Attilâ İlhan Selçuk
Ölenlerin arkasından yazı yazmayı sevmem. Objektif olamama kaygısıdır bunun nedeni. Sıcak duygularını ortaya döksen başkalarına göre çok duygusal kaçabilirsin. Öveyim desen, sırf öldüğü için bunları yazdığın düşünülebilir. Eleştireyim desen, ölünün arkasından konuşuyor konumuna düşebilirsin. “Şimdiye kadar aklın neredeydi, ölünce mi aklına geldi bütün bunları söylemek” diyebilir haklı olarak birileri. Gerçi sessiz kalsan, bir şey yazmasan, bu sefer de, “aslında yazarsa kötü yazacak da onun için yazmıyor” diye düşünebilir bazıları. Anlayacağınız, ölüm kötü bir olay. Ölenin arkasından bir şeyler yazmaksa bu kötülüğü aratmayacak zorlukta.
Gerçi Attilâ İlhan öleli beş yıl oluyor. O zamandan beri bazen aklıma gelirdi bu büyük yazar ve şair hakkında bir şeyler yazmak. Ölümünden yedi yıl kadar önce, bir yazımda (“Galiyev Üzerinde El Sıkışmak”, Birikim, sayı: 111-112, Temmuz-Ağustos 1998) onun ulusalcı tezleriyle her ne kadar karşı karşıya gelsem ve şiddetle eleştirsem de, Attilâ İlhan’ın şairliğine ve roman yazarlığına (ilk romanlarına) olan hayranlığımdan hiçbir şey eksilmedi.
Bu yazı aslında bir anma yazısı değil. Her ikisi de 1925 doğumlu, benden 21 yaş büyük olan ve bir anlamda öğretmenlerim olarak gördüğüm Attilâ İlhan’la, daha geçen ay kaybettiğimiz İlhan Selçuk’un şahıslarından ve yazarlıklarından hareketle yazarlık ve politika üzerine bir yazı yazmak niyetim.
Attilâ İlhan iyi bir şair ve yazar olduğu kadar kötü bir politika teorisyeni; İlhan Selçuk ise, akıllı ve ihtiyatlı bir politika stratejisti olduğu kadar kötü bir yazardı. Açıklamaya çalışayım.
Attilâ İlhan, büyük bir aşk, gençlik, kent şairi ve yazarıydı. Neredeyse tüm şiirleri eşsiz güzelliktedir. Gençliği, aşkı ve kentin gizemini bulursunuz o şiirlerde. İlk iki romanı, Sokaktaki Adam (1953) ve Zenciler Birbirine Benzemez (1957) de öyle. Attilâ İlhan’ın insanı büyüleyecek güzellikteki bu iki romanının ötesindeki romanları başarısızdır. Attilâ İlhan’ın bu gençlik dönemi romanlarından, şiirlerinden aldığınız o eşsiz tadı alırsınız. Kentin, aşk ve macerayla yoğrulmuş genç insanını bulursunuz bu iki romanda. Sizi müthiş bir aşk ve hayat rüzgârıyla anaforuna alıp savurur. Hayatın genç ve dinç tadı sizi sert bir içki içmişçesine çarpar.
1960’lardan itibaren Attilâ İlhan’ın şiirleri seyrekleşir. Romanları (örneğin Kurtlar Sofrası) o aşk dolu gencin, orta yaşlara gelip politikleştiği ölçüde aşktan uzaklaşıp “kurt”laştığına tanıklık eder. Hâlâ gençlik rüzgârlarının zayıflayan esintilerini hissedersiniz ama gençliğin o özgürlük kokan delidoluluğu, yavaş yavaş hafif külhanbeyi bir politikleşmiş aydına bırakmaya başlamıştır yerini.
Attilâ İlhan’ın yazarlık çizgisi, bundan böyle gittikçe kalınlaşan ve koyulaşan bir çizgi halinde politikaya evrildi. 1970’li yıllarda hapisteyken, ara sıra elime geçen Demokrat İzmir gazetesinde makalelerini okurdum. Kemalist bir sosyal demokrat profili veriyordu bu makelelerde. Fazla akil ve akıl vericiydi. 1970 yılında yazdığı Hangi Sol kitabını ne yazık ki, ancak 1980 sonrası ortamda okuma olanağı bulabildim. Bu kitaptaki yazıları bir hayli iyiydi. Yine fazla akil ve akıl verici olmakla birlikte, 1970’ler solunun Stalinist rüzgârını göğüslemeye ve solun önyargılarını kırmaya yönelik yazılardı bunlar. Geçenlerde bir sahafta rastladım bu kitaba. Üstümde on liram olmadığı için alamadım. Yeniden okumak isterdim, bugün bana daha da ilginç gelen, yakından ilgilendiğim konular olduğunu gördüm “içindekiler” kısmına bakınca.
Bu böyle olmakla birlikte, Attilâ İlhan’ın, 1980’den sonra daha da sağa kaydığını, bir Kemalizm teorisyeni olmaya doğru evrildiğini düşünüyorum. Bu politik teorisyenlik, Attilâ İlhan’ın en reaksiyoner yanıydı ve onu ömrünün sanırım son on yılında sağcı-Kemalist bir muhafazakâra dönüştürdü.
Bununla kalsa yine iyi. 1990’lı yılların sonuna doğru Attilâ İlhan, “sol” fikirlerle harmanlamaya çalıştığı bir Kemalist-Türkçü haline geldi ve bugün “ulusalcılık” dediğimiz akımın politik teorisyeni olarak temayüz etti. Evet, “ulusalcı cephe” fikriyatının babası herkesten önce Attilâ İlhan’dır. Üstelik, bugünkü ulusalcıların kavrayamayacağı ölçüde bir “geniş” görüşlülükle yerine getirmiştir bunu. Geniş görüşlülük derken anlatmak istediğim şudur: “Emperyalizm”e karşı ulus-devleti savunmak üzere, ülkücüleri ve solcuları aynı cephede birleştirmeye çalışmakla yetinmemiştir Attilâ İlhan. Bu cepheye İslamcıları da katmaya çalışmıştır. Laiklik kanalından ordunun Atatürkçülüğüne oynayan bildiğimiz ulusalcıların kavrayamayacağı ya da kucaklayamayacağı kadar geniş bir cephe önerisidir bu: Bir köşesinde laiklikle ve solculukla barışmış Türkçülerin, diğer köşesinde Türkçülükle ve İslamcılıkla barışmış solcuların, üçüncü köşesinde ise solculukla ve Kemalizmle barışmış İslamcıların yer aldığı bir üçgen. Attilâ İlhan’ın geniş cephesinin orijinalliği burada yatar.
Bu öneri orijinal olmasına orijinaldir ama bu, Attilâ İlhan’ın, ömrünün son yıllarında, eski maceralı gençlik yıllarının güzelim şiirlerini ve romanlarını çok uzaklarda unutmuş, politikleştiği ölçüde yazarlığını da köreltmiş kötü bir politik stratejist haline geldiği gerçeğini ortadan kaldırmaz.
İlhan Selçuk da benim gençlik dönemimin yazarıydı. Çetin Altan’la birlikte, her gün sıkı sıkıya takip ettiğim iki yazardan biriydi. Öyle ki, o yıllarda (1964) bir yandan Sait Faik’i taklit eden öyküler yazarken, bir yandan da İlhan Selçuk’u taklit eden “siyasi” makaleler yazmaya özeniyordum. 1960’lı yılların ilk yarısındaki ilk anti-emperyalist gençlik gösterilerinde, İlhan Selçuk, bizlerin yol gösterici yıldızı gibiydi.
İlhan Selçuk’un Yüzbaşı Selahattin’in Romanı gibi romanlarını okumadım. Okumadan konuşmak gibi olmasın ama İlhan Selçuk kadar istikrarlı bir karakterden, onun tam zıddı delişmen bir karakterde olan Attilâ İlhan’ınki gibi ruhları ayağa kaldıran romanlar beklemek hata olur gibi geliyor bana.
İlhan Selçuk, 60 yıl köşe yazarlığı yapmış Refii Cevat Ulunay’ı saymazsak, üstelik de aynı gazetede, aynı köşede ve aynı başlık (Pencere) altında 47 yıl boyunca yazılar yazarak muazzam bir istikrarlı yazarlık performansı göstermiştir. Ne var ki, eğer beyniniz, aynı İlhan Selçuk gibi durmamış ve donmamışsa, bir süre sonra, her gün aynı makaleyi okuduğunuz izlenimine kapılmanız ve artık “Pencere” köşesine bakmamaya başlamanız kaçınılmazdı. Ben de İlhan Selçuk’u 1965 yılından sonra okumamaya başladım. Son yıllarda ara sıra elime geçenCumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasındaki “Pencere” sütununa gözüm iliştiğinde, bu köşeyi sadece, “acaba 40 yıl önce yazdığı şeyleri yazmaya devam ediyor mu” merakıyla okumaya teşebbüs ettim sadece ve makalenin yarısına geldiğimde okumayı bıraktım. Evet anlamıştım, aynı şeyleri yazmaya devam ediyordu bıkmadan.
Bir yazarın istikrarı ve ilkeliliği bir anlamda övgüye layıktır ama böylesi bir “tutarlılığın” da aynı zamanda yazarı muhafazakârlaştırdığını, içten içe kuruttuğunu, kurumuş ve içi boşalmış bir böcekten farksız hale getirdiğini de unutmamak gerekir. Ruh yoksa yazarlık da yoktur.
Ama ruh yoksa politikacılık ya da politika stratejistliği pekâla var olabilir. Hatta belki de bunlar bir ölçüde ruhsuzluğu gerektiren mesleklerdir. İlhan Selçuk hiçbir zaman bildiğimiz anlamda politikacılığa tevessül ve tenezzül etmedi. Her zaman bir politika yazarı olarak, batan gemisinin kaptan köşkünden ayrılmayı reddeden sorumlu ve şerefli bir kaptan gibi, gazetesinin yönetiminde kaldı. Tabii, bu görevi yerine getirirken kimleri harcadı, kimlere haksızlık etti, yakından ve iç yüzünü bilmediğim olaylar hakkında fikir ileri sürmem mümkün değil ama böyle şeylerin olmuş olabileceğini en azından teorik planda tahayyül etmek zor değil. Bu arada, 12 Mart döneminde bizzat uğradığı haksızlığı belirtmeden geçmemek gerekir elbette. 12 Mart döneminin Amerikancı-sağcı paşalarından Memduh Tağmaç-Faik Türün çetesinin önayak olmasıyla tutuklandı ve meşum Ziverbey Köşkünde işkenceye uğradı. Bütün bu badirelerden onuruyla çıkmasını bilmiştir.
İlhan Selçuk da, Attilâ İlhan gibi, 1990’lı yıllarda, ülkücülerle ve MHP’lilerle barış yanlısı oldu. Hatta, hatırladığım kadarıyla, bundan on- on iki yıl önce MHP’lilerle görüşüp onları “vatansever” ilan etti. Neyse ki bu konuda çok fazla ileri gitmedi, belki de sağ kesimden umduğu cevabı alamadı. Bununla birlikte, aynı Attilâ İlhan gibi, bugüne kadar ulusalcı bir cephe için çaba gösterdi.
Seksen yaşının üzerindeyken AKP iktidarının polisi tarafından sorgulanması elbette iktidarların her zamanki işgüzarlığının ürünüydü. Buna rağmen soğukkanlılığını korudu, hatta ihtiyatı her zaman elde tutan bir politik stratejist olarak, AKP’nin aba altından sopa gösteren tutumu karşısında fazla belli etmeyen bir geri çekilme stratejisi bile izledi. Bir politika stratejisti ve taktisyeni olarak belki de doğrudur bu yaptığı, onu bilemem ama bu tutum, “delikanlı” kültüründe “korkmak” olarak değerlendirildiğinde, buna ne cevap verilir, onu da bilemem. Zaten politik stratejistlikle ruhsal enginlik ve şövalyelik pek bağdaşır şeyler değildir. Makyavel, böylesi ruhsal coşkuları elinin tersiyle iterdi bir kenara.
Gün Zileli
8.7.2010
Ilhan Selçuk Ergenekon sorusturmasini hak etti, çünkü bogazina kadar darbe komplosuna batmisti. Öyle bir solcu ki gazetesi Türkiye’nin büyük holdingleri tarafindan finanse edilir, öyle bir solcu ki cenazesinde bas kösede bas komprador Rahmi Koç arz-i endam eder, ôyle bir solcu ki hayati darbecilikle geçmisti (iki iskenceci darbeci klik arasindaki itismeden dolayi iskence gördü), öyle bir solcu ki Tan matbaasi baskinina katilmisti, öyle bir solcu ki “Güzel Amerika” adli ABD’yi öven bir kitap yazmis, öyle bir solcu ki bir çok Türk solcusu gibi Müslüman Türk halkina kin ve nefret duymayi solculugun geregi saymisti, öyle bir solcu ki entrika, kariyerizm, oportünizm ve ajanligi benimsemis ve tabii birçok Türk solcusu gibi Kemalizm dininin ¨pozitivizm mezhebinden postal yalayiciligini meslek edinmisti, ne kendi etti rahat, ne aleme verdi huzur, böylelerine “toprak dayansin” denir, Türk solunun en kötü nümunesi, Allah taksiratini affetsin. Amin.
ilk yorumu tebrik ediyorum…boş işlerle uğraşan biriydi ilhan selçuk…
Varliginda hic birsey hissetmedim.Yoklugunda da öyle. Cok marjinal kisir sahsiyetler disinda tarihte yeri olmayacak biri.Yoklugu bir kayip degil.
‘Müslüman Türk halkına kin ve nefret duymak’ vay be, işe bak bu adam suçlu o zaman…
Merhumu nasıl bilirdiniz’e yanıtlar gibi olmuş…
Tarihsel süreçte kritik edildiğinde yorumlara katılmakla birlikte, duygusal bir ‘kin/katılık’ la irdeleyemiyorum. Öyle bir duruşum yok.
Ama tarihte kalacak kişi yine de Atilla İlhan’dır.. Ahmet Kaya şarkılarıyla sevdim şiirini. Sanat, çok şeyi temize çekiyor yine de.
Politika öyle değil işte.. Kir, pas vesaire..
http://www.yarinlart.net Ziyaret ediniz.
http://www.yarinlar.net
Efendim, yarınları ziyaret edeceğiz de edemiyoruz çünkü açılmıyor gönderdiğiniz link.
Allah insanı bu AKP’linin bağnazlığından korusun. İnsanı keser bu vallahi, darbeci diye.
Darbe suçunun cezasi kesilmek degil, agirlastirilmis müebbet hapistir, bilginize.
Sağ ol be aziz dostum, sayende kelleyi kurtardık desene. Ama içerdeyken, hücremde beni ziyaret etmezsen darılırım bak.
Hurşit link açılıyor, girip bakabilirsin.
Tolun Hursit bile darbeciligi bu kadar benimsememisken, sade Hursit’in hücrede yatmasina gönlümüz razi gelmez, Gata’ya aldirir bir Gatakulli yapariz artik canim
Gandi, Graudy ve Suudi’nin dikketine :
İnsan solcu olunca komprador bir arkadası olamaz mi ?Tan matbaası baskınına karşı çıkarak katılmıştı demek istiyor olmalısınız…(Tarihi gercekleri carpıtmayın e mi ?)”Güzel Amerika”yı da okumadığınız belli oluyor !
Siz herhalde kin ve nefret dininden olmalısınız çünkü böyle bir Müslüman olmaz…
Cumhuriyet gazetesi ortaklari Tüsiadçi holdingler olan bir kurum tarafindan finanse ediliyor. Selçuk Tan Matbaasi baskinina bilerek, isteyerek ve yakma eylemi için katildi. Fasistlerden ve darbecilerden nefret etmenin dinle ilgisi
yok, bu bir insanlik sorunudur, ama Selçuk zaten öldügü için ondan nefret etmenin de alemi yok . Selçuk çizgisinde sidete ve komploya dayali eylemler yapanlar ise demokrasiye ve halka karsi suç isledikleri için yargilanip , cezalandirilacaklardir. Kendine solcu süsü vermek ne Selçuk’u ne de benzelerini dokunulmaz kilmaz. Pol Pot’dan da,Stalin’den de, Hitler’den de, Kel Ali’den de, Necip Ali’den de, Kiliç Ali’den de , Baki Tug’dan da, Madanoglu’ndan da, Türkes’den de, Kabibay’dan da , malum kisiden de ve digerlerinden de nefret edilmistir, edilecektir, siz bunlardan nefret etmiyorsaniz, sizin insanliginizdan süphe ederim ama bir “solcu” olarak bunlara asik olmanizi da tebessümle karsilarim, nitekim Selçuk da “iskencecilerimi affettim” demisti.
Suudi bey, insanların geçmişlerinden suç imal etmekte Stalin’den geri kalmıyorsunuz vallahi. İlhan Selçuk, Tan matbaası baskınına katıldı mı bilmiyorum ama katıldıysa da o zaman 22 yaşında bir gençti. Kim gençliğinde nelere katılmamıştır ki. Siz esas sizin siyasi geleneğinizin 1960’lardaki “Komünizmle Mücadele Dernekleri”ne ve Kanlı Pazar’lara uzanan geçmişini araştırın, daha isabetli buyurursunuz.
22 yasindaki gençlerden devrim liderleri, büyük düsunürler yaratan Turkish sol gelenek, biraz da dünyadan etkilenerek özelestiri yapsa gençlik günahlari da affedilirdi elbet, ama Tan matbaasini yakan, ABD’yi öven, 27 Mayis’i savunan, 9 Mart 1971 için cunta faaliyetleri yapan ve ikide bir orduyu darbeye yapmaya çagiran Ilhan Selçuk hiç degismedi ki, tipki Turkish sol gibi, her zaman gizli fasistti, yine de gizli fasist, hatta yavas yavas açik fasist, referanduma “hayir” çagrisi yapmasindan belli.
Yeni gündem yazısı, “AKP’den Kürt sorununa ‘çok özel’ çözüm”; http://www.yarinlar.net/gundem/akpden-kurt-sorununa-cok-ozel-cozum.html
Ewe ewet gün abi haklı işte. Yıllar insanı oportinist yapıo di mü gün abi?
