ANARŞİZMİN STALİNİZME BAKIŞI (Mehmet Akkaya)
Birgün Kitap Eki, 24 Temmuz 2010
Mehmet Akkaya
akkaya44@hotmail.com
Son zamanlarda konuşmalarını ve yazdıklarını yakından izlediğim yazarlardan biri olan Gün Zileli, siyasal çalışmalarıyla, yayınladığı kitaplarla oldukça verimli yazarlar arasında bulunuyor. Marksizmden anarşizme yönelmiş, dolayısıyla da yazınsal ürünlerini anarşizm istikametinde ortaya koyuyor. Marksizme getirdiği eleştirilerle, özellikle de onun uygulayıcısı konumunda bulunmuş tarihsel-politik figürlere yönelik açıklamalarıyla dikkat çekmektedir. Onun yeni kitabı olan ve Özgür Üniversite yayınlarından çıkan çalışması Stalinizm* adını taşımakla birlikte; kitabın alt başlığı, Bir İdeolojinin İflası olarak konulmuş. Birçok yazının bir araya getirilmesiyle, belli bir tematik üzerinden oluşturulan kitap, çok kısaca söylenecek olursa, Stalinizmin iflas ettiğini anlatmaya çalışıyor. Dolayısıyla çalışmasına çok çarpıcı ve iddialı bir başlık koymuş olan Zileli’nin kitabını, Stalinizme eleştirel bir bakış olarak okumaya çalışmak oldukça iyi niyetlilik olur. Teorik ve reel sosyalizme birçok noktada eleştiri getiren, çarpıcı ve dinamik bir üslupla yazılmış olan dolayısıyla da çok sayıda okurun ilgisini çekebilecek nitelikteki kitap, üç bölümden oluşuyor: “Teori”, “Pratik” ve “Sonrası”. Teori kısmında Marksizmin birçok temel argümanına eleştiriler getirilirken, Pratik başlıklı kısımda sosyalist uygulamalar anılıyor ve Sonrası’nda ise bu teorik anlayışların ve pratik uygulamaların sonuçları Türkiye’den de örneklerle detaylandırılıyor. Yine kitabın sonunda bulunan, Ersen Olgaç’a ait uzunca bir yazı, kitabın genel tematiğine uygun olarak ve Stalin’in anti demokratik uygulamalarının ayrıntılı bir analizini vermesi bakımından dikkat çekmektedir. Bu bakımdan belki de kitaba en çok ilgi göstermesi gerekenler, “Stalin savunulmadan Marksizm savunulamaz” diyenler olacaktır.
Üretici Güçler Teorisi Geçersizdir!
Stalinizm adlı çalışmayı, Zileli’nin genel düşünme yöntemini yansıttığını hesaba katarak değerlendirmek mümkün. Onun buraya yansıyan düşünme yöntemindeki bazı sorunlu yanlara işaret etmek için kitaptaki birkaç konudan hareket etmek gerekiyor. Yazar, Marx’ın görüşlerini eleştirmeye yöneldiği yerde, bu noktada fazla durmadan Stalin eleştirisine geçiyor, bu eleştiri sözünü de gerçekte saldırı olarak okumak lazım. Kitapta bir yazı ile üretim güçlerinin gelişmesi sonucunda, bunların gelişmesine engel teşkil eden üretim biçiminin yıkılması, yani bir toplumsal devrime yol açması olarak özetlenebilecek olan, Marx’ın Üretici Güçler Teorisi eleştiriliyor (s.21). Yazar burada derinleşmek yerine, hızla Stalin değerlendirmesine yöneliyor. Yani Zileli, Marx’ı ve Marksizmi Stalin üzerinden eleştirmeyi tercih etmiş. Oysa Marksizm konusunda Stalin önemli bir figür olmakla beraber, Marx ve Marksizm eşittir Stalinizm değildir. Bu noktada izlenen düşünme yöntemi bilimsel bir yöntem olarak görünmüyor. Kaldı ki Zileli, Stalin değerlendirmesinde de materyalist bakış açısına sahip değil. Zira