AKP’nin İki Kurtarıcısı: PKK ve MHP
Kısa bir özetleme yaparak başlayayım.
AKP, 7 Haziran 2015 seçimleriyle hayatının en büyük başarısızlığını yaşamış ve on üç yıldır sürdürdüğü tek başına iktidarı kaybetmişti.
Bunun üzerine Tayyip Erdoğan bir strateji tespit etti. Bu stratejiye göre; 1. Ne yapıp ne edip meclis başkanlığı ele geçirilip meclisin çalışması kitlenecek; 2. Meclis kitlenmişken, koalisyon görüşmeleri yapılıyor görüntüsü verilerek zaman kazanılacak ve herhangi bir koalisyon hükümetinin kurulması önlenecek, böylece seçim yenilenecek; 3. Seçimlerin yenilenmesi ortamında, PKK ile savaş başlatılarak milliyetçi histeri ve korku ortamı egemen kılınacak; böylece bir yandan MHP’nin tabanındaki Türk-İslam milliyetçi oylar AKP’ye çekilecek; diğer yandan, Kürdistan’daki, yeniden başlayan savaştan ürken (“HDP’ye oy verirseniz böyle olur işte!”; “Koşullar düzelirse çözüm süreci yeniden başlar”) HDP’ye kaptırılmış muhafazakâr Kürt-İslam oyları geri alınacaktı.
Üç aşamalı bu strateji adım adım uygulandı ve başarılı oldu. AKP, mecliste yeniden tek başına iktidar olacak çoğunluğu ele geçirip 7 Haziran kâbusundan kurtuldu.
Yukarıda belirtilen 1. ve 2. Maddelerin uygulanmasında AKP’nin en büyük yardımcısı MHP oldu. MHP, HDP takıntısı nedeniyle AKP’nin Meclis başkanlığını ele geçirmesini sağladı. Keza HDP takıntısı nedeniyle muhalefetin bir koalisyon hükümeti oluşturmasını bilfiil engelledi. Elbette CHP ve HDP de tutumlarıyla bir ölçüde ona yardımcı oldular bu konuda. CHP, üçlü bir koalisyon oluşturma yönünde fazla istekli görünmedi ve inisiyatif almadı. Bunun yerine, AKP ile koalisyon oyununa girdi ve AKP’nin oyalama taktiği çok açık olduğu halde, sırf kamuoyuna ılımlı görüntü vermek adına bu oyalama oyununa katıldı, kamuoyunu da koalisyon görüşmeleri konusunda bilgisiz bıraktı.
HDP, meclis içi taktiklerde oldukça yetersiz olduğunu ortaya koydu. Örneğin, AKP adayına karşı MHP’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemek son derece mantıki bir taktik olduğu halde bu konuda hiçbir inisiyatif ortaya koymadı, CHP’yi bu yolda teşvik eden bir atılganlık göstermedi ve olayları pasif bir şekilde izledi. Bu koşullarda AKP meclis başkanlığını ele geçirdi. Yeniden seçimin yolu açıldı. Bu, sonun başlangıcıydı.
Bundan sonra AKP, genel planının en önemli üçüncü aşamasına geçti ve MİT’in Suruç’ta bombayı patlatmasıyla üçüncü perde açılmış oldu. Bir savaş en az iki silahlı taraf arasında yürütülür. Eğer PKK Suruç bombalamasıyla ilan edilen savaşı kabul etmeseydi savaş olmazdı. Tam tersine PKK, Suruç’un hemen ardından bu savaş planını açık edip savaşı kabul etmediğini ilan etseydi, AKP’nin planı suya düşer ve savaş provokasyonu kabak gibi açığa çıkardı. Ne var ki, bana soracak olursanız, her şey önceden ayarlanmıştı. Yani bu danışıklı dövüş konusunda önceden PKK ile anlaşmaya varılmıştı. Muhtemelen işin içinde İmralı da vardı. Kandil, Öcalan’ın talimatları doğrultusunda (bence aracılığı MİT yapıyordu) savaş düzenine geçirilmişti. Ve çok ilginçtir ki, Suruç patlamasından bir gün sonra Ceylanpınar’da iki polisin uykularında öldürülmesiyle savaş çağrısına yanıt verilmiş oldu. Evet, PKK savaşı kabul ediyordu. Gerçi cinayeti işleyenler kendilerini “Apocu fedailer” türünden MİT’in fabrikasyon isimlerine çok benzer bir isimle tanıtmışlardı ama cinayet, PKK’ye bağlı yayın organlarınca benimsenerek sunuldu. Cinayetin işleniş biçimine tepki büyük olunca Kandil bu sefer, “biz yapmadık” açıklaması yaptı ama eylemi de doğrudan doğruya kınamadı. Dolayısıyla Ceylanpınar cinayeti PKK’nin üstüne kaldı. Zaten takip eden günlerde, belli ki önceden hazırlanmış eylemler ve çok sayıda asker ve polis ölümü haberi ardı ardına gelmeye başladı. Hiç sanmıyorum ki sonuçlarını düşünmemiş olsun, PKK, bile bile lades diyor ve AKP’nin son derece işine yarayan bir savaşı kör gözüm parmağına sürdürüyordu. Peki, PKK bunu neden yapıyordu? Ne üzerine bir anlaşmaya varmıştı? Muhtemelen, AKP’nin tek başına iktidarı almasından sonra masanın yeniden kurulması üzerine bir anlaşmaydı bu.
Bu savaşın en güç duruma soktuğu parti HDP idi. HDP’nin Kandil’in eylemleriyle arasına çok net bir çizgi çizmesi gerekiyordu. HDP, bunu Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarıyla ve kınamalarıyla kısmen yaptı ama yeterli olmadı. Dolayısıyla, PKK’nın AKP diktatörlüğü ile el ele sürdürdüğü bu kirli savaşın vebali, büyük propaganda araçları tarafından yönlendirilen kamuoyu açısından kısmen HDP’nin sırtında kaldı. Buna rağmen HDP’nin barajın altında kalmaması başarı olarak görülmelidir.
Bu noktada, HDP’yi destekleyen solun, sol örgütlerin ve aydınların sorumluluğuna da kısaca değinmek isterim. Sözünü ettiğim bu unsurlar, yürütülen savaş karşısında adeta abondone oldular ve PKK’nin eylemlerine karşı hiçbir uyarıda, hiçbir eleştiride bulunmadılar, Selahattin Demirtaş’ın eleştirilerinin çok çok gerisinde kaldılar. Dolayısıyla solcu ve aydın olma görevlerini ne yazık ki yerine getirmediler. Bunu yapmış olsalardı muhtemelen önceden angaje bir savaşı durduramazlardı ama HDP’nin savaşa karşı daha cesur bir tutum almasını, hatta PKK’nin durumu yeniden değerlendirmesini zorlayabilirlerdi. Barış Bloku vb. hepsi sorumludur.
AKP-PKK danışıklı savaşı meyvelerini, bütün hormonlu yiyeceklerde olduğu gibi çok uzun olmayan bir sürede verdi ve AKP, planladığı gibi, Türkiye’nin genelindeki Türk-İslamcı MHP oylarının önemli bir kısmını ve Kürdistan’daki, 7 Haziran’da HDP’ye kaptırdığı Kürt-muhafazakâr oylarının neredeyse tamamını devşirerek kendisinin bile beklemediği ölçüde bir seçim zaferi sağlamış oldu.
******
Yazının buraya kadarki kısmı 7 Haziran-1 Kasım ara dönemine ilişkindi. Bundan sonra, AKP diktatörlüğünün geleceğine ilişkin birkaç söz söyleyebiliriz.
Göreceksiniz, Kürdistan’da başlayan savaş, nasıl aniden başladıysa aniden sona erecek. Bu, savaşın, AKP’nin seçim taktiği ve PKK’nin AKP’nin objektif olarak işbirlikçisi olduğunu apaçık bir şekilde ortaya koyacak.
Bununla birlikte, AKP diktatörlüğünün geleceğini çok parlak görmediğimi belirtmeliyim.
Birincisi, AKP diktatörlüğünün Ortadoğu’daki durumu parlak değildir. Suriye politikası iflas etmiştir ve bu iflas nedeniyle hem batılı emperyalistlerle hem de Rus emperyalist blokuyla derin çelişmeleri vardır. Avrupa Birliği ile de artan ölçüde derin çelişkileri mevcuttur.
İkincisi, İstanbul burjuvazisiyle ve medya tekelleriyle artan ölçüde çelişkileri vardır ve önümüzdeki dönemde bu çelişkilerin yumuşama yerine daha da artacağını öngörebiliriz.
Üçüncüsü ve bence tayin edici önemde olanı, AKP diktatörlüğü kalburüstü aydınların desteğini tamamen kaybetmiş, dolayısıyla 2000’li yılların başındaki ideolojik hegemonyasından yoksun kalmıştır.
Dördüncüsü, AKP diktatörlüğü, iktidarını konsolide edebilmek için, Gezi’den bu yana adeta bir kültürel savaş başlatarak, tamamen İslamcı-muhafazakâr kalelere çekilip kendini oralara hapsetmiş, dolayısıyla toplumun canlı kültürel dokusuyla arasına kalın duvarlar örmüştür. Muhafazakâr alt katmanlar kalabalık olabilir ama kültürel gerilikleri nedeniyle toplumun esas canlı dokusundan kopukturlar ve canlı dokudan kopan siyasi güçler önünde sonunda toplumun yönlendirici gücü olma şanslarını kaybederler.
Dolayısıyla AKP diktatörlüğüne çok uzun bir ömür biçmediğimi belirtmeliyim. En fazla iki yıl dayanabileceklerdir. 2017 yılında şu ya da bu şekilde devrilip gideceklerini öngörebiliriz.
*****
Not: Kınalıada’daki oylar bile geneldeki değişimi az çok gösteriyor:
7 Haziran 1 Kasım
HDP 663 491
CHP 467 556
AKP 366 407
MHP 64 45
Gün Zileli
2 Kasım 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
*****
Karşılaştırma açısından 8 Haziran’da yazdığım yazıyı da buraya koyuyorum:
Diktatörlüğe Dur Dendi!
Kobane’de özgürlük için düşen
Suphi Nejat Ağırnaslı’nın (Paramaz) anısına
Haziran 2015 seçiminin tek sonucu ve galibi vardır: Özgürlük, diktatörlük karşısında kazanmış, AKP diktatörlüğüne dur denmiştir.
Bunun seçimler düzlemindeki net göstergesi, HDP’nin yüzde 13 oranına ulaşarak barajı rahat bir şekilde geçmesi, Meclis’e girmesi ve AKP’nin fazladan 60 milletvekili çıkarmasını önlemesi; AKP’nin 2,5 milyon oy kaybederek yüzde 40 oranına düşmesi; sonuç olarak, bırakın Tayyip Erdoğan’ın başkan olmasını, AKP’nin tek başına hükümet kurmasının imkânsız hale gelmesidir.
İlginçtir ki, dört parti içinde oyu en az görünen parti, oylarını yüzde yüzden fazla artırarak seçimlerden başarıyla çıkmış; oyu en fazla görünen parti ise, bütün iktidar olanaklarına rağmen dokuz puan kaybıyla seçimlerin hezimete uğrayan partisi olmuştur.
Selahattin Demirtaş ve HDP, seçim kampanyasını AKP ve RTE’nin diktatörlüğüne karşı mücadele üzerine kurmanın ödülünü, oyunu yüzde yüzden fazla arttırarak almıştır. Bu oylardan bir kısmı, kendisine karşı net tavır aldığını gördüğü HDP’ye saldırmaya karar veren RTE ve AKP’nin Kürtlere karşı gerçek Türk milliyetçisi ve devletçi yüzünü ortaya koymasının sonucu, daha önce AKP’yi destekleyen Kürt oylarıdır. Diğer bir kısmı HDP’nin baraj altında kalması sonucu AKP’nin fazladan sandalye kazanmasını önlemek isteyen CHP’lilerin emanet oylarıdır. Son olarak, bir diğer kısmı ise, iki yıl önce Gezi ayaklanmasıyla AKP diktatörlüğüne ilk ciddi darbeyi indiren özgürlükçü-devrimci kesimin destek oylarıdır (bu kesimin ağırlığını, getirdiği oydan çok, dönemin özgürlükçü ruhunu temsil etmesi sağlamaktadır). HDP, başarılı bir AKP karşıtı propaganda yürüterek bu kesimlerin desteğini kendine çekmeyi başarmıştır. Elbette bu çizginin sağlıklı bir şekilde uygulanmasında Selahattin Demirtaş’ın başından beri izlediği tutarlı ve kararlı tutumun rolü en başta gelmektedir.
CHP, kendi oylarından yaklaşık yüzde 5’i emanet olarak HDP’ye kaydığı halde önceki seçime göre herhangi bir oy kaybına uğramamıştır. CHP’den HDP’ye yüzde 5’lik bir kayma olmasaydı CHP’nin oy oranı yüzde 30’a çıkacaktı. Bu da aslında CHP’nin oyunu geçen seçime göre yüzde 5 civarında arttırdığını gösterir. Bu bakımdan CHP açısından bir başarısızlıktan söz edemeyiz. Fakat çok büyük bir başarı da söz konusu değildir. CHP, ekonomik programlardan ve vaatlerden beklediği ürünü alamadı. Çünkü genel olarak seçimlerde oy kullanan insanlar ekonomik vaatler nedeniyle tercihte bulunmazlar. Kısaca belirtecek olursak, bir emekli, maaşına zam yapılacağı için değil, tuttuğu partinin başarısı ya da karşıt olduğu partinin devrilmesi için oy kullanır. CHP, bu “ekonomist” yönelimini gözden geçirse iyi eder.
Öte yandan CHP, kendisinden HDP’ye önemli bir miktar oyun kayacağını gördüğü halde kıskanç bir yönelime girip HDP düşmanı bir tutum izlemedi. Gerçi HDP’ye çok sıcak davranmadı ama (karşılığında HDP’nin de CHP’ye pek sıcak davrandığını söyleyemeyiz) düşmanlık da yapmadı. Bırakın düşmanlığı, hatta hayırhah bir tutum takındığını bile söyleyebiliriz. CHP yönetiminin bu hayırhah tutumu, “aşağılara” inildikçe yer yer dostluğa bile dönüştü. Hele seçim sandıklarının başındaki görevliler arasında muhtemel AKP hilelerine karşı bir dayanışma ruhu doğduğu bile söylenebilir. Bu da Şubat ayında ortaya attığımız, “seçimlerde CHP-HDP-BHH ortak hareket etmelidir” sloganının ve açtığımız kampanyanın hayata uygun olduğunu göstermiştir.
BHH, belki de içindeki ulusalcılara yakın kanadın etkisiyle bir oluşum olarak HDP’ye açık destek vermedi ama BHH’nin özünü oluşturan taraftarları bağımsız kampanyalar yoluyla bu desteği fiiliyatta sağladılar. Sonuç olarak Gezi ruhu HDP’ye destek verdi ve HDP’nin başarısına katkıda bulundu. HDP, seçim öncesi yönelimiyle bu katkıyı fazlasıyla hak etmişti zaten.
Bugün AKP diktatörlüğüne direnenlerle, bu diktatörlüğe halen destek verenler karşılıklı olarak yüzde kırka varan oy oranlarıyla kafa kafaya gelmiş bulunmaktadırlar. Özgürlük safındaki yüzde kırk (yüzde 25’lik CHP ile yüzde 13’lük HDP) nitelikli ve yüksek morallidir; karşısındaki yüzde kırk ise niteliksiz ve moralsizdir.
Önümüzdeki dönemde elbette HDP’nin diktatörlük karşıtı yönelimine destek sürdürülmelidir. Bu noktada birbirine zıt iki hataya karşı uyanık olunmalıdır. Birinci hata, HDP’nin içindeki AKP’ye yakın kanada karşı uyanıklığın azalması ve bugüne kadar sürdürülen desteğin eleştirel dozunun azaltılması ya da bir kenara atılması olur. Bugün HDP’nin ihtiyacı alkıştan çok eleştiridir. İkinci hata ise, HDP’ye karşı fazlasıyla septik bir tutumla yaklaşmak, onun her an karşı tarafa geçeceği kuşkusu içinde bulunmak olur. Şunu unutmayalım ki, HDP kendisine verilen desteğin niteliğini görmüştür ve seçimlerden sonra bu desteğe sırtını dönmesi o kadar kolay bir şey değildir. Ayrıca, hiçbir siyasi oluşum, çöküşe giden güçlerle büyük koalisyonlara ve siyasi işbirliklerine girmek istemez. Selahattin Demirtaş’ın seçimden hemen sonra yaptığı ilk konuşma da bunun göstergesidir.
Parlamento ve seçimler devrimcilerin esas mücadele alanı değildir. Yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimlerle gereğinden fazla yorulduk ve daha önemlisi, seçim alanı enerjimizin çok büyük bir kısmını emdi. Bundan sonra mücadele alanlarına, işyerlerine, fabrikalara, mahallelere, köylere, semtlere, kentsel dönüşüme karşı mücadele ortamlarına, kültürel çalışmalara vb. daha fazla ağırlık vermenin zamanıdır.
Not: Kınalıada’da seçim sonuçları dört parti açısından şöyledir:
HDP: 633
CHP: 467
AKP: 366
MHP: 64
Gün Zileli
8 Haziran 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Gün abi selam,
2017de diktatörlük devrilecek demişsin ama bu nasıl olacak ?
Halk Ayaklanması ? Darbe ? Erken seçim?
ilk kısım analizler enfes .ama pkk t.c ittifakı senaryosu zorlama…
HASAR TESPİTİ
Tek başına iktidar devam ettiğine göre, (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) TCMB’nin üzerindeki baskı da devam edecek.
Nisan 2016′da Erdem Başçı’nın görev süresi doluyor. Başçı devam eder mi, yoksa yeni bir kişi mi seçilir, şimdiden bilemeyiz. Ama her halükarda TCMB üzerindeki baskının devam edeceği kesin!
Önümüzdeki 6 ay ila 1 sene içinde (ABD Merkez Bankası FED’in para politikası kurulu) FOMC’un faiz arttıracağı neredeyse kesinleşti. Çünkü FED bilançosu 4,1 ila 4,8 trilyon Dolar’a dayandı! Bu sayı, çok büyük bir balonun daha patlaması tehlikesinin ve küresel ekonomik krizin yeni bir evreye girme tehlikesinin olduğu gerçeği demek!
FOMC faizi arttırdığı an, Dolar/TL’de Dolar lehine yeni rekorların kırılacağını sağır sultan bile duydu!
Türkiye’nin ekonomisindeki kötüleşme önümüzdeki dönemde siyasi satranç tahtasını yeniden düzenleyebilir!
Eğer Türkiye’deki ekonomik kriz tırmanmaya devam ederse, 2019 öncesinde ‘erken seçim’ bile gündeme gelebilir!
Bütün bunlara ek olarak:
Yabancı yatırımcı, Türkiye’de tek başına iktidarın devam etmesine rağmen, ‘tek adam’cı, ‘benim dediğim olur’cu kafanın devam ettiğini de görürse, Türkiye’ye daha temkinli yaklaşacak!
Unutmayınız:
Yabancı yatırımcının Rusya’ya iştahla yatırım yapmamasının sebebi, Putin kleptokrasisinin ülkeyi çıkmaza sokmasından kaynaklanmakta!
Şimdi, Türkiye’de de, bir kleptokrasinin kök saldığı 1 Kasım seçim sonuçları ile tescillendi! Yabancı yatırımcı, Rusya’ya nasıl şüpheyle yaklaşıyorsa, bundan sonra Türkiye’ye de öyle yaklaşacak!
Unutmayınız:
Ekonomi masadır.
Siyaset masaörtüsüdür.
Gün, lütfen yanlış anlama. Stalinist falan filan değilim. Dolandırmadan soruyorum.
Hani şu dillerden düşürmedikleri “istikrar”, “istikrar”, “istikrar” kelimesi var ya.
Bu “istikrar” kelimesi ile, o meşhur “suni denge” kavramı arasındaki ilişki gerçekten doğru mu?
“Suni denge” kavramının duyurulması üzerinden 44 yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen, bugün “istikrar sürsün diye halk AKP’ye oy verdi” sözü arasında bir ilişki olduğu bana doğru gibi gözüküyor!
Sen ne dersin Gün?
bence istikrarla ilgili değil, korkuyla ilgili. İnsanları savaşla korkuttular. Muhafazakar islamcılar zaten milliyeütçi ve tutkucu önyargılar içinde, bu yüzden akp’yi en güvenilir liman gördüler.
Bence öcalan ,11 eylül sonrasına hazırlık olsun diye tc ye verildi.(geniş bakarsak bir çok ülkede bu tür hazırlıklar yapıldığını görebiliriz) f tipine geçildi ,dayı ya ölüm orucu 7 yıl uzattırılarak devrimcilerin beynine ateş edildi.
1 mart teskeresine hayır diyecek ekip kriz ile postalandı.Akp getirildi.
ulusalcılar ergenekonla entegre edildi.İmralı ile anlaşıldı.oyalama süreci başladı.’istikrar’ sabit tutuldu. cünkü akp isimli uşak sağlıklı olmalıydı ki iyi hizmet etsin bop’a…
11 eylül ün olacağından haberi vardı abd nin.bilerek engellemediler.
belkide tamamen komploydu bu.sonuç ortada esad ‘akp olmasaydı suriye bu halde olmazdı’dedi…
sol hdp ye destek vermeli ama kuyrukçuluk yapmamalı.bir araya gelmeli.koşulsuz kendi kaderini tayin hakkını savunmalı.
tekkeleşmiş sol örgütler revize edilmeli teori güncellenmeli.
imralı iplenmemeli.
seçimler muhim değil sadece bir iluzyon.
bomba,yalan,zor,sadaka,rüşvet ile sağlam devrimci rakiplerin yokluğunda aldılar bu oyları.(çaldılar da)
aslolan haklı olmak.bruno , ‘güneş dünyanın etrafında dönüyor ‘demediği için yakıldığında kimse ona inanmıyordu.
ortadoğu yeni gelişmelere gebe.
yeni geziler,gaziler,kobane ler,tarişler lazım bize.
ilk ikisi bir arada.
Peki Gün “suni denge” kavramı, her ne kadar 1970-71 koşullarında Mahir Çayan tarafından dile getirilmişse de, bu kavramın doğru saptamalar içerdiğini düşünüyorum.
Despotluk 1970-71’de vardı!
Despotluk 1 Kasım 2015’de de yaşandı!
Hayat akıyor ama “suni denge” devam ettiriliyormuş gibi gözüküyor!
Görüşün nedir Gün?
suni denge, Mahir Çayan tarafından, silahlı öncü eylemleri haklı çıkarabilmek için ortaya konmuş suni bir teoridir.
Vatan Partisi’nin oyunun kırk bine düşeceğini yazmıştınız çok emin olarak. Açık arayla yanılmanızı neye bağlıyorsunuz?
başlığı okudum, saçma buldum, yazının kendisini okumaya gerek görmedim. biraz sonra okurum belki.
yahu kardeşim, akp her kesimden yüzde 50 oy alıyor. buna rağmen onu kurtaran birilerinden söz ediyorsun. bu saçmalığa sen de inanmıyorsun, ama sırf kalıplaşmış ideolojik önyargılarınızı haklı çıkarmak için bunları yazıyorsun.
yüzde elli oy ne demek, biliyor musun? her kesimden demek. yani dindar olmayanı da oy veriyor, muhafazakârı da oy veriyor, milliyetçisi de, sosyal demokrat olduğunu düşüneni de oy veriyor. diğer partilerden umudu kesilenler akp’de toplanıyor. neden? çünki istikrar istiyor seçmen, bir de reformları hâlâ akp’nin yapabileceğini düşünüyor.
akp bu reformları yaparsa büyümeye devam eder ve iyice kalıcılaşır. reformları yapmazsa da yeniden oy kaybına uğrar.
ne reformuymuş bu. Yok öyle bir şey. AKP’nin yüksek oy aldığı yerlere önyargısız bakın o zaman belki o kuş beyninizle (hakkınızdaki en iyi niyetli yargım bu olabilir!) ne demek istediğimi anlarsınız.
115 bin civarında almışlar. Haklısınız. Düşüş olduğu kesin (160 binden 115 bine) ama düşüşü fazla tahmin etmişim. Sadece bu konuda yanılmış değilim ki. AKP’nin alacağı oylar konusunda da yanıldım. Ben yüzde 40’tan fazla alamaz diyordum. Anormal koşullarda büyük yanılmalar kaçınılmaz.
MHP ye oy veripte AKP yle uzlasmak isteyen coktu..Bunlarin etkisi cok olmustur..
MHP nin oyu artacagina akp nin oyu artsin ..Beni ne ilgilendirir ..
Bizi ilgilendiren soru HDP ye or verenler nereye gitti?
CHP? yada evindemi kaldilar?
O savas sanaryosunu baska alanda kullansaniz belki anlarim…
Ülkede ne siyasi bir kriz nede ekonomik bir kriz var.. Milletde haril haril Akp diyor onun esas niyetini anlamadan..
Bu temenelli (wishful thinking) bir tarafa atip kendimizle ugrassak daha anlamli olur..
En büyük zaferi gene HDP almistir.HDP in 1.parti olacagini zaten kimse düsünmüyordu.. Digerleride bizi niye ilgilendirirki?
Korkarim GZ. MHP nin oylari 35 lere ciksin AKP devrilsin demesi?
gün hocam, ben “ağaçkakan”… “kuş beyni” derken tam isabet valla. 🙂 ama senin kuşları ve hayvanları sevdiğini sanırdım.
akp’nin yüksek oy aldığı yerlere önyargısız baktım yine de kuş beynimle anlayamadım. zaten akp’nin yüksek oy aldığı yerler o kadar çok ki. hangisine bakayım?
ama şunu anlayabiliyorum kuş beynimle: akp hdp’den de oy alan bir parti, mhp’den de, chp’den de. bu da benim tezimi güçlendiren bir olgu.
Tabii ki ekonomik yapısal reformlardan bahsediyoruz!
Sen hiç Kınalıada’daki bahçenden kalkıp, Çerkezköy’deki fabrikalarda sömürülen mavi ve beyaz yakaların AKP’ye nasıl yönlendirildiğine şahit oldun mu?
Koltuğunuza gömülmeyin, kımıldayın biraz!
Hayat sadece Kınalıada’da kurguladıklarından ibaret değil Gün!