Bütün yanlıştır, arada ki gri renkleri unutmayalım abiler……
Yarinlar sitesine baktim. ABD-Israil-Ergenekon-Tüsiad grubunun AKP’yi yikip yerine CHP-MHP koalisyonu kurmak için piyasaya surdügü provokasyon (soldan çakma) oyuncagi. Tutmaz. Turkish solun her zamanki zarf atma numarasi.
ABD-Israil-Ergenekon-Tüsiad grubunun AKP’yi yıkmak istediğini söylediğine göre ya bir AKP destekçisisin ya da aklını ve vicdanını o ekibin çıkarına sunmuş birisin. Tabiki AKP’yi eleştiren her kesimi belirli bir düşman çevresine dahil etmen tipik bir iktidar savunma mekanizmasıdır. İş AKP karşıtı herkesi ergenekon-TSK çephesine yazmakla başladı, İsrail ve ABD’yi oraya dahil etmeye kadar geldi.
Senin gibilerin durumuna ucundan da olsa değinen şöyle bir yazı var sitede, buyrun: http://www.yarinlar.net/sayi-28-haziran-2010/ister-asar-ister-kesersin-monarsi-ozlemine-demokrasi-parfumu.html
Yahu hayatta bu kadar saçma yaziyi bir de Özkök yazar. Bir kere liberal kanat dediginiz Taraf gazetesi Yunan ekonomik krizinden bu ülkeye silah satan Almanya ve Fransa’yi sorumlu tuttu. Emre efendinin gazete köselerinden kirpip kirpip argüiman diye ileri sürdügü kirinitilar demagojiden baska birsey degil. Ordunun vesayeti ueribne tarikatlarin vesayeti imis . Breh, breh, breh…28 Subat’ta ‘ne kisla, ne cami” diye slogan atan postal yalayici, asker usagi sahte solculardan kopya bu. Tipik provokasyon, tipik mahserin dört atlisi, tipik karargah kokuyor bu ayaklar.
Turkish sol dediğin aşiretler ülkesinden kalmadır bi kere.Bugün
dünyada hangi sol aşiretler ülkesinden kalma değildir ki…
Ne farkeder…senin solun daha mı iyi yani bürokrat?????
Di mi Gün abi?
İşte AKP savunusu yapanların ne kadar kör olabileceğinin bir göstergesi. Yazıda geçen ve Taraf’ın söz konusu manşeti; http://www.taraf.com.tr/haber/antik-yunan-ulusalciligi.htm
Bu habere bakma gereği dahi duymadan, efendin Tayyip’e veriştirildiğini görünce ağzından köpük saçmışsın…
Bana gösterir misin neresinde silah satan Almanya ve Fransa var? Meselenin özü IMF ve AB’yi protesto eden Yunan halkının ulusalcılıkla suçlanmasıdır…. O manşetten sonra olayı şöyle özetlemişler: “Ekonomisi dibe vuran ve 110 milyar avro yardım sözü alan komşumuz Yunanistan’da yüzbinlerce kişi IMF ve AB’yi protesto etti.”
Bunları bir şekilde bu yorumları okuyan diğer arkadaşlar için yazıyorum. Senin tutarlı bir argüman geliştirmek gibi bir derdin olmadığı gibi idrak yollarının hangi hastalıklara tutulduğu da açık.
Hiç bile değil efenim :”EN KÖTÜ BARIŞ EN İYİ SAVAŞTAN İYİDİR”..biri sölemıs unuttum sımdı…yalan mı yani????
Senın bı oglun olsaydı, dagda olsaydı bole konusabılecek mıydın????
AKP tamam zemzem suyula yıkanmamıs ama hıc mı ıyı tarafı
yok. Tamam ben de olması gereken-utopya olsada- anarsızmın cok savunucusuyum…ama takım tutar gıbı de dusunmemek gerek. Bu adamların gozlerınden okuyabiliorum,
bazıları bana cok samımı gelıo…Babam eski komınıstdı,sımdı
ulusal sosyalıst, annem hala pasıfıze olmus komınıst…Pekı
sız neyı savunuosunuz acık yazın valla anlayamadım????
http://www.taraf.com.tr/haber/avrupa-yunanistan-i-kendi-silahiyla-vuruyor.htm
bunu okudunuz mu? IMF’den para dilenerek bir yandan da IMF’yi suçlayan Yunanlilar bizim ulusalci sahtekarlarla ayni çizgide, oysa Tayyip IMF’yi kovdu, Tüsaid’in baskisina ragmen.
Söylediklerin o kadar temelsiz ki…Bir defa Yunanistan’da gürültü IMF’den para dilenenlerle ona karşı çıkan halk arasında kopuyor. Ne yazık ki dünya senin görmek istediğin gibi değil.
Bir defa bir insan Tayyipçiyse artık ona ne söylenebilir? Senin gibi birinin Yarınlar’ın çizgisini anlamasına zaten olanak yok.
Asagidaki alinti Yarinlar’in CHP ile ilgili makalesinden alinmistir. Açikça fasist CHP’nin kuyrukçulugunu savunuyor. Bu tür postal yalayici Kemalist usagi fasist solcular daha halktan çok tokat yerler. Kardesim, o kadar CHP kuyrukçusu varken size sira gelmez, Aydin Dogan size ekmek vermez, bosuna kuyruk sallamayin.
“Yeni CHP karşısında tepkisiz kalmak ile paniğe kapılıp okun sivri ucunu buraya yöneltmek arasında doğuracağı sonuçlar bakımından pek var bulunmuyor. Tepkisiz kalma tutumu nasıl memlekete dair bir siyasi kaygıdan uzaksa, duyulan tedirginlik de memlekete dair olmaktan çok dar çıkarlarla ilişkilidir. Oysa bizden olmayan bir siyasal gücün, solun bazı temel vurgularını da kullanarak kitlelere gitmesinin yaratacağı olanaklar küçümsenemez. En azından Kürt düşmanı olmaktan çıkmış bir sosyal demokrat kitle ile tartışabilmek dahi bu anlamda katkı sayılabilir. Diğer yandan AKP’nin elinin zayıflaması, daha çelişkili ve parçalı bir egemen sınıf siyasetinin varlığı da sınıf mücadelesi bağımsız varlığını koruduğu sürece ciddi olanaklar sunacaktır.”
AKP yalakası dinle biraz.
Okuduğun şeyi anlamadığını biliyoruz. Daha da önemlisi ruhunu ve çalışmayı çoktan bırakmış beynini AKP’ye hediye ettiğin için değersiz birisin. Fethullahın götünü yalayıp açıkça yalan, iftira ve çarpıtmaya başvuracağına önce okuduğun şeyi anlamalısın, ki burada seni ciddiye alacak birkaç kişi çıksın…
“Fethullahın götünü yalayıp açıkça yalan, iftira ve çarpıtmaya başvuracağına önce okuduğun şeyi anlamalısın, ki burada seni ciddiye alacak birkaç kişi çıksın…” Nerede ögrendin Emre bu küfürleri, karargahta mi?
allah insan zekasına gereken özeni göstermediyse eğer geri kalanların elinden fazla bir şey gelmez. emre de bunun zorluğunu yaşıyor. spor sitelerinin haber yorumlarında görmedim böyle yorumlar. arkadaş akp’li anladık. bakmış yarınlar sitesine, yarınların akp’li olmadığını anlamış. olmayacağına da kanaat getirmiş. ondan sonra eli ayağına dolaşmış.
yarınlar gibi hareketler bunun gibi andavalların sinirini hoplatıyorsa başarılı saymalıdır kendini.
demişler ki “Diğer yandan AKP’nin elinin zayıflaması, daha çelişkili ve parçalı bir egemen sınıf siyasetinin varlığı da sınıf mücadelesi bağımsız varlığını koruduğu sürece ciddi olanaklar sunacaktır.” sınıf mücadelesi bağımsız varlığını koruduğu sürece… bizim parlak zeka buradan chp kurlukçuluğu sonucunu çıkarıyor. zaman gazetesinin sayfa editörü filan olsan o ortamda bile oha diyen çıkacaktır sana.
Önce kendi düzeyine bak, ondan sonra saygı görmeyi bekle AKP’li…Kanımca bir insana yapılacak en büyük hakaretlerden biri onun AKP’li olduğunu söylemek…ama sen yarabbi şükür diyosun, saygısızlığına o nedenle sıradan hakaretlerle cevap veriyorum.
Şüphesiz okuduğunu anlama ve yorum yapma yeteneğin gelişmiş olsaydı, ortaya bir tartışma çıkabilirdi.
önce Emre, sonra Carsi parmaklarini ileri dogru uzattilar : “AKP’li olmak utanilacak bir durumdur. Heyette bir kisi eksik: Kel Ali. O da gelir az sonra. Biz bu mahkemelerin cibilliyetini biliriz. Istiklal Mahkemeleri, Vichinski mahkemeleri, Kizil Muhafizlar, Pnom Phen devrim mahkemesi, 27 Mayis mahkemesi. O 27 Mayis Mahkemesi ki basbakan ve iki bakan asti, bütün solcular 27 Mayis’a alkis tuttular ve fasist Kenan Evren 27 Mayis’i bayram olmaktan çikarana kadar bu idamlari davul-zurna ve fasist kemal’in marslariyla kutladilar, Türkiye’de sizin gibi Kemalsit solcu olmak utanilacak bir durumdur, Israil güdümlü ordunun destegi olmadan hiçbir sey yapamazsiniz, bir de kalkip halkin %47’sinin oyuna sahip AKP’yi elestiriyorsunuz, ömrünüz basarisizlik, yenilgi, ihanet, döneklik ve oportünizmle geçmis, sizin yerinizde olsam beynime bir kursun sikardim, birazcik gururlari kalmis halk düsmanlarinin yaptigi gibi.
Halk düşmanı!…Senin tarihin sözüm ona küfür ettiğin Evren paşa sayesinde başladı, 12 Eylül’cü Türk İslam sentezi bugün AKP’yi iktidara taşıyan tarikatlara yürü ya kulum dedi. Sen hangi mantıkla ve cüretle Türkiye devrimci hareketini askerci olmakla itham ettiğini sanıyorsun, bu ülkenin değişmeyen orducu-ABD’yalakası itleri senin savunduğun tarikatçı-sağcı klik içinde olagelmiştir. 28 Şubata kadar askerin götünü yalıyordunuz, Kürtlere karşı askerin götünü yalamaya devam ediyorsunuz, askerin götünü yalamaya her zaman mecbur kalacaksınız. ABD’nin de, İsrail’in de…Otoriteye her zaman saygılı olan sizsiniz, 6. Filo’yu protesto eden devrimci gençleri katleden sizsiniz, devrimciler Filistin kamplarına giderken ABD’nin Komünizmle Mücadele Derneklerini kurmakla meşguldünüz, emperyalizmin ve kapitalizmin en sadık itleri her zaman siz olageldiniz. Evet siz devrim mahkemelerinde yargılanmayı sonuna kadar hak ediyorsunuz!
Sizin damarlarınızda kan yerine ihanet, uşaklık, döneklik ve korkaklık akıyor.
en büyük “YARILMA”–yanılma yapıosunuz hala.TBMM’den ne
farkınız kaldı abilerim.Yazıklar olsun ikinize de..somutlarla neyi,
nasıl bir döngü haline,yumak haline geldıgınızın farkında mısınız?
Tarihin tekerrür etmemesi için çook ekmek yemeliyiz hep birlikte kanısındayım.Hiç mi dersler, olgular çıkartamıyorsunuz..hıı???
27 Mayıs çok ama çok gerilerde kaldı.Gençlik ellerinde meşalelerle geceleri soskak dökülürmüş,babamdan duymuştum.
Şimdi nerede,hanginizde o ruh?Apolitize olmakla suçluosunuz biz gençleri,12 Eylüldendir o bence.Esasında
sizin derdiniz objektiflerden sübjektife kaçmak abiler.
Di mi gün abi?
Şimdi aklıma geldi.Egemen güçlere birleşecegimiz 1 sol güçlü parti var.AKP’yi devirdikten sonra herkes yoluna gider o zaman..
Bence en mantıklısı budur valla.Onun için 12 eylülde hayır vermeliyiz kanısındayım.O gün bir nevi ERKEN SEÇİM refrandumu da aynı zamanda bence…Siz böle kendi aranızda
hala kavga ederken atı alan üsküdar geççek ama!!!
Sizi biz yetistirmedik mi evladim? Benim cunta toplantilarima sizin liderleriniz katilmiyor muydu? Cebinize biz para koymadik, elinize biz bomba vermedik mi? öte yandan Komünizmle mücadele dernegini bizim kemalist liderler kurmadi mi? Ayni silahi sabah sizlere, ögeleden sonra tosunlara biz vermedik mi? 27 Mayis’i albay Türkes’le beraber yapmadik mi? Hele hele , bilen bilir, cunta toplantilari hangi evde yapiliyordu, o eve kimin eviydi, o kisi simdi nerede? 12 eylül ayni zamanda Erbakan’in Konya mitingine karsi yapilmadi mi? Bütün darbelerin ardinda Kemalistlerin çok sevdikleri ve o çizgideki sosyalistlerin ruhen bagli olduklari Bati yok mu? Armut uzaga düsmez. Hangi devrimci lidere baksak ailesi ya benim gibi kemalist subay, ya kemalist ögretmen, ya da kemalist memur. Bir kemalist Ankara Merkez Komutani Tümgeneral, yegeni devrimci kemalist Ankara’da askeri cezaevinde, bir kemalist disislerinin Sam Buyukelçisi, kardesi kemalist Bekaa vadisinde Apo’nun bas danismani..Böyledir bu isler. .Biz bu “devrimcileri” biliriz, Hürriyet gazetesinden okuduklari tahlillerle 12 Eylül’le AKP’yi birlestirmeye çalisirlar, bu bir zorlamadan baska birsey degildir. Gerçi Kemalistlerin Islamcilari kullanmaya çalistiklari bir gerçektir, örnek olarak 12 Eylül’ün Türk-Islam sentezini degil de (AKP bu senteze siddetle karsidir, milliyetçilige karsidir) 12 Mart’tan sonra bizim Muhsin Batur’un Erbakan’i Isviçre’den getirme eylemini söyleseydiniz daha akillica olurdu. Küfür imal etmek yerine analiz yapin, AKP’yi eksen kaymasiyla suçlayanlar belli,hepsi bizim gibi Kemalistler. AKP’nin 8 yillik politikalari belli. Bir yandan içerdeki askerler için agitlar yakar, Cetin Dogan’in Israil lobicisi damadi gibi ergenekonu inkar edersiniz, bir yandan askerle AKP’yi yanyana göstermeye calisirsiniz. Askerle yanyana olan bizzat sizsiniz, PKK dahil hepiniz 27 Mayis’in çocuklarisiniz, ayni mihraklar tarafindan yaratilip, belenip, büyütüldünüz. Siz askere mecbursunuz, çünkü müslüman halka nefretle büyütüldünüz, 19’uncu yüzyil yahudilerinde görülen kendinden nefret etmek hastaligindan muzdaripsiniz, halki sevmeden siyaset yapmanin tek yolu askere, sovyetlere(ki bitti), çin’e(ki bitti), , arnavutluk’a(ki bitti), , AB’ye (ki yeni moda), velhasil bir abi bulup biryerlere sirtini dayamaktir, sizin de yaptiginiz bu. Bu sitedeki bir yazida ifade edildigi gibi Turkish sol, kemalizmin payandasidir ¨ Bunlardan küfürbaz olanlar ise patlak stepne bile olamaz. Siz de amma sosyalistmissiniz ha. Türk Tabipler Birligi gibi… simdi onlara sorsan hepsi sosyalisttir, ama tam gün yasasina da karsi çikarlar, iste Turkish sol budur. Demokratik anayasaya karsilar, açilima karsilar, Kürtlerin haklarina karsilar, azinlik haklarina karsilar, fasist CHP’den yanalar, askerden yanalar, Erganakon’dan yanalar, Tüsiad’dan yanalar, Israil’den yanalar…bula bula destekleyecek Tekel isçilerini bulmuslar (halkin vergilerinden servet elde etmeye çalisan partizan isçiler) , baska bir istismar edecekleri konu da yok, plan yok, program yok, öneri yok, taktik çok, strateji hiç yok,dünya yüzünde böyle asiri sag bir sol görülmemistir, zaten Turkish sol böyle oldugu içibn AKP solda kaliyor.
Iste bu Turkish solcular kelime oyunu yapmaktan slogan atmaktan baska bir sey bilmezler. çünkü halk aptal ya, onu ancak böyle basitliklerle, ilkelliklerle kandirabileceklerini sanirlar. 28 Subat’da mahserin bes atlisi vardi, Israil destekli TSK Toplumla Iliskiler Baskanligi’nin angaje ettigi sivil toplum kuruluslari, bunlardan biri de DISK idi.
Simdi madem öyle, ben de slogan icad edeyim:
Ne anayasak, ne babayasak, boykot edip yasak savsak.
Ne babanin kasasi, ne ananin piyasasi, isçinin köylünün tasasi.
Anayasayi elleme, terörü yelleme
Anama dokun, anayasama dokunma
Hayir’da hiyar var, tuzu alip kosan var,
Anayasa madde madde, kadehte kalmadi bade, tasariya “hayir”de , yap Tayyip’ e iade
“Kanun-u Esasi’nin tanzimi itifak-i efkar ile mümkindir, tavr-i necibimiz içimizdeki kindir” Mustafa Kemal Atatürk, breh, breh, breh…dedi mi demedi mi, hangi birini dedi ki? Uydur uydur söyle, sopa Kemal’in elinde degil mi?
Siz böle birbirinize yazdıkça n’oluyo?Elinize ne geçiyor.Gün abinin açık,anlaşılabilir yazmasını seviyorum.Ne demek istiyorsunuz arkadaşlar,NET ANLAŞILIR YAZIN.Başımıza ne geldiyde kavram kargaşasından gelmedi mi???
HAYIR mı
EVET mi???
Lafı dolandırmadan anlatın abilerim!!