tarihsel olayları kişilerin fonksiyonuyla açıklamaya çalışıyor. Tarihte bireyin rolü elbette önemlidir. Ama “tarihi kitleler yapar” savsözünün bilgi içeriğini adeta paranteze alan Zileli, tarihsel gelişmeleri bireyin rolüyle açıkladığı için ve toplumsal koşulları hesaba katmadığı için tek yanlılığa, dolayısıyla idealizme düşüyor. Zileli kitabında, Bolşeviklerin yanlış uygulamalarına ilişkin neler biliyorsa tümünün müsebbibi olarak Stalin’i göstermektedir. Yanlış ekonomik politikalardan, iç savaştan, köylülerin ve işçilerin zor yaşam koşullarında bırakılmasından, insan hakları ihlallerinden, anti demokratik uygulamalardan, sosyalizmin başarısızlığından bir tek Stalinizmin sorumlu olarak gösterilmesi, Stalinizmin savunulmasını bir yana bırakarak söylemek gerekir ki, gerçekçi değildir. Ayrıca Zileli, çalışmasındaki birçok yazısında Stalin eleştirisini de sınırlı çerçevede yapmıyor, Dimitrov’dan (s.117) Mao’ya ve Che Guavera’dan Castro’ya kadar genişleterek, birçok tarihsel kişiliği de yine Stalin üzerinden eleştiriyor (s.177). Oysa bu isimler kendi siyasal görüşleri, duruşları olan kimselerdir, Stalin’le yakın ilgileri olsa bile onunla bağlantılı olarak değerlendirilmeleri yanlıştır.
Gün Zileli, Koşulların Ürettiği Yanlışları Suiistimal Ediyor
Başka bir nokta da Zileli’nin kişi değerlendirmelerinde diyalektik bir tutum almadığının görülmesi. Örneğin, Stalin veya bir başkası değerlendirilirken o kimsenin olumlu yanlarına da işaret edilebilir. Zileli, meseleye “taraflı” baktığı için bunu başaramıyor, dolayısıyla duygusal ve nesnel olmayan değerlendirmelerin gerçeği yansıtmayacağının kesinliğini unutuyor. Bir düşünce adamı, düşman olarak gördüğü birisini her zaman zaten nesnel değerlendiremeyebilir. Bu yüzden değerlendirmede olabildiğince nesnel olmayı elden bırakmamalı. Zileli’nin bu bakımdan, iyi bir sınav vermediği belli; bu yüzden okurda da, akıldan çok duygularıyla yazan bir kişi hissini uyandırıyor. Burada bir Stalin savunusu anlamında söylenmese de, Stalin’in büyük bir halk kahramanı olduğu, Marksizmin en önemli birkaç uygulamacı figüründen biri olduğunu kabul eden geniş bir kesimin varlığı bilinir, yani belli bir kesimde Stalin algısının olumlu olduğu muhakkak. Bu algı, Stalin’in teorik birikimi ve pratik duruşundaki olumlu yandan kaynaklanıyor. Zileli’nin bakışında ise Stalin, toptancı bir yöntemle tırpanlanmakta, dolayısıyla Stalin’in ve benzerlerinin olumlu yanları olumsuz yanlarının altında buharlaştırılmaktadır. Aynı bakış açısından dolayı Zileli, eleştirisini yaparken, bazı kimselerin hiç hata/yanlış yapmayabileceğine inanıyor gibi. Oysa eleştirilmeyecek kadar mükemmel fikir, fikir değildir; hiç yanlış düşünmeyecek ve hata yapmayacak insan da insan değildir. Unutulmasın ki hiçbir politik araç gibi komünist partileri de hata yapmaz değildir. Nihayetinde Zileli, partiler ve sosyalist önderler olarak bilinen pek çok kişinin, tarihsel toplumsal koşullardan kaynaklanan kimi yanlışlarını adeta suiistimal ederek onlara karşı kullanma yöntemini izlemektedir.