Ankara OSTİM’e uğra bakalım, Antalya, Gaziantep, Erzurum, Trabzon, Kocaeli, Bursa, Uşak, Konya gibi KOBİ’ilerin ve “organize sanayi bölgeleri”nin yoğun olduğu yerlere gidip, oralardaki mavi ve beyaz yakaların AKP’ye nasıl yönlendirildiğine şahit ol bakalım Gün!
“Aç kalmak korkusu”yla, “ekonomik istikrar sürsün” diye AKP’ye oy verenler arasında; AKP ile “ideolojik zeminde taban tabana zıt” milyonlarca insan var bu ülkede Gün!
“Sol”un düştüğü hata işte bu!
Bütün hayatı sadece ama sadece “siyaset”ten ibaret görmemiz!
“Ekonomik sömürüyü ve korkutmayı” ötelememiz!
Bu kafayla gidersek, 2019’da da duvara toslayacağız!
belki senden de oy almıştır, ağaçkakan kardeşim 🙂
hayır, ben hiç birine oy vermedim. çünki ben bir ağaçkakanım. 🙂
dolaylı olarak akp’ye vermiş oldun.
Bu % 50, MHP tabanının AKP ileyaptığı bir koalisyonudur.
*
Bir zamanlar sağ çok parçalıydı; Ecevit % 22 cıvarında oy ile başbakan olmuştu.
AKP diğer sağ partileri eritti; % 65-35 gerçeği belirginleşti. Sağ parçalı olmadan “sol” sanılan CHP, kendi içinde çok büyük bir “devrim” yapmazsa bu aczi hep yaşayacaktır.
Türkiye’de nasıl bir sosyalist parti meselesi de hala çözümlenemedi; 19. yy model Sosyalist-Stalinistleri de bu meseleyi çözemeyecek..
**
Sonuçta AKP-RTE’yi şahsi budalalıkları, aptalca hırsın yanlışları ile kendini ve ülkeyi mahvetmeden durdurmak olamayacak görünüyor..
Peki Gezi protestoları’nın etkisi 2 yıl 5 ay sonra hiç olmadı mı!
Demek ki Gezi’de boşuna mücadele etmişsiz, boşuna gaz yemişiz, boşuna gözümüzü kaybetmişiz, boşuna beyin travması geçirmişiz, boşuna ölmüşüz!
Hani Berkin’i unutmayacaktık!
“Lobna Allami”yi kim hatırlıyor bugün!
Gaz kapsülü isabet ettikten sonra, ölümü beklemişti Lobna:
https://www.youtube.com/watch?v=pI6fLOTpAOk
https://twitter.com/lobnaallamii/
Hani nerede o haykırışlar!
“Unutursak kalbimiz kurusun”lar nerede!
Medeni Yıldırım’ın mahkemesi olur, kimse katılmaz!
Abdullah Cömert’in mahkemesi olur, kimse katılmaz!
BİZZAT GEZİ’YE KATILANLAR, KENDİ MÜCADELESİNE DESTEK OLMUYORSA, 1 KASIM ELBETTE HEZİMET OLUR!
Abdullah’ın ağabeyi Zafer Cömert, twitter adresinde bas bas bağırıyor, “Gezi’yi unutan, 1 Kasım’ı da unutur.” diye!
Hiç mi ders almaz “sol” bu yaşananlardan!
Okuyun bakalım Zafer neler yazıyor:
https://twitter.com/Abdocan_Comert/
hortlak,
Sen sırça köşk de falan mı yaşıyorsun!
Ya da, bir yerde çalışıyorsan, sana ödenen ücret o kadar iyi seviyede ki, ‘ülkede ekonomik kriz yok’ diye saçmalayabiliyorsun!
Nerede oturuyorsan, biraz ayağa kalk da, bacakların açılsın, kemiklerin kuvvetlensin! Ve zahmet olmazsa, fabrikaları gez bakalım, AKP nasıl harıl harıl propaganda faaliyetleri yürütüyor oralarda!
Gözlerin denizi görmeyecek kadar körleşmişse,
Ellerinle dokunarak denizin varlığını hissedebilirsin hortlak!
Gözlerin Türiye’deki ekonomik krizi görmeyecek kadar körleşmişse,
Fabrikaları gezerek ekonomik krizin varlığını hissedebilirsin hortlak!
Tarihte bu tür durumlarda saflar genellikle savaş partisine karşı barış partisi şeklinde ayrışır. Türkiye’de böyle olmadı. Savaş partisine karşı “devrimci savaş partisi” vardı. Üstelik bundan sonra da galiba böyle devam edecek.
Yandaşından candaşına 20-30 anket şirketinin topyekun yanılmasına dair izahat gören var mı? Varsa linklesin, Davutoğlu bile oylarımız 43-44 bandında diyordu.
MHP ve Saadet-BBP’ye kaymış olan sağ oylar AKP’ye döndü, onu anladık. Yurtdışı katılım arttı ve geçersiz oy kullanımı düştü (daha az kafa karıştıran bir oy pusulası?) bu da AKP’ye yaradı. Kabul.
Bizi ilgilendiren HDP’nin giden 2.5 puanı olmalı. Az daha barajı geçemiyorduk, AKP 367 oluyordu yani ülke uçurumdan aşağı yuvarlanıyordu. Bunu asla görmemeliyiz.
Sonuç kötü ama facia değil en azından. Bu sonuç Haziran’da gelse fit olurduk, HDP mecliste. Haziran’da çok iyi sonuç aldığımız için şimdi daha kötü geliyor.
4 seçimli 1.5 yıllık maraton bitti. Başladığımız noktaya yakınız. Sadece AKP’nin %50 olması değil, 40 yıldır sağın %65-70, solun %30-35 oy aldığı gerçeği de değişmedi. Ne Gezi, ne yolsuzluk, ne katliamlar, ne savaş, ne barış, ne işçi ölümleri. Tek kayma, hala HDP’nin +5 puanlık Kürt muhafazakar oylarından kendine çektiği kitle. Başka hareket yok ülkede.
Daha çok çalışmamız, sağa oy veren emekçileri farklı politikalara örgütlememiz gerekiyor. Gerisi boş. CHP’liden TKP’li, anarşistten HDP’li yaratmak üzerine kurulu içe kapanık radikalizm hiç bir şey ifade etmiyor bana artık.
Dünkü seçim sonucu koalisyon da çıksa bugünkü durum değişmeyecekti; Türkiye yeni bir ekonomi politikası çerçevesi oluşturmak zorunda.
AKP’nin tek başına iktidara gelmesi bu ihtiyacı değiştirmiyor. Tersine tek başına iktidarın, hızla yeni bir ekonomi politikası oluşturmak, bunun da ana omurgasını uzunca süredir bekleyen reformlara dayandırma konusunda dışsal bir bahanesi kalmıyor.
AKP açısından asıl sınav yeni başlıyor olacak; küresel konjonktürün değiştiği bir süreçte AKP ilk kez mevcut sorunları çözerek yeniden yüksek ekonomik büyümeye geçme sınavı verecek. 2002-2007 arasında Kemal Derviş reformlarının bahçe temizliğinin rahatlığında, 2009-2013 arasında da bol küresel likiditenin rahatlığında ekonomiyi yöneten AKP, ilk kez zorlu koşullarda sınav veriyor olacak.
Sözün özü; ekonomide iyi günlerin başarısıyla seçimleri kazanan AKP, şimdi zor koşullarda maharetini tam olarak gösterme sınavından geçecek.
İki temel nokta var;
Biri reformcu bir ekonomi politikası mı ortaya çıkacak, yoksa akışa bırakılmış politika devam mı edecek.
İkincisi de, ekonomi politikasını yönetecek ekibin kimler olacağıdır.
2013 sonrası uluslararası konjonktürdeki değişim, sermaye girişlerine dayalı olarak büyüyen Türkiye’nin yüksek büyüme hikâyesini sona erdirmişti. Eskisi gibi kısa vadeli sermaye tarafında bol para gelmiyor; uzun vadeli olan doğrudan yatırımlar da yerinde sayıyor. İşte yeni hikâye ve reformların devreye girmesi gereken bir eşikteyiz. Türkiye’ye “yatırım sınıfı” kredi derecesi veren iki dereceleme kuruluşu da bu reform konusunun gündeme alınmasını bekliyor. En yakın örnek, neredeyse 20 aydır negatif izlemede tutan kredi dereceleme kuruluşu Moody’s yaklaşık bir ay sonra bir karar verecek. Verirken de nasıl bir hükümet çıkacağına, bunun arkasında da reformlar konusundaki işaretlere bakacak.
Tek başına iktidarın ekonomi politikası yanında kadroları da bu dönemde çok daha ön plana çıkacak. Temel soru; AKP’nin ekonomi kurmaylarının kimler olacağı. Davutoğlu ekibinin mi, yoksa Beştepe ekibinin mi yer alacağıdır. Bugünden itibaren yanıtı aranacak soru bu olacak. Bu soru, seçim öncesinde potansiyel sonuçları sorgulayan yabancı yatırımcılar nezdinde en çok sorulanlar arasındaydı.
Ekip meselesinde ayrıca, bağımsız kurumlarda da kimlerin yer alacağı merak konusu. Özellikle (TCMB) Merkez Bankası’nda Nisan-Haziran arası dönemde Başkan Erdem Başçı ve 3 yardımcısının görev süresi dolacak. Bu, faiz kararı alan 7 kişilik (PPK) Para Politikası Kurulu’nun 4 üyesinin potansiyel değişimi demek. Bu atamalar kimin işaretiyle yapılacak? Sorular bunlar.
En önemlisi, Türkiye içinde bulunduğu siyasi krizi çözemezse reformların yapılma olasılığının da zor olmasıdır.
Uğur Gürses
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ugur-gurses_526/simdi-sinav-ekonomide_40008792
(Yerel gazete için yazıldı.. Söylem bu nedenle yumuşatıldı..)
**
ogürsel / Yüzde elli! AKP-MHP Koalisyonu! Bu muhalefeti yok etme gücü mü?
Seçim sonucu tüm muhalefet partileri için bir hezimet sayılmalı. Muhalefet partilerine ait her birey bu yenilgide payına düşen kusuru kabul etmeli; ne’yi eksik yaptım?
13 yıllık anti-laik parti, iktidarının son yıllarında insan, basın haklarına saldırmış, yaptığı yolsuzluklar kanıtlanmışken yine de seçimde yüzde elli desteği nasıl aldı? Suriye politikası iflas etmiş, Kürt sorununda acımasız klasik savaş yöntemine dönüş yapmış, ekonomi ve eğitim politikalarında geleceği harcayan uygulamalarına karşın seçmenlerin yarıya yakınından neden onay gördü?
Nedenler bir yana, seçimdeki AKP-RTE zaferi o kadar kesin ki; saygı duymak gerekli!
Demek ki, muhalefet “daha iyisini yapabileceğine” dair insanlara güven verememiş! Sol, özgürlükçü bakış açısıyla AKP iktidar sürecini eleştirecek çok haklı sebepler, kanıtlarımız bulunsa da, iktidarın bilinen politikalarının bu ülkeyi felakete sürükleyebileceğini iddia etsek de sonuçta halkı ikna eden AKP’dir! Yeni bir yarışın öncesinde, bu yenilgi, sportmence sineye çekilmelidir.
*
Bu seçimin büyük mağlubu MHP’dir. CHP ve Sosyalist Sol’un yenilgisi, kronik bir başarısızlığın yinelenmesidir. SSCB’nin çöktüğü, Stalin rezaletinin inkâr edilemediği dünyada Sol, Sosyalizmin kendini yeniden tanımlamadan yaptığı “solculuk” artık kitleleri ikna edemiyor. Gezi İsyanı nasıl da tüm partilerden bağımsız kendi yatağında akıverdi?
CHP ve HDP’nin bir kaç puanlık başarı-başarısızlığına karşın AKP, 9 puan artışı “kendi havuzundan” almıştır. Bu sağın 65 yıllık kronik başarısıdır; AKP diğer sağ partileri eriterek “Sağ” adına olağan başarıyı sürdürmüş, partisi adına bir zafer üretmiştir.
AKP kurulduğu günden bu yana bulunduğu “sağ yelpazedeki” diğer parti seçmenlerini kendi havuzuna “akıtmayı” başardı. DYP, ANAP, Genç Parti büyük lokmalardı. Yutuldu. Önceki seçimde “kaset operasyonu” ile çökertilemeyen MHP, 7 Haziran seçim sonrası iktidar ortağı olmasını istediği tabanı tarafından cezalandırıldı; AKP ile koalisyon isteyen MHP tabanı, kendine kulak vermeyen yönetimini “by pass” etti; koalisyonunu sandıkta kendi gerçekleştirdi.
Ecevit bir zamanlar % 22 ile başbakan olmuştu; sağ’ın tek partide buluşması, Sol’a ait açmazı görünür kılmıştır! Sol muhalefet bu hezimet sonrasında şu soruyu yeniden kendine sormalı; 1950 başlangıç alındığında “ben neden 65 yıldır şu yüzde 35’lerde sürünüyorum!”
***
Kendi adıma “bodoslama”, kıvırtmadan saptadıklarımı yazacağım.
1. CHP “sol” değil, “Modern” bir partidir! Sosyal Devletçi olarak AKP bu ülkenin en “sosyal devletçi” uygulamalarını gerçekleştirmiştir. Biliniyor, CHP, AKP ekonomik politikalarını aynen sürdürecek! Yolsuzluklar dahil!
2. CHP söylemde “sol”; ekonomik ideoloji olarak AKP kadar sağ bir partidir.
3. İnsanlar ekonomik çıkarlarını güvende tutmak istiyor yanı sıra inançlarının, değerlerinin, geleneklerinin önemsendiğini gördüğü partiye tapıyor; partinin kusurlarını bağışlıyor. Daha iyi hayat, mutlu bir gelecek, özgürlük vb. retoriği umursamıyor. İnanmıyor.
4. Bu ülkede insanlar kişisel hayatında nasıl ki ilişkilerini ancak rezillik yaşayarak sonlandırabiliyorlarsa, parti’leri, yöntemleri de ancak o aşamada terk ediyorlar!
5. “Sol, modern” söylem içinde de acımasız kapitalist ilişkilerin süreceğini “sezen” kitleler, geleneksel davranmakta bir sakınca görmüyor. 65 yıldır kronikleşmiş güç dağılımı bu sebeple değişmiyor. Rakibinin dünya görüşünü kopyalamaya kalkışarak oy devşirmeye çalışanları umursamıyor; insanlar aslı bulunurken, sahtesine değer vermiyorlar.
***
Görünen o ki yakın zamanda AKP’nin rakibi de kendisidir. Önderinin hırsı, onu akıl dışı maceralara sürükleyebilir. Başkanlık, Halifelik, Orta-Doğu hayalleri, 1923 mirasını sıfırlamak için kalan yüzde elli’ye topyekûn hücum… Bu sebeple PKK ile yeniden uzlaşma! Mümkün!
Dünya ekonomisinin yeni koşullarında, ülke içinde ekonomik tatmini sağlamak artık kolay değil! Bu sebeple iktidarın sürdürülmesinde yöntem olarak ideolojik kavgaları daha çok körüklemesi beklenebilir. Muhalefeti yok ederek güvenli bir iktidar hayatını arzulayacaktır.
Ama biliyoruz! Demokrasi, YALNIZCA çoğunluğun yönetimi değil, aynı çoğunluk tarafından, azınlıkta bulunan düşünce ve temel insan haklarının korunacağı, gözetileceği bir yönetim biçimidir. Aksi durumda her azınlığın direniş hakkı bakidir!
Demokrasi için direnmek zorundayız.
Bana kalırsa, kurbağayı ürkütmemek için gerçek anket sonuçlarının yayınlanmasını bir şekilde önlediler, manüple ettiler.
Gün, sanki başkanlık sistemine transit geçiş yapacakmışız gibi bir dönem yaklaşıyor diye düşünüyorum.
Bu arada, aktroll maktroll değilim, en baştan söyleyeyim!
Tayyip çevresinde Türkiye sağını toplamak için büyük çaba var!
Şimdi de sol’u bir parti çevresinde toplamak için çalışmalar başlayacak gibi gözüküyor. Adil Gür bile 5. partinin muhalefet arasından çıkacağını söylüyor.
Gün sence,
ABD’dekine benzer bir şekilde,
2 büyük partinin ülkeyi domine ettiği ama diğer partilerin de “başkanlık seçimleri”ne katıldığı bir dönem geliyor, diyebilir misin? Böyle bir öngörün var mı?
Gun bey evet nereden bildin AKP Kandile anlastigini. http://www.evrensel.net/haber/264186/tsk-ucaklarindan-kandil-ve-garede-bombardiman
“Dördüncüsü, AKP diktatörlüğü, iktidarını konsolide edebilmek için, Gezi’den bu yana adeta bir kültürel savaş başlatarak, tamamen İslamcı-muhafazakâr kalelere çekilip kendini oralara hapsetmiş, dolayısıyla toplumun canlı kültürel dokusuyla arasına kalın duvarlar örmüştür. Muhafazakâr alt katmanlar kalabalık olabilir ama kültürel gerilikleri nedeniyle toplumun esas canlı dokusundan kopukturlar ve canlı dokudan kopan siyasi güçler önünde sonunda toplumun yönlendirici gücü olma şanslarını kaybederler.”
“İslam 21. yy’la, uyumlu bir din değil. Bir sultanın mutlak iktidarını desteklemek üzere tarıma dayalı büyük coğrafi imparatorluklarda şekillenmiş bir din. Fazla baskıcı, fazla müdahil, fazla asık suratlı. Sanatın çeşitli dallarına, bilime, sosyal hayata sürekli itiraz ediyor. Bu hali ile kentte kabul görmesi imkansız. Kentteki 3. ya da 4. kuşağın müslüman kalması zor. Değişimi yönetebilen olacak, yönetemeyen olacak. Uyum sağlayan olacak, uyum sağlayamayan olacak. Yani kilit kavram diyalog değil, uyum. Diyalog bir uyum stratejisi olarak anlamlı olabilir. Ben uyum sağlamayacağım, değişime karşı bayrak açıp savaşacağım diyenle diyalog zor.”
(Serbestiyet’teki yorumlardan)
http://marksist.net/utku-kizilok/akpnin-korporatist-hamleleri-ve-sendikal-hareket.htm
http://marksist.net/kerem-dagli/muslumanlarin-birligi-mi-iscilerin-birligi-mi.htm
sevgili gün beye katiliyorum bütün strateji aynen böyledi baska bir alternativ yoktu.ben almanyada yasiyorum ve ibretle türkiye izliyorum nasil bu kadar vicdansizlik olur mu?hersey apacik
ortada ama yinede toplumun cogu bu parti secebiliyor,
ben akp bir cia projesi olarak görüyorum.amerikada ikiz kulelerin düsmesi ile bir savas baslamisdir ve halen devam ediyor bazi ülkeler kaos icinde digerleri oraya sürükleniyor en zor ülke türkiyedi bu ortama cekmek icin ama cia halkin nasil bir tutumda etkin kalaca iyi biliyor.cia su olguyu yaratmak istiyor bakin biz bunlara sans verdik ama bunlar bir türlü kendilerini idare etemiyor bizim kontrol altinda kalsinlar.kaybedenler ise özgürlükcu ve demokratik bir toplum anlayisinda yasamak isteyenler.ben emin ki komplo teorisi üretmiyorum oliver stone amerikan tarihi diye bir 10bölümluk belgesel hazirladi orta hersey ortada,umarim gün bey siz hakli cikarsiniz ve birgün bu kabus biter.selamlar kahraman.
15.
AKP lilerin oy pesinde cok iyi calistiklarini tahmin ederim.Passif akp lili oycularida canlandirdiklarini düsünürürüm ama adamlar hep %40 larin altina düsmediginide görmek gerek…
AKP nin hortlama sebebi Türkiyenin eski krizindendi..
Kemal Dervis temelerini atti bunlarda üzerine kondu..
Sende biraz oturda bunlari gör!fazla dolasma..
Dördüncü maddeyle ilgili olarak bir kitaptan şu kısımları da alıntılamak isterim;
Toplum uygarlıktan, bilgiden, sanattan uzak kaldığı sürece insanseverlik duygularından da yoksun olur, insanı kuran, ayakta tutan özden uzaklaşır. “Karını döv”, “Hayvanları kesip yiyin, onlar sizin azıklarınızdır” diyen bir dinde yumuşaklık aramak epey güçtür. Bir din düşünün ki korkunç cehennemleri, insanın düşünemeyeceği ölçüde acı çektirme araçları, cezalandırma yolları, sıkıntıya sokma kuralları olsun, bunların varlığını övünerek söylesin, ortaya koyduğu Tanrı azgın bir yırtıcı olsun da onun inanıcıları arasından uygarlığa yardım edici, geliştirici bir baş çıksın. İşte bu olacak iş değildir, yaratıcılık değişip gelişmeye dayanır.
İnsan düşünen, yaşayan, eylemlerde bulunan, davranan bir varlık olarak sürekli bir değişme, gelişme çizgisi üzerinde bulunuyor. Öyle ki çağdan çağa, yıldan yıla bile birtakım köklü değişmelerle karşı karşıya gelir insan. Sevgileri, beğenme duyguları, yaşama anlayışları olayların akışı içinde değişir; insan, canlı olması yüzünden, bu değişmelerin dışında kalamaz. Kalmadığı sürece de kendiliğinden değişir. Şeriat bu değişmeye katlanamaz. Onun için önemli olan olduğu yerde durma, donup kalmadır.
İslâm dininin doğuşundan sonra Doğu düşüncesinde insan, Tanrı karşısında bütün kimliğini, kişiliğini yitirmiş, gölge-varlık durumuna düşmüştür. Bu din, insanı bütün yetenekleri elinden alınmış, bağımsızlığı, özgürlüğü sınırlandırılmış, yapması gerekenler daha önceden “kitab” ile kendisine verilmiş bir durumda düşünür, ortaya koyar.
Doğu insanı ne yapması gerekirse önceden kendisine verilmiştir. İnsan kendi sınırları içinde, varlığı birtakım koşullara bağlanmış bir “nesne” olmaktan öteye geçemez. İnsan bir “kul”dur, özünden, gerçeğinden “kopmuş”tur, öz yurdundan ayrılmıştır.
İslâm dini insanın varlığını açıklama bakımından ileri sayılacak bir düşünce, bir görüş, bir anlayış getirmemiştir. Bir bakıma bütün dinler içinde insanı en çok sınırlandıran, belli koşullar, sayılı kurallar altında bağımsızlıktan, düşünce-davranış özgürlüğünden yoksun olarak yaşamaya doğru iten, onu sıkı bağlılıklara vuran, en çok ezen, baskıya alan da gene İslâm dini olmuştur. Bu da dinin yapısını biçimlendiren doğuş yerinin doğal durumundan dolayıdır.
(Türk Şiirinde Tanrıya Kafa Tutanlar – İsmet Zeki Eyuboğlu)
@GZ
AKP’nin anket şirketlerinin tamamı üzerinde böyle bir manipülasyonu yapacak kontrolü olduğunu düşünmüyorum. Aynı şirketler Haziran’da 2-3 puan yanılma payıyla sonucu tutturmuşlardı.
Olmayan şey değil, Yunanistan’da daha yeni SYRIZA ile ND baş başa gösterildi anketlerde SYRIZA rahat kazandı.
Sadece bir izahat, analiz duymak istiyorum tercihen bizzat anket şirketlerinden.
Egemen bir güc egemenligini ve “istikrari“ korku yalan demagoji manipulasyonla , kitlelere dayandirarak sürdürebiliyor ve bu suni denge olmuyor. e gün zileli den daha iyi bilecek degiliz ya. Mahir Cayan maceraperestin teki idi Gun zileli ise hemen her akp karsitinin yazabilecegi bir yaziyla bir teorik deha:)
benim tek öngörüm, bunların iki yıl içinde yıkılıp gidecekleridir. Partileri falan boş geç.
benim tek öngörüm bunların 2 yıl içinde yıkılıp gidecekleridir. Partileri falan boş geç sen.
İroni yapmaya çalışmışsınız ama olmamış. Anlaşan güçler aralarında çatışma yapmazlar diye bir şey yok. Hatta tam tersine. Bazen özellikle çatışırlar. Kaldı ki bu sonsuza kadar bir anlaşma değildi. Artık sahiden de çatışabilirler. Stalin Hitler’le anlaşma yaptı ama bu, Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldırmasına engel olmadı.
öyle bir iddiam yok ve hiçbir zaman da olmadı arkadaşım. Zaten deha diye bir şeye de inanmam.
Gün Bey,
Yazdıklarınıza noktası virgülüne kadar katılıyorum. Süzgeçten geçirmeden kola kolay bir fikre ve/veya düşünceye katılmayan birisi olmam rağmen şu an yazmak istediğim her şeyi bir yazıda görmek beni mutlu etti.
Tek bir noktaya daha değinmek istiyorum ki yazınızda göremedim. Bu süreçte devrimci birçok örgüt ve fraksiyon ile anarşist çevrelere ait mekanlar baskın yedi ve binlerce gözaltı tutuklama oldu. Bahsi geçen sadece kendini düşünegelmiş örgütün bu konuda yine ses çıkarmaması artık ilginçten öte bir durumdur, bir gerçekliktir. Kaleminize sağlık…
http://www.radikal.com.tr/politika/adil-gur-birakti-1465046/
TAVIR DEĞİŞİKLİĞİNİ ÖLÇEMEDİK
Özer Sencar (Metropoll Kurucusu): “HDP ve MHP’de bu çapta büyük çöküntü görmedik. Bunda iki faktör söz konusu olabilir; son ana kadar karar vermede tereddüt yaşadılar ya da seçimin sonucunun ne olacağını göremedikleri için, mesela MHP’deki eski AKP’li, dönmeye karar verdi diyelim, bunu deklare etmekten kaçındılar. Halkın bu tavrını çözemedik. Bu en büyük yanılgım. Tam bir başarısızlıktır.”