Argüman diye bula bula önümüze bunları mı getiriyorsunuz? Bunlar konuştukça, AKP’li “teorisyenlerin” ne kadar gerizekalı olduğunu bir kere daha anlamış olduk. Çarpıtma ve düzeysizlik sizin karakteriniz, hayır işin ilginci yakın tarih tüm gerçekliğiyle dururken, yaşadığımız olayları dahi çarpıtıp bize yutturacaklarını sanıyorlar, bu kadar aptallık ancak hükümet olunca her şeyi kendilerine göre yontabileceğini sananlara mahsustur. Ciddiye alınacak bir tarafları yok. Birkaç yıl sonra kendinize gelirsiniz…Umarım…Çünkü bu halinizle sizi Tayyip bile ciddiye almaz, maskara olursunuz. Tıpkı ulusalcıların her şeyi emperyalizme yükleyip de toplumsal sorunların bu ülkedeki bağlarını yok görmeleri gibi, ABD-İsrail-AB kırması bizim yerli İslamcılar da kendileri hariç tüm mevzuları askerin oyunlarıyla açıklamaya başlamışlar. PKK, sol, emek hareketi her şey askerin ve dış güçlerin oyunu, bir siz gerçeksiniz, oldu paşam! (hah paşa dedim, içimdeki asker nasıl ortaya çıktı değil mi?)
Bence referanduma Evet de Hayır da bu politik oyunlara gelmek demektir. Ben hep şunu düşünürüm, böylesi popüler gündem zamanlarında; şimdi aslında neyi kapatmak istiyorlar ki bu konuya dikkat çekmek için gündem oluşturuyorlar?
Biliyorsunuz, magazinel basın da medyanın her türlü basın-yayın politikaları da yine sistemin/devletin elinde.
Günlük, Gündem, Welat vs.. ‘bağımsız’ medyada görünen gazetelerin de kendi içlerinde örgütsel devletlerin politikalarını yayınladıklarını düşünürüm. Yani değişen bir şey yok. Bir tane gerçeğin ipucunu verdikleri haberle sekiz tane oyalamacı haber yan yana…. Ayıkla pirincin taşını ve de bu taşlar Tr’de hiç bitmiyor.
Ben sizi daha önce uyarmıstım di mi ama…emperyalist ve tekel psikolojik savasın güdümüne gelemeyelim diye,hı??babam diyor ki, marshall yardımıla gelen amerikan süt tozlarının bozuk olmasından içemez sınıfın döşemesine döküp öğretmeni tarafından tek ayak cezasıla cezalandırılırmış ama..işte o zamandan beri emperyalist ABD ülkemizi lozanda masaya oturamayanların torunları tarafından
psikolojik işgal altında ve siz bölünmüşler bunun farkında değilsiniz…500 yıl sırtınızdan sopayı eksik etmemişler..ne yani
böle devri mi yapacaksınız küfrederek..o zaman kızılcık sopalarını alıp hadi devrim yapın kolaysa ama!!!
Sonra babam ıstanbula yerkeşmeden önce ankarada liseyi okumus o zamanlar.sanki siyaset mi varmıs?Babam kolej önünde kız tavlarmış-çok yakışıklı hala-emek mahallesinden
tanju ve arkadaşları kız yüzünden kumrular sokakı basınca it
ahmet,yalçın ve babam (kusra bakmayın babamın ismini veremicem,sakıncalı) tanjunun motosikletli çetesine meydan dayağı çekmişler,yaa..işte o zaman kürt,laz,çerkez,boşnak
sanki birbirine kimlik mi sorarmıs..kardeşce misket oynar,sona kapışırlarmış..birbirlerine lan kürt,lan laz die
kaardeşçe şakalaşırlarmış. mahallenin namusu için ve kız yüzünden kavga ederlermiş. Peki sona ne oldu da sabah sağcıyı vuran silah gece solcuyu vurdu???hı bunun cevabını somut açık net verebilirmisiniz bakalım ?
Gün abi bu siteni çok ama çok ihmal ediosun,yol geçen hanı gibi küfür müfür ediolar valla.Bu millet sopaya alısık,küfürü lütfen ama lütfen yasakla ya da blogunun yorumlarını denetim cevir!!!!Ben sona yine ugrayacağım,şimdilik herkese sevgilerrr…
Biz diyoruz Türkiye’de 80 yildir Kemalist fasizm var, beyefendi diyor “herseyi askere baglama”, tamam baglamayalim:üretim araçlari ile üretim iliskilerinin Türkiye’ye özgün karmasikliginda emek-sermaye çeliskisinin üstyapiya olan izdûsümünün etkilerinde bulabildigimiz temel çeliskilerin
paralelinde bas çeliski ve daha tehlikeli düsman tesbitinde
vs. vs. vs. Kendinizi kaybetmeyin Türkiye’nin rejimi Kemalist fasizmdir.
Sen hiçbir şeyin farkında değilsin.
Senin ergenekon çizgisinde oldugunun pekala farkindayim, çik , itiraf et, müslüman Türkiye halkindan nefret ettigini, kemalist laikligi savundugunu, bu yüzden asker destegiyle hareket ettigini,senin için tek meselenin AKP oldugunu, bu nedenle askerle pekala bir araya gelebilecegini söyle, rahatla, kendini tanit, maskeni at, aslina sahip çik, “Cumok” oldugunu kanitla, “basta bütün dünyanin taptigi baskumandan, devrimcilerle ördük anayurdu dört bastan ” marsini bir daha söyle, “Türk önde, Türk ileri” de, ne gerek var yok Lenin’mis, yok Marks’mis, senin söylediklerinin hepsini Kemal söyledi zaten.
işin gücün provoke etmek be anonim kardeş. n’oldu şimdi ne yaptın sen? akp’ye gün zileli de mi oy versin amacın ne. hayır insan sıkılır yahu biraz…
küfür eşiği de çok düşmüş arkadaş öyle fetullahlı falan.
yani yarınlar hakkında bir fikrin vardıysa yarınlar.org a da yaz onu onlarla tartış ama amacın başkaysa onu bilmem.
çok ayıp…
efendim anonim arkadaşın olayı belli de; sağcılar da solcularda kandırılmıiş hadisesine itirazım var. o iş öyle değildi. elbette provokasyonlar yapıldı falan, ama bunlar gençliğin içinde bulunduğu ruh halini yapmacık kılmaz. ha dersin ki islamcılar, ülkücüler vs. de samimiydi. ben de buna karşı çıkmam ama derim ki iki tarafın amaçlarına ve araçlarına önce kimin şiddeti nasıl kullandığına bak arkadaş, git maraşa, çoruma bak, sivasa bak, kars kalesine asıldığı iddia edilen sovyet bayrağına bak. ondan sonra bu kesimleri tartıp bunlar aynı çıktı diyorsan benim sana diyecek lafım kalmaz… o tartıyı çöpe at kardeş…
ulan senin gibi beş para etmez adi bir islamcıyla şurda süren anlamsız tartışmanın bitmesi için elimden gelen her şeyi yapıyorum ancak hakaret duymaktan bıkmadığın gibi saçmalamaktan da bıkmıyorsun. cevap vermememin tek nedeni bu saçmalıklarının senin ve senin gibilerin hayal gücünden kaynaklanıyor olmasıdır. tutarlı bir takım şeyler söylesen ciddiye alınırsın, ama işkembeden çıkardığın kerameti kendinden menkul laflarının cevaplanmaya değer bir tarafı yok.
60’li yillardaki gençlik hareketlerine katilanlar elbette ajan provokatörlerden ibaret degildi, hatta birkaç kisi disinda o gençlerden hiçbiri ajan falan degildi. Mesele o degil, mesele o eylemlere katilanlarin büyük çogunlugunun sosyalizmi ikinci milli kurtulus savasi olarak , yani kemalizmin bir devami olarak görmeleriydi, o devrimcilerin (Kaypakkaya hariç) en radikali Kemalizmi yine de olumlu, en azindan bir milli burjuva hareketi (ne demekse?) olarak gördüler, ve sosyalizmi bir ahlaki durus, bir vicdani durus, bir insani tavir degil Türkiye’nin kalkinmasi için bir yöntem olarak algiladilar . Bu düpedüz milliyetçilikti, sosyalizmle falan bir ilgisi yoktu, nitekim SSCB çökünce ne Cin kapitalist yola girince bu milliyetçi-sosyalistlerin sosyalistligi gitti, milliyetçiligi kaldi, sosyalzmden miras kalsa kalsa radikal laiklik, bir de benim isçim-benim köylüm edebiyati kaldi. Tabii herkes için söylemiyorum ama istisnalar kaideyi bozmaz. (dikkat, gençlik hareketlerinden söz ediyorum demokrasi oyununa “evet” diyen TIP’den degil)
Sagcilara gelince Gün Zileli’nin kitaplarinda kendisi için yazdigi “zengin çocuklarina duyulan düsmanlik” duygusu sagcilar , özellikle ülkücüler için geçerlidir. Anadolu insanin beylikler zamanindan beri payitahta duydugu çevresel ask-nefret iliskisi o Anadolu çocuklarina da yansidi.
Anton Bey (Anton Bey biraz tuhaf oluyor, insanin Bay Anton diyesi geliyor) bir konuda haklisiniz kullanilma olgusu sagcilar için daha fazla geçerli oldu, onlar militarist geleneklere aslinda daha fazla bagli olduklari için kendilerini askerlere bir yerde bile bile kullandirttilar, çoban köpekligi, fedailik, tetikçilik yaptilar ve sonunda fena harcandilar tabii, çünkü onlari kulananlar yine de Anadolu çocuklari degil Kemalist beyaz Türklerdi.
milli mücadele döneminden bu yana, cumhuriyetin kuruluşu, dp’nin iktidarda olduğu dönem, 60’lı yıllar, 70’li yıllar, 12 eylül dönemi, sonrası ve günümüze kadar, türkiye’de islamcılar emperyalizmin müttefikliği rolünü üstlenmiştir.
kurtuluş savaşı’nın karşısında, ingiliz mandasını savunan onlardır. tüm milli mücadele döneminde, çıkardıkları isyanlarla, sömürge karşıtı cepheyi bölmeye çalışmışlardır. isyanların yetmediği yerde de, kuvayı milliyecileri dinsizlikle, müslüman olmamakla suçlayıp, halkı sömürgecilere direnenlere karşı ayaklanmaya çağırmışlardır.
cumhuriyetin kuruluşuyla birlikteyse yine emperyalizmin emrettiği şekilde ufak çapta da olsa şeriatçı ayaklanmalar çıkaranlar onlardır. (çıkardıkları ayaklanmalar ufak çaptadır; çünkü tarikatların başı mustafa kemal tarafından en başında ezilmiştir. islamcıların bu dönemdeki tarihleri, genelde güç toplamak üzerinedir.)
bugün inönü’yü hitler’e benzetenler, ikinci dünya savaşı dönemindeyse nazi taraftarlığı yapmaktan geri durmuyorlardı. doğrudur, ittihatçı gelenekten gelenleri her iki dünya savaşında da alman hayranlığında bulunsalar da, islamcıların nazi taraftarlıkları, fethullah gülen’in bugün o bahsettiği otoriteye saygı ananesinden geliyordu. o dönemin otoritesi de naziler olduğundan, islamcılarımız memlekette anti-faşist ne kadar grup varsa düşmanları oluyorlardı. (nazizm karşıtı yayın yapan tan gazetesini, “komünistlere ölüm” sloganlarıyla ateşe verip yakmaları, buna örnek gösterilebilir.)
ikinci dünya savaşı sonrası çok partili döneme giren ülkede iktidara oturup, memleketi yaptıkları ikili anlaşmalarla emperyalizmin kucağına iyiden iyiye oturtan ve 10 yıl boyunca iktidarda kalan demokrat parti de, tarikatların partisiydi. diğer yandan o dönem, islami grupların arasında büyük önemi olan said-i nursi’nin ne denli büyük bir anti-komünist ve emperyalizm dostu olduğunu söylemeye gerek dahi yok. ama yine de kısaca değinirsek, nursi’nin hareketinin amacı, soğuk savaşın başladığı bir dönemde, türkiye’deki devrimci hareketlenmeyi durdurup, ülkedeki dengeleri emperyalizmin istediği vaziyette şekillendirmekti.
örneğin nursi, bir konuşmasında abd hayranlığını bakın şöyle belli ediyor: “kainatın en büyük devleti olan birleşik devletler, aynı zamanda dini hakikatlere de sahip çıkan bir devlettir.” bugün yanki’nin müslümanların kanıyla dolup taşan ortadoğu’sunda, bu sözler nursi’yi mezarında ters döndürür mü acaba?
60’lı ve 70’li yıllar boyunca da cia’in tüm direktiflerini harfen yerine getirenler, yine onlardır. özellikle 60’lı yılların ikinci yarısında tip’in kurulması ve ilk defa meclis’te işçi sınıfını temsil ettiğini belirten bir partinin üyelerinin milletvekili olmasıyla ve dünyada da eşgüdümlü olarak büyüyen 68 gençlik dalgasıyla, islamcıların emperyalizmin nezdinde yeni ve daha derin görevler bekliyordu. bu dönemde kurulan komünizmle mücadele dernekleri’nde devrimci, anti-emperyalist gençliğe karşı, ülkücü-faşist gruplarla beraber örgütleniyorlardı. islamcılar ve hepsi de cia’in tezgahından geçmişlerdi. (gülen bu yıllarda erzurum’da komünizmle mücadele derneği’nin kurucularındandı.)
yine tarihe kanlı pazar olarak geçen katliam da ülkücü faşistlerle islamcıların omuz omuza gerçekleştirdikleri bir katliam olmuştur. istanbul’a topuyla tüfeğiyle, adeta bir işgal kuvveti gibi demir atan amerikan 6. filo’sunu protesto etmek için meydanlara dökülen devrimci gençler amerikan askerlerini denize dökerkeni onlar 6. filo’yu kendilerine kıble edinip namaz kılıyorlardı. namazları bitince de, camilerden çıkan faşist ve şeriatçı güruh, polisin de göz yummasıyla devrimci gençlere silahla, bıçakla, sopayla saldırıyor ve iki devrimciyi katledip, yüzlerce genci yaralıyordu.
aynı yıllarda israil’e karşı mücadele veren filistin halk kurtuluş örgütü’ne katılıp, siyonizme karşı savaşırken devrimci gençler; onlar memlekette çıktıkları devrimci avına devam ediyorlardı. bugünse siyonistlere karşı cihad çağrısında bulunuyorlar, bu kadar da yüzsüzlerdir…
12 eylül’e giden süreçte hizmetleri yadsınamayacak olanlar ve 12 eylül darbesini açıkça destekleyenler, yine onlardır. 12 eylül’den sonra cuntanın önünü açtığı gruplar, yine onlardır. 12 eylül cuntasından sonra iktidara gelen hemen hemen tüm hükümetler yine onlarındır, ya tarikatlardan çıkmalardır ya da tarikatların desteklediği isimlerdir. ve günümüzde milyonlarca müslüman emperyalist katiller tarafından doğranırken, hala washington’un ve israil’in sözcülüğünü yapanlar, fethullah gülen’in son açıklamasında da görüldüğü gibi, yine onlardır.
türkiye’de islamcı hareketin gelmişi geçmişi, oldukça kısa bir biçimde bu şekilde özetlenebilir. eksiği var fazlası yok!
kaynak: red dergisi, temmuz 2010.
Inönü Hitler’e benzetilmiyor, Kemal Hitler’e benzetiliyor, Kemal ve adamlari . Sen de biliyorsun ama dilin varmadigi için bunu yazmaya bile çekiniyorsun. Degistirilmesi teklif bile edilemeyecek maddeler gibi. Islamcilar hakkindaki iddialariniz Kemal’in resmi tarihinden, Hifzi Veldet’in tahrif ederek sadelestirdigi Nutuk’tan, gelmis geçmis cuntaci ve darbeci taifesinin iddialarindan ibarettir. Hiçbir bilimsel temeli yoktur. Mete Tuncay’i okuyunuz.Tarafsiz tarihçileri okuyunuz. 12 Eylül’e karsiysan referandumda “Evet” de, ama sen “Hayir” diyeceksin. Lagalugaya gerek yok. . Bu kadar basit iste. Halkin yararina olan hiçbir seye “Evet” dememek gibi bir hasletiniz var.
“kurtuluş savaşı’nın karşısında,” ne demek?Söz konusu olan
su olan Türk-Yunan savasidir.
“ingiliz mandasını savunan onlardır” Ingiliz mandasi diye bir teklif dahi olmamistir, bu zir cahilliktir, , Amerikan mandasi teklifi olmustur, bir ara Halide Edip’le birlikte Kemal de Amerikan mandasini savunmustur, Amerika’nin kendisi bu teklifi reddetmistir. Islamcilar hiçbir sekilde mandayi savunmamistir.
“sömürge karşıtı cepheyi bölmeye çalışmışlardır” ne demek?Yunanlilara karsi savasta Ittihatçlarin A ve B kanatlariyla birlikte Islam hassasiyetli ve Kürt hassasiyetli gruplar da vardi. Kemal hepsini akldatarak daha sonra diktatörlügünü ilan etti.
Zaten Kemal’in bagimsizlikçiligi soyut, sekilsel bagimsizliktir, Osmanli geçmisini, kendi kültür ve geleneklerini reddettikten sonra, Avrupa’nin ikinci sinif ülkesi ve maymunu olmayi kabul ettikten sonra bu formel bagimsizlikçilik aslinda Türk ordusunun kendi ülkesini Bati adina isgal etmesi demektir.
Nitekim Türkieye’ye ABD’yi Inönü davet etmsitrir. Tan matbaasini CHP yaktirmistir. NATO’ya girisi Kemalist DP ve Kemalist CHPberaber organize etmsitir. Solcu geçinen Kemalist fasistlerin hayran olduklari 27 Mayis “Nato’ya, Cento’ya bagliyiz” söelriyle baslamistir.Islamcilar’la kimi kastetmektesiniz, AKP’yi 12 Eylül’ün kurdurdugu “kel alaka”, ne saçmalik, sizin bur “Red” dergisi Haki dergisi olmasin apoletli solcucanlar.