Zileli’nin ya da Anarşizmin Yanlışı
Zileli’nin, anarşizmle Marksizmi de karşılaştırdığı görülmektedir. Marksizmin yanlışlarından dem vururken ve izlenen anarşizan yolların doğru/haklı olduğunu söylerken, burada da bir epistemolojik sorun ortaya çıkmaktadır. Zira anarşizmin doğrulanması henüz mümkün değil; çünkü onun bir uygulaması bulunmuyor. Marksizmin öyle ya da böyle bir uygulaması olarak düşünülen Stalinizm ve diğer uygulamalar bir ideolojiye yanlış ya da doğru deme olanağı verirken; anarşizm, Troçkizm veya uygulama olanağı bulamamış benzerleri için bizim “doğruydu” ya da “yanlıştı” deme şansımız yoktur. Dolayısıyla “yanlış” sosyalist uygulamalar olsa da, yanlışın daha çoğu Zileli’nin ya da anarşizmin bakışındadır. Zileli’nin, Marx’ın Bakunin’le tartışmasında “Bakunin haklıydı” ya da Lenin ile Martov’un arasındaki tartışmada “Martov haklıydı” gibisinden yaptığı genellemeler de doğru genellemeler olarak görülemez. Ayrıca Marx, Lenin, Stalin veya Mao ya da Dimitrov’un görüşleri yanlış olsa bile bu durum, bunların karşısında olan fikirlerin, doğruluğunu göstermez. Örneğin Marx’ın veya Lenin’in bir konudaki yanılgıları Bakunin veya Martov’un haklılığına kanıt değildir, unutmamak gerekir ki, fikirlerin doğruluğu en azından uygulama koşullarında sınanabilir (s.14).
Proletarya Entelektüel Bir Sınıf Olabilir mi?
İyi ama bütün tezlerini Stalinizmin iflas ettiğini kanıtlamaya ayırmış olan Zileli, neden iflas etmiş bir ideolojiyle ilgilenmektedir? Onun, bu soruya verdiği yanıta göre bir görüşün yanlışlığı kanıtlanmış olsa bile o görüşe inanan insanlar çıkmaya devam edebilir. Bu yüzden Stalinizm de Türkiye ve dünyada halen sosyalist, devrimci ve anarşistlerin ilgisini çekebilmektedir. Zilleli bu kesime, Stalinizme yönelirken “dikkatli olun”, diyor. Zileli’nin düşünme yöntemindeki bazı temel yanlışlarına rağmen sosyalizmin uygulama dönemlerini tarihsel süreçleri koparmadan ele alması son derece önemlidir. Örneğin, Zileli’nin anlamasına göre Leninist uygulamalar, Lenin’in ölümünden hemen sonra, bir anda değişmişse bunun nedenini aynı zamanda Lenin’de de aramalıdır. Çünkü eğer siyasal ve toplumsal bir sorun varsa bunun uçları bir önceki süreçte içkindir. Aynı biçimde Stalin’den sonraki dönem kötüdür deniliyorsa bu kötülüğün kökenini Stalin döneminde de aramak gerekmektedir. Zileli’nin mentalitesine göre bu yöntem Mao veya diğer sosyalist liderler için de geçerlidir. Üretici Güçler Teorisi’nden Aşamalı Devrim Teorisi’ne kadar pek çok doktriner meselenin, burjuva gündemine karşı, güncelleştirilmiş olması ve kitap sayfalarına taşınması da altı çizilmesi gereken bir nokta. Zileli anarşizmin genel kavrayışına uygun olarak üretim araçlarının geliştirilmesini, bilim ve teknolojinin genişlemesini, ilerleme söyleminin sakıncalarını ve sanayinin büyütülmesi düşüncesi gibi, Marksizmin pek çok tezine eleştiri getirirken, bu anlayışın, işçi sınıfı ve geniş halk kitlelerinin entelektüel nitelik kazanmasının önünde en büyük engeli oluşturduğunu ileri sürmektedir. Oysa bilimin, sanayinin gelişmesini savunmak, çalışanların zor koşullarda uzun süre çalışmasını savunmak anlamına gelmez. Yine de bilimde, sanayide üretim güçlerini geliştirmek için, saatlerce zor koşullarda çalışan kesimlerin kendilerini kültürel yönden geliştirmeye olanak bulamadıklarını iddia ediyor ki, Zileli bu iddiasında (kapitalizm olduğu sürece) haklı görünüyor (s.181).