KORKAN SEÇMEN OLABİLİR
Faruk Acar (Andy Ar sahibi): “Türkiye sosyolojisinin tekrar yazılması gerektiği kanaatindeyim. Söylemini milliyetçilik üzerine oturtan AK Parti’nin HDP’den de oy alması sosyolojik olarak açıklanamaz. Bağımsızlar, paralelciler diye tanımlanan AK Parti karşıtlarının da buraya oy kullandığını görüyoruz. Oyunu paylaşmakta korkan, ürken ve yanlış cevaplarla araştırmaları yönlendiren bir seçmen olabilir.”
güzell yazı ancak şöyle bir durum var AKP’nin son birkaç yıldır içine girdiği aşırı muhafazakar söylemler toplum tarafından karşılık buluyor. Yani canlı dokudan kopma diye bir durumun söz konusu olduğuna inanmıyorum.
selamlar ..kafama takılan bir kaç konu var bunlara ne diyeceksiniz bilemiyorum
1- seçimde bir şekilde (seçsis dijital hile vs) ile hile döndüğünü düşünen epey kalabalık bir kesim var .Ancak bu konuda siyasiler sus pus olmuş durumda
Ankara’da Mansur Yavaş olayını hatırladık bu yüzden .Yani içimizi kötü hisler kapladı .Mansur yavaş kazandığından eminken birden bilgi akışı durmuş ve gece 03-04 gibi twiiterda kamyon kamyon oy taşındığı haberleri vs dönmüştü. sonra seçim kaybedilmişti .Tabi olay gece vakti olunca twitter kullanan birkaç bin ( ya da birkaç onbin ) kişiden başkasının haberi olmamıştı )
Bu durum anlayamadığım pis kokular hissetmeme yol açıyor .nedir diyorum ? kapalı kapılar ardında anlaşma falan mı yapıldı ?
2- Yakın tarihimize göz attığımızda ABD çıkarlarına ters düşen hiç bir hükümetin ayakta kalamadığını ,kriz ,darbe ,muhtıra vs bi şekilde gümbürdediğini görüyoruz .
AKP nin cemaatle uğraşıyor olması ABD çıkarlarına ters değil midir ? Zira cemaatin tabanı değilse bile üst kesiminin ABD ile organik bağları olduğu ortada . Yoksa ,Neler yaptığı sade vatandaş tarafından bile ayyuka çıkmış bir cemaatin amacının ABD tarafından farkedilmemesi imkansız öyle değil mi ? Dünyanın jandarması kara kaşına gözüne hürmeten dünyanın bir çok ülkesinde okul kurulmasına müsaade etmez öyle değil mi ?
demem o ki cemaate müdahale ,ABD nin A ya da B planına mudahale anlamına gelmiyor mu .? Geliyorsa neden Amerikan yönetiminden Tayyip sen fazla oldun artık tarzı bir çıkış ,bir emare görmüyoruz ?
özet olarak AKP şu an ABD çıkarına uygun mu hareket etmektedir sizce yoksa ters mi ?
3- Öyle bir ortam oluştu ki hukuk,anayasa falan takmayan bir parti devlet görüntüsü hakim . Bir de bunların tabanını düşünürsek ,Bir gün Anıtkabire dozerlerle girseler mudahale edecek bir devlet kurumu kalmadı gibi görünüyor .Sadece vatandaş isyan eder ,o da sert yöntemlerle bastırılır,sertlik sertliğe yol açar ,iç savaş benzeri kaotik bir ortama gider ,ya da İran’da olduğu gibi tepkiler sindirilir diye korkuyoruz .Umutsuzluğumuz bu derece yani . Bu konuda ne dersiniz ? hala sistemi koruyacak bir mekanizma kalmış mıdır ? emareleri var mıdır ?
HDP Eşbaşkanlar Heyeti, seçim sonuçlarının ardından yazılı bir açıklama yaptı.
… AKP’nin tek başına iktidarı ve başkanlık hevesleri için ülke kan gölüne çevrilmiş, HDP’ye dönük hükümet merkezli saldırılar, katliamlar ve basın ambargoları gerçekleştirilmiş, HDP’nin seçim kampanyası yürütemeyeceği şekilde canlı bombalar HDP Eşbaşkanlarının ve milletvekili adaylarının peşine salınmış, ülkede olağanüstü bir güvenlik korkusu yaratılarak seçmen adeta teslim alınmaya çalışılmıştır.
“ŞOK STRATEJİSİ UYGULAYARAK SONUCA GİTMİŞTİR”
AKP ise devletin ve örtülü ödeneğin bütün imkanlarını en ahlâksız şekilde kullanarak seçim kampanyası değil bir tür tehdit ve terör kampanyası yürütmüş ve neticede gerçek halk iradesinin oluşmaması için kısa süreli ani şok stratejisi uygulayarak sonuca gitmiştir. Hiç şüphe yok ki bu seçimin sonuçlarına dayanarak Türkiye halklarının katliam, savaş, zulüm, hırsızlık, yolsuzluk, ahlâksızlık politikalarına onay verdiğini asla kabul etmeyeceğiz. AKP’nin açık/gizli ajandasındaki hiç bir gerici politikasına toplum onay vermemiştir.
“HDP PARLAMENTONUN ÜÇÜNCÜ BÜYÜK GRUBU OLMAYI BAŞARDI”
HDP ise tarihimizin en yoğun ve en ahlâksız siyasi, fiziki saldırıları karşısında öz gücüne dayanarak ve seçmeniyle kurduğu güçlü manevi bağlara dayanarak, olağanüstü bir direniş ve dik duruş ile barajı aşmayı ve parlamentonun üçüncü büyük grubu olmayı başarmıştır. HDP bu ağır saldırılar altında da kadınların gruptaki temsiliyetinden vazgeçmemiş, TBMM’de kadın mücadelesinin en güçlü sesi olmayı hak etmiştir.
MHP/AKP gizli ittifak ve işbirliğinin temel hedefi HDP’yi baraj altında bırakarak güçlü bir AKP hükümeti kurdurmaktı
“MHP-AKP GİZLİ İTTİFAKININ HEDEFİ…”
MHP/AKP gizli ittifak ve işbirliğinin temel hedefi HDP’yi baraj altında bırakarak güçlü bir AKP hükümeti kurdurmaktı. …
…Gün, geri çekilme günü değil, daha güçlü ileri atılma ve inisiyatif alma günüdür. Biz her zamankinden fazla kendimizi hazır ve heyecanlı hissediyoruz. Haklı ve meşru duruşumuzdan asla taviz vermeden herkesi mücadeleyi kararlılıkla yükseltmeye davet ediyoruz. Özgürlük, adalet ve barış mücadelesi kesinlikle kazanacaktır. Saygılarımızla.
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/hayalet-secim
1. Sonuçları etkileyecek ölçüde büyük bir hile yapıldığını sanmıyoruim;
2. Genel planda elbette uyuşuyorlar, ancak AKP’nin dış politikası bugün ABD ile çelmişme halinde ve aüra gittikçe açılıyor. Ayrıca içeride esas ABD’ci güçler (Fetullahçılar da buna dahildir) muhalefet halindeler. Sonuç olarak AKP’nin bölgesel hegemonyacı politikalarının ABD’nin ortadoğu siyasetiyle çeliştiğini söyleyebiliriz.
3. AKP sistemle birlikte çürümektedir. Son tahlilde bir ayaklanmayla gidecekler ve bence ordu sistemi kurtarmak için AKP’yi feda edecek.
(NOT: Aşağıda okuyacaklarınız “AKP + Fethullah Gülen cemaati karşıtı” tarafından yazılmıştır. Ve bu metnin yazımı esnasında nötrlük korunmaya çabalanmıştır.)
“Kemal Derviş” ve tayfasının, Bülent Ecevit hükümetinin son haftalarında Türkiye’ye adeta paraşütle getirildiği, ve “bankacılık reformu” başta olmak üzere bir dizi reform yaptığı herkesin bildiği bir gerçek.
“3 Kasım 2002 öncesi”ni hatırlayanlar var ise:
* 17 Ağustos 1999 depreminden sonra Türkiye’nin bir türlü toparlanamamasını,
* Türkiye’deki banka “hortumlama”larını,
* “Dot-com” balonunun patlaması ile dünya geneline yayılan ekonomik kriz dalgasını,
* “11 Eylül 2001 olayı” sonrası dünya siyasetinde (ve ekonomisinde) değişmeye başlatılan dengeleri,
(…)
gibi maddeleri bir kez daha akıllarına getirseler iyi olur!
“Kemal Derviş”; bir A.B.D. projesiydi! Bu saptama doğru! Ve hâttâ bugün, “2015 model CHP”nin ekonomi kadrosu içinde Derviş’in çırağı niteliğinde olan baş şahıs “Selin Sayek Böke”dir!
“Kasım 2000” ve “Şubat 2001” ile en yüksek seviyelerini yaşamaya başlayan Türkiye’deki ekonomik krizin çözümü için, IMF’ye başvurma kararı alındı. IMF de; “eğer bir dizi yapısal reformu yerine getirmeye söz verirseniz, size para veririz.” şartını koştu! Bu şart, Ecevit hükümeti tarafından kabul edildi.
Kemal Derviş, 1977-2001 arasında “World Bank”ta çalışmış, kapitalistlerin meşhur ifadesiyle “experienced & tecrübeli” bir iktisatçıdır! “World Bank”taki görevinden sonra, Türkiye’ye paraşütle getirilmiş, “bankacılık reformu”nu ilk sıraya koymak üzere, kapitalistlerin meşhur ifadesiyle “reformlara” başlanmıştır!
Bütün bunlar olurken, “AKP” de Türkiye genelinde teşkilatlanmasını tamamlamış, Ecevit’in hastalığı nedeniyle hükümetin yönetilemez olduğunu gerekçe göstererek Devlet Bahçeli’nin “erken seçim” çağrıları ile 3 Kasım 2002’de AKP dönemi başlamıştır!
AKP 3 Kasım 2002 seçim sonuçları ile, “vahşi kapitalist” Kemal Derviş’in seçimlerden hemen önce attığı tohumların yeşermeye başlamasının rantını hem yemiş, hem yedirmiştir! Acaba 3 Kasım 2002’den önce de AKP isimli bir parti yıllardır var olsa idi, Türkiye’nin IMF ile “stand-by anlaşması imzalaması”nı ister miydi, istemez miydi; geçmişe dönük tahmin yapmak mümkün değil!
Hem bu IMF’den gelen yardım ile, hem de 2002-2007 arasında dünya genelinde dolaşan “likidite bolluğu” sebebiyle Türkiye’ye de oluk oluk para aktı. Ve bu oluk oluk gelen paranın çok büyük kısmı “inşaat ekonomisi ile büyüme” stratejisinde kullanıldı! Yine kapitalistlerin meşhur ifadesiyle “yükte hafif, pahada ağır teknolojik mal üretimi”nde kullanılmadı!
“Eylül 2008” itibariyle, rüzgâr döndü!
A.B.D.’de (yatırım bankası) Lehman Brothers’ın çöküşü ile başlayan “mortgage krizi”; çok kısa zaman içinde başta “Avrupa kıtası” olmak üzere bütün dünyaya yayıldı.
Ve bu kriz 2015 itibariyle tüm hızıyla devam ediyor!!!…
A.B.D. Merkez Bankası’nın (FED), Aralık 2015’de veya 2016 yılı içinde faiz arttıracağı kesinleşti!
Bu; şu demek:
Bütün gelişme yolundaki ülkelerden olduğu gibi, Türkiye’den de (USD) Dolar çıkışı hızlanacak! Miktarı azalan şeyin değeri artar! Dolar, TL karşısında yeni rekorlar mutlaka kıracak!
Yani “likidite bolluğu” artık yavaş yavaş azalacak! Faydalanmak isteyen, yüksek faiz vermek (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, TCMB’nin 1 haftalık repo faizini arttırmaya mecbur kalması!) suretiyle ülkesine döviz getirebilecek! Yani dövize sahip olmak eskisi gibi ucuz değil; pahalı olacak! Çünkü: Dövizin oluk oluk akma dönemi artık bitti!
Bugün, Türkiye ekonomisi omurgasını hâlâ “inşaat ile büyüme” oluşturuyor!
Ve kapitalistlerin meşhur ifadesiyle “yükte hafif, pahada ağır teknolojik mal üretimi”ni Türkiye; AKP’nin 1 Kasım 2015 sonrası muhtemel 4 yıllık iktidarı sürecinde gerçekleştirebilecek bir yatırım ortamı bulabilir mi; meçhûl!
Çünkü en başta, Recep Tayyip Erdoğan’ın, TCMB’nin kararları üzerine söylediği sözler; yabancı yatırımcılar tarafından kabul görmüyor!
Kapitalistler sözde “serbestiyet”, sözde “sermayenin özgür dolanımı”nı ister!
Türkiye’de, “Recep Tayyip Erdoğan kleptokrasi”sinin yayılma riski çok yüksek!
İşte bu sebeple, ekonomiye duyulan güven konusunda, geçmişte hiç olmadığı kadar daha tedirgin hissedilecek!
(NOT: Her şey “Türkiye içindeki tüketici güven endeksi”nden ibaret değil! Alım gücü düşen, Dolar/TL’de Doların yükseldiği bir ülkede tüketici güveni aşağı yönlü olarak dalgalı bir seyir izler!
Yabancı yatırımcının Türkiye ekonomisine güven duyup duymaması da önemlidir! Hele hele ithalata eroinman gibi bağımlı bir Türkiye için “yabancı yatırımcı” kuş sütüyle beslenir!)
ÖNÜMÜZDEKİ 9 AY İÇİNDE OLABİLECEKLER:
İlk önce, FED’in faiz arttırımı sonrası Türkiye’nin yiyeceği ilk tsunami dalgası! (Gelişme yolundaki ülkelerin neredeyse hepsi bu dalgayı yiyecek!)
İkinci olarak, ülkede daha derinlere kök salan kleptokrasinin; Türkiye’deki ekonomik kurumlara, şirketlere ve dengelere “tek adam”cı tavır sergileyip sergilemeyeceği!
BUGÜN, YABANCI YATIRIMCI TÜRKİYE’YE BAKTIĞI ZAMAN ŞUNLARI SÖYLÜYOR:
“Ülkenizin ekonomik büyümesi için; yatırım malı, ara malı, yarı işlenmiş mamûl ithalatı yapmaya muhtaçsınız.
Bu malları size satacak olan bizleriz, başka gezegenden kimse yok!
Fakat 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra, sizle kolay kolay iş bağlantıları kuramayacağız gibi gözüküyor!
Çünkü: Rusya’da Putin ne ise; bugün Türkiye için Recep Tayyip Erdoğan o olmaya başladı!”
[Ek bilgi:
Dolar/TL kuru: 2,91’lerden 2,83’lere kadar indi.
Eğer Türkiye içinde “yeni olaylar” yaşanmazsa, ve dünya genelinde de “yeni olaylar” yaşanmazsa (Latince: “Ceteris paribus”);
Önümüzdeki birkaç hafta kurun 2,75 – 2,90 TL aralığında dalgalanması muhtemel.
AKP’nin ekonomi kadrosunun şekillenmesi,
TCMB üzerindeki baskının devam edip etmediği,
Medya kuruluşlarına laf çakmaların devam edip etmediği,
Hukuk katliamlarının yaşanıp yaşanmadığı,
Çin ekonomisinde küçülmenin ne kadar olacağı,
Avrupa Birliği bölgesinde piyasaların toparlanmasının ne zaman başlayacağı,
FED’in faizi arttırıp arttırmayacağı,
(…)
sebeplerine göre:
Dolar/TL kuru dalgalı bir seyir izlese de; orta ve uzun vadede “yön yukarı doğru”.
Yani Türkiye’de Dolar pahalı olmaya devam edecek!
Yani Türkiye’de “maliyet enflasyonu” yükselecek!
Yani Türkiye, kapitalistlerin meşhur ifadesiyle “orta gelir tuzağı”ndan kolay kolay kurtulamayacak!
Yani Türkiye’de “işsizlik” yükselecek!
Yani Türkiye’de sıradan vatandaşın alım gücü eriyecek!]
***
(26) hortlak,
Şimdi bir kez daha yazalım:
Sen sırça köşk de falan mı yaşıyorsun!
Ya da, bir yerde çalışıyorsan, sana ödenen ücret o kadar iyi seviyede ki, ‘ülkede ekonomik kriz yok’ diye saçmalayabiliyorsun!
Nerede oturuyorsan, biraz ayağa kalk da, bacakların açılsın, kemiklerin kuvvetlensin! Ve zahmet olmazsa, fabrikaları gez bakalım, AKP nasıl harıl harıl propaganda faaliyetleri yürütüyor oralarda!
Gözlerin denizi görmeyecek kadar körleşmişse,
Ellerinle dokunarak denizin varlığını hissedebilirsin hortlak!
Gözlerin Türiye’deki ekonomik krizi görmeyecek kadar körleşmişse,
Fabrikaları gezerek ekonomik krizin varlığını hissedebilirsin hortlak!
“ordu sistemi kurtarmak için AKP’yi feda edecek.” Yani Mısır’daki gibi mi?
Bir bakıma öyle görülebilir.
Peki bu ordu “hangi sistemi” kurtaracakmış?
Tayyip diktatörlüğünü yıktıktan sonra, Beykoz Konakları temelindeki Kemalist sistemi kurtarmak için mi ordu müdahale edecek?
Biraz zorlama bir öngörü değil mi bu?
Mısır’da İhvan hareketi (yani Müslüman Kardeşler) nasıl şirret bir yapıysa, Abdülfettah el-Sisi en az İhvan kadar şirret bir yapı!
Niçin ölümlerden ölüm beğenmek zorundayız?
Tayyip diktatörlüğünden kurtulmak istiyoruz ama Kemalist diktatörlüğü kabul etmek zorunda mıyız?
Bu açmazı nasıl çözeceğiz?
Gün hocam, gezi direnişi sonrasında da akp’nin 3 ay içinde gideceğini söyledin, sonra 5 aya çıkardın, hatta benle iddiaya girip bana bira borçlandın, ama ısmarlamadın, bak hâlâ bekliyorum. 🙂
O şiiri çok severim, şimdi aklıma geçirmiş oldun. Sana uyarlayarak yazayım:
Hep öngördün
Hep yanıldın
Olsun
Daha Iyi öngör
Daha iyi yanıl. 🙂
İddiayı kaybedince de borcunu öde! 🙂
3. AKP sistemle birlikte çürümektedir. Son tahlilde bir ayaklanmayla gidecekler ve bence ordu sistemi kurtarmak için AKP’yi feda edecek.
Gün Zileli.
Iste buna katilirim. serh düserekte olsa katilirim. sistem ile birlikte curuyen sadece akp degil her seferinde sistem icilserek curuyen bir solda var.
Peki akp sistem ile birlikte curuyup bir ayaklanma ile devrilmek uzereyken , ayaklanmayi parlementoya, sisteme, sistem ici bir cozume ,alanda tek cadira(gezi) indirgeyen bir sol aktörede diyecek bir iki sözün yokmu Zileli? senden korktugumdan ihanet demiyorum adina bu tavrin.
merak etmeyin misirdaki gibi kitlelerin ayaklanmasi ordu tarafindan calinmaz bizde,o asamaya gelmez.. bizde cozum sureci var hdp var emep var sirri sureya var ocalan var bir darbeye izin vermiyeceklerdir:)
ben ordunun müdahalesi iyi bir şeydir demedim. Sadece objektif olarak böyle bir durum doğabileceğini söyledim. Ordu sistemin temel örgütüdür. Sistem şu ya da bu şekilde tehlikeye girdiğinde (özellikle bir halk ayaklanmasıyla) devrimi önlemek ve sistemi kurtarmak için müdahale eder. Tayyip’in diktatörlüğünden kurtulmak için kemalist diktatörlüğü tercih etmek bizim işimiz değil.
nasıl ödeyeceğimi bilemediğimdendir. Borcum borç 🙂
solun birçok hataları vardır elbette ama yukarıda dediğin türden hataları söz konusiu değildir. Sol hiçbir zaman dediğin türden bir indirgemecilik yapmadı. Ama elbette somut durumda karşısına çıkan alternatiflerde de tutum almak zorundaydı. Devrim, boş bir devrim söylemiyle ilerlemez. Her somut durumda adım adım alınan tavırlarla ilerler. Elbette bu yapılırken devrimi unutmak bir başka hata olur.
halk ayaklanması bunların hiçbirini dinlemez. Sistem açısından son çare ordunun müdahalesine kalabilir.
Eleştirilere ‘namerttir’demek etik değil ama gün abinin tezlere cevap niteliğinde olduğu için paylaşmak istedim…
7 Haziran’dan sonra müdahale olmuş PKK HDP’yi engellemiş. Bu düşünce yalandır. PKK 7 Haziran sonuçlarını nasıl değerlendirmiş. HDP’yi engellemiş mi teşvik mi etmiş. Engellemiş ifadeleri yalandır. 200 tane HDP il ilçe binasını PKK mi yaktı, binlercesini PKK mi tutukladı. Biraz dürüst olunsun. İspatlasınlar. İspatlamayan namerttir. PKK 7 Haziran seçim sonuçlarını esas alıyor. Bizce hâlâ geçerli olan 7 Haziran sonuçlarıdır. 1 Kaım’ı kimse Türkiye toplumunun gerçek eğilimidir diye yansıtamaz. ne kadar baskı olduğunu da hile olduğunu da görüyoruz.
7 Haziran’dan sonraki bu süreci kimse unutmamalı. Erdoğan ve Davutoğlu’nun söylemlerini kimse unutmamalı. HDP ve MHP’den çalınan milletvekilleriyle AKP hükümet kuracak duruma geldi.
Duran kalkan
Zileli de digerleri gibi ne oldugunun ne olacaginin analizi uzerine kafa patlatiyor, ne yapmali uzerine diyip diyebildigi kim kiminle secim ittifaki yapmali kim kime oy vermeli den ibaret.
http://kurtuluscephesi.net/kurcephesi/kc146_1.html
Beşikçi ;on yıldır, “barış süreci oyalamacadır” diyordu,haklı çıktı imralı ise yanıldı.
Öcalan esirdir,barış süreci oyalamasının nedeni imralıdır.pkk imralıya rağmen barış dedi.
Pkk haklı çıktı imralı ve hdp yanıldı.
Hdp pkk nin legal kanadı kabahat imralı ve aydınlarda.
Pkk imralıyı dinlememeli.
Yüzünü meclise ,imralıya değil halka,radikal sola ve kürdistan a dönmeli.
“sosyoloji bilim midir*” sorusu yanıt bekliyor, seçimlerin ardından, bir kez daha…
Halk ayaklanması derken Gezi’ci kesimlerin yeni bir kalkışmasını kastediyorsunuz. Bunlar halk oluyor, ama halkın akp’ye oy veren kısmı, ülke nüfusunun yarısı halk olmuyor. Onlar figüran, iradesiz, sessiz ve çaresiz, adeta kuru kalabalık. Ama birkaç yüz bin Gezi’ci, askerî darbeyi tetikleyip akp’yi deviracak kadar güçlü! Böyle hayal ediyorsunuz.
Bu yüzden de yanılıyorsunuz.
Devletin yaptigi katliyamlari, sokaga cikma yasaklari, sinirötesine top, tank atislari, HDP binalarinin kundaklanmasi, HDP lilerin, kürt halkinin keyfi gozaltilarini hic yazmayin, PKK nin saldirilari yüzünden oy kaybi oldu yazin ,cizin. HDP 7 haziran secimlerindeki yukselen oylar kürt orta sinifindan ve kemalist solculardan geldi. Simdi gercek kendi halkindan, sevenlerinden, uluscu ve gizli irkci olamayan savasan devrimciler geldi. Simdi PKK yi bahane edip oylarin düstügünü söylüyorlar. Devlet terörünü söylemezler. PKK nin eylemliklerinden dem vururlar. HDP Türkiye partisi olsun diyorlar, nedenmis, heryer Türkiye partisi ile dolu, tahammül edemiyorsunuz devrimci Kürt partisi olmasina. Cünkü alismisiniz Türkiyede bütün partilerin Türk olmasina. Kemalist ulusculuk iliklerinize islemis. Desenize secimlerde HDP nin oy kayibi devlet terörü yüzünden diye. Diyemezsiniz, o kadar cesaretiniz ve antinasyonal yaniniz olmadigindan. Körmüsünüz yoksa görmemezlikdenmi geliyorsunuz. Kürt bölgelerindeki secim oncesi devletin baskisi, ozaltilari, mahalleyi abluka altina almalari,sandiklar asker ablukasinda gecti. Yurdisindaki gözlemciler sizlerden daha gercekci ve dogru rapor verdiler. Cunku onlar Türk kafali degiller. Simdi HDP ye saldirlar devam ediyor. Bu halki sizlermi koruyacaksiniz, Haydi cikin disari HDP Istanbuldaki binasini polis basmis ve gozalti yasaniyor. PKK nin cevap vermeden sizler disari cikin cevap verin. Haydi savunun Kürtleri. Ne o disari cikmiyormusunuz, birakinda onlara sahip cikanlar , karsi tarafin anladigi dilden cevap versinler.
Bunları Duran Kalkan mı söylüyor, maşallah vallahi. Bu savaşı AKP’nin örgütlediğini sağır sultan bile duydu. PKK mi duymadı? Eğer savaş çağrısına cevap vermeseydi AKP kapak gibi açıkta kalacak ve planı tutmayacaktı. Bu KADAR AÇIK. bİZİ KİMSE ÇOCUK YERİNE KOYMASIN. hER ŞEY ORTADA, APAÇIK.
MHP ve PKK tamam da CHP ?
Maç 0 – 6 yenilgiyle sona ermiş. Oyuncular süklüm püklüm soyunma odasına girip taburelere çökmüşler. Antrenör hışımla bir köşede duran yedek kalecinin üzerine yürümüş. Tekme tokat girişmiş. Yedek kaleci ağlayarak:
– Yahu hoca ben oynamadım ki benim kabahatim ne,diye sorunca Hoca gürlemiş:
– Ulan deyyus form tutup kaleye geçseydin biz bu golleri yer miydik?
m.aşıktan
dur hele yahu, müneccim başı değiliz burada. akıl herkeste var, hep birlikte üzerine düşüneceğiz ne yapılması gerektiğinin.
yok canım olur mu öyle şey. Bugün akp’ye oy veren o pek yağladığınız yoksullar akp’yi sopayla kovaladığı gün (bu pek de uzak değil) yüzünüzün alacağı şekli görmek isterdim.