Şu tartışmaları izliyorum da. Tencere dibin kara… seninki benden kara… Evetçiler AKP-Fettullah-liberal; Hayırcılar CKP-MHP-Ulusalcı; Boykotçular kısır solcu-devletçi… Neden bunlardan birini seçmek zorunda olalım ki… Hem Anayasa dediğiniz ne ki, devletin sopasının ezilenlerin kafasına ne tarzda ineceğini tanzim eden kurallar bütünü değil mi? Kahrolsun bütün burjuva anayasaları; biz gerçekten emekçilerin yönetimde olduğu sovyetleri ya da komünleri istiyoruz. Yaşasın devletsiz komünler federasyonu.
çok güzel özetlemissiniz Hursit Bey. Fikirlerinize katilmasam da bu olguyu saptamak durumundayim. öte yandan sunu da düsünün: diyelim ki “Hayir” çikti, bu, Türkiye halkinin mevcut anayasadan memnun oldugu anlamina gelmeyecek mi? Böylece bir “burjuva” anayasasi (üstelik darbe anayasasi) halkin oylariyla bir kez daha onaylanmis olacak ve CHP-MHP-BDP ittifaki ve her ne kadar retorik yaparak “iki kere hayir” deseler de diger ulusalci “sol” burjuva anayasasini ve darbe anayasasini desteklemis olacak. Bu isin lami cimi yok. Öte yandan degisikliklere “evet” demek reel anayasayi onaylamak anlamina gelmiyor, bugün degisikliklere “evet” diyenler, yarin baska degisikliklere de “evet” diyebilirler, hatta anayasanin tamamiyle kalkmasina bile “evet” diyebilirler. Bir de bu açidan düsünün. Bir degisimci, bir devrimci için degisime “evet” her halukarda degisime “hayir”dan evladir, çünkü “hayir” pratikte statüko’ya, 12 Eylül’e ve reel anayasaya “evet” anlamina gelmektedir.
diyelim ki “Hayir” çikti, bu, Türkiye halkinin mevcut anayasadan memnun oldugu anlamina gelmeyecek mi? Böylece bir “burjuva” anayasasi (üstelik darbe anayasasi) halkin oylariyla bir kez daha onaylanmis olacak …
…bugün degisikliklere “evet” diyenler, yarin baska degisikliklere de “evet” diyebilirler, hatta anayasanin tamamiyle kalkmasina bile “evet” diyebilirler. Bir de bu açidan düsünün. Bir degisimci, bir devrimci için degisime “evet” her halukarda degisime “hayir”dan evladir,
akpli
hiç bu açılardan düşünmemiştim.. beni direkt ikna ettin..
yaş kaç bu arada?
MAŞALLAH MAŞALLAH 2 GÜN SERBEST BIRAKTIK ORTALIKI
TOZ DUMAN YAPMIŞSINIZ…BABAM DİYOR Kİ DİNCİ FAŞİZM
TİMSAHIN GÖZYAŞLARINI DÖKÜYOR. 17 YAŞINDA YAŞI
BÜYÜTÜLEREK ASILAN ERDAL EREN’E NİYE AĞLAMIYOR,
NİYE “AKIN” IN ŞİİRİ SÖYLENMİYOR.
SİZİN HEPİNİZDEN YAŞLI BABAM,HANGİNİZ DİYARBAKIR’DA
YATTINIZ,HII???
KONUŞMAYA GELDİNİZ Mİ DİYALEKTİKDEN BAŞKA HEP AMA HEP GEYİK!!!
Dİ Mİ GÜN ABİ???
Gün, senin Ali’ce vardı hani giresundan yazan.. Ne oldu ona? Sıkıldın mı?
Bu tartışmaları sonuna kadar okudum…yok yok valla yararlı!!!!
okul gibi eğitici hem…fikrimden vazgeçtim..özür!!
TANYA
Düşman ulaştı Moskova kuzeyinde Yakroma’ya
ve güneyinde Tula şehrine.
Ve kasımın sonu
ve aralık ayının ilk günlerinde
harcamış bulunuyordu ihtiyatlarını
bütün cephe üzerinde.
Ve aralık ayının ilk günlerinde,
en nazik safhasındaydı durum.
Ve aralık ayının ilk günlerinde,
Petrişçevo’da Vereiya şehri dolaylarında,
kar gibi mavi bir gökyüzünün üzerinde
Alamanlar 18 yaşında bir kız astılar.
18 yaşındaki kızlar belki nişanlanır
astılar onu.
Moskova’dandı.
Gençti, partizandı.
Sevdi, anladı, inandı
ve geçti harekete.
İpin ucunda ince uzun boynundan sallanan çocuk
bütün azametiyle insandı.
Çevirir gibi yapraklarını “Harp ve Sulh” romanının
dolaştı karlı karanlıkta bir genç kızın elleri.
Kesildi Petrişçevo’da telefon telleri,
sonra Alaman ordusundan 17 beygirli bir ahır yandı.
Ertesi gün partizan yakalandı.
Yeni hedefin önünde yakalandı partizan,
birdenbire, kıskıvrak, arkadan.
Gökyüzü yıldızla,
yürek hızla,
bilek nabızla,
şişe benzinle dolu
ve kibrit çakılmak üzereydi.
Ve kibrit çakılamadı fakat.
Tabancaya davranmak istedi.
Çullandılar.
Alıp götürdüler.
Alıp getirdiler.
Odanın ortasında dimdik durdu partizan:
torbası omuzunda,
başında kürk şapkası, sırtında gocuk,
bacaklarında pamuklu külot pantolon ve keçe çizmeler.
Subaylar baktılar partizana yakından:
badem nasıl kabuğunun içindeyse
filiz gibi bir kızdı kürkün, keçenin ve pamuklunun içindeki.
Kaynıyor masada semaver.
Satrançlı örtüde bir tabanca, beş kayış kemer
ve yeşil bir şişe konyak.
Tabakta domuz sucuğu ve ekmek artıkları.
Ev sahipleri mutfağa gönderildiler.
Lamba sönmüştü.
Ocağın ateşiyle kızılca karanlıktı mutfak.
Ve ezilmiş hamam böceği kokuyordu.
Ev sahipleri: bir çocuk, bir kadın, bir ihtiyar,
sokuldular birbirlerine:
dünyadan uzak
ıssız bir dağ başında kurda kuşa karşı yapyalnız kalmıştılar.
Sesler geldi bitişikten :
Soruyorlar:
“- Bilmiyorum,” diyor.
Soruyorlar:
“- Hayır,” diyor.
Soruyorlar:
“- Söylemem,” diyor.
Soruyorlar :
“- Bilmiyorum,” diyor, “- Hayır,” diyor, “- Söylemem,” diyor.
Ve yeryüzünde bu üç sözden başkasını unutan ses
sıhhatli bir çocuk teni gibi pürüzsüz
ve iki nokta arasındaki en kısa yol gibi düz.
Bir kayış sakladı bitişikte :
Partizan sustu.
Çıplak bir insan eti ses verdi.
Kayışlar şaklıyor arka arkaya.
Yılanlar güneşe doğru sıçrayıp düşerken ıslık çalıyorlar.
Genç bir Alaman subayı geldi mutfağa.
İskemleye çöktü.
Kapadı avuçlarıyla kulaklarını.
Ve gözleri sımsıkı yumulu
ve öylece kaldı orda kımıldamadan sorgunun sonuna kadar.
Kayışlar saklıyor bitişikte.
Saydılar ev sahipleri :
200…
Sorgu tekrar başladı :
Soruyorlar : “- Bilmiyorum,” diyor,
Soruyorlar : “- Hayır,” diyor,
Soruyorlar : “- Söylemem,” diyor.
Ses kibirli
fakat artık pürüzsüz değil
kanayan bir yumruk gibi boğuktu.
Partizanı dışarı çıkardılar.
Başında kürk şapkası, sırtında gocuk,
bacaklarında pamuklu külot pantolon ve keçe çizmeler
yoktu.
Bir don bir gömlekti.
Beyaz, genç dişleriyle ısırılmaktan şişmiş dudakları.
Bacaklarında, boynunda, alnında kan.
Kolları iple bağlı arkadan,
çıplak ayakları karda,
iki yanda süngülüler,
yürüdü partizan.
Soktular partizanı Vasili Klulik’in izbasına.
Oturdu tahta sıranın üstüne.
Çatık bir dalgınlık içindeydi.
Su istedi.
Nöbetçi verdirmedi suyu.
Alaman askerleri geldiler.
Böcekler gibi üşüştüler başına,
çekiştirdiler, tartakladılar.
Birisi art arda kibrit yakıp tuttu altında çenesinin,
bir bıçkı sürttü sırtına bir başkası
dişli demir kanlanıncaya kadar.
Sonra gittiler uyumaya.
Nöbetçi süngünün ucunda çıkardı partizanı sokağa.
Mavi gözleri yuvarlak bir çocuk bakıyor camdan:
dünya buzların içinde,
karın altında yapyalnız sokak
yıldızların içinde.
Mavi gözleri yuvarlak
bir çocuk bakıyor camdan.
Gördüklerini unutacak,
büyüyecek, evlenecek,
ve bir yaz gecesinde
bir öğle uykusunda yahut
rüyasına girecek ansızın
karda yıldızlara basan çıplak ayakları bir genç kızın.
Karın altında bir uçtan bir uca
karın altında yapyalnız sokak.
Karın üstünde partizan:
ayakları çıplak,
kollan bağlı arkadan,
bir don bir gömlek,
yürüyor önünde süngünün
bir uçtan bir uca gidip gelerek.
Üşüdü nöbetçi, döndüler izbaya.
Isındı nöbetçi çıktılar.
Bu böyle sürdü saat 22’den ikiye kadar.
İkide nöbetçi değişti
ve artık partizan kımıldanmadan kaldı tahta sıranın üzerinde.
Partizan
18 yaşında.
Partizan
öldürüleceğini biliyor.
Ölmek ve öldürülmek:
hıncının kızıltısında belli belirsizdi bu fark.
Ve ölümden korkmayacak
ve keder duymayacak kadar sıhhatli ve gençti.
Bakıyor çıplak ayaklarına:
Şişmiştiler,
çatlayıp donmuştular kıpkırmızı.
Fakat partizan
dışındaydı acının.
Ve nasıl derisinin içindeyse
öyle içindeydi öfkesinin ve inancının.
Zaman zaman annesi geliyor aklına.
Mektep kitapları geliyor aklına.
Cilalı toprak bir çanak geliyor aklına
İliç’in resmi önünde duran
ve içinde masmavi çiçekler.
Çocukluğu geliyor aklına,
bu o kadar yakın ki
kısacık entarilerin renkleri bile
tutulacak gibi elle.
İlk hava bombardımanı geliyor aklına.
Cepheye giden işçi taburları geliyor aklına
sokaktan geçiyorlar şarkı söyleyerek
ve çocuklar koşuyor peşlerinden.
Zaman zaman bir tramvay durağı geliyor aklına;
annesiyle orda vedalaştılar.
Bir gençlik toplantısı geliyor aklına,
bu o kadar yakın ki
kırmızı örtülü masada su bardağı
ve kesik kesik konuşan kendi sesi bile
tutulacak gibi elle.
Ve artık durup dinlenmeden kendi sesi geliyor aklına:
düşmanın karşısında dimdik duran sesi,
Hayır, diyen,
Söylemem, diyen
ve düşmana hiçbir şeyi doğru söylememek için
kendi adını bile gizleyen.
ZOE’ydi adı,
ismim TANYA, dedi onlara.
(Tanya,
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin.
Bursa Cezaevi’nde.
Belki duymamışındır bile Bursa’nın adını.
Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin.
Sene 1941 değil artık
sene 1945.
Moskova kapılarında değil artık
Berlin kapılarında dövüşüyor seninkiler,
bizimkiler,
bütün namuslu dünyanınkiler.
Tanya,
senin memleketini sevdiğin kadar
ben de seviyorum memleketimi,
Seni astılar memleketini sevdiğin için,
ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim.
Ama ben yaşıyorum,
ama sen öldün.
Sen çoktan dünyada yoksun,
zaten ne kadar az kaldın orda :
on sekiz senecik.
Doyamadın güneşin sıcaklığına bile.
Tanya,
sen asılan partizan,
ben hapiste şair.
Sen kızım, sen yoldaşım.
Resminin üstüne eğiliyor başım:
kaşların incecik,
gözlerin badem gibi,
ama renklerini fotoğraftan anlamam mümkün değil.
Fakat yazıldığına göre
koyu kestaneymişler.
Bu renkte gözler çok çıkar benim memleketimde de.
Tanya,
saçların ne kadar kısa kesilmiş,
oğlum Memet’inkilerden farkı yok.
Alnın ne kadar geniş,
ay ışığı gibi,
rahatlık, ve rüya veriyor insanın içine.
Yüzün ince uzun,
kulakların büyücek biraz.
Henüz çocuk boynu boynun :
henüz hiçbir erkek kolu sarılmamış anlıyor insan.
Ve püsküllü bir şey sarkıyor yakandan:
süsünü sevsinler mini mini kadın.
Arkadaşları çağırdım, bakıyorlar resmine :
-Tanya,
senin yaşında bir kızım var.
-Tanya,
kız kardeşim senin yaşında.
-Tanya,
senin yaşında sevdiğim kız.
Bizim memleket sıcaktır
bizde kızlar tez kadınlaşır.
-Tanya,
senin yaşında kızlarla okulda, fabrikada, tarlada arkadaşız.
-Tanya,
sen öldün,
ne kadar namuslu insanlar öldürüldü ve öldürülmektedir,
ama ben,
yedi yıldır kavgada hayatımı tehlikeye koyamadan
hapiste de olsa bal gibi yaşıyorum.)
Sabah oldu Tanya’yı giydirdiler,
ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu,
iç etmişlerdi onları.
Torbasını getirdiler :
torbada benzin şişeleri, kibrit, kurşun, tuz, şeker.
Şişeleri boynuna astılar,
torbasını verdiler sırtına.
Göğsüne bir de yazı yazdılar :
“PARTİZAN”.
Köyün alanına kuruldu darağacı.
Atlılar çekmiş kılıcı
halka olmuş piyade askeri.
Zorla seyre getirdiler köylüleri.
İki sandık üst üste,
iki makarna sandığı.
Sandıkların üstüne
yağlı urgan sallanır,
urganın ucu ilmik.
Partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına.
Partizan
kolları bağlı arkadan
durdu urganın altında dimdik.
Nazlı, uzun boynuna ilmiği geçirdiler.
Bir subay fotoğrafa meraklı,
bir subay, elinde makina : Kodak,
bir subay resim alacak.
Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğinin içinden
“- Kardeşler, üzülmeyin.
Gün yiğitlik günüdür.
Soluk aldırmayın faşistlere,
yakın, yıkın, öldürün…”
Bir Alaman vurdu ağzına partizanın,
genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan.
Fakat askerlere dönüp devam etti partizan :
“- Biz iki yüz milyonuz.
İki yüz milyon asılır mı?
Gidebilirim ben.
Ama bizimkiler gelecekler.
Teslim olun, vakit varken…”
Kolhozlular ağlıyordu. Cellat çekti ipi.
Boğuluyor nazlı, boynu kuğu kuşunun.
Fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan
ve hayata seslendi İNSAN:
“- Kardeşler
hoşça kalın.
Kardeşler
kavga sonuna kadar.
Duyuyorum nal seslerini
geliyor bizimkiler!”
Cellat bir tekme attı makarna sandıklarına.
Sandıklar yuvarlandılar.
Ve Tanya sallandı ipin ucunda
The little daughter’s on the mattress,
Dead. How many have been on it
A platoon, a company perhaps?
A girl’s been turned into a woman,
A woman turned into a corpse.
It’s all come down to simple phrases:
Do not forget! Do not forgive!
Blood for blood! A tooth for a tooth!
http://en.wikipedia.org/wiki/Prussian_Nights
Red Army troops raped even Russian women as they freed them from camps
By Daniel Johnson
Published: 12:01AM GMT 24 Jan 2002
“In many ways the fate of the women and the girls in Berlin is far worse than that of the soldiers starving and suffering in Stalingrad.”
THE Red Army’s orgy of rape in the dying days of Nazi Germany was conducted on a much greater scale than previously suspected, according to a new book by the military historian Anthony Beevor.
Beevor, the author of the best-selling Stalingrad, says advancing Soviet troops raped large numbers of Russian and Polish women held in concentration camps, as well as millions of Germans.
“By the time the Russians reached Berlin, soldiers were regarding women almost as carnal booty; they felt because they were liberating Europe they could behave as they pleased.”
Against this horrific background, STALIN and his commanders condoned or even justified rape, not only against Germans but also their allies in Hungary, Romania and Croatia. When the Yugoslav Communist Milovan Djilas protested to Stalin, the dictator exploded: “Can’t he understand it if a soldier who has crossed thousands of kilometres through blood and fire and death has fun with a woman or takes some trifle?” And when German Communists warned him that the rapes were turning the population against them, STALIN fumed: “I will not allow anyone to drag the reputation of the Red Army in the mud.”
When the Yugoslav Communist Milovan Djilas protested to Stalin, the dictator exploded:
“Can’t he understand it if a soldier who has crossed thousands of kilometres through blood and fire and death has fun with a woman or takes some trifle?”
And when German Communists warned him that the rapes were turning the population against them, STALIN fumed:
“I will not allow anyone to drag the reputation of the Red Army in the mud.”
12 EYLÜL MİLİTARİST REJİMİNDEN, 12 EYLÜL TÜRK İSLAMCI TARİKATLAR REJİMİNE DOĞRU…
12 Eylül anayasa revizyonu Kürtlere yeni bir şey sunmuyor. Kürtler bir sopaya diğerini yeğlemekle yine zaman kaybedecekler. Askerin damgasını vurduğu rejimin Kürtlere yaptığını, İslam’ ın rengini vuracağı bir rejimden beklememek saflık olacaktır. İran Müslüman molla rejimi Kürtlere ne verdi? AKP de orduyu denetim altına aldıktan sonra aynen onların yaptığını yapacaktır. Böylece cellatların ünüforması değişiyor, kara gözlüklü general yerini, türbani ünüforma taşıyan cellada bırakıyor!.