Bir Anarşistin Hümanist Değerlendirmeleri
Velhasıl Zileli’nin çarpıcı ve dinamik üslubuyla yazılmış makalelerinden oluşan kitap, zihinleri kışkırtması açısından son derece yararlı bir çalışma. Onun değindiğim yöntem yanlışlarına rağmen parmak basmak istediği sorunlar Türkiye sosyalistlerinin çoğu zaman gözden kaçırdığı ya da görmezden geldiği temalardan oluşuyor. Her ne kadar Zileli bu sorunları duygusal (öfkeli) bir tarzda ele almaktaysa da, bu temaların gündeme getirilmesi ve üzerinde düşünülmesi, daha önceden düşünülmüşse bile yeniden düşünülmesine olanak vermesi bakımından değerlidir. Zileli’nin ve onunla aynı doğrultuda düşünen Eser Olgaç’ın özellikle Stalin’in, siyasal rakiplerine karşı tutumuna dair söylediklerinin küçük bir kısmı bile doğruysa, bu durum konuyla tekrar tekrar ilgilenmeyi gerektirir. Gerçi Marx’a, Marksizme ve özellikle de Stalin’e yapılan eleştiriler yeni değil ama Zileli’nin gündeme getirdiği sorunlar bağlamında eski Bolşevik kadroların 1936-1939 yıllarındaki yargılamalarla tasfiye edilmiş olmaları, bunların sayılarının binlerle ifade edildiği de düşünüldüğünde, bir kez daha “neler olmuştu?” diye sormayı gerektirmektedir. Aynı kulvardaki siyasal rakiplerin karşıdakine şiddet uygulaması Zileli’ye, (haklı olarak) doğru görünmüyor. Bu bakımdan onun, tartışmalarındaki demokratik üslup ve siyasal rakiplerine karşı hümanist diyebileceğimiz bu genel eğilimi, kitaptaki yazılarında da kendini belli ediyor. Dolayısıyla, hümanist perspektiften hareket eden bir anarşistin mutlaka okunması gereken bir kitabıyla karşı karşıyayız.
*Gün Zileli, Stalinizm: Bir İdeolojinin İflası, Özgür Üniversite Yayınları, 2010, Ankara.
Zileli’nin Marx’ın Üretici Güçler Teori’sini eleştirmesinin yeni olmadığı doğru ama bence eleştiri yanlış değil. Devrimlerin üretici güçlerin geliştiği yerde gerçekleşmediği zaten yıllardır anlatılıyor. Zileli bu eleştiriyi bence başka bir yönünden genişleterek ayaklarını biraz daha yere bastırıyor ve modernizm eleştirisine yöneliyor. Modernizm eleştirisi kaçınılmaz olarak Marxizmi de bir eleştiriye tabi tutmayı zorunlu kılıyor tabi. Marxizm eğer Üretici Güçler Teorisi’nden ibaretse Zileli’nin Marxizmi Stalinizme eşitlediği doğru. Stalinist uygulamalara bu teorinin yol açtığını söylemenin tarihi kişilerin rolüyle açıklamak olduğuna katılmıyorum. Zileli’nin toplumsal koşulları hesaba katmamaktan çok genel eğilimin beklentisi doğrultusunda hesaba katmadığı kanısındayım. Stalin’in ya da Komünist partilerin de hata yapabileceğinden öte bu hatalara yol açan teoriyi eleştirmeye yönelmenin bilimsel olmadığını söylemek doğru değil. Marxizm eleştirisini burjuva gündemi diye nitelemeyi de hiç bilimsel olmayan dogmatik bir tavır olarak algılıyorum.
Özel mülkiyet kaldırıldığında da bilim ve sanayinin gelişmesi anlayışının sorunluluğu ortadan kalkmıyor ki. (Özel mülkiyeti savunmuyorum, modern bilimin mutlaklığını sorguluyorum) Noam Chomsky, “Batı bilimi daha iyi yıkımdır” diyor.