Bırak kardeşim burada ajitasyon çekmeyi. Burayı izleyen, yazan çizen herkes devletin terörünü allahın günü söyleyip duruyor. Aç yazılarımıza bak,. twitlerimize bak. Ama biz burada bir iç tahlil yapıyoruz. Kendi kendimize ajitasyon yazısı yazmamızın anlamı yok. İç tahlillerde elbet dikkat iç hatalara yönelinir, bunlar belirtilir. Dolayısıyla PKK’yi dost bildiğimiz için yapıyoruz bu eleştiriyi. MHP değil karşımızdaki, PKK. MHP olsa, düşmandır der geçerdik, tek bir laf etmez, eleştiri bile yapmazdık, yalnızca bu yazıda olduğu gibi nasıl diktatörlüğe hizmet ettiğini söylerdik. Ama PKK, yıllarca Kürt halkının hakları için hatasıyla sevabıyla mücadele etmiş bir örgüttür. Şu noktada sapıtıp diktatörlüğe hizmet anlamına gelen bir savaşa giriştiğinde elbette onun üzerinde duracağız, elbette onu eleştireceğiz.
http://www.imctv.com.tr/uluslararasi-gozlemciler-secim-raporunu-acikladi/
Türkcü olmayanlarin raporunu.,/ CHP, ABD, MHP, AKP , Avrupa devletleri, Vatan Partisi ve sizin gibiler HDP yi PKK den , Kürtleri Apodan, Apoyu KCK den, HDP yi Apodan ayirmaya calisiyorsunuz. Fasistlerle ve Emperyalistlerle ayni agiz, ayni argüman. Cunku 110 yildir Kürtler sizin kölenizdi. Catlasanizda, patlasanizda hic birini birbirbirinden ayiramazsiniz. Bunlar birlikde vucut buldu. Beyenmiyorsaniz gidin.
2 yıl içinde büyük bir halk hareketi bekliyorsunuz ama bu öngörüyü neye dayandırdığınızı açıklayabilir misiniz? Hem de sistemi tehdit edecek ve orduyu tavır almaya itecek kadar. Gezi bile bu ölçekte değildi. Şu anda muhalif kesimlerde ciddi bir yılgınlık, demoralizasyon var, iki yılda bunun tersine dönmesi bir temenni mi yoksa somut bir şeyler gördünüz mü? Birkaç cümle değil açıklayıc bir analiz rica ediyorum.
Ben açıkça daha karamsarım. AKP diktatörlüğü ilk olarak HDP ve Kürt hareketine büyük baskı uygulayacak ve Ankara katlimanondan sonra olduğu gibi Türk solu sessiz kalacak. Çoğunun geleneksel Kürt düşmanlığı yanında bazıları da “HDP siliniyor meydan bize kalacak” diye sevineceklerdir (mesela KP’nin böyle yapacağına bahse bile girerim). HDP’nin işi bitince de yol açık, milliyetçi-islamcı faşizmimiz hayırlı olsun!
ya sev ya terk et diyorsun yani. biz kimseyi kimseden ayırmıyoruz hemşerim. Ama Kürdtlarein yarattığı ve Türkiye çapında mücadele yürüten HDP gibi bir partinin acyağına çelme takıp oylarını AKP’ye taşıyacak savalça ve işbirlikçi bir savaş yürütenleri müsaade et de eleştirelim. Sonuç açıkça ortada.
Bu yazıda chp de eleştiriliyor. dikkatli oku.
HDP’nin işini bitirmek öyle kolay değil. Onca oyuna rağmen barajın üstünde kaldı ve bunda solun payı da küçümsenemez. O bencil örgütleri boş ver sen. Sol taban HDP’nin arkasında duruyor.
Yılgınlık var evet ama bunun tersine dönmemesi için hiçbir neden yok. Bütün ekonomik veriler zeminin akp’nin altından kaydığını gösteriyor. Temelde halk kesimleri son derece rahatsız. Yakın bir zamanda akp’ye oy verenlerin bile ayaklandığını göreceğiz. Karanlığın ardından aydınlık gelir. Bak göreceksin. İki yıldan fazla dayanamayacaklar.
13 yıl olmuş, halk desteğini kesmemiş akp’den, eline sopa alıp kovalamamis. Ama çok yakında kovalayacakmış. Kim öngörüyor? Zileli. O da kim? Hani şu hep öngörüp hep yapılan kişi. Haaa… Hımmmm… 🙂
Ekonomik kriz mi çıkacak da kovalayacak? Bu durumda olabilir. Ama AKP ekonomik büyümeyle birlikte artan bir oy grafiği sergiledi. Şanslı ve becerikli bu konuda.
Onca suriye’yi mülteciyi barındırmasına rağmen ekonomi sağlam gibi. Sorunlar var ama babacan’ın kişisel ünüyle pekişmiş bir başarılı ekonomi yönetimi var ki bunlar olabiliyor.
Eee? Ne olacak ki kitleler sopaya sarılacak? Öngörü ancak analizle sağlamlaştırılarak bilimsel olabilir. Aksi halde falcılık olur, bizim soldaki ifadeyle, dilek ve temenni olur. 🙂
son gülen iyi güler 🙂
Gün, dün Corbyn ile iki bira attık ve sana selam gönderdi.
Cevabın?
36.
Tr de degil ama sende bayagi bir kriz görüyorum..Sakin ol..
Dikkat edersen hep cek cakli konusuyorsun yani suan böyle bir sey olmadigini yaziyorsun..
Dervisi ABD getirmis.. sonuc ne? 30 yillik enflasyon cözülmüs..
Evet ithalat ihracat acigi Tr nin ekonomik depremine ugratacak en önemli unsur.. Gelismis ülkeler bile buna uzun vadade dayanamaz..
Döviz Tl karsisinda yüksek degil altlarda kaliyor..
CIN,Japonya,isvicre bir gecede %20 lere varan para degerini düsürdüler..ihracat yapabilmek icin.. Bu savasi Avrupa ABD deyle sürekli verir..
Bizm geri zekalilar ise Osmanlida oldugu gibi Para degerini yüksek tutmaga calisir..( Osmanlida birde ihracat vergisi alinirmis!)
Hocam AKP yi bir tebrik etsende dogru birsey yapmis olursun yaw..
Ordudan hala politik bir meded umaniz???50 lerdeki düsüncenizin devamimi.?
Sizin eskiyoldas 10 milyon oy alip 2.parti olacagini ilan etmisti..
Artik atip tutmalarda pek inandirici olmuyor..
AKP-PKK sanaryolariniza hic girmeyeyim..
Mit le 40 yildir yatip kalkmislara onun ötesinde tüm politikalari %100 devlet ajanlariyla örtüsenlere yok öyle birsey diyiyorsunuz…
Bu yaziyi okuyunca solun niye duman oldugunu anliyorumm..
Medley i dinleyin daha iyi..
ek.Kafanizi iyice bozmus bu secim anlasilan…
Türkiye Suriyeliler’i barındırmıyor, süründürüyor. Nispeten şanslı olanlar kamplarda yarı-esir hayatı yaşıyor. Sayısı bilinmez binlercesi Ege sularında Poseidon ile yaşam kumarı oynuyor. Birkaç on bin sokakta dilenmekte, birkaç yüz bin en berbat işlerde çalışmakta, bilimumu da çeşitli ülkelerin sınırlarını karayoluyla zorlamakta. Bu ekonomiyi sarsmaz.
Hendek kazılan ilçelerde oy kaybı yok.Akp savaşan kürtler yüzünden değil savaşan kürtlere terörist diyen chp ,mhp seçmeninin oyları ile %50 aldı.Ateşkesi imralı yaptı akp bu sayede iktidara geldi.Akp nin Oylarının azalma nedeni barış süreci değil suriye politikası ,gezi,feto,yolsuzluktu. Ateşkesi bu yüzden bozdular.Akp nin sonunu suriye politikası getirmezse sisi sendromu veya pkk getirecek.akp nin maske düştü imralı yı da kimse dinlemez artık gözler rojova ya bakmakta.
Yoruma dair merak ettigim: Eger bir AKP – PKK ittifaki var idiyse, PKK’nin bundan cikari neydi? Neden Kurdistan’daki hegamonya gucunun bir kismini AKP’yle paylasmak istesin? Yannis bir strateji olduguna katilyorum %100, fakat bana bu danisikli dovus isi pek mantikli gelmedi..
Yorumlar arasında (solumuzun bu konudaki geleneksel sessizliği nedeniyle) olumlu veya olumsuz bir karşılık bulmamış olan şu kısma önemli ölçüde katılıyorum ve dikkat çekmek amacıyla öne çıkarıyorum:
“Bu savaşın en güç duruma soktuğu parti HDP idi. HDP’nin Kandil’in eylemleriyle arasına çok net bir çizgi çizmesi gerekiyordu. HDP, bunu Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarıyla ve kınamalarıyla kısmen yaptı ama yeterli olmadı. Dolayısıyla, PKK’nın AKP diktatörlüğü ile el ele sürdürdüğü bu kirli savaşın vebali, büyük propaganda araçları tarafından yönlendirilen kamuoyu açısından kısmen HDP’nin sırtında kaldı. Buna rağmen HDP’nin barajın altında kalmaması başarı olarak görülmelidir.
Bu noktada, HDP’yi destekleyen solun, sol örgütlerin ve aydınların sorumluluğuna da kısaca değinmek isterim. Sözünü ettiğim bu unsurlar, yürütülen savaş karşısında adeta abondone oldular ve PKK’nin eylemlerine karşı hiçbir uyarıda, hiçbir eleştiride bulunmadılar, Selahattin Demirtaş’ın eleştirilerinin çok çok gerisinde kaldılar. Dolayısıyla solcu ve aydın olma görevlerini ne yazık ki yerine getirmediler. Bunu yapmış olsalardı muhtemelen önceden angaje bir savaşı durduramazlardı ama HDP’nin savaşa karşı daha cesur bir tutum almasını, hatta PKK’nin durumu yeniden değerlendirmesini zorlayabilirlerdi. Barış Bloku vb. hepsi sorumludur.” Gün Zileli
selam söyleseydin.
AKP tek başına iktidar olursa masanın yeniden kurulması üzerine anlaştılar.
54 hortlak,
Birçok noktada uzlaşabildiğimize göre nasıl halâ “Türkiye’de ekonomik kriz yok” diyebiliyorsun?
30 yıllık enflasyon “niçin” çözdürülmüş? Bu sorunun cevabını bilmeden konuşuyorsun! Kemal Derviş’in de sıradan bir A.B.D. projesi olduğunu sanıyorsun!
Birşeyler bildiğini iddia ediyorsan, halâ “Türkiye’de ekonomik kriz yok” diyebiliyorsan, açık açık yaz da öğrenelim?
Şu an TL, Dolar karşısında DEĞERLİ! Seçim sonrasında bile DEĞERLİ!
1 Dolar = 3,15 TL ve üzerine OLMASI GEREKEN NORMAL SEVİYE!
“NET HATA NOKSAN” KALEMİNDEN GELEN “KAYNAĞI BELİRSİZ PARA” NEDENİYLE HALA 2,84’LERDE DOLANIYOR DOLAR/TL KURU!
Bir cevap yazacaksan, fabrikaları gezmeden yazarsan, yazdıklarının pek anlamı yok bilesin hortlak!
“AKP tek başına iktidar olursa masanın yeniden kurulması üzerine anlaştılar.” Gün Zileli
Bu doğru olamaz, ne AKP PKK’ye güvenir ne de PKK AKP’ye. Hele ki seçimler sonrasına havale edilecek bir anlaşma mümkün değil. Kendi tezindeki zayıflıkları açıklamaya yönelik mantıksız bir cevap olmuş. Onun yerine pkk’nin mit ve öcalan aracılığıyla ele geçirildiğini söylesen daha mantıklı olur.
ben kandil açısından söylemiştim. Öcalan malum.
etyen mahçupyan güzel yazmış. bence onun bu değerlendirmesi çok daha açıklayıcı bir analiz. kabul etmek sizler için biraz zor ama… 🙂
http://www.aksam.com.tr/yazarlar/etyen-mahcupyan/her-secim-referandum/haber-457869
Bizim için kabul etmesi elbette mümkün değil ama siz bu saçmalıkları “güzel yazı” olarak sunma midesizliğini nasıl yapıyorsunuz, benim açımdan merak konusu olan o. Garson önümüze bir tabak bok koyuyor ve “çok güzel bir yemektir” diyor. Hiç farkı yok.
açıklayıcı da ondan. bence bir siyasî partinin kaç dönemdir bu kadar oy alması ve seçilmesi önemli bir olguya işaret ediyor. mahçupyan da buna dâir bir açıklama getirebiliyor. komplo teorilerine başvurmadan, emperyalizme-kapitalizme yüklenmeden, sosyal bir olguya yönelik analizler yapıyor.
sizin çoktan bayatlamış menünüzde bu yönde açıklamalar yok. üzerine bolca komplo teorisi sosu konmuş, aslında küflenmiş bir yemek sizinkisi. yemek bile değil artık. ama o sosa bitiyorsunuz. bu yüzden size çok lezzetli geliyor. 🙂
iyi. sen onların yolunda devam et. sonunda konuşuruz.
Bu millete güvenerek politika yapiyorsaniz way halinize..
GZ. Atarabasina cikmis diger partileri arkasina almis kizil-anarjist olup onlari yöneltiyor..
Gelecek secimde akp dahada oy aldigini görürsek GZ li ülkeyi terkedermi?
öyle bir talebiniz mi var?
Mahçupyan’ı ve onun yazısını paylaşan arkadaşı bir kenara bırakırsak, aslında burada doğal bir kanun söz konusu. Bir kesim çoğunluksa ve karşısındaki güçler bölünmüşse her zaman iktidar olur. Bu durumda iktidarını sadece iç çekişme veya dış etkilerle kaybedebilir.
AKP çoğunluk olduğu ve CHP-MHP-HDP bir araya gelip bir güç olamadığı için iktidar. Bu iktidar 17 Aralık, Gezi, Kobani gibi süreçlerde sarsıntı yaşayabilir ama karşısında ona denk bir güç olmadığı sürece iktidardan düşmez.
Aynı duruma geçmişten örnek verelim.
Kemalist tek parti rejiminin muhalifleri olan Kürt, İslamcı, liberal ve komünist güçler bölündüğü için ezildiler.
Stalin neden başarılı oldu? Karşısındaki muhalefet, Troçki, Zinovyev vs. birleşip bir güç olamadı. Anarşistler önceden ezilmişti zaten.
Osmanlı devletinin iktidar olmasının nedeni, onun karşısında zayıflayan Bizans, Anadolu beylikleri ve Balkan devletlerinin bir güç oluşturamamasıydı. İktidarı Timur istilası ve ardından gelen taht kavgaları gibi dış etkiler ve iç çekişmelerle krize girdi.
Diğer bir örnek Yugoslavya’nın parçalanmasıyla yaşanan katliamlar. Bunun nedeni de Balkanlarda Sırpların çoğunluk olmasıydı.
Arap-İslam yayılmasını kolaylaştıran da Bizans-İran savaşları ve Bizans ile Mısırlı, Süryani ve Ermeni Hıristiyanlar arasındaki mezhep çatışmalarıydı.
Gün, şöyle bir haber var:
HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, yeni anayasa çalışmaları kapsamında başkanlık sistemi dahil tüm modellerin tartışılabileceği söylerken, “tek adam” modellerine karşı olduklarını kaydetti.
HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, 1 Kasım’ın ardından yeni anayasa yapımının gündeme gelmesiyle demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir anayasaya ihtiyaç olduğunu belirterek, “Başkanlık sistemi dahil tüm modeller tartışılabilir. Ancak tek adamlık gibi özgürlüğü kısıtlayıcı bir yapı olmaz. Toplumun ihtiyacı bu değil” görüşünü belirtti. Bilgen; Orta Asya ve Afrika’daki başkanlık modellerinin “yerli ve milli başkanlık modeli” olarak sunulmasına karşı olduklarına işaret etti.
‘Tüm modeller tartışılabilir’
2011 yılındaki genel seçimlerin ardından TBMM’de tüm partilerin katılımıyla yürütülen yeni anayasa çalışmasında iktidar ile muhalefetin özellikle başkanlık sistemi konusunda fikir ayrılığı yaşadığının anımsatılarak yeni dönemde HDP’nin bu konuda nasıl bir politika izleyeceği sorusu üzerine Bilgen, “Başkanlık sistemi dahil tüm modeller tartışılabilir. Ancak tek adamlık gibi özgürlüğü kısıtlayıcı bir yapı olmaz. Toplumun ihtiyacı bu değil” görüşünü dile getirdi.HDP Sözcüsü Bilgen, Orta Asya ve Afrika’daki başkanlık modellerinin “yerli ve milli başkanlık modeli” diye sunulmasının Türkiye toplumundaki taleple bir bağlantısının bulunmadığını belirterek, “Yargı bağımsızlığı, sivil toplumun karar süreçlerine katılımı, kanunların iyileştirilmesi ve terörle mücadelenin yeniden ele alınması gibi talepler var” dedi.
‘Parlamenter sistemi öneriyoruz’
Herhangi bir konuyu tartışmayı reddetmenin doğru olmadığını belirten Bilgen, “Biz parlamenter sistemi öneriyoruz. Parlamenter sistemin demokratikleşmeyi ilerleteceğine inanıyoruz. Ancak anayasa metnini tabulaştırmak; “başkanlığı tartışmayız, şunu asla tartışmayız” gibi yaklaşımlar demokratik bir anayasa süreciyle bağdaşmaz. Her şey tartışılabilir. Bilimin ve aklın, dünyadaki değişimin gereği; hiçbir şey kutsallaştırılmadan tartışmaya açılabilir” diye konuştu.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/405081/HDP_sozcusu_Bilgen__Baskanlik_tartisilabilir.html#
Sence bu, senin ifadenle ‘somut hâlde’, ‘mevcut hâlde’, HDP’nin taktiksel bir tavrı mı Gün?
HDP’nin, AKP’nin dayatması ile, ‘başkanlık sistemi’ni kabul etmesi olasılığını niçin yok sayıyorsun?
Korkumuz var..
Secimi cok öneme alinmasi hatali. Inanarak,bilerek degilde sadece oy vermeyle düzen ,sistem degismez..
Birgecede insanlarin oyu degisse neolurki?
Ülkede oylar süreki degisip duruyor.Partilerde degisiyor..Cok önemli bir degisiklik varmi? Esek hizinda degisim var okadar..
Bir konuda; PKK.AKP alasmissa neden HDP yle hükümet kurulmadi.? HDP PkK degil ama onunda tayin edici gücü oldugunu herkes bilir..
Yada sadistce savas oyununu oynayacaklarina PKK dediginizi yapar taraftarlarina AKP e oy verin derdi..
Gecmiste yerel temelde yapmistida..
Ayrica Kürtsorunu kimgelirse gelsin masaya oturmak zorundadir diyen GZ.nin kendisiydi..
Bence HDP yi meclisten atacak,kendi insanini taktik nedenlerle kiyacak bir kacik örgütde degil kürtler..
Böyle bir korkunc sanaryo pkk i yok ederdi..
Kürtler zaten fiilen kürdistanini kurmustur.2 cephede birden savasiyor.TR ye ve ISID a karsi..
ISID a sadece kürtler savasiyor simdiye kadar..
Benimde bir baska sanarom var ama..
ben yukaridaki yazimda belirtdim gibi aslen bir dini savas yürüyor ve fatura özgürlükcü,demokratik toplum anlaysinda
yasamak isteyenler kesiliyor.burada asil soru abd bu savas
sonuna kadar götürecek mi?gelecek abd secimler bu yüzden
cok önemli eger bir cumhuriyetci bir baskan gelirse plan
aynen devam edecek ama h.clinton kazanirsa belki bir
dönüs olabilir.abd ve avrupanin asil sorunu asiri islam anlayisi
ve bununla birlikte tabii kendi bir tehdit olarak geri geliyor,nice genc insanlar almanyda salafilere gidiyor bazilari is katiliyor veya al kaide.birinci recep kendini halife olarak görüyor bunu demirtas bir roportajda belirtmisti arap dünyasi onu bir lider olarak alkiliyor.abd türkiye ve arap dünyasini ancak böyle toplu bir bicimde savas sürükleyebilir bir halife ille.plan aynen yürürlekte…..sunuda belirtim ben kemalistleri tercih ederim kendim o sisteme inanmazadam.türkcem biraz bozuk olabilir selam.
Seçimler yapıldı, sonuçlar her kesimi ve herkesi şaşırttı, şaşkınlık hâlâ devam ediyor ve bu arada bazen apaçık, bazen de üstü örtülü biçimde muhtemel bir tehlikeden bahsediliyor: İç savaştan…
Filânca konuda ilerleme kaydedilmediği veya falanca ile anlaşma sağlanamadığı, yahut bilmemne meselesi çözülmediği takdirde Türkiye’de yakında iç savaş çıkarmış, kan gövdeyi götürürmüş, memleket mahvolurmuş, vesaire…
İnanmayııın…
İnanmayın, zira tarihimizde “iç savaş” yoktur, bunun ne demek olduğunu bilmeyiz ve daha da önemlisi, iç savaş kavramı genlerimizde de mevcut değildir!
İmparatorluk senelerinin Türkiyesi gerçi dünya kadar kanlı olaya sahne olmuş, meselâ 15. asırda şehzadeler arasındaki taht mücadelesinde halktan onbinlerce kişi hayatını kaybetmiştir ama o senelerde, meselâ Fetret Devri’ndeki didişmeler iç savaş değildir, herbiri ordu sahibi olan şehzadelerin birbirleri ile askerî mücadelesidir.
Anadolu’da sonraki yüzyıllarda yaşanan Celâlî isyanlarının da iç savaşla alâkası yoktur… Celâliler genellikle İstanbul’a isyan bayrağını açmış askerlerdir, aralarına bazen medrese öğrencileri de katılmış, vergiden bunalmış olan halk da onların tarafını tutmuştur ama isyanların hedefi toplumun başka bir kesimi değil, saray ve devlettir.
İSYAN, İÇ SAVAŞ DEĞİLDİR
Yavuz Sultan Selim yahut Dördüncü Murad zamanında Anadolu’da Alevîler’e karşı uygulanan acımasız politikalarda da işin içerisinde yine devlet vardır, yani bir Alevî-Sünnî mücadelesi değil, devletin kendi teb’asına karşı sert hareketleri sözkonusudur.
Aynı şekilde Anadolu’da asırlar öncesinden bugünlere uzanan isyanların ve mücadelelerin bir tarafında başkaldıranlar, diğer tarafında da devlet bulunmaktadır, yani bu ayaklanmaların tamamı devlete karşıdır… Zira devlet tarih boyunca ceberruttur, bu gelenek Cumhuriyet döneminde de aynen devam etmiş, “muzır” görülen kişi ve grupların sağcı, solcu, şeriat yanlısı, lâik, Müslüman yahut gayrımüslim ayırımı yapılmadan hemen tamamının tepelerine binilmiştir. Geleneğe tek ve çokpartili dönemlerde de aynen uyulmuş, sadece solcular değil, sağcılar da sık sık tutuklanmış, hapishanelerde senelerce çile doldurmuşlardır.
Tarihte iz bırakmış toplumsal olayların en renkli şekilde izlenebileceği alan, folklördür ve Türk folklörü bünyesinde başkaldırı repertuvarı bakımından dünyanın sayılı edebiyatlarından birini barındırır. Ama bütün edebî örneklerin bir tarafında başkaldıranlar, diğer tarafında da devlet vardır!
ÖYLE BİR MUSİBET Kİ…
“İç savaş” ise bambaşka bir musibettir… Bir-iki örnek mi istiyorsunuz? İkinci Dünya Harbi’nin öncesinde ve sonrasında İspanya’da ve Yunanistan’da; bugün de Yemen’de, Afganistan’da ve Irak’ta yaşananları şöyle bir gözden geçirin, iç savaşın nasıl büyük bir belâ olduğunu hemen anlarsınız…
Türkiye iç savaşı andıran hadiselere şahit olmadı mı? Oldu, 1970’lerden itibaren Kahramanmaraş’ta, Çorum’da ve Sivas’ta çıkan ve çok sayıda vatandaşın katledildiği olaylar bir iç savaşın başlangıç ânı gibi idi ama o noktada kaldılar ve genişleme imkânı bulamadılar. Komşularımızın hemen tamamında son bir-iki asır içerisinde kanlı iç savaşlar yaşanmasına rağmen, bu mevzuda onlardan Allah’a şükür hiçbirşey öğrenemedik!
Dolayısı ile “İç savaş patladı, patlayacak, geldi, geliyor” gibisinden feryadlara, felâket tellâllığına ve şom ağızlılığa bakmayın! Yazının hemen girişinde de söyledim: Biz iç savaş nedir bilmeyiz, tarihimizde örneği yoktur, hattâ bu kavram genlerimizde bile mevcut değildir!
Murat Bardakçı, 4 Kasım 2015
http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1148430-ic-savas
HDP Apo üzerinden devrimci, sosyalist solu düzene entegre etme projesiydi, halada öyledir. Sol un bu Kadar karakterini kaybetmesi artik aldanma ile aciklanamaz, öyleki kendi aldatilmisligini mesrulastirmak icin somut olgulari carpitmak, bazilarini görmek bazilarini görmemek gibi bir noktaya vardi. hdp ile pkk APO arasinda cizgi farki görmek ne sefilce bir düsünüs tarzidir. buyrum hdp niz abd Tipi baskanliga okey dedi. siz solcularin mutlaka bir yorumu olacaktir. HDP projesi öyle bir ihanet projesidirki oyunu veren kismi destek veren dahi bu ihanet girdabinin kirlerine bulasmamis olamaz.
41 nolu yoruma Zilelinin yaniti, sol hic böyle hatalar yapmadi.?? gün be gün taksimde olanlari yazarim buraya ama,hatta yazdimda size Zileli bir gün bunlari unutturacaklar diye, sizde gönüllü unutanlardasiniz sanirim, hele hele su gerekce sol da tabii onune cikan olanaklari degerlendirmeliymis, gezi sirasinda ne idi bu olanaklarin icerigi? ayip ayip.
Bütün iyi niyetli akli devrimden vaz gecisler, kendini devrim öyle bos laf degildir diye savunurlar kendilerini. Bazen söyle düsünüyorum, Zilelinin masum naif cizgisini Kurnaz kirli bir ihanet cizgisine karsi uyaran seylermi yazilmali, yoksa bu kirli cizgiden dahada kötü ahlaki olarakta yaklasimlari elestirilmesi gereken bir Zilelimi var, cunki yalan soyluyor, saptiriyor manipule ediyor artik zileli. yazik..
biliyorum cok abuk bir yorum olarak algilanacak ama, HDP nin temsil ettigi cizgi bir mobius sarmali cizgisidir naif bir solcu icin niyetiniz ne olursa olsun
Gün,
Fazla değil, 2 ay ila 2 hafta öncesine kadar, HDP içindeki bazı isimlerin kapitalizme teşne olduğunu yazmıştım. Ve hatta ‘özgürlükçü’yü de uyarmıştım.