Kürt halkının, AKP etrafında kümelenen Türk islam sentezcilerinin mutlak hakimiyetininin tesisi için hazırlanan bu anayasa revizyonundan bir çıkarı yoktur. Kürt halkı kendi bağımsızlığı için ayağa kalkmalıdır. Geçmişte her klik dış destek olmadan yaşayamıyordu, dışardan ağa babalar el uzatamayınca allah, vallah diyerek can derdine giriyorlardı. Halk düşmanı askerin elindeki nizamın ayakta kalabilmesi için dış destek şart idi. 90 lara kadar bu destek bedavdan verildi. Sovyetlere karşı jandarma rolünü üstlenen TC klikleri parazit yapıları ile anormal şekilde palazlandılar. Vurduğum vurduk, kestiğim kestik naraları, dış destek kalkınca havada kalmaya başladı. Yaşaması dış desteğe bağlı asalak ordu, dış destek AKP ye kayınca, balığın sudan çıkması gibi can çekişmeye başladı. Bütün askeri darbeleri dış detek ile yapıyorlardı. Halkın sırtından beslenen parazit subaylar yıllarca laikçi geçindi ve şimdi ise dincilerle işbirliği yapmaya başladılar. Kendilerini din mafyasına teslim ettiler. Kahramanlıkları, sadece Kürt ve diğer Müslüman olmayan mazlum halklara karşıdır. Dağda davar otlatan 2 çobana terorist var diyerek bütün bir tümeni seferber eden generaller çetesi, çöl bedevisinin ilkel beyninden çıkan ideolojinin ürünü bir avuç islamcı mahlükata kendilerini teslim ettiler…Yüce orducuk dış destek kimdeyse o tarafa kıvırıyor? Zevk ve sefa peşindeki binlerce lümpen subay dış destek AKP ye geçince kendilerini ortaçağ tarikatlarının kucağında buldular. Mehmetçik bir anda Muhametçik oldu. İşte bu türden kadrolar ile ancak dış destekli darbe yapılır. Dış destek olmadan, balığın sudan çıkması gibi yaşayamıyorlar… Dış destek olmadığı zaman da hepsi döküldü işte. Türk İslam sentezcisi bir avuç Bedevi kırıntısı da, askerler gibi dış destekli mazbatayı almaktan başka bir şey düşünmüyor, mazbata, militer ünüforma giyenden, deve çobanlarının resmi ünüformasını giyenlere geçecek ve Kürt halkı da ayaklar altında kalmaya devam edecektir..
Ordu ve dinci çeteler bu hale nasıl geldi? Değişen dünya koşullarında, TC, ABD ve Avrupa’dan eski yapılanma temelinde almış olduğu desteği kaybetme noktasına geldi. TC, pratikde 3 çeşit ordu beslemek zorundadır: 1- yüzbinleri bulan regüler ordu 2- paramiliter Köy koruyucuları ki, bunların sayısı hemen hemen Fransa’ nın tüm ordusu kadardır. 3- Özel ordu denilen ve genellikle Kürt kılığına girmiş ve Kürt gerillası adı altında mümkün olduğu kadar can kaybı yaratmaya çalışan kontra birlikler. Gelinen noktada, özellikle AB devletleri bu 3 çeşit ordunun masraflarını ödemenin gerek TC bütçesi gerekse de, eğer TC, AB ye alınırsa kendileri için bir bela olacağını gördüler. Almanya’ nın yıllık askeri masrafları, kontralara ayrılan bütçeden bile daha azdır. Avrupa bu çeşitten bir Türk belasını başına almak istemiyor. İşte Ordu tepesi bu haliyle sallanmaya bırakıldı, Genelkurmay ise bu durumda AKP nin yanında yer almayı 3 ordulu TC nin devamı için bir zorunluluk saydı. Fakat bu yeni yapılanma da çok sunnidir ve her an yıkılabilir. Bu haliyle bile yeni türden bir dış destek elde etmenin şansı azdır. AKP 3 ordulu yapıya dokunamıyor, sadece islamlaştırmaya çalışıyor. Şu andaki dünya konjonktürü TC gibi savaş mekanizması haline gelmiş devletler için çok şey vaad etmiyor. Aksine, şimdiki durum bağımsız bir Kürdistan realitesini hayal olmaktan çıkarıyor.
Genel duruma bakarsak: Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde en önemli engellerden bir tanesi, 12 Eylül anyasası ve daha sonraki askeri hakimiyet esasına göre düzenlenen hukuksuzluk kurumları idi. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve HSYK (Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu), kamufule edilmiş diktanın dayandığı nizamın temel taşlarındandır. Bu kurumlara dokunulmadan, Türkiye demokratikleşemez. Çünkü 12 Eylül hukuksuzluğu, hakimiyetinin bekası için her kurumu diğeri üzerinde bir kontrol mekanizması şeklinde örgütlemiştir.
Asker kişiler sivil hukuka tabi olmadığı için zaten bu hukuktan etkilenmiyor. Askerin emir komutaya göre işleyen kendine has bir “hukuku” var. Onların işlerine siviller zaten karışamaz. Son dönemde askeriyenin ana kadroları arasında başlayan çözülme ordu içindeki çelişkinin derinleşmesinin bir ürünüdür. Askeri klikler arasında körü körüne devam eden rant kavgası olmasaydı hiç bir subayın kılına dokunulamazdı. AKP ‘ye dayanan klik kendilerine baş eğmek istemeyen çoğu emekli edilmiş bir sürü general ve alt rütbelileri nihai tasfiyeye başladı. Kendisini tarafsız göstermeye çalışan genel kurmay, bütün operasyonlardan sorumludur. İ. Başbuğ, Koşaner gurubu, kimin yakalanması ve kime de dokunulmamasını perde arkasında bilfiil yönettiler. AKP, genelkurmayda geçen bu kadar önemli bilgilere hiç bir zaman ulaşmazdı.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Sayıştay, HSYK vb kurumlar sadece siviller için işliyor ve hep askerin elinde sivillere karşı kullanılmaktadır. Şemdinli savcısının görevden alınması bunun açık bir örneğidir. Şimdi askeri kanatlar arasında başlayan bu kavgayı, AKP nin başarılı mücadelesi diye yutturmak abes gelecektir. AKP nin cemaatler adını alan dini mafya çeteleri, hazırlık yaptıkları gelecekteki din diktası için bu dalaşmayı kullanmakta ve askeriye içinde kendi ordularının temellerini atmaktadırlar. AKP nin amacı demokratik, çetelerden arınmış bir ordu değil, tam tersine kendisine bağlı Osmanlı tipi bir ordudur. Kürt halkı Hamidiye alaylarından az çekmedi. AKP nin hayal ettiği Hamidiye alayları tipi ordu şimdikinden daha kötüdür. Bunların devamı işte şimdiki Köy koruyucuları adını alan ve Kürdistanda katledilen her 100 kişiden 90 nının sormlusudurlar. Hamidiye Alayları koruculuktan daha beterdir. Koruculuk, gibi fakat o zaman bölgede hakim güç olan Ermeni nüfusu yok etmek için kuruldu. Abdulhamit bu alaylara “İstediğiniz kadar Ermeni kesin, mallarını yağmalayın, helaldir. Yeter ki bunu benim söylediğim zaman yapın” dedi. Hamidiye Alayları bu topraklarda 1915’teki tehcirden önce çok büyük bir Ermeni katliamı yaptı. Onları devamı olan koruyucular da aynısını şimdiki hakim güç olan Kürtlere uyguluyor.
Bu durum Türk devleti’nin kuruluş felsefesine de oldukça uygundur
Çünkü Türk devleti Türkiye olarak adlandırılan coğrafya’da yaşayan milletlerin iradesine karşı kuruldu. Askerin süngüsü ile kuruldu. Türk resmi tarihinin yalan iddialarının tersine, yabancı hiçbir güce karşı savaş değil, yerli halkların yokedilmesi temelinde kuruldu. Yabancıların desteği ile yerli halklara karşı kıyım uygulanarak kuruldu. İlk tehcir planı Celal Bayar’ın yönetiminde Batı Anadolu Rumlarına karşı 1914 yılında başlatıldı. Almanların talebi üzerine durduruluna kadar, 1 milyon kadar Rum binlerce yıllık vatanları olan Ege’den kovalanmıştı bile. Bayar hatıralarında bu planın başarı ile uygulanmasından böbürlenerek söz eder. 1915 Ermeni soykırımı, 1916 yılında ise Doğu Karadeniz Pontus Rumları, iç Anadolu’ya zorunlu göçe tabi tutuldu. Arta kalanları da Ankara Hükümetinin 1921 Koçkiri, Palu-Genç ve 1938 de Dersim harekatı sırasında yüzbinlerce Kürdü zorunlu göçe tabi tutması gibi. Uzun yıllar boyunca, Yahudi Holokaustunun arkasında Sinti-Roma halkının ve diğerlerinin yaşadığı soykırımın gölgede kalması gibi, Ermeni Soykırımında da, Süryani, Rumlar ve diğerleri gölgede kaldı. Anadolu’ da soykırımlar başlamadan önce yüksek sayıda Rum ve Ermeni ve Kürtler vardı. Araplar, Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler, Yahudiler vardı… Mesela Karaim denen Yahudiler Bizans zamanında İstanbul’da yaşıyorlardı. Rumlar, Ermeniler, Kürtler her taraftaydılar. Rumlar özellikle İstanbul, Karadeniz ve Ege sahillerinde, Ermeniler de daha çok Doğu Anadolu’daydılar. Bunların hepsi iç içe geçmiş nüfuslardı. Türkler ise esasen azınlıkta idiler.
Türkler Anadolu’da yaşayan diğer kavimleri nasıl yönetimleri ve etkileri altına aldılar? Dinsel farklılıkların yarattığı zulüm sisteminin içinden gelişen milli zıtlıkların ortaya çıkışı, ilk olarak Ermeni, Rum ve Asuri-Süryani-Keldani-Nasturi ve Ezidi halklarını vurdu.1890’lardan başlayarak bu halklara karşı yok etme kampanyaları geliştirildi ve nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’nın yanında 1. paylaşım savaşı talanına katılmasıyla birlikte hemen hemen tümden yok edildiler. İttihat ve Terakki hükümeti tarafından 1915’de gerçekleştirilen Ermeni tehcirinden önce de Ermeni halkı katliamlara uğramış, ancak uygulamaya konulan tehcir politikasıyla tam bir soykırıma tabi tutulmuştur. Tehcir süresince bir buçuk milyon Ermeni, sürgün ve öldürme yoluyla yok edilmiş, kalanlar ise kendilerini, yaşamları boyunca üzerlerinden atamayacakları travma ve acılarla birlikte sürdürmek zorunda kaldıkları bir hayatın içinde bulmuşlardır. Müslüman olmayan diğer milliyetleri yok ederek Türk milletini yaratma eylemi, Osmanlı’da başlayıp Cumhuriyet’le devam eder. Dolayısıyla tüm dünyaca bir insanlık suçu olarak kabul edilmiş olan soykırımın, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemlerinde işlenmiş olduğunu kabul etmek gerekir. Neticede, içerisinde cumhuriyeti kuran subayların da faili olduğu, 2.5 milyon insan katledilmiştir. Üç milletin Anadolu topraklarındaki varlığına son verilmiştir. 1900’lü yılların başlarında toplam nüfusun 13 milyon civarında olduğu göz önüne alındığında katliamın boyutları ve taşınılan utancın büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Tehcir ve daha sonra devam eden azınlıkları tasfiyeye yönelik sistematik politikalar, ve toplum içerisinde ne kadar kopuk, ipsiz, berduş, halk düşmanı insan varsa bu devletin büyükleri oldular. Daha sonraki devlet kadrolarını yetiştirme okulları ve askeri okullar halka düşmanlık esasına göre eğitim verdiler ve devlet kadrosu olmak için halk düşmanı olmak şart oldu. Halk düşmanı oldular. Mesela kendini modern diye gösteren Cumhuriyet’in başındaki 300 bin Ermeni ve 450 000 Rumdan da bugün geriye ne kadar Ermeni ve Rum nüfus kalmıştır? 35 bin küsur Ermeni, 28 000 Rum.. Cumhuriyet döneminde de Ermenilere ve bütün gayrımüslimlere yönelik bir “ikinci dalga yok etme” süreci yaşandı. Bu yok etme, illa öldürerek değil, insanların hayatlarını çekilmez hale getirerek, cehenneme çevirerek yapılıyor. Ve sonunda insanlar yurtdışına göç ediyor. Kürt aşiretlerinin elebaşlarını Batı’ya göç etmeye zorlayan 1934’teki İskân Kanunu, Ermenilere de uygulanmış. Mesela Urfa, Diyarbakır, Sivas’taki Ermenilere “hadi siz de İstanbul’a, İzmir’e” deniyor. Ermenilere ve diğer gayrımüslimlere yapılan uygulamalarda, Cumhuriyet dönemi Osmanlı dan daha kötüdür. Sözüm ona hilafet devleti olan Osmanlı’da Ermeniler, Rumlar, Yahudiler devlette en yüksek mertebelere çıkabilirken, laik, seküler, çağdaş TC devletinde bir Ermeninin veya Rumun dışişlerine, askeriyeye, polise girmesi asla söz konusu değil. Bu insanlar bekçi bile olamazlar.
Türkiye’de esmeye başlayan ordu – dinci kavgasının birinci nedeni ABD’nin yeni politikası ve Saddam rejimini yıkmasıdır. Zaten ordu da bunu böyle anladığı için ABD’ye düşmanlık etmekten geri kalmıyor. Türk dinci – asker diktası Irak’ta ABD’ye karşı savaştı ve yenildi. Ordaki yenilgiden sonra Türkiye’de sallanıyor… Ordu sever güçlerin kitle tabanı yok. Rüşvet ve korku ile etrafında topladıkları kitleler hala meseleyi anlamamışlar. Türk medyası’nın bir kısmı ve servetlerini halk düşmanlığı ile elde eden bazı zengin Türk şirketleri, kitlelerin durumu açık anlamalarını engelliyor. Türk milletini yaratma adına işlenen toplu cinayetlerin işlenmesinde, din faktörü yoğun bir biçimde kullanıldığı için, mevcut toplumda marazi bir dinsel nefret egemen hale gelmiş ve toplumun aydınlanması ve demokratikleşmesinin önündeki en büyük engeli oluşturmuştur. İşte AKP buna dayanıyor. Bu nefret temeli günümüze kadar tüketilememiş olan şeriatçılık-laikçilik sahte ikileminin de en sağlam temelini oluşturmuştur.
Bu katliamla yoğrulan dinsel nefretin, Kafkaslardan ve Balkanlardan dinsel motifler öne çıkarılarak sürülmüş olan Müslüman toplulukların taşıdığı nefret ile birleşmesi, toplumumuzun bugüne kadar kendini kurtaramadığı diğer dinlerden insanları aşağılama ve dışında görme kültürüne temel olan en önemli zemini oluşturmuştur.
Sayıları milyonları bulan böylesine büyük ve geniş bir katliamı sürdüren bir halkın, ruh sağlığının yerinde olması beklenemez. Bunun içindir ki, şiddet ailede, okulda, askerde ve hemen hemen tüm toplumsal ilişkilerde en önde gelen ilişki biçimini oluşturmakta ve sağlıksız bir toplumun kendini sürekli üretmesine neden olmaktadır.
Sağlıksız bir toplumun yeniden üretiminin en temel nedenini oluşturan TC devleti, tüm diğer milliyetlere karşı işlenmiş olan soykırımların kefaretini ödemeden ve tarihsel utançlarıyla yüzleşmeden, öldürülenlerin tümünün suçlu olduğuna ilişkin geliştirilmiş olan “düşmanı yok etme edebiyatının” Türklerin ruhunda yarattığı travmayı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu kadar insanı yok edenin etrafının düşmanlarla çevrili olduğuna inanması için sadece paranoyak olması gerekmez, böylesine bir düşünceye sahip olmak için kendi tarihinin derinliklerinde yatan soykırım utançları zaten ona bu temeli sunmaktadır.
Ermeni soykırımının inkarındaki ısrarın temel nedenlerinden birisi, bu soykırımı kabulle birlikte, diğer katliamların da kabul edilmesinin zorunlu hale geleceği ve TC’nin nasıl kanlı bir miras üzerine kurulu olduğu, neden bu toplumun her dokusunun şiddetle örüldüğü ortaya çıkacak ve bunun bir toplumsal hastalık olarak kabul edilmesi sonucu tedavisi de zorunlu hale gelecektir.
Türkiye’nin insanlık düşmanı bu kurumları, gereğinden fazla yaşadı, gücünden fazla güce sahip oldu. 20 yıl önce yıkılması gerekliydi. Yıkılmadı. Şimdi yıkılabilir.
Militarist kadroların durumu
Laikçi geçinen militarist takımdan tek bir kişi siyasi savunma yapmadı. Mademki laiksiniz, M. Kemal’ in ideolojisini savunuyorsunuz, o zaman nerde kaldı İrticaya karşı mücadele? İrticaya karşı mücadele, AKP nin din mafyasına yalvarıp yakarmayla olabilir mi? Fetuş çetesinden Nakşibendiye, Milli görüşten, Nurcudan, Cübelli, Alevici Hacı Bektaş yobazlarına kadar, envay çeşit klik ahtapot gibi bütün toplumu sarmışken ağızlarını kapatan generaller nerdeyse kendi eşlerine de türban takacaklar. Karıları’nın esiri “kahraman” generaller; hasta raporları ve çeşitli bahane va yalanlar ile hapishanden, mahkemeden kurtulma çarelerini arıyorlar. Kimi kilo kaybetti, kimi hafıza kaybetti, çoğu ar ve şeref kaybetti. Nerde kaldı o kadar vergi paraları? Yurtdışından gelen o milyonlara ne oldu? Halkın sırtından beslenen parazit subaylar yıllarca laikçi geçindi ve şimdi ise açıkça dincilerle işbirliği yapmaya başladılar. Kendilerini din mafyasına teslim ettiler. Kahramanlıkları, sadece Kürt ve diğer Müslüman olmayan mazlum halklara karşıdır. Yüce orducuk dış destek kimdeyse o tarafa kıvırıyor? Zevk ve sefa peşindeki binlerce lümpen subay dış destek AKP ye geçince kendilerini ortaçağ tarikatlarının kucağına attılar. Mehmetçik bir anda Muhametçik oldu. İşte bu türden kadrolar ile ancak dış destekli darbe yapılır. Dış destek olmadan, balığın sudan çıkması gibi yaşayamıyorlar…Dış destek olmadığı zaman da hepsi döküldü. CHP ve MHP denilen ve aslen mevcut savaş mekanizmasının bir uzantısından başka bir şey olmayan sözde sivil kanat, kara gözlüklü generallerden daha tehlikelidirler. K. Kılıçdaroğlu gibi Dersim soykırımında öz aile fertlerini kaybetmiş devşirme bir insandan medet uman savaş mekanizması, onun şahsında Kürtleri rencide etmek istiyor. Celadına tapan birini öne sürmekle, ‘işte siz busunuz diyorlar’.
