemek gerekir ise:
PKK nın hangi harekatını halk için olduğunu söyleyebilirsiniz. Tüm harekat sevk ve idare planları AMERİKA ve uzantıları emperyal gücler tarafından çizilip, TÜRKİYE üzerindeki planlarını gerçekleştirmek için kullandıkları taşeronu olan PKK ve onun bu durumuna eleştiri dahi getirmeye çekinen güçlerin TÜRKİYE CUMHURİYETİ nin düşmanı olduğunu söylemek mi AKP ile kol kola girmektir. Eğer, PKK ve uzantılarını ve onların yaratıcı güçlerini yenmek bu ülkenin ana meselesi olduğu süce bu tür işbirlikleri her zaman güçlü taraftar bulacak.
Ülkemizin sosyalistleri, devrimcileri bu tür tahlilerini kitabı kelimeler üzerinden değerlendirmeyip türkiyenin gerçeklerini analiz edip, dünya siyaseti içinde değerlendirdiği gün VATAN PARTİSİ nin ne kadar doğru tahliler yaptığını anlayacak.
Sizin saldırdığınız jargonlar ile yıllardır TÜRKİYE SOSYALİSTLERİ olduğunu söylenler saldırdı. Üzücü olan sizinde aynı jargonlara saldırmış olmanız. Sizin bu saldırılarınız. Hali Berktay ların, oral çalışlarların diğer yansıması yakında sizlerde aynı koltuklar oturursunuz.
Şoktayım, ağzım açık okudum. Bir ara bu Ethem o Ethem mi dedim. Halen beraber yürüyen insanlar hakkında aynı şaşkınlık içindeyiz. Çok üzücü ve acı verici, aile içinde olunca.
Bir eleştiri: Aydınlık Hareketi denince 70lerde inanan insanlarda içine giriyor. Yazıda bir çizgi yok. Onlara haksızlık oluyor. Ulusalcı Hareket desek daha doğru olur.
ben Türkçe kelime düzeltmelerini sadece ukalalara karşı yaparım. sen hiç endişelenme.
Bu siteyi biraz incelersen PKK’yi nasıl eleştirdiğimi görürsün. Sadece şu yazıya bakman bile yeterli:
http://www.gunzileli.com/2015/11/02/akpnin-iki-kurtaricisi-pkk-ve-mhp/
AKP ile kolkola girdiklerini kendileri söylüyorlar. Gazetelere bakınca görürsün. Diken ve T24 sitelerindeki haberlerden de okuyabilirsin.
şu yazıya bak şimdilik: http://www.gunzileli.com/2015/08/21/yerel-ozerklik/
PKK’nin yaptığının özerkliklea ya da özyönetimle bir ilgisi yok. Şehirlerin içinde hendekler kazarak özerklik falan kuramazsın, sadece ölümü ve devlet zorbalığını davet edersin, bugünkü gibi. insanların ekmek almaya gidemediği savaş ortamlarındaü özerklik falan olmaz. Orada sadece şiddet ve zorbalık konuşur ve halk siner veya göçer. Zaten pkk’nin özerklik ilanı da bir bahanedir. Savaş yoluyla iktidarı yeniden masaya oturmaya razı etmek için yapıyorlar bunu.
Sunun adinin ne olduguna bir karar verseniz.. Fasizm mi, diktatorluk mu?
Yoksa, ikisi sizce ayni midir?
Aynı. (faşist olmayan diktatörlükler de vardır ama bunlar faşist)
ne tiksindirici insanlar…
ne acınası…
RTE ile ittifak yapanların sonu belli…
Yazık ki,
önce “sol liberaller”
sonra sosyalist “yetmez ama evetçiler”
şimdi de “sol” sanılan İP (yani VP) ile AKP ittifakı…
*
Bu topraklarda sol içinde ne denli çürümüş insan, yapıların bulunduğunun kanıtı değil mi? Sıradan insan “dürüst” ile sahte olanı nasıl ayıredecek? Ve “sol’a” saygı duymayan toplum ne kadar eleştirilebilir?
*
Neden, neden sol içinde bu kadar çok bu denli “dönek” çıktı! Yoksa en başında iktidarı ele geçirmek isteyen “sol maskeli” insanlar mıydı? Sanırım böyleydi…
Sol’u yeniden tanımlamak; yeniden başlamak gerekiyor görünüyor.. O güne kadar da demokrat-Laik-federal bir cumhuriyet için mücadeleyi ortaklaştırmak (bence) kısa-orta vadede daha gerçekçi görünüyor…
**
3 no da yazan insan .. ağzı laf yapan.. bu sahte kurgu karşılığı kim bilir ne bekliyor.. O adamlardan..
*
RTE en başında bir ABD projesi değil mi?
TSK’nın göçertilmesi (ki sonuçta iyi oldu!) AKP-ABD tezgahı değil miydi?
Bu VP ve savunucularının ABD emperyalizmine karşı AKP ile ittifak yaptığı kadar utanmaz; herkesi sersem kör kabul eden, bir yalan az görülmüştür.
Çürümüş ideoloji, çürümüş partiler, çürümüş insanlar…
Şimdiden tarihin çöplüğünden gelen sesler bunlar
D.Perinçek söylemleri, 3 numarada yazılan yalanların leş kokusu ortalığı sarmış; yalnızca üstlerine atılacak toprağa gelmiş sıra.. çok süreceğini sanmıyorum.. Kim bilir yalnızca siyasî değil, insani olarak daha ne büyük rezillikler bekliyor bunları; RTE’nin SA çavuşluğu gibi!
Bu adamın kurduğu şirkette ve şu andaki servetinde Aydınlık hareketinin kaynakları olduğu açık. Yoksa o kaynakları tamamen devretti ve kendisi sıfır sermaye ile mi başladı?
Bu bana pek olası gözükmüyor.
“Partinin parasını iç etmek” gibi bir tipik durum mu var ortada acaba?
Doğu Perinçek’in, Sığınmacılar kitabında anlattığınız Almanya’daki yayıncı olayına tepkisini okudum da, acaba burada da aynı şekilde mi tepki gösterdi?
“AKP, Cemaatle giriştiği amansız iktidar ve tasfiye kavgasında tipik bir Bonapartist denge oyunu oynayarak eski “dostu” cemaati düşman ilan edip, ona karşı yeni müttefikler aradı ve bu arayışa ilk olumlu cevap Doğu Perinçek’ten geldi.” diyorsunuz. Ben Perinçek’in “Derin Devlet” ve utanzılarının sözcüsü olduğunu düşünüyorum. Bugün Can Dündar ve Erdem Gül içeride ve yaptıkları haberi daha önce yapan Perinçek, saray ile kol kola. “Perinçek ve Erdoğan bütün kanatları ile derin devletin hizmetinde” değil mi?
70’lerde çok ses getirmiş ‘Rote Armee Fraktion’ RAF ile hiç temasınız oldu mu? (Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Ulrike Meinhof, Horst Mahler, Brigitte Mohnhaupt)
THKP-C’yi kuran kadro içinde bazılarının RAF’la teması olduğu hep anlatılagelir, doğruluk payı var mı?
Abi her şeyi anlıyorum da bir şey kafama takılıyor. Bunlar partinin başkanlık kurulunda yer alan emekli korgeneral İsmail Hakkı Pekkin’i veya genel başkan yardımcısı Yaşar Okuyan’ı partinin ideolojisinin bilimsel sosyalizm olduğuna nasıl ikna ediyorlar?
Fasist ya da diktatorluk olmayanlara mefluc demiyor muyduk?
artık öyle bir şey de kalmadı. Sosyalizmden kala kala stalinist diktatörlük ve “anti-emperyalizm” adı altında, Kuzey Kore gibi otarşik bir devlet özlemi kaldı. Bu yüzden onları sosyalizme ikna etmek gibi bir dertleri de yok.
Olmadı. THKP-C’nin de olduğunu sanmıyorum.Daha RAF’ın adını bile duymamıştık.
Sanmıyorum öyle bir iç etme olayı olduğunu. Zaten artık buna da ihtiyacı yoktu. Hedef Ecza’yı kurarken Koz Ecza’daki Aydınlığkçı kadroları oraya devretti ve onlardan çok yararlandı, orası ayrı. Çünkü bu çocuklar yolsuzluk yapmayan, dürüst ve fedakâr insanlardı.
Derin devlet diye ayrı bir şahsiyet yok. Devletin kendisi var. Devletin illegal kolları her zaman devletin hizmetindedir. Ondan ayrı, bağımsız bir varlıkları yoktur.
Dolayısıyla VP, AKP ile anlaştığı için tabii ki onların üzerine yürünmeyecekti.
AKP’nin zayıf ve doğru söylemler içinde olduğu dönem destekleyen gerçek yüzünü görünce en sert muhalefet eden”Liberal Sol”‘mu dürüst ,eski AKP’ye soğuk bakan,şeytani yüzü ortaya çıktıkdan ve güçlendikten sonra en büyük yandaşı olan veya sinen muhalefete yüklenen şerefsizler mi yoksa “sol liberaller’mi dürüst….
Aydınlık’ın söz ettiğin “bütün kanatları” içinde bir tek sen yoksun galiba Gün Zileli. Bu kadar beşbenzemezi nasıl bir araya getirebildin, hayret doğrusu. Şapkadan tavşan da çıkartabiliyor musun? Bu sitede Tayyip’e bravo dediğin yazıları ne çabuk unuttun?
Dejenere olmus sol(!) kesimi güzel güzel anlatmis hatta icinden bilakis geldiginiz kadrolari özelestri yaparak desifre etmissiniz. Kimlerin arkasindan gitmemeiz gerektigini tarif etmeye calismissiniz. Eyvallah..Burasi tamam ancak bir de duruslarini bozmayan, inatla hala sosyalizm diyen, bu ugurda gaz yiyen, jop yiyen, dipcikllenen yaralanan ve hatta ölen AKP sivil fasizminin ülkemizin yazgisi olmadigini anlatmanin kavgasini veren bir sol kesimin varligindan da bahsetseniz de insanlara kimlerin arkasindan gitmeleri gerektiginin ipuclarini verseniz ve tamda ülkemiz yangin yeri olmus bu zamanlarda biraz da umut asilasaniz diyorum..Bunun bir aydin sorumlulugu oldugunu düsünüyorum,Baska bir Türkiye mümkün
yazıyı dikkatli okuyun ve siteyi dikkatli izleyin
site tamamen düzelsin, o yazıyı sana buradan tekrar okutacağım.
ogürsel’in 6 nolu yorumuna cavap:
gerek ogürsel gerekse de sayin zileli ahlakci-moralist bir bakis acisi ile aydinlikcilari yargiliyorlar. bir olguyu-fenomeni ayiplamakla, kinamakla, teshir etmekle aciklamak ayri seylerdir. mesela sayin zileli’nin bu yazisinda aydinlik hareketinin bugünkü cizgisinin temelinde yatan ideolojik nedenler aciklaniyormu, okuyucu bu konuda aydinlaniyor mu? hayir.