Ama ne yazık ki beni aktroll diye yaftalamıştın Gün!
Defalarca yazdım, aktroll’ler ‘tayyip teri’ içerek kafayı bulurlar ve heryere saldırırlar!
HDP içindeki ‘tehlikeli isimler’ ŞİMDİ DE BAŞKANLIK SİSTEMİ’NE KARŞI OLMADIKLARINI SÖYLÜYORLAR!
HDP içinde kapitalizme teşne isimler:
Altan Tan!
Dengir Mir Mehmet Fırat!
Ahmet Türk!
Yukarıdaki üç isim aynı zamanda ‘feodal zihniyeti’ de savunuyor!
Leyla Zana, Sırrı Sakık gibi isimlerin AKP yanlısı olduğunu ise senden öğrendim Gün.
İşte o haber:
DENGİR MİR MEHMET FIRAT VE CELAL DOĞAN:
BAŞKANLIK SİSTEMİ’NE KARŞI DEĞİLİZ!
AKP’nin kurucularından, HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, başkanlık sistemine itirazları olmadığını, karşı çıktıklarının ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ olduğunu, Amerikan tipi başkanlık sistemini ise destekleyebileceklerini söyledi.
Fırat, geçen günlerde de 1 Kasım seçim sonuçlarını HDP’de değerlendiren ilk isim olmuş, “Başkanlık sistemi gelebilir” demişti.
Fırat bu sefer, “Saddam usulü bir başkanlık usulünü kabullenemeyiz. Çünkü orada demokrasi yok. Amerika, Meksika tipi bir öneri gelirse de referanduma da gitmeden Genel Kurul’da kabul ederiz. Bir çekincemiz yok” dedi.
BBC Türkçe’den Sinan Onuş ve Mahmut Hamsici’nin haberine göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dillendirdiği Türk tipi başkanlık sistemini “ucube” olarak niteleyen HDP İstanbul Milletvekili Celal Doğan da “Başkanlık sistemi, demokrasinin içerisinde bir sistem. Buna itirazım yok ama nasıl bir başkanlık isteniyor bunun tartışılması gerekir” diyor.
Pazar günkü seçimde 317 milletvekili çıkaran AKP’nin gündeminde başkanlık sistemi var ama milletvekili sayısı anayasa değişikliği arayışlarında başkanlık sistemini parlamentodan geçirmeye yetmiyor. AKP’nin, Meclis Başkanını içinden seçmesi halinde, planını referanduma götürebilmek için de en az 14 milletvekilinin desteğine ihtiyacı olacak.
Zira anayasa değişikliği için 367, referandum için ise 330 milletvekilinin desteği gerekiyor.
Bu nedenle AKP’nin Meclis içinde destek arayışı kaçınılmaz. AKP’nin, başkanlık için kapısını çalması muhtemel partilerden biri de Halkların Demokratik Partisi.
Peki HDP, başkanlık sistemi için ne düşünüyor?
HDP Kars Milletvekili ve sözcüsü Ayhan Bilgen, bu sabah Cumhuriyet gazetesinde yer alan açıklamasında, “Başkanlık sistemi dahil tüm modeller tartışılabilir. Ancak tek adamlık gibi özgürlüğü kısıtlayıcı bir yapı olmaz. Toplumun ihtiyacı bu değil” görüşünü belirtmiş, bu sözleriyle, HDP’nin tavrının yumuşadığı eleştirileri üzerine, Twitter’dan yeni açıklamalar yapmıştı.
HDP yetkilisi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik, “Seni başkan yaptırmayacağız?” sözlerinin arkasında olduklarını söylüyor.
Bilgen’in açıklamasının basına yansımasından önce dün BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat ise başkanlık sistemine parti olarak itirazlarının olmadığını söylüyor.
Fırat, “Biz, Türk usulü başkanlık sistemine karşıyız. Başkanlık sistemi de bir anayasal tercihtir. Oturursunuz başkanlık mı, yarı başkanlık mı, parlamenter sistem mi bunları tartışırsınız. Ülke için hangi yönetim uygunsa bunu kabul edersiniz” diyor.
Fırat, Türk tipi başkanlık sistemini ayrıca ‘Orta Doğu tipi bir başkanlık sistemi’ olarak niteliyor.
‘YANLIŞ LANSE EDİLİYORUZ’
“Kabul edebileceğiniz bir başkanlık sistemi var mı?” şeklindeki soruyu HDP’li Fırat, “Var. Amerika ya da Meksika örneği. Bunu tasvip eder, içten destekleriz. Kuvvetlerin birbirini denetleme mekanizmalarının olduğu bir sistemi memnuniyetle destekleriz. Tartışabiliriz, konuşabiliriz ve Türkiye için de faydalı görülüyorsa ki görülebilir, onu tercih ederiz. Amerikan tipi bir başkanlık sisteminde bir mutabakat sağlanıyorsa bizim bir itirazımız yok. Çünkü şu andaki Cumhurbaşkanımızın yetkileri, Obama’nın yetkilerinden fazla. Enteresan olan o” diye yanıtlıyor.
Fırat’a göre, bu tür bir başkanlık sistemiyle Kürt Sorunu da çözülebilir. HDP’nin bu meselede “yanlış lanse edilmeye çalışıldığını”, oysa kendilerinin Türk usulü başkanlık sistemine karşı olduklaını aktarıyor Fırat ve şöyle devam ediyor:
“Gerçek anlamda bir başkanlık sistemini tartışabiliriz, kabullenebiliriz ama Saddam usulü bir başkanlık usulünü kabullenemeyiz. Çünkü orada demokrasi yok. Amerika, Meksika tipi bir öneri gelirse de referanduma da gitmeden Genel Kurul’da kabul ederiz. Bir çekincemiz yok.”
DOĞAN: ‘İSTENİLEN BAŞKANLIK TARTIŞILMALI’
HDP İstanbul Milletvekili Celal Doğan da başkanlık sistemi tartışmalarının gündeme gelmesini normal karşılıyor ama “Hangi başkanlık sistemi?” diye soruyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dillendirdiği Türk tipi başkanlık sistemini “ucube” olarak niteleyen Doğan, “Başkanlık sistemi, demokrasinin içerisinde bir sistem. Buna itirazım yok ama nasıl bir başkanlık isteniyor bunun tartışılması gerekir” diyor.
Kürt sorunun çözümü önerisinin ise bu bağlamda tartışılmasının şart olmadığını ifade ediyor HDP’li Doğan ve şunları aktarıyor:
“O, demokratik bir anlayış değil. O şarta bağlı olarak ‘Sen, bana bunu verdin; ben, sana bunu verdim’ şekliyle bir rejime gidilirse zaten ahlaki değildir.”
‘DİKTATÖR YAPTIRMAYACAĞIZ DEMEMEK İÇİN’
7 Haziran seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemini öne çıkarmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, illerde yaptığız ‘toplu açılışlarda’ başkanlık sistemi için 400 vekil istemiş, muhalefetin buna karşı çıkışı ise 7 Haziran’ın önemli gündem maddelerinden birini oluşturmuştu.
7 Haziran’ın, Erdoğan karşıtı bir referanduma dönmesi ve oyları yüzde 40’lara gerilemesi AKP açısından büyük handikap ortaya çıkarmıştı. HDP ise 7 Haziran sürecinde, “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemiyle özellikle Batı’da oylarını artırdığı düşünülüyor. Ancak şimdi gelinen noktada HDP içinde başkanlık sistemine tamamıyla karşı çıkmayan bir eğilim olduğu görülüyor.
HDP İstanbul Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’a 7 Haziran öncesindeki partilerinin söylemini hatırlattığımızda, “Biz, Türk usulü başkanlık yaptırmayacağız diyoruz. Daha doğrusu kibar davranıyoruz. Biz seni, diktatör yaptırmayacağız diyoruz” açıklaması yapıyor.
Fırat, kendilerinin gerçek anlamda ise “Eğer halk uygun görürse Amerikan tipi, Meksika tipi başkanlık sistemine karşı olmadıklarını” yineliyor. Fırat’ın karşı olmadıklarını saydığı diğer siyasi sistemler ise “Fransız usulü yarı başkanlık sistemi ve İngiltere’de tatbik edilen parlamenter sistem.”
( http://odatv.com/abd-tipi-baskanliga-karsi-degiliz-0411151200.html )
Yok saydığımı kim söyledi ki? Böyle bir ihtimal var. ancak bu açıklamadan sonra ayhan Bilgen açıklamasını geri aldı. Sanırım HDP merkezinin uyarısıyla yaptı bunu. HDP içinde AKP’yle işbirliğine yatkın bir kesim olduğunu biliyoruz. Ayhan Bilgen de bunlardan biri. İki kesim arasında bir mücadele olacak önümüzdeki dönem.
Anonim 65, komünistler,liberaller,islamcılar ve kürtçülerin birleşip Kemalist hareketi durdurmuş olmasını neden hayal ediyorsun? Ne olacağını sanıyordun bu işin sonunda. Hayalindeki hedefler nedir?
http://www.cnnturk.com/turkiye/ipsostan-cnn-turke-1-kasim-secimi-sonrasi-arastirmasi
http://karwan.tv/med-nuce-tv.html
Med Nuce yi dinleyin, size link gönderiyorum. T.C nin Kürdistandaki saldirilarini ogrenin, TSK lerin Kandili bombalamaya devam ediyor haberini okuyun. KCK kendini öldürtmek icin mi AKP ile isbirligi yapti. Yani sunumu diyorsunuz 1 Kasimdan buyana 5 kisi öldü 65 kisi yaralandi.Bu ölumlerin planlayicisi AKP ve KCK mi? Bu isbirligini ögrenmek istiyorsaniz sizleri Kandile postalamak lazim. Orada gercekleri daha rahat ögrenirsiniz. Disardan gazel okumayi birakirsiniz Simdi diyeceksiniz ki, “siyasi tahlil icin oraya gitmekmi gerekir, analiz yapamazmiyiz kendi devrimci deneyimlerimizle” Tabiki Devrimci deneyimiz ve bilgimizle devrimci tahliler yapariz. Ama komplo, süpheci, provakativ ve PKK fobik teorilerle yapilmaz. O halde bu kisiliklerin Kandile gitmesi ve orada mülakat yapmasi lazim. Gelelim HDP nin icindeki kurdistan zenginlerine. Bunlar savas ve kiriz zamaninda kendi sinif saflarina gecer, bu cok dogal degilmi`? HDP bunlara sunumu demeliydi. Siz eskiden AKP liydiniz, siz orta ve esnaf sinifindansiniz, siz cok dincisiniz, sizi partiye alamayiz mi demeliydi. CHP de milliyetcilerde var, eski solcularda var. Bu partiler yasal, devletin yasalariyla kuruldular. Kimin cikari neredeyse orada olurlar.
selam arkadaşlar seçimin zaferi falan filan akp yükselişi gibi seçim taktikleri yogun bir dönemden geçiyoruz .tabii ki bazı insanların özgürlüklerine gem vuruldugunda kendini savunma mekzanismasına çekebilir bunlar normaldirdi. 80 lerde solculara önderimiz demiş bu halk askeriye yerlerini göstermiştir. akp de milliyetci oyları güzel bir manevrayla kapmıştır..(tabii bu oylar rantcıların kul hakkı yiyen sistemde bana birşey olmasında ne olursa olsun sistemi koruyan lollanyan rantcı mufazakar islamcı miliyetci oylarımızdır.) ONURLU BİR DİRENİŞ TÜM DARBELERİ TÜM İKTİDARLARI TÜM MİLİYETCİLİGİ TÜM MÜLKİYETİ TÜM KUL HAKKI YİYEN SİSTEMLERİ YIKACAKTIR(ANARŞİZM…)
http://marksist.net/serhat-koldas/multeci-santajiyla-kurulan-merkel-erdogan-kirli-ittifaki.htm
http://marksist.net/marksist-tutum/1-kasim-secimlerinin-ardindan.htm
HDP’ye bazı eleştiriler getirilebilir elbette.
Benim anlayamadığım, sosyalist sol’un son 40 yılını bildiğim kadarıyla tuhaf, artık saçma bulduğum bir şeyi neden bu “sosyalist sol” kendilerine itiraf etmez? Marksist, Leninist-Stalinist sosyalizm bir ölüdür; neden görmek istemiyorlar? Zaten ölü olduğu için özünde bir ulusal kurtuluş hareketi de olsa şu anda daha özgürlükçü, “sol” duruşlu HDP hareketinin içine düşmüşlerdir! Kendi başlarına bir değerleri kalmadığı için!
Bu bir rastlantı değil! Kendine ait inandırıcılığı yitirdiğinin doğrudan sonucudur!
***
19. yy’ın taklitçi sosyalist devrim modeli bir ölüdür! Gömülmemiş olmasına değil de HDP’nin yandaşı olduğuna şaşırmak imilerinin hala hayal aleminde gezdiğini gösterir.
***
Devletçi Faşizm modeline artık sosyalizm adını vermenin gereği yok.
*
Sosyalizm’in, Toplumcu, adil bir üretim-bölüşüm-tüketimin yozlaşmamış saf idealleri anlamında bir sosyalizmin teorisinin bulunmadığı çağımızda bu “sosyalist” lafları kişisel, grupsal avunmadan başka bir şey değil..
Ve yarı dinci ama azgın kapitalist bir faşizmin kucağına bu denli kolay düşmemizin sorumlusudur bu iflas etmiş Devletçi Faşizmi hala sosyalist olarak yutturmaya çalışan grupçuklar.
Şimdi de HDP’ye kızıyorlar. HDP yarı burjuva, etnik ve insan hakları savunucusu, modernite yanlısı, seküler, kadın haklarını gözeten bir isyan, özgürlükçü hareket olarak tanımlansa ve eleştirilse bile şu son yıllarda anılan sosyalizm bir hiçlik, sınıfı, idealleri, partileri ile bir boş kümedir! Ya da en “iyi” haliyle Stalinist bir devletçi faşizm modelidir ki, bu durumda da HDP’den daha da sevimli olamaz…
***
Artık 17 yaş hayalleri ve beklentilerine yanıt olabilecek şu arkaik sosyalizm retoriği ile yüzleşme zamanı gelmedi mi?
*
Ben 40 yıldır, ortada işçi sınıfı görmedim.. (1970’lerde SSCB bağlantılı DİSK ve TKP ayrı hikâye..) Aslında işçi sınıfı adına devrim yapmak isteyen küçük burjuvaların egemen olduğu son 100 yıl onca acıklı rezalete karşın, içeriğini-vaatlerini yitirmiş, teorisi iflas etmiş bir ideolojinin yine de bu denli özgüvenle anılması.. ne tuhaf, ne akıldışı..
***
Bence, kendi “Sosyalizmlerini” yitirmiş olanların HDP yandaşlığına sürüklenmeleri hoş olmasa da, geride kalan “arkaik sosyalistlerin” de Milliyetçi Faşistik çamurda patinajı daha berbat bir haldir..
Sanırım durum budur!
Zileli alah aşkına politik konular reel siyaset konusunda analizlerin siyasetçi olmadığın pratik yerel siyasi pratik içinde olmadığın için yanlış yapıyorsun.ne yapıyorsun insan ne yapar ””bildiğini yapar”’sen de onu yapıyorsun bilmediğini yapman mümkün değil yazına gelince sen seçmeni hiç tanımıyorsun kendin gibi seçmeni politik sanıyorsun hâlbuki seçmenin çoğu a-politiktir yani onun için a-b-c-d partileri aynıdır partidir hepsi seçim sonuçlarını mutlak alıyorsun akp nin %50 oyu demek 23 milyon akp li var sanıyorsun öyle değil son seçimde bende yanıldım neden sorunlu siyasi iklimlerde seçmenin belirleyeni tepki oyu verir bu tepki oyları genellikle Yunanistan gibi görece yeni ve reel sisteme itiraz edenlere gider bizde tersi oldu ne oldu haziranda asıl seçim olup politik diziliş gerçekçiydi bu seçimi belirleyen 10-15 milyon a-politik seçmen kasımda haziranda kualisyon yap hükümet kur 1 yıldır gündem olan siyaseti gündemden düşürmek için partilerin siyasetin yapamadığı kualisyonu kendisi sandıkta yaptı ne yaptı iktidar olma ihtimali olana yüklenip adeta iktidar itekledi gündemin siyasetten a-politik seçmenin gündemi olan spor günlük hayat vs ye dönmesi için bu davranışı yaptı bunları bizim anlamamız mümkün değil çünkü biz seçmeni kendimiz gibi sanırız öyle değil asıl emanet oy son seçimde verildi adil gür araştırmayı dün açıklamadan fes te paylaştım bu seçimde her partiye hazit-randa dağılmış olan a-politik seçmenin önemli kısmı haziranda chp ye verip şimdi akp ye verdi yani sadece MHP-hdp den akp oy aldı tartışması eksik hdp dense chp den akp daha fazla oy aldı bütün partilerden oy geçişleri olur oldu yok kürtler akp yi iktidar yaptı yok pkk akp anlaştı hdp yi yıpratmak için savaşı planladılar bunlar yanlış akp iktidar bütün bunları bu son sonucu almak için hem haziran seçimini iptal edip iklimi savaşı her türden egemen sistemin hegemonik bütün araçları ile yükselme trendine giri,p toplumsal muhalefetin politik partisi ve çekim merkezi haline gelen hdp yi engellemek için her şeyi yaptı bunu pkk ile birlikte değil ama hem pkk nin hemde biz HDP nin yetmezlikleri eksikleri yanlışları ile bu seviyede sonuç aldı neydi yanlışlarımız çok ta biri girdiğimiz seçim hükümetindeki bakanlar çekilmek yerine bakanlık işini ciddiye alıp müsteşarı değiştirmek gibi yapılması gereken bakanlık işlerini doğru yapıp halka başka bir bakanlık yapmanın mümkün olduğunu halkın kendinin hükümet edebileceğini kendi kendini yönetebileceğinin işaretlerini vermemiz gerekirken başbakan engeliyor vs takılmadan sen doğru olanı yap o engel olsun vatandaş kimin ne yaptığını görsün pkk de devletin iktidarın uçak dahil kmple imha savaşına savunma çizgisi kendini imha ettirmeme çizgisi yerine karşılık verme intikam alma seviyesinde cevap verip savaşın asıl çıkaranı sürdüreni akp ve iktidar olduğunun açığa çıkmasını engelledi haziranda bütün seçmene ulaşabilen HDP nin kasımda seçmene ulaşmak değil cenazelere yetişememizi bizzat ben kendi seçim çalışmamda yaşadım bu iklimde alınan sonucun HDP için çok anormal olmadığı açıktır.bizi yani HDP yi de çok gözünüzde büyütmeyin biz de yeniyiz yetmezliklerimiz eksiklerimiz hatta yanlışlarımız olduğunu bizde kabül ediyoruz daha henüz dar kadro partisini aşamadık program partisi yerel dinamiklerin partisi etik demokratik değerlerin partisi olamadık bizden beklentiniz çok yüksek evet HDP etrafında özgürlükçü toplumsal devrimci demokratik bir merkez blok hızla oluştu politik mücadele tarihimizde ilk defa si,steme alternatif bir seçeneği devrim seviyesinde HDP ile yarattık artık eskisi gibi bölük pörçük seçeneksiz değiliz seçeneğimiz var üstelik egemen sistemin bütün hegemonik devasa eğitimden medyaya bütün araçlarına bu araçlarının sürekli HDP yi hedef alan itibarsızlaştırma çabalarına rağmen geldiğimiz yer olumludur.Ayhan bilgen konusunda zilelilinin görüşü çok yanlış hala HDP yi akp ile ilişkilendirme kafası taşıyorsun çok ayıp haziran öncesi neler dediniz HDP nin akp nin yedeği olduğunu dediniz akp yi iktidardan düşürdük akp diğerlerini ciddiye bile almadı seçim çalışmasını bütünüyle hdp üstüne neden kurdu çünkü akp yi sisyasi sahnede bitirip o seviyede seçmenin baş tacı yapabileceği tek alternatifin HDP olduğunu ve asıl rakibinin HDP olduğunu akp bilirde zileli,giller ve bu sitedeki kendini solcu devrimci sananlar hala bilmez evet bizde de düzen siyasetinin ip uçları var celal doğan dengir fırat ve bilumum bürokratlar hdp de sorundur parti program partisi yerel dinamiklerin partisi olabildikçe seçmenin iradesiyle yönetici ve kadrolar belirlenmeye demokratik işleyişte bunları demokrasi ile oy verenler eleyecektir ve HDP hepimiz için şanstır.seçmen halklara bu sonuçtan dolayı hakaret edip aşağılayan dili görmek üzücü bu seçmen eminim %50 lerde destekle HDP yi de baş tacı yapacağı günler uzak değildir önemli olan yeni yeni öğrendiğimiz demokratik siyaset zemininde kazandığımız mevzileri heba etmeden daha geliştirip demokratik siyasette ısrar etmemizdir zira rojowada yunanistana bütün bölgede iklimin özgürlükçü toplumsal muhalefetin lehine sistemin krizinin ekonomik politik türkiye merkezli ağır tahribatlar yaratacağı yakın geleceğin HDP gibi hayatımızın ekonomik politik sosyal bütün alanlarına çözümleri gelecek beklentilerimizi görünür yapacak alternatif program seçeneği olan partinin hayatımızda seçenek olması bizimiçin olduğu gibi bu gün akp ye destek veren a-politik seçmen içinde şans olacaktır inadına HDP
https://www.youtube.com/watch?v=9kfOeSYE5bQ
SON seçimde pkk den MHP den hdp denmi akp çok oy almış chp denmi öğrende gel zileli bizzat haziranda chp ye oy verip kasımda akp ye oy veren seçmen sayısı hdp den akp ye oy veren sayıdan büyük çıktığını görsen bile yazının başlığı olan akp nin kurtarıcısı MHP ve pklk başlığını değiştirmezsin çünkü bir kere zihninde pkk ve MHP yi mahküm etmişsin hatta MHP den chp ye geçen oyu olumluyor akp ye geçeni büyütüyorsun chp den akp ye geçeni ki en büyük rakam görmüyorsun
1 kasım bence sanal algının sonudur. artık algıya seslenme dönemi bitti. bundan sonra gerçek işleyiş damgasını vuracak. pek çok kavram unutulacak. çünki algı ürünüydü ve kurguydu.
mesela “diktatörlük” bunlardan biri. “saray” ve “sultan” edebiyatı bitecek. “kutuplaşma” bitecek. gerçek iktidar ve gerçek sınıf kavramları yerleşecek. gerçek bir iktidara karşı gerçek muhalefet gelişecek.
“ışid’e destek veren” bir türkiye algısı silinecek, yerine ışid’le savaşan türkiye gelecek. çözüm sürecini yeniden başlatan ve sonuçlandıran bir türkiye algısı güçlenecek. tabii bu algıyı yapay politikalar değil, gerçek icraat güçlendiriyor olacak.
herkesin işaret tettiği bir gerçeği görmemek için ısrar ediyorsun arkadaş. Kandil’in güdüleri, gerekçeleri ne olursa olsun, bu savaşın, kazılan hendeklerin falan sonuçta erdoğan’a yaradığını kabul et bari de senin objektif olduğunu inanayım.
bu da top dolandırmış ve pkk’nin sorumluluğuna dikkat çekmemeye özel dikkat göstermiş.
hdp’nin bu seçim yenilgisi esas olarak pkk’nin son silahlı eylem çizgisine ağır bir darbe indirmiştir. halktan ve özellikle kürt halkından bu çizginin destek bulmadığı ortaya çıkmıştır. pkk-kck ve kandil’in bu karşı çıkışa rağmen aynı çizgiyi devam ettirme ihtimali var tabii. ancak moral ve motivasyon iyice azalacaktır.
suruç katliamı sonrası başlayan silahlı eylem çizgisi ağır bir darbe yedi. önce askerî olarak yedi, şimdi de seçim sonuçları itibarıyla politik olarak yedi. pkk bu saçma kararının zararını çok çekecektir. güya çözüm süreci masasında elini güçlendirmek için bunu başlatmıştı, oysa şimdi eli çok daha kötü.
büyük bir fırsatı geri tepti pkk-kandil. rojava’daki fırsatı bölgede kalıcı olabilmek için değerlendirebilirdi. oysa onlar geçici bir kıvılcım bile olamadılar bu son çıkışlarıyla.
Gün yaziyor ” herkesin işaret tettiği bir gerçeği” görmemek için ısrar ediyorsun arkadaş. Demeki cogunluk yani herkes diyorsa dogrudur. öylemi? yani cogunluk. Nerede Anarsistlerin cogunluk teorileri. Gün devam ediyor ” bu savaşın, kazılan hendeklerin falan sonuçta erdoğan’a yaradığını” kabul et. Hendek kazanlar, barikatlarda savasanlar HDP yi vucuda getirenlerdir. Yine o insanlar HDP yi tasiyacaklar. KCK den dolayi HDP ye oy vermeyenler, zaten gelip gecici kisilerdi. Parti propagandalariyla siyasetlerine yon verenlerdir. 1 Kasim secim sonuclari HDP nin gercek oylaridir. Bu secimde oy vermeyenler Kürdistan halkinin acilarini görmeyen kisilerdi. Onlar sadece RTE nin baskan olmasin, HDP baraji gecsin diyenlerin oylariydi. Cokmu üzüldünüz oy düsüsüne, gücün ve HDP kitlesinin azligina. Turkü seven demokratlarin HDP yi Kürdistan ve bölge halkinin cilelerinin bitmesini istediklerinemi inaniyorsun? Taze boka sinek cok konarmis. Bugün özyönetim ilan edilen yerlerde devletin saldirilarina karsi eski oycular metropollerde AKP ye karsi tepki eylemlikleri yapmiyorlarmi? Cezalandiriyorlarmi? yada kendin ettin, kendin buldun sarkisinimi söylüyorlar? Ozyönetim yerlere zihli araclar, askeri birlikler sevk edildi. Yasak bölge ilan edildi. Devlet katliamlarinin basina duyurmamak icin. Birakin kafa bulandiran komplo teorilerini, Kurdistanda 2 gündür halk direnisi devam ediyor. Bundan bahsedin. HDP, BDP ve diyer kurum kuruluslar oraya gittiler. Sizler HDP yi cok seven düsünenler ne yapiyorsunuz? Dinleyin toplu kiyim var. http://karwan.tv/med-nuce-tv.html
yazdıkların gerçekten ibretlik. ben bir şey söylemeyeyim daha iyi.
http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2015/11/hdpnin-ozelestirisi-yeniden-yaplanmas.html?spref=fb
http://www.nasname.com/a/hdp-ve-pkk-calkalaniyor
kürt özgürlük hareketi, kendine bile hayrı dokunmayan türk solundan kurtulmak zorundadır. diğer kürdistani güçlerle birleşerek, kürtlerin birliği ekseninde bir çalışma yürütüldüğünde kürt hareketi en az %25 oy alacaktır zira türkiye’deki kürt nüfusu en az bu kadardır ve hızla artmaktadır. bu çizgide bir siyaset en geç 10 sene içinde tek başına iktidarı getirecek ve sonrasında suriye ve ırak kürdistanı ile birleşilerek tüm bölgenin hakimi olunacaktır.
işte kürt halkını bu devasa kazanımdan engellemek isteyen iran, esad, rusya ittifakının kürt hareketi içerisine yerleştirdiği solcular nedeniyle sürekli aynı yerde sayılmaktadır.