İslamcı güçler ve Askeriye birliği.
AKP paşaları: Kenan Evren ve diğer darbe faillerinin adları sokak ve mahalelerimizin yüzkarasıdır.
12 Eylül Cuntası; Askerin, İslamcıları yeni yapılanmada kuvetlendirdikleri bir darbedir. 12 Eylül Cunta Anayasasını hazırlayanlar yine darbeyi yapan Askerler, geleceğin İslamcılığının ana temellerini bu anayasa ile attıklarını sonradan itiraf ettiler. 1982 de Manisa’ da elinde kuran-ı kerim ile, ‘ benim babam da imamdır, Turkiyenin yeni devlet ideolojisi işte bunun içindedir’, ‘ solcu komünüzme karşı panzehir kuran’ dır’ diyen Kenan Evren böylelikle dincileri özel beslemeye aldı. Cunta Anayasası oylamasında, Anayasanın büyük bir yüzdeyle kabulünü sağlayan müslüman ve militarist güçler sadece detayda anlaşamıyor gibidirler.
AKP nin ana kadroları çoğunlukla 12 eylül darbesinin ürünüdürler. Kenan cuntası, devlet ideolojisinin ve doktrinin ana merkezine İslam dinini koyarken bunu kadrosuz yapamazdı. Temelini kendine laik diyen bu ordu attı. İşte onların ürünü yaklaşık 20 sene sonra boy verecekti ve generallerin AKP si hakikaten de bir gerçek oldu. Şimdiki genekurmay başkanları ve ondan önceki Büyükanıt’ ın dinci güçlerin yanında yer almaları bir tesadüf değildir.
12 Eylül’ün anti demokratik kurumları kaldırılmıyor sadece 2 klik arasında el değiştiriyor. 12 Eylül tarafından getirilen YÖK halen varlığını ve işlevini sürdürmektedir. İslamcı kesim buranın AKP zihniyeti tarafından ele geçirilmesiyle birlikte istediğni başarmıştır.
12 Eylül 1980 darbesi islami ideolojiyi başat kılmak için dincileri kullanmış, siyasal İslami doğurarak büyütmüş ve devletin tüm olanaklarıyla beslemiştir. Askerin siyasal İslami AKP formatında bugüne gelmiştir. AKP hükümeti ülkenin tüm yönetim kadrolarını ki bu en küçük bir meslek odası örgütlenmesinin yönetiminin siyasal İslam kadroları ile yönetilmesi idealini kapsamaktadır. Bugün AKP’nin siyasal İslamcı kadrolarını tamamıyla yerleştiremediği bir Anayasa mahkemesi ve HSYK kalmıştır.
AKP hükümeti, yıllar sonra varlığını borçlu olduğu 12 Eylül darbesi ve anayasasının ideali kurumsallaşmış siyasal İslami devletin her hücresine yerleştirmek için yenilenmiş, 12 Eylül anayasası için referandum yapacak.
Darbeciler ne olacak? AKP kendi paşalarına laf dokundurtmuyor. AKP bu türden İslamdan yana paşaları aklamak istiyor ve geçmişin tüm suçlularının ve suçlarının üstünü örtmek için generallerle pazarlık yapıyor. Sırf eski cuntacılar değil, daha Büyükanıt örneği tazece duruyor. Büyükanıt servetine servet kattı, AKP ye ilk gizili belgeleri veren odur. Bir şebeke eliyle para karşılığnda AKP dinci çevrelerine satılan ordu dökümanları ve diğer gizli belgeler bedava sağlanmıyor…Generallerin zayıf noktalarını bilen AKP, vaatlerde bulunuyor, bazılarını kendi tarafına geçiriyor, diğerlerini ise tasfiye ediyor. AKP ordu tepesini ele geçirmek için amansız bir faaliyet gösteriyor, İslam yanlısı generallerin bir bölümü şimdiden önemli görevlere geldiler.
Kenan Evren’e Cennetlik diyen bir zihniyet darbecileri yargılayamaz-yargılamaz: Kenan Evren AKP ve Siyasal İslamcıların Hocası tarafından Cennetle ödüllendirilmiştir. Bu ödülün nedeni ise müslüman olmayan ve diğer halkların çocuklarını asimile eden ‘’Din Derslerinin Anayasayla zorunlu hale getirilmesidir’’ AKP; bu zorunlu din dersleri ve 12 Eylül Cuntasının ‘’ne yapalım o zaman sol tehlikeydi’’ gerekçesiyle toplumu dindarlaştırma politikasının ve teşviklerinin ürünüdür. Bu ürün aslına ve kendini var eden unsurlara ihanet etmemiştir, etmeyecektir de. O yüzden halen Kenan Evren isimlerinin okullardan, caddelerden, parklardan, kışlalardan kaldırılmasına itiraz etmektedir.
Gülen ve 12 Eylül darbesi
12 Eylül 1980 Askeri darbesini destekleyen Gülen, şöyle diyor: “Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük… Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçilmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam…” Camide vermiş olduğu bir vaaz da ise “Kenan Evren’e laf söyleyenin dişlerini kırarım” diye insanları tehdit ediyordu.
Ayın şekilde 12 Eylül darbecilerinin Kürt bölgelerinde yaptığı bütün saldırıları ve katliamları desteklerken de şu cümleleri kullanıyor: “Devlet kesinlikle orada hakim olmalı. Dişlerini kırmalı” diyor. Gülen’in her söylediğini doğru gören ve her sözünü kabul ettiğini söyleyen Bülent Arınç’ın yanıt vermesi gereken bir soru var. Gülen, hem askeri darbeyi destekledi, hem de faşist anayasaya ‘evet’ için kampanya yürüttü. Peki, her şeyine doğru yaptı, bir bildiği vardır dediği Gülen için ne diyecek? Aslında Arınç birazcık dürüst davransa; 12 Eylül 1982 Anayasasına, kendisinin de ‘Evet’ oyu verdiğini söyler.
Kadirilik Cemaati’nin lideri Haydar Baş, “…1982 Anayasasını savunuyoruz. Devleti savunuyoruz…’soğuk savaş’ dönemlerinde kalma bir antikomünist çizgiyi savunuyoruz… Demokratik mücadele, demokrasinin kural ve kurumlarını çiğneyerek yapılamazdı. Oysa daha ilk günden izinsiz yürünmüştü ve demokrasinin temel kurumlarına baş kaldırılmıştı.”
Bir kez daha AKP’ye hatırlatmaktan yarara var. Erdoğan’ın ve AKP’li kadroların çok önemli bir kesimimin bağımlı olduğu Zahit Kotku’nun yönettiği İskender Paşa Dergahı ve Erbakan’ın liderliğini yaptığı Milli Görüş geleneği ile askeri darbeciler arasında her zaman bir işbirliği olmuştur. Her iki gelenekte darbecilerle sürekli kalıcı ilişkiler içinde oldular. Örneğin, 1971’lerin darbeci generallerinde Muhsir Batur ve Özel Harp Dairesi Başkanı General Turgut Sunalp, kapatılan MNP Genel Başkanı Erbakan’ın tekrar İslami bir parti kurması için İsviçre’de özel olarak ziyaret edip ikna ettiler. Erbakan geldi ve MSP’yi kurdu. Erdoğan ve Arınç da, darbecilerin istemiyle kurulan MSP’de yıllarca çalıştılar, yöneticilik yaptılar. Erdoğan hiç merak edip de, İsviçre’de kendisini ziyaret eden generallerle neler konuşulduğunu, doğal lideri Erbakan’a sordu mu? Nasıl gizli bir işbirliği içinde olduklarını öğrenmeyi denemiş midir? Denemediği kesindir. Çünkü kendisini de, 27 Nisan Muhtırasını veren eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile ünlü Dolmabahçe’de ‘yaptığı gizli pazarlık görüşmesini’ halen kamuoyuna açıklamadı. Generallerle gizil ilişkiler içinde olmak, İslamcı politikacıların ve cemaatlerin önemli özelliklerinden birisidir.
Bir başka örnek, İskender Paşa Dergahı’nın lideri Zahit Kotku. Hem 12 Eylül 1980 askeri darbecilerini çok açık olarak destekledi ve Anayasaya ‘evet’ oyu vermesi için vaazlar verdi. Özal, Kotku’dan feyz ve talimat alan biridir. Askeri cunta, Özal’a Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığını önerdiğin de, Özal iki kişinin fikirlerine başvurdu. Birincisi Kotku, diğeri ise Demirel oldu. İkisi de onay verdi ve “şimdiye kadar herkes İslam’ı, toplumda yaygınlaştırmak istiyordu. Oysa asıl sorun, devleti İslamlaştırmaktır…” diyen Özal’a ekonomimin bütünü teslim edildi. Sadece Özal değil, Eyüp Aşık, Ekrem Pakdemirli gibi cemaatlerle ilişkisi olan yüzlerce bürokrat devletin üst kurumlarında görevlendirildiler. Bir başka tipik ama önemli bir örnek vermek istiyorum. Darbeci generaller, demokrasi ve özgürlük adına ne varsa yok ederlerken, binlerce kitap yakarlarken, filmleri imha ederlerken, 1402 sayılı darbeci yasa ile ilerici-demokrat binlerce öğretim üyesinin görevine son verilirken, Erdoğan’ın da kişisel olarak çok iyi tanıdığı ve yakınlığı olduğu, İskender Paşa Dergahı’nın ölmeden önce lideri olduğu ve aynı zamanda Kotku’nun damadı olan Esat Coşan, 12 Eylül generalleri tarafından Ankara üniversitesinde görevlendirildi. Bunları çoğaltmak mümkün. İşte aynı kafa yapısı devam ediyor: Kürtlerin seçilmiş yöneticilerine kelepçe taktıranlar ‘’Kürt açılımı’’ yapamaz; Demokratik Türkiye ve Özgürlük söylemleri kendi kürtünü yaratma girişiminden öteye gitmiyor. DTP nin seçilmiş Belediye Başkanları kelepçelenerek gözaltına alınmış ve haklarında örgüt üyesi olmaktan soruşturma açılarak tutuklanmışlardır. Kürt sorununu hala silahla çözüm arayarak, özel ordular oluşturmaya çalışanlar ile Kürtleri aşağılarcasına sorunu para (ekonomik) sorununa indirgeyenler demokratik bakış açısında değildirler.
Kürt halkının durumu
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Kürt halkının karşı karşıya bulunduğu sürgün ve katliamlar, Ermeni halkıyla Kürt halkının bu dönem içinde aynı kaderi paylaştıklarına tanıklık ediyor. 1916 yılında binlerce Kürdün yerlerinden yurtlarından edilerek Batı Anadolu’ya sürgün edildikleri gerçeğş var… Kürtlerin takibe uğraması, sürgün ve yok edilmesi bugün de üzerinde yeterince durulmayan konulardan birini oluşturuyor. Kemalist yönetimin Kürtlere karşı izlediği inkarcı ve katliamcı politikası, sürgünler döneminde yaşananlarla ilgili kaynakların bulunmaması ve bunun ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de, bu dönemde gerçekleştirilen sürgünlerin inkarına yol açmıştır. Görgü tanıklarına dayandırılan belgeler, biografiler, hatıralar ve istatistikler sürgünlerin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konuda Osmanlı merkezi hükümetinin Kürdistan’daki Mutasarrıflara ve yerel yöneticilere, Kürt sürgünleriyle ilgili gönderdikleri talimatnameler ve çektikleri şifreli telgrafların çoğu hala Osmanlı arşivindeler. Ermeni soykırımı döneminde sorumlu yöneticilerden biri olan Şükrü Kaya’nın, 1916 yılında gerçekleştirilen Kürt sürgünlerinin de sorumlusu olduğu unutulmamalı. 1916-1918 yılları arasında Osmanlı Arşivinde İskan-i Aşair-i Muhacirin Müdüriyeti Umumiyesi dairesinin resmi istatiklerine göre ve 1918-20 yılları arasında değişik kaynakların aktardıkları bilgilerle birlikte ”İleri“ ve ”Tavsir-i Efkar“ gazetelerinin verilerinde geçen rakamlara bakıldığında, ortalama olarak 1 milyon 270 bin Kürdün sürgün edildiğini, sürgünler ve yer değiştirmeler sırasında yaklaşık 700 bin Kürdün soğuktan, hastalıklardan, açlıktan ve askeri saldırılar sonucu yaşamlarını yitirdiği bilinmektedir.1923’ten sonra, Osmanlı’yı tasfiye edip kendilerini egemen ulus şeklinde örgütleyen Türkler’in Anadolu’nun kadim halklarını Türkleştirmeye ve Kürdistan’ı da assimile ile yoketmeye başlamaları, Kürt ulusunu tarihsel bir tercih yapmaya itmişti; Kürtler, ya kendilerinden vazgeçip Türkleşmeyi ya da Osmanlı döneminde başladıkları ulusal mücadeleye devam etmeyi tercih edeceklerdi. Kürtler, mücadeleyi seçtiler ve Türk devletine karşı, 1924 Nasturi İsyanı ile 1938 Dersim İsyanı arasında yirmiden fazla başkaldırı girişiminde bulundular: Nasturi İsyanı (Temmuz 1924), Şeyh Sait İsyanı (15 Mart 1925), 1. Şemdinli Baskını (Mayıs 1925 ), Eruh İsyanı (1925), Pervari İsyanı (1926), Gayan İsyanı – Çölemerik İsyanı (1926), 1. Ağrı İsyanı (1926), 2. Şemdinli Baskını (1926), Koçuşağı İsyanı (7 Ekim – 30 Kasım 1926), Hakkari Beytuşşebap İsyanı (Şubat 1927), 2. Ağrı İsyanı (1927), Biçar Harekatı (7 Ekim – 7 Kasım 1927 ), Zeylan İsyanı (1930), Tutak İsyanı (1930), 3. Ağrı İsyanı (Eylül 1930), Boran İsyanı (1934 – 35), Abdurrahim İsyanı (1935), Sason İsyanı (1935 – 37), Abdulkudduz İsyanı (1935 – 37) ve Dersim İsyanı ( 21 Mart – 7 Ağustos 1938)
Türk ordusu Kürtleri yok etme felsefesi temelinde kuruldu. Osmanlı/Türk ve birçok batılı kaynaklarda Kürt kıyım sürgünlerinin 1916-1917 arasında Kazım karabekir ve M. Kemal’in ve diğer TC kurucularının, 3. ve 2. ordu denetiminde Kolordu komutanı olarak, Bitlis, Van ve Dersim bölgelerinde, Kürtlerin göçertilmesinde birinci dereceden önemli roller oynadığını, Osmanlı Arşiv kaynaklarındaki belgelerden öğreniyoruz. Yine 1925-1938 yıları arası Palu, Ağrı, Zilan, Koçgiri, Dersim İsyanlarında binlerce Kürtler topluca katledildiler. Yani TC denilen devlet doktrini sırf Ermeni ve Rum kanı değil aynı zamanda Kürt kanı ile yazılmıştır.
Ümmetçilik ideolojisi de aynı amaca sahiptir. Mesela bütün Türk islamcı tarikatları hiçbir Arap veya Türk devletinin varlığına laf dokundurmazlar, ama bir Kürt devletinden bahsedildiği zaman cinnet geçriyorlar. Türk solu ve sağı ‘evet ile ‘ hayır’ arasında sallanarak mevcut anayasayı meşrulaştırarak yine aynı tuzağa düşmüştür. Bunlardan Kürtlere hiç bir fayda gelemez. Türk İslam sentezi Kürt halkını ablukaya alma girişiminin bir sonucudur. AKP bu türden Türk İslamının en büyük temsilcisidir. Türkler zözde İslam derken aslında Kürtlere karşı Araplarla işbirliğini kastediyorlar ve bu Arapları karşı taraftan Kürtlere saldırmanın bir güdüsüdür. Yani Türk İslam sentezi, aynı zamanda bir Türk Arap ittifakıdır ve bu bütün Kürtlere karşı bir ittifaktır. Türk İslam sentezi Kürt düşmanlığı temelinde doktirine edilmiştir. Köy koruyucularına seçilen doktirin de budur. AKP, Türk islam sentezini savunan tarikat ve örgütlere dayandığı için gelecekte Kürtler açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır.
Kürt halki özgürlük ve bagimsizlik istiyor. Dünyada Kürtler dışında bütün halklar veya insanlar bir başkasının egemenligine son vererek hürriyetlerine kavuştular: Dersim nüfusu kadar bir nüfusa sahip (başka illere göç edenlerle beraber!) Kosova 7 ay gibi kısa bir sürede bağımsız devlet kurdu. İspanya çözülüyor, en sona kalan Katalanya bile tek kurşun atmadan hemen hemen bağımsız olacak…Abazalar toplam 374 şehit vererek hemen hemen bağımsız hale geldiler. Kürdler’ in bütün bu halklardan neleri eksik ki, bağımsızlık değilde, belirsiz bir ‘muhtariyet’ dayatılıyor? Yukarıda sayılan bütün Kürt isyanların hedefi özerklik olmasına rağmen, TC bir karış hak vermedi. 80 yıldır özerklik denildi, ama sonuç büyük bir ‘zero’ oldu. Türkler, otonomi istenince, bundan sıfır hak istemeyi anlıyorlar. Ezilen halkların kanı ile beslenen ilkel Türk toplumu otonomi veya Özgürlük kavramlarına henüz sahip değildir. Bagimsizlik onurdur. Kürdler hakli olarak onurlarının daha fazla çignenmemesi icin, aldatılmalara son vermek için açık ven netçe bağımsızlık istemelidirler. Yarım yamalak istek ve önerilerin sonu bellidir. Yalvarmak ve yalakalığn sonu bellidir. Başkasının malını, mülkünü ve canını alma ile ortaya çıkan Türk toplumu gibi bir toplumdan hak istemek kadar safça bir şey olamaz!!