-ogürsel’in yazdigi ve AKP’nin bir ABD projesi oldugu belirlemesi dogrudur. bilindigi gibi 2007-2008 yillarinda kemalistler ile islamcilarin kapismasinda ABD ve AB’nin AKP’yi desteklemesi batici-laik kemalist fraksiyonu saskina cevirmisti. isin asli su idi: ABD irak’ta saddam rejimini devirdikten sonra istedigi gibi bir düzen kuramamisti. bunun yanisira irak’tan sonra suriye ve iran da rejim degisikligi öngören ABD, sunni islamci AKP yönetiminde ki T.C.’ye ortadoguda söyle bir rol-misyon bicmisti: iran-irak-suriye sii eksenini-nüfusunu dengelemek, irak’ta ABD’nin öngördügü bicimde bir düzenin oturtulmasina yardimci olmak.
-ogürsel, kemalist ordunun AKP’nin kontrolü altina girmesine bir yandan “iyi oldu” derken, diger yandan bunu AKP-ABD “tezgahi” olarak adlandirmakla kendisini ele veriyor. CHP cizgisinde bir sosyal demokrat olarak ogürsel’in kemalist ordunun sivil siyaset üzerinde ki vesayetinin kalkmasindan hosnut oldugu hic inandirici degil.
-aydinlik hareketine gelince. aydinlik hareketi en basindan beri tipki real sosyalistler, özelliklede maoistler gibi ulusalci-milliyetci ideolojiyi sol-sosyalist düsünce ile harmanlamis bir yapidir. aydinlik hareketinin güncel cizgisine hayret edenler ibrahim kaypakkaya’nin yazilarina baksinlar; aydinlik hareketi yedisinde neyse yetmisinde de ayni. 80’den önce devrimcileri devlete ihbar eden yine bu aydinlikcilar degilmiydi? sayin zileli simdi neden sasirmis gibi yapiyorsunuz? özetlersek: ulusalcilik-milliyetcilik ideolojisi kapitalist toplum ile ortaya cikmistir. ulusalcilik-milliyetcilik günümüz modern devletlerinin devlet ideolojisidir. marxist düsünce ile, diger bir degisle sinifsal bakis acisi ile ulusalci-milliyetci bakis acisinin uyusmasi mümkün degildir, biri digerini dislar. kendisini “sosyalist” olarak tanimlayan bir hareket sayet ulusalcilik-milliyetcilik ideolojisi ret etmek yerine benimsemisse, bu cizginin eninde sonunda varacagi nokta ulus-devletin yanidir, devlet savunuculugudur. tipki aydinlik hareketi gibi.
selam arkadaşlar saadet partisi (numan kutulmuş şuan ki başbakan yardımcısı ) DP (süleyman soylu )daha hatırlyamadım siyasi parti liderleri şuan bugün ki oteriteye biat etmişdir.Abdullah gülü ayrı tutuyorum aklıma gelmişken çok o sevdigi o cumhurbaşkanlıgı tayipe karşı çıkış parti kuramadı oda ona biat etti ayrıca usa tarafından kendiisne verilen sözlerde yerine gelmedi.o da biat etmiş durumda.gün abinin emek verdigi üzerinde kaleme aldıgı aydınlıkcı işci köylü muhazakar ergenekoncu ne oldugu belli olmayan kaybettigi oteritesini yeniden kurmak için biat etmeyi tercih eden kişidir.yakında başbakan yardımcısılıgı verilir .Damarlarımızda akan temiz kanın tüm oteritelerinin şiddet baskı şantaj direnç gösterecegi kanısındayım………
vp ne ki tartisiyoruz!!! perincekin ne oldu belli mit ajani biri
sasiracak ne var ki!!!
onlara güle güle demek gerekiyor ……sinirlenmeye degmez.
daha dogrusu fasist bir cephe olusturduk dese perincek daha dogru olur:)
mussolini da sosyalist idi gencliginde 🙂 o yüzden duce perincek diyelim bundan sonra.
Sn Zileli,anti-komünisttir.
Öncelikle bu saptamayı kendini solcu tanımlayanlara belirtmeliyiz.
Örneğin Zileli,1917 ekim Devrimine,daha sonraki Halk Devrimlerine,Çin Devrimine,Küba Devrimine,Venezüella devrimine vb tüm devrimlere karşıdır.
Anti-Marksisttir.Anti-Leninisttir.
Sosyalizme karşıdır.
Tüm bunlara ek olarak da müthiş ve kararlı bir stalin karşıtıdır.
Dahası Stalin düşmanı desek de yeridir.
Yazılarını bu bağlam içinde değerlendirmek gerekir.
Zileli bilir:Dimitrov,Vatan Cephesi önermişti.
Birçok ülkede bu ad kullanıldı.
Vatan Partisi adını da ilk kez Kıvılcımlı kullandı.
Zileli,Aydınlıkcıları AKP yanlısı göstererek aslında GLADYO ve Amerikancı PKK-yi aklamaya çalışıyor.
Çalışlar ve Berktay,açıktan AKP-yi savunuyor ama Zileli de HDP üzerinden onlarla AKP yanında buluşuyor.
AKP-ye en yakın güç hala HDP değil mi?
Demirtaş değil mi AKP-yi desteklemeye hazır olduğunu açıklayan?
Vatan Partisi,tüm alanlarda ve birimlerde,katmanlarda görüşlerini açıklar.
İdeolojik savaşımda yer-zaman ve katman ayrımı yapılmaz.
AKP,Fetullahcıların üzerine gidiyorsa,Gladyo-yu korumak için Zileli ve benzerlerinin yaptığı gibi kendimizi GLADYO-nun önüne mi atmak gerekir?
Amerika ve İsrail-in artık açıkca piyonu olan PKK-nin ezilmesi Kürt ve Türk halkının özgürleşmesi için zorunludur.
Hastane,Okul,Kütüphane yakmak,bombalamak,sıradan halkı hedef alan PKK-yi korumak Gün Zileli imgesiyle -hala varsa- bağdaşıyor mu?
sosyalist-komünist maskeli irkci kemalist AYHAN DEMIR’e cevap:
ayhan demir, irkci-milliyetci-fasist düsüncelerini sosyalizm-komünizm sosuna bandirip “anti-emperyalistlik” olarak burda satmaya calisiyorsun. mussolini, hitler gibi irkci fasistlerde senin gibi anti-amerikanciydi. amerikan karsiti olmak bir insani otomotikmen anti-emperyalist yapmaz, sosyalist-komünist hic yapmaz. irkci-milliyetci-ulusalci düsünce özü geregi dislayicidir. bundan dolayi senin gibi bir türk irkcisinin-milliyetcisinin dünyanin efendisi ABD karsiti olmasi, senin solcu yada sosyalist oldugun anlamina gelmez. senin gibi türk milliyetcileri-irkcilari olsun , yada alman, fransiz vs. irkcilari-milliyetcileri olsun, sizin derdiniz: dünyanin efendisi ABD olmasin, benim devletim olsun. tipki alman neo nazilerinin amerikan karsitligi gibi: “biz alman ulusu ve devleti olarak en az amerika kadar güclüyüz, emperyalistlikte amerika ile boy ölcüsebiliriz, neden amerika’nin emrine girelim?”
Sayın A. Demir..
iyi misiniz?
aklınız başınızda mı?
siz neler okuyor, neler, yiyor ve ne içiyorsunuz?
Çıkarttıklarınıza bakılırsa durumunuz hiç iyi değil!
sanırım “beyninizin”, “yedikleri”, “çıkarttıklarınıza” bakıldığında pek sağlıklı değil.
Halklara
Faşistik, tahakkümcü, katliamcı düzenler olarak geri dönen, o sahte retoriklerle böbürlenen, geri zekalı adamların yeni baskıcı düzenlerine neden devrim diyorsunuz ki; o yönetici kadrolarda yer almayı mı ümit ediyorsunuz?
IŞİD’den farkınız ne; onlar da devrimci mi yoksa?
Bu konuda yardım istiyorum…
Bir teori, düşüncenin doğduğu zamanlarda “hakkı yenebilir!” Bu biliniyor..
Soru şu. Bir teori, gerçeklik, “hakikat’in” değeri ne kadar geç hak ettiği yanıtı elde eder?
2. ya da en geç 3. kuşakta mı?
Bence en geç 3. kuşakta!
3. kuşakta hala değerini bulamayan, zaten değersizdir!
Ve 19. yy sosyalist devrim modeli…
*
Bence artık bir değeri olmadığı “hayatla” kanıtlanmıştır.. (Bu o süreçten çok değerli “sentez” çıkartılmayacağı anlamına gelmez…)
*
NOT!
(Marks’ın bir sosyalbilimci olarak dehası ayrı bir konudur…)
vp akpden nasil demagoji yapilir ve kitlelere aptal yerine koyulur bay a.demir den görüyoruz…..bu kadar sacmalik
dolu ve diktatörük iceren yaziyi ancak akp iletmis olabilir…..
stalinin neyini savunacayis???
mao un kültür devrimini kendi partisi rafdan kaldirdi ama
bizim aslan ve siki marksistler bizlere ders vermeye calisiyor.
yine söylüyorum : selam sana duce perincek 🙂 siz fasistsiniz!
ve size takilan uyaniklar ilk önce insanli öregnin!!!
kalkip burada yok su böyle mis biz böyleis felsefe yapmayin.sizler abd ye hizmet ediyorsunuz!!!takildinz akp ve reisi kim ayakta tutuyor???
sizlere kargalar bile gülmez…..
Yazıma yanıt verenler küfür yazılarını yeğlemiş.
O.Gürsel,Zileli konusundaki saptamalarımızı aslında/özünde olumlamış.
O.Gürsel de devrimlere,devrimci dönüşümlere saldırıyor.
Ortak özellikleri devrim karşıtlığıdır.
Devrim ve sosyalizm düşmanlığını açıktan yapmaktadırlar.
Anti-komünisttirler.
“marxist argüman” adını kullanan ama marksizmi karikatürleştiren,benzeri kişilere okumalarını önermekten başka elimizden bir şey gelmiyor.
HDP-PKK çizgisi en Amerikancı,en gerici güçlerin içindedir.
HİTLER-in çizmelerini giyen en saldırgan,en savaş yanlısı,en gerici emperyalist Amerika ile işbirliğini savunmak ne anlama geliyor ?