84 ogürsel’in yazdığı her harfin altına imzamızı atıyoruz!
Fakat şu “kapitalizm hastalığı”na karşı ne zaman ses çıkarmaya başlayacağız; hiçbirimiz bu soruya kafa yormak istemiyoruz!
Zannediyoruz ki: “Kapitalizm kendi kendini bitirecek; bizler, yani ‘insanlar’, hiçbir şey yapamayız!”
İngiltere’de Corbyn, kapitalizm karşıtı yüksek ses çıkardığı için Labour’un başına seçildi! (Corbyn aynı kuvvetle, aynı inatla devam edebilir mi? Yoksa kapitalist sisteme uyum mu sağlayacak? Bilmiyoruz!)
ABD’de Bernie Sanders, kapitalizm karşıtı yüksek ses çıkardığı için Demokrat Parti içinde Hillary Clinton’ın en büyük rakibi! (Sanders aynı kuvvetle, aynı inatla devam edebilir mi? Yoksa kapitalist sisteme uyum mu sağlayacak? Bilmiyoruz!)
Yunanistan’da SYRIZA, kısa süreli bir rüzgâr estirdi. Almanya’nın baskılarına daha fazla dayanamadı, “zorla borçlandırılmıştı ve zorla bu borçlarını ödemesi için kıskaca alındı!” Peki sonuç: Yanis Varoufakis gibi daha dirayetli görünen kişiler SYRIZA hükümetini terketti!
Şimdi Türkiye’de özellikle şu iki partiye dikkatle bakalım:
CHP’NİN TÜSİAD’A KARŞI SES ÇIKARDIĞINI HİÇ DUYDUNUZ MU!
(Emekçi dostu olduğunu söyleyen CHP’nin başındaki şahsiyet!) Kılıçdaroğlu utanmadan Cansen Başaran-Symes ile aynı masaya oturabiliyor! Yanında da Kemal Derviş’in çırağı “Selin Sayek Böke”:
(Kanıt 1)
http://i.milliyet.com.tr/YeniAnaResim/2015/10/15/fft99_mf6170239.Jpeg
(Kanıt 2)
http://i.posta.com.tr/editor/ER/2015/10/15/fft31_mf7310924.Jpeg
HDP’NİN TÜSİAD’A KARŞI SES ÇIKARDIĞINI HİÇ DUYDUNUZ MU!
(Kanıt 1)
http://www.yuksekovahaber.com/haber/tusiad-heyeti-hdp-ile-gorustu-157004.htm
(Kanıt 2)
http://www.milliyet.com.tr/tusiad-in-tercihi-kalici-bir/siyaset/detay/2075525/default.htm
*
84 ogürsel, sonuna kadar haklı! Artık 19. yüzyılda tükenmiş, “arkaik sol” ile bugün hiçbirşey yapılamaz!
Tamam, peki, kabul, muazzam bir tespit!
“Perestroika” ve “Glasnost” terimleri ile, “hiçbir zaman sosyalist olmamış” SSCB’yi bitiren şahsiyet kim idi: Mikhail Gorbachev!
SSCB’den sonra “Bağımsız Devletler Topluluğu” olarak anılan ve yine, yeniden tek adam diktatörlüğüne (Putinizm!) evrilen coğrafyaya ne empoze edildi: Neo-liberalizm!
Gorbachev, “devlet kapitalizmi”ni terkedip “sözde serbest kapitalist piyasa ekonomisi”ni kabul etti! Bugün Rusların ekseriyeti hâlâ Stalin’i özlediğini bağırmaya devam ediyor!
Putin, bir kleptokrasi kurdu! Rusya’da bugün “neo-liberalizm” dışında duyulan, görülen, tanınan, bilinen bir şey yok! Ve hattâ öve öve bitiremedikleri “Lenin”i bile Rus gençliği bir çizgi film karakteri sanıyor!
2015’teyiz!
19. yüzyılda değiliz!
Bugün ÇEKA & NKVD yok; NSA var!
Bugün NEP (Novaya Ekonomicheskaya Politika) yok; “individualist entrepreneurship” var!
“Kapitalizm” matruşkadan farksız!
Türkiye’de “sisteme ve devlete muhalif” kitleler, sorunun kaynağı olan “kapitalizm karşıtlığı”nı merkeze koyarak taktiklerini geliştirmezse; AKP türü kımıl zararlıları bu ülkede on yıllar boyunca seçim kazanır!
2002 seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidar olması, iç ve dış sermayenin DYP ve ANAP’ı baraj altına çekmek için tasarladığı bir proje olan Genç Parti aracılığıyla gerçekleştirildi diye bir görüş var ve bence doğru. Bu sefer de aynı sermayenin otoriterleşen AKP iktidarına karşı HDP’yi parlatması söz konusu.
Danışıklı dövüş meselesini somut verilerle desteklemiyorsunuz. Bu nedenle ikna edici olmaktan uzak bir argüman. Dolmabahçe görüşmesini erdoğan kadük kıldı. Ardından kurt bolgesinde ve hdp ye karşı provakasyon ve saldırılar geldi. 7 haziran oncesi agrı da bir provakasyon oldu. Pkk buna askerleri ayaklarından vurarak cevap verdi. Ama hdp nin onemli secim zaferi akp yi cildirtti. Artik cozum surecinin filmini cekersiniz dediler. Cunku hdp baskanligi vermicez dedi, ve dedigi gibi de yapti. Mhp ve akp arasindaki gizil bir ittifak var. Burada pkk yi bu ittifaka dahil etmek biraz zorlama gibi..bolgeyi suriye, irak ve iran ile diger aktorleri bu surece dahil etmeden bir analiz eksik kalacaktir. Ote yandan ozellikle dbp nin ozerklik ilanlari ters tepti ve milliyetci reflwksi harekete geciren bir islevi oldu. Buna karsi erdogan firsati kacirmadi ve bolge bolge yetkileri tek elde topladi. Buna nw hdp ne de chp cevap veremedi. Ta ki cizre yuruyusu ile kente inatla girilene kadar. Pkk nin isid ile baglantili unsurlari (“emekci” polis de olsa) hedef almasi bolgede kolayca at kosturamiyacaklarianlamina gelir ve onemli bir hamle.
Özerklik ilanı da planın ve anlaşmanın bir parçasıydı. Ters tepeceğini sanki bunu ilan edenler bilmiyor muydu… Suriye, iran, ırak’ın falan bu işle bir ilgisi yok. AKP planını yaptı ve pkk de bu planın üstüne balıklama atladı. Her şey o kadar açık ki. Yoksa otuz yıldır savaşan pkk komutanlarının bunun sonuçlarını öngörmemesi mümkün mü? 5 yaşında çocuk olsa bu sonuçları tahmin ederdi.
“..hedef almasi bolgede kolayca at kosturamiyacaklarianlamina gelir ve onemli bir hamle” devamı…Ancak bu hamlenin sonucunda tc tum orgutleri bir potaya koyup, “terore” karsu milliyetci refleksi arkasinda toplayabiliyor. Dhpkc isid pkk soylemi kisaca..Yani isid ile pkk yi birbirine oynayabiliyor. Manipule edebiliyor. Bu surecte hdp nin buyumwsini ortuk olarak pkk nin engelledigi soylemi ise asil katil olan devlet orgutunu perdeliyor. Ana akim orn. Dogan medyasi, berktaygiller de bu soylemi cokca dillendirdi. Kurtler icinde ayrilik yaratma hamlesi..hdp yi el fetih dbpyi de hamas yapma meselesi var…pkk yi rakkaya cekip isidle zayiflatma ve barzani yi bolgeye koyma cabasi da bunla iliskili. Cunku barzani guney kurdistanda iyice zayifliyor ve neredeyse erdogan gibi baskanligini ilan etmek istiyor. Almanya turk meselesi goc nedeniyle kendi ic sorunu da oldugundan bolgede kurtlere oynuyor. Yakin bir tarihte almanya da prestijli bir unv. Nin alevi enstitusunde ocalan konferansi yapildi. Harvey, s.federico ve ingiliz bir antropolog da istirak etti..
kusura bakmayin arkadaslar siz hala konun ciddiyetini
tam anlamis degilsiniz!
birakin yok kapitalizim yok sosyalist cumhuriyet tartismalarini
temel sorun insanlarin gündelik hayatinda olan temel hak ve özgürlükü söz konusu.islami düzenine hizla türkiye gidiyor ister
kabul edin edmeyin,türkiyenin artik sag sol tartisma lüksü yok
demokrat insanlarin biraya gelip bu karanlik sistemden kutulmanin yoluna bakilmasi lazim.yazima devam etmeden önce kendimi özgürlükcü,demokrat sosyalist algiliyorum yanlis bir anlasma olmazin diye yaziyorum,maleyza modeli aynen türkiyede uygulanmak isteniyor ve benim tanitim türkiye toplumu buna cok acik destek vereceni biliyorum.biz sosyalistlerin saden ciddi bir parti veya kurulusumus yok olma durumda yok gözükmuyor bizler topluma yön verecek ve bu karanlik sistemden kurtulmak icin söz sahipi degiliz.ben öyle görüyürum bizler ortak düsmana hareket etmemis gerekiyor idelojilik varliklikara ragmen,bedelini cok agir öderiz.abd ve suud kralinin,katar ve bazi avrupa ülkeleri birinci recepe destegi sürüyor lütfen arkadaslar ben türkiyede yasamiyorum kisa bilirsin ama tren kaciyor…….ben istanbula geldimde en azindan bir birami icmek istiyorum……..ve türkiyedeki insanlar hak eti hayati yasasinlar yani tek bir birey olarak dogrusunu yanlisni kendisi tayhin etsin.alman medyasi senelerce türkiyenin islami düzene gittini bunuda ciddi birlesik muhalefetin olmadina bagliyor.
AKP Türkiye gericiliğinin en derli toplu halidir. DYP-ANAP ortak seçime gireceklerdi; M. Ağar kazık attı ve yüzde 15 oy AKP’ye aktı. Genç Parti.. Sonra MHP kasetleri..
RTE o malum % 65’i tekeline almak için kim bilir ne cübbeler giydi; ileri demokrat, AB.çisi, CİA, MİT, IŞİD..papaz cübbesi bile giyerdi ya!
Aslında ben dahil, hepimiz çok safız. Toplumsal gerçekliğimizi görmek istemiyoruz. Sevgili halkımız hem Laikçiler, hem de Stalinist sosyalistler tarafından çok aldatıldı; D. Perinçek tarihsel bütünde alçaklıklar tarihine ait ne çok ip ucu verir.
Sosyalist teorideki boşlukları çok pahalı ödedik. Çoluk, çocuk sahibi insanlar gericiliği bir yana bırakalım, garanticidirler!
RTE babaları “nobran” ama “eve ekmek getiriyor!” Sert, acımasız, kim bilir “sokakta” ne canlar yakıyor ama…
Ve Kılıçdaroğlu. Hala kiminle “dansettiğini” bilmiyor. Yoksa anladı mı? Anlasa bu koşullara uygun siyaset yapma yeteneği var mı? Demirtaş bu işi tek kolu ile yapıyor; diğerini PKK tutuyor!
***
Bugün bu ülkede temel mücadele Papalığı devre dışı bırakmaya çalışan seküler burjuvazi arasında sanki! Öyle ki Batı emperyalizmi bile yerli sekiler Burjuvaziye destek çıkıyor!
Sezdiğim kadarıyla yazıyorum; seküler bir toplum bilincinin hakim olmadığı toplumlarda sınıflar üzerinden siyasi mücadele kurgusu saçmalıklar üretiyor; bakınız RTE destekçisi eski solculara…
belki.. belki.. bir süre.. sınıfsal bilinci tahrip etmeyen seküler burjuvazi ile bile ittifak “ilericlik” sayılabilir..
Unutmayın; IŞİD ile derin ittifak kurmuş iktidarın son “Ankara Katliamının” siyasal sonuçlarını…
Aydınlanma devrimi çok ama çok önemlidir..
Ezbere siyaset; klişe 19. yy sosyalist retoriği bu işi kurtaramaz..
Ve Gezi İsyanı da bu retoriğin, ezberin dışındaydı..
Aklımızı başımıza almalıyız!
O fıkrada olduğu gibi, ezmek istemediği çocuğun peşinden pazara dalan Temel’in durumuna düşmeyelim!
Hic suphesiz pkk komutanlari da bunun farkindadir…Ancak isidve pkk nin bolgede game changer oldugunu unutmamak lazim. Burada kurt halkini doven bir isid, kobaneye saldiran bir isid ile onun ideolojik muttefiki akp nin es zamanli turkiyede hem cozum sureci deyip suriyede savasi koruklemesi elele gidemezdi…pkk nin turkiye topraklarindan cekilmesi demek kobane ve cevresinde iside yem olmasi anlamina gelir. Ve bu oyuna gelmediler. Abd hava destegi olmadan ypg ilerleyemiyor. Yani cok denklemli bir durum var..burada eski net sol soylemi sahiplenip “abd-ypg” ya da “akp-mhp-pkk” ittifaki fazla kolayci bir yaklasim. Aydinlik gazetesi ve hkp yeterince dillendiriyor….Bence daha gercekci bir yaklasim bu cok denklemli sureci aktorleri dogru tanimlayarak ve yekpare celiskisiz ele almamaktan geciyor…Metal isci grevleri ve yesil yol konusuluyorken bir anda tc ve akp nin oncu sinif celiskisini daha rahat gizleyebilecegi kurt celiskisi ile ikame ettigine sahit olduk…Bunun degirmenine pkk su tasidi mi? Hic suphesiz..Ancak bunun kendisi ortamda gizil ya da ortuk bir ittifak oldugu anlasma oldugu anlamina gelmez…Ozerklik de bu planin parcasi demissiniz..Hayir…Burada bir aktor olarak pkk nin alternatif planini devreye sokmasi ve devlet erkini paralize etmesi hamlesi var..Anlamli miydi? Bunu tartisabiliriz…Nukhet sirman ve hamit bozarslanin siddetin diyalektigi yazisina bakabilirsiniz..Yani hendegin ardinda bir oznellik, sinif oznelligi mumkun mu? Anlamli mi ? Bunu tartisabiliriz…Cunku gunumuzde “isgal” eylemleri sinifimizin temel direnis araci haline geliyor…Ve biz bunun neresindeyiz? Icinde mi olmaliyiz? Yoksa bu bir “syriyelilesme” ve ic savas provasi mi? Buna mi karsi cikacagiz? Vb..
Bugün bu toplum, kaderine bağlandığımız insanlar, ne okuma yazma oranı, ne siyasal katılım hevesi, ne cesareti, ne özgüveni, ne dinsel çakallıkları sezme bilinci ile 1780’lerin Paris halkının yanına yaklaşır! …
Siyaset de bu gerçeklik üzerine kurgulanmak zorundadır.. Yoksa daha çok hayal kırıklığı yaşayacağız.. 1971 den beri yaşadıklarımıza ek olarak!
“İdeoloji” denen şeyin, toplum nezdinde, yok denecek kadar az olduğunu,
Ve,
AKP denen ceberut topluluğu, yeniden tek başına iktidara taşıyan temel nedenin TOPLUMUN BÜYÜK KESİMİNİN YAŞADIĞI “GEÇİM DERDİ” olduğunu söylesem;
bana kızmazsınız değil mi?
Sanırım o aptal özerklik ilanları AKP-PKK anlaşmasının kanıtı. O zamanlarda da gülünç ve tuhaf bulmuştum. Şimdi yeniden düşünülünce.. O kent kuşatması, o korkunç saldırı için gerekçe üretmek için bilerek yapıldı.
Çok ama çok korkunç işler dönüyor. PKK bunun da parçası sanki!
Ceylanpınar cinayeti kabulü ile zaten savaş çıkarıldıktan sonra inkar girişimleri..
Türk ve Kürt halklarının önyargıları üzerinden alçakça oyunlar oynanıyor..
**
Başa dönüyoruz; şiddet ve tahakküm üzerine kurgulu devlet ya da örgütlere güvenilemez; amaçları ne denli “kutsal” olsa da yöntemlerinin sefilliği er ya da geç kendilerini de aynı rezalet çukurunda buluşturur.
PKK’nın bu kanlı tiyatro oyununa balıklama dalışı, A. Öcalan’ın sessizliği … muğlak mesajları..
Türk ve Kürt halkı bilinen devlet ve PKK üzerinden insanî bir siyaset üretemez; orta vadede bu yapılara güven utanılası acıları üretecek görünüyor.
A.Öcalan daha da kuşkulu, bu Makyavel siyasetin bir parçası sanki..
RTE ve A. Öcalan gibileri kendilerini milyonlarca insanın hayatından daha büyük-değerli görüyorlar!
Kabul etmeli ki, bu coğrafyada siyaset ve imparator egosu karikatürleri ile henüz MS 1000’in öncesindedir!
Haziran’dan itibaren 30 yıldır kırsalda cereyan eden çatışmadan farklı olarak ilk defa kent merkezleri savaşa sahne oldu. Bunun üzerinde durmak gerekiyor sanıyorum.
Özyönetim ilanlarının neye tekabül ettiğini açıkçası çok anlayamıyorum. Benim düşünsel arkaplanımda “ilan edilen”den ziyade hayata geçirilen bir şeydir. Özyönetim… Halk meclisleri oluşturmak, yerel kararlar alıp uygulamaya çalışmak ise bunlar nelerdi, içerik olarak özyünetim aracılığıyla hayata geçirilmek istenen somut olarak neydi bir örnek verebilir, açıklayabilir misiniz?
Devlete seni tanımıyoruz ve artık bağımsızız diye meydan okumaksa amaç, HDP’nin “Türkiyelileşme”, meclise girme yani tam da o meydan okunan ve seni tanımıyoruz denen devletin idaresinde rol oynama stratejisine tamamen ters değil mi?
Sanıyorum bu ilanlara gelen tutuklama dalgalarına direnmek için hendek-battaniye-barikatlara başvuruldu, polis bu şekilde alt edilince devreye asker, sokağa çıkma yasakları ve ablukalar girdi ve çatışma yükseldikçe yükseldi. Bunun böyle olacağı çok öngörülebilir bir şey çünkü bu üniter-merkeziyetçi ve diktatöryel bir sağ iktidarın kontrolünde bir devlet.
Savaş kent merkezlerinde cereyan edince, kırsaldaki savaşı bir şekilde kanıksamış olan, PKK’ye soğuk ama Haziran seçiminde HDP’ye sıcak bakabilen bir kesim kaybedildi galiba. Kürt kentlerinin sokaklarında komple bir işgal ordusu gibi davranan polis ve askerin gündelik hayatı tamamen kapatan korkunç terör rejimine herkes dayanamaz.
Bilgilendirmek, olayların akış sırasında veya içeriğinde yanlış söylediğim şeyleri düzeltmek için yazarsanız sevinirim. (Sözüm herkese)
97’ye
son derece haklısın… Bu yüzde 50’nin ideolojik olarak oy vereni belki % 10.. en berbat olasılıkla % 10-20 arasında..
Kaldı ki, uzun vadede insanların ideolojik davranışlarının daha mutlu toplum yaratacağını sanmıyorum.
Aksine bazı temel değerleri”değiştirilemez, teklif edilemez” içselleştirerek yol almak daha iyi..
Öldürmeyeceksin, sömürmeyeceksin, tahakküm etmeyeceksin, emretmeyeceksin, hakkın olmaya el uzatmayacaksın…
gibi..
http://www.nasname.com/a/hendek-ihanetine-yurtsever-isyan
Haksızlık yapmayalım hatırlarsak kürdistanda çocuklar hatta 8-9 yaşından 17 sine çok miktarda çocuğu polis bilerek kasten öldürdüğü günlerde sizin burda bilip bilmeden yaptığınız medyada sistemin aktörleri ydgd diye gençlik örgütünü şeytanlaştırıp yaptılar o ölümlerle baş edemeyenler kendince hendek gibi önlemler aldı yoksa kürt siyasetinin öz yönetim yada demokratik özerklik diye yaptığı bir şey olmadığını sizde biliyorsunuz içinde belediye başkanı ve kent sivil toplumu ile yapılan öz yönetim ilanlarından önce bunu yapanlar çocuk ölümleri ve keyfi katliamlarla ilgili kentlerin kaymakam valisine gidince kovuldular bunlar olunca madem siz devlet olarak çocukların bile can güvenliğini yok sayıp kenti yok sayarsanız bizde sizi yönetici saymıyoruz anlamında açıklamalar olduğunu hepiniz biliyorsunuz yoksa %90 oy alınan kentte 20 kişiyle öz yönetimmi ilan edilir bu gibi yerel otonom yönetimler öncelikle zabatist iyi belediye yönetimi gibi yerel belediye meclisi DTK tarzı yerel dinamiklerin temsil kurumları marifetiyle yapılacağını kürt siyasetinin bilmediğinimi sanıyoruz bütün bunlar devletin şiddetine yeniden 90 ların inkar imha şiddetine itirazların yerelde kendince demokratik tepkisi olabilir yoksa vekilini ankaraya gönderebilmeyi amaçlayıp demokratik siyasetle sorunları çözmeyi temel alan bir anlayışı bu seviyede şeytanlaştırmak aslında kimlerin yapamadığını bizim yapmamız hele anlayışı özgürlükçü anarşizm olması ıddıasındaki bir sitede bu anlayışa en yakın gerek teorik gerek pratikleri olan kürt siyasetini belkide kontrol edemediği bazı tepkisel gençlik hamlelerinden kalkıp mahküm etmek üzücüdür.
benim kendime göre bir türkiye tezi var chp ne zaman degisirse türkiye toplumu ve halkari degisir.
cumhuriyeti kuran ve onun ilkekerinden hic tavisvermeyen
bir parti olarak büyük bir acilim yaparsa ancak türkiyede bir
baris ortami dogar.kisacasi bir devrim gerek!
laiklik konusunda chp tutumunu büyük ölcüde katiliyorum
buna asla taviz verilmemese gerek ama diger konulara gelince
artik bir devrimin sart oldu kesin,kürt karektini sosyalistleri liberal demokratlara bir birlesme gerceklesmesi gerekiyor.ulusalcilarla artik biryere gittilmeyeceni görmeleri gerekiyor bunlar bir kanser hastaligi partinin basina bir
bela olarak kaliyor.halka acilmasi ve biz sosyalistlerede olan dynamik ve coskusyla daha aktif bir pari durumuna gelebilir.
yine söylüyorum türkiyenin fazla zamani kalmadi artik bir karanlik yola gidilyor kisiler tartismalari birakip ortak düsmana mücadele etmek gerek.pkk hdp siyasal cözüm üretsin istemedi cünkü kendi varligi kaybolacakti acik ve net hersey ortada fazla bence yorumada gerek yok aynen mhp nin tutumu oldu gibi.pkk bir kürdistan devleti yakinda kurulucan bakiyor ve o yüzden siddet eylemlerinden vazgemicektir,hdp chp bundan sonra ortak calisma programlar üretmesi gerek yoksa güclü bir halk muhalefti dogmaz.chp kurultaya gidiyor umarim bir devrim yasanir ve ulusalcilarin gücü yok olur ve demokrat sol gücler partiyi yenir yöne cekebilir.
Gün eğer bir iki gün içinde:
“Yel esti, devran döndü!
MEVCUT DURUMDA, başkanlık sistemi desteklenebilir!
Yine Selahattin Demirtaş’ın çizgisi takip edilmelidir. Eğer Demirtaş, tek adam diktatörlüğü için değil, demokratik bir Kürdistan ve demokratik bir Türkiye için başkanlık sistemini savunuyorsa, çizgisi doğrudur!”
demeye başlarsan hiç şaşırmayacağım!
“Anarşizm ve anarşistler, bostan korkuluğu değildir!” diye yazmıştın biryerlerde!
Ama öyle gözüküyor ki, bizleri bostan korkuluğuna çevirmekte çok mahirler!
Sayın Zileli sizden bir “Murat Belge, Birikim ve İletişim Yayınları” yazısı bekliyoruz. Yazdıysanız ve biz kaçırdıysak lütfen linkini verin. Şimdiden teşekkürler.
Sayın Zileli, Doğu Perinçek AKP’nin “yeni Yetmez Ama Evetçisi mi” (Y-YAE) olacak? Eski Yetmez Ama Evetçiler (E-YAE) ile Yeni YAE’ciler nerelerde buluşup nerelerde ayrılacaklar? Murat Belge, Birikim ve İletişim Yayınları ile Doğu Perinçek, Aydınlık-Ulusal Kanal ve Kaynak Yayınları AKP saflarında yanyana durabilirler mi? Olursa bu nasıl olur? Görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? Saygılar.
Anarşistler iktidarcı hiçbir söylemi desteklemezler.
Murat Belge, Birikim ve İletişim Yayınları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? sorum düşmüş.
Portreler kısmına bakın. Orada bulacaksınız.
Doğu Perinçek AKP destekçisidir. Birikim ve İletişim için aynı şeayi sööylemek haksıozlık olur. Onlar ise tam tersine giderek muhalefet saflarında yer almışlardır. Geçmiş tutumları eleştirilebilir ama bugün o noktada değiller.