Evet, hazır herkes bu yanlışlığı görüp kabul ettiğine göre, bir defa daha milyonların ölümüne neden olacak yeni bir yanlışlığa düşmemek için, onun bunun anayasası ile oynanacağına, ciddi şekilde Demokratik Federal Kürdistan devleti için adımlar atmalı ve böylece, geç de olsa hatalar düzeltilmelidir. Şartlar Kürtler açısından en elverişli bir durum sağlıyor. ABD ve AB Kürtlerin harekete geçmesini bekliyor. Eğer tüm Kürdlerin ortak bir bağımsızlık hareketi gelişirse ki bu şimdi mümkündür, ABD ve AB devletleri uzun süredir sürdürdükleri Arap, Türk yanlısı politikalarını değiştirmek durumunda kalacaklardır ve böylece ilk Kürdistan devletinin ortaya çıkması sağlanacaktır.
Türkiye’de yaşayıp da kendini Türk olarak görmeyen, haklarının gaspedildigini düşünen her insan burada hürriyetine kavuşacaktir.
Dünyanın gözü Kürtlerin üzerindedir, Kürtlerin 12 Eylül ve ondan sonra ne yapacakları çok merak edilmektedir. 12 Eylül’ de hazırlanan sandık tuzaklarına değil, meydanlara dolmalıyız. Kürtler 12 Eylül’ de her yerde eylemler başlatmalı ve bağımsızlık için seslerini yükseltmelidirler. Boykot, pasif kalıp evde oturmak değil, kitlesel eylemlerin başlatılmasıdır: oynanan oyuna karşı en iyi alternatifdir.
AVRUPA BİRLEŞİK KÜRT HAREKETİ
ABKH : Shilan KARA
Buradaki yazinin provokatif üslubu fena halde siritiyor
ilk yorum son noktada eksik kalmış öldüğü yerde amerikan hastanesi…kaderin cilvesi…
gün zileli…başlığı görünce bir okuyayım dedim…okumaya başlayınca hani insan sıkılıp sonuna bakar ya yazının…baktım ve yorum yapıldığını da farkettim…biraz yorumlara takıldım…sonra yazıya kaldığım yerden intikal ederekten vede bir yandan da kesin bende bir yorum yaparım diye düşünerek okudum, okudum, okudum…en sonunda bir karar verdim…yorum morum yapmayacağım gün zileli de mutlu mutlu yaşayıp ölen egoculardan olsun banane dedim….ama sonra da kendime kızdım…bu bananecilik yaşlandıkça daha ağır gelmeye başladı bana…o yüzden işte böyle gene de karar verdiğim gibi yorum yapmamaya özen göstererek bananeciliğimden kurtulmaya çalışıyorum…belki mutluluğun formülünü de öğrenirim sizin gibi eski kulağı kesiklerden bir gün…belki bir şey öğretmiş olursunuz ben gibilere ve mutluluğunuzu çarparsınız bizim temiz yüreklerimizle…egoizmebulaşmışoportünizminmideözsularındabulanmadandolaşabilenaklınızahayranlıklarımla EFENDİM…
Eleştirinizin özünü birkaç kelimeyle yazsaydınız yararlanırdım en azından.
İnsanları “fırsatçı” ve “Amerikancı” diye eleştirenler, keşke biraz da kullanıkları dile dikkat etseler. Çok şey biliyormuş gibi yazmaya çalışıp sağdan soldan duydukları internet sitelerinden okuduklarıyla idare edenler kendilerini ve aslında hiç bir halt bilmediklerini tavır ve dilleriyle çok güzel ifade ediyorlar.
Yazınıza gelince: yer yer size katılamamakla birlikte (özellikle Atilla İlhan ve İlhan Selçuk’un makalelerini/yazılarını karşılaştırmanız) şundan eminim: İkisi de bu yazıyı okusalardı eminim sizi tanımaktan ve bunu okumaktan onur duyarlardı.
İlhan Bey’i yaklaşık 8 sene takip edebildim. Sizinkiyle yarıştırmak gibi olmasın ama bu 8 senede okuduklarım, dinlediklerim ve izlediklerimden edindiklerim -ki bunlara uzun seneler önce yazdığı makaleler de dahildir, kendisinin ne kadar tutarlı bir görüş izlediğidir. Burada tutarlılıktan kastım onunla aynı görüşlere sahip olmam değil, kendisine çizdiği düşünc yolu ve fikirleri bunca sene bir adım atmadan savunabilmesidir. Fikirler değişebilir, ancak bu değişimlerin şimdilerin kültür bakanında olduğu gibi olağanüstü boyutta olması tek kelimeyle imkansızdır. Tek üzüntüm, yaşım dolayısı ile kendisini takip etmeye geç başlamamdır.
Yalnız şunu belirtmeden geçemeyeceğim. “artamyan” isimli kendini gizlemek zorunda hisseden -ki genelde bu hissedilen korkudan dolayıdır (hani küçücük çocuklar korktukları halde taş atar ve aksi yönde kaçmaya başlarlar ya) yorumcu kişi, çoktan göçüp gitmiş, kendini savunamayacak durumda olan bir insanın arkasından konuşup, dalga geçmekte sakınca görmüyor. Diğer yorumları okumadım eminim bir kısmında yine buna benzer hakarete varan bir çok itham bulunmaktadır.
Tek diyeceğim, hayatını böylesine onurunu koruyarak geçirmiş bir insanın arkasından konuşacağınıza, fırsatınız varken yüzüne söyleseydiniz. Şu an bu şansınız olmadığı için de tavsiyem; önce sözde görüşlerini desteklediğiniz insanların kişiliklerini inceleyiniz. Nice demokrat geçinenler var şu an piyasada, hepsi darbecilerin çocukları. Nice devrimci geçinenler var piyasada, asıl devrim zamanında korkmaktan köşeye pısmış, sözde devrimci özde başka ırkların faşizanlığını yapmaktan başka işleri yok. Ve nice dindar geçinenler var, yedikleri halkın ekmeği, içtikleri halkın kanı.
Ne dil ne din ne ırk Dünya da Wall Street işgal hareketiyle Sosyal temelli uyanış yeni bir döneme griliyor kapitalist sistem sallanıyor.İspanya Amerika Şili Türkiye dil din ırk farklı talepler ortak insanca yaşam.Bi avuç insanın zenginliğine zenginlik kattığı düzenin sonu yaklasıyor.UYANMA ZAMANI.SOSYAL TEMELLİ İNSAN MERKEZLİ İNSAN OLMA AHLAKINA DAYALI uyanış.
Tek gerçek var İspanya Amerika Türkiye Şili ülkeler diller dinler ırklar farklı olsada yoksul yine yoksul evsiz yine evsiz aç yine aç değişen bi şey yok kapı gibi bu gercek dururken ahlaki olarak diğer siyasi söylemlerin gram değeri yok.
Kapitalist sistem işine geleni kullanır zamanı geldiği zamanda silmesini de bilir.Günümüzde olan olay budur.Ülkeler yönetimler onlar için sermayelerine sermaye kazanclarına kazanc katmak için birer araç oyun hamuru şekil verdikleri yerler.Şekil veremezlerse silah zoruyla bombalarla yapıyorlar.
Dünyada ki toplumsal hareketlere yabancı kopuk kalmayın.Dünya artık küçük devletler sınırlar var gibi gözüksede artık pek bi anlamı yok dertler talepler aynı iletişim çağında insanlık arasında ki dayanışma daha hızlı daha çabuk daha üst seviyede.
Sorun Kapitalist sistemle – Bütün insanlık arasında
Occupy Wall Street (Wall Street’i işgal et) diğer adıyla 15Ekim hareketinin internet siteleri http://Takethesquare.net/, http://15october.net/, http://occupywallst.org/
dil, din, ırk merkezli siyasetin dünyada geçerliliği yok çünkü Sorun Kapitalist sistemle – Bütün insanlık arasında.
Ama İnsanlığın bi amaç çerçevesinde birleşmesi bu onların işine gelmez ayrılmalılar Irkçılık dincilik etnisite üzerinden nifak tohumları ekilmeli düzenleri devam etmeli.
Sermaye Kapitalist sistem neden ortadoğu da tepki çekeceği bilinen bi din devleti kurdu amaç sürekli devam eder halde çatışma tartışma yaratıp petrol yataklarına hakim olmak.
din eksenli tartışmalara atıfta yapılarak Afganistan ırağa müdahale ediliyor amaç amaç tamamen DUYGUSAL.
Düzenlerinin devam edebilmesi için köşe başlarının tutulması gerek.
Ünlü Analist Chris Hedges Amerika’nın liberal vaatlerinin altında gizli bir faşizm özlemi olduğunu belirtiyor.
Şiddetin dili her daim şiddeti çağırır. Latin Amerika’dan Balkanlara kadar her savaşta izledim bunu.
İşçi sınıfının fakirleştirilmesi, ümidin ve fırsatın yok edilmesi ölmeye ve öldürmeye hazır kızgın bir güruh üretir.
Zengin ve mücrimler karşısında güçsüz olan müflis, liberal seçkinler iktisâdi çöküş zamanlarında, kalabalıkların tutkularına oynamak üzere demagogların ve çetelerin ortaya çıkmasından evvel bir tarafa atılırlar. Bu oyunu izlemiştim. Nasıl sona erdiğini de biliyorum.
Başka ülkelerde başka dillerde de dinledim. O aynı tiplemeleri, soytarıları, şarlatanları ve aptalları, kafası karışmış kalabalıkları ve yol açtığı nefreti hak eden o aynı iktidarsız ve aşağılık liberal sınıfı tanıyorum.
Yeşiller’in başkan adayı Cynthia McKinney “iki parti değil tek parti tarafından yönetiliyoruz” demişti.
“Para ve savaş partisi. Ülkemiz gaspedildi. Ülkemizi gâsıpların elinden almalıyız. Bugün geriye kalan tek soru, kimin devrimine yatırım yapılacağıdır.”
Demokratlar ve liberal özürcüler ülkeyi kasıp kavuran şahsi ve ekonomik ümitsizlikten öylesine bihaberler ki işsiz insanlara işsiz çocuklarını olmayan sağlık karnelerine kaydetme hakkı sunulmasını ileriye doğru atılmış bir adım olarak görüyorlar.
Kurumlara vergi indirimi sunacak bir istihdam yasa tasarısının, yüzde 20’lere dayanmış bir işsizlik oranına yanıt olduğunu düşünüyorlar.
Sıradan Amerikalıların, ki sekiz kişiden biri yemek kuponuyla yaşıyor, paralarını Wall Street’in suçlarına ve savaş suçlarına ödemenin kabul edilebilir olduğunu düşünüyorlar.
Mâli tasarrufun kansız dilinin, bu yıl icra yoluyla evlerinden atılacak olan tahminen 2.4 milyon kişiyi korumayı reddetmenin haklı gerekçesi olduğunu düşünüyorlar.
Mesaj açık: Kanunlar iktidar seçkinlerine işlemez.
Yönetimimiz çalışmıyor. Hiçbir şey yapmadan ne kadar fazla beklersek, işçi sınıfının meşru gazabını kabul etmeyi ve tanımayı ne kadar geciktirirsek, solgun demokrasimizin ölümünü de o kadar çabuk göreceğiz.
Amerika’nın çözülüşü, Yugoslavya’nın çözülüşünü yansıtmaktadır. Balkan savaşına yol açan şey kadim etnik nefret değildi. Yugoslavya’nın ekonomik çöküşü yol açmıştı. İktidara gelen adi suçlular ve kundakçılar, işsiz ve çaresiz olanların öfke ve yeisini artırdılar.
Hırvatlardan Müslümanlara, Arnavutlardan çingenelere kadar uygun günah keçileri belirlediler.
Savaşa ve kendini kurban etmeye varan bir taşkınlığın tasmalarını çözecek [toplumsal-siyasi] hareketleri devinime geçirdiler.
Savaştan önce Sarajevo’da kendisiyle dalga geçilen maskara şâir Radovan Karadziç ile Glenn Beck veya Sarah palin arasında fark yok. Oath Keepers ile Sırp milisler arasında fark yok. Bu insanlara gülebiliriz ama aptal olanlar onlar değil bizleriz.
Kurumsal çıkarların hizmetkârı olan Demokratlara başvurmaya ne kadar devam edersek bir o kadar ahmaklaşacak ve etkisiz kalacağız.
NBC News/Wall Street Journal anketine göre Amerikalıların yüzde 61’i ülkenin çöküşte olduğuna inanıyor, ki haklılar. Sadece yüzde 25’i Amerikan halkının çıkarlarını korumada Amerikan yönetimine güvenilebileceğini söylüyor.
Eğer bu öfkeyi ve güvensizliği sahiplenmezsek sağdan gelen dehşet verici bir geri tepme olarak dışa vuracaktır.
McKinney’le görüşmem sırasında
“sağ-sol hakkında konuşmaya son verme vaktidir. Bizi bu belaya düçâr eden insanların çıkarlarına hizmet eden eski siyasi paradigma, bizi bu durumdan çıkaracak paradigma olmayacak. Ben Güney’in çocuğuyum.
Janet Napolitano, üstünlükçü olarak etiketlenen insanlardan korkmam gerektiğini söyledi ama beyaz üstünlükçülerin arasında büyüdüm. Beyaz üstünlükçülerden korkmuyorum. Kendi hükümetimden endişe ediyorum.
(Açık İstihbarat : Yazıda “üstünlükçü” olarak çevrilmiştir. ABD’deki Beyaz Irkın üstünlüğünü savunan ırkçı grup – White Supremacists- kastedilmektedir)
Yurtseverlik Yasası, beyaz üstünlükçülerden gelmedi, Beyaz Saray ve Kongre’den geldi. Citizens United beyaz üstünlükçülerden gelmedi, Yüksek Mahkeme’den geldi. Bizim problemimiz yönetim problemidir. Sistemin örgütlenme şeklinden faydalanan insanların beceriyle inşa ettiği geleneksel engellerin ötesine uzanmak istiyorum.” (…)
Palin gibi birileri Demokrat bölgelerde çapraz haritaların çizildiği bir harita yayınlar ve “Geri Çekilme, Tekrar Yüklen!” derken kulağı Palin’de silahını temizlemekle meşgul umutsuz insanlar var.
Hıristiyan faşistler mega-kiliselerin kürsülerinde Barack Obama’yı Deccal olmakla suçlarken, kulak vermiş kurtarıcı bekleyen inananlar var (…)
Bu hareketler henüz olgunlaşmış faşist hareketler değil. Etnik veya dini grupların imhası çağrısını açıkça yapmıyorlar. Şiddeti açıktan savunmuyorlar.
Fakat Nazizmin kökeni hakkında kalem oynatmış Faşizm uzmanı Fritz Stern’in bana söylediği gibi
“Faşizm icât edilmeden evvel Almanya’da faşizm özlemi vardı.”
Şu an görmekte olduğumuz bu özlemdir ve tehlikelidir. İşsizlere ve fakirlere iş vererek ve felç edici borçları için yardım ederek onları derhal ekonomiye yeniden kazandırmazsak, henüz olgunlaşmamış ama Amerikan toplumunda her köşeden kafa çıkaran ırkçılık ve şiddet tam bir yangına dönüşecektir.
Denetim altına alınmadığı takdirde radikal İslama karşı nefret, Müslümanlara karşı nefrete dönüşecek.
Kaçak işçilere duyulan nefret, Meksikalılara ve Orta Amerikalılara duyulacak.
Amerikalı vatanperverlerin, beyaz hareketin tanımlamadığı nefret, Afro-Amerikalılara duyulan nefret olacak.
Liberallere karşı duyulan nefret üniversitelerden devlet kurumlarına ve basına kadar tüm demokratik kurumlara karşı nefret olarak tezahür edecek.
Sürüp giden acziyet ve ödlekliğimiz, bu öfkeyi dile getirmeyi ve Demokratlara-Cumhuriyetçilere açıkça karşı çıkmayı reddedişimiz, terör ve kan çağı adına bir kenara atılmamıza yol açacaktır.
Chris Hedges
Artik onlarla misin? Bak nasil açik verdin?
İster Chris Hedges ister X bi isim olsun söylemler ortak. Yoksulluğa sömürüye karşı İNSAN OLMA AHLAK VE ERDEMİNİ gösterenlerin aynı dilden konusması.Chris Hedges Vicdan sahibi insanlarıın kapitalist sisteme karşı tepkilerini dile getirmiş.
milyon nüfuslu ülke gelirlerine denk şirket gelirleri dünya nufusunun yarısının gelirine denk bir avuc zumre geliri bu zumre istediği yerde istediği gibi at oynatabiliyor bunu görmemek için aptal olmak gerek.
2011 yılı Oscar Ödül töreninde en iyi belgesel ödülüne layık görülen “Inside Job” adlı belgeseli izleyin.
film yalnızca ABD ile sınırlı kalmıyor, İzlanda, İngiltere, Fransa, Singapur ve Çin’e de giderek, her birimizin hayatını etkilemekte olan yoz ve açgözlü sistemin resmini bir bütün olarak çiziyor…
CUMHURİYET GAZETESİ
“Pencere” ve “100 numara”
“Son günlerde postmodern kesimde modalaşan aptalca bir laf var: Tarihimizle yüzleşelim”
Eski bir deyiş ne söyler: Aynada baktım yüzüme / Ali göründü yüzüme”
Bugün aynaya bakan entel, ne Ali’yi görebilir ne de Mustafa Kemali… çünkü yüzsüzdür.
Yüz çoğu kişide surat bile değildir, bir rakam, bir sayıya dönüştü… 100 numara oldu”…
Bu satırlar 16 aralık 2001 Cumhuriyet Gazetesi’nin “pencere” esintileri…
Yanılmıyorsam bu “100 numara” kokuları, aynı gazetenin iç köşelerinin birinden geliyor. “Tırmık”ı tanımam, sanırım “pencere” yazarı “Tırmık” yazarından 25-30 yıl daha kart.