Ortadoğu-yu kana bulama planlarında rol almaya gönüllü olmak nedir?
HDP -AKP çizgisi , Anayasa referandumunda,A.Gül-ün cumhurbaşkanlığında,Türban-ın kamuya girmesinde,dahası RTE-nin başkanlığı konusunda,açılım adı altında,AKP ile işbirliği yapmadı mı?
Bu AKP-HDP ortaklığı hangi sol vicdanla açıklanabiliyor?
Dahası HDP-PKK çizgisiAKP ile koalisyona bile hazır olduğunu açıklamadı mı?
Bu kadar gaflet,bilgi yetersizliği ile açıklanabilir mi?
HDP üzerinden AKP-ye eklemlenmek daha başka nasıl olsun?
Belki bu halkin nefret ettigi,tiksindigi bu cephenin bu istekleri insanlari kürt sorunu üzerine düsünmege itecektir.
Genede bu topluma sürekli zarar veren bu Vp kapatilmalidir.
Siyasi kültürüde düsürmektedir.
Kendi insanlarini tehlikeye atmaktadir..Tam bir mendebur partidir..
Sinirsiz özgürlük diye bir sey yoktur..Bunlar parti,marti degillerdir..isid,kaide gibi zararli örgütlerdir..
sosyalist maskeli irkci kemalist AHMET DEMIR’e cevap 2:
sayin zileli’nin AKP karsiti olmasi nasil ki zileli’yi otomotikmen devrimci ya da anarsist yapmazsa, senin de ABD karsiti olman seni sosyalist yapmaz. sayin zileli gibi AKP muhaliflerinin hatasi nedir: AKP’yi “fasist-diktatör” olarak nitelemekle AKP öncesi laik kemalist diktayi ister istemez olumlulamak. sayin zileli, 2008 yilina kadar devleti ve toplumu muhtiralarala, darbelerle, günlük MGK direktifleri ile yöneten laik kemalist diktanin AKP’den yönetim bicimi olarak farki var miydi?
-ahmet demir, sana gelince. senin devletin T.C. 1952 yilindan beri amerikanin kurdugu ve dünyanin en büyük emperyalist askeri pakti NATO’nun üyesi degil mi? soguk savas döneminde sosyalist cepheye karsi kapitalist-emperyalist cephenin ileri karakolu rolü-görevi T.C.’nin degil miydi? T.C. NATO üyesi oldugundan beri ileri karakol görevinden dolayi her yil düzenli olarak amerika ve almanya’dan parasal ve askeri yardim almiyor mu? “donumuza kadar amerika veriyor” diyenler kemalist generaller degil miydi? IMF’nin verdigi krediler karsiliginda dikte ettigi 24 ocak kararlarini hayata gecirmek icin 12 eylül darbesini yapan kemalist generaller degil miydi? sen simdi NATO devleti T.C.’ye karsi savasan ve NATO devletlerinin terör listesinde yer alan PKK’yi amerikan isbirlikcisi, T.C.’yi de amerikan karsiti olarak bize yutturmaya calisiyorsun öyle mi? el alemi ahmak yerine koyuyorsun seni gidi uyanik irkci kemalist!
Abi bu sitede küfür ve hakaret yasak değil miydi? Afedersiniz, “Ayd..lık Hareketi” ve “Ayd..lıkçı” kelimelerini niçin sansürlemiyorsunuz?
Bir tarihçi olarak Halil Berktay’ın [tıpkı sonradan AKP milletvekili olan Reha Çamuroğlu gibi] geçmişte yazdıkları çok değerli ve aydınlatıcıdır.
Böyle dahilerin sonraki dönemde iktidarla kurduğu bu ilişkileri anlamak zor oluyor bazen.
“13 yaşında çocuk intihar eder mi…”
Bu cümle sadece çok sevdiğim bir ağabeyimin değil; pek çoğumuzun ilk tepkisiydi Berrin’in intiharını öğrendiğimizde!
( http://www.birgun.net/haber-detay/13-yasindaki-berrin-teog-sinavinda-istedigi-puani-alamayinca-intihar-etti-100934.html )
( http://www.milliyet.com.tr/liseli-umut-4-uncu-kattan-olume-gundem-2177723/ )
Ne var ki; 2014’te 55’i oğlan, 63’ü kız olmak üzere 15 yaşından küçük 118 çocuk intihar etmiş!
Yüz on sekiz…
On yıl kadar önce Berrin’in hemşerisi Bursalı punk grubu “Deli”; yaptıkları bir şarkıyla milyonlarca gencin öfkesinin sesi olmuştu. Şarkı, küfürlü ismiyle gündeme geldi ve gündemde kaldı; oysa en etkileyici kısmı “kaybettim ben kendimi, yok ettiniz geleceğimi!” sözleriydi!
Gelecek ne tuhaf; asla tam olarak yok edilemiyor ama hep daha fazla yok edilebiliyor…
O zamandan bu zamana, Türkiye’nin başına çöreklenen “gericiler çetesi”, gençliğin geleceğini her gün biraz daha yok etti. Ve şimdi, daha 13 yaşında kendisini bornoz kuşağıyla kalorifer borusuna asan bir kız çocuğunun ölüsünün başına toplanmış; açıklama bulmaya, doğru tepkiyi vermeye çalışıyoruz! Ve pek çoğumuz sorumluluktan kaçmaya o kadar muhtaç ki; bunu yaparken suçu “çocuğunu yarış atına çeviren ebeveynlere!” yıkmaya çalışıyoruz!
Bugün Türkiye’de bir erkek; maddi açıdan güvenceli ve toplum nezdinde saygın bir hayata sahip olmak için “nitelikli eğitim verdiği varsayılan” bir üniversiteden mezun olmak zorunda değil. Ama bir kadın; eğer patroniçe olup aile şirketinin başına geçmeyecekse, bunlara ancak nitelikli bir eğitim ve o eğitime dayandırılan, erkeklerin ödemek zorunda olmadığı “pek çok ek insani bedel içeren” bir beyaz yakalı kariyer ile sahip olabiliyor! Üstelik; burada dahi pek çok meslek kadına kapalı! Bu yüzden, yükseköğretim mezunlarının 4 milyonu erkek, 2,5 milyonu kadın olsa da; %12’ye dayanmış olan diplomalı işsizlik, “kadın emekçiler” söz konusu olduğunda %17’ye fırlıyor!
“Berrin’in ailesi”ne bakarsak:
Diyelim ki kızlarını, daha başarılı olmasını umarak zorladılar. Ya ne yapsalardı?! “Çevremiz geniş; olmadı, zengin bir koca buluruz!” diye mi düşünselerdi?! Bir alternatif olarak kızlarını buna göre yetiştirmeyi mi gözetselerdi?!
“Gücün”, “itibarın”, “yüksek gelirli işlerin” ve hepsinden önemlisi “iktidarın” her geçen gün daha fazla “erkek tekeli”nde toplandığı AKP ülkesinde kızı olan bir aileyi, çocuklarını eğitim hayatında başarılı olmaya zorladılarsa da; bunu yaptıkları için suçlamak hem insafsızlık, hem de yanlış.
İkinci yaygın tepki ise “Deli”nin şarkısında ifade edildiği biçimde “s**yım sınav sisteminize…”
Türkiye’nin merkezi sınav sisteminin herhangi bir aklı başında pedagogu dehşete düşürecek derecede saçma olduğu kesin; ama, meseleyi “çocukları çok zorluyoruz”a getirenler yanılıyor. Bir sınav sistemi, ne denli zor olursa olsun adilse; başarısız olan katılımcılar bunu kabullenmekte pek sıkıntı yaşamaz. Berrin’i intihara sürükleyen TEOG sistemine getirilen en önemli eleştiri ise zor değil, az başarılı ile çok başarılıyı ayırt etmeyecek derecede kolay olması!
Kuşkusuz; insanların hayatlarının maddi koşulları ve saygınlığının daha çocukken kimi sınavlarda gösterdikleri performansa göre belirlenmesinin savunulacak yanı yok, ama bugün bunu dahi tartışamayacak durumdayız!
“AKP gericiliği”; insanların beceri ve niteliklerini öylesine hor görüp önemsizleştiren bir Türkiye yarattı ki, bu ülkede önü en açık insan nitelikli değil itaatkâr, asla sorgulamayan, isyan etmeyen, efendisi için yalan söylemeye, suç işlemeye, alçalmaya hazır insan! G*t kıllığı sadece miting heyecanına kapılmış bir teyzenin hezeyanı değil; hırsızlığı tescilli bir AKP bakanı tarafından “ara eleman ülkesi” olarak tanımlanan AKP Türkiyesi’nde; “imamlar düzeni”n makbul insan tanımı!
Ağustos 2013: “Erdoğan Bayraktar: ‘Biz ara eleman ülkesiyiz, mucit çıkaramayız'”
( http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/erdogan-bayraktar-biz-ara-eleman-ulkesiyiz-mucit-cikaramayiz-haberi-77595 )
Bu düzen; kendisini toplumsal refahı büyüterek değil, hayatı güzelleştirerek değil, insanları hep daha fazla boyun eğmeye zorlayarak ve alçaltarak, hayvanlaştırarak sürdürüyor. Çalışkanlığın, emek ve çabayla geliştirilen becerilerin, yaratıcılığın, zekânın hiçbir değeri kalmamış durumda ve insanın hayatta ne denli ilerleyeceği kimleri tanıdığı ve ne kadar alçalmaya, köpekleşmeye hazır olduğuyla belirleniyor. İlle de bazı pozisyonlar için bazı sınavlardan geçilmesi gerekiyorsa o sınavlarda da hile yapılıyor, sorular çalınıyor.
Gençliğin, bilhassa da genç kadınların geleceğini işte böyle yok ediyor; onları umutsuzluğa, çıkışsızlığa, mahkum ediyorlar! Berrin’i daha 13 yaşında intihara böyle azmettirdiler! Dolayısıyla ailesini suçlayıp sorumluluktan sıyrılmaya çalışmayalım veya meseleyi sınav sisteminden ibaret zannetmeyelim!
Ortada korkunç bir suç, bir cinayet var! Büyük suçlu ülkenin başına çöreklenmiş gerici imamlar çetesi kuşkusuz!
Küçük suçlu da onu hâlâ yıkmamış olan bizleriz!
[Nevzat Evrim Önal
19 Ocak 2016]
********************
HİYERARŞİ, PATRONSEVERLİK ve REKABET
Patronseverlik: “Beyaz Ya-LA-ka”ların meslek hastalığı!
Evet; bir “Mustafa Koç yazısı” daha!