Onlarla ilgili bu sietede epey eleştiri yazısı var. Ancak bugün nispeten olumlu bir muhalefet çizgisindeler.
ereğli demir çelik fabrikalarında seçimden önce kriz var,sipariş alamıyoruz diye bazı üniteler de üretim düşürülmüş yada durdurulmuş.İşçilerin anlattığına göre seçimden sonra yani şu ana durum tekrar normale dönmüş…Ben bunun dolaylı bir tezgah olduğunu düşünüyorum ama ilginç olan işçiler Komple AKP’ye oy vermiş..İşçiler AKP olmasa Erdemir yönetimi(oyak)bizim ücretlerimiz düşürecekti yada işçi çıkaracaklardı diyorlar.Bu ne yama bir çelişki böyle anlamış değilim..Kısaca bugün seçimlerin sonuçlarını değerlendirirken sadece güneydoğu ve savaş olgusunu değil bu tip ekonomik durumları da göz ardı etmemek lazım.Toplum kısa vadede karına bakmıştır..Menfaat diğer şeylerin önüne geçmiştir..
http://t24.com.tr/haber/kayyum-aydinlik-gazetesinin-istihbarat-sefini-bugun-gazetesine-atadi,315832
Fevkalade.
harika 🙂
http://demirden-kapilar.blogspot.com/2015/11/secim-sonuclar-analizlerinde-hic-soz.html
http://www.nasname.com/a/altan-tan-korkak-kurd-muhalefetine-ders-verdi1
http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2015/11/uruguayda-oluyor-bizde-neden-olmasn.html
http://odatv.com/cikarin-beni-imcye-size-cozumu-anlatayim-1711151200.html
Selim Çürükkaya/ Allah Sana Akıl Versin
Ağrı Milletvekili Sayın Leyla Zana Türkiye Büyük Millet Meclisinde Milletvekilleri için zorunlu olan yemini içti, bir kelimesini farklı okudu diye yemini kabul edilmedi.
Yeniden yemin içmesi gerekiyormuş!
Sayın Leyla Zana’nın yeminde geçen bir kelimeyi farklı okuması tartışmalara neden oldu.
Son gelen haberlere göre kendi partisi de Leyla’nın tavrını sürdürmesinden yana değil.
Ne yapmıştı Sayın Zana?
Meclis Yeminini okumuştu. Ama ‘Büyük Türk milleti’ diyeceğine, ‘Büyük Türkiye milleti’ dedi.
Peki bu ikisi arasında bir fark var mı?
Türk Milleti
Türkiye milleti
Türk Milleti ile Türkiye milleti tek bir millete gönderme yapıyor.
Yani milletin tekliğine.
Aynı dili konuşan, aynı toprak üzerinde tarihi olarak yaşayan, aynı gelenek ve görenekleri taşıyan, gelecekte de birlikte yaşamak isteyen topluluğa millet denir.
Sayın Leyla Zana bu tavrı ile bu günkü Türkiye toprakları üzerinde yaşayan Türk, Kürt, Arap ve diğer toplulukların tek bir millet olduğunu ve bunun adının da ‘Türkiye milleti’ olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Aslında Kemalistlerin Millet anlayışı tam olarak böyledir.
En veciz olarak şöyle dile getirdiler: ‘dili, dini, rengine bakılmaksızın Türkiye toprakları üzerinde ve Türk bayrağı altında yaşayan herkes Türk milletindendir.’
İlk okulu dahi okumamış sayın Leyla Zana, Türk kelimesinin bir ırkın adı, Türkiye‘nin ise Türklerin ülkesinin adı olduğunu bilmiyor / biliyor belki.
O kendi kafasına göre Türkiye milleti derken, Kürtleri de onun içinde düşünüyor.
Bunun iyi bir şey olduğunu biliyor!
Bunun tam da Kemalist bir tespit olduğunu bilmiyor/ biliyor!
Türkler bir Millettir. Yaşadıkları toprak parçasının adı Türkiye’dir.
Kürtlerde bir Millettir. Onların da yaşadıkları toprak parçasının adı Kurdistandır.
Almanlar da bir Millettir onların yaşadıkları toprakların adı Almanya dır!
Bulgarlar da bir Millettir. Yaşadıkları toprakların adı Bulgaristan dır.
Türkiye de, yani Adanadan Edirneye kadarki toprakların üzerinde pek çok milletten insanlar yaşar, herkes Türk olmak zorunda değildir. ‘Türk bayrağı altında yaşayan Türktür’ saçmalığı sadece Türkiye de vardır.
Alman Bayrağı altında yaşayan herkes almandır demek saçmalıktır.
Neo Naziler bile bunu söylemezler!
Leyla hanıma sormak lazım, eğer biz Kürtler Türkiye Milleti isek, Kürt Milleti nerdedir?
Allah sana da Akıl versin!
20 Kasım 2015- kurdistan aktuel
http://devrimcidemokrat.com/serbest-kuersue/2100-selim-cueruekkaya-allah-sana-ak-l-versin.html
TBMM
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türklerin meclisidir, Türkler için meclisdir. Türkiye Cumhuriyeti 1923 de bu esas üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet, 1923 de Kürdlerin yokluğu üzerine kurulmuştur. Sadece Kürdlerin değil, Rumların, Pontusların, Ermenilerin, Asurilerin, Ezidi Kürdlerin vs. yokluğu üzerine kurulmuştur. 1924 Anayasası, bu esaslar üzerine yapılan bir anayasadır.
Rumların, Rum-Pontusların, Ermenilerin, Ezidi Kürdlerin, Asurilerin vs. yokluğu, Birinci Dünya Savaşı sürecinde, 1915 de, gerçekleştirilen soykırımlarla, sürgünlerle sağlanmıştır. Kürdler, Türklüğe asimile edilerek yok edilecektir. Türklüğün en önemli dayanağı Müslümanlıktır. Şüphesiz dünyada, her Müslüman Türk değildir. Ama her Türk Müslüman olacaktır. Bu bakımdan, Alevilerin de Müslümanlığa asimilasyonu, Türklüğün önemli bir politikasıdır. İttihat ve Terakki ile başlayan bu politika Cumhuriyet döneminde sistematik olarak sürdürülmüştür.
Buradaki Türk, dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün 1925 de 1930’da, dönemin Adalet Bakanı, Ord. Prof. Dr. Mahmud Esad Bozkurt’un 1930’lardaki söyleminde dile getirilen Türktür. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile ilgili olarak kurulan “Türk İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi Başkanlığı” tanımlamasında dile getirilen Türk’tür.
Türkiye, Türklerin yaşadığı yer anlamına gelmektedir. Türk yerine Türkiye dediğiniz zaman bir değişiklik yapmış olmuyorsunuz. Kürd’ü bir sığıntı gibi Türk’ün yanına vermiş oluyorsunuz. Mahmud Esad Bozkurt’un 1930’larda bu sığıntı Kürdlere ne tür haklar verdiğini Kürdler çok iyi bilmektedir. 1925’ de, 1930’da İsmet İnönü’nün böyle bir Türkiye yaratmak için kendini Türk hissetmeyenlere, ne tür bir muamele yapılacağı konusunda yaptığı açıklamalar da çok iyi bilinmektedir. Özel harekâtçıların Silvan’daki duvar yazıları, (Kasım 2015) bu anlayışın aynen devam ettiğini göstermektedir. “Türkiye milleti’, yapma, suni bir oluşturmadır. Türkler artı Kürdler artı diğerleri bir millet yapmaz. Türk yine Türk, Kürd yine Kürd olarak kalır.
Türklerden söz etmek istiyorsan Türk dersin, Türkiye’den söz edersin, Kürdlerden söz etmek istiyorsan, Kürd dersin, Kürdistan’dan söz edersin.
Irak halkı, Araplardan ve Kürdlerden ve Asurilerden, Türkmenlerden oluştu denebilir. Ama, Araplar, Kürdler, Asuriler, Türkmenler Irak, milletini oluşturur, demek yanlıştır. Kaldı ki, Irak, Türkiye gibi bir etniye izafeten verilmiş bir isim değildir, belli bir coğrafyaya işaret eden bir isimdir. Öte yandan, Kürd/Kürdistan sorunlarını alt kimlik-üst kimlik kavramaları çerçevesinde değerlendirmek doğru değildir. Kürd/Kürdistan sorunlarının, bölünmüş parçalanmış, paylaşılmış ülke, bölünmüş parçalanmış, paylaşılmış ulus kavramları çerçevesinde konuşmak gerekir.
Türkiye’de Kürdlerin nüfusu 20 milyondan fazladır. Sorunları, alt kimlik, üst kimlik kavramları çerçevesinde değerlendirmek yanlıştır. 28 üyeli Avrupa Birliği’nde, sadece altı devletin nüfusu 20 milyondan fazladır. Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya, Slovenya’nın nüfusları iki milyon, iki buçuk milyon arasında değişmektedir. Kürdlerin, 200 yıldır, özgürlük ve vatan için verdikleri mücadelede şehit olanların sayısı bu devletlerin her birinin nüfusundan fazladır.
Kürdler, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır. Yüz belediyeyi, yüzelliye, daha yükseklere çıkarmanın çabası içinde olmalıdır. Türkiyelileşme sağlıklı bir anlayış değildir, Kürdlere bir kazanım sağlamaz, devlete elbette çok kazandırır.
7 Haziran 2015 seçimlerini hatırlayalım. Kürdler, HDP’den aday adayı olmak için çok büyük bir çaba içindeydi, Adaya adayları, aday olabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. İşte yemin bu noktada gündeme gelmektedir. Bu yemin, kendini Türk hissetmeyenleri sıfırlayıcı, hiçleştirirci, ezici bir içeriği sahiptir. Bu bilinmektedir. Buna rağmen, Kürdler, böyle bir yemini yapabilmek için, neden birbirleriyle yarışa giriyor? Bu bir zaaftır. TBMM’de kimlik aranmaya, statü aramaya çalışmak bir zaaftır. Kürdler, Kürdistan’da güç olmalıdır. 7 Haziran 2015’den, 1 Kasım 2015’e, HDP’nin, Kürdistan’daki oyunun azalması hayra işaret değildir.
7 Haziran’dan sonra, Varto, Silvan, Hizan, Cizre, Yüksekova, Nusaybin gibi Kürd şehirlerinde özyönetim ilanları ı oldu. Bu çerçevede, Halkların Demokratik Partisi’nden, Demokratik Bölgeler Partisi’nden, Halkların Demokratik Kurultayı’ndan, Demokratik Toplum Kongresi’nden, KCK’den, gözaltılar, tutuklamalar oldu. Eşbaşkanlar tutuklandı.
Gözaltına alınanların, tutuklananların tutumların, davranışlarını, birer birer incelemek gerekir. Polisdeki, savcılıktaki, mahkemedeki, cezaevindeki tutumlarının incelenmesi ufuk açıcı olabilir.Bu arkadaşlar, özyönetim anlayışını, nasıl savundular, savunmaların hangi dille yaptılar? Eğer bu dil Kürdçe değilse, özyönetim anlayışında çok büyük sorunlar var demektir. Çocuklar, Diyarbakır’da, Sur, Kayapınar, Bağlar, gibi alanlarda, Batman’da, Van’da, Bitlis’de, Ağrı’da , Muş’da Şırnak’da vs. sokak aralarında, evlerinin önlerinde, birbirleriyle ilişkilerinde, oyunlarında, nizahlarında vs. kullanadıkları dil Kürdçe değilse, Kürdler/Kürdistan çok büyük tehlikeyle karşı karşıyadır.
Bütün bunlar, Kürdistanileşerek, Kürdistan’da güç olarak aşılabilir. Çalışmalar, elbette siyaset kurumunu geliştirerek yürütülür. Sivil itaatsizliği geliştirmek önemlidir. Kürdçe konuşmak, çocukları Kürd diliyle eğitmek, ‘milli bayram’lara katılmamak, çocukları göndermemek, vergi vermemek, askere gitmemek… sivil itaatsizlik çerçevesinde düşünülebilir. Devlet, Kürdler için okul açmayabilir, her evi okul yapmak Kürdlerin elindedir.
İsmail Beşikçi
http://gelawej.net/index.php/yazarlar/ismail-besikci/2278-tbmm
http://www.nasname.com/a/birlik-yalancilari1
Kurdistan bir Sorun mudur Mesele midir
16 Mayıs 1916 yılında Sykes-Picot antlaşmasıyla beraber, kağıt üzerinde suni bir şekilde çizilen yeni Ortadoğu haritası, Kurd ve Kurdistan adına da bir çok felaketi beraberinde getirdi. İngiliz ve Fransız sömürgeciler arasında 1.Dünya paylaşım savaşı sırasında kendi çıkarları doğrultusunda yapılan bu anlaşma, Kurdistan’ın hangi ülkelere ait olacağı konusunda yapılan görüşmeler sonucu, dönemin küresel güçleri arasında, Kurd coğrafyasının; İran,Irak,Suriye ve Türkiye arasında pay edilmesine karar verilmişti.
Elbette ki bu bölünme, Kurdler adına ilk bölünme değildi. Kurdistan, 1639 Kasr-ı Şirin antlaşması ile ikiye, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile 4’e bölünmüştü
Kurd ve Kurdistan’ın her seferinde neden bölündüğü, parçalandığı, paylaşıldığı konusu hakkında oturup düşünmek çok önemlidir.
Lozan Barış Antlaşması, eğitim kurumlarında önümüze servis edilen ‘’Barış’’ antlaşması değildir elbette. Bu antlaşmanın asıl ismi ‘’ Yakın Doğu İşleri ile İlgili Lozan Antlaşmasıdır.’’ (Kurdistan coğrafyası Yakın Doğu’ya ait bir coğrafyadır ve bu antlaşmada son kez Yakın Doğu adı kullanılmıştır.)
Bu antlaşma, Kurdleri 4 parçaya bölmekle kalmadığı gibi, Kurdlere verilen hiçbir sözün yerine getirilmediği antlaşmadır aynı zamanda.
Bu antlaşmaların yapıldığı tarihten itibaren, günümüze kadar süregelen bir Kurd ve Kurdistan meselesi vardır.
Peki Kurdistan coğrafyası bir ‘SORUN MUDUR ?’ yoksa bir ‘MESELE Mİ ?’
Hemen hemen hepimizin bildiği gibi 1.Dünya Paylaşım Savaşı sırasında, 1919 yılında yapılan Paris Barış Konferansıyla birlikte, dönemin küresel güçleri arasında dünyaya yeni bir düzen verildi. Ve bu düzenle birlikte Dünya düzeni Devletler Sistemi haline dönüştürüldü.
Bu yeni Devletler Sisteminde, her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı vardı. ( bu konferans bir bakıma Wilson İlkelerine de dayanır) Fakat, bu düzen içinde Kurdler’e yer verilmedi. Bunun yerine bölgede Osmanlı İmparatorluğunun devamı niteliğinde olan, Türkiye Cumhuriyeti, İran Şahlığı, bu sisteme entegre edildi. İngiliz mandası Irak ve Fransa mandası Suriye arasında Kurdistan bölüştürüldü ve paylaştırıldı. Bu sistemle beraber Kürd hakikatı ortadan kaldırıldı ve günümüze kadar süren Kürd jenerasyonu süreci başladı. Bu bağlamlar eşiğinde, Kurdistan konusuna objektif bir şekilde yaklaşacak ve reel bir şekilde cevap vereceksek olursak eğer. Bir meseleyi nasıl tanımlıyorsak, çözümünü de o şekilde geliştirmemiz lazım.
Kurdistan, her şeyden önce parçalanmış bir toprak meselesidir. Kurdistan’ı, sadece Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin içine sığdıramayız. Kurdistan’ı, Yakındoğu ve Ortadoğu’da parçalanmış ve hakları elinden alınmış, aynı zamanda kendi kendini yönetme hakkı elinden alınmış olan bir halk olgusuna dayandırmalıyız.
Günümüz Kurd siyasetinde, Kurdistan coğrafyasını, İşgal edilmiş bir toprak meselesinden, sanki Kurdistan parçalandığı ülkeler arasında bir sorunmuş gibi ‘Kurd Sorunu’ kavramına dönüştürmek ve Kurd halkı üzerinde böyle bir algı yaratmak yanlış bir durumdur. Çünkü Kurdistan bir sorun değil, parçalanmış bir ülke meselesidir.
Globalleşen dünya düzeninde Kurd siyaseti nasıl olmalıdır?
Kurd siyaseti her şeyden önce kendi iç sorunlarına yönelmelidir. Kurdler ezilen bir millet olduğu için dış mihraklara karşı, kendinden alınan hakları geri almak ve bağımsız bir devlet olmak için ‘milliyetçi’ bir tavır sergilemelidir.
Kurd halkı, yıllarca kendini ezenin yasalarına göre yönetildi, Kurdistan artık, günün gelişen siyasi, ekonomik, ve politik olaylarına göre kendi kendini yönetebilme kabiliyetine kavuşmalıdır. Globalleşen ve Neo-liberal bir sistem haline gelen günün siyasi koşulları gereği kurd siyaseti, ‘birlik’ üzerine kurulmalıdır. Bu birlik düzeni de; Türkiye’yi yahut Suriye’yi ‘Demokratize’ etmekten değil, Bağımsız Birleşik bir Kurdistan ideolojisi temeline dayandırılmalıdır.
İsmail Beşikçi bir konferans sırasında Kurd siyaseti ile ilgili, “ Bir ulus, bir ülke durmadan bölünmenin ve parçalanmanın, paylaşılmanın hedefi oluyorsa, o ulusta büyük bir zaaf vardır demektir. Hasım güçler bu zaaftan yararlanarak, kendi çıkarları doğrultusunda o ulusu bölüyor, parçalıyor, paylaşıyor demektir. Bunun bilincine varmak, o zaafla baş etmenin yolunu yordamını aramak elbette önemlidir. Bu konunun bilincine varmamak, ayrıca bu konunun önemli bir konu olmadığını söylemek ayrıca bir zaaftır.” açıklamalarını dile getirmişti.
Bu açıklama üzerinden günümüz Kurd siyaseti hakkında bir örnekleme yapacak olursak:
Kuzey Kurdistan’da Kurd halkının, çıkarlarının ve menfaatlerinin sadık bekçisi olduğunu iddia eden ‘HDP’12 maddelik seçim beyannamesini açıklayıp Filistin’e özgürlük derken, neden Kurdistan ya da Kurd halkı kavramlarını kullanmadı? Filistin’in bağımsızlığını savunurken neden konu Kurdistana gelirken, ‘mesele’ olmaktan çıkıp ‘sorun’ haline geldi ve geldiği yerden tekrar geri sarmaya başladı?
Kurdler yıllarca, sömürge olduğu devletlerin boyunduruğu altında ‘Kardeşlik, Din kardeşliği, ortak vatan’ adı altında kandırılırken, neden hala bu siyasetle yola devam edildi?
Bu sol-kemalist yaklaşımlar Kurd halkı üzerinde çok farklı bir etki bırakmayı başardı maalesef. Kuzeydeki Kurdler artık , sorgulamak ve hakkını aramak yerine, ‘BARIŞ’ edebiyatına kendini kaptırdı ve Bağımsız bir Kurdistan fikri yerine, ‘öz yönetim, demokratik özerklik, demokratikleşme,demokratik Türkiye’ gibi kavramlara kendini kaptırarak ‘Türkiyelileşme’ yolunda önemli bir adım attı. Şu bir gerçek ki; Kurdler arasında barış kuramayanların, bu sürecin bilincinde olmayanların, Kurdler dışındaki solcu gruplar ile birlikte hareket etme gayretinden Kurd siyasetine olumlu bir katkısı olmaz. Kendin olmak önemli bir olgudur. Kendin olamıyorsan, ‘Türkiyelileşmenin’ bir yararı da olmaz. Türkiyelileşmek, Kurdistani bir duruştan uzaklaşarak, Türkiye’ye hizmet etmek demektir.
Bu sorunun bir benzeri de, Suriye’de Salih Muslim yaptığı “ Dünyada ulus devlet dönemi bitmiştir, biz demokratik Suriye’nin inşası için çaba sarf ediyoruz” açıklaması ile karşımıza çıkmaktadır. Oysaki geçenlerde Katalanlar bağımsızlık için meclise girdi ve İspanya’dan ayrılmalarının en doğal hakları olduğuna vurgu yaptılar. Bu da demek oluyor ki Yeni Dünya Düzenin de hala ulus-devlet olmayı hedefleyen otonom halklar da mevcuttur.
Salih Muslim’in açıklamaları ve HDP’nin beyannameleri ile hareket eden Kurd Kamuoyu ve kitlesi bizlere, yıllardır içinde olduğumuz bölünme, parçalanma ve paylaşılma siyasetinin bilincine varamayıp, halinden memnun bir köle gibi yaşamayı kabul etmesi, kendisinin (siyasi anlamda) farkına varamamaktır. Öteki bir ifadeyle ‘ Emperyal ülkeler tarafından çizilen sınırlar ile de hiçbir sorunumuz yoktur.’ Manasına da gelmektedir.
Öte tarafta, bundan henüz birkaç ay önce “Bana destek verin Kurdistani hemen kurayım” diyen Mesud Barzanî’ye gereken desteğin verilmemesi Kurdler arasında bir ayrışmanın olduğuna kanıttır.
Kurdler nasıl bir yol izlemelidir ?
Kurdlerin adı eskiden olduğu gibi ‘terör’ terimiyle anılmıyor. Bugün yeni bir şekle bürünen Ortadoğu/Yakındoğu siyaseti ve Kurdlerin bu coğrafyada insanlık çetelerine karşı vermiş olduğu kahramanca savaş Kurdleri faklı bir zemine oturttu. Kurdler artık BM’de, uluslararası görüşmelerde, koalisyon ekiplerinin yeni müttefiki haline gelmiş vaziyettedir.
Kurdlerin yıllardır beklediği bağımsızlık fırsatı bize bu kadar yakınken, temel amacımız İşgalci devletlere demokrasi getirmek yerine, Lozan’dan bu yana 4 parçaya bölünmüş Kurdistan coğrafyasını, hep birlikte Özgür ve Bağımsız bir Devlet haline getirmek olmalıdır.
Kurdistan’ın bağımsız ve özgür olması için de öncelikle kurd liderlerin bu meseleyi parça halinde değilde, bir bütün olarak algılaması ve pratikte bu bilinç ile hareket etmeleri gerekmektedir.
Kürd halkı olarak geçmiş tarihten ders çıkarmalı ve birlikte bir bütün olarak hareket etmeliyiz.
Toprağımız bereketli ve zengin, jeopolitik konumumuz gayet stratejik bir noktada, dünyaya uzun bir süre yetecek kadar petrolümüz bulunmakta ve daha nice değerlerimiz varken, bunları birlikte hareket ederek lehimize çevirmeliyiz.
Tarih bize defalarca demiştir ki: Eğer kendi içinde bir bütün değilsen, kendi içinde bütün olan başka devletler (emperyalistler) gelir ve senin olanı senden öyle bir şekilde alır ki hem de bunu meşru yoldan yapar ve seni kendine bağımlı hale getirir. O dakikadan sonra ne sen artık kendin olursun ne de sana sözde yardım amaçlı gelen müttefiklerin aynı karakterde kalır.
Kürd halkının bu bilinmez labirentteki çıkış yolu birlik ve beraberlikten geçmektedir. Yoksa her gelen tavuklarını bize ver yumurtalarını biz üretelim der ve bizi her zaman olduğu gibi yine boyundurukları altında tutarlar…
Kurdler unutmayın ki; bizim bir bayrağımız, bir dilimiz, bir kültürümüz, bir tarihimiz var. Biz ne Türk’üz, ne Arap, Ne Fars,
Biz Kürdüz, ölene kadar.
Bağımsız Bir Kurdistan dileği ile…
Rozan Ateş
http://www.nasname.com/a/kurdistan-bir-sorun-mudur-mesele-midir
İç Savaş Durumu
Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş hazırlıklarını ve iç savaş politikasını, 1 Kasım seçimlerini kazanmaya yönelik geçici bir uygulama ya da “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” yönteminin bir uygulaması olarak görenler, islamcı faşizmin niteliği ve savaşın ve iç savaşın ne olduğu konusunda trajik biçimde yanılmaktadırlar.
Bu öylesine bir yanılgıdır ki, HDP’nin (ve bir ölçüde CHP) 10 Ekim Ankara katliamından sonra seçim mitinglerini iptal etmesinin ve “ne olur-ne olmaz” diyerek Selahattin Demirtaş’ın “ülke dışına” çıkartılmasının Recep Tayyip Erdoğan’ın bu iç savaş politikası karşısında açık bir teslimiyet anlamına geldiğini göremeyecek kadar kördür.
Gerçekte, somutta, Recep Tayyip Erdoğan iki yıldır sürdürdüğü iç savaş hazırlıklarını (“devlet”in polis gücü eşliğinde) yapabileceği en üst seviyeye ulaştırmıştır. İç savaş hazırlıkları, özellikle Kürt ulusal hareketi üzerinden yürürlüğe sokulmuştur, yani kuvveden fiile geçmiştir.
Seçim sath-ı mailinde, 8 Eylül günü, Ülkü Ocakları’nın “çağrısı”yla hemen hemen tüm illerde “Şehide Saygı, Teröre Lanet” mitingi düzenlenerek iç savaş ülke çapında uygulamaya sokulmuştur.
Mitinglerin sonrasında başta HDP binaları ve “Kürt” olduğu sanılan işyerleri saldırıya uğradı ve yakıldı. Saldırılar en yoğun biçimde Kırşehir ve Alanya’da gerçekleşti.
17 Eylül’de Ankara’da TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD, Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen, Türk-İş, TİSK, TBB, HAK-İŞ, TESK, TZOB’un “çağrısı” ile “Teröre Hayır Kardeşliğe Evet” adlı miting düzenlendi. TOBB’un başını çektiği bu mitingden bir hafta sonra, bu kez Recep Tayyip Erdoğan sahneye çıktı. 20 Eylül’de İstanbul’da “Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses” adıyla gövde gösterisi yapıldı.
Bu mitingler ve özellikle 8 Eylül mitingleri sonrasında HDP binalarına ve “Kürt” işyerlerine yapılan saldırılar Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş hazırlıklarını ne ölçüde tamamladığını ve iç savaş ortamına ilk adımını attığını açıkça ortaya koydu.
Ve bu mitinglerin ve saldırıların ardından 10 Ekim Ankara katliamı gerçekleşti.
Bütün bu olaylar, saldırılara ve katliamlara rağmen Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş hazırlıkları küçümsenmeye ve iç savaş politikaları önemsizleştirilmeye çalışıldı. Olaylar basitleştirilerek ve sıradanlaştırılarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 Kasım seçimlerinde MHP’nin “milliyetçi oyları”nı almak için başvurduğu bir “taktik” olarak değerlendirildi. Ortada “gerçek bir savaş” durumunun olmadığı, “karşılıklı savaşan” tarafların bulunmadığı buna kılıf olarak ileri sürüldü.