Ben bu ağzı, Cumhuriyet Gazetesi “Pencere”sine, yüce Türk milletinin ahkam ve geleneklerine yakıştıramadım. “Pencere” yazarının bu derece hırçınlaşmasının nedenini bilmiyorum, bilmekte istemem. Çünkü hiçbir neden “pencere”ye “100 numara” kokularının girmesini gerektirmez.
Ulaşabildiğim kadarıyla aynı gazetenin iç sayfasında “Tırmık” yazarı şunları yazmış:
“Kardeşim (evet kardeşim) Etyan Mahçupyan! Bu ülkede Ermeni olmanın zorluğunu biliyorum. Ancak kabul etki tarihiyle yüzleşmekten ürken, tarihiyle hesaplaşacak yürekten yoksun olanların böylesine saldırganlaştığı bir ülkede Türk olmak Ermeni olmaktan da zor”.
Anlayamadığım bunda ne var? İşte “Pencere” yazarının saldırganlığı ile dengi dengine, cuk gibi yerine oturan bir doğru… “Tırmık”ın bu doğrunun altını çizdiğinin resmi; “tarihimizle yüzleşmekten böylesine ürken”, halk deyimiyle “zıvanadan çıkan” “pencere” yazarının pirelenme yerine perdelemesini beklerdik.
Sanırım “pencere” yazarına göre Tırmık yazarı: Etyan Mahçupyan’a “kardeşim” demekle “mahcup” olmalıydı bir, “Ermeni olmak-Türk olmak” yazıda “Ermeni” başa alınmamalıydı iki, bir Ermeni için “kardeşim” demenin yanında, bir de parantez açıp “evet kardeşim” diyerek damarlarındaki asil kanı sulandırmamalıydı üç…
Pencere yazarı ekliyor; “Aynada baktım yüzüme / Ali göründü gözüme” ilave ediyor, “Entel ne Ali’yi görür ne de Mustafa Kemal’i…”
Anlaşıldı, “pencere” aynayı yanlış yerlerine tuttuğu için Hz. Ali’nin ve Mustafa Kemal’in, asıl yüzlerini göremiyor.
Alevilerin görmek istediği Ali; Düldüle binip iki uçlu kılıçla adam üzerine adam öldüren, gürz sallayıp ocakları söndüren, kan akıtan veya namazında orucundaki Sünni İmam Ali değil!.
Devlet salt, Sünni inanca hizmet veren (Alevi vatandaştan da topladığı vergilerle) beş yüz bin kişiyi besliyor. Sonra bu beslediği kişilerin şeriat istemlerini kınıyor. “Pencere”de bir gün çıkıp “Laik devlette Diyanet İşleri Başkanlığı olmaz, olmamalı” dediğine tanık olmadım. Oysa Kemalizm’e ırkçı elbisesi giydirenler, Mustafa Kemal’in dini, devlet yönetiminden ayırdığını, çok iyi bilirler. Devlet’in din işlerini idare etmesi, şeriatı istemesi, laik olmamakla aynıdır. İşin can damarı bu, Aleviler, hakça paylaşım ve eşit düzenden yana.
Cumhuriyet’in egemen kadrosu, Hz. Ali’ye de Mustafa Kemal’e de aynayı tersinden tutuyor. Irkçılık adına, Mustafa Kemal’in Türk’ten başka kimlik tanımadığı, halkları yadsıdığı görüntüsü elde etmek, Mustafa Kemal’in Kürtleri yadsıdığı görüntüsünü elde etmek için sistemli uğraş veriyor.
Oysa Mustafa Kemal, Turan ırkçısı gibi tek boyutlu olsaydı, bu devlet kurulamazdı.
Mustafa Kemal, “Kurtuluş yıllarında” çok sık Türk-Kürt varlığından, kardeşliğinden, beraberlik, birlik hareketinden söz eder. 27 Haziran 1920 tarihli, TBMM Başkanı M. Kemal Paşa’nın Elcezire Cephesi Kumandanlığına gönderdiği Hükümet talimatından, Kürtlerin ve Türklerin çıkarması gerekli çok ders var:
“Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyeti’nin Elcezire Cephesi Kumandanlığına talimatıdır.
Adım adım bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu mahalli idareler kurulması iç siyasetimizin gereğidir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise, hem iç siyasetimiz hem de dış siyasetimiz açısından adım adım mahalli bir idare kurulmasını gerekli bulmaktayız.
Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin idare etme hakkı, bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Bizde bu prensibi kabul etmişiz… Tahmin olduğuna göre, Kürtlerin bu zamana kadar mahalli idareye ait teşkilatlarını tamamlamış, reisler ve ileri gelenleri bu amaç adına bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini açıkladıkları zaman, kendi kendilerine zaten sahip olduklarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidir. Kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayanan siyasete yönelmesi Elcezire Cephesi Kumandanlığına aittir.
3-4-5….
Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyeti tarafından zati devletlerine özel olmak üzere Kürdistan hakkından düzenlenen talimat yukarıda olduğu gibi bildirilir.
Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”
(2000’e Doğru Dergisi’nce sadeleştirilmiş ilk 2 maddesi aynen alındı)
Mustafa Kemal; bu tarihten iki yıl sonra 1923’te İzmit’teki söylevinde Kürt sorununa açıklık getirir;
“…Binaenaleyh başlıbaşına bir Kürtlük tasavvur etmektense bizim Teşkilati Esasiye Kanununda zaten bir nevi muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise, onlar kendilerini muhtar idare edecektir. Bundan başka Türkiye’nin halkı mevzubahis olurken, onlarıda beraber ifade etmek lazımdır. İfade olunmadıkları zaman bunu kendilerine ait bir mesele ihdas etmeleri varittir…”
Mustafa Kemal Paşa incelendiğinde, Kurtuluş Savaşı süresince “Turan ırkçığı” çabalarına karşı, sıkça Türk-Kürt varlığından, kardeşliğinden, birlik beraberliğinden söz eder. Çünkü bilirki Kürt sorununu çözemeyen bir devlet yönetimi, bu coğrafyada güçten yoksun kalır. Bu nedenle de olsa Kürtlerle her türlü işbirliğine açıktır.
Zamanla devlet yönetiminde, aşırı şoven ırkçılığın (ki Ziya Gökalp gibi Kürt, Şemsettin Sami, Rıza Nur gibi Arnavutlar var) tamamen egemen oluşu, “Kürtleri” devlet içinde sakıncalı, ayırımcı, potansiyel suçlu, “dağlı Türk” gibi sınıflı görüntüye sokarak dışladı.
Kürtlerin de yapısal aşiret sistemine dayalı çok başlılıkları, “bilincinin inancına” bağlılığından oluşan, şeyh aşiret ağasının hakimiyet alışkanlığı, bunların da ulusal bilincinin kendi aşiret çıkarlarının gerisinde tutmaları, birliğin içindeki yerlerini gerekli şekilde korumamaları gibi nedenler, Kürtlerin ırkçı şoven egemenlerce dışlanmasının başında gelen nedenlerdendir. Bu, bin yıl birlikte yaşayan her iki kardeş halkın bugüne değin zararına yol açmıştır.
Dikkat edilirse, ırkçılar, bu süreçte, birazda “Kürtler” yararlanmasın diye tüm halkı demokrasi ve insan hakları oluşumlarının dışında tutmuş ve tutmaya devam etmektedir. Bugün yanı başımızda bulunan AB devletlerinin kriterlerine yetişmek için uyum paketlerini yetiştirme çabamızın başka bir nedeni yoktur.
Bugüne dek “bir üst kimlik” peşinde koşarken, devleti; maddi, manevi her şeyden yoksun bırakan, vatandaş olmayı “Türk-İslam Sentezine” koşullandıran Turancı, “Türk Ülkücülüğü” ne yaptı?:
Kürt varlığını yadsıdı, Kürt dilini yasakladı. Mustafa Kemal’in halklara yaklaşımını ters yönde bazı konuşmalarını tarihi ile yüzleştirmeden, çarpıtarak yansıttı. Bu gidişatın, halkların kardeşliğine, insan hak hukukuna, demokrasinin gelişimine olumsuzluğu kaçınılmazdı ve öyle oldu.
“Ne mutlu Türküm diyene- bir Türk dünyaya bedel- Türküm doğruyum çalışkanım- On yılda çok şey başardık- Türkün Türk’ten başka dostu yok- Dağ başını duman almış yürüyelim arkadaşlar” deyip yürüdüler- az gittiler uz gittiler; ve de ırkçı egemenlerin iktidarında, ülkeyi geçmişinde görülmemiş bugünkü bitkisel yaşama soktular…
Oysa Hitler, ırkçılık deneyiminin bedelini hayatiyle ödemiş, Alman milletine en ağır şekilde ödetmişti. Irkçılığın, insan hak hukuk ve demokratik gelişmeye engel olduğu açıktı ve bugünde bu açıklık devam ediyor.
Kaldı ki Mustafa Kemal 80 yıl önce: “Kürtler bir şekilde ifade olunmadıkları zaman bunu kendilerine ait bir mesele ihdas etmeleri varittir” demekle ileri görüşlülüğü ve tarihi sosyal kaçınılmazlığın altını çiziyor. Lozan’da Kürtlerin azınlığından söz eden Montagna’ya Türk delegasyonu Rıza Nur Bey, “Türkiye’de asıl unsur olarak yalnız Türkler ve Kürtler var, Kürtlerin kaderlerinin Türklerin kaderleriyle ortaktır” diye haykırır. Nitekim Ecevit “Türkiye’deki azınlıkların Lozan’la belirlendiğini Türklerle Kürtlerin eşit hak sahibi olduğunun” altını çizer. (4.11.2000 Cumhuriyet)
İşte Cumhuriyet Gazetesi’nin ırkçı kadrosunun tarihle yüzleşmesindeki korkuttuğu yan ve ülkesini ırkçıkla özdeşleştirirken çöküşteki katkı payının ayıbını gizleme çabası!
Cumhuriyet Gazetesi “Pencere” yazarının maskesini meslektaşları şöyle aralıyor:
Muharrem Sarıkaya:
“Başbakanlık’ta sürpriz buluşma” başlığı altında şunları yazıyor:
“Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz sahibi İlhan Selçuk, geçen hafta MHP lideri Bahçeli’yi ziyaret etti. Çok kısa öngörülen görüşme oldukça uzun sürdü.
Konu Cumhuriyet’in içinde bulunduğu mali sıkıntıdan çıkıp, Türkiye’nin bugünü ve geleceğine ilişkin görüş alışverişine dönüşmüş… MHP’nin yorumu şöyle: Kuvayı Milliye Ruhu canlandı diyebiliriz. MHP’nin İlhan Selçuk görüşmesinden memnuniyeti, AB sürecinde kendileri gibi düşünen başka kesimlerin olduğunu da kamuoyuna duyurmak, TCK’daki değişiklikleri, idam cezası, Kürtçe yayın ve eğitim konularında, MHP’nin tek başına olduğu imajını silmek. Bu konuda sayın İlhan Selçuk ile aynı düşündüğümüzü gördük. Bundan memnunuz. En küçük bir görüş ayrılığımız yok. Aramızda ittifak oluştu.”
İlhan Selçuk’ta şunları aktarıyor:
“MHP’nin yeniden yapılanması, milliyetçiliği ulusal kimlik üzerine yapmaları gerekiyordu, şimdi onu yapıyorlar. Ben onların İlhan Selçuk gibi düşünmeye başladığını gördüm.” (27.02.2002 Hürriyet)
Gülay Göktürk:
“Yaşanan şey, bir çizginin başka bir çizgiye ilhakı değil, milliyetçilik ortak paydasında gerçekleşen tarihi bir buluşmadır. Ta başından beri taşıdığı şoven milliyetçi eğilimleri uzun yıllar enternasyonalist söylemlerle gizlediği ‘sol’ milliyetçi yüzü ortaya çıkmış, ‘sağ’ milliyetçilerle aynı cepheye düşmüştür. Özlerindeki milliyetçilik… bu iki siyası hasmı aynı noktada buluşturmuş, kader ortağı haline getirmiştir. Kuvayı Milliye Ruhu’nu canlandırmak adı altında 1930’lu yılların Türkiye’sini geri getirmek için el birliğiyle çalışacaklar.” (27.02.2002 Sabah)
İlhan Selçuk’un MHP ile özdeşleşmesi; MHP’nin, İlhan Selçuk’la, “en küçük bir görüş ayrılığımız yok” veya “aramızda ittifak oluştu” söylemi, doğrusu bir değişim veya yenilik değil. Aslında Cumhuriyet Gazetesi’nin bugüne değin MHP’nin yayın organı olmaması düşündürücü! İşte ırk isterisi ile Mustafa Kemal’in tarih gerçeğinden soyutlayıp ters çevirdikleri görüntüsüne bakanlar, bu nedenle Mustafa Kemal’in “asıl” yüzünü göremez, görmekten de ürker.
Orta eğitimim sıralarında, Cumhuriyet Gazetesi’ni isminden dolayı sevmiş ve seçmiştim. Padişahlıktan sonra “cumhuriyet” bizim için bir kurtuluş, bir umuttu. Zamanla bu gazetenin “cumhuriyet ilkelerini” “Kemalizm” şemsiyesi altında ısıtıp, doğruları saptırarak, sol gösterip sağ vurduğunu, arada bir “şeriat” geliyor diye Alevileri kazanmaya çabalarken, Türk-İslam Sentezcilerle el ele, başından bugüne, ülkeye Türk faşizmini yerleştiren ve kadrolaşmayı organize eden gazete olduğunu çok kişi bilmez henüz.
Hitlerle 1941 yılında görüşen, beş milyon mark alıp bu ülkeye “yeraltı milliyetçiliğini” yerleştiren Hüsnü Emir Erkilet, Cumhuriyet Gazetesinin dış politika yorumcusu, köşe yazarıdır (bu paranın Cumhuriyet Gazetesi sahibi Yunus Nadi tarafından organize edildiği söylenir). Nitekim “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türklük bir kan meselesi, bir o kadarda vicdan ve kültür meselesidir” diyen Şükrü Saraçoğlu, Cumhuriyet Gazetesi’nin bu kadro gözdesi, “Türklüğü bir kan, bir kültür meselesi” yapanları, Türk’ten öte halkları yadsıyan veya düşman görenleri barındırmak, gazetenin değişmez politikası oldu ve olmaktadır.
Bu nedenle İlhan Selçuk’un, “Tarihiyle yüzleşmeyi”, “aptalca bir söz” diye tanımlaması ve bunu söyleyenlere pervasızca çatmasını çok yadırgamadım. Ancak kendi gazetesindeki bir yazara, yüzün “100 numara oldu” demesini yakıştıramadım.
Cumhuriyet Gazetesini içeriğiyle iyi tanımak için; o devri yaşayan, bilen, bir sağlam kalemden öğrenmek yararlı olur:
“Tutarlı antifaşişt çizgi izleyen tek günlük gazete TAN’dı. Tüm ötekiler, sırası geldimi TAN’a dişlerini gösteriyorlardı ya, tutarlı fasist çizgide yürüyen tek büyük gazete de CUMHURİYET’ti Fasist ideolojinin ülkemizde mayalamasında en etkin olmuş yayın kurumu CUMHURİYET’ti. Tek parti döneminde, sağ da solda düşüncelerine, önerilerine Kemalist iktidar partisinin altı okunu kendi anlayışına uygun biçimde yorumlayarak, etkinlik, yasallık kazandırma yarışındaydı. CUMHURİYET neredeyse “yarı resmi” sayılacak biçimde iktidara yakın görülen gazeteydi. “Milliyetçi-devletçiliğin, faşistçe yorumuna uygun ideolojik tutumuyla sivil-asker bürokratları, yarım aydın kalabalığını sürekli etki altında tuttu, savaş yıllarında, özellikle Fransa yıkılıp, Almanlar en kanlı biçimde Balkanlara, Sovyet Birliğine saldırdıklarında, Nadir Nadi’si Feyami Sefa’sı, Abidin Daver “1” Hüsnü Emir Erkitek “1” ile Nazi Almanyası yanlı yayın aygıtına dönüştü. Gazete sahibi Yunus Nadi’nin, çok öncelerden Almanya’dan parasal çıkar sağladığı konusunda öteden beri var olan söylentileri belgeleyen yeni bulgulardan söz ediliyor bugün. GÜVEN’de, bütün gençlik heyecanımız içinde acılarını yaşadığımız o günler anlatılırken, belge niteliğinden örnekler de göstermemize karşın, Cumhuriyet’in kalıtıyla övünen “sosyalist”-“devrimci”- hanedan dışı şahzedesi bizi yalancılıkla suçluyormuş! Ar damarları çatlamadan böyle bir suçlamaya nasıl kalkışabilir insan? Ne bileyim? Allah layığını versin! Asıl sorun kanımca, yıllar öncesi olup bitmişlerin yadsınması değil, pembeli karalı kağıtlarla kaplanmış bugünkü kafalarının karanlığında aynı kara tepeden bakışlarının sinsice saklamakta oluşudur.
Saraçoğlu’nun, kendisine vermeye kalkıştığı … lirayı Mareşal’in nasıl geri çevirdiğini, gene Saraçoğlu’na “ülkem için İngilizlerin dostluğundan, Sovyetlerin düşmanlığından korkarım”, dediğini de Cami Bey anlatmıştı.
O günkü HP iktidarında kurtulmanın yolunu arayan yığınların başına geçecek birilerinin beklentisiydi; bu göreve de “asker”den başka aday gösterilemiyordu belki! İnsan Hakları Koruma Cemiyeti’nin kuruculuğuna Mareşali getiren Cami Baykurt olmalıydı. (VEDAT TÜRKALİ, Kominist, s. 49-51).
http://dersimzazaplatformu.de.tl/DERSIM-%C7IGLIGI.htm
İsimleri ve ideolojileri ortak olan böyle ikililerin bu durumu ilginç:
Attila İlhan Selçuk
Soner Yalçın Küçük
Ahmet Altan Tan
Şeyh Said Nursi