Ancak bu yazıda Koç’un neden “sevilmemesi gerektiği”ne dair kanıtlar sunmak ya da Türkiye’nin en büyük patron ailesinin şu veya bu suçunu hatırlatmaktan ziyade; bir “davranış kalıbı olarak patronseverliğin psikopatolojisi”ni tartışacağız.
Zaten konu güncele sıkıştıkça en iyi ihtimalle “ama ölünün arkasından”a gelip dayanıyor! Doğru, ölünün arkasından konuşmak nezakete sığmaz. Sınıf mücadelesinde nezakete yer olmadığı, işçiden yana olanın haklı olduğu için “kaba olabileceği zannı!” ise Türkiye’de sola en fazla kaybettiren düşüncelerden birisi! Ama Koç’un ölüsüne saygı bekleyenler bunu “nazik değil patronsever olduğu için!” istiyor. Bu tavır bilhassa eğitimli emekçiler arasında yaygın ve egemen sınıf karşısında on yılların örgütsüzlüğünün, mücadele etmemişliğinin verdiği ezikliğe dayanıyor! Atıf Yılmaz’ın ölümsüz eseri “Kibar Feyzo”da yürüyüşe geçmiş ırgatların, ağa karşılarına dikiliverdiğinde, “tükürseler boğacak olsalar da” ellerinin ayaklarına dolaşması gibi!
Bir burjuvanın ölümüne sevindirik olmak kuşkusuz saçma; çünkü, hiçbir şey değişmiş olmuyor! Sermaye üzerindeki özel mülkiyet burjuva bireyi aşan, onun fani hayatından kısmen bağımsız bir ilişkidir ve o ölünce de kopmaz; devrolur! Feyzo ağayı vurur ama ağa öldü diye ırgatlar kurtulmaz; çünkü, ırgatlar ağaya değil, ağanın malikânesine bağlıdır ve o mülk kime kalırsa yeni ağa o olur! Burjuvaziyi egemen yapan özel mülkiyet onun (bireysel) serveti değil (sınıfsal) sermayesidir. Bu sermayenin soy kütüğü karanlıklarda gizlidir ve kapitalizmin bugüne dek icat ettiği, kendisi açısından en önemli şey buhar makinesi, elektrik ya da cep telefonu değil; “anonim şirket”tir! Onun sayesinde, birer insan olan burjuvaların sermayesi karmaşık ortaklıklar, iştirakler ve borsaya arz ile ölümsüzleşir!
Dolayısıyla, burjuvazinin işçi sınıfına ve insanlığa karşı işlediği suçları da bireysel değil kolektiftir.
Koçzadelerin (eğer varsa) olumlu taraflarından dem vuran patronseverlik bu yüzden mesnetsiz. Bir burjuvanın ne kadar “nazik”, “sanatsever”, “modern” veya “laik” olduğu ona övgü düzme yarışındaki divan şairi kılıklı kapıkulu entelektüelleri ilgilendirir. Ama bu ülkede 2015’teki 1712 iş cinayetinin hiçbiri bir Koç fabrikasına olmadıysa dahi Koç sermayesi bu suça ortaktır!
Ne var ki, sevgili Özgür Şen’in “Koç’un IŞİD’in petrol kaçakçılığına suç ortağı olduğu”nu ifşa ettiği yazısının ardından; beyaz yakalı bir Koç holding işçisinden alıp benimle paylaştığı “keşke Can Dündar’ı değil seni içeri atsalar!” minvalinde ifadeler içeren okur mektubu gösteriyor ki: Bilhassa emeklerini büyük patronlara satan işçilerin sınıfsal aklı (en azından kendi patronları konusunda) pek berrak olmuyor! Gözlerinin önüne çekilen perdeleri kaldırmaya bile yanaşamıyorlar!
Zaten becerikli burjuvaların en önemli özelliklerinden biri çevrelerinde işçileri ve kimi küçük burjuvalardan oluşan bir patronsever kitlesi oluşturabilmeleri! Bu kitle onların en önemli “halkla ilişkiler çalışması ve toplumsal ajanları” oluyor!
Bu ajanlığın sadece para için yapıldığını düşünmek ise yanıltıcı. Patronseverlik; egemen ideolojinin en önemli unsurlarından birisi. “Umut Sarıkaya karikatürleri”ne konu olan “patron onca insana ekmek veriyor!” geyiğinden, Borusan filarmoniye orkestra şefliği yapan Eczacıbaşı’ya, hâttâ taşralı kabalığını ipini kopartmışçasına dışavuran Ağaoğlu’na kadar bütün burjuvalar kâh bizzat, kâh toplumsal ajanları kanalıyla birer “rol modeli” oluyor! İnsanlar özendikleri, taklit ettikleri şeylerin eleştirilmesinden hoşlanmaz. Aynı; tuttukları futbol takımı veya sevdikleri şarkıcının eleştirilmesini istemedikleri gibi. Patronseverliğin psikopatolojik zemini bu toplumsal-ideolojik bağdır!
Dahası, beyaz yakalı emekçinin patronseverliğinin arkasında bir bakıma işinin bu olması da var. Patronun fabrikasında kalitesiz çamaşır makinelerinin montajını yapan mavi yakalı işçi bunun için patronunu sevmek zorunda değil. Ama örneğin, işi patronun şirketlerini ve markalarını allayıp pullamak olan reklamcının kişiliği; işini benimsediği ölçüde zehirlenir! Bu insan için; sürekli gerçeği çarpıtmak, bazense düpedüz yalan söylemek için ücret aldığı gerçeğiyle yüzleşmek yerine söylediği yalana inanmak çok daha kolay ve huzur vericidir.
Bütün bunların üzerine Türkiye’nin eksik modernleşmesini: İnsanların ücretlerini emeklerinin (mutlaka eksik) bir karşılığı değil;
Kendilerine “verilen!” bir şey zannetmelerini,
Varsıl ve yoksul insanlar arasında hukuki eşitlik değil “doğal bir hiyerarşi!” kurmalarını,
Ergen veletler gibi “bu memleketin ekmeğini yiyip ihanet eden bir gün mutlaka ekmeğini yediği yerden kurşunu yer!” gibi beylik sözlerden heyecanlanmalarını eklediğinizde;
“Patronseverliğin psikopatolojisi” aşağı yukarı tanımlanmış olur!
Bu; geleceğimizi elimize almak için kurtulmak zorunda olduğumuz en önemli hastalığımız! Diğer başka pek çok sorunumuzun kökünde de bu hastalık yatıyor!
Not:
Ve eğer gerçekten “Koç ailesi” hangi yollardan geçerek bugüne geldi merak ediyorsanız,
O ölçekte bir burjuva ailesinin (eşyanın tabiatı gereği!) batmak zorunda olduğu pisliğin boyutlarını merak ediyorsanız;
“Erol Toy”un yazdığı “İmparator” adlı kitabı okuyabilirsiniz! “Koç”lar hakkında çok şey öğreneceksiniz!
[Nevzat Evrim Önal
26 Ocak 2016]
‘Ramazan Kurtoğlu’ söylemiş:
https://www.youtube.com/watch?v=2TCvpRc-fjo
Burada anılan Aydınlıkçılar kadar OdaTv, Sözcü gibi yerlerde yazan ve arkaik Kemalist-faşizmi ve Kürt inkar ve imhasını savunan Y.Özdil, E.Çölaşan, B.Coşkun, S.Yalçın, S.Çağlayan, M.Yıldız, N.Genç vs. gibileri de diktatörlüğün hizmetindedir. Bunlarla mücadele AKP diktatörlüğüyle mücadelenin bir parçasıdır.
Putin akilli Adam, Stalin Lenin tartismasi acti kimsesin haberi yok, Lenin bir ozaldir prensleri vardir entelijansiyasi vardir, Stalin cekirdekten is goren silahli kulahli isleri goren olen olduren parti hamallarinin temsilcisidir, bu baglamda sadece bu baglamda Lenin e karsi stalini tutmakta tereddut etmeyiz…
Gün Bey,
Solun içinde, dışında, altında, üstünde, yurtiçinde, yurtdışında, hapiste, görüşte, her yerinde bulundum az çok. Eleştirdim, haklı buldum, sinirlendim, isyan ettim, şimdi oldu dedim, herşey bitti dedim vs.
Perinçek’e kızıyoruz, eyvallah. Peki hepimiz/herkes biraz Perinçek değil mi? Özellikle solda ve hatta HDP’de, PKK’da?
– 5 yılda 6 seçim kaybedip, Referandum’da kendisine oy bile atamayan Kılıçdaroğlu farklı mı? AKP’yi her Salı eleştirip ‘Gel koalisyon yapalım’ deyince bir buçuk ay her gün buluşup gizli konuşan? Veya 6 seçim kaybettiği halde tekrardan genel başkan seçilen?!
– Deniz Baykal aynı değil miydi? Bütün parti örgütlerini kendi istediği doğrultuda şekillendiren. Onlarca seçim kaybetimesine rağmen koltuğunu bırakmayan. Haziran seçiminin ertesi günü Tayyip Erdoğan ile görüşme yapan?
– Ecevit, hasta yatağında bile DSP’nin başındaydı. Partiyi o halde yönetti. Ölene kadar değişmez ve değiştirilemez liderdi. Ne farkı var?
– Şimdiki HDP aynı değil mi? Fikri Öcalan’la uyuşmayınca, İmralı’dan tek bir talimatla 2 gün sonra fikirini 180 derece değiştiren Demirtaş değil mi? Hani özgürlükçülük, çoğulculuk, demokrasi? Veya ‘Ortadoğu’ya hiçbir müdahele istemiyoruz’ dedikten hemen önce/sonra ‘NATO’nun müdahale etmesi lazım’ diyen!?
– Birkaç sene öncesine kadar işçi sınıfı diye sabah akşam konuşup şimdi laiklik vurgusu ağır basan Aydemir Güler-Kemal Okuyan değil mi? Veya daha kendi içinde anlaşamayıp partinin 3’e bölünmesini sağlayan, bölündükten sonra dünkü yoldaşına küfreden TKP’liler değil mi?
– ÖDP’yi sıfırı tüketen hale getiren, vesayeti yıkıyoruz argümanıyla yetmez ama evet deyip hala çıkıp siyaset yapan Ufuk Uras değil mi? ÖDP bitti, EDP’yi kurdular. Siyasete devam.
Hangi biri yanılmadı, hangi biri siyaseti bıraktı, hangi biri reelpolitik yapmadı, hangi birimiz yapmıyoruz?
Uzun lafın kısası, ben eskiden Perinçek’e kızardım, hem de çok. Ama diğerlerini görünce artık kızmıyorum. Üstelik Perinçek bunu açıktan yapıyor, diğerleri gibi de gizlemiyor. Demokratım, özgürlükçüyüm diye ortalarda dolaşıp da yapmıyor.