Dünya da binlerce, onbinlerce yıl once anarşızm vardı. Yanı
evrım ıcın ılerıye gıtmeye gerek yok, cunku bunu ınsanoglu
basarmıstı. Bızlerın asıl doğası “ozgurluktur” ve bu da humanıst bır yazarın – Gun zılelı – ozgurluk dogası geregı,
pratıkte uygulanamamıs ve uygulanmayacak kırlenmıs bır sıstemı yargılamasından daha olagan bır durum olamaz.
Anarsızmı savunanların “öz” ü boyle olmalıdır. Özden kastım
“özgürlük” tür. Ayrıca Anarsızmı; Sosyalızm ve Komınızm’ı
takıp eden basamak olarak da dusunmemek gerekır.
Komünizm, orjinal kurgusunda yönetimsiz bir birlikteliği amaçlar. Anarşizm ve Komünizm ideoloji ve öz itibari ile varılacak yerde anlaşırlar zaten. Ayrı düşülen yer oraya nasıl varılacağıdır. Ve Gun Zılelı’nın humanıst bakıs açısayla yapmak ıstediği de budur kanımca.
Yazının objektif olma kaygısı ile yazıldığı belli ama bana içselleştirilmemiş bir kaygı olarak göründü.. Gün Zileli’nin fikirlerine her şekilde karşı durabilinir, gerekçeler savunulunur ama bu yazı olmamışlık hissi verdi bana.. Bir kere daha okuyup sezgisellikle değil de gerekçelerimi dökerim ortaya ama yazıda bir yerlerde geçen ‘…saldırı..’ ‘…çirkinleşmek..’ gibi kelimeler yazıyı yazan kişinin tam da objektiflikten uzaklaştığını gösteriyor.
Gerisi kuru laf.. İsteyen istediği doğruya veya saçmasapanlığa inanır. Yine de Gün Zileli’ye sevgisiz yazı yazarken bile onun kitaplarını okuyarak yazması iyi bir şey tabi ki.
Bir yazının bu denli kendinden emin başlayıp öylece sonlanması da ne kadar felsefik düşünce yapısına uyar emin değilim.
Bu yazı bana, sanki tamamen şu iki cümleyi sarf edebilmek için yazılmış gibi geldi:
“Stalin’in büyük bir halk kahramanı olduğu, Marksizmin en önemli birkaç uygulamacı figüründen biri olduğunu kabul eden geniş bir kesimin varlığı bilinir, yani belli bir kesimde Stalin algısının olumlu olduğu muhakkak. Bu algı, Stalin’in teorik birikimi ve pratik duruşundaki olumlu yandan kaynaklanıyor.”
Mehmet Akkaya, “fikirlerin doğruluğu en azından uygulama koşullarında sınanabilir” diyerek tüm felsefe ve hatta düşün tarihini tek kalemde silip atıyor. O nedenle bu yazıya başka eleştiri getirmeye gerek var mı emin değilim ama ben yine de devam edeceğim.
Kişi kültü, özellikle müslüman ve hıristiyan toplumlarda çok yaygın olarak karşımıza çıkar. Bir peygamber ya da kurtarıcı, adına ne diyersek diyelim, yaratarak, bu kişiye mucizevi özellikler atfederek onu toplumun diğer bireylerinden ‘yüce’ bir kata taşıma ihtiyacı; hem kültürel kodlarda hem de sorumluluğu üzerinden atma şeklinde bireysel-bilinçaltına bağlı bir ihtiyaç olarak sık sık karşımıza çıkıyor. Türkiye’de Kemalizm adı altında zorlama bir -izm yaratma çabaları da bunun bir örneği.
Ama herhalde, bu kültün uygulayıcılarının sosyalizm ya da komünizm adı altında yüce varlıklar yaratmaları çelişkiyi daha da büyütüyor.