Oysa iç savaş, askeri bir savaş olmanın ötesinde, sivil insanların, yurttaşların birbirini boğazlaması olarak tanımlanamaz. Ayrıca bir “çatışma” ortamında “devletin silahlı güçleri”nin devreye sokulması, iç savaşı basit bir “derin devlet” işi ya da yalın biçimde devletin “muhalifleri” sindirme “operasyonu” olarak görülemez. Tarihteki tüm iç savaşlar, 1848 devrimleri, 1871 Paris Komünü, Ekim Devrimi sonrasındaki “beyaz ordular”ın saldırıları, İspanya ve Yunanistan iç savaşı, yalın biçimde sadece “siviller” arasında olan savaşlar değildir. Devlet güçleri bu savaşta doğrudan karşı-devrim saflarında yer alan askeri bir güçtür.
İkinci olarak, bir savaşın, iç savaşın ilan edilmesi, ama fiilen gerçekleşmemesi ile bu savaşın fiilen gerçekleşmesi, yani tarafların birbirleriyle silahlı savaşa girişmeleri birbirinden farksızdır. Savaş tarihinin en önemli kuramcılarından Clausewitz “Savaş Üzerine” yapıtında şöyle yazar:
“Silahlı kuvvetlerin belirli bir noktada toplanması başlı başına bir muharebeyi mümkün kılar, fakat bu o muharebenin mutlaka cereyan edeceği anlamına gelmez. Şimdi bu olanağa bir gerçek, bir fiili durum gözü ile bakmak gerekir mi? Kuşkusuz… İmkan dahilindeki çarpışmalara, sonuçları bakımından, gerçek çarpışmalar gözü ile bakılmalıdır.”. (abç)
Yine aynı yerde Clausewitz, “… düşmanın askeri kuvvetlerinin imhası ve düşman gücünün yok edilmesi, ister bilfiil cereyan etmiş olsun, ister sadece teklif edilip düşman tarafından kabul edilmemiş olsun, bir muharebenin ancak sonuçları ile gerçekleştirilir.” der. (abç)
Bu açıdan bakıldığında, 8-9 Eylül olayları ve 10 Ekim katliamı Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş ilanı, “teklifi”dir. Ama “karşı taraf” bu savaş ilanını kabul edememiş, dolayısıyla iç savaş fiilen gerçekleşmemiştir. Ama bu sözcüğün tam anlamıyla bir iç savaş durumudur ve sonuçları açısından (ki 1 Kasım seçimlerinde bu sonuçların bir bölümü gerçekleşmiştir) gerçek bir çarpışmadır.
İç savaş, ister fiilen gerçekleşmiş olsun, ister sonuçları göze alınamadığından tarafların birisi tarafından kabul edilmemiş olsun, devrimin ve karşı-devrimin mutlak kutuplaşma içinde birbiriyle savaşmasıdır.
“Devrim –der Lenin, en şiddetli, en vahşi, en çılgınca sınıf mücadelesi ve iç savaştır. Tarihte hiçbir büyük devrim iç savaş olmadan gerçekleşmedi. İç savaşın ise ‘olağanüstü karmaşık durum’ olmadan düşünülebileceğini, ancak dar görüşlü, dünyadan bihaber insanlar varsayabilirler”. (Lenin, “Bolşevikler Devlet İktidarını Koruyabilecekler mi?”, Toplu Yapıtlar, Cilt 26, s. 119.)
Lenin bir başka yerde şöyle yazıyor:
“18. yüzyılın sonundan beri Avrupa’daki bütün devrimlerin deneyimine tamamıyla uygun düşen bu deneyim, bize gösteriyor ki, iç savaş, birbiri ardı sıra gelen, birbiri üzerine yığılmış, artmış, kızışmış, iktisadî ve siyasal çatışmalardan sonra iki sınıf arasında silahlı çatışma haline dönüşen sınıf savaşımının, en keskin biçimidir. Ülkelerin pek çoğunda –hemen istisnasız hepsinde denilebilir– ne kadar az özgür ve az gelişmiş olurlarsa olsunlar, kapitalizmin bütün iktisadî gelişmesinin, bütün dünyadaki modern toplumun tüm tarihinin, aralarında uzlaşmaz karşıtlık yarattığı ve bu uzlaşmaz karşıtlığı güçlendirdiği sınıflar arasında, yani burjuvazi ile proletarya arasında iç savaş görülür.” (Lenin, Rus Devrimi ve İç Savaş, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s 160-161.)
Tarihsel gerçekler böyle olsa da, Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş hazırlıklarını uygulamaya dönüştürmesi karşısında “bir taraf”, yani devrimci güçler bu dönüşüm karşısında pasif kalmışlar ve sessizliğe bürünmüşlerdir.
Kuşkusuz bu pasiflikte devrimci güçler olarak tanımlanabilecek örgütlü bir hareketin olmaması ve tüm “silahlı” faaliyetlerin HDP üzerinden PKK’ye endekslenmesi belirleyici olmuştur. Ama bu durum, “sol”daki legalizmin, oportünizmin ve pasifizmin yarattığı bir sonuçtur.
“Sosyal-demokrat partiler her zaman ve her koşulda, kitlelerin örgütlenmesi ve sosyalizmin yayılması için en küçük legal olanaktan yararlanmayı ihmal etmemekle birlikte, legal çalışmanın kölesi olmaktan da, kendilerini kurtarmalıdırlar. Engels, iç savaşa ve burjuvazinin yasaları çiğnemesinden sonra bizim de yasaları çiğnememiz gereğine değinerek, ‘İlk silahı patlatan siz olunuz bay burjuvalar!’ diye yazıyordu. İçinde bulunduğumuz bunalımlar, burjuvazinin, bütün ülkelerde, en özgür ülkelerde bile, yasaları ayaklar altına aldığını göstermektedir; devrimci savaşım yöntemlerini savunmak, tartışmak, değerlendirmek ve hazırlamak amacıyla bir illegal örgüt kurulmaksızın kitlelerin devrime yöneltilmeleri olanaksızdır. Örneğin Almanya’da, sosyalistlerin yaptıkları bütün namuslu işler, o pis oportünizme ve ikiyüzlü ‘kautskiciliğe’ karşın ve gizlice yapılmıştır. İngiltere’de, askerliğe karşı yazılar yayınladıkları için insanlar zindanlara atılmışlardır. İllegal propaganda yöntemlerini kınamayı ve bununla legal basında alay etmeyi sosyal-demokrat parti üyeliği ile bağdaşır saymak sosyalizme ihanettir.” (Lenin, Sosyalizm ve Savaş, s. 28-29)
Lenin’in dediği gibi, “ihanet”, “sol”daki legalizmle başlamıştır. “Oyuna gelmeyelim”, “provokasyona gelmeyelim”, “demokratik ve barış yolundan ayrılmayalım” sözlerinde ifadesini bulan oportünizm, soldaki devrimci unsurları ve sol kitleyi örgütsüz ve silahsız bırakarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaşı karşısında (her ne kadar Gezi Direnişi’nin akılda kalan sloganıysa da) boyun eğmeye yöneltmiştir.
“Sol”un başına musallat olan legalistler ve oportünistler, bu durumu görmezlikten gelerek, gelişmeleri PKK’nin “devrimci halk savaşı” söylemiyle silahlı saldırıları yoğunlaştırmasının bir sonucu olarak sunmuşlardır. Daha da ileri giderek, 1 Kasım seçimlerini AKP’nin “açık-ara” kazanmasını ve HDP’nin seçim barajını zorlukla geçmesini PKK’nin silahlı eylemlerinin ürünü olduğu iddia edilmiştir.
Bu, Ankara katliamında kitleleri “koruyamayan”, daha doğrusu “koruma” diye bir nosyona ve misyona hiç sahip olmamış “sol”cular, katliamın ertesi günü pazardan 100 liraya aldıkları “metal dedektörü”yle sahneye çıkıp, “devletin almadığı güvenliği” kendilerinin sağladıklarını ilan edebilecek kadar aymazlık (kendilerine göre “kahramanlık”) göstermişlerdir. Üstelik bunu “canlı bombalara karşı güvenlik önlemi” olarak da sunabilmişlerdir.[1*] Aynı zihniyet, Gezi Direnişi sürecinde “eli sopalılar”ın saldırıları karşısında “bunu konu yapmayalım, yoksa kitleler paniğe kapılır” diyerek insanları kendi hallerine terk etmiştir.
Kendisine devrimci diyen herkes çok iyi bilmelidir ki, savaş, iç savaş ve devrim bir şiddet hareketidir. Şiddet de, silahlı güçlerle uygulanır. Savaş ya da iç savaş, ister fiilen gerçekleşmemiş olsun, her durumda silahlı güçlerin varlığını öngerektirir. Bu güçlere sahip olmayanlar savaş meydanına çıkmadan yenilgiyi peşinen kabul ederler. Bu da karşı-devrimin şiddeti karşısında boyun eğmek demektir.
Bugün için Recep Tayyip Erdoğan hazırlandığı ve uygulamaya soktuğu iç savaşın başlangıç evresinden direnişle karşılaşmaksızın, “kazasız-belasız” geçmiştir. Ama bu her zaman ve her aşamada böyle olacak demek değildir. Devrimciler, tarihin derslerini alarak ve devrimci savaşın gerekliliğini kavrayarak örgütlenmek zorundadırlar. Bu yapılabildiği koşullarda, devrimciler ve devrimci kitleler ilan edilen iç savaşları her zaman “hoş geldin, safa geldin” diyerek karşılayacaklardır. Bunlar yapıldıktan sonra, doğru bir devrimci çizgide ve doğru bir politikleşmiş askeri savaş yönetimiyle iç savaşlardan zaferle çıkılacaktır.
Dipnot
[1*] 11 Ekim’de “Sıhhiye Meydanı’ndaki kitlesel anma etkinliğinde polisler TOMA’larla Kızılay girişini tutarken, alanın güvenlik önlemlerini Halkevleri, HDP ve ESP aldı. Halkevleri üyeleri anma etkinliği başlamadan bir saat önce alana gelerek detektörle alanı taradı. Anma etkinliğinin başlama saatinin yaklaşmasıyla birlikte üç örgütün görevlileri alanın Kızılay, Mithatpaşa ve Necatibey girişlerinde kol kola girerek zincir oluşturdu, alana girenlerin üstlerini aradı, detektörle çantaları taradı.” (sendika.org) Üstelik “kol kola girerek zincir” oluşturanlar, yüzlerini mitinge katılanlara ve sırtlarını polislere dönerek bunu yapmışlardır.
KURTULUŞ CEPHESİ – Kasım-Aralık 2015
http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc147_1.html
… Uzak, çok uzaktaki 1 Kasım Seçimleri
1 Kasım seçimlerinin üzerinden bir ay geçti. Seçimler, seçim sonuçları, AKP’nin “açık-ara” seçimi kazanması çoktan unutulup gitti. 1 Kasım seçimleri, “uzakta, çok uzakta” kalan bir olay olarak geçmişin malı oldu. Böylesi bir durumda, ister istemez “ne oldu”yu anımsatmadan gerçekte “ne oldu”yu ortaya koymak olanaklı değildir.
1 Kasım seçimlerine ilişkin beklenti, 7 Haziran seçimlerine benzer bir sonucun ortaya çıkacağıydı. Böylesi beklenti ortamında “ne olacak”cıların bile “seçim sonuçlarının ne olacağını” sormadıkları bir seçim süreci yaşandı.
PKK’nin yoğun saldırı eylemleri, “şehit” haberleri, patlayan bombalar, Suruç ve Ankara katliamı bu beklenti içinde (daha doğrusu beklentisizlik içinde) seçim sürecinin (seçim sath-ı mailinin) günlük olayları olarak sürüp giderken, 1 Kasım seçimlerinden AKP oylarını yaklaşık %9 artırarak %49,5 oy oranıyla “açık ara” birinci parti olarak çıktı ve mecliste çoğunluğu yeniden ele geçirdi.
Hiç kimse böylesi bir sonucu beklemediğinden, AKP’nin bir kez daha %49-50 düzeyinde oy alması özellikle ilerici, demokrat ve solcu kesimler için tam anlamıyla bir “sürpriz” oldu ve “şok” etkisi yaptı. Bir kez daha başlar eğildi, bir kez daha moraller çöktü, bir kez daha umutlar tüketildi, bir kez daha karamsarlık baş gösterdi.
Ama seçim öncesindeki 7 Haziran seçimlerine benzer bir sonuç çıkacağı beklentisi ne kadar yaygın ve yüksek olduysa, ortaya çıkan karamsarlık, umutsuzluk ve moral çöküntü de o kadar büyük oldu.
Bu karamsarlık, umutsuzluk ve moral çöküntünün ilk sonuçları, kendisini ilerici ya da demokrat olarak ilan eden küçük-burjuva aydınları arasında ortaya çıktı.
Seçimlerden önce İsviçre’ye gitmiş bir “şair”in seçim sonuçları üzerine “ülkeyi terk etmesi” ilk manşetlik haber oldu. İkinci manşetlik haber ise, liberal-demokrat Cüneyt Ülsever’in, “söyleyeceğim bütün sözleri söyledim. Söz tükendi!… Ben tek adam iktidarına karşı mücadele verdim. Kaybettim!” diyerek “köşe yazarlığı”nı bırakması oldu.
Bu iki olaydan ilki çok “popülist” bulunduğundan karamsarlık, umutsuzluk ve moral çöküntü ortamında fazlaca etkili olmadıysa da, Cüneyt Ülsever’in “köşe yazarlığı”nı bırakması tüm seçim öncesi beklenti sahiplerinin hislerine tercüman oldu. Bir başka ifadeyle, 7 Haziran’a benzer sonuçların çıkacağı beklentisine sahip olanlar arasında “bu halk adam olmaz” düşüncesi daha fazla pekişti.
1 Kasım seçimlerinde “ne oldu”?
2011 genel seçimlerinde %49,83 oy oranıyla AKP’yi “açık-ara” iktidar yapan “halk”, 7 Haziran 2015 seçimlerinde %40,87 oy vererek “haddini” bildirmişken, 1 Kasım seçimlerinde bir kez daha AKP’ye teveccüh göstererek %49,50 oyla “zafer” kazandırdı. Bir bakıma 1 Kasım seçimleri 12 Haziran 2011 seçimlerinin bir tekrarı oldu. 7 Haziran’da %9 oy kaybeden AKP, beş ay sonra, 1 Kasım’da kaybettiği oyları geri aldı. Yani “halk”, beş ay önce AKP’ye “haddini” bildiren “halk” iken, beş ay sonra “adam olmaz halk” olup çıktı.
Böylesine değişkenlik gösteren bu “halk” nemenem bir şeydir? Cin midir, şeytan mıdır?
Seçim sonuçlarına yakından bakıldığında, bu “adam olmaz halk”ın “portresi” daha açık ve net ortaya çıkmaktadır.
Önce AKP’ye “haddini” bildiren “halk”a bakalım:
12 Haziran 2011 seçimlerinde %49,83 oy alan AKP, 7 Haziran seçimlerinde %8,96 oy kaybederek oyların %40,87’sini aldı. Yani “halk”ın %8,96’sı AKP’ye “haddini” bildirdi!
AKP’ye “haddini bildiren halk”ın %8,96’lık oyları elbette buhar olup uçmadı. Bu “halk”ın oylarının %6,55’i HDP’ye ve %3,28’i MHP’ye yöneldi.
HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı %13,12’lik oyun nerden geldiğine ilişkin bitip-tükenmeyen “tartışmalar” yapıldığından bunun ayrıntısına girmeyeceğiz. Şu kadarını söyleyelim ki, 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin oylarının yaklaşık %3’lük bölümü CHP seçmeninden gelmiştir. Kalan %3’lük bölüm ise yeni seçmenlerden ve AKP seçmenlerinden gelmiştir.
MHP’nin %3,28’lik oy artışı hiç tartışmasız AKP seçmeninden kaynaklanmaktadır.
Böylece 7 Haziran seçimlerinde AKP’ye “haddini” bildiren, “adam olan” “halk”ın büyük bir bölümü MHP ve HDP’ye yönelen AKP seçmenidir.
Şimdi “adam olmayan halk”a bakalım:
1 Kasım seçimlerinde “istikrara” oy veren, “adam olmayan” “halk”, çok belirgin bir biçimde MHP, HDP ve SP+BBP seçmenidir. AKP’nin %8,63 oy artışının %4,39’u MHP’den, %2,36’sı HDP’den ve %0,85’i SP+ BBP’den gelmiştir. %1’lik oy ise, 7 Haziran seçimlerine “bağımsız adaylar”la giren Fethullahçıların oyudur.
MHP, SP+BBP ve Fethullahçı oylarındaki toplam “geri dönüş” %6,27’dir. Herkesin kabul edeceği gibi bu “geri dönüş” oylarını veren seçmen kitlesi geleneksel sağcı seçmen kitlesidir. Yine HDP’den AKP’ye giden oyların sahiplerinin 2011 seçimlerinde AKP’ye oy vermiş Kürt sağcı seçmeni olduğu da açıktır.
Özcesi, 7 Haziran seçimlerinde AKP’ye “haddini bildiren halk” da, 1 Kasım’da AKP’yi yeniden iktidara taşıyan “adam olmaz halk” da bir ve aynıdır. Bu seçmen kitlesi, sağ partilere oy veren sağcı kitledir. Cüneyt Ülsever’e “köşe yazarlığı”nı bıraktıran da, AKP’ye “zafer” kazandıran da, sol kitleyi karamsarlığa ve umutsuzluğa sürükleyen de bu sağcı seçmen kitlesidir. Ve bu sağcı seçmen kitlesi bir kez daha oylarını bir partide (AKP’de) toplamıştır.
Hiç tartışmasız burada ortaya çıkan soru, 7 Haziran seçimlerinde AKP’den uzaklaşan sağcı seçmen kitlesinin hangi nedenlerle 1 Kasım seçimlerinde yeniden AKP’ye döndüğüdür.
Açıktır ki, 1 Kasım seçimlerinde MHP’den AKP’ye geri dönen yaklaşık 2 milyon sağcı seçmen kitlesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın “barış süreci”ni sona erdirmesi ve PKK’ye yönelik askeri-polisiye baskı politikasının yoğunlaştırmasıyla “saf” değiştirmiştir. Benzer durum HDP’nin yaklaşık 2 milyon seçmeni için de geçerlidir. 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye yönelen Kürt sağcı seçmenler “barış süreci”nin devam edeceği ve sonuçta “bölgesel özerklik”in verileceği beklentisiyle AKP’den desteklerini çekmişlerdir. Diğer ifadeyle, 7 Haziran’da HDP’le oy veren 2 milyon Kürt sağcı seçmen, oluşacak “yeni statü”ye göre kendilerini konumlandırmışlardır. Ama 1 Kasım seçim sürecinde AKP’nin MHP’nin “pozisyonu”na geçmesiyle birlikte “yeni statü”nün olmayacağını görmüşler ve bu nedenle de AKP’ye dönmüşlerdir.
Bütün bunlar seçim sonuçlarında çok açık ve belirgin biçimde görülmektedir. Ama bu açık ve belirgin duruma rağmen “bu halk adam olmaz” söylemi, özellikle solda kabul görmüştür. Bu da karamsarlığa ve umutsuzluğa yeni bir boyut katmıştır.
1 Kasım seçimlerinde AKP’nin yeniden %49,5 oy oranına ulaşması, solda, Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adam yönetimi”nin, keyfiliğin, hukuk tanımazlığın ve “islam devleti”nin önünü tümüyle açtığı sanısına yol açmıştır.
Hiç şüphesiz AKP’nin böylesine “açık-ara” seçimleri almasının, Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasını daha da pervasızlaştıracağı söylenebilir. Seçim sonuçlarına, kendi deyişiyle “sandığa” endekslenmiş bir “milli irade” demagojisini sürdüren Recep Tayyip Erdoğan’ıh bu sonuçlarla “her istediğini yapabileceği”ni düşünmesi ve buna inanması elbette mümkündür. Ama bu durumun tek nedeni, sağcı seçmen kitlesinin bir kez daha AKP çevresinde toplaşmasıdır. Bu da, Gezi Direnişi’nde Recep Tayyip Erdoğan’ın “evde zor tutuyoruz” dediği %50’yi kendi çıkarları ve istemleri doğrultusunda harekete geçirmesinin koşullarını oluşturmuştur. Bu açıdan, 1 Kasım seçim sonuçları Recep Tayyip Erdoğan’ın “iç savaş” politikalarını sürdürmesini daha da kolaylaştırmıştır.
Ancak toplumsal ve siyasal mücadeleler iki taraflı mücadelelerdir. Taraflar arasında güç dengesizliği ne kadar belirgin olursa olsun, bir taraf ne kadar tahkim edilmiş olursa olsun, olanakları ne kadar fazla olursa olsun, her durumda mücadelenin seyrini belirleyen diğer tarafın mücadele kararlılığı ve direnişidir.
Bugün için “bir taraf”ın, yani Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında yer alan ve onun “iç savaş” politikasını destekleyen sağcı kitlenin karşısında, yerinden bir milimetre kımıldamayan, blok halinde, düzen partisi olsa bile “solcu” olarak kabul edilen CHP’ye oy veren %25’lik bir solcu seçmen kitlesi bulunmaktadır. Bu CHP’ye oy veren solcu seçmen kitlesine, HDP’ye oy veren yaklaşık %8-9’luk ilerici Kürt seçmen kitlesini de dahil etmek gerekir. Sonuçta AKP’nin %50’sinin karşısında (ki buna MHP’nin %12’lik militan seçmenlerini de dahil etmek gerekir) %30-35’i oluşturan sol kitle bulunmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bu sol kitle, uzun yıllardır seçimlere umutlarını bağlamış ve seçimler yoluyla AKP iktidarının devrilebileceğine inandırılmıştır. 7 Haziran seçim sonuçları bu umutları ve inancı ne kadar yükseltmişse, 1 Kasım seçimleri de bir o kadar azaltmıştır. Bu sol kitle, bugün için umutsuzdur, karamsardır, ne yapacağını ve nasıl yapacağını bilememektedir. Seçimlerin dışında görebildiği tek seçenek askeri darbedir. Bunun da temel nedeni, “sol” partilerin alabildiğine legalize olması ve alabildiğine seçimlerle “değişim” olabileceği beklentisi yaratmalarıdır.
CHP, klasik düzen partisi olduğu için Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adam” yönetimine karşı, hukuksuzluğa ve keyfiliğe karşı kitleleri harekete geçirebilecek konumda ve yapıda değildir. Bu açıdan CHP’nin genel başkanının kim olduğunun da hiçbir önemi yoktur. Ankara katliamından sonra bütün seçim mitinglerini iptal ederek islamcı terör karşısında çaresizliğini ilan eden bir partinin iç savaş politikası izleyen Recep Tayyip Erdoğan iktidarına karşı kitleleri harekete geçiremeyeceği çok açıktır. Aynı durum HDP için de geçerlidir. Aralarındaki tek fark, HDP’nin PKK eylemleriyle kendi kitlesinin “aktif” olduğunu varsaymasıdır.
Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş politikası çok daha belirgin bir üstünlükle sürdürülmektedir. Bir açıdan 1 Kasım seçimleri Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş politikasının “zaferi” olarak da görülebilir. Sol kitlenin örgütsüzlüğü, seçim sonrasında içine girdiği karamsarlık ve umutsuzluk böyle bir “zafer”in sonuçları olarak da yorumlanabilir. Gerçek şudur ki, Recep Tayyip Erdoğan’nın kendi iktidarını korumak ve pekiştirmek amacıyla yürürlüğe soktuğu iç savaş politikası mutlak ya da kesin bir “zafer”den çok uzaktadır. Bu nedenle de Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasının iç savaş politikalarından uzaklaşacağı, ortamı biraz “normalleştireceği” beklentisi tümüyle yanlıştır. Tersine iç savaş politikası eskisinden çok daha yoğun ve sert biçimde sürdürülecektir.
Sorun, iç savaş politikasının eskisinden çok daha yoğun ve sert biçimde sürdürülmesi değil, bu politikanın hedefi olan sol kitlenin edilgenliği, örgütsüzlüğü ve moralsizliğidir. Bunu alt etmenin yolu da, tek seçeneğin askeri darbe olmadığının, devrimci bir seçeneğin varolduğunun kitlelere gösterilmesinden geçer.
Devrimci seçeneğin varolmadığı koşullarda sol kitlenin askeri darbeden, dolayısıyla da emperyalizmden “medet” umması hiç de şaşırtıcı değildir. AKP’yi iktidar yapan da, iktidarda kalmasını sağlayan da emperyalizmdir, özel olarak da Amerikan emperyalizmidir. AKP ve Recep Tayyip Erdoğan emperyalizmin çıkarlarına hizmet ettiği sürece de onların desteğini almayı sürdürecektir. Bu desteğin ne kadar ve nasıl süreceği ise tümüyle emperyalizme ve emperyalizmin “global” ya da “bölgesel” çıkarlarına bağlıdır. Dolayısıyla öngörülebilir bir durum değildir. Emperyalizmin ve emperyalist politikaların tek alternatifinin devrim ve devrimci mücadele olduğu da tarihsel bir gerçektir.
1 Kasım seçimleri çok açık biçimde AKP iktidarının seçimler yoluyla devrilemeyeceğini, seçimlerin sadece insanları oyalayan bir araç olduğunu ortaya koymuştur. Yine 1 Kasım seçimleri, seçimleri tek seçenek olarak sunan legalizmin sefaletini bir kez daha açığa çıkarmıştır. Bunlar 1 Kasım seçimlerinin en önemli sonucu ve bir ölçüde kazanımıdır. Bu ortamda tek seçeneğin devrim ve devrimci mücadele olduğu kitlelere gösterilmelidir.
Hiç kuşkusuz tüm varlıklarını legalizme ve bunun tek aracı olan seçimlere bağlamış olan oportünistler devrimci mücadelenin tek seçenek olmasını engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Bu nedenle, oportünizme ve legalizme karşı mücadele, aynı zamanda devrimci seçeneğin var edilmesi mücadelesidir.
KURTULUŞ CEPHESİ – Kasım-Aralık 2015
http://kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc147_2.html
http://www.nasname.com/a/ankarada-ala-rengin-dalgalandi