Ben de söylüyorum: Solda istisnasız herkesin içinde biraz Perinçek vardır, aksini iddia eden yalan söyler. Ama kendilerinin içindekini, bir başkası (DP) daha usta bir şekilde yapınca insanlar hazmedemiyor, ben de bunu anlamıyorum.
Aslında sadece solda değil, Türk insanının yapısı zaten budur. Sağcı-solcu farketmiyor. Bu durumun politikaya yansıması da bu oluyor haliyle.
Selamlar
Biraz önce yolda HDP’nin kapatılmasını isteyen VP’li faşistlere rastladım. Mecliste terörist, kravatlı PKK’lı istemiyoruz diye böğürüyorlardı.
Çok öfkelendim. Bir an böylelerinin ipe çekilmeyi bile hak ettiğini düşündüğüm oluyor ama hayır, kim olursa olsun yanlıştır bu. Kapatılıp içeri tıkılmaları yanlış olmaz ama. En azından gitsinler kendi partilerinde, evlerinde kendileri çalıp oynasınlar. İnsanları böyle taciz etmeye hakları yok.
nasil bir devrim.?hali hazirdaki, sol aydinlarin % 90 nini gulaga gonderip kursuna dizmeyecek bir devrim nasil bir devrim olaki?, tabiiki bizde sansur uygulayacak ve mesela, birikim dergisinin, aydinlik ve dogu perincek cevresinin efradini vb yazarlarini itiyle bitiyle, zamaninda selam vermisleri ile ,ucuncu dereceden akrabaliklarina bakmadan yeni ideolojik egilimlerine bakmadan, vakti Zamani geldiginde buyuuk bir temizlikle, Stalinistce yok edecegiz, yoksa Adalet yerini bulabilirmi, ?:) yada devrim hic . devrim olmayacak,…. devrim budur baylar…..
http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc147_4.html
Sakın karşıdevrim veya faşizm olmasın:)
Bir Stalinistin hezeyanları…
Türkiye’de tek devrim görüntüsü: Gezi’dir. Büyük şehirlerde etkili oldu. Ne işçi sınıfı ne memur ne emekli ne varoş ne de köylü devrim yapabilir ülkede. Burjuva, ortadirek, entel, yani dans edebilen, şarkı söyleyebilen, şiir söyleyebilen enerjik güç, bunların tümünden daha ürkütücü oldu. Gezi, lidersiz, korkusuz, asi ve aşık, titreten birikimdir. Yeniden gezi olmaması için hain kurt, dualar ve niyazlarla hamd ü sena içinde kaldı.
Site tamamen düzelmedi mi hala? Yukarıda bir söz verilmişti bana. Gün Zileli’nin bütün kanatlarını açarak Tayyip Erdoğan’ı desteklediği bravo çektiği yazıyı buraya tekrar koymasını ve ilgili açıklamasını bekliyorum. Aydınlıkçılar Tayyip ve AKP’ye karşı vargüçleriyle mücadele ederken kimler AKP’ye arka çıkıyormuş bir daha görelim. Buyurun burdan yakın Gün Zileli.
36
http://marksist.net/kerem-dagli/gezi-surecini-dogru-okumak.htm
http://marksist.net/utku_kizilok/kucuk_burjuva_sosyalistlerin_gezi_komunu.htm
Adı geçen yazıyı buraya alıyorum:
Vahşet ve Devlet!
Devlet adı verilen kurum, insanlığın vahşet çağından çıkış döneminin ürünüdür. Bu bakımdan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Çin devletinin Sincan kentinte, müslüman-Uygur halkına karşı giriştiği katliamı kınarken kullandığı “vahşet” sözcüğü, haklı bir tepkiyi dile getirse de, gerçekliğe tekabül etmiyor. Çünkü, son uygar katliamı da dahil, çağımızdaki katliamların hiçbiri, devlet aşamasına geçmemiş, hâlâ vahşet çağında yaşayan halklar tarafından işlenmediği gibi, vahşet çağında böylesi organize katliamlara tanık olunmamıştır. O çağda da yağmacı topluluklar elbette birbirlerini öldürmüşlerdir ama uygarlık dönemindeki devlet katliamlarıyla karşılaştırıldığı zaman bunlar devede kulak kalır.
20. yüzyıldan öncekileri bir yana bırakalım. Sadece 20. yüzyılda ve devamındaki dokuz yılda yapılan devlet katliamlarına şöyle kısaca göz atmak bunu açıkça gösterir: 1915 Ermeni-Süryani katliamı, 1930’lardan sonra Sovyetler Birliği’ndeki büyük temizlik, yine 1933 yılında Hitler’in iktidara gelişiyle birlikte Almanya’da ve giderek tüm Avrupa’da sürdürülmüş Yahudi katliamı, 1990’larda Ruanda’daki büyük etnik temizlik bunların en büyükleridir. Elbette, 1938 Dersim katliamı ve Irak-Halepçe’de Kürtlere karşı girişilen katliam da unutulamaz. Keza Stalin’in, II. Dünya savaşından sonra Kırım Türklerini topluca sürgüne göndermesi, doğrudan katliam denemese de, Ermeni tehciri gibi, tarihin en büyük ulusal tehcirlerinden biridir.
Uygurlara karşı Çin devletinin giriştiği katliamda iki yüze yakın insanın öldürülmesi, devletlerin yazdığı kanlı katliam tarihinin belleklerimizde bir kere daha canlanmasına neden oldu ve tarihe bir kanlı sayfa daha ekledi.
Çin devleti, 1949 yılında, Mao zedung’un önderlik ettiği Çin Komünist Partisi’nin ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun, milliyetçi Çan kayşek’i yenilgiye uğratmasıyla kurulmuştu. Ne var ki, bir devlet, isterse adı sosyalist olsun, kurulduğu andan itibaren, doğası gereği milliyetçidir. Ülke sınırlarıyla belirlenmiş bir alanı yöneten devlet, ister istemez milliyetçi olmak zorundadır. İsterse doğrudan milliyetçi söylemler yerine, “sosyalist anavatan” gibi söylemler kullansın (ki, aslında ve özünde bu da “sosyalistlik”le süslenmiş milliyetçi bir söylemdir), bu devlet ve onun bürokrasisi bal gibi milliyetçidir. 1970’li yılların sonunda, Amerikan emperyalizmine karşı savaşarak bağımsız devletler haline gelmiş Vietnam ve Kamboçya’nın milliyetçi bürokrasilerinin birbiriyle nasıl bölgesel hegemonya savaşlarına giriştiği hatırlardadır.
Devletlerin ve orduların en büyük görevi, içerdeki etnik azınlıkları ve altta kalmış sınıfların mücadelesini bastırmaktır. Ordular, esasen “iç düşman”a karşı silahlanmış ve konuşlanmıştır. Birinci görevleri, devlete karşı tehdit oluşturan ya da tehdit oluşturduğu iddia edilen güçleri bastırmaktır. “Vatan savunması” falan palavradır. Gerçek olan, devlet ve hakim sınıf savunmasıdır. Hitler, Avrupa’yı hiçbir ulusal ordunun direnciyle karşılaşmadan işgal etmiştir. Hitler’in ordularını yıpratan ve sonunda yenilmesine yol açan, ordular dağıldıktan sonra kurulan (ulusal polis kuvvetleri doğrudan Nazi’lerin hizmetine girmişlerdir) partizan birlikleridir. Sovyetler Birliği’nde de Nazi’lere en büyük kaybı verdiren, Sovyet Kızıl Ordusu değil, halk direnişin unsurları olarak görülebilecek partizan birlikleridir. Saddam’ın anlı şanlı ordusu da Amerikan-İngiliz işgaline karşı hiçbir direniş göstermemiştir. İçerde halka karşı o kadar zalim olan Irak ordusu, bir haftada dağılmış, eriyip gitmiştir. Direniş, ordu dağıldıktan sonra başlamıştır.
Şimdi Çin devletinin polisi ve ordusu Uygurlara kurşun yağdırıyor, kan döküyor. Türk Dışişleri Bakanlığı, “Çin’in içişlerine karışmayacağını” ilan ediyor. Buna rağmen Başbakan Tayyip Erdoğan, hangi nedenlerle olursa olsun, dışişlerinden farklı bir tutum takınıp katliamı açıkça protesto ediyor. Tayyip Erdoğan’a ne kadar karşı olursam olayım helal olsun diyorum!
Halkların mücadelesi, devletlerin vandalizmine son verip, devletsiz, sınırsız bir uygarlık, kültür ve barış çağını başlatabilecek mi?
Gün Zileli
12 Temmuz 2009
Read more: http://www.gunzileli.com/2009/07/12/vahset-ve-devlet/#ixzz3yuec4Qxr
@zapata kalp
aynen katiliyorum türkiyede isci sinifi veya köylü hareketi olmadi icin ancak sekülär kesim türkiyede bir devrim yapbilir
bu gerceyi butün sol hareket kabul edmezi gerek ama sorun
burada hep garipanlik duygular ille sanki bir isci sinifi yaratmaya calisiliyor.
70ler bu imkan vardi ama artik o günler geri gelmez türk islam sentezi yapacani yapti…..
köylü ve isci bizlerden koparildi bunu artik kabul etmek lazim,gezi tekrar yasanacaksa hazir olmak gerek.kendim yorulmadan bu sayfda hep birlesik bir sol,halk hareketi ve ideloijik tartismalardan kaciniz diye yalvariyorum…..evet yalvariyorum!!!
zaman aleyhimze isliyor,abd ve avrupa bizlere kesinkle destek cikmayacaktir hic bir belkentiniz olmasin!!! onlar bizler sadece strajedik ortaklariyiz.
silahli catismaya kesinklikle gitmeyin!!! cünkü kan kan ille beslenir.evet bedel ödenecek ama sonuc rüya gibi olacak.gezi türkiyeyi degistirdi sonuclar illerde görülecek,konumuz perincek idi aslinda……birakin sunlari irkci duce pozuntlari.