Örneğin, Akkaya’nın metnindeki şu cümlelerdeki gibi: “Burada bir Stalin savunusu anlamında söylenmese de, Stalin’in büyük bir halk kahramanı olduğu, Marksizmin en önemli birkaç uygulamacı figüründen biri olduğunu kabul eden geniş bir kesimin varlığı bilinir, yani belli bir kesimde Stalin algısının olumlu olduğu muhakkak. Bu algı, Stalin’in teorik birikimi ve pratik duruşundaki olumlu yandan kaynaklanıyor.”
Dini terk ettiğini savunarak yeni tanrılar, yeni peygamberler yeni “kahramanlar” yaratma ihtiyacı içerisinde olanlar, bu “yüce varlığa” hatalarıyla tapıyorlar ve hatta bu hatalar binlerce insanın katline bile neden olmuş olsa, ‘herkes hata yapar’ diyerek onu bir ayetullah katına koyuyorlar. Bu sakat düşünce yapısının; Halepçe, Dersim, Kronştadt, Kamboçya (ki sonuncusu da ‘komünizm’ adına yapıldı) gibi tarihteki birçok katliamı ‘mantığa bürümeye’ çalışan, hangi görüşten olursa olsun kişilerin yaptığından bir farkı yok.
Başta söylediğim, “ideolojinin ‘doğrulanması’ için pratiğe gereksinimi olması” savı ise hem temelsiz hem de aynı mantıkla, komünizmin uygulanmaya başladığı hiçbir ülke olmadığı tarihe geri dönersek o politikayı savunmak için de bir neden kalmıyor. Çünkü Akkaya’nın dediği gibi ‘pratiğe dökülmediğinden, doğruluğu da savunulamaz’.
Ayrıca buna şöyle de karşı çıkılabilir; komünizmin yaşandığı hiçbir ülkenin gül bahçesi olmadığından hareketle komünizmin ‘yanlışlandığı’ söylenebilir. Bu durumda, sizin savununuz, size tam da karşı argüman olarak döner. O nedenle aforizmalar yaratmadan önce biraz düşünmekte fayda var.
Akkaya’nın tüm bu yazdıklarıma rağmen en fazla yanlışa düştüğü nokta ise şu cümlesinde gizli: “Oysa bilimin, sanayinin gelişmesini savunmak, çalışanların zor koşullarda uzun süre çalışmasını savunmak anlamına gelmez.”
Daha fazla uzatmamak adına bunun neden yanlış olduğunu anlatmayacağım. Dünyanın son 100 yıllık bilim ve sanayi gelişmeleriyle, ücretli çalışanların durumunun arasındaki ilişkiye şöyle bir bakan zaten bu cümlenin temelsizliğini fark eder. Kısa bir örnek: Bilim ve sanayinin amacı, en az maliyetle (dolayısıyla en az işçiyle) en çok verimi-ürünü elde etmek iken, bunun işçilere geri dönüşümü işsizlik oluyor. İşsizlik ise aslında başta çalışanları olmak üzere tüm toplumu köleleştirmek için en kısa yol.
Akkaya, yazısını bitirirken, “cinayetin yanlış olduğunu düşünmeyi” de ‘hümanizm’ olarak nitelemiş. Sanırım Akkaya bir Stalinist. Oysa ki yaşam hakkı en temek haktır ve ironiktir ki bunu da aslında en çok kendisini “solcu” olarak tanımlayanların savunması gerektir.
Son olarak, kitabın üslubunun ‘duygusal’ bulunarak eleştirmesi de hangi eleştiri kuramına girer bilmiyorum ancak Stalin başta olmak üzere kendisine ayetullahlar yaratanların da o “duygusallıktan” nasibini almasını diliyorum. Duygusallık diye adlandırılan, aklın vicdanıdır, zira.
Kitaba gelen bu tür bir eleştiri, kitabın tam da neden yazılmış olması gerektiğini bir kez daha kanıtlıyor.
stalinizm.bölünen tkp nin yaptığı gibi başkalarını ötekileştirmek savsaklamaksa hastaysa damgalamaksa bana uymadı.onlar yani kastım bölünen tkp.kendi içlerinde tutarlı olup başkalarını ötekileştirir savsaklarlardı.hastaysa damgalarlardı.tam anlamıyla dar grupçuydular.onun için bölündüklerine üzülmedim