E.Sancak’ın Koz Ecza’ya girmesini ve devamının tesadüf ,yeteneklerinin de belirleyici olmadığını düşünüyorum.Özellikle devamında İngiliz sigorta şirketi Alliance ile birleşmesinin de rastlantı olmadığı kanaatindeyim.Küresel planların devreye girdiğini ve bir ölçüde sürdürüldüğünü düşünüyorum.Ayrıca bütün bunlardan D.Perinçek’inde uzak olduğunu sanmıyorum.K.Uygur olayı ise tam bir sipariş şi ya arkadan gelen bir bavulu var.
http://odatv.com/yalcin-kucuk-mossad-operasyonlarina-alet-oluyor-0402161200.html
Ne acınası bir hal.. Deli saçması…
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/475625/Turkiye_kan_agliyor…_Perincek__Hayatimin_en_mutlu_donemindeyim.html
**********************************
……..Tayyip Erdoğan’ın Amerika İsrail koridorunu bozmak için Rusya ile bir ilişki aradığı gerçek. Zaten bir yalanlama da olmadı. Rus uçağı düşünce o ertelendi. Rus uçağının düşürülmesi de Türkiye’nin Kürt koridoruna girmesini engellemek için yapılan bir oyun”…………..
“Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?” sorusuna ise Perinçek, şöyle cevap veriyor:
“Hayatımın en mutlu dönemlerindeyim diyebilirim. Türkiye’nin geleceğine güvenle bakıyorum. Birçok karamsar var Türkiye’de. Hiç karamsar bir süreçte değiliz. Bir vatan savunmasında Türk Silahlı Kıvvetleri büyük başarılar kazanıyor.
…. Üçüncüsü, borçlanma ekonomisinin Türkiye sonuna geldi. Türkiye üretim ekonomisine geçecek. Dördüncüsü, Türkiye Asya’da nefes almaya başladı. En büyük ticaret ortaklarımız, Rusya, Çin Almanya. Komşularımız ilişkiler bizi kardeşliğe zorluyor. Irak, İran, Suriye, Azerbaycan, bunlarla hem güvenliğimiz hem ekonomimiz için işbirliği yapmak zorundayız. Bunların hepsine toplam baktığımız zaman Türkiye Asya’daki yerine yerleşmeye doğru gidiyor. Bunların hepsine baktığmızda bunlar umut veren süreçler. Bunun için ben hayatımın en mutlu dönemini yaşıyorum.”
Gün abi, şu yazı çok ilginç: http://mehmetaliguller.com/2016/02/04/perincekten-vatan-savasina-duzeltme/
Mutlaka oku!
Okudum. M.A.Güller, oportünist manevralar peşinde. Perinçek’e açıktan tavır alamadığı sürece bu manevralarını sürdürecektir. Güller’in Perinçek’le dansı nihayetinde onun tasfiyesiyle sonuçlanacaktır.
Anonim 38’e…
yazının tümünü okumadım.. şu paragraf gözüme çarptı…
*******
Elif Çağlı süreci doğru okumanın nasıl mümkün olacağını şöyle özetlemiştir: “Yeni gelişmelere hazırlıksız yakalanmamanın yolunun, yaşanan zamanı doğru algılamaktan ve doğru bir siyasal tutum geliştirmekten geçtiği asla unutulmamalı. Bunu başarabilmek için de, işçi sınıfının bağrından yükselen bağımsız bir sınıf çizgisini var edebilmek, bu uğurda gereken devrimci sınıf duygusuna ve bilincine sahip olabilmek gerekiyor.” (Burjuva İktidara Karşı Mücadelede Sınıf Çizgisi, http://www.marksist.com, 30 Temmuz 2013)
**
Bırakın bu işe yaramaz retoriği.. Yakışmıyor. Aklı, bilgisi, deneyimi olan; tarihsel analiz yapabilen insanlara bu retorik, bu samimiyetsiz çok bilmiş, muğlak; kuran-ı kerim, kutsal hadisler kutsallığı beklenilen, içi boş söylemleri terk edin…
A. Öcalan retoriği.. Bir çuval laf.. “ne de derin ama…”
Şıracı, bozacı ilişkilerini bırakın; karşılıklı yağlama, yıkama samimiyetsizliğini…
Sosyalizmi mahveden bu iktidarcı, egocu samimiyetsizliktir…
“Tanrım!”
kafayı yiyeceğim..
Bu nasıl bir parazit’tir.
Tifüs bulaştıran bir Bit mi, sıtma yayan sivrisinek, vebaya sebep pire mi?
Bir parazitin yepyeni bir taşıyıcısı mı? Erdoğan’ın, Esad’la bağını kuracak örümceği mi?
Bir rezil, sefil kariyerist, şımarık büyütülmüş erkek egonun hezeyanlarına ait siyasal gevezeliklerinin anal sesleri mi?
Milyonlarca insanının sürüklendiği trajedi sürecinde “zart,zart” olarak duyulan bu sesler.. post’un-postu modern, ultra psikotik siyasetin ishali mi bu çıkartılanlar…
***
“Suriye devlet televizyonuna konuşan ve bunu partilerinin internet sitesinden yayınlayan Perinçek, “Türkiye deyince sakın Tayyip Erdoğan olarak düşünmeyin. Tayyip Erdoğan başka, Türkiye başka. Tayyip Erdoğan’ın Tayyibistan diye bir ülkesi var, Türkiye değil.” diye konuştu. Suriye dostu olmayanın Türkiyeci olamayacağını savunan Perinçek, “Suriye dostluğu Türkiye’nin vatan bütünlüğü bakımından, ekonomisinin gelişmesi bakımından şarttır. Onun için bir hareketin Türkiyeci olup olmadığına bakarken en önemli ölçülerden biri Suriye’dir. Suriye dostu ise o Türkiyecidir. Suriye düşmanı ise Türkiyeci değildir. Türkiye’nin de düşmanıdır.” diye konuştu….”
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/476386/Suriye_devlet_televizyonuna_konusan_Perincek__Erdogan_in_ulkesi_Turkiye_degil.html
perinçek partide tek adam değil mi? neden stalinizmin kitabına uygun davranıp hemen tasfiye etmedi güller’i?
Stalin’in, Zinovyev-Kamenev ve Buharin’le kaç yıl ittifak yaptığını unutmayalım. Onlar her zaman uygun zamanı kollar. Stalin’in kitabında hemen tasfiye diye bir şey yoktur. zamanında tasfiye vardır.
yine vah vah 🙂
44
Aynı şey sizin için geçerli değil anlaşılan.
Şıracı, bozacı ilişkileri yanlıştır ama siz hariç, sizi şahit gösterebiliriz.
Bu mantığa göre herkesin her söylediğine karşı çıkabiliriz. Bu yolun sonu agnostisizmdir.
“Bilindiği gibi, gerçek her yerde somuttur. Bu nedenle marksizmin tahlil metodu, daima ‘somut durumların somut tahlilidir’. Bunun dışında nesnel bilgi edinme yolu yoktur. Ama diyalektik yöntem kullanıyorum diye ‘somut durumların, somut tahlilinde’ tahlile tabi tuttuğun sorunu bıraktın mı hapı yuttun demektir. İşte o anda diyalektik yöntem, mekaniğe, senin dünya görüşün de, bilinemezciliğe dönüşür de sen hala Marksist diyalektikle sorunlara yaklaştığını zannedersin. Kısacası, ‘somut durumların, somut tahlili’ni kullanmaya kalkan, diyalektikten habersiz, çatısı dar mekanik kafaların düşeceği kaçınılmaz yer, ‘agnostisizm’dir. Oysa Marksist diyalektik ‘somut durumların, somut tahlilinden’ objektif bilgi teorisine geçer.” (Mahir Çayan)
A pardon, yine başkasının söylediklerini referans gösterdim değil mi? Şıracı, bozacı durumuna düştük yine.
https://twitter.com/yetti_lan/status/697145978072211456
http://odatv.com/perincekin-mossad-suclamasina-ne-yanit-verdi-0902161200.html
http://www.postmedya.com/analiz/erdogan-in-aksam-daki-muhafizi-kayahan-uygur-perincek-in-eski-sag-koluymus-h121412.html
Bu yazıda Yalçın Küçük’ün bana atfen söyledikleri tamamen palavradır. Bu konuda gerekli tweetledi de attım zaten.
Yalçın Küçük, OdaTv’de, kitaplarımda, Doğu’nun annesi Lebibe hanım için “Yahudi asıllıdır” diye yazdığımı söylemiş. Yalan ve yanlış bilgi. +
İnsanların milliyetleriyle uğraşmak ulusalcı paranoyakların işidir. Kendim de dahil hiç kimsenin milliyetini merak etmem. Böyle tek bir++
satırım gösterilemez. Buradan yalanlamış olayım.
http://www.gunzileli.com/2004/05/01/mezar-tasiniz-sizi-ele-veriyor/
Bu haberde de haberi yazan akrabalık ilişkilerini karıştırmış. Neyse, uyardım da düzelttiler,
“İnsanların milliyetleriyle uğraşmak ulusalcı paranoyakların işidir. Kendim de dahil hiç kimsenin milliyetini merak etmem.”
demişsiniz sn. Zileli.
Evet, bunun ne kadar çirkin bir şey olduğu ortada.
Peki ama bu tür suçlamalar bazen duruma göre iyi sonuçlar da veremez mi?
RTE ve AKP’nin bu kadar güçlü olduğu bir dönemde, RTE’nin kökenine dayanan bir karalama kampanyası başlatıldığını farzedelim. Bunun onu zayıflatması iyi olmaz mı? Diktatörlüğe karşı mücadelede meşru bir yöntem değil midir?
hayır, demagoji sonuçta onu kullananı vurur. Yalan ve iftira ya da ırkçı söylem üzerine devrimci politika olmaz.
Bir bilgi hatasını da biz düzeltelim. “(…) ulusalcı paranoyakların işidir.” demişsiniz ama Yalçın Küçük hoca ulusalcı falan değildir; ulusalcıların da Kürtlerin de yakından takip ettiği ve etkilendiği ender sosyalist aydınlardan biridir. Yalçın Küçük hayatının hiçbir döneminde MDD veya benzeri bir stratejiyi savunmamıştır. Sizin daha yeni yeni “Maocu Bozkurt” olduğunuz dönemlerde Yalçın Küçük MDD’nin bütün tarih tezlerini çürütmüştür.
Sabetayizm meselesine gelecek olursak… Yalçın hoca kendi ailesinin köklerinde ve yakın arkadaş çevresinde (Musa Anter, Behice Boran) de Sabetayistlerin bulunduğunu övgüyle anlatır. Kitaplarında Sabetayistlerin Osmanlı-Türkiye Aydınlanma tarihine yaptığı katkıları da anlatır; Sabetayistliği default olumsuz bir özellik olarak anlatmaz, onların tamamını eleştirmez. Sabetayistler arasında ufak bir kliğin Türkiye oligarşisi içinde ağırlıklı bir yer tutarak onların kendi geçmişindeki ilerici geleneklere sırt çevirdiğini ve gerici / halk düşmanı bir karaktere büründüğünü anlatır.
Bir başka Yalçın Küçük tablosu. Ama ne yazık ki gerçekle ilgisi yok.
“Maocu bozkurt”, 1970’lerde İGD’li Sovyet yanlılarının Maoculara taktığı addı. Maocuların onlara taktığı “sosyal faşist” adı ne kadar yanlışsa bu ad da o kadar yanlıştır. O dönemlerin ideolojik paranoyalarını yıllar sonra yeniden üretmenin alemi yoktur. Tırnak içinde yazmak durumu kurtarmıyor.
Ayrıca ben “ulusalcı paranoyak” derken Yalçın Küçük’ün adını anmamış ve doğrudan onu da kastetmemiştim. Siz neden onun adına alındınız ki.
Yalçın hoca Perinçek’i duvardan duvara vuruyor:
https://www.youtube.com/watch?v=gexBmmKcMoY
https://www.youtube.com/watch?v=dHcKv6v_I3M
https://www.youtube.com/watch?v=LFYsql20VdQ
https://www.youtube.com/watch?v=N2GwpTTIWUc
yok canım, tam tersine, çok çekingen bir hali vardı. Ayağına gelen paslara şut bile çekmedi. Ayrıca karşı tarafa birçok açık verdi. İstiklal marşı tartışmasında tamamen çuvalladı. Hendekler ve cemaat tartışmasında görece doğru bir yerdeydi ama fikirlerini çok çekingence ileri sürdü.
doğu perinçek-tayyip erdoğan ittifakı
akp-cemaat ittifaki
akp-liberaller ittifakı
akp-merkez sağ ittifakı
akp-mhp ittifakı
akp-kürt hareketi ittifakı
gibi bir ittifak çeşidi. akp’nin başarısı iktidarı süresince değişik gruplarla ittifak yapabilip yeri geldiğinde ittifak yaptıklarını harcayarak yeni müttefikler bulabilmesi.
akp bir çıkar örgütü olarak bugün perinçek’le yarın başkasıyla ittifak yapar. sorun akp’de değil hala aymazca ona yanaşıp ittifak yapanlarda.
https://eksisozluk.com/entry/58965245
Maocu bozkurt ve sosyal faşist adları neden yanlış ki Gün Abi? Yukarıda öyle cevap yazmışsın bir arkadaşa.
Bu iki ad, 1970’li yıllarda moskovacılarla pekincilerin birbirine taktığı ideolojik yaftalardı. Oysa ikisi de faşist falan değildi. Şimdi sor her birine, yanlıştı derler.
Yetmişlerdeki sovyetik solculara faşist denmesi elbette yanlış olur. Ama o dönemin aydınlık hareketi, solcuları ihbar eden bir siyaset güttüğü için faşist olarak adlandırılmayı hak etmiyor mu?
Hayır. İhbarcılık yapmıştır denebilir ama bu otomatikman faşist olduğu anlamına gelmez.
Ah gün ahgünah. yazik bu ne düsmanlik böyle. AKP ile Vatan Partisi ittifak yap mis mis. Perincek yillardir F tipini hedef almistir. AKp nin mecburiyetlere mahkum oldugunu yaziyor. Gönüllü degil mecbur. Bunu anlamamak bence cok mantiksiz. Sizin gercekten Emperyalizm diye bir derdiniz yok. 50 sene sonra dünya nasil olacak onunlada ilgilenmiyorsunuz. Örnek alalim laiklik meselesini Kemalist burjuva devriminin kazanimiydi. Bittigi gün ne olacak ne yapacak bizim akli evveller bakalim görecegiz. Her kazanilan bir mevzi kaybedildiginde avrupaya siginmaya yerde kalmayacak.
“sığınmaya yer de” olacak. de ayrı yazılmalı.
Erdoğan’ın Ulusalcı Müttefikleri
Selim Fuat
Türkiye önemli, sarsıcı değişimlerin yaşandığı bir süreçten geçiyor. Kapitalist sistemin derinleşen krizi, Türkiye’nin emperyalist savaşın içine giderek daha fazla çekilmesi ve Kürt ulusal mücadelesinin geldiği düzey, burjuva düzeni bir olağanüstü rejime yönlendiriyor. Erdoğan liderliğinde bütünleşen bir burjuva kesim, sahip oldukları iktidarı elde tutmayı bir ölüm-kalım mücadelesine dönüştürdü. Bu yüzden burjuva düzenin kuvvetler ayrılığına ve denetleme mekanizmalarına dayalı olağan işleyişi, Erdoğan eliyle her geçen gün daha da fazla sekteye uğratılıyor. Faşist tırmanışa özgü gelişmeler, yani toplumu pasifize eden uygulamalar, otoriterleşmenin yükselmesi, baskılar, katliamlar Türkiye’de siyasetin temel özellikleri haline geldi.
Söz konusu faşist tırmanış, Türkiye’de daha önce yaşananlardan farklı olarak, bu kez sivil tabanı olan bir hareket tarafından biçimlendiriliyor.Erdoğan tarafından yıllardır uygulanan siyasi taktikler, manevralarla ve yaratılan korkularla kutuplaştırılan toplum kesimlerinin bir bölümü, bu kez de sivil faşist tırmanışın kitle tabanı olarak kullanılmak isteniyor. Toplumun Erdoğan’ın politikalarını desteklemeyen kesiminin çoğunluğu ise çeşitli yöntemler ve taktiklerle manipüle edilerek pasifize ediliyor, yılgınlığa sürükleniyor ve sindiriliyor. Böylelikle de politik olarak etkisizleştiriliyor. Yani faşist tırmanış bir yandan bu yükselişe destek verenleri Erdoğan liderliği etrafında konsolide ederek, diğer yandan da muhalif kesimleri baskı altında tutup, manipüle edip etkisizleştirilerek ilerliyor. Erdoğan ekibi tarafından, her iki kesime yönelik olarak sürdürülen politik propaganda ve taktikler bu amaca hizmet edecek bir çerçeve içinde geliştiriliyor.
Dolayısıyla faşist yükselişe bel bağlamış burjuvalar açısından, Erdoğan’a muhalif olan ya da uzak duran kesimlerin etkisizleştirilmesi de bu tırmanışın sürdürülebilmesi için büyük önem taşıyor. Bu bakımdan Erdoğan ve ekibinin özellikle önemsedikleri ve hedef aldıkları, CHP etrafında toplanan ya da toplanabilecek muhalif kesimlerdir. Çünkü Kürt hareketi ve demokratik talepler etrafında bir araya gelen kesimler ile CHP’nin etrafında toplanma eğilimindeki Erdoğan karşıtı kesimlerin ortaklaşabilecekleri bir muhalefet, Erdoğancı cephe açısından tehlikeli gelişmelerin önünü açacak bir potansiyele sahiptir. Bu yüzden, Erdoğan’ın karşısında yer alan kesimlerin kafalarının karıştırılması ve manipüle edilmesi, geriliklerinin beslenmesi, bu yollarla yılgınlığa sürüklenmesi ya da hareketsizleştirilmesi gerekmektedir. Amaç bu kesimlerin siyaseten bloke olmalarını sağlamaktır. Böylelikle Erdoğan ve ekibinin kurumsallaştırmaya çalıştıkları faşist rejim için yükseltilen tırmanış sırasında bu kesimlerin yaratabileceği pürüzler de ortadan kalkacaktır.
Bu politik etkinin sağlanabilmesi için, çeşitli anlaşmalar yapılarak bazı siyasi figürlerin ve ekiplerin önü açılmıştır. Kürtlere karşı yürütülen savaşın şiddetlendirilmesi, Erdoğan’ın ulusalcı yapılarla ittifaklar yapabilmesinin de zeminini yaratmıştır. Nitekim Gülen cemaati ile kurduğu ittifakın bozulmasının ardından Erdoğan, bu kesimlerle yakınlaşmış ve zamanla çeşitli konularda birlikte hareket etmeye başlamıştır. Perinçek, Baykal ve Feyzioğlu gibilerin bir süredir siyaset sahnesinde oynadıkları roller bu durumla yakından ilgilidir. Ulusalcı ve devletçi cenahın güzide kadroları olan bu isimler, siyaseten düşman olduklarını söyledikleri Erdoğan’la meşreplerine uygun işler çevirmekte, Kürt düşmanlığına dayanan politik tutumları ve devlet bürokrasisinde yeniden ağırlık kazanma stratejileri temelinde Erdoğancı kadroyla birlikte davranmaktadırlar.
Faşist yükselişin harcı Kürt düşmanlığı ile karılıyor
Kürtlere karşı yürütülen haksız savaş sırasında egemenlerin sürdürdükleri karartmalar, çarpıtmalar ve yalanlar, kitlelerin faşist tırmanışa destek vermelerinde birinci derecede önemli rol oynamaktadır. Milliyetçilik zehri sayesinde faşist tırmanışın kitle tabanı beslenmektedir. Aynı şekilde, Erdoğan’a tepki duyan, mesafeli duran kesimlerin önemli bir bölümü de bu zehirle, Kürt düşmanlığı ile paralize edilmiş haldeler. Bu kesimlerin Kürtlere karşı yürütülen savaşa destek verir hale getirilmesi, Erdoğan’ın faşizmi tırmandıran politikaları karşısında seslerinin kısılmasına, ona karşı olan muhalefetin etkisizleşmesine yol açtı. Bu noktada, Erdoğan’a yeni müttefikleri önemli katkılar sağladılar.
Yeni müttefikler, yani ulusalcılar olarak adlandırılan müesses nizamın önde gelen kadroları, kritik pek çok meselede, ona karşı muhalefeti geriletecek doğrultuda, Erdoğan’ın değirmenine su taşıdılar. 17-25 Aralık süreciyle birlikte, ama özellikle Kürtlere yönelik savaşın yükseltilmesinin ardından Perinçek; 7 Haziran seçimlerinden sonra Meclis’in bloke edilmesi sırasında Baykal; akademisyenlere karşı öfkeleri köpürtme manipülasyonları esnasında Feyzioğlu, ittifakın gereği olarak üzerlerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirdiler. Erdoğan’a mesafeli kesimlerin muhalefetini milliyetçi salvolarla sindirdiler, gerilettiler.
Örneğin, Erdoğan’ın ulusalcı müttefiklerinden gösteri yapmaya en hevesli olanı Perinçek, Erdoğan yanlısı medyada defalarca boy göstererek, “muhafazakârlarla vatan cephesini kurduklarını” ilan etti. “AKP yönetimi, açılım siyasetinden vazgeçti ve Vatan Partisi’nin yıllardır savunduğu mevziye geldi” diye yazdı. Erdoğan’a verdiği desteğin gerekçesini ise şöyle açıkladı:
“Acaba Vatan Partisi olarak ne yapsaydık, Tayyip Erdoğan ile aynı cephede olmamak için, PKK’nın ve ABD’nin yanına mı geçseydik? Yıllardır savunduğumuz Bölücü Teröre karşı devletin yaptırım gücünü etkili olarak kullanma siyasetini bırakıp, biz de CHP gibi Açılımcı mı olsaydık? Tayyip Erdoğan ile yan yana gözükmemek için, ABD’nin kara gücüyle el ele mi verseydik? Amerikancı güçlerin, PKK’nın, Fethullah Terör Örgütü’nün ve CHP’nin bizden istediği buydu. (…) Vatan savaşını kazanmak için AKP hükümetini ve Tayyip Erdoğan’ı yanımızda mı tutmalıyız? Yoksa düşmanın yanına mı itmeliyiz? Daha basit soralım; vatan savaşını Tayyip Erdoğan düşman tarafında olsa mı daha kolay kazanırız? Yoksa Türkiye tarafında olsa mı?”
Bütün bunları söylerken de özellikle CHP’nin politik taktiklerine yüklendi:
“CHP yönetiminden yayılan bir propaganda savaşı yürütülüyor. Özü şu: Bugün PKK terörüne karşı yürütülen harekâtlar, Tayyip Erdoğan’a seçim kazandırmak içinmiş! Örneğin Bekir Coşkun’a göre, «Sadece 13 yıl ateş keserek kazanan adam, bu kez de ortalığı ateşe vererek kazanacak.» (Sözcü, 29 Temmuz 2015) Bekir Coşkun, 7 Haziran seçimlerinde HDP’yi destekleyerek yola çıktı, en sonunda PKK terörüne karşı mücadeleyi «ortalığı ateşe verme» eylemi olarak görme konumuna geldi. Bu durumda Mehmetçik «ortalığı ateşe vermek için» şehit oluyor! Yine Uğur Dündar, Mehmet Türker, Emin Çölaşan da tıpkı Bekir Coşkun gibi, PKK terörüne karşı operasyonları, «Tayyip Erdoğan’a oy kazandırma» gayreti olarak görüyorlar. Binbaşılar, astsubaylar, polisler, uzman çavuşlar, vatan bütünlüğü için değil, Tayyip Erdoğan’a seçim kazandırmak için can vermiş oluyorlar (Sözcü, 29 Temmuz 2015). Bu durumda şehit ve gazi yok, yalnız Niyazi var!
“Bu arkadaşlarımız ne yapmak istiyor, okuyucularına neyi anlatıyorlar? Bu yazılardan etkilenen vatandaş ne düşünür, nasıl davranır, hiç düşünmüyorlar mı? Okuyucu, «O ki bu savaş, Tayyip Erdoğan’a oy kazandırmak için yürütülüyor, o zaman bana ne!» demez mi? Okuyucu, PKK terörüne karşı mücadeleyi «ortalığı ateşe verme», «ülkeyi kan gölüne çevirme» olarak görünce, Mehmetçiğin arkasında millet desteği diye bir şey kalır mı? Niyetleri tartışmıyoruz, hepsi tanıdığımız, vatanseverliğinden kuşku duyulmayacak yazarlarımız. Ancak bilinçler Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla taşlaşınca, yürekler Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla mühürlenince, insanlar tanınmaz hale geliyorlar. Bu arkadaşların etkilediği insanlar, acaba haberleri hangi duygularla izliyorlar? Kuzey Irak’ta PKK mevzilerini bombalayan Türk Hava Kuvvetleri başarılı olursa, Tayyip Erdoğan oy kazanacak, öyleyse başarısız olsun! Diren PKK, Tayyip Erdoğan oy kaybetsin!!! PKK terörüne karşı mücadele, Tayyip Erdoğan’a seçim kazandıracaksa, o zaman PKK kazansın bu savaşı!!! Daha doğrusu ABD kazansın!!! Varacağınız yer başka neresidir, söyler misiniz?”
Perinçek, bu yaklaşımlarıyla, CHP’lileri “ya Erdoğan ya PKK” açmazına sıkıştırmaya çalışıyordu. Erdoğan karşısındaki muhalefeti parçalamak için etkili bir propagandaydı bu. Çünkü milliyetçilikle zehirlenmiş kesimleri susturmanın, geriletmenin en etkili yolu onları PKK’nin politikalarına hizmet ediyor oldukları kuşkusuna itmekti. Perinçek’in bu yöndeki katkısını çok önemseyen Erdoğan da, onu gündemde tutmak, etkili kılmak için her türlü desteği verdi. Perinçek’in gazetesi Aydınlık, Erdoğan’ın amiral gemisi Sabah grubu tarafından dağıtıldı, desteklendi. Perinçek kendisinden yıllarca tiksintiyle bahsedenlerin televizyonlarına konuk oldu, gazetelerinde uzun röportajları yayınlandı. Nihayetinde o da, bu röportajların birinde, “Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz” sorusuna, “Hayatımın en mutlu dönemlerindeyim diyebilirim” yanıtını verdi. Anlaşılıyordu ki, ittifak tüm taraflarını mutlu etmişti.
Baykal da, 7 Haziran seçimleri sonrasında Erdoğan’ın hükümet kurulmasını engelleme taktiklerinin uygulanmasında büyük başarılar göstererek Erdoğan’ın ulusalcılarla kurduğu ittifakta kendisine düşen rolün hakkını verdi. AKP’nin dışında kalacağı bir hükümetin kurulmasına yönelebilecek çalışmaları daha başında baltalayıp, ilginin başka noktalara kaymasını sağlayarak Erdoğan’a zaman kazandırdı. Muhtemelen de müesses nizam ile Erdoğan arasındaki ittifakın önemli kanallarından biri olarak çalıştı.
Nitekim başka kritik durumlarda da Baykal piyasaya çıkarak CHP’yi bu ittifakın ihtiyaçları doğrultusunda hizaya çekmekten geri durmadı. Örneğin, Suriye’de zor duruma düşen Erdoğan’a “Halep-Azez hattının açık tutulması için yapılan bombalamalar doğrudur” çıkışıyla destek verirken de bir yandan parti yönetiminin kulağını büküyor, “Halep Sünni İslam kentidir. Bu kenti Rusya’nın, Esad’ın himayesine teslim etmek üzerine bir politikayı çok ciddi sorgulamak lazım” diyordu. Ayrıca konuşmasına “Şiddet ve Kürt sorunu ayrımını herkes yapmıyor. Öyle bir nokta ortaya çıktı ki, bizim içimizde bazı arkadaşlar bu konuda çizgiyi HDP çizgisine taşıyan açılımlar içine girdi” sözlerini ekleyerek, partinin Erdoğan’ın çizdiği politikanın sınırları içerisinde davranmayan unsurlarına parmak sallayarak, yönetimi de bu hususta dikkatli olmaya çağırıyordu.
Erdoğan’la ulusalcı cenahın kurduğu ittifakta, Erdoğan’a bir başka belirgin destek de Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’ndan geldi. Çorum Barosu’nun 64’ncü kuruluş yıldönümünde konuşan Feyzioğlu, “Barış İçin Akademisyenler” grubuna yönelik olarak Erdoğan’ın başlattığı lince katıldı. “Şunu hep birlikte söylemek zorundayız: Devlet yıkılırsa herkes, hepimiz altında kalırız. Devlet yıkılırsa ne adaletten, ne gelecekten, ne refahtan, ne insan haklarından, ne de aydınlık bir gelecekten söz edebiliriz” diyerek devleti yıkmak isteyenlere karşı birlik olmak gerektiğini söyledi. “Bu noktada kanlı terör örgütü PKK’ya bir cümlecik dahi aleyhte konuşmadan sürekli, ama sürekli Türkiye Cumhuriyeti’ne söz söyleyenleri mütakere döneminin işgal altındaki İstanbul’un sözde aydınlarının kalıntıları olarak niteliyorum” diye de ekledi.
Kürt halkına karşı yükseltilen savaşta uygulanan zulme karşı tepkilerini ortaya koyan akademisyenlere Erdoğan hangi tondan ses veriyorsa, Feyzioğlu da aynı makamdan eşlik ediyordu. Kısa süre önce birbirine düşmüş olan bu zevat, söz konusu Kürt halkının ezilmesi olunca tereddüt etmeden aynı koronun elemanları oluyorlardı.
Velhasıl, Erdoğan’a verilen böylesi kritik destekler, Erdoğan ile müesses nizamın kadim savunucuları olan ulusalcıların bu dönemde kurdukları ittifakı açık biçimde ortaya koymuştur. Erdoğan ve ekibi savaşı körüklemekte ve buna eşlik eden anti-demokratik uygulamaları alabildiğine yaygınlaştırmakta, onun ulusalcı müttefikleri de buna hizmet edecek propagandayı yükseltmektedir. İlerletmeye çalıştığı faşist tırmanış sürecinde epeyce yol alan Erdoğan’ın eli, burjuva muhalefetin bir bölümünü kontrol etmek bakımından bu ittifak sayesinde epeyce rahatlamıştır. Kürt halkının haklarını tanımama konusunda devletin yıllardır sürdürdüğü baskıcı yöntemlere destek verse de Erdoğan’ın politikalarına mesafeli olan belirli kesimler, ulusalcıların etkisi altında pasifleşmiş, devre dışı kalmıştır.
Sonuçta ulusalcılar uğursuz tarihsel rollerini yine oynamaktadırlar. Sol görünümlü de olsalar, hatta kimileri sosyalistliği kimselere bırakmayan pozlar da kesseler, devletçilik ve milliyetçilikle malûl politikaları, yükselen faşizmin sağlam dayanakları olmuştur. Bunların sol siyasetle hiçbir ilişkisinin olmadığı da bu tutumları ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Hele, 70’li yıllarda devrimci gençlik hareketinin bir bölümünü etkileyen, sonra da yıllarca “İşçi Partisi”nin lideri olarak siyaset sahnesinde arzı endam eden Perinçek, İtalya’da Sosyalist Parti’nin yayın organı Avanti’nin başyazarlığına kadar yükselmiş ama faşist rejimin de kurucusu olmuş Mussolini’den aşağı kalmayan bir politik şahsiyet olduğunu her dönemde olduğu gibi şimdi de ortaya koymaktadır.
Hangi soslara bulanmış olurlarsa olsunlar, milliyetçi ve devletçi politik çizgiler her zaman burjuvaziye hizmet ederler. Sonuçları ortaya çıkmış pek çok tarihsel örnek de, bugün Türkiye’de yaşanan gelişmeler sırasında gördüklerimiz de bunu doğrulamaktadır.
http://marksisttutum.org/erdoganin_ulusalci_muttefikleri